@gizzemasllan
|
Selam suç ortaklarım✨ Bölüme başlamadan önce yıldızı parlatırsanız çok sevineceğim.💫 Buraya ben de sizin için kalp ve yıldız bırakıyorum.⭐♡ Sizinkileri de bekliyorum.❥ Keyifli okumalar <3 Instagram: gizzemasllan / sucortagimofficial **** 65. BÖLÜM "AŞK" Salondaki herkesin yüzünde anlamsız bir gülümseme, büyük bir mutluluk ve olabildiğince belli bir rahatlık vardı. Her şeyin bittiğine inanıyor, kazandığımızı düşünüyorduk ve bu düşünce bu üç hissi bize yaşatıyordu. Fakat salondakilerden ayrı olarak hissettiğim bir şey daha vardı; Aşk. Hatta bir şey değil, bayağı şey vardı. Heyecan, özlem , korku ve Ateş... Evet, Ateş'i hissediyordum. Kalbimde, ruhumda hissediyordum. Onu öpmüştüm. O bana yaklaşmadan, aklından bunu geçirmiyorken ben onu öpmüştüm. Evet çok kısa zaman önce daha yakın olmuşluğumuz, öpüşmeden daha ileriye gitmişliğimiz vardı ama o anlar ikimizin de yaşadığı tutkuyla var olmuştu. Fakat bu küçük öpücük sadece aşk ve saf bir sevgiyle doğmuştu. Bu daha önemli, daha özeldi benim için. Onun için de böyle olduğunu çok iyi biliyorum. Çünkü şu an tam karşımda oturmuş, daha önce onu hiç görmediğim kadar keyifli bir şekilde gözlerimin içine bakıyor ve bakışımı yakalamaya çalışıyordu. Fakat ilk kez utanmaktan korktuğum, herkesin içinde yanaklarım kızarsın istemediğim için ona bakmaktan çekiniyordum. Fakat onun pes etmeye niyeti yok gibiydi ve pür dikkat bana bakmaya devam ediyordu. Ben ona bakmıyor olsam da bu bakışları hissetmek için kâhin olmaya gerek yoktu. Onu öperken koridorda aniden sesini duyduğumuz Erdem yüzünden ondan ayrılmıştım. Daha önce yaşadığımız talihsiz olay yüzünden telaşa kapılmış ve o telaşla Ateş'e tek kelime bile etmeden odadan çıkmış, salona inmiştim. Benden yaklaşık on dakika sonra da Ateş inmişti. Sanırım üzerindeki şaşkınlığı ancak atabilmişti ve indiğinden beri dikkatle bana bakıyordu. "Şöyle güzel bir kutlama yapalım bence," dedi Cansu, gözlerim onu bulurken devam etti. "Yemekten sonra biraz eğlenelim, bence buna bizim de hakkımız var," diye ekledi, cevap vermek istemeyip bakışlarımı önüme çevirirken annem aklıma geldi. Benim bir an önce eve dönmem ve ona görünmem lazımdı. Yoksa benim açımdan pek de iç açıcı şeyler olmayacaktı. "Bence de eğlenelim, sonuna kadar hak ettik. Lan resmen adamlar arkadalar! Elleri, kolları bağlı oturuyorlar! Biz ne zaman istersek o zaman konuşacaklar! Çok iyi lan!" diyen Doğan hâlâ başarının tadını çıkarmaya devam ederken Erdem her zamanki ciddiyetiyle araya girdi. "Bu kadar sevinmeyin, o adamlar tahmin ettiğimiz gibi bir piyon çıkarsa hiçbir şey başaramamışız demektir. Hepiniz sevinme işini sonraya bıraksanız çok iyi olacak." Ve herkesin yüzündeki o gülümsemeyi bu cümleleriyle sildi. "Ya sen de hemen keyfimizi kaçırıyorsun!" diye çıkıştı Cansu ve devam etti. "Neyse ne! Sonuç olarak evde oturup konuşmak, bunlar kim diye düşünmek yerine bir şeyler bulduk! Ayrıca bu adamlar sıradan birileri olsaydı o kadar şey yaşanır mıydı? Kendilerini korumak için o kadar zahmete girerler miydi? Tıpkı diğerleri gibi biz sizin için kimse değiliz, hiçbir şey bilmiyoruz der ve işin içinden çıkarlardı ama böyle bir şey yaşanmadı! Neden peki?" diye sordu uzun cümlesinin sonunda ve kimsenin cevap vermesini beklemeden kendi sorusuna kendisi cevap verdi. "Çünkü bu adamlar bizim için önemli birileri, bize her şeyi veremeyecek olsalar da bir şeyi illa ki vereceklerdir. Ben bunu düşünür buna inanırım, kimse de beni başka hiçbir şeye inandıramaz. Bu yüzden sonuna kadar da yaşarım mutluluğumu," deyip arkasına yaslandı ve ayak ayak üstüne atıp keyifle sırıtmaya devam etti. Bu hoşuma gidince kendimi tutamayıp güldüm. Tıpkı diğer herkesin güldüğü gibi. "Ha şöyle siz de gülün! Günlerdir ciddi olmaktan yoruldum zaten!" Cansu bizim gülmemizden memnun olduğunu dile getirirken gülen gözlerim Ateş'in kehribar gözleriyle temas etti, kendimi frenledim, gülüşüme engel oldum ama gülümsememe engel olamadım. Ateş yakaladığı bakışımla daha da keyiflenirken dudakları yana kıvrıldı, bu keyfi bana da belli etti. Ne yapacağımı bilmez bir şekilde kaldım karşısında. Sanki onu öpen ben değilmişim gibi şu an bana bakıyor diye sudan çıkmış balığa döndüm ve o da bunun farkındaydı. Farkında olmakla kalsa iyi! Bir de hoşuna gidiyordu beyefendinin. Bunu belli etmekten de hiç çekinmiyordu. Kuruyan dudaklarımı yaladım, boğazım da kupkuru olmuştu. Bir bakışmayla bu hâle gelmiştim ama bunun tek nedeni belirsizlikti. Zaten başka ne olabilirdi ki? Belirsizlik içime öyle bir işlemişti ki ne yapacağımı bilmiyordum. Neyiz şimdi biz? En çok da kendime bu sorunun cevabını veremiyordum. Tekrardan biz olduk mu? Aklımdan geçirdiğim onlarca şeye rağmen yeniden onun hayatına girecek ve benimkine girmesine izin verecek miyim? Onu kendi isteğimle öptükten sonra hayır vermeyeceğim diye düşünmek saçma olmazdı? Hem onun aklımdan neler geçiyor şu an? Müzipce ve keyifle bana bakmasının sebebi ne olabilir? Onun aşkına bir kez daha kayıtsız kalamayıp da yenildiğim için mi bu kadar keyifli yoksa sadece mutlu olduğu için mi? Sorular zihnimi meşgul edip de beynimi kemirirken ne yapacağımı bilmiyordum. Hangi sorunun cevabı nerede, kimde onu da bilmiyorum. Bildiğim tek şey bu cevapların bende olmadığıydı. Belki de zamandadır. Zamanın içinde saklıdır ve zamana bırakmam gerekiyordur ama bizim zaten boşa geçirdiğimiz iki yılımız yok muydu? Hayat bizden daha mı fazla zaman istiyordu? Bu haksızlık değil mi? Bir insan ne kadar yaşar ki zaten? Biz bunun iki yılını boşa harcamadık mı? Hatalarım ve hataları yüzünden? Düşündüğüm şeyler canımı yakarken gözlerime hüzün çöktü, içimi sıkıntı kapladı ve keyfim kaçtı. Ateş bunun farkına vardı, gizleyemedim duygularımı ondan ve bir anda onun da yüzündeki gülümseme silindi, keyfi kaçtı. Fakat buna rağmen sanki şu anda salonda bir başkaları yokmuş, konuşmaya, gülmeye devam etmiyorlarmış gibi bir tek bana bakıyor, bir tek benimle ilgileniyordu. Doğrusu bu da hoşuma gidiyordu. "Aaa yemekler geldi." Cansu'nun sesiyle kendime geldim, başımı kapıya doğru çevirdim ve bir adamın elindeki paketlerle eve girdiğini gördüm. O adamı karşılayan Cansu olurken salondaki beceriksizlerden bir şey beklemek yerine ben ayağa kalktım ve Cansu'yla birlikte mutfağa geçtik. Tüm yemekleri servis yaptık, tabaklara aldık. Aslında içinde oldukları plastik kaplarla da yenilebilirdi ama bu pek hoş olmuyordu. İnsan o zaman yemek yediğinin farkına varmıyordu. Daha doğrusu bu benim için geçerli bir şeydi. Birkaç dakika içinde yemekleri hazırladık. Aslında yemek yeme süremiz de daha fazlamızı almadı. Sanırım o da sadece birkaç dakika sürdü. Belki birkaç dakikadan biraz daha fazladır. Yemekten sonra yeniden herkes salondaki yerini alırken bir kez daha annemin yanına gitmem gerektiğini düşündüm ama ayaklarım bir türlü harekete geçmiyor, onlarla kalmaya devam etmek istiyordum. Bu başarının zevkini onlarla sonuna kadar yaşamak istiyordum. Hem ayrıca belki Ateş'le konuşmak için bir fırsatım olabilirdi. Bu belirsizliğe bir son verebilirdik. Bu şekilde geçirmek istediğim tek bir dakikam bile yoktu çünkü. Salonda boş boş oturmaya, gülen yüzlere bakmaya devam ederken ne ara alkol çıkardılar da kutlama yapacağız adı altında içmeye başladılar bilmiyorum ama bu da onların çok vaktini almamıştı, zaten bu eğlenceye en başından niyetleri vardı. Omzumdaki yara hâlâ iyileşmemiş olduğundan ve bazenleri çok acı verdiği için hâlâ ilaç aldığımdan onlara eşlik etmek yerine bir köşede efendi efendi gazozumu içtim ama aynı şey Ateş'in de başında olduğu hâlde beyefendi hiç umursamadan bayağı rahat rahat içti. Bunun acısı sonradan çıkardı ama canım bana ne ki? Koskoca adam sonuçta. Ne yapıp yapmayacağını ona ben mi söyleyeceğim? "Hoop," diye bağırdı Cansu ve bir anda kadehini kaldırdı, hepsi ona eşlik ederlerken ortada kadehleri tokuşturdular. "Hadi ama Mira! Sen de!" dedi bana dönerken, bir elimdeki gazoza bir de onların elindekilere baktım, güldüm ve onlara doğru eğilip bardaklarına bardağımı vurdum. Hepsi aynı anda kadehleri dudaklarına götürüp de fondip yapıp bir kerede içerlerken ben gazozumdan küçük bir yudum almakla yetindim. "Bugün dünyanın en güzel günü!" diye haykırdı Cansu, Erdem hemen ona müdahele etti. "Abartma istersen Cansu," dediğinde Cansu, kendisine yeni bir bardak içki alırken konuştu. "Sen karışma ya! Bu da her şeye muhalefet oluyor! Gönül rahatlığıyla hiçbir şey yaptırmıyor! Valla delireceğim he!" Cansu isyan ederken bakışlarım bir kez daha Ateş'in bakışlarıyla birleşti. Fakat yaptığım şey toy bir genç kız edasıyla ve sanki aşka çok yabancıymışım da bir bakış delicesine utanmama neden oluyormuş gibi bakışlarımı kaçırmak oldu. Bu sanırım birkaç kez daha yaşandı. Fakat buna daha fazla sabredemedim. Merak ettim bana ne söyleyeceğini. Çünkü bakışlarından bunu anlıyordum, bir şey söylemek istiyordu ve ben delicesine bunu merak ediyordum. Bu yüzden aldığım bir kararla ayağa fırladım, Ateş dışında kimse beni fark etmezken mutfağa gittim. Peşimden gelsin, her ne söyleyecekse söylesin ve merakıma bir son versin istedim. Arzuladığım tek şey buydu şu an. Mutfağa girdiğimde sanki kendime yeni bir gazoz alıyormuş gibi davrandım. Hareketlerimi bilerek ağırdan aldım ki salondan kalkıp da yanıma gelmek için bir fırsatı olsun istedim. Zaten çok geçmeden mutfakta benden başka birinin varlığını hissettim, nefesinin sesini duydum ve gözlerimi ona çevirdim, sanki onu görmeyi beklemiyormuş gibi davrandım. "Mira," dedi, ismimi söylerken öyle bir iç çekti, öyle bir sesi titredi ki onun sesiyle birlikte benim de kalbim titredi. Ağzımı açıp hiçbir şey diyemezken elindeki kadehi rasgtele bir yere bıraktı ve küçük birkaç adımda yanıma geldi. İçtiği birkaç kadeh onu sersemletmişti ama öyle zil zurna sarhoş olmuş gibi bir hâli yoktu. Bir adım uzağımda durdu. Aldığı içli nefeslerin sesini duyuyor, o nefesleri tenimde hissediyordum. Buna rağmen biraz daha yaklaştı. Kalbim biraz daha hızlandı, bedenim biraz daha kasıldı, heyecanım daha da arttı. Tek bir hareketi beni onlarca duyguya sürükledi. Bir elini tezgâha koydu, bu bir adım geri gitmeme neden olurken kalçam tezgâha temas etti, Ateş o bir adımlık mesafeyi de hemen kapattı. Diğer eli yüzümü buldu, gözlerim kapandı. Kendimi tatlı bir rüyanın içine çekiliyormuş gibi hissettim. "Mira'm," diye fısıldadı, bıraktığı sıcak nefes dudaklarıma temas ederken o nefesi soluyan ben oldum. O kadar yaklaştı ki sakalları yanağıma battı, dudakları dudaklarıma temas etti ama öpmedi beni. Durdu sadece öyle ve bu beni delirtmeye yetti. "Güzel sevgilim benim," Bir dua gibi fısıldamaya devam etti. Gözlerimi açmadım, bu uykudan uyanayım istemedim. Onun varlığını aldığı nefesin sesiyle ve dokunuşlarıyla hissedeyim istedim. Kalbim onu o kadar özledi ki bu özlemi bastırmak için görmek yetmiyor, hissetmeyi arzuluyordu. "Seni en baştan sevmek istiyorum." Dizlerimin bağı çözüldü, ayakta durmak zor geldi. Bedenim o kadar gevşedi ki onun sayesinde, şu an kendini çekse şu an kendimi yerde bulurdum. Beni ayakta tutan onun yakınlığı oldu. Geri çekilirse düşerim, canım yanar, hem de çok yanar ve bu sadece şu an için geçerli bir şey değildi. "Yeniden Mira, en başından sevmek istiyorum. İstediğim gibi değil, hak ettiğin gibi seni sevmek istiyorum. Üzmeden, kırmadan, kalbini acıtmadan sevmek istiyorum. Daha öncesi hiç yokmuş gibi. İzin verir misin buna? Bir kez daha güvenir misin bana?" Sordu, işte o an açtım gözlerimi. Çünkü az öncekinin aksine bunun bir rüya olmamasını istedim. Bu cümleleri gerçekten duymuş olayım istedim. "Sen güvenir misin bana?" Kendimi toparladığım an sorduğum ilk soru bu oldu. "Gözlerimin içine bakarken bir an bile tereddüt etmeden güvenebilir misin bana? En baştan severken bu kadın öfkesi yüzünden beni sırtımdan vurdu diye geçirmez misin içinden? Her aynaya baktığında kalbindeki izin gözlerine yansıdığını fark etmez misin?" Boğuklaşan sesimle sordum, başını usulca sağa sola salladı. "Etmem Mira, fark etmem. Bu kadın bana ihanet etti demem. Aynaya baktığımda gözlerimde bir tek senin sevgini görüyorum ben, bir tek sen varsın gözlerimde. Senden sonra ben kendimi bile görmeyi bıraktım Mira." "Söz mü?" diye sordum, dudakları tatlı bir tebessümle kıvrıldı. "Söz güzelim... Söz," dedi ama buna rağmen ona bir cevap veremedim. "Ya yine aynı şeyler olursa?" diye sordum, korkum ve güvensizliğim ona karşı değildi. Kendimden korkuyorum ben, kendime güvenmiyorum. Nasıl güveneyim ki? Zihnimin bana neler dediğini nasıl unutayım? "Tek bir yalan, tek bir yalan bile olursa sana yemin olsun ki sana bırakmam kendi kafama sıkarım. Gözünden tek bir damla yaş akıtırsam kendi nefesimi kendim keserim." Bakışlarımı kaçırdım, bu sözlere ihtiyacım yoktu ki benim. Ben ona güvendim zaten ama şu an bu aşık kadından uzak olan, içimde sakladığım o kadına güvenemiyorum. Ben, kendimden nefret ediyorum artık. Buna rağmen kendimi ona bırakmam zor olmadı. Kendime olan güvensizliğime rağmen "Olur," dedim, Ateş verdiğim cevabı algılamaya, neye olur dediğimi anlamaya çalışırken devam ettim. "Sev beni yeniden, en baştan. Hiçbir şey olmamış gibi. Sen de izin ver kapatayım açtığım yaraları, unutturayım her şeyi. Ben de seveyim seni yeniden. Birbirimizi yeni bulmuşuz gibi. Şimdi, burada tanışmışız gibi başlayalım her şeye." Dudaklarındaki tebessüm genişledi. "Ne izninden bahsediyorsun sen? Benim kalbim ancak seni sevmek için senden izin alır, izin vermez. O zaten senin olmuş çoktan. Sen sev dersen sever, at dersen atar. Bir gün dur dersen de duracak." Kalbim ısındı, damarlarımda akan kan ısındı. Bu sözlerine daha fazla karşı koyamadım, o iki kelimelik cümle döküldü ağzımdan. "Seni seviyorum," deyip iç geçirdim, Ateş'in gözleri büyüdü. Bunu duymayı bu kadar çabuk beklemiyor olsa gerek ki şaşırdı. "Seni çok seviyorum," diye ekledim gözlerim dolu dolu, şaşkınlığını attı üzerinden. Dudaklarındaki tebessüm büyüdü, o tebessüm kocaman bir gülümseme hâline geldi. Bu gülümsemeyle birlikte gözleri kısıldı, gözlerimin içine baktı. "Seni seviyorum," dedi o da, kalbim yumuşadı, içim bir kez daha ısındı. "Sana aşığım," diye değiştirdi o cümleyi, bunu bana ilk kez söylemiş oldu. Daha önce, iki yıl önce bile söylememişti böyle bir şeyi. Bu kelimenin bendeki etkileriyle savaşırken Ateş başını hafifçe sağa doğru eğdi, yüzüme yaklaştı. Bu kez onun beni öpeceğini anladım ve bunu bekledim, istedim. Beklediğim kadar tutkulu, istekli bir öpücük olmadı. Küçük bir buse bıraktı dudaklarıma ve geri çekildi. Fakat hâlâ dudaklarının tenime olan temasını hissediyordum. "Mira'm" diye fısıldadı, ismimi söylerken sesi titriyordu. Onun titreyen sesi de benim kalbimi titretiyordu. İsmimi daha önce hiç kimse bu kadar güzel söylememişti. "Benim güzel sevgilim." Dudaklarım kıvrıldı, gülümsedim. Onun bana böyle davranmasını, onun beni sevmesinden çok daha fazla seviyorum. "Güzel kokulu sevgilim," diye ekledi ve öyle bir iç çekti, kokumu öyle bir içine çekti ki aldığı nefeste kayboldum, rüzgar gibi onun kalbine savruldum. "Çok özledim seni. Sesini, gözlerini, kokunu..." O konuşmaya devam ederken daha fazla engel olamadım kendime, boynuna atılıp sımsıkı sarıldım ona. Elleri hemen belimi buldu, beni kendine bastırdı, o da aynı şekilde sımsıkı sarıldı bana. Sanki bir daha hiç ayrılmayacakmışız gibi sarıldık. Başımı boynuna gömdüm, kokusunu soludum. Parfüm kullanmazdı, parfüm kokusundan rahatsız olurdu. Bu yüzden ona her sarıldığımda onun kendine has kokusunu solurdum. Okyanus gibi kokuyordu. Yabancı olana ağır gelecek bir kokuydu ama alışmış olana okyanusun o ferahlatıcı havası gibi gelirdi. Ben daha onun kokusunu düşünürken "Bahar gibi kokuyorsun," dedi, gülümsemem genişledi. "En sevdiğim çiçek gibi," diye eklediğinde geri çekilip kocaman gülümserken gözlerime baktım. "Sahi senin en sevdiği çiçek neydi?" Bir anda sordu, bu soruyu beklemediğim için afalladım. "Çok mu merak ediyorsun?" diye sordum ben de, şaşırmayı falan bırakıp duruma ayak uydurmuş oldum. "Çok," dedi uzatarak, güldüm. "Sana dair her şeyi merak ediyorum ben," diye ekledi, gözlerimi kısarak baktım ona. "Sen bugün biraz fazla romantik olabilir misin?" diye sordum, o da gözlerini kıstı. "Hmm," dedi yine uzata uzata ve "Düşüneyim ben bunu," diye ekledi, sessizce güldüm. Düşünür gibi yaptıktan hemen sonra "Olabilirim," dedi, güldüm. "Sen şimdi değiştirme konuyu da söyle bakayım; en sevdiği çiçek hangisi?" Cevap alamadığı sorusunu yineledi, takmıştı bu soruya. "Saçların gibi sarı olan papatyalar mı?" diye sordu, elleri saçlarımın ucunda gezindi. "Yoksa kızaran yanakların gibi kırmızı olan güller mi?" Soruş tarzı yüzünden dudaklarımda oluşan gülümsemeye engel olamazken devam etti. "Ya da başka bir güzelliğini karşılayan başka bir çiçek mi?" İç geçirdim, sanırım artık bir cevap vermem gerekiyordu. Aslında daha önce hiç en sevdiğim çiçek diye nitelendirdiğim bir şey olmamıştı ama o böyle söyleyince aklıma tek bir çiçek ismi gelmişti. "Yasemin," dedim, Ateş'in gözlerinde bir anlığına şaşkınlık gördüm ama kendini çabuk toparladı. "En çok yaseminleri severim," diye ekledim. Birkaç saniyelik bir duraksamanın ardından yine "Hmm," dedi uzun uzadıya, daha anlamlı bir tepki vermesini beklerken beni bu konuda çok bekletmedi. "Öpmeyi arzuladığım dudakların gibi soluk pembe olan yaseminler demek." Gülümsemem genişledi, işte beklediğim anlamlı tepki tam olarak buydu. Bir şey söyleme zorunluluğu hissedince "Sen öyle diyorsan," dedim sadece, bakışları daha da anlamlaştı. "Öyle diyorum," derken eli bir kez daha yanağımı buldu, yanağımı okşadı. "Salona dönelim mi artık?" diye sordu bir anda afalladım. Nasıl konudan konuya atlıyordu ki böyle? Bunu düşünürken yine de başımı salladım. "Dönelim, ayıp oldu salondakilere." Gözlerini kapatıp açarak onayladı beni. Fakat istediğini yapıp salona gitmek yerine durup konuşmaya devam ettim. "Çok tuhaf," dedim derin bir iç çekerken. "10 dakika önce hiçbir şeydik, şimdi yeniden birlikteyiz." Güldü. "Bu hızı seviyorum, bu hızda devam edelim ilişkimize." Ben de güldüm, Ateş o sırada kapıya doğru yürürken omzunun üstünden bir bakış attı. "Bozmayalım bunu." "Bozmayız," dediğimde yanında yürüyordum, ikimiz de neye güldüğümüzü bilmeden birbirimize gülerken salona döndük. Bu kez karşılıklı oturmak yerine yan yana oturduk ama eksik vardı, Erdem ve Cansu yoktu. Aklıma muzip şeyler gelmeye başlamıştı. "Erdem nerede?" diye sordu Ateş, Cansu'nun yokluğuyla ilgilenmemişti. "Vallahi kardeşim ayağa kalkan çekip gidiyor! Önce siz sonra Erdem en sonda da Cansu yok oldu," diye sitem etti Doğan, aklı başında gibiydi ama konuşurken dili dolanıyordu. Tahmin ettiğimden çok içmiş olsa gerek. "Kıyıda köşede neler yaptıklarını bilmiyoruz sanki," dedi Doğan ve gülerek Savaş'a döndü. Tıpkı onun gibi sarhoş olmuş olan Savaş da gülmeye başladı. "Bir biz sap kaldık," dedi gülerek bir de, gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. "Oğlum bu çeteye bir an önce iki kız daha katılmalı, ben hayatımı bu şekilde sap sap yaşayamam lan!" Doğan isyan ederken çok komik bir şey söylüyormuş gibi katılarak güldü, yetmedi Savaş'a doğru devrildi. Savaş onu itekledikten sonra konuştu. "Kız mı kaçırsak acaba?" Onun ikisi alakasız bir konu konuşurlarken aynı şekilde alakasızca da gülüyorlardı. Sarhoşlar işte. Bir sarhoşların bir de delilerin ne yaptığını sorgulamamak gerekirdi. "Ben şuna bir bakayım, kafası güzelken adamların yanına falan gider," dedi Ateş, ayağa kalkmak için bir hamle yaptı, bileğinden kavradım, bakışları beni buldu. "Rahat bırak," dediğimde tek kaşı kalktı, sorgular bir şekilde bakarken devam ettim. "Cansu'yla birliktedir o şimdi, adamların yanına gittiğini hiç zannetmiyorum," dediğim an şaşkınca kaldı. "Cansu mu?" Hayretler içinde sordu, dudaklarımı birbirine bastırdım, başımı salladım. "Cansu," diye onayladım. "Rahat bırak yani." Kaşlarını çattı. "Saçmalık bu!" diye çıkıştı, buna bir anlam veremedim. "Cansu ve Erdem öyle mi? Güldürme beni," dedi ve buna rağmen güldü, kaşlarını şüpheyle çatan ben oldum. "Neden bu kadar büyük bir tepki verdin? Hem bunda komik bir şey yok. Çok normal bir durum değil mi?" Yüzündeki alaylı ifade daha da arttı. "Erdem ve Cansu'yu yan yana düşünemiyorum, mümkün değil gibi. Gözlerimle görmeden, onlardan duymadan buna inanmam çok zor olacak." Ateş bunu söylerken neden böyle düşündüğünü merak ettim. Bu merakı unutmamı sağlayan Doğan oldu. "İnan kardeşim inan. Kim bilir evin hangi köşesinde..." dedi, Ateş onun yüzüne arkasındaki kırlenti attı, susturdu onu. "Doğru konuş lan! Delirtme adamı!" Ateş fazla öfkeli davranırken bu hareketleri dikkatimi çekmedi değil. Arkama yaslandım, ayak ayak üstüne attım, ellerimi göğsümün altında birleştirdim. "Verdiğin tepkinin normal olmadığının farkındasındır umarım," dediğim an gözleri beni buldu, devam ettim. "Fazla abartılı tepkiler veriyorsun." O da benim gibi arkasına yaslandı. "Abartılı değil, şaşırdım sadece. Cansu için normal olabilir ama Erdem bana biraz tuhaf geldi, beklemiyordum ondan." Tek kaşım şüpheli bir şekilde kalktı. Bildiği bir şey mi vardı ki? "Neyse ne, boş verelim," dedi, kolunu omzuma attı. "Şu an başkasıyla ilgilenecek durumda değilim, bir tek seninle ilgilenmek istiyorum." O kadar sessiz bir şekilde söyledi ki bunu, duyan yalnızca ben oldum. "Diğerleri de gelsin, şu herifleri topluca bir kovayım ben o zaman..." Ve onun sözünü kesen şey çalan telefonum oldu. "Yani söyleyeceğim şeyi işleve koyduğumuzda telefonun, kapının çalmasını ve yarım kalmasını anlarım ama hayal kurmaya bile izin vermiyorlar be kızım!" Güldüm, Ateş gözleriyle cebini gösterdi. "Bak bakalım kimmiş bu münasebetsiz!" Bunu söylerken aklından geçen tek bir isim olduğunu ve o ismin Ceyhun olduğunu çok iyi biliyordum. Yukarıda da aramıştı çünkü ve ben onunla konuşuyoruz diye açamamıştım. Ceyhun'un aradığını düşünürek çıkardığım telefonda Ceyhun'un değil de annemin aradığını gördüm, gülmemek için kendimi zor tuttum, gözlerimi Ateş'e çevirdim. "Münasebetsiz annemmiş," dedim imayla, dudaklarını ısırdı. Anlık bir pişmanlığın hemen ardından "Duymadı sonuçta," dedi, güldüm. "Ya ben söylersem?" Yüzünde muzip bir ifade oluştu. "Söylemezsin sen, yapmazsın öyle bir hata," dediğinde gözlerimi önüme çevirdim. "Bilemem artık," deyip telefonu kulağıma götürdüm. "Efendim anneciğim." Sesimi olabildiğince şirin çıkardım, bana yakışan bir tavır olmadı ama olsun. "Anneciğim falan diyerek beni yumuşatmaya çalışma Mira! Neredesin kızım sen? Neden eve gelmiyorsun yine? Sen beni endişeden delirtmek mi istiyorsun?" Dudaklarımı ısırdım. "Ama anne vallahi işim..." Sözümü kesti. "İşini falan bırakıp hemen buraya geliyorsun Mira!" diye çıkıştı, bir kez daha dudaklarımı ısırdım ve sıkıntıyla ofladım ama bunu sessizce yaptım. Bir de bunun için kızsın istemedim. "Tamam anne, iki saate evdeyim," dedim, bilerek fazla söyledim ki bir de geç kalıp da kızdırmayayım onu. "Bekliyorum." Sesi geleceğime dair umutsuz çıkıyordu ama bu kez onu geçiştirmek için geliyorum dememiştim. Gerçekten de gidecektim, yoksa çok fena kızardı. "Görüşürüz anneciğim," dedim ve telefonu kapattım, sanki beni görecekmiş gibi yüzüme yansıttığım yalandan gülümseyi soldurdum, hızla Ateş'e döndüm, onun da bana dönük olduğu ve dikkatle dinlediğini gördüm. "Eve gitmem lazım." Uzunca bir iç geçirdi, başını salladı. "Fark ettim onu." Bundan hiç memnun olmadığını anlamıştım ama elimden hiçbir şey gelmezdi. "Gideyim o zaman ben," dedim, o sırada gözlerim Doğan ve Savaş'a takıldı. Hâlâ aptal aptal gülüyor, birbirilerine bir şeyler söyleyip kahkahayı basıyorlardı. Acaba bu kadar komik olan neydi onlara göre? "Ateş abi." Duyduğum sesle hızla arkamı döndüm, küçük kızı gördüm. Doğru ya bir de bu kız vardı. Sahiden bu kıza ne olacaktı? Artık babası da ölmüştü ve adam ölmeden önce kızı Ateş'e emanet etmişti. Burada kalmaya devam mı edecek? Biraz tuhaf geliyordu bu durum. Bunu düşünmek yine aklıma bir şeyi getirdi. Bu kızın ölen babası iyi birisi miydi yoksa kötü müydü? O adamı çözebilmiş değilim. Kız koşarak Ateş'in yanına geldi, yanına ulaşır ulaşmaz minik kollarını açtı. Ateş hemen onun belinden kavradı, havaya kaldırdı ve dizine oturttu. "Söyle abiciğim," dedi Ateş, o sırada aklıma burada Gamze'yle bir aile gibi göründükleri geldi. O gün onu ne kadar kıskandıysam artık Ceyhun'u aklıma sokmuştum. Ta ki Ceyhun bana sen benim kardeşim gibisin diyene kadar. Hakikaten ben nasıl düşünmüştüm öyle bir şeyi? Bak şimdi kendimden utandım. "Ben size küstüm!" dedi küçük kız dudaklarını sarkıtarak, o sırada gözlerinin dolu olduğunu fark ettim. "Allah Allah neden küstün sen bize? Söyle bakayım bana, alırım ben senin gönlünü." Ateş çok yumuşak bir ses tonuyla bunu söylerken dudaklarım istemsizce yana kıvrıldı, onun bu şefkati hoşuma gitti. "Annem gelecekti ama gelmedi! Sürekli gelecek diyorsunuz ama gelmiyor! Siz bana yalan söylüyorsunuz! Annem beni bırakıp gitti değil mi? Sevmiyor muydu ki beni? Niye gitti benim annem?" Anında gözlerimi doldurdum, bakamadım küçücük kızın yüzüne ve başımı diğer tarafa çevirdim, başka bir yere baktım. "Sevmez olur mu? Tabii ki seviyor annen seni." Ateş bunu söylerken sesi çok kötü çıkıyordu. Gözümden akan bir damla gözyaşını hızla sildim. Kendimi biraz olsun toparladıktan sonra yeniden onlara döndüm. "Gelecek annen de." Ateş yine yalan söyledi ama bu hiç doğru değildi. Hatta çok yanlıştı, bir an önce profesyonel bir yardımla bu duruma bir dur demek lazımdı. "Yalan söylüyorsunuz bana! Hani nerede o zaman? Niye gelmiyor yanıma? Aramıyor bile beni." Boğazım düğüm düğüm oldu, ağlamamak için kendimi çok zor tuttum. "Ben..." deyip sustu Ateş, ne diyeceğini bilememiş gibi bir hâli vardı. "Gel bakayım sen buraya gel," dedi Doğan ve bir anda Eva'yı kucağına aldı. Eva kahkaha atarken Doğan onu omuzlarına aldı. "Söyle bakalım kaptan! Ne tarafa hareket gitsin bu gemi?" Doğan konunun farkına varmış olacak ki hemen onunla oymamaya başlamıştı. "İleriye!" diye bağırdı Eva ince sesiyle ve ellerini havaya kaldırdı. Doğan hemen onun istediği tarafa giderken Savaş da ayağa kalktı. "Korsanlar! Korsanlar!" Doğan bağırdı, Savaş onları kovalamaya başladı. İki sarhoş adam Eva'yı oyalamayı ve aklını dağıtmayı başardılar. "Pedagogla görüşmeniz gerekiyor," dedim, Ateş'in bakışları beni buldu. "Halledeceğim en kısa zamanda." Göz ucuyla arka odalara gidenlere baktım, Eva kahkahalar içinde gülüyordu. "Burada mı kalacak?" siye sordum, gözlerimi Ateş'e çevirdim, anında yanıtladı. "Bu mümkün değil," dediğinde kaşlarımı çattım. Öyle bir cevap vermişti ki sanki ben bunu sorun edecekmişim de telaşla hayır demiş gibiydi. "Ne olacak peki bu kıza?" Gözlerini önüne çevirdi, uzunca bir iç çekti. Sıkıntılı bir iç çekişin ardından gözlerini kapattı, cevap vermedi. "Bunun benim için bir sorun olmadığını bilmeni isterim," dediğim an gözleri yeniden beni buldu. "Anlamadım?" Ve yine fazla bir tepki verdi. "Anlamayacak bir şey yok, gayet açık bir şey söyledim. Eğer benim yüzümden onu göndermeyi düşünüyorsan benim için hiçbir sorun yok. Küçücük bir çocuk o. Annesinin kim olduğu umurumda bile değil." Nefesini bıraktı, az önceki sıkıntılı hâli yoktu. "Bu benim için önemliydi, bunu duyduğuma sevindim," dedi, tebessüm ettim. "Bu çocuğa arkamı dönemem ben Mira. Annesini, babasını kaybetti. Bir ailesi vardı, kötü olsalar da bir ailesi vardı ama artık yok. Onu gönderecek tek bir yer var; o da yetimhane. Ben bu çocuğu oraya gönderemem Mira." Onun yaşadıkları aklıma geldi. Yetimhanede geçirdiği günleri anlatmıştı bana. Müdürün sürekli kendilerini dövdüğünü ve bu yüzden oradan kaçmak zorunda kaldığını anlatmıştı. "Fakat burada da kalamaz, olmaz yani. Burası ona uygun bir yer değil. Yakaladığımız adamları getiriyoruz, bahçede silahlı adamlar var. Cinayetler, ölüler, katiller, kan, ölüm, silah konuşuluyor bu evde. İçiyorlar, yeri geliyor kavga ediyorlar, her an birileri saldıracak mı diye düşünüyoruz ve daha onlarca şey. Bir çocuğun yaşayabileceği bir ev değil burası. Gitmesi çok daha doğru olacak. Bu yüzden zaten o kadar net bir şekilde bu mümkün bile değil dedim." İşte bu konuda sonuna kadar haklıydı. Bu ev gerçekten de küçük bir çocuğun yaşayabileceği bir ev değildi ve gitmesi çok daha doğru olacaktı. "Bu yüzden aklımda bir şeyler var, en kısa zamanda halledeceğim." Meraklandım. "Ne gibi şeyler?" "Bir ev alacağım onun için. İyi bir bakıcı, kapıda duracak birkaç adam olacak. Bakıcı derken şöyle annesi gibi olacak, sevecek, onunla yaşayacak birinden bahsediyorum. Biliyorum kim olursa olsun gerçek aile sevgisini hiçbir zaman hissedemeyecek ama burada olmasından çok daha iyi olacak. Hem yalnız bırakmam ben onu. Öyle vereyim büyütsünler demem, her gün giderim yanına." Gülümsedim ona, gözlerini bana çevirdi. "Sen de ilgilenirsin değil mi?" Sordu, hiç düşünmeden yanıtladım. "Tabii ki ilgilenirim, elimden ne gelirse yaparım." Gülümsedi. "Bu beni mutlu etti," dedi, ayağa kalkıp elini uzattı. "Hadi seni evine bırakayım, annen daha fazla merak etmesin." Uzattığı elini tutup ayağa kalktım. Evden çıkıp da dedemin evine gittiğimizde kapıda onu bırakmak istemedim. Onunla vakit geçirmek, o iki yılın acısını çıkarmak istedim ama bunun için bugünlük fırsatım yoktu, annem fazlasıyla kızgındı çünkü. "Sonra görüşürüz o zaman," dedim, gülümsedi. "Görüşürüz," dediğinde söyleyecek başka bir şey bulamadım, söyleme ihtiyacında da bulunmadım, arkamı dönüp eve doğru yürüdüm. Ta ki o arkamdan konuşana kadar. "Müsait olduğunda ara beni." Ona döndüm, başımı salladım. "Ararım, mesaj da yazarım." Bundan memnun oldu. "Bekleyeceğim." Yine gülümsedim, bugün hep gülümsemek geliyordu içimden. Sıcacık gülümsemeler saçmak istiyordum etrafa. "Seni seviyorum," dedi bir anda, gülümsemem genişledi. "Ben de seni seviyorum," dedim, iki yıldır bunu kendime bir kez bile söyleyememişken bir saat içinde ona ikinci söyleyişimdi. O da bunun farkında olduğu için keyiflenirken bir araba durdu, gözlerim istemsizce o tarafa kaydı ve Ceyhun'un arabasını gördüm, şaşırdım. Onun burada olmaması gerekiyordu. Hem neden gelmişti ki? Sanırım en son ben kaçak sayılırken Ateş Ceyhun'un evine gittiğinde görüşmüşlerdi ve bildiğim kadarıyla iyi bir görüşme olmamıştı. Ceyhun arabadan indi, Ateş onu görünce hemen göğsünü kabartırken bir olay çıkmasını umut ederek telaşla yanlarına ulaştım. "Merhaba Mira," dedi Ceyhun fazla yumuşak bir ses tonuyla ve Ateş'e döndü. "Sana da merhaba." İşte bunu daha sert söyledi. Ceyhun'un merhabaları yüzünden gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. "Merhaba," diyerek karşılık veren bir tek ben olurken bir anda Ateş'in elini belimde hisettim. Göz ucuyla önce belime sonra da başımı çevirip yüzüne baktım, kendini gösterme çabası içine girdiğini fark ettim. "Siz?" dedi Ceyhun, gözlerimi ona çevirdim. O da gözlerini Ateş'in belimdeki elinden çekmiş, yüzüme bakmıştı. "Barıştınız mı?" Şaşkınca sordu, Ateş'in öfkeli bir cevap vermesine izin vermeden cevap veren ben oldum. "Evet, barıştık." Dudakları yana kıvrıldı. "İyi iyi, hayırlı olsun." Beklediğim tepkiyi verirken gözlerimi Ateş'e çevirdim. O bunu beklemiyor olacak ki şaşırmıştı ve bunu fazlasıyla belli ediyordu. Muhtemelen onun bizi kıskanacağını, bu durumdan rahatsız olacağını falan düşünmüştü. "Üzmeyin bir daha birbirinizi," diye ekledi Ceyhun ve gözlerime bakarak devam etti. "Bilmen gereken şeyler var." Meraklandım. "Öyle mi? Neymiş o?" Merakla sordum, Ceyhun konuşmak için dudaklarını araladı, ona engel an başka bir ses oldu. "Mira." Hızla arkamı döndüm, annemi gördüm. Annemi Ateş de görmüş olacak ki bir anda elini belimden çekti, ellerini arkasında birleştirdi ama annem gördü zaten bunu diye içimden geçirirken annemin arkasından gelen Tufan amcayı gördüm, şaşkınca kaldım. Onun burada ne işi vardı? Bir anda aklıma ona söylediklerim geldi. Buradan gideceğim, tayinimi istiyorum demiştim ama o zamanlarda Ateş'e çok öfkeliydim ve buradan uzaklaşmak istemiştim ama şimdi, şimdi her şey çok farklıydı ve bunu yapmak istemiyorum. Aksine burada kalmayı çok istiyorum fakat ona o kadar büyük cümleler kurduktan sonra şimdi nasıl geri adım atacağım? Ben bunu yapamam ki. "Mira?" diye yanıma gemdi Tufan amca. Ardından "Barış," dedi, o hâlâ Ateş'i Barış olarak biliyordu. Ateş'in sahte kimlik kullandığı dedikoduları bir ara çok yayılmıştı ama o buna hiçbir zaman inanmıştı. Aslında Ateş sahte kimlik kullanıyor sayılmazdı. Sadece ismi Barış Erendil olan biriyle küçükken yer değiştirmişti. Gerçek Barış Erendil de Ateş Demirkan olarak ölmüştü zaten. Bu yüzden de hiçbir zaman kimliğinin başka birine ait olduğu ortaya çıkmamıştı. "Ve Ceyhun," dedi Tufan amca ve hepimize bir bir baktıktan hemen sonra "Bir sorun mu var? Neden toplandınız burada?" diye sordu, ona sorun olmadığını söyleyen Ceyhun olurken ben hâlâ şu tayin işinde nasıl geri adım atacağımı düşünüyordum. "Mira?" Annem yine ismimi söylerken ona döndüm ve açıklama yapma ihtiyacı duydum. "Barış beni eve bıraktı, Ceyhun da bir şey konuşmak için gelmiş. Kapıda karşılaştık işte," dedim, annem Ateş hakkında her şeyi biliyordu. Ona her şeyi bir bir anlattım, hiçbir şey saklamadım. Ceyhun da olayın detaylarına hâkim değildi ama Barış - Ateş mevzusunda bir şeyler duymuş ama sorgulamamayı tercih etmişti. Tufan amca da Ateş mevzusuna inanmıyordu zaten. "Ben de senin için gelmiştim," diyen Tufan amcaya odaklandım, devam etti. "Son kez sormak için geldim. Hâlâ gitmek istediğinden emin misin? Eğer eminsen işlemlere başlayacağım." Dudaklarımı ısırdım, bunu burada söylemesi hiç iyi olmamıştı. Çünkü ne Ateş'in ne de annemin haberi vardı bundan ama annem şu an şaşırmış gibi durmuyordu. Muhtemelen biz gelmeden önce öğrenmiştir. "Gitmek?" Ateş sordu, gözlerimi ona çevirdim, ne diyeceğimi bilemedim. "Bir yere mi gidiyorsun?" Sormaya devam etti, ben daha ne diyeceğimi düşünürken Tufan amca konuştu. "Mira tayinini istemişti, bu kararından emin olup olmadığını öğrenmek istedim." Ateş'in kaşları çatıldı, tedirgin oldu, biraz da endişelendi. "Mira?" deyip bana döndü, sorgulayan bakışlar attı. Ona açıklama yapmak yerine Tufan amcaya döndüm. "Gitmekten vazgeçtim," dedim doğrudan, bu onun hoşuna giderken de "Öfkeyle aldığım bir karardı ama vazgeçtim. Sıradan bir izin olarak görelim biz bunu ve bu tayin konusu aramızda kapansın bence." Gayet açık bir cümle kurdum. "Bunu duyduğuma çok sevindim, vermen gereken en doğru kararı verdin," dedi Tufan amca ve çalmaya başlayan telefonunu çıkardı, ekrana baktı ve gözleri yeniden bizi buldu. "Benim merkeze geçmem gerekiyor, hepinize iyi günler," dedi ve bir tek bana yönelik de "İznin bitince işinin başında ol," deyip yanımızdan uzaklaştı. "Hadi gençler soğukta durmayın siz de eve gelin, ne konuşacaksınız içeride konuşun," diyerek annem de uzaklaştı, Ateş'e döndüm. "Bu konuyu kapatalım, gitmek istemiyorum dedim ve bitti. Bence uzatmaya gerek yok," dedim, birkaç saniyelik duraksamanın ardından iç çekip başını salladı, gülümsedim. "Görüşürüz o zaman," dediğimde hızla kaşları yeniden çatıldı, gözünün ucuyla Ceyhun'a öfkeli bir bakış atarken Ceyhun onu hiç umursamadan annemin peşinden gitti. Benimle ne konuşacağını çok merak ediyordum. "Bu herif içeriye gidiyor ama!" Kızdı, gözlerimi Ceyhun'dan çekip anneme baktım. "Bir şey konuşacağım dedi işte çocuk, annem de soğuk içeride konuşun dedi. Sen de duydun işte." Kaşlarını çattı. "Yani? Bu eve girmesi için bir sebep mi?" Sıkıntıyla ofladım. "Kıskançlığın sırası değil Ateş. Ayrıca görmedin mi barıştığımızı öğrenince verdiği tepkiyi? Sence kıskanman gereken bir şey olsaydı ortada böyle tepki verir miydi?" Sordum, biraz düşündükten sonra cevap vermek yerine soruma soruyla karşılık verdi. "Vermez miydi?" Kaşlarımı hayır anlamında kaldırdım. "Vermezdi, sen de çok iyi biliyorsun. Şimdi ben içeriye giriyorum, sen de gidiyorsun. Yoksa annem çok fena kızacak," dedim, gitmek için bir adım attım, Ateş'in eli bileğimi kavradı ve gitmeme izin vermedi. "Ben de geleyim seninle, hem Özlem teyzenin Ateş gitsin dediğini duymadım ben. Gençler eve girin dedi, ben yaşlı mıyım?" diye sorduğu an kahkahayı bastım. "Gülme Mira! Ben çok ciddiyim! Ben de geliyorum! Hem sevgilimin ailesiyle arayı iyi tutmam lazım değil mi? Bence bunun için en iyi fırsat bu olabilir. Ben de geleyim seninle." Bir kez daha kahkaha atmamak için kendimi çok zor tuttum. "Geleyim mi?" diye sordu bir de, gülmemek için birbirine bastırdığım dudaklarımı araladım, konuştum. "Sen bilirsin, gelmek istiyorsan tabii ki gelebilirsin," dedim, adama gelme deyip kovacak hâlim yoktu ya. "Tabii ki istiyorum hadi girelim," dedi ve eve girmesine izin vermiş olmamın keyfiyle önden yürüdü. Arkasından gülerek ben de peşinden gittim. Birlikte eve girerken tüm gece olacaklardan bihaberdim. Bölüm Sonu! Selamlar, yine bir bölüm sonunda bir aradayız :) ben çok iyiyim, siz nasılsınız? O kadar karmaşık bölümlerden sonra tatlı bir aşk bölümü yazmak istedim :) yeniden birlikte olmalarına sevindiniz mi? Mira'nın kurduğu son cümleden ne çıkacaktır dersiniz? Erdem ve Cansu ikilisi oldu mu dersiniz? Eva konusunda neler olacak sizce? Ateş aldığı kararda haklı mıydı? Buraya bölümü en iyi anlatan emojiyi bırakabilirsiniz. Bölüm hakkındaki yorumlarınızı buraya yazabilirsiniz.✨ Bir sonraki bölümde görüşmek dileğiyle... Kendinize çok iyi bakın, sevgiyle ve sağlıkla kalın.♡ Duyuru ve alıntılar için; Instagram: gizzemasllan / sucortagimofficial Twitter: gizzemasllan SİZİ ÇOK SEVİYORUM.♡ |
0% |