Yeni Üyelik
68.
Bölüm

67.BÖLÜM "KARDEŞ"

@gizzemasllan

Selam suç ortaklarım ✨

Bölüme başlamadan önce yıldızı parlatırsanız çok sevineceğim.💫

Buraya ben de sizin için kalp ve yıldız bırakıyorum.⭐♡ Sizinkileri de bekliyorum.❥

Keyifli okumalar <3

Instagram: gizzemasllan / sucortagimofficial

****

67. BÖLÜM "KARDEŞ"

Hayat bir rüzgar gibidir, seni nereye savuracağı hiç belli olmayan bir rüzgar. Senden neyi alacağı neyi getireceği hiç belli olmayan bir rüzgar gibi. Rüzgarlar da öyle değil midir zaten? Elinde bir kağıt vardır mesela, sımsıkı tutmazsan rüzgarda savrulur gider. Bu senden alınmış olur. Sonra gider bir başkasının önüne düşer o kağıt. İşte bu da hayatın bir başkasına verdiği şey olur.

Kısacası hayat rüzgar gibidir işte ve bugün Ateş'in hayatındaki rüzgar fırtınaya dönüşmüştü.

"Ateş," dedim ama şu an beni duyuyor gibi değildi, şoka girmiş gibi boş boş karşıdaki duvara bakıyordu. Önce bağıra çağıra inkâr etmiş sonra odasına çıkmıştı. Benden kaçmak istemişti ama peşini bırakmamış, yanına gelmiştim. Burada da biraz bağırıp çağırdıktan sonra yatağın kenarına çökmüş, gözlerini duvara odaklamıştı ve o andan beri sesi çıkmıyordu.

"Ateş," dedim bir kez daha, beni duysun istedim ama kulaklarını her şeye tıkamış gibi bir hâli vardı. Yanına oturdum, koluna dokundum, buna rağmen görmedi beni.

"Haklı olabilirsin, yalan olabilir. Daha doğru mu değil mi emin bile değilken kendini bu kadar harap etmen hiç doğru değil. Lütfen toparla kendini." Bu söylediklerimi duymuş olacak ki sonunda gözleri beni bulabildi.

"Ben eminim," dedi gerçekten de kendinden emin bir şekilde ve devam etti. "Benim kardeşim falan yok Mira. Bir abim vardı, o da öldü. Başka kimsem yok, ailem yok benim, olamaz. O gördüğümüz şey yalan." Gözlerinin içine bakınca aslında kendinden o kadar da emin olmadığını fark ettim.

Şüphe vardı gözlerinde, çok büyük bir şüphe vardı.

"Sen öyle diyorsan öyledir. Fakat bu şekilde olman bunu doğrulamayacak. Ayağa kalkman ve doğrulamak için bir şeyler yapman gerekiyor." Gözlerinde çaresizlik gördüm bu sefer.

"Nasıl yapayım bunu Mira?" diye sordu iç çekerek. Daha sonra da sıkıntıyla nefesini dışarıya verdi ve devam etti. "Ben çok yoruldum," dediği an gözlerim doldu, Ateş gözlerini yeniden önüne çevirdi ve boş boş karşıya baktı.

"Gerçekten yoruldum, bitsin artık." Biraz daha yaklaştım ona, sıkı sıkı tuttum elini. Ateş bir kez daha derin bir nefes aldı, sanki nefes aldıkça canı acıyordu ve canı acıdıkca daha da derin bir nefes alıyordu canını biraz daha yakmak istercesine.

"Geçecek," dedim, oysa buna ben bile inanmıyordum. "Geçecek Ateş, bir gün illa bitecek her şey ve biz bu zamanları acı hatıralar olarak hatırlayacağız." Başını olumsuz anlamda salladı.

"Bitmeyecek Mira, hiçbir şey bitmeyecek. Bitse bile yeniden başlayacak."

"Pes mi ediyorsun?" Hızla gözleri beni buldu.

"Asla! Asla pes etmem!"

"Güzel," dedim. "O zaman şimdi bırak üzülmeyi de gidip şu Uras Arkan kimmiş onu bulalım." Kaşlarını çattı.

"Bakma bana öyle, gidip adamlara soracak hâlimiz yok. Gidip bulalım ve bir DNA testi de biz yaptıralım. Ancak o zaman emin olabiliriz," dedim, en doğrusu bu olacaktı ama şu Uras Arkan'ı nasıl bulacağımıza dair hiçbir fikrim yoktu.

"Nasıl bulacağız?" Sordu, ne diyeceğimi bilemedim. Doğru, nasıl bulacağız?

"Bilmiyorum ama buluruz bir yol illa ki." Ayağa kalktı, hiçbir şey söylemeden banyoya gitti. İlk defa onu bu denli sessiz görüyordum. Hatta ilk defa onu bu derece yıkılmış, çaresiz görüyordum. Ne yapacağımı, ona ne söyleyeceğimi, nasıl davranmamın doğru olacağını bilmiyorum ve bu bilinmezlik canımı çok sıkıyor.

Az sonra Ateş elini yüzünü yıkamış bir şekilde çıktı banyodan ve yanıma geldi. Az öncekinin aksine çok daha iyi görünüyordu. "İyiyim ben," dedi ne soracağımı anlamış gibi ve ekledi. "Çok iyiyim hatta. Gidelim ve şu herif kimmiş bulalım." Hemen ayağa kalktım.

"Bulalım," dedim ve o an bir şey merak ettim. Sadece ismini bildiğimiz Uras Arkan ondan büyük müydü küçük müydü? Eğer bir kardeşi varsa bu gerçekten onun kardeşi miydi yoksa abisi mi?

"Ateş," dedim fazla sakin bir ses tonuyla, Ateş'in bakışları yeniden beni buldu. "Sence nasıl biriyle karşılaşacağız?" Sordum, gözlerini kapattı, derin bir nefes aldı. Kıpkırmızı olmuştu teni, kendini çok kasıyordu.

Gözleri yeniden beni bulduğunda "Bilmiyorum Mira, bulunca göreceğiz artık nasıl birisi olduğunu," deyip doğrudan kapıya yöneldi, odadan çıktı. Ben de çıkmadan hemen önce göz ucuyla Ateş'in buraya getirdiğim için öfkeyle yere fırlattığı laptoba baktım. Daha neler öğreneceğiz çok merak ediyorum.

Salona indiğimizde hiç kimse yoktu. Ne yapacak diye merakla ona bakarken o da ne yapacağını bilmez bir şekilde salonun ortasında durmaya devam etti. Sesimi çıkarmadan izledim onu. Elini ensesine attı, düşündü. Merakla ona bakmaya devam ettim. Birkaç dakikalık düşünmenin ardından gözleri beni buldu.

"Ne yapacağız Mira?" O kadar tatlı bir şekilde söyledi ki bunu gülümsemek istemedim ama aynı zamanda o kadar kötü görünüyordu ki gülümseyerek beni yanlış anlamasını istemedim, bu durumda kalbi kırılabilirdi.

"Bilmiyorum," dedim, iç geçirdi ve düşünmeye devam etti. "Ceyhun bize yardım edebilir ama," dediğim an kaşlarını çattı, bakışları sertleşti.

"Bakma bana öyle, bir araştırsın hiç değilse." Başını olumsuz anlamda salladı.

"Olmaz, ben araştırırım." Göz devirdim.

"Yapma Ateş, iki dakikasını almayacak."

"Benim de beş dakikamı almaz," dedi, telefonunu çıkardı. Merakla ona bakarken birini aradı, telefonu kulağına götürdü. Kiminle konuşacağını çok merak ederken "Pars sana bir işim düştü," dedi, kimden yardım isteyeceğini anlamış oldum.

"Uras Arkan araştırsana bir... Evet çok acil... Sonra anlatırım ben sana... Bu adamlarla ilgili." O aralıklarla bu cümleleri kurup Pars'la konuşurken gözleri beni buldu.

"Sarışın da burada," deyince şaşırdım, Pars beni mi sormuştu yani?

"Pars söyleyen o olmadı, adamlar ortaya çıkardı." Dudaklarımı ısırdım, bana yardım ederken tek bir isteği olmuştu, kardeşlerinin hiçbir şey bilmemesiydi. Fakat o adamlar bunu da ortaya çıkarmışlardı. Sahi kimse bana bu konuda hesap sormamıştı. İlk anda sormuşlardı ama sonra onlar da bırakmıştı işin peşini.

"Tamam, konuşurum ben çocuklarla. Sen bana şu herifi araştır, dediğim gibi çok acil," dedi ve birkaç bir şey daha söyledikten sonra telefonu kulağından indirdi.

"Beni neden sordu?" Merakla sordum.

"Doğan ve Erdem'e neden her şeyi anlattığını merak ediyor. Ben konuşur hallederim, senlik bir şey olmadığını söylerim, merak etme." Başımı salladım, şu an zaten bununla pek ilgilenemiyordum ama onunla konuşan ben olsam çok daha iyi olacaktı. Adam bana çok yardım etmişti. En kısa sürede yeniden yanına gitmeli ve düzgünce konuşmalıydım.

"Pars'tan on dakikaya haber gelir, bekleyeceğiz," dedi, salona gitti. Biraz keyfini yerine getirmek istedim.

"Hani beş dakika sürecekti yalnızca?" diye sorduğum an omzunun üstünden bir bakış attı.

"Mira!" Sesi uyarırcasına çıktı, yüzümde muzip bir ifade oluşurken ben de salona gidip yanına oturdum.

"Şaka yaptım," dedim, cevap vermedi. Ellerimi göğsümün altında birleştirdim ve beklemeye başladım. Umarım Pars hemen bir şeyler bulur ve bize geri dönüş yapardı.

"Sence doğru mu?" diye sordu, başımı ona çevirdim, onun da bana baktığını gördüm. "Benim bir kardeşim var mıdır?" Sesi çok kötü çıkıyordu. Benden bu mümkün değil dememi bekliyordu ama bunu dersem yalan söyleyecektim, o da bunun yalan olduğunu bilecekti ve birbirimizi kandırmış olacaktık.

"Bilmiyorum," dedim, gözlerindeki çaresizlik daha da artmıştı. "Ne hayır diyebiliyorum ne de evet. Sadece öğreneceğiz diyebilirim sana. Söz veriyorum her şeyi öğreneceğiz." Başını önüne çevirdi. Kollarını dizinin üstüne koydu, ellerini birleştirdi ve öne doğru eğildi. Merakla ona bakarken bir anda konuşmaya başladı.

"Bir abim vardı, ismi Çınar'dı. Annem ve babamla birlikte o da o arabanın içindeydi. Onlarla birlikte ölmüş. Mezarı var, annem ve babamın yanında yatıyor. Küçük kardeşim yoktu. Annem hamile değildi. Hem hamile olsa bile öldü sonuçta, bir çocuğu nasıl olsun? Babam annemi çok severdi. Hayatımda gördüğüm en aşık adamdı. Annem bu dünyanın en çok sevilen kadınıydı. Babamın annemi aldatmış olması da söz konusu değil. Başka bir kadından çocuğu olamaz yani. Annem de bunu yapmaz. Hem annemiz ya da babamız farklı olmuş olsaydı testte %99 kardeş yazar mıydı?" Benimle değil de kendi kendisiyle konuşuyormuş gibiydi. Ben de bunu yapmasına izin verdim. Konuşsun ve rahatlasın istedim.

"Aklımdan onlarca şey geçiyor ama mantıklı hiçbir şey bulamıyorum. Bulabildiğim tek mantıklı şey; gördüğümüz şeyin yalan olması. Yeni bir oyunun içinde olmamız. Başka da hiçbir şey mantıklı gelmiyor bana."

"Ya varsa?" diye sordum, gözleri bir kez daha beni buldu, devam ettim. "Ya mümkün değil dediğin şey mümkün olduysa ve bir kardeşin varsa? O zaman ne olacak?" Kasıldı, çenesindeki kasın seğirdiğini fark ettim.

"O zaman..." deyip sustu, hareket eden adem elmasından yutkunduğunu fark ettim. "Hepsini bir bir kendi ellerimle öldürürüm!" dedi ve bir anda ayağa kalktı.

"Yemin ederim ki herkesi bir bir öldürürüm! Bunu yapmış olamazlar! Bu kadar ileriye gitmiş olamazlar! Hem eğer bir kardeşim varsa bu olanların onunla ne işi olabilir? Kim yapıyor lan bunları? Ne istiyorlar benden? Kime ne yaptım lan ben? Tamam iki yıl önce o katil çıktı ortaya, haklı değildi ama bir sebebi vardı. Kardeşi ölmüştü, onları bırakıp kaçmıştım ama ben de çocuktum. O bunun intikamını almak istedi, bizi saçma sapan bir oyuna çekti, sonra da geberip gitti! Şimdi ne oluyor lan? Kim bunlar?" Ateş bir kez daha isyan etti, sesimi çıkarmadım.

"İki yıl önce ortaya çıktılar, yalandan evlendiğim kadının eski kocasıyla iş birliği yaptılar, sevdiğim kadından ayrıldılar beni. Bunu neden yaptıklarını, hatta nedenini geçtim ben daha bunu yaptıklarını öğrenemeden sevdiğim kadın yeniden hayatıma girsin diye uğraştılar. Sonra yalanlar, oyunlar başladı. Her şeyi o kadar birbirine karıştırdılar ki ne yapsak elimiz boş kaldı. Her şey saçma sapan bir hâl aldı. Gamze'nin işin içinde olduğunu öğrendik, sana ayrı bana ayrı yalanlar söyledi ve sonunda öldü. Bizi ayıran adam insafa geldi, bize yardım etti, o da öldü. Tüm bunlar olana kadar herkes yalan söyledi bize. Hayatımıza giren herkes yalan söyledi. Kimsenin söylediği yalanlar birbirini tutmadı. Herkes birbirinin yalanını ortaya çıkardı. Bu olaylar bir iplikse o ipliğe düğüm atıldıkça atıldı. Şimdi de bir kardeşim olduğunu öğreniyorum. O ipliğe bir düğüm daha attılar ve ben çözemiyorum artık Mira!" İsyan etmeye devam etti. Sahi ne çok yalan ve oyun vardı hayatımızda. Ne çok şey yaşamışız böyle?

"Yoruldum artık! Tüm bunları siktir edip kaçıp gidecek kadar yoruldum! Kim lan bunlar kim? Ne zaman öğreneceğiz bunu? Niye dertleri benim? Ben kime ne yaptım lan?" Yine aynı şeyleri söyledi ve ben yine sustum.

"Sıkıldım artık Mira, çok sıkıldım," dedi ve camdan duvara yürüdü, ayağa kalktım, yanına gittim. Ateş bana bakmazken ben dikkatle ona bakıp içimden geçirdiğim şeyi söyledim.

"Seninle ilişkimizin ne kadar karışık olduğunun farkındasın değil mi?" İşte bu soruyla bakışları beni buldu.

"İlk günden beri hep karmakarışık bir ilişkinin içindeyiz ve bunun bu olanlarla hiçbir ilgisi yok." Gözlerindeki tedirginliği fark ettim, kötü bir şey söyleyeceğim zannediyordu.

"Fakat biz şu an bunu atlattık, nasıl atlattık peki?" diye sordum, merakla bana bakıyordu.

"Nasıl?" Sordu, anında yanıtladım.

"Geçmişi unutup en baştan başlayarak başardık bunu. İşe de yarıyor, bak yine yan yanayız ve mutluyuz. Demek ki en baştan başlamak hep işe yarıyor. Bu yüzden bu işe de en baştan başlayalım." Yüzünde anlamsız bir ifade oluştu.

"Nasıl yani?"

"Öncellikle unutacağız Ateş, bildiğimiz her şeyi bir bir unutacağız. Bu zamana kadar hiçbir şey öğrenmemiş gibi yapacağız." Bakışlarındaki anlamsızlık daha da arttı.

"Yapmanız gereken bir diğer şey de hamlelerimizi kendimiz beliremek olacak. Farkında mısın bilmiyorum ama bu zamana kadar onlar bizi nereye çektilerse oraya gittik. Onlar ne istediyse hep o oldu. Ne kadarına izin verdilerse o kadarını öğrendik ve bunu başarı olarak gördük. Biz hiçbir şey yapamadık Ateş. Sırf onların istedikleri hamleleri yapalım diye bize bir şeyler verdiler, başardık zannetik ve istedikleri o hamleyi yapıp biz de onlara istediklerini verdik." Ateş bakışlarını yere çevirdi, hiçbir şey demedi.

"Kendi aklınla, mantığınla tek bir hamle yaptın Ateş. Tek bir hamle!" Üstüne basa basa söyledim bunu ve devam etti. "O da flash bellek oyunu oldu. Kendi iradenle yaptığın tek hamle bu oldu ve bak o hamle bize onların yerini buldurdu, bazılarına ulaştık. Yani yapabiliyoruz, istediğimizde gerçekten yapabiliyoruz. İşte bu yüzden yapmamız gereken bir diğer şey bu olacak. Kendi hamlelerimizi yapmak." Bakışlarından bana hak verdiğini anladım.

"Böyle devam edeceğiz, sadece kendi hamlelerimizi yapacağız ve bundan sonra bir şeyler öğrensek bile bunun üzerine düşmeyeceğiz. Sadece doğru ve mantıklı adımlar atacağız." Dikkatle beni dinlerken işaretparmağımı kaldırdım, bir işareti yaparak konuştum.

"Eğer böyle yaparsak sadece bir hafta veriyorum Ateş, bir hafta sonra her şey bitecek," dedim, cebimdeki telefonu çıkardım, ekranı ona çevirdim.

"Bugün günlerden ne?" Ekrana bakarak konuştu.

"16 Nisan Cumartesi," dediğinde telefonu indirdim.

"23 Nisan Cumartesi bu iş bitmiş olacak." Ateş kendimden emin konuşmama şaşırmış gibiydi. "Bir hafta sonra tam da burada, bu saate senin gözlerinin içine bakarak bitti diyeceğim." Amacım ona cesaret vermekti. Bunun olup olmayacağını bilmiyordum ama olması için elimden gelen her şeyi yapacağım.

"Hatta o kadar bitmiş olacak ki her şey, tek derdimiz o günün 23 Nisan Çocuk Bayramı olması ve Eva'yı nasıl eğlendireceğimiz olacak." Dudakları yana kıvrıldı, keyfi yerine geldi. Hiçbir şey demedi ama beni dinlemeye devam etti.

"Sonuçta bu onun bayramı olacak, biz de onun ablası ve abisi olarak onu mutlu etmemiz gerekiyor. Zaten her şey de bitmiş olacağı için. Bunu gönlümüzce yapabilecek, eğleneceğiz." Uzunca bir iç geçirmenin ardından yüzüme dokundu.

"Mira," dedi, bana doğru bir adım attı. Aramızdaki mesafeyi kapattı, yüzümü avuçlarının arasına aldı.

"Seni çok seviyorum, seni babamın annemi sevdiği gibi seviyorum. Hatta seni babamın annemi sevdiğinden çok daha fazla seviyorum. O kadar çok seviyorum ki bu yaşıma kadar az önce de söylediğim gibi annemin bu dünyada en çok sevilen kadın olduğunu düşünürdüm. Sen onun yerine geçtin benim için Mira." Gözlerim doldu, bu duygusallıktan nefret ediyorum artık. Gözlerimin dolması sinirimi bozuyor. Çünkü ben hiçbir zaman böyle her şeye gözleri dolan bir kadın olmadım ve olmak da istemiyorum.

"Mira'm benim," dedi, beni usulca kendine çekti, sımsıkı sarıldı. Saçlarımdan iç çekerek öptü."Güzel kadınım benim." Dudaklarım yana kıvrıldı, ismimi söylerken titreyen sesi beni mest ediyordu.

"Bu dünyanın en güzel kadınısın." Gülümsemem genişledi. "Ben de dünyanın en şanslı adamıyım." Bir anda öfkesi dinmiş, romantik bir adama dönüşmüştü.

Göğsüne bastırdığı başımı kaldırdım, çenesinin altından yüzüne baktım. Başını eğdiğinde gözlerimiz kesişti. "Ben de seni çok seviyorum," dedim, onun da dudakları yana kıvrıldı, keyfi biraz daha yerine geldi ama hâlâ gözlerindeki hüznü görebiliyor, acısını hissedebiliyordum.

"Güveniyor musun bana?" diye sordum bir anda, yaşadığımız o kadar şeyden sonra bu sorunun anlamı çok büyüktü bizim için ama o hiç düşünme gereği duymadan anında yanıtladı sorumu.

"Güveniyorum." İşte duyup duyabileceğim en büyük sevgi cümlesi tam olarak buydu.

"O zaman bir hafta sonra her şeyin biteceğine de inan olur mu?" Başını salladı.

"Olur." Geri çekildim ama elleri hâlâ belimdeydi.

"Olacak," dedim ama dedim ya olacak mı olmayacak mı ben de bilmiyorum diye. Fakat olması için her şeyi yapacağım. Yemin ederim ki yapacağım ve olacak. Onu inandırdım, kendimi de inandırdım buna. Artık gerisi çok daha kolay olacaktı.

Ateş başka bir şey demedi, o demeyince ben de demedim ve birbirimizin gözlerinin içine bakıp durduk öylece. Ne o konuştu ne de ben. Ona bakarken kalp atışım hızlanıyor, kalbim göğüs kafesime sığmıyordu. Soğuk soğuk terliyordum. Vücudumun ona karşı verdiği daha onlarca tepki vardı.

Aramızdaki bu bakışmaya bozan Ateş'in çalan telefonu oldu. Ateş belimdeki elini çekip cebinden telefonunu çıkardı. "Pars arıyor," dedi ve alelacele telefonu açtı.

"Bana güzel bir şeyler söyle Pars, bir şeyler buldum de." Merakla baktım Ateş'e ve sabırla bir şeyler söylemesini bekledim. "Sana bunun için bir gün güzel bir yemek ısmarlayacağım." Dudaklarım yana kıvrıldı, bir şeyler bulduğundan emin oldum.

"Tamam Pars anladım, tamam söylerim ben Doğan ve Erdem'e onları bulduğun zaman ikisinin de hakkından geleceğini... Olur, hemen söylerim... İşim var şimdi, kapatıyorum... Bu iyiliğini hiçbir zaman unutmayacağım," dedi Ateş aralıklarla ve telefonu kapattı, gözleri beni buldu.

"Doğan ve Erdem'e çok sinirli, onlar da delik delik saklanıyorlar." Kıkırdadım, Ateş bu yüzden küçük bir tebessüm ederken de sordum.

"Bir şeyler bulmuş değil mi?" Başını salladı.

"Bulmuş güzelim bulmuş, adresi mesaj olarak atacağım dedi," dediğinde tedirgin oldum.

"Sence onun yanına kolaylıkla gidebilecek miyiz? Eğer gerçekten bir kardeşin varsa ve bu adamlar onu tanıyorlarsa aldıkları tedbileri düşünebiliyor musun?"

"Gidip uzaktan kontrol edeceğiz sadece. Yanına gitmek gibi bir niyetim yok. Sadece onu görmek istiyorum. Senin de dediğin gibi nasıl biriyle karşılaşacağımı merak ediyorum." Eğer gerçekten niyeti buysa bunda riskli bir şey yoktu ama onu gördükten sonra yanına gitmeden nasıl duracağını çok merak ediyorum. Kendine engel olamamasından korkuyorum. Fakat şöyle de bir şey var ki ben yanındayken bizi riskli bir duruma atmaz.

"Gidelim o zaman," dedim, salondaki montumu aldım, üzerime geçirdim. Ateş de montunu giyerken bir anda mutfaktan bir şeylerin düşme sesi geldi, kaşlarımı çattım. Gözlerimi Ateş'e çevirdim, onun da bakışları beni buldu.

"Evde başka birisi mi var?" Bilmiyorum dercesine dudaklarını büzdükten sonra konuştu.

"Haberim yok," dedi, mutfağa yöneldi. Hızla ben de peşinden gittim. İkimiz de mutfağa girdiğimizde hiç görmeyi beklemediğim bir manzara gördüm.

Adamın biri mutfak masasında oturmuş, sucuklu yumurta yiyordu. Bayağı iştahlı bir şekilde yiyordu hem de. Bir de çay demlemişti kendine. Kimdi bu adam? Bahçedeki adamlardan birinin böyle bir şey yapacağını hiç zannetmiyorum. Bize tehlike arz edecek birisi de olamazdı. Öyle birisi olsaydı herhalde mutfakta oturup sucuklu yumurta yeyip çay içecek hâli yoktu.

"Ne işin var senin burada?" Ateş'in sorusuyla onu tanıdığını anladım, kim olduğunu sorgulamamıştı çünkü.

Sucuklu yumurta yiyen adam başını kaldırdı, bizi görünce dudaklarını birbine bastırdı. Ağzı dolu, dudakları birbirine kenetlenmişken dudakları yana kıvrıldı, güldü. Şaşkın şaşkın baktım ona. Bayağı şaşkın baktım hem de. Çok tuhaf bir andaydık çünkü şu an.

Gözlerim adamın üzerinde gezindi. Beyaz tenli, sakalları olmayan, simsiyah gözleri olan bir adamdı. Fazla zayıf değildi ama iri yapılı da değildi. Ben onu incelemeye devam ederken yutkundu, ağzındaki lokmayı yuttuktan sonra konuştu.

"Yemek yemeye geldim, içeriye girdim bir baktım hiç kimse yok. Ben de mutfağa girdim, yemeğimi hazırladım, yiyorum." O konuşurken gözlerim eline takıldı, bembeyaz ellerinin yüzü yaraydı. Birini fena benzetmiş gibi bir hâli vardı.

"Oğlum senin evin yok mu? Gidip evinde yeseydin ya yemeğini!" Ateş kızdı, fakat adamın pek umurunda olmadı.

"Burası daha yakındı, acıktım. Ayrıca bana yemek borcun vardı, o herifleri Erdem'le birlikte ben de yakaladım. Bence bir sucuklu yumurtayı hak ettim." Tek kaşımı kaldırdım, adamları yakalamaya o da mı yardım etmişti? Tamam da kim ki bu adam?

"İyi ye, bir şey demedik. Biz çıkıyoruz, sen de yemeğini yedikten sonra ister git ister kal." Ateş adamın bu emrivakisini hiç sorun etmezken sadece onu tanıdığını değil, yakın olduklarını da anladım.

"Dur oğlum be! Hemen kaçıyorsun sende! Bir Yenge Hanım'la tanışalım bir," dedi ve ayağa kalktı. Onun bana Yenge Hanım demiş olmasına şaşırırken yanıma geldi, yanıma gelirken ellerini birbirine vurdu, temizledi, karşımda durdu ve elini uzattı.

"Yavuz ben." Kendini tanıttı, uzattığı elini tuttum.

"Mira," dediğimde elini ilk çeken o oldu, ellerini arkasında birleştirdi. Hâlâ onun kim olduğunu delicesine merak ederken Ateş araya girdi.

"Sniper 5." Ateş'in söylediği şeyle hızla yeniden karşımdaki adama döndüm. Ölmek üzere olduğumuz o evde onu merak etmiştim, bizimle telsizle iletişime geçen hep o olmuştu ve şimdi karşımda duruyordu.

"İçeride bir sorun olduğunu anlayınca dışarıdakileri yöneten o oldu. Sonra da orman yoluna gitmiş, beklemiş ve adamların bindikleri arabaların lastiklerini patlatmış, kaçmalarna engel olmuş. Peşlerinden de Erdem gidince yakalamışlar işte adamları." Ateş onun yaptığı şeyi anlatırken adama küçük bir tebessüm ettim.

"Demek sizin sayenizde yakaladık adamları, bu bizim için çok önemliydi. Kendi adıma çok teşekkür ederim," dediğim an kaşlarını çattı.

"Siz?" dedi anlamsız bir şekilde ve devam etti. "Bu kadar resmi olmasak mı acaba?" diye sordu ve gülerek Ateş'e döndü.

"Bana siz dedi lan, bir beyefendi demediği kaldı. Kimse bana beyefendi dememişti lan bu zamana kadar." Şaşkınca kaldım, biraz değişik bir adamdı.

"Neyse tamam toparlanıyorum. Her nereye gidiyorsanız size kolay gelsin, ben çok açım yemeğe devam ediyorum," dedi ve masaya döndü, büyük bir iştahla sucuklu yumurtaya devam etti. O yemeğini yerken biz de evden çıktık, Pars'ın attığı adrese gittik.

"Tuhaf birisi," dedim sessizliği bozarak, Ateş kimden bahsettiğimi anladı.

"Öyle," deyip bana döndü. "Bu işte ondan daha iyisini bulamazsın ama. İddia ederim ki ondan daha iyi bir sniper yoktur." O kadar güvenerek söyledi ki bunu buna inanmam çok zor olmadı.

"Tek isabette vuramadığı tek şey kadınların kalbiymiş," dedi ve gülerek önüne döndü. "Öyle diyor kendisi." Ben de güldüm.

Dakikalar sonra şehrin içinde, lüks evlerin bulunduğu bir sitede, iki katlı, bahçeli bir evin biraz ilerisinde durduk.

"Burada birini zorla tutacaklarını zannetmiyorum. Bahçede tek bir kişi bile yok, evden çıt çıkmıyor." Düşündüğüm şeyi söyledim.

"Haklısın." Ateş'in söylediği tek şey de bu oldu.

"Burada oturacak mıyız? Çıkmasını mı bekleyeceğiz? Hem kim olduğunu bile bilmiyoruz, yanımızdan geçip gitse tanımayacağız." Ateş'in gözleri yeniden beni buldu.

"İçeriye girmek tehlikeli, tedbirimiz yok. Evde söylediklerini ne çabuk unuttun? Bundan sonra mantıklı ve daha akıllıca hareket edip sadece kendi istediğimiz şeyleri yapacağız." Ben de ona hak verdim, başımı salladım ve önüme döndüm, eve bakmaya devam ettim.

Orada ne kadar öylece bekledik bilmiyorum. Belki bir saat geçti belki iki saat. Hatta belki çok daha fazlası olabilirdi. Yine de sabırla ve dikkatle eve doğru bakarken sabrımızın sonucunu aldık, evden çıkan genç bir kız gördük. Merakla o tarafa bakarken kız bahçeden de çıktı, elindeki poşeti konteynera attı ve yeniden eve girdi. En fazla 22-23 yaşlarındaydı. Biz dikkatle kıza bakarken gözüm bir anda evin balkonuna takıldı, donup kaldım.

Genç bir çocuk vardı balkonda, ellerini kenara koymuş, gözlerini kapatmış derin nefesler alıyordu. Eğer birisi bana buraya Ateş'in kardeşi için geldiniz demeseydi ve ben eğer tesadüfen bu çocuğu görmüş olsaydım Ateş kayıp kardeşin varmış diye küçük bir espri yapar, dalga geçerdim. Çünkü o kadar çok benziyorlar ki DNA testine gerek yoktu. Sanki şu an karşımda Ateş'in yıllar önceki hâli duruyordu. Tamam o hâlini ben de görmedim ama benziyorlardı işte, çok benziyorlardı.

Çocuğu göstermek için hızla Ateş'e döndüm ve onun çoktan fark ettiğini gördüm. Gözlerini balkona dikmiş, merakla ve tıpkı benim gibi şaşkın bir ifadeyle oraya bakıyor, dikkatle çocuğu inceliyordu. Muhtemelen şu anda genç bir çocuğa değil de aynaya bakıyormuş gibi hissediyordur.

Hiç de zorla tutuluyormuş gibi görünmeyen genç çocuk balkondan çıkarken Ateş bakışlarını direksiyona sabitledi, hiç sesi çıkmadı, sustu. "Sana çok benziyor," dedim, onun Uras mı başka biri mi olduğunu sorgulamadık bile. Çünkü Uras'tı, bu çok belliydi.

Ateş'in kopyası olan Uras.

"Fark ettim." Ateş bir tek bunu söyleyebildi.

"Bu benzerlik sıradan bir şey olamaz," dedim, gözleri sonunda beni buldu.

"Kardeşim diye kabul mü etmeliyim yani?" Sordu, nasıl cevap vereceğimi bilemedim ama yine de bir şeyler söyledim.

"Bilmiyorum, bildiğim tek şey şu saatten sonra rahatlıkla ona arkanı dönemeyecek olman." Çekti yine gözlerini benden, eğdi başını. Merakla ona bakarken gözlerini kapattı, derin bir nefes aldı ve bu şekilde konuştu.

"Eğer bir kardeşim varsa, ben bunu şimdi öğreniyorsam, daha doğrusu şimdi öğrenmeme izin veriyorlarsa her şeyin ne kadar eskiye dayandığının farkındasın değil mi?" Sordu, haklıydı bu konuda. Eğer bu durum gerçekse her şey gördüğümüz o genç çocuğun doğumuna kadar gerileyebilirdi. Birisi onu kaçırmış, ailesinden uzakta büyütmüş ve şimdi ortaya çıkarmıştı. Hem de bunu bizimle uğraşan adamlar yapıyordu. Meselenin eskiye dayandığına inanmak güç olmadı.

"Farkındayım," dedim söylediği şeye yönelik, düzelttiğim morali yine altüst olmuştu ve berbat görünüyordu.

"Her şey benim yüzümden oluyor yani Mira. Herkes benim yüzümden tehlikede." Sıkıntıyla iç geçirdim.

"Ateş lütfen..." Sözümü kesti.

"Saçmalamayayım." Cümlemi tamamlayan kendisi oldu, başımı salladım.

"Aynen öyle, lütfen saçmalama," dedim, yüzündeki çaresizlik yeniden kendisini belli etti.

"Tek birinizin, içinizden herhangi birinin bile böyle düşünmediğinden eminim ama bu yük omuzlarıma çok ağır geliyor. Herkesin hayatının benim yüzümden, benim geçmişim yüzünden teklikede olmasının bana nasıl hisettirdiğini anlamanız mümkün değil." Kendimi onun yerine koydum, onun durumunda ben olsaydım nasıl hissederdim diye düşündüm ve işte onu o an anladım.

Berbat hissederdim. Suçlu, çaresiz, mahkûm hissederdim. Vicdan azabı çekerdim, sürekli kendimi suçlar dururdum. Kötü hissetmekte haklıydı yani.

"Sen kimseyi yanında zorla tutmuyorsun Ateş," dedim, bakışları yeniden beni bulurken de devam ettim. "Hepimiz senin yanında, olmak istediğimiz için senin yanındayız ve bu işin içindeyiz. Hepimizin çekip gitme, buradan ve bu olanlardan kendini kurtarma şansı var ama hiçbirimizin aklına bu gelmiyor. Çünkü biz bir aileyiz. İnsan hiç ailesini yarı yolda bırakır mı? İnsan hiç ailesi için savaşmaktan korkar mı?" Ateş'in yüzünde buruk bir tebessüm oluştu.

"Ateş en önemlisi insan hiç ailesinden vazgeçer mi? Biz nasıl vazgeçelim senden? Ben seni anlıyorum, çok iyi anlıyorum. Kendini ne kadar berbat hisettiğinin farkındayım ama senin böyle hissetmeden bizi de aynı şeyleri hissetmeye yöneltiyor," deyip uzandım, elini sımsıkı tuttum.

"Bu yüzden at aklından bu düşünceleri, bir daha da sakın aklına gelmesin." Cevap vermedi, sadece sımsıkı elimi tuttu ve başını salladı.

"Şimdilik sadece kardeşine odaklanalım, onun neler yaşadığını öğrenelim. Nasıl bir hayatı olduğunu anlayalım. Eğer o adamlara mahkûmsa, o adamlar ona zarar veriyorlarsa onu oradan kurtaralım. Yok, eğer her şeyden uzakta burada bir hayat yaşıyorsa da çık karşısına ve tanıt ona kendini. Ben senin abinim, seni benden aldılar ama ben geldim de." Ateş'in tüm bedeni kasıldı, kıpkırmızı oldu.

"Kardeşim olduğundan eminsin yani?" diye sordu, anında yanıtladım.

"Bu benzerlik sıradan değil demiştim." Gözlerini kapattı, önüne döndü ve başını direksiyona koydu, düşündü. Ben de ona düşünmesi için izin verdim, sesimi çıkarmadım ve sabırla bir karar vermesini bekledim.

Dakikalar sonra başını direksiyondan kaldırdı. Bana bir şeyler söylemesini bekledim ama bunu yapmadı, telefonunu çıkardı ve her kimi aradıysa telaşla konuşmaya başladı.

"Erdem, şimdi sana bir adres vereceğim, hemen orada yirmi adam gönder." Adamları neden çağırdığını merak ettim. Tedbir alıp eve girmek için miydi?

"Bir evi uzaktan izleyecekler, birini koruyacaklar. Takip edecekler." İşte o an anladım sebebini, kardeşini ondan kaçırmalarından korkuyordu.

"Gelince anlatırım Erdem... Tamam, hallet hemen... Atıyorum ben adresi... Sağ ol kardeşim... Bu arada Pars her yerde sizi arıyor, aklınız varsa siz çıkın karşısına." İşte o son cümle beni güldürdü. "Tamam tamam hadi kapattım, çabuk hallet," dedi ve kulağından indirdi telefonu. Ardından da telefonuyla biraz daha ilgilendi, birilerine mesaj attı ve gözleri beni buldu.

"Gidelim artık." Şaşırdım, öyle hemen gidecek miydik yani?

"Gidelim mi?" Şaşkınlığımı belli edecek şekilde sordum, başını salladı.

"Evet, şimdilik güvenliğini sağlayalım yeter. Karşılaşmak, karşısına çıkmak, konuşmak için çok erken." Erken değildi ama hazır da değildi, bu yüzden anlayışla başımı salladım.

"Gidelim, haklısın erken." Ona ayak uydurdum, benden destek alınca daha rahatlamış bir ifadeyle arabayı çalıştırdı ve evin önünden uzaklaştık.

Eve döndüğümüzde ben salonda oturuyordum, Ateş de bir sağa bir sola gidip volta atıyordu. Yaklaşık birkaç dakika önce bizimle aynı anda gelmiş olan Erdem ve Doğan'a her şeyi anlatmıştı. İkisi de şaşkınca karşımda oturuyor, ikisi de hiçbir tepki vermiyorlardı. Bizim o ilk anki şaşkınlığımızı yaşıyorlardı kısacası.

"Peki gerçekten kardeş olduğunuza emin misiniz?" Erdem sordu, cevap veren ben oldum.

"Çocuk 20-21 yaşlarındaydı. Eğer yolda tesadüfen görmüş olsam Ateş'in o yaşlarındaki hâlini gördüm zannederdim, o derece benziyor," dedim, Doğan hemen araya girdi.

"Her kardeş birbirine benzemez, her benzeyen de kardeş olmaz ama Mira. Mesela..." deyip yanından oturan Erdem'i gösterdi ve devam etti. "Benim bununla benzerliğim var mı? Yok. Fakat kardeşiz." Şaşkınca kaldım, gerçekten bunu söylemiş miydi yani? Birbirlerine ne kadar benzediklerinin farkında değil miydi? Onlar için de DNA testine ihtiyaç yoktu. Kardeş oldukları besbelli ortadaydı.

"Sen herhalde hayatım boyunca hiç aynaya bakmadın ya da Erdem'e doğru düzgün bakmadın. Siz ne kadar benzediğiniz farkında değil misiniz?" diye sordum, Erdem ve Doğan birbirlerine dikkatle baktıktan sonra ikisinin de gözleri beni buldu.

"Biz mi benziyoruz?" diye sordu Doğan alay edercesine ve devam etti. "Dalga geçme Mira, bizim neremiz benziyor?" Ciddi mi değil mi anlamaya çalışırken Erdem araya girdi.

"Ben daha yakışıklıyım," dediği an ona döndüm, gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım.

"Hadi lan oradan! Ben daha yakışıklıyım!" diye devam ettirdi Doğan, Erdem'in kaşları çatıldı.

"Senin neren yakışıklı lan? Tamam bir giderin var ama benim kadar da değil." Onların girdiği kavga yüzünden güldüm, fakat kendime çok çabuk engel olup başımı kaldırdım ve Ateş'e baktım. Şu an konuşulan konu pek de umrunda değilmiş gibiydi. Sadece kendine odaklanmış, sadece kendini düşünüyordu. Onu bu dalgın hâlinden çekip çıkaran ve Erdem'le Doğan'ın kavgasına son veren şey salona gelen adam oldu.

Hiçbir şey söylemeden Ateş'in yanına geldi. Elindekileri Ateş'e verdikten hemen sonra geldiği gibi sessizce ayrıldı yanımızdan. Merakla Ateş'e baktım ve elindekilerin ne olduğunu anlamaya çalıştım. Onun heyecanlı haline bakılırsa önemli bir şeyler olsa gerek.

"Onlar ne?" Bu soruyu benim yerime soran Erdem olurken Ateş yanıma oturdu.

"Onlarla konuşmuyoruz ama kim olduklarını öğrenmemiz lazım. Adamlar elimizdeyken bunları öğrenmek çok kolay oldu," dedi, heyecanlandım. Merakla baktım elindekilere, bir kağıt çıkardı, göz attı ve konuşmaya başladı.

"Şu patron diye bahsettikleri adamın ismi Bahadır Akyol." Dikkatle dinliyordum Ateş'i. "42 yaşında ve evli değil, çocuğu yok. Ailemi tanımıyor, sizinle de herhangi bir bağı yok," dedi, kağıdı sehpaya attı. "Siktir edin, gerekli hiçbir şey yok," deyip diğer adamlarla ilgili bilgileri de okudu ama onlardan da hiçbir şey çıkmadı.

"Bak burada adamın kardeşleri yazıyor," dedi Doğan ve Ateş'in eline aldığı ilk kağıdı gösterdi, devam etti. "İki erkek bir de kız kardeşi varmış. Kız kardeşi küçükken ölmüş. Erkek kardeşlerinden büyük olanının ismi Cengiz, küçük olanınki Çetin." Doğan konuşurken araya girdim.

"Kız kardeşi nasıl ölmüş?" Sordum, bakışları beni buldu.

"Sadece öldüğü yazıyor." Ateş'e döndüm hızla.

"Aradığımız şey bu olabilir. Ölen bir kız var ve ortada hakkında hiçbir şey yok. Belki de yaşadığımız her şeyin sebebi ölü bir kızdır," dedim, söylediğim Ateş'in aklına yattı, bunu fark ettim.

"Ne yani şimdi yine yaşadığımız şeyin sebebi bir kızın ölümü mü? O katilde kardeşi öldü diye bizimle uğraşıyor, kardeşinin intikamını almak istiyordu. Bu adam da mı kardeşi öldü diye bizim peşimizde?" Erdem sabır dilercesine sordu, konuşan ben oldum.

"Zannetmiyorum," dedim ve devam ettim. "Aynı şey olduğunu düşünmüyorum. Başka bir şey olmalı ama öğrendiğimiz her ayrıntıyı araştırmamız lazım. Kesin bir bilgiye ancak kızı araştırarak öğrenebiliriz." Söylediğim şeyle Ateş hemen telefona sarıldı.

"Araştıralım madem," dedi ve birini aradı, konuşmaya başladı. Doğrusu tüm bunları araştıran, bize ulaştıran, her seferinde aradıkları o kişi kim çok merak ediyorum. Bu işlerin de arkasında çok güvendikleri birisi olsa gerek.

Ateş telefonla konuşurken Erdem ve Doğan düşüncelere daldılar. İkisi de dikkatle ellerindeki kağıdı inceliyorlardı ve bir ipucu daha arıyorlardı. Ben de sabırla bekledim. Ateş yanımıza döndüğünde hiç beklemediğimiz bir şey söyledi. "Kalkın hadi, gidiyoruz."

"Nereye?" Anında sordum.

"Arkadaki adamların yanına." Şaşkınca kaldım.

"Adamların yanına mı? Hani bekleyecektik? Hani adamların aklıyla oynayacaktık?" Sorularımı üst üste sordum.

"Öyle yapacaktık, yapacağız da ama adamların yanına hiç uğramamak da olmaz. Şimdi gideceğiz ve adam gibi konuşmaya çalışacağız. Siz her şeyi bana bırakın ne yaptığımı çok iyi biliyorum ben. Ben konuşurum, siz yanımda olun ve susun, bana yeter." Hepimiz onu onayladık, bu konuda ona güvendik ve evden çıktık. Arka bahçeye geçtik, adamları tuttukları yere ilk giren Ateş oldu. Peşinden ben, benim peşimden de diğerleri bir bir girdiler.

Deponun içine baktım, hepsi için birer yatak vardı ve adamların sadece bir elleri ve bir ayakları bağlıydı yatağa. Onları burada günlerce tutmayı düşündükleri için yataklar normal gelmişti.

Ateş ellerini arkasında birleştirdi, patron diye bahsettikleri o adama doğru yürüdü. Adamın isminin Bahadır Akyol olduğunu öğrenmiştik. "Sonunda gelmeye tenezzül edebildin Ateş Demirkan," dedi adam yorgun çıkan sesiyle. İlk gördüğümün aksine çok kötü, yorgun görünüyordu.

"Keyfiniz yerinde mi diye bakmaya geldim." Ateş'in sesi alay edercesine çıktı.

"O kadar güzel ağırlıyorsunuz ki bizi, şaşkınlık içindeyiz. Hepimiz ne zaman öleceğimizi bekliyoruz. Tıpkı sizin için hazırladığımız gibi kendimiz için de bir ölüm listesi hazırladık, ölmek için sıraya girdik." Bulunduğu durum adamın zerre umurunda değildi ve açıkça alay ediyordu. Fakat onun alaylı tavrıda Ateş'in umurunda değildi.

"Öldürmek mi? Yapma be Bahadır, öyle kolay ölüm mü olur hiç? Siz bizi hemen öldürdünüz mü de biz sizi öldürelim?" diye sordu Ateş, Doğan araya girdi.

"Vallahi biz süründük, sizi de süründürmeden bir şey yapacağımızı hiç zannetmiyorum." Doğan'ın cevabıyla Erdem güldü, ben sessiz kalmayı tercih ettim.

"Duydun değil mi? Kardeşlerim de senden intikam almak için delirdiler. Siz ölüm sırasına girdiniz, biz de sizi öldürmek için sıradayız. Herkes intikam almak için sırada bekliyor." Ateş sakin sakin konuştu, Bahadır bir anda güldü.

"Kardeşlerin öyle mi?" dedi ve kahkahası daha da şiddetlendi. Bu sorunun altındaki imayı çok iyi biliyordum. "Öyle olsun," diye ekledi gülerken ama Ateş'in umurunda olmadı. O bunun şaşkınlığını çoktan yaşamıştı. Fakat hâlâ acı çektiğinin farkındaydım ve acısının nedeni bir kardeşinin olması değil, bunu yeni öğrenmesiydi.

"Kardeşlerim lan komik bir şey mi var?" Ateş de alay edercesine sordu, sessizlik oldu.

"Bitti zannediyorsunuz değil mi?" diye sordu adam, sesimi çıkarmadım.

"Sizin en büyük sorununuz tam olarak bu! Çok çabuk kabulleniyorsunuz her şeyi! Çok çabuk bitti zannediyorsunuz. Bir ipin ucunu yakaladığınızda ipler artık sizin elinizde zannediyorsunuz. Sizce bizi yakaladınız ve her şey bitti mi gerçekten? Buna mı inanıyorsunuz? Kutlama falan da yaptınız mı bari?" Gözlerimi yere çevirdim, evet yapmıştık ama her şey bittiği için değil, bir şeyler yapabildiğimiz için yapmıştık bu kutlamayı.

"Herhangi bir şeyi kabullendiğimiz yok bizim. Artık sizi çok iyi tanıyor, neler yapacağınızı çok iyi biliyoruz. Yalnız olmadığınızı, arkanızda birilerinin olduğunu da biliyoruz. Zaten bu yüzden buradayım şu an ve siz hâlâ yaşıyorsunuz." Ateş konuşurken Bu konuşmanın sonunun nereye gideceğini çok merak ediyordum.

"Buraya sizin için bir teklif yapmaya geldik." Şaşkınca kaldım, teklif mi? Ne teklifi? Bizim neden böyle bir şeyden haberimiz yoktu? Doğan ve Erdem'e baktım, şaşkın gibi durmuyorlardı ama onların da haberinin olmadığı çok belliydi.

"Öyle mi? Neymiş bu teklif?" Bahadır sordu, merakla Ateş'e baktım ve cevap vermesini bekledim.

"Sana tek bir defa soracağım. Bu soruyu sadece bir kere duyacaksın. Kabul edersen edeceksin etmezsen bir daha kabul etmek için fırsatın olmayacak." Daha çok meraklandım.

"Tek bir cevap hakkın var yani. Ya evet diyeceksin ya da evet diyeceksin. Ağzından başka hiçbir şey çıkmayacak! Çıktığı an yaşama hakkını kaybedersin!" Ateş adamı uyarmaya devam etti.

"Şimdi söyle bana," diye konuya girdi sonunda ve ekledi. "Bizim tarafımıza geçip her şeyi en başından sonuna kadar anlatacak mısın yoksa bunun uğruna ölecek misin?" Ateş'in sorusuyla hızla adama döndüm, işte beklediğim soru tam olarak buydu.

Adamın gözlerinin içine baktığım o ilk an gördüğüm tereddüt yeni bir başarının ilk adımlarıydı. Bu tereddüt bizi düştüğümüz kuyudan çıkaracaktı. Bu tereddüt her şeyin sonu olacaktı. Bu tereddüt bitecek olan şeylerin bir başlangıcıydı. Bu tereddüt bizi tehlikenin içinden çekip alacaktı. Her şeyden önce bu tereddüt bir kurtuluştu.

Bizim kurtuluşumuz.

Bölüm Sonu!

Selamlar :) yine ben? Nasılsınız? Neler yapıyorsunuz?

Uras'ın Ateş'in kardeşi çıkmasını bekliyor muydunuz? Sizce bu benzerlik gerçekten kardeş olduklarını kanıtlar mı?

Erdem ve Doğan'ın atışmasını yazarken çok güldüm ya jsjsjsjhshs

Sizce adam teklifi kabul edecek mi?

Yavuz'u sevdiniz mi? Daha çok görür müsünüz sizce onu?

Buraya bölümü en iyi anlatan emojiyi bırakabilirsiniz.

Bölüm hakkındaki yorumlarınızı buraya yazabilirsiniz.✨

Yeni bölüm alıntısını okumak ve duyurulardan haberdar olmak için beni sosyal medyadan da takip edebilirsiniz.💫

Bir sonraki bölümde görüşmek dileğiyle... Kendinize çok iyi bakın, sevgiyle ve sağlıkla kalın.♡

Instagram: gizzemasllan / sucortagimofficial

Twitter: gizzemasllan

SİZİ ÇOK SEVİYORUM.♡

Loading...
0%