Yeni Üyelik
67.
Bölüm

66.BÖLÜM "AİLE"

@gizzemasllan

Selam suç ortaklarım✨

Bölüme başlamadan önce yıldızı parlatırsanız çok sevineceğim.💫

Buraya ben de sizin için kalp ve yıldız bırakıyorum.⭐♡ Sizinkileri de bekliyorum.❥

Keyifli okumalar <3

Instagram: gizzemasllan / sucortagimofficial

****

66. BÖLÜM "AİLE"

Annemin, dedemin, teyzemin ve Türkiye'de olduğunu bile bilmediğim Serkan'ın gözleri benim, Ceyhun'un ve Ateş'in üzerinde gezinirken ben de Ceyhun'la Ateş gibi sessizliğimi koruyor, herhangi bir şey söylemek için ağzımı açmıyordum.

Ortamdaki bu ürkütücü sessizliği ve kasvetli havayı bozan annemin sesi oldu. "Çocuklar siz bir şey konuşacaktınız, eğer konuşacaklarınız özel bir şeyse küçük salona geçebilirsiniz," dedi annem, gözlerimi Ceyhun'a çevirdim. Bir şey konuşacak olan oydu. Ateş buraya sadece kıskançlığından gelmişti.

"Özel bir şey değil, Mira'ya işle ilgili birkaç bir şey söylemek için gelmiştim. Sizin başınızı ağrıtmak istemem." Ceyhun bu açıklamayı yaparken onu alıp küçük salona götürmem gerektiğini anladım. Bunun için harekete geçecekken dedemin sesini duydum.

"Sen nasılsın oğlum?" Gözlerimi dedeme çevirdiğimde Ateş'e baktığını gördüm.

Annem dışında hiç kimse olanları ve gerçekleri bilmiyordu. Bir ilişkimiz olduğunu, anlaşamadığımızı ve ayrıldığımızı zannediyorlardı. Olayların büyüklüğünden haberleri yoktu. Bir tek Serkan Ateş'in sahte evlilik yaptığını biliyor, bunun için ayrıldığımızı düşünüyordu. Gerisinden, Barış - Ateş mevzusundan ve benim yaptığım diğer her şeyden o da bihaberdi.

Ondan ayrıldım diye onun gerçeklerini ortaya dökmemiştim. Bir tek içimi dökerken anneme anlatmıştım. Eğer ona da anlatmamış olsaydım her şeyi içime attığım için delirirdim en sonunda.

"Çok iyiyim, siz nasılsınız?" Ateş dedeme bu cevabı verip aynı karşılığı da ondan alırken Serkan konuştu.

"Buraya gelirken görmeyi beklediğim en son kişi bile değildin doğrusu." Düşündüğü şeyi doğrudan söylerken Ateş gözlerini ona çevirdi.

Zamanında onu da çok kıskanmıştı. Ta ki Amerika'ya gelip de onunla gerçekten tanışana kadar. İnsan insanı hiç kuzeninden kıskanır mı? Hem de kardeş gibi büyüdüğü kuzeninden, saçmalık!

"Hayat işte," dedi Ateş, o sırada odaklandığım tek kişi Ceyhun oldu ve onun ne söyleyeceğini delicesine merak etmeye başladım. Kendimi bu meraka biraz daha mecbur bırakmayıp ayağa kalktım.

"Biz küçük salonda konuşalım," dediğim an ayağa ilk fırlayan Ceyhun oldu. Ateş'in de ışık hızında gözleri beni buldu. Ne beklediğini anlamam zor olmadı.

"Hadi Barış, konuşacaklarımız var," dedim, bunu beklediğinden hemen ayağa fırladı. Ne konuşacağımızı merak edip içeriye kadar gelmişken onu burada bırakarak ona kötülük yapmayacaktım.

Kimse bir şey demezken evin biraz arka kısmında kalan küçük salona götürdüm onları. Salona geçip de rastgele bir yere oturduğumda Ateş yanımdaki yerini, Ceyhun da karşımdaki yerini aldı ve merakla ne söyleyeceğini beklemeye başladım.

"Uzun zamandır ilgileniyormuş gibi görünmüyorsun ama ben yine de gelişmeleri haberdar etmek için geldim seni. İnci Şahin cinayetiyle ilgili." O böyle söyleyince bu konu ancak aklıma geldi ve detaylar zihnimde bir bir kendilerini belli ettiler.

Sahi yana yakıla katilini aradığım o cinayetle ilgili ne olmuştu? Bu adamlar hayatıma girip de olaylar yeniden başlayınca, Ateş'le karşılaşınca bu konudan tamamen uzaklaşmıştım.

"En son ailesinden şüpheleniliyordu," dedim, Ceyhun anında yanıtladı.

"Öyle ama ailesinden hiçbir şey çıkmadı. Daha doğrusu öldürmek açısından hiçbir şey çıkmadı. Kızın katili ailesinden birisi değil ama bu tuhaf tavırları hâlâ herkes tarafından bir şeyler biliyor ve susuyorlar diye algılanıyor. Ben bile aynı şekilde düşünüyorum." O konuşurken Ateş bir anda araya girdi.

"Kim bu İnci Şahin?" Gözlerimi ona çevirdim.

"Genç bir kız, ormanda cesedi bulunmuştu. O günden beri katili aranıyor ama elimiz uzun zamandır boş. Ben de uzun zamandır ilgilenemiyorum bu konuyla," diye açıkladım, Ceyhun'a döndüm ve söylediği şeylere yönelik bir şeyler söyledim.

"Eğer kızın katilini tanıyorlarsa, kendilerince bir intikam planı hazırlıyor olabilirler." Aklımdan geçirdiğim şeyi söyledim ona.

"Herkes aynı şekilde düşünüyor Mira ve herkes şimdilik bu konuya odaklanmış durumda. Daha doğrusu bu sabaha kadar öyleydi. Ta ki kızın eski sevgilisi - hani sorgusuna girmiştin ya, ha işte o adam - ondan bir şeyler çıkana kadar." Kaşlarımı çattım, bir şeyler çıkmak mı? O adamın suçsuz olduğuna inanmıştım ben.

"Ne çıktı ki?" Merakla sordum, Ceyhun muhtemelen tam olarak bunu söylemek için gelmişti buraya. Az önce anlattıkları hakkında daha önce konuşmuştuk çünkü.

"Aslında Kadir'le doğrudan ilgili bir şey değil ama ailesiyle ilgili. Bu Kadir'in babası katil çıktı." Şaşkınca kaldım.

"Babası mı?" Aynı şaşkınlıkla sordum, başını salladı.

"Evet, babası. Adam beş yıl önce ilk cinayetini işlemiş." Şaşkınlığım daha da arttı.

"İlk cinayet mi? Daha fazlası da mı var yani?" Sordum, yine başını salladı.

"Evet, tam dört kişiyi öldürmüş beş yıl içinde. İlk cinayetten sonra yakalama kararı çıkarılmış hakkında ama bulunamamış hiçbir şekilde. Bulunamadığı o yıllarda da üç kişiyi daha öldürmüş. Son cinayetinde bıraktığı parmak iziyle yakalanmış. Müebbet hapis cezasına çarptırılmış. Sağlık sorunları nedeniyle hastaneye götürülken de jandarmaları yaralayıp firar etmiş ve o gün bu gündür bulunamıyormuş." Başımı önüme eğdim, gözlerimi yere çevirdim ve düşündüm.

İnci'nin eski sevgilisi Kadir bir katilin oğluymuş meğerse. Fakat babasının işlediği suç yüzünden ona hemen katil damgası vurmamız doğru değil ki. Eğer öyle bir şey olsaydı ben de babam gibi mesleğine ihanet eden birisi olmuş olurdum. İnsanları ailelerine göre suçlayamayız. Bu en büyük yanılgımız olur.

"Suçlar şahsidir," dedi Ateş bir anda, yerdeki gözlerimi ona çevirdim, Ceyhun'a bakarak konuştu.

"Konuyu bilmiyorum, bahsettiğiniz adamı tanımıyorum. Sorgusunda neler dedi, neler yaptı haberim yok ama suçlar şahsidir. Babasının hayatı yüzünden onu suçlamanız ne kadar doğru olur emin değilim." Aklımdan geçirdiğim şey onun dilinden döküldü. Ben de tam olarak böyle düşünüyorum ama bu ihtimali de göz ardı edemeyiz.

Bu arada Ateş'in ilk kez Ceyhun'a karşı sakin bir tavırla bir şeyler söylediğini görmüştüm.

"Elbette öyle ama yine de bu ihtimali değerlendirmemiz gerekiyor. Suçlar şahsidir diyerek bunu göz ardı edemeyiz." Ceyhun da aklımdan geçirdiğim bir başka şeyi söyledi.

Bazen insanlar aklımdan geçenleri kolaylıkla anlıyorlarmış gibi hissediyorum.

"Tabii ki değerlendirilecek ama bunu yaparken onun katil olduğunu düşünmeden, bundan eminmiş gibi davranmadan yapmanız gerekiyor," dedi Ateş, gözlerimi bir kez daha ona çevirdim, bu konuda da haklıydı.

"Babası yüzünden suçlandığına dair en ufak bir izlenim vermeniz bile sizin için iyi olmaz," diye ekledi Ateş, Ceyhun hemen onu onaylarken içimden ne de güzel sakin sakin konuşuyorlar, sonunda bunu başardılar diye geçirmeden edemedim.

"Kadir'i mercek altına almamız lazım, hem benim aklımda çok başka bir ihtimal daha var," dediğim an ikisinin de meraklı bakışları beni buldu. İkisinin de sormasına izin vermeden yanıtladım zihinlerinden geçirdikleri soruyu.

"Kızı Kadir değil de Kadir'in katil babası öldürmüş olamaz mı?" Bir anda sordum, ikisi de anlamsız bakışlar attılar, bir süre de düşündüler. Tepki vermeleri için merakla onlara bakarken ilk tepkiyi veren Ceyhun oldu.

"Mira adam kaçmış olsa da uzun süre kaçak hayatı yaşamış ve sonra da cezaevine alınmış. Böyle bir adamın oğlunun kız arkadaşıyla tanışmak için fırsatının olacağını hiç zannetmiyorum. Tanışmış olsa bile kızı öldürmek için bir sebebi neden olsun ki? Yani kızı neden öldürsün?" Sordu, anında yanıtladım.

"Her şey için olabilir Ceyhun, çayı şekerli içiyor diye bile öldürmüş olabilir kızı. Bu adam dört kişiyi öldürmüş, eminim ki hepsini saçma sapan bahanelerle öldürmüştür," dedim, arkama yaslandım ve hep söylediğim şeyi bir kez daha söyledim.

"Katillerin bir nedenleri olmaz, bahaneleri olur. Birini öldürmek ister ve öldürürler. Daha sonra da bunu kendilerince saçma sapan bir nedene bağlarlar ve konu onlar için kapanmış olur." Ceyhun bana hak verir gibi olurken Ateş'e baktım. Onun zaten çoktan söylediklerime inandığını fark ettim.

"Katili o adam demiyorum, katili Kadir de demiyorum ama bu iki ihtimali araştırmamız lazım diyorum. Sonuna kadar hem de," diye de ekledim.

"Araştırılıyor zaten ama çoğunluk Kadir'in katil olduğu düşünüyor, babasının değil," dediğinde omuz silktim.

"Olsun, sonuçta araştırılıyor ve gerçek elbet bir gün ortaya çıkacak," deyip sustum. Doğrusu Kadir'in babasının kızı öldürmüş olması, Kadir'in öldürmüş olmasından daha mantıklı geliyordu bana.

Birisi sırf babası katil diye katil olmazdı ama o adam katildi sonuçta. Düpedüz katil yani, suçluyu niye ondan uzakta arayalım ki?

"Aslında," dedim susmuş olduğuma rağmen ve Ateş'e döndüm. "Bu olayı ilk araştırmaya başladığımızda bizim olaylar ortaya çıkmıştı." Ateş'in tek kaşı kalktı, iki konuyu neden bir araya getirdiğimi merak eder gibi bir hâli vardı.

"Ben de ikisinin bağlantılı olduğunu düşünüyordum. Tıpkı daha önce olduğu gibi. Şu manyak kütüphaneciyi ve kaçırdığı Azra Kevser'i hatırlıyorsun değil mi? Tabii Azra dışında onlarca kişiyi daha kaçırmıştı. O olayı çözmemize yardım eden bir katil oldu. Yine aynı şey olacak diye düşünüyordum ve ilk zamanlarda iki olay arasında sürekli bir bağlantı kurmaya çalışıyordum ama olmadı," diye açıkladım, gözlerimi önüme çevirdim ve sıkıntıyla ofladım.

"Sanırım bu durumlar ciddi anlamda psikolojimi bozdu. Böyle bir şeyi düşünmem ne kadar saçma değil mi?" Bu bir soru cümlesi değil de aydınlanma cümlesi gibi bir şeydi.

"Saçma değil," dedi Ateş, gözlerimi ona çevirdim, devam etti. "Neden saçma olsun ki? Böyle düşünmen çok normal. O zamanlarda ben de bu olayı bilseydim eğer ben de aynı şeyi düşünürdüm muhtemelen." Gerçek düşüncelerinin bu olmadığını çok iyi biliyordum. Gözlerinde 'Ne saçmalık! Nasıl bağlantılı olabilir?' gibi bir cümle vardı şu an ya da ben yanılıyorumdur.

Ona bir şey söylemeyip Ceyhun'a döndüm. "Birkaç gün içinde dönmüş olacağım zaten Karakola. O zamana kadar yeni bir şeyler daha çıkmış olur. Hatta belki suçlu bile ortaya çıkmış olabilir ama olmamışsa da eğer günlerimi bunun için harcayıp gerçek katili bulmak için elimden geleni yapacağım, yardım edeceğim size," dedim, dudakları yana kıvrıldı. O sırada gözlerini Ateş'e çevirdi ve nasıl bir bakışla karşılaştıysa artık dudakları eski hâline çok çabuk döndü.

"Gençler." Gelen sesle başımı bulunduğumuz küçük salonun kapısına doğru çevirdim, Serkan'ı gördüm. "Teyzem her ne konuşuyorsanız bunu daha sonraya bırakmanızı ve salona gelip bir şeyler yemenizi istedi. Yemek hazırmış ve kendisini bekletmemenizi önemle rica etti," deyip Serkan tek tek hepimize baktı. Hiçbirimiz bir şey yapmazken de gözlerini kapattı, derin bir nefes aldı. Bakışları yeniden bizi bulduğunda az öncekine göre biraz daha sakindi.

"Tek tek sizi kucaklayıp salona mı götürmem gerekiyor? Neden kalkmıyorsunuz?" Onun söylediği şey yüzünden kahkaha atmak istedim ama yine de kendimi tuttum.

"Tamam anladık misafirperver olmam gerekiyor ama bu kadar da değil. Mira neyse de ben sizi nasıl kucağıma alayım lan!" Serkan kendince alay ederken bir an gözümün önünde öyle bir an canlandı ve dudaklarımı birbirine bastırdım, gülmedim.

"Hadi şimdi kalkın ve tıpış tıpış salona gelin," deyip gerisin geri döndü, Ateş ve Ceyhun'dan önce ayağa kalkan ben oldum. "Hadi annemi daha fazla kızdırmayalım ve salona geçelim," dediğimde ikisi de ayaklandı, önde ben arkada onlar salona geçtik.

Annemlerin yemek masasında oturduklarını gördüm ama canım hiçbir şey yemek istemiyordu. Biz Ateş'in evinde yemeğimizi yemiş, bir güzel karnımızı doyurmuştuk. "Afiyet olsun," dedi Ateş, Ceyhun da aynı şeyi söyledikten sonra ekledi.

"Ben karakola geçeyim artık, işlerim vardı," dedi, hemen ardından Ateş devam etti.

"Ben de zaten sadece Mira'yı bırakmak için gelmiştim. Ben de gideyim." Ceyhun'un gittiğini duyduğu için bu cümleyi rahatlıkla kurmuştu.

"İkiniz de hiçbir yere gitmiyor ve oturup doğru düzgün bir şeyler yiyorsunuz!" Bunu söyleyen dedem oldu. Zaten o söylemeseydi annem aynı şeyi söylemek için hazırda bekliyordu.

"Ama..." Ceyhun'un sözünü kesen de annem oldu zaten.

"Hadi hadi oturun, aması falan yok. Güzelce karnınızı doyurun." Tamam da biz aç değiliz ki. Bunu söylesem muhtemelen normal bir yemek değil de simit - poğaçayla öğünü atlatmış olduğumu düşünür ve daha kendimi açıklamama izin vermeden hemen kızardı.

Onlardan önce ben oturdum masaya. Her zamanki yerime geçtim ve onların da oturmasını bekledim. Annemin kızgınlığına maruz kalmak yerine tok olduğum hâlde birkaç lokma bir şeyler yiyebilirdim. Ben bunu düşünürken yanımdaki boş yere oturan Ateş oldu. Ceyhun da hemen onun karşısına, Serkan'ın yanına oturdu.

Gözlerim Serkan'ı buldu, ona ne zaman geldiğini soracakken yüzündeki muzip ifadeyi fark ettim ve bu soru zihnimden uçup gitti, geriye sadece merak duygusu kaldı. Bana neden bu şekilde bakıyordu diye düşünürken gözleriyle Ateş'i gösterdi, göz kırptı, derdinin ne olduğunu anlayıp göz devirdim, bu onu sessizce güldürdü.

Masada bir tek ona odaklandığım için bir tek onu görürken bir kez daha yanımda oturan Ateş'i gösterdi. Tam karşımda oturduğundan bacaklarını kolaylıkla buldum ve küçük bir tekme attım. O kadar küçüktü ki ne o bir tepki verdi ne de masada herhangi birisi böyle bir şey yaşandığını anladı. Tabii hâl böyle olunca bu tekme onu korkutmadı ve imalı imalı bakmaya devam etti.

O bakışlar sadece bana değil Ateş'e de ulaştığı için ve bu manyak yüzünden rezil olmak istemediğim için uyarıcı bakışlar attım ama maalesef ki bu da umurunda olmadı. Gözlerimi belerttim ona, bundan korkmasını bekledim ama bu da olmadı. Yavaş yavaş sinirlenmeye başlayıp az öncekinin aksine sert bir tekme atmayı düşünürken aramızdaki bakışmaya son veren annemin sesi oldu.

"Ne oluyor size böyle?" Sordu, ona döndüm, devam etti. "Sabahtan beri kaşınız gözünüz ayrı oynuyor," diyen annemle utançla dudaklarımı ısırdım. Şimdi herkes buradayken böyle bir şey söylemenin sırası mıydı? Al işte bu salak yüzünden rezil oldum!

"Aaa teyzeciğim kaşınız gözünüz ayrı oynuyor da ne demek? Biz sohbet ediyorduk kuzenimle." Serkan aşırı saçma bir ses tonuyla kendini savunmaya geçerken hiç müdahele etmedim ve yanımdaki Ateş'e döndüm. O an onda gördüğüm bakışla o kaş göz işaretlerini gördüğünü anladım. Annemin cümlesi yüzünden yüzünde böyle bir ifade oluşmuş olamazdı çünkü.

"Hadi hadi bırak kızımla dalga geçmeyi de yemeğini ye." Annem bunu söylerken Serkan'ın gözleri bir kez daha beni buldu, devam edemeyeceğini anladım, güldüm, yüzünü buruşturdu, yemeğe devam ettik.

Yemekten sonra annem yine kimsenin gitmesine izin vermedi ve salona geçtik, çaylarımızı içtik. O esnada Ateş'in evinde alınan alkoller geldi aklıma. Öyle bir ortamdan çıkmış, gelmiş burada efendi efendi çayımızı içiyorduk.

"Sen nerelisin oğlum?" Dedem bunu Ceyhun'a yönelik sordu.

"Doğma büyüme İzmir'liyim ben, buraya görev için geldim." Ceyhun açıkladı, yanımda oturan Ateş'e baktım. Sessiz sessiz oturmuş çayını içiyordu.

"Annenler hâlâ İzmir'de mi yaşıyorlar?" Teyzemin sorusuyla Ceyhun ona döndü.

"Annem hâlâ İzmir'de. Peşimden buraya kadar sürüklemek istemedim onu. Hem onun ailesi de orada, onlardan ayırıp da buraya getirmek içime sinmedi. Babam da ben çok küçükken vefat etmiş zaten." Ceyhun'u dikkatle dinledim. Sanırım sekiz aydan fazla zamandır birlikte çalışıyoruz ama ailesiyle ilgili ilk defa bir şeyler öğrenmiştim.

"Başın sağ olsun oğlum." Teyzemden sonra herkes bunu sırayla söyledikten sonra bir diğer soruyu annem sordu.

"Kardeşin yok mu?" Ve Ceyhun'un gözleri annemi buldu.

"Hayır." Bu net bir cevap olurken onu çok mu sıktılar acaba diye düşünmeden edemedim. Tabii düşündüğüm bir şey daha vardı; hiç kimsenin ilgilenmediği Ateş. Fakat onu zaten tanıyor, kim olduğunu benim anlattığım kadarıyla biliyorlardı. Bildikleri soruları ona neden sorsunlar ki?

"Yalnız olmuyor böyle." Ateş'in kulağıma fısıldadığı şeyle ona döndüm.

"Ne olmuyor?" Sorduğumda öfkeli bakışlarını Ceyhun'dan bana çevirdi.

"Bu herif rol çalıyor!" dediği an bir kez daha gülesim geldi ama yine kendimi tuttum, öyle bir şey yapmadım. "Sabahtan beri anlat anlat bitmedi hayatı!" Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Şu an bunları çok sessiz söylediğinden bir tek ben duyuyordum.

"Damat o mu ben mi anlamadım! Ben bu herifi döverim!" dediğinde gülmem falan geçti, şaşkınca kaldım. O kendisini damat olarak mı nitelendirdi? Damat. Kulağa da hoş gelmiyor değil yani.

"Saçmalama Ateş," dedim içimden geçirdiğim şeyleri dağıtarak ve devam ettim. "Sen olayı tamamen yanlış anlamışsın," diye ekledim tıpkı onun gibi onun bile beni zor duyabileceği bir ses tonuyla.

"Allah Allah neyi yanlış anlamışım?" Anında sordu, ben de anında yanıtladım.

"Bak hiç kimse Serkan'la da konuşmuyor, neden?" Göz ucuyla Serkan'a baktı, yeniden bana döndü.

"Neden?" Benim sorumu bana sordu, ben de hemen cevap verdim.

"Çünkü o aileden, her şeyini biliyorlar ve onunla konuşmaya, soru sormaya ihtiyaç duymuyorlar," diye durumu yumuşatmaya çalıştım.

Ateş önce anlamsız bakışlar attı. Birkaç saniye sonra çatık olan kaşları indi, bakışlarındaki anlamsızlık yok oldu ve o bakışlar yumuşadı. Doğru taktik uyguladığımı fark ederken de keyfi yerine geldi.

"Aileden." Yineledi, başımı salladım.

"Aynen öyle, tıpkı senin olduğun gibi." İşte bu cümleyle bütün siniri, kıskançlığı, rahatsızlığı yok oldu ve fazlasıyla keyiflendi.

"Sen ailedensin, tanıyorlar, biliyorlar seni. Şimdi niye bildikleri şeyleri sorsunlar değil mi?" Küçük bir çocuğu ikna etmeye çalışır gibi onu ikna etmeye çalışmaya devam ettim. Tuhaf olan bu değildi ama. Tuhaf olan onun bunun farkına varamamış olmasaydı. Ciddi anlamda fark etmemişti bunu.

"Olsun ama Mira!" dedi bir anda ve öfkeyle Ceyhun'a döndü, devam etti. "Bu herif benim çok sinirimi bozuyor! Kalkıp dövesim geliyor! Bak bak şuna bak hele! Şu yüzündeki sırıtmaya bak! Şeytan diyor..." Devam edemedi, çünkü sıkıntıyla ofladım ve o da bunun farkına vardı.

"Tamam güzelim tamam, sen sakin ol." Alaycı bir tavırla döndüm ona. Sen sakin ol mu? Şu an sakinliğe ihtiyacı olan hiç de benmişim gibi durmuyordu.

"Sen de hâlâ İstanbul'da mı yaşıyorsun Barış Bey oğlum," dedemin sesiyle Ateş gözlerini hızla ona çevirdi. Zamanında ona Ateş demeye alışamamışken şimdi bir başkasının Barış diyor olmasını yadırgıyordum.

"Duyduğuma göre polisliği bırakmışsın." Evet, bunu onlara söyleyen de ben oldum. O geceden sonra polislikten men edildiğini, bir daha bu mesleği yapamayacak olduğunu söylemek yerine kendi isteğiyle bıraktı ve ona ihanet ettiğim için değil, anlaşamadığımız için ayrıldığımızı söylemek çok daha kolay gelmişti.

Ateş göz ucuyla bana baktı, durumu bozmamasını umut ederken dedeme döndü. "Evet, bıraktım," dedi, utançla başımı önüme eğdim. Son günlerde bu duyguyu yine çok sık yaşar olmuştum.

Bu konunun açılması yeni bir şeyi merak etmeme neden oldu; bu yüzden bana kızgın mıdır? Bunun için çok üzülmüş müdür? Benim yüzümden mesleğini kaybetti. Tamam onun bu mesleğe ihtiyacı yoktu ve sadece ailesinin katilleri hakkında bir şeyler öğrenmek için bu işe girmişti ama yine de çalışmış, kazanmış, bileğinin hakkıyla olduğu yere gelmişti. Ben de hepsini bir gecede mahvetmiştim. Bunun için çok üzgün müdür ki?

İçimi bir anda büyük bir sıkıntı kaplarken Ateş "Bana göre olmadığına karar verdim polisliğin. Yapamıyordum yani, devam edemiyordum. Zamanla beni bunaltmaya, yormaya başlamıştı. Ben de bıraktım." Benim söylediğim yalanı güzel bir şekilde devam ettirdi. Şu an bunun yalan olduğunu bilen bir tek annem vardı. Hani belki Ceyhun da duyduklarından sonra durumun böyle olmadığını az çok tahmin ediyordur ama kesin bir şey düşünüyor olamazdı.

"Güzel bir meslek aslında, polislerimize ihtiyacımız var. Ne zaman başımıza bir bela gelse gittiğimiz ilk durak oluyorlar ama ben de sevmiyorum bu mesleği," dedi dedem, buna hiç şaşırmadım çünkü sevmediğini çok iyi biliyordum.

"Mira'nın polis olacağını öğrendiğimde de hiç mutlu olmamıştım doğrusu. Hiç de istememiştim ama sonuçta bu benim değil, onun hayatı ve o istediği gibi yaşadı. Biz de böyle mutluysa böyle devam etsin dedik ve etti de. Fakat sen bana göre en doğrusunu yapmışsın. Böyle zamanda bu meslek hiç çekilmez." Dedemin Ateş'le uzun bir konuşmaya girmiş olması Ateş'i memnun etmiş gibiydi.

"Şimdi ne iş yapıyorsun peki?" diye soran Serkan oldu, merakla Ateş'in vereceği cevabı bekledim.

"Aslan gibi çocuk, taşı sıksa suyunu çıkartır. O taştan ekmeğini de çıkartır elbet," dedi dedem, onların hâlâ Ateş'e karşı ilk günkü gibi olmaları keyfimi yerine getirdi, ben biraz sorun çıkar diye tahmin etmiştim oysa ki.

"Ayrıca benim şirkette iş çok, yapamazsa bir iş, tutunamazsa onun işi hazır bile." Dedem hemen koruma içgüdüsüyle Ateş'e iş çıkartırken gülmemek için kendimi zor tuttum. Ateş'in dedemin yanında çalıştığını düşünmek komik gelmişti.

"Yok efendim, buna hiç gerek yok," dedi Ateş tam bir beyefendi edasıyla ve devam etti. "Yakın arkadaşlarım var benim, Mira da tanıyor hepsini. Kardeşim gibidir hepsi. Onlarla birlikte iş kurduk, epey de büyüttük. Kendi şirketimizi kurduk. Ticaret üzerine bir şeyler yapıyoruz." Ateş'in cevabı dedemi şaşırttı, muhtemelen dedem onu işsiz güçsüz zannediyordu. Ah bir görseler onun yaşadığı hayatı. Benim bile paraya ihtiyacım vardır belki ama onun yoktur.

"Dedim ben size aslan gibi çocuk diye." Dedem Ateş'in başarısıyla gururlandı. Bana tek bir soru sormadan, onun yeniden buraya dönmüş olmasını sorgulamadan hemen onu kabullenmişlerdi.

İş sohbeti uzun uzadıya devam ederken Ceyhun artık gitmesi gerektiğini söyledi ve gitti. O gittikten sonra Ateş çok daha rahat etmişti. Ondan sonra o da kalkar gider diye düşündüm ama beklediğim olmadı, oturmaya devam etti.

Dedemle uzun uzun sohbet ettiler. Onlar sohbet ederken annem beni çekiştirerek odama götürdü ve küçük bir sorguya aldı. Neden eve gelmediğimi, ne işim olduğunu ona anlattım. Uygun bir dille ve biraz eksik bir şekilde anlatmıştım ama. Biraz da Ateş'le ilgili konuşmuş, onunla aramızdaki sorunu halletiğimizi ve yeniden başladığımızı açıkça dile getirmiştim. Annem bu konuda yorum yapmamayı tercih etmişti ama bu kararımdan rahatsız olduğu söylenemezdi.

Bu konuşmanın ardından salona geçtik. Dedem ve Ateş hâlâ sohbet ediyorlardı, ben de bir köşeye geçip onların iş konuşmalarını dinledim. Zaman akıp gitti, güneş gökyüzünden ayrıldı, hava karardı. Ateş hâlâ gitmemişti, hâlâ buradaydı.

Akşam yemeğini de hep beraber yedik. Akşam yemeğinden sonra dedemle Ateş tavla oynadılar. Dedem sürekli Serkan'a bu konuda laf çarpıyor. Oynamayı bilmediğinden yakınıyordu. Fakat bir yandan da keyifliydi çünkü dişine göre bir rakip bulmuştu, Ateş onu bayağı zorlamış ama sonunda kazanan dedem olmuştu.

Tabii Ateş'in oyunu bilerek kaybettiğini saymazsak.

Gece çok eğlenceli geçti, daha doğrusu onlar için eğlenceli geçti. Biz sadece oturup onların eğlencesini izledik. Buraya gelirken aslında o sadece beni bırakıp gidecekti ama Ceyhun sayesinde eve kadar girmiş, şimdi de herkesin kalbine yeniden girmeyi başarmıştı. Tıpkı benim kalbime yeniden girdiği gibi. Şimdi de sıra bendeydi. Benim de bir şeyler yapmam lazımdı onun için.

O adamları kurtarmış olsam da ona ihanet eden ben olmuştum. Yanlış bir şey yapmamıştım ama bir doğruyu yanlış bir yolla yapmış ve hayatımın en büyük hatasını yapmıştım. Ne yazık ki bunun da çok geç farkına varmıştım. Fakat tüm bunlara rağmen her adımı atan o olmuştu. En büyük fedakarlıklar ondan gelmişti. Benim de bir şeyler yapmam ve ona her şeyi unutturmam lazımdı. Kırık olan kalbini onarmam ve bu ilişkiye daha sağlıklı bir şekilde devam etmem gerekiyordu. Bu ikimiz içinde en iyisi olacaktı.

Gecenin ilerleyen vakitlerinde Ateş gitti. Aslında gitmeye hiç niyeti yok gibiydi ama vakit geçtiği için de kalkıp gitmişti. Giderken de her şeyin yolunda gitmiş olmasından dolayı keyfi yerindeydi.

Tüm geceyi ona her şeyi nasıl unutturabileceğimi düşünürken aklıma olumsuz hiçbir şey gelmiyordu. Bu düşüncelerle uyuyup uyandığımda da uzun süre sonra ilk defa çok mutlu bir şekilde uyanmış olmuştum. Uzun süre sonra kalbimin varlığını ve yaşadığımı hissediyordum. Mutluydum hem de çok mutluydum.

Sanki aramıza iki yıl girmemiş gibiydi.

Sanki hiçbir şey olmamış gibiydi.

Sanki hep yanımdaymış da hiç ayrılmamışız gibi hissediyordum.

Onu görecek, yanına gidecek olmanın keyfiyle giyinip odamdan çıktığımda yüzümdeki gülümsemeye engel olamıyor, engel olmak falan da istemiyordum. "Günaydın," diye neşeli bir giriş yaptım salona ve kahvaltı masasında doğru yürüdüm. Herkesin bakışları beni bulup da aynı anda günaydın derlerken masadaki yerimi aldım.

Keyifle ve büyük bir iştahla kahvaltımı yaptıktan hemen sonra evden çıkmak için hazırlandım. O anda arabam aklıma geldi. Artık olmayan arabam. Bayağı bayağı gitmişti arabam. Mahvolmuştu ve kullanılacak bir hâlde değildi. Bunu anneme nasıl söyleyeceğim çok merak ediyorum. Aklımdan geçirdiğim gibi gidip de ona çalındı dersem buna inanacak değildi. Yalan söyleyeceksem çok daha iyisini bulmam gerekiyordu.

"Mira Hanım?" Duyduğum sesle başımı çevirdim, arkamdaki orta yaşlı kadına baktım. Sevil Hanım, burada yemek ve temizlik işlerine bakan kadındı.

Elindeki bir buket yasemin dikkatimi çekerken dudaklarımda tatlı bir tebessüm oluştu. İşte bunu beklemiyordum ve kimden geldiğini çok iyi biliyorum. "Bunlar sizin için," diyerek yanıma geldi, kocaman bir gülümsemeyle kadının elindeki yaseminleri aldım.

Gözlerimi kapattım, buketi yüzüme yaklaştırdım. Derin bir nefes aldım, kokusunu içime çektim. Sanki baharı ellerimde tutuyordum şu an. Yüzümdeki gülümseme daha da büyürken annemin "Kimden gelmiş?" dediğini duydum, bir uykudan uyanıyormuş gibi gözlerimi açtım. Olduğum yerde döndüm, onlara baktım. Yüzümdeki gülümseme hepsini mutlu ederken Serkan konuştu.

"Teyzeciğim dün geceden sonra bence kimden geldiğini tahmin etmek hiç zor olmasa gerek," diyerek Ateş'i ima etti. İlk defa ailemden utandım. Ciddi ciddi utandım. Yüzlerindeki ifadeler beni utandırdı. Yanaklarım ısındı, vücudumdaki tüm kan yanaklarıma hücum etti sanki.

Bana ne oluyor böyle? Ben böyle bir kadın değilim ki.

Herkes durumun farkına varıp da önlerine dönerlerken onlara yeniden arkamı döndüm. Buketin içine doğru baktım, aradığım şeyi buldum. Tam da beklediğim gibi not vardı içinde. Telaşla aldım ve okudum.

Soluk pembe yaseminler... Keşke şu an da ben de onlara bakabilsem.

Dudaklarım yana kıvrıldı. Utandığım için silinen gülümsemem yeniden ortaya çıkarken yaseminlerden değil, dudaklarımdan bahsettiğini biliyordum. Dünkü konuşmadan sonra anlamamak tuhaf olurdu zaten.

Yaseminleri özenle vazoya koydum, odama götürdüm ve penceremin önüne bırakıp telaşla evden çıktım. Bir başka arabayla gitmem kendi arabamın yokluğunu belli edeceği için taksiye bindim, Ateş'in evine doğru yola çıktım.

Oraya ulaştığımda çok mutluydum. Uyandığımdan daha da mutluydum hem de. Eve doğru yürürken bahçeden gelen seslerle ayaklarım o tarafa yöneldi ve birkaç dakika sonra dünyanın en tatlı ve en komik manzarasıyla karşılaştım.

Erdem ve Ateş bahçede Eva'yla oynuyorlardı. Küçük kızın kahkahaları buradan bile duyulurken Erdem ve Ateş hâllerinden hiç de mutluymuş gibi durmuyorlardı. Çünkü buradan anladığım kadarıyla Eva onlara evcilik oynatmaya çalışıyordu.

Dudaklarımı birbirine bastırdım, yanlarına gittim. "Günaydın," dememle hepsinin gözleri beni buldu.

"Aha geldi," diyen Erdem'e döndüm. Çölde su bulmuşcasına umutla bakıyordu bana. "Gelin geldi." Şaşkınca kaldım, gelin mi? Bu da ne şimdi?

"Gelin?" diye sorguladım, Erdem hızla Eva'nın elindeki tüle benzeyen beyaz şeyi aldı, yanıma geldi ve başıma koydu. Şaşkınca ona bakmaya devam ederken ellerini birbirine vurdu, yalandan temizledi ve Eva'ya döndü.

"Al sana hakiki gelin." Eva heyecanla el çırparken yukarıya doğru gözlerimi çevirdim, başımda sallanan şeye anlamsızca baktım.

"Ne oluyor?" Sordum, Erdem fazla gergin bir şekilde cevapladı sorumu.

"Eva Hanım beni gelin Ateş'i de damat yapmaya çalışıyordu. Lan oradan bakınca benim geline benzer bir hâlim mi var?" diye sordu, dudaklarımı ısırdım, birbirine bastırdım. Gülmemek için türlü türlü yollara başvurdum ama başarılı olamadım, kahkahayı bastım.

Gülerken başımdaki beyaz tül yere düştü. Onu almak için eğildim, gülmekten kalkamadım ve yerde gülmeye devam ettim. Eva bana aynı şekilde eşlik ederken Ateş sessiz sessiz gülüyordu. Bir tek Erdem'in kaşları çatıktı. Kurduğu cümleden sonra onu gelinlikle düşünmeden edemiyor, ettikçe de gülmemin dozu biraz daha artıyordu.

"Lan gülmeyin! Çok mu komik?" diye sordu bir de, hiç çekinmeden başımı salladım ve gülmemin arasından komik olduğunu söyledim. Bu onun kaşlarını biraz daha çatmasına neden oldu.

"Gidiyorum lan ben! Sıkıldın sizden! Gevşek insanlar!" dedi ve bir de trip atıp gitti, gözlerimi Ateş'e çevirdim.

"Gelinlik giydiğini düşünsene." Ben bunu söyledikten yalnızca birkaç saniye sonra o da kendini bıraktı, gülmeye başladı. O sırada Eva yanıma geldi, yere düşen o beyaz tülü başıma yeniden koydu ve bir anda el çırpmaya başladı.

"Gelin geldi gelin geldi!" dedi, elimi tuttu, ayağa kaldırdı beni ve Ateş'in yanına oturttu. O kendince oyun oynamaya başlarken başımdaki beyaz tülle Ateş'e döndüm.

"Yaseminler için teşekkür ederim." Dudakları yana kıvrıldı, unuttuğumu düşünmüştü muhtemelen.

"Senin kadar güzel olmasalar da," dedi bana doğru eğildi ve kulağıma fısıldadı. "Dudakların kadar güzellerdi," deyip geri çekildi, göz kırptı.

Bu adam bir kalbim olduğunu hissedeyim diye dünyaya gelmişti sanki.

Hiçbir şey diyemeyip önüme döndüm. Eva'yı bir süre oyaladık, moralini yerine getirdik. Onun için Marmaris'ten getirdiğim oyuncağını verdim ona. Çok mutlu oldu, sevindi. Annesinin yokluğunu bir süreliğine unuttu. Bunu başarmış olmak keyfimi yerine getirdi ama onu uzun süreli bir mutluluk veremeyeceğimizi çok iyi biliyordum.

Eva yorulup odasına giderken biz de soğukta durmak yerine salona geçtik. O adamlara konuşmak için ya da başka bir şey için gelmemiştim. Sadece onu görmek için gelmiştim ama şimdi merak ettiğim bir şey vardı ve sormadan edemedim.

"Baktın mı?" Sordum, gözleri hemen beni buldu.

"Neye?" Gerçekten anlamamış mıydı? Yoksa anlamamak işine mi gelmişti? Ben bu soruları düşünürken gözlerini önüne çevirdi.

"Bakmak istemiyorum," dedi bir anda, neden böyle yapıyordu anlamıyorum.

"Neden peki?" Sordum ama cevap vermedi, önüne döndü ve sustu. "Bir şey demeyecek misin?" Yine sordum ama yine soruma cevap vermedi.

Sorgulamak yerine önüme döndüm, üzerine gitmek istemedim ama delicesine merak ediyordum bir yandan da. "İstemiyorum çünkü." Yine aynı cevabı verdi, elini omzuma attı, beni kendine çekti.

"Öğrenmek istemiyorum," diye fısıldadı kulağıma. "Gerçekten istemiyorum." Başımı göğsünden kaldırdım, çenesinin altından yüzüne baktım.

"Korkuyorsun," dedim, hızla kaşları çatıldı, bakışları sertleşti. Fakat ben bunu kızsın diye söylememiştim. O söylemese de sebebinin ne olduğunu bildiğimden haberdar olsun diye söylemiştim.

"Korkmak falan..." Sözünü kestim.

"Gerçeklerden korkuyorsun," dedim, kolunu omzumdan çektiğinde ben de kendimi biraz geri çektim, gözlerinin içine baktım.

"Bu kötü bir şey değil," diye ekledim, konuşmak için dudaklarını araladı ama engel oldum ona. "Senin korkak olduğunu falan göstermez." Cevap vermedi, konuşmak için araladığı dudaklarını da birbirine bastırdı, başını önüne eğdi.

"Fakat ben sana hak veriyorum, gerçekten hak veriyorum. Ailenle ilgili bir şey olduğu çok belli. Bunu öğrenmekten kaçman çok normal. Bu yüzden sakın kendini suçlama ama cesaret etmen gerekiyor Ateş. Göreceğin her şeye cesaret etmen ve bakman lazım. Biz bilmesek de senin bilmen lazım. Bil ki daha fazla hata yapmayalım. Yürüdüğümüz yolun sonunun nereye çıkacağını birimizin bilmesi gerekiyor ve bu da bir tek sen olabilirsin," dedim, arkasına yaslandı. Başını koltuğun arkasına koydu, daha fazla konuşup üzerine gitmek yerine kendimi geri çektim, onu kendi hâline bıraktım.

Birkaç dakika sürdü bu durum sadece. Bir şeyler söylemesini, kendini buna hazırlayacağını ve bunu en kısa zamanda yapacağını söylemesini beklerken bir anda ayağa kalktı.

"Nereye?" Sordum, cevap alamadım, gitti. Ciddi ciddi beni salonda yalnız bıraktı ve gitti.

Arkasından bakmak yerine önüme döndüm. Belki de biraz yalnız kalmaya ihtiyacı vardır diye düşünürken arkama yaslandım ve sıkıntıyla ofladım. Tamam da ben de yalnız kalmıştım ama böyle, olmuyor ki. Canım sıkılır benim.

Bir kez daha oflarken bugünün cumartesi olduğunu hatırladım. Pazartesi işe başlayacağım. Hayatım yeniden eski düzenine girecek ve bunun için çok mutluyum. Bir yandan da hâlâ arkada olan ve henüz konuşmak için yanlarına gitmediğimiz adamları düşünüyorum. Böyle bir taktik uyguluyorduk ama tutacak mı tutmayacak mı işte orası muammaydı. Bu taktik bana doğru gelse de şu an hadi deseler şu an gider onların boğazlarına yapışır hesap sorarım ama elimden hiçbir şey gelmiyordu.

Bunları düşünürken yanıma yeniden oturan Ateş'in ne ara salona geldiğini anlayamadım. Neden gitti de bu kadar çabuk döndü diye düşünürken elindeki laptobu fark ettim, ne olacağını anladım.

"Bunu benim yanımda yapmana gerek yok," dedim ama bir şey demedi, dememeyi tercih etti ve bir kez daha açtı o laptobu. Yine bakmayacak ve yine kaçacak olmasından korktum ama sesimi çıkarmadım, sabırla bekledim.

Parmaklarının titrediğini fark ettim. Buna rağmen açtı o bilgisayarı ve dosyaya girdi. Bir kez daha ailesiyle olan fotoğrafı çıktı karşımıza. Heyecanlandım, çokça da meraklandım ama bunu hiç belli etmedim.

"Bunu görmüştük zaten," derken sesi titredi, aynı şekilde titreyen parmağıyla da tuşa bastı, ekran değişti ama buradan net bir şeyler göremedim.

Fakat Ateş bir anda "Siktir!" dedi, bu tepkiyle ben de olabildiğince ekrana eğildim ve ne olduğuna baktım, bir DNA testi olduğunu gördüm.

"Bu ne böyle?" diye sordum, en alta doğru baktım, yazan şeyi okudum.

Ateş Demirkan ile Uras Arkan'ın kardeşlik testi sonucu; DNA'ları %99 oranında uyumludur.

Okuduğum şeyle gözlerim açıldı, kaşlarım havalandı ve ağzım açık kaldı. Şaşkın şaşkın ekrana bakarken Ateş bir ayağa kalktı, laptobu kırarcasına koltuğa bıraktı.

"Yalan lan bu! Bu kim lan! İsmini bile yeni duydum ben! Ben değilimdir bu, başka Ateş'tir!"

Ateş bir anda delirmişcesine bunları söylemeye başlarken gözlerimi laptobun ekranındaki DNA testinden çekemedim. O sırada hâlâ aynı şeyleri söylemeye devam eden Ateş'in sesi çok çaresiz çıkıyordu.

Yaklaşık otuz sayfalık olan dosyanın yalnızca ikinci sayfasındayken Ateş, hayatı hakkında büyük bir gerçekle yüzleşmek zorunda kalmıştı. O dosyanın okunmayı bekleyen yirmi sekiz sayfası daha vardı.

Bu da demek oluyor ki; öğrendiğimiz bu gerçek, bir son değildi.

Onu bekleyen daha büyük, daha zor ve daha acı sırlar vardı.

Canı da canımız da çok yanacak gibiydi.

Bölüm Sonu!

Selamlar :) Nasılsınız?

Yavaş yavaş tüm gerçekler ve sebepler bir bir ortaya çıkmaya başlıyor. Bundan sonra biraz ağır bölümler gelecek gibi görünüyor ama düzeleceğiz inşallah hshshhahah

Sizce şu kardeş mevzusu doğru mu? Ateş'in bir kardeşi var mıdır dersiniz? Yoksa bu da onlar için hazırlanmış bir oyun mu?

Buraya bölümü en iyi anlatan emojiyi bırakabilirsiniz.

Bölüm hakkındaki yorumlarınızı buraya yazabilirsiniz.✨

Yeni bölüm alıntısını okumak ve duyurulardan haberdar olmak için beni sosyal medyadan da takip edebilirsiniz.💫

Bir sonraki bölümde görüşmek dileğiyle... Kendinize çok iyi bakın, sevgiyle ve sağlıkla kalın.♡

Instagram: gizzemasllan / sucortagimofficial

Twitter: gizzemasllan

SİZİ ÇOK SEVİYORUM.♡

Loading...
0%