Yeni Üyelik
69.
Bölüm

68.BÖLÜM "YASEMİN KOKULU SEVDİĞİM"

@gizzemasllan

Selam suç ortaklarım✨

Bölüme başlamadan önce yıldızı parlatırsanız çok sevineceğim.💫

Buraya ben de sizin için kalp ve yıldız bırakıyorum.⭐♡ Sizinkileri de bekliyorum.❥

Lütfen satır aralarına yorum yapmayı unutmayın, yorumlar çok az ve moralim çok bozuluyor. Tek bir yorum da olsa düşüncenizi belirtin, emin olun bu benim için çok önemli ♡

Keyifli okumalar <3

Instagram: gizzemasllan / sucortagimofficial

***

68. BÖLÜM "YASEMİN KOKULU SEVDİĞİM"

Hepimizin bir hayat hikâyesi vardır. Hikayesi olmayan herhangi bir insan yoktur. Doğmuş olmamız bile başlı başına bir hikâyedir. O hikâye ne zaman başlar bilirsin ama ne zaman bitecek bilemezsin. Hiç kimse bilemez bunu. Birçok şey yaşarız o hikâyenin içinde. Mutlu oluruz, üzülürüz, bazen ağlar bazen çok güleriz. Bazen de öyle şeyler yaşarız ki, canımız o kadar çok yanar ki bunları ne zaman yaşamaya başladığımızı, canımızın yandığını o ilk anı asla hatırlamayız. Çünkü zihnimiz bunu unutur. Unutmak ister, insan hiç canının yandığını hatırlamak ister mi ki zaten?

Ben, komiser Mira Aksoylu... Hikâyem tıpkı sizin gibi doğduğum gün başladı. Çok şey yaşadım, çoğu kez güldüm çoğu kez ağladım. Hırslarımla varoldum, öfkemle ayakta durdum, mantığımla yaşamaya devam edebildim ve bir şekilde yaşadım, yaşamaya da devam ediyorum. Fakat ben de bilmiyorum canımın yandığı ilk anı. Çok düşünüyorum bazen, asıl hikâyem ne zaman başladı ve benim canım ilk ne zaman yandı?

Siz biliyor musunuz bu sorunun cevabını?

Ben kendime hiçbir zaman bu sorunun cevabını veremedim, veremiyorum. Çok düşünüyorum ama olmuyor, olacak gibi de durmuyor. Sanırım bu soru benim için hep gizemini koruyacak. Acaba aynı ekipten olduğum, çok sevdiğim arkadaşım Barış'ın başka bir isimle, bambaşka bir hayatı olduğunu öğrendiğiğimde mi daha çok yandı canım? Yoksa babamın hem mesleğine hem de anneme ihanet ettiğini öğrendiğimde mi? Hangisi daha çok yaktı canımı? Abimin ölümü mü? Annemin yıkımı mı? Hangisi daha çok etkiledi beni? Sevdiğim adamın evli oluşunu öğrenişim mi yoksa onu delicesine severken inandığım saçma sapan birkaç fotoğraf yüzünden ona ihanet etmiş olduğum mu?

Benim canımı hangisi daha çok yaktı? Benim hayatımı hangisi daha çok etkiledi? Bu olaylardan hangisi bana yön verdi? Hangisi Mira olmamı sağladı? Bilmiyorum işte bilmiyorum ve bilmeyi çok istiyorum.

Bazen uzun uzun düşünüyorum, belki de benim hayatıma yön veren şey başka birinin hayatında olan şeylerden herhangi birisidir. Belki de beni Mira yapan başka birinin acısıdır, başka birinin ihaneti, başka birinin öfkesidir. Hatta belki de başka birinin intikamı. Mesela şu an karşısında durduğum adamın almak istediği intikamının sonuçlarını yaşıyor olabilirdim. Hayatımızı bu hâle getiren adam karşımdaki adam olabilirdi ve ben çaresizce o adamın gözlerinde gördüğüm tereddüte tutundum, o tereddütün kurtuluşumuz olacağına inandım.

"Cevap ver!" diye emretti Ateş ve adama doğru bir adım attı. "Kabul ediyor musun etmiyor musun?" Bu soru bu adama karşı onun ağzından son kez çıkıyordu ve adamın gözlerindeki tereddüt her geçen dakika biraz daha büyüyordu.

"Size yardım edeceğim, sen de bana hiçbir şey yapmayacaksın öyle mi? Neden inanayım buna? Nereden bileyim her şeyi öğrendikten sonra beni öldürmeyeceğini?" Adamın sorusuyla merakla Ateş'e baktım, ellerini cebine soktu, omuz silkti.

"Bilemezsin, hiçbir zaman da bilemeyeceksin ama bir karar vermek zorundasın." Haklıydı, bir karar vermek zorundaydı. Cevabı olumsuz da olsa şu an bize bir cevap vermesi gerekiyordu.

"Ya vermek istemiyorsam?" diye sordu adam, Ateş yine aynı rahatlıkla konuşmaya devam etti.

"O zaman senin adına ben karar vereceğim, ölümü seçmişsin gibi hareket edecek ve kafana bir tane sıkacağım. Bana bir şeyler veremeyecek, vermeyecek olan bir adamı neden yanımda tutmaya devam edeyim ki? Bu boş yere risk almak olur." Ateş yine beklediğim cevabı verdi. Onu öldürmeyeceğini biliyordum, tehdit ediyordy sadece, bu yüzden sesimi çıkarmıyordum.

"Yapamazsın, benden başka çaren yok. Eğer herhangi bir şey öğrenmek istiyorsan bunu ancak benim sayemde başarabilirsin ve senin gibi akıllı bir adam beni öldürmek gibi aptalca bir adım atmaz." Adam kendinden emin bir şekilde konuşurken Ateş güldü, gülerken de bize doğru döndü, elleri hâlâ cebindeydi.

"Duydunuz mu? Ondan başka çaremiz yokmuş," dedi ve güçlü bir kahkaha attı, adama döndü.

"Sen harbi komik adammışsın he," diyen Ateş'e şaşkınca baktım, onu ilk defa böyle bir durumun içindeyken bu kadar ciddiyetsiz görüyordum ve bunun taktik olduğunu kolaylıkla anladım.

"Sen bu söylediğine inanıyor musun gerçekten? Sence gerçekten de tek şansım sen misin?" Ateş sordu, adamın tereddütlü gözlerinde bu kez de şüphe gördüm, yavaş yavaş kıvama geliyordu. Zaten sessiz kalması da olumlu bir davranıştı. Söyleyecek bir şeyi olmadığını gösteriyordu çünkü. Bu da boşluğa düştüğünü anlamamı sağlıyordu.

"Sence biz seni nasıl bulduk Bahadır? Kuşlar mı söyledi bize senin yerini?" Ateş'in söylediği şeyle Doğan güldü, Erdem'in ise sadece dudakları yana kıvrıldı, alayla gülümsedi.

"Ya da evinin önünden geçerken Aaa burada kesin bizimle uğraşan adamlardan birisi yaşıyordur, hadi içeriye girelim mi dedik sence?" Ateş adamla alay etmeye devam ederken, adam gözlerini yere sabitlemiş hiçbir tepki vermiyordu.

"Siz hiçbir şey bilmiyorsunuz." Duyduğum sesle başımı çevirdim, ilerideki yatakta oturan adama baktım. Bu o evdeyken sürekli bizimle konuşan ve kendisini 'Yarasa,' diye tanıtan adamdan başkası değildi.

"Sen çok biliyorsun," dedi Doğan ve adamın yanına doğru yürüdü. "Neydi lan senin adın? Baykuş mu?" Doğan'ın sorusuyla kendimi tutamadım, güldüm.

"Yarasa," diye düzeltti adam, Doğan omzunun üstünden arkasında kalan Erdem'e doğru baktı.

"Bence buna Baykuş daha çok yakışır değil mi Erdem?" dediğinde Erdem yine sessizliğini korudu ve başını sallamakla yetindi. Doğan Yarasa'yla dalga geçmeye devam edecekken Yarasa onları umursamadı ve Ateş'e bakarak konuştu.

"Sizin hiçbir bok bildiğiniz yok!" dedi, Bahadır'a döndü.

"Patron inanma bunlara, bir bok bildikleri de bizden başka bir şeyler öğrenecekleri kimse de yok." Yarasa Bahadır'a gaz verirken Bahadır'a baktım ve gözlerindeki o tedirginliğin yok olduğunu gördüm, işte bu iyi değildi. Yarasa başarılı oluyordu ve Ateş'in bir an önce bu duruma müdahale etmesi gerekiyordu, yoksa kaybedecektik.

Gözlerimi Ateş'e çevirdim, bir şeyler yap dercesine baktım. Bakışlarıyla beni rahattıktan hemen sonra gözlerini Bahadır'a çevirdi.

"Bu salak herif sayesinde bulduk seni, onu dinlemen biraz tuhaf geldi. Oysa akıllı bir adam gibi görünüyordun." Ve işte beklediğim hamle geldi. Bu hamle de işe yaradı, Bahadır öfkeyle Yarasa'ya döndü ama yine bir şey demedi, yine sustu.

"Patron yalan söylüyorlar ben..." Ateş anında sözünü kesti.

"Sana verdiğimiz flash belleğin içinde takip cihazı vardı, sen de onu bunun evine götürdün, biz de seni takip ettik ve sonra da yanınıza geldik." Yarasa bile duyduğu şeyin şaşkınlığını yaşarken Ateş devam etti.

"Gerçek flash bellek de bizde kaldı, her şeyi oradan öğrendik." İşte şimdi yalan söylemişti, her şey değil tek bir şey öğrendik. O da onun kardeşi oldu, devamına bakmaya ne o cesaret edebildi ne de ben. Fakat bunu yapmak zorunda olduğumuzu biliyorum. Hem de en kısa zamanda.

"Mesela artık bir kardeşim olduğunu biliyorum." Ateş'in rahatlıkla söylediği şey beni şaşırttı, bu cümleyi ondan bu şekilde duymayı beklemiyordum. Hatta sadece ben değil, diğerleri de beklemiyordu, Bahadır bile. Çünkü şu an o bile şaşkındı.

"Uras Arkan," dedi Ateş ve iç çekti. "Kardeşim Uras Arkan," diye ekledi, bunun onun canını yaktığını çok iyi biliyorum. Fakat başka bir şeyler öğrenmek umuduyla sanki hiç umrunda değilmiş de çok sıradan bir şey öğrenmiş gibi davranıyordu. İşin ilginç yanı da bu taktik işe yarıyordu, Bahadır biraz daha kıvama gelmiş gibiydi.

"Evini öğrendim, kaldığı yeri buldum. Hatta sadece birkaç saat önce onun yanındaydım. Karşısına çıkmadım ama onu gördüm, tıpkı bana benziyor," dedi Ateş ve ellerini cebinden çıkardı, arkasında birleştirdi, kendisini hayretler içinde dinleyen Bahadır'a doğru birkaç adım daha attı, başında dikildi.

"Öğrendiğim diğer şeyleri de anlatayım mı?" diye sordu ama başka bir şey olmadığını en iyi ben biliyordum burada. O flash belleğin içinde bizi çok şey beklediğinin farkındayım ama hepsini bir kerede öğrenemeyeceğimizi de biliyorum. Buna kimse engel olmuyor, istesek şu an gider bakarız ama yapamıyoruz. Kalbimiz, ruhumuz üst üste gelen bu acıları kaldıramıyor. Öğrendiğimiz her gerçekten sonra biraz zamana ihtiyacımız olacak. Benden de çok Ateş'in zamana ihtiyacı olacak. Çünkü bu bizim meselemizden de öte onun meselesiydi.

Bu bir hikâyeyse bu hikâyenin başrolü Ateş Demirkan'dı. Biz de basit birkaç figürandık sadece.

"Bence daha fazlasına gerek yok," diye devam etti Ateş cümlesi ve ekledi. "Zaten sana o soruyu sorarken demiştim ki 'Tek bir cevap hakkın olacak, ağzından çıkacak herhangi başka bir kelimede yaşama hakkını kaybedeceksin.' Ve sen kaybetmeyi seçtin Bahadır. Her şey bitene kadar burada kalacaksın, senden daha yukarıda olanlara ulaşacağım ben de. Hepsini bir bir buraya getireceğim." Kendinden emin bir şekilde söyledi tüm bunları ve ellerini iki yana açıp etrafı gösterdi.

"Fazla yatakları görüyorsun değil mi? O yataklar da tek tek dolacak, her biriniz burada olacaksınız ve ben ancak o zaman karar vereceğim size ne yapacağıma. O günü sabırsızlıkla bekleyin," dedi ve bize döndü.

"Bu havasız yerde yeterince kaldık, hadi çıkalım şuradan." Kehribar gözlerinde gördüğüm çaresizliğin aksine keyifli bir ses tonuyla kurdu bu cümleyi ve hep beraber depodan çıktık, yeniden eve girdik.

Salona ulaştığımızda ilk soru Doğan'dan geldi. "Adamlarla o kadar konuştun, güçlü olan tarafın biz olduğumuza onları ikna etmeye çalıştın ama işin sonunda adamın bir cevap vermesine bile izin vermeden çıkalım dedin ve çıktık. Sence bu ne kadar mantıklı?" Haklı olarak sordu bu soruyu, Ateş salona doğru yürürken yanıtladı.

"Böyle olması gerekiyordu, adamı o kadar ikna etmeye çalıştık, bunun uğruna bildiğim her şeyi önüne döktüm Doğan. Başka bir şey sorsa verecek cevabım yoktu, aptal gibi kalacaktım karşısında. Şimdilik sadece yem attım önüne. Sunduğum tekliften bir cevap almadan vazgeçmiş olmam onu şüpheye düşürecek. Başka bir şeyler bildiğinizden emin olacak ve elbet ki bundan korkacak, o da bize bir şeyler verecek. O zamana kadar sabırla bekleyelim." Ateş'in açıklaması bana çok mantıklı gelirken yanına oturdum.

"Ben hak veriyorum Ateş'e," dedim, dudağının sağ kısmı yana kıvrıldı, çarpık bir şekilde gülümserken keyfi fazlasıyla yerine gelmişti.

"Bence de en doğrusunu yaptı," diye destek çıktı Erdem.

"Madem öyle..." dedi Doğan ve kendisini koltuklardan birine attı. "Siz daha iyi bilirsiniz." O da durumu kabullendi.

Birkaç dakika sonra Cansu ve Savaş da gelmişti. Tüm gün olanlara onlara kısa bir şekilde özet geçtik. Onların da en çok şaşırdıkları konu kardeş mevzusu olmuştu. Saat dörde gelirken eve gitmem gerektiğini fark ettim. Eve gitmem ve bu geceyi de evimde geçirmem gerekiyordu. Çünkü son zamanlarda annem bunu sorun etmeye başlamıştı. Aslında ona hak veriyorum ama biraz daha burada kalmak istiyorum. Biraz hava karardıktan sonra dönmemde sakınca olmazdı.

"Mira biliyor musun karakolda İşler bayağı karıştı." Cansu'nun söylediği şeyle dikkatimi ona verdim.

"Nasıl karıştı?" Merakla sordum.

"Hani şu İnci Şahin cinayeti var ya? Olay bayağı karıştı." Kaşlarımı çattım, ne kadar karışmış olabilirdi ki? Salondaki herkes - olayı bilmeyenler bile - merakla Cansu'ya bakarlarken Cansu konuşmaya devam etti.

"Ceyhun sana anlatmıştır mutlaka." Cansu'nun konuya giriş cümlesinde bahsettiği kişi Ateş'i fazlasıyla rahatsız ederken şu an onu düşünecek durumda değildim.

"Kız ikinci bir taksiye binmiş ve taksiden yarı yolda inmişti," dedi, Ceyhun'un bunu bana anlattığını hatırladım başımı salladım.

"Evet biliyorum bunu. Hatta Ceyhun bana bunun kamera kayıtlarından doğrulandığını söylemişti," dedim, devam etti Cansu.

"Evet, doğrulandı tabii ki. Yoksa baş şüpheli taksici olarak devam edecektik ama başka şeyler de çıktı ortaya." O böyle taksit taksit anlatınca merakım daha da artmıştı.

"Üff Cansu!" diye araya girdi Savaş ve devam etti. "Bir türlü asıl konuya gelmek bilmedin," diye isyan ettikten hemen sonra da gözleri beni buldu, konuşmayı o devraldı. "O gün o takside taksiciden ve kızdan başka biri daha varmış." İşte buna şaşırdım.

"Kızda bundan rahatsız olunca taksiden inmiş." Savaş'ın devam etmesine engel olan şey Doğan'ın merakla araya girmesi oldu.

"Kız binerken görmemiş mi ikinci kişiyi? Nasıl binmiş ki?" Bu soru benim de aklıma takıldı. Şahsen ben bir taksiye binecek olsam ve bineceğim takside şoförden başka birisi daha varsa asla binmem. Bu fazla rahatsız edici bir durum.

"İşte asıl mesele tam olarak bu. Kız rahatsız olacağı hâlde o taksiye biniyor ve yarı yolda iniyor. Taksi de uzaklaşıp gidiyor. Bizim sorguya çektiğimiz ilk kişi o taksici oldu ve adam başka birinden hiçbir şekilde bahsetmedi. Kamera arabanın içini kadar görmediği için de başta bunun farkına varamadık," dediği an Savaş'ın sözünü kestim.

"Nasıl anladınız peki arabada bir başkasının olduğunu?" Merakla sordum, Savaş'ın gözleri beni buldu.

"Kızın taksiden indiği nokta bir giyim mağazasının önü ve mağazanın önünde çalışanlardan birisi oturuyor. Kızın fotoğrafını gösterdik, kamera kayıtlarına baktı, o günü hatırladı ve bize ilk söylediği şey takside başka bir adamın da olduğuydu." Bu iş giderek ilginç bir hâl almaya başlamıştı. "Tabii devamını o da bilmiyor. Kız indikten sonra taksi gitti, kız da peşlerinden yürüyüp gitti dedi ve bildiği her şeyi anlattı." Gözlerimi yere sabitledim, sakin sakin düşündüm. Kızın ölümünün taksideki ikinci adamla bir ilgisi olabilir miydi?

"Peki ya taksici?" diye sordu Ateş, tahmin etmediğim bir şekilde konuyla ilgilenmeye başlamıştı. "Yeniden konuştunuz mu onunla?" Sorgulamaya devam etti, o bunu yaparken bir an için geçmişte olanlar aklıma geldi. Beraber çözdüğümüz cinayetler, bulduğumuz katilleri düşündüm. Aslında bunu yaparken çok mutlu görünüyordu, sanki ait olduğu yerde gibiydi. Şimdi bu mutluluğu elinden aldığımı hissediyorum. Maddi açıdan polislik yapmaya ihtiyacı yoktu ama polisliği sadece ailesiyle ilgili bir şeyler bulmak için yapmadığını da biliyordum.

Düşündüklerim kalbimi kırdı, kendime olan nefretim günyüzüne çıktı. Kendime o kadar öfkelendim ki içimi büyük bir sıkıntı kapladı, canım çok sıkıldı. Karanlık bir kuyuya düşüyormuş gibi hissettim. Bu tehlikeli düşten beni çekip alan Cansu'nun sesi oldu.

"Konuşamadık, çünkü adam ortalarda yok." Yere çevirdiğim gözlerim hızla onu buldu.

"Ne demek ortalarda yok? Kayıp mı?" Şaşkınca sordum, başını salladı.

"Kayıp," diye onayladı beni.

"Peki ailesi? Ailesi yok mu taksicinin?" Erdem sordu bunu da, onun araya girmesini hiç beklemiyordum.

"Var, karısından birkaç yıl önce boşanmış. On yaşında da bir oğlu var. Kadın adamı sadece hafta sonu gördüğünü, onda da oğullarını almaya geldiğini söyledi. Bu hafta sonu gitmemiş, adam bayağı kaçıyor yani. İki gün önce konuştuğumuz adam şimdi ortalarda yok." Savaş'ın sesi biraz sinirli çıktı.

"Suçlunun kim olduğunu biliyorsunuz artık hiç değilse," dedi Ateş, başımı ona çevirdim. "Bu adam boşuna kaçmıyor herhalde, katil o ya da yanındaki, o da suç ortağı. Arayacaksınız, bir sekilde bulacaksınız. Yerin altına girecek hâli yok, elbet bir yerden çıkacak. Bir de iyi tarafından bakın, artık kimin peşinde olduğunuzu biliyorsunuz." Ateş'i dinlerken sanki çok güzel bir şeyden bahsediyormuş gibi dudaklarımda küçük bir tebessüm oluştu. Eskiden de aramızda en mantıklı kararları veren ve her olaya bardağın dolu tarafından bakan o olurdu, yine öyle olmuştu.

"Sen de haklısın," dedi Savaş ve arkasına yaslandı. "Hiç değilse isim var elimizde, bir de şu yanındaki adamın kim olduğunu bulursak eğer işimiz çok daha kolay olacak." Savaş konuşurken telefonum çaldı, yine annemdir diye çıkardım, ekranda Ceyhun'un ismini gördüm ve neden aradığını hemen anladım. Muhtemelen biraz önce öğrendiklerimi anlatmak için arıyordu.

"Kim?" diye sordu Ateş, gizleme ihtiyacı duymadan telefonu ona çevirdim, ekrana baktı ve bakışları hemen sertleşti, öfkelendi.

"Ben açayım bir bunu, önemli bir şeydir muhtemelen," dedim ve ayağa kalktım, bu hareketimle Ateş daha da sinirlenirken onun bakışlarını göz ardı ettim.

Mutfağa doğru ilerlerken arkamdan Erdem'in "O sünepe mi?" diye sorduğunu, Ateş'in de "O kıl kuyruk," diye cevap verdiğini duydum ve ikisine de göz devirdim, mutfağa girdim, Ceyhun'un aramasına yanıt vardım.

Tam da tahmin ettiğim gibi hiçbir şey sormadan, başka hiçbir konuya girmeden sadece 'Sana bir şeyler anlatmam lazım,' dedi ve İnci Şahin'le ilgili konuşmaya başladı. Her şeye rağmen, Ateş'e ve onun kıskançlığına rağmen onunla iş konuşmayı seviyorum, onunla çalışmayı seviyorum çünkü. Bu zamana kadar birlikte çalıştığım için memnun olduğum sayılı insanlardandır.

Ceyhun'a kendi fikirlerimi söyledim, o bir şeyler söyledi, telefonda bile iş konuştuk. Ne sesinde farklı bir ton ne de sözlerinde yanlış bir şey vardı ve bir kez daha onun bana karşı farklı bir niyeti olmadığından emin oldum. Ateş abartıyor. Ya onun bana karşı bir ilgisi olsaydı bana 'Sen benim kardeşim gibisin Mira.' der miydi? Saçmalık.

Ceyhun'la konuşmaya devam ederken arkamda birinin varlığını hisettim, tam arkamda kim var diye dönecekken birinin elleri belime sarıldı, kim olduğunu anladım. Çenesini başımın üstüne koydu. Ben daha ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışırken dudaklarını boynuma bastırdı, iç çekerek öptü.

"Neyse işte bizim bir an önce o taksideki ikinci adamı bulmamız lazım," diye devam ediyordu cümlesine Ceyhun. Fakat az önceki kadar ona odaklanmış durumda değildim çünkü arkamdaki Ateş aklımı dağıtmıştı ve dağıtmaya da devam ediyordu.

Ceyhun konuşmaya devam ederken Ateş "Güzelim," diye fısıldadı kulağıma, gözlerim kapandı. Belki de şu an bana sarılmıyor olsaydı kendimi yerde bulabilirdim.

Bir yandan Ceyhun konuşurken bir yandan Ateş aklımı alacak, beni baştan çıkaracak şeyler yapmaya devam etti.

"Mira orada mısın?" Ceyhun sordu.

Ben buradayım da aklım nerede?

Ateş dudaklarını boynumda gezdirmeye devam etti. Ellerini karnımın üzerinde sıkı sıkı birbirine kenetlemişti. Ceyhun ismimi söylemeye devam ederken Ateş'e doğru dönmek, onu uyarmak istedim ama tabii ki buna izin vermedi.

"Mira?" Yine ismimi Ceyhun'un ağzından duydum, o sırada Ateş kulağıma fısıldamaya devam etti.

"Bu herif ismini söyledikçe yanına gidip onu dövesim geliyor!" Sinirlendi, onun bu siniri işime yaradı çünkü beni birkaç dakika önce girdiğim kaybolmuşluktan kurtardı, kendime gelmemi sağladı.

"Ceyhun ben seni daha sonra arayayım mı?" diye sordum, muhtemelen çok şaşkındı şu an ve yanlış bir şey söylediğini düşünüyordu. Nereden bilsin ki yanlışı yapanın kendisi değil de bir başkası olduğunu?

"Olur, sen iyi misin? Bir sorun mu var?"

"Hayır, sorun yok. Çok iyiyim ama şu an ilgilenmem gereken çok başka bir şey var," dedim, bunu derken gözlerim hâlâ başı omzumda olan Ateş'teydi.

"Anladım, müsait olunca konuşuruz o zaman." Her zamanki gibi anlayışla karşıladı, telefonu kapattı. Ben de hızla Ateş'e döndüm, bu kez engel olmasına izin vermedim.

"Ne yapıyorsun?" Gayet sakin bir şekilde sordum.

"Duruyorum öyle, sen ne yapıyorsun?" Bu sakinliğimi suistimal etti ama yine de korudum, çünkü bu konuyu onunla düzgünce konuşmam gerekiyordu.

"Ateş lütfen Ceyhun'a karşı böyle davranmaktan vazgeç. Emin ol o senin rahatsız olacağın birisi değil," dedim, onu rahatlatmak istedim. Çünkü ancak o zaman bu konu aramızda sonsuza kadar kapanabilirdi.

"Rahatsız olacağım birisi değil öyle mi?" diye sordu, benim aksime çok sinirliydi. Fakat burada sinirli olması gereken, o değil bendim.

"Bu adam senin abin mi?" diye sordu bir anda, bu soru beni afallattı.

"Ateş..." Sözümü kesti.

"Sadece cevap ver Mira bana, bu adam senin abin mi?" Yineledi sorusunu, başımı olumsuz anlamda salladım.

"Hayır." Bu tek kelimelik bir cevap onun için yeterli oldu.

"Peki erkek kardeşin mi?" Sıkıntıyla ofladım, bu kez uzatmadan cevap verdim.

"Hayır Ateş." Sona ismini eklemiş olmam sabrımın taştığının küçük bir işaretiydi.

"Kuzenin mi peki? Serkan gibi, beraber büyüdüğün, kardeşin gibi bir adam mı?" Sormaya devam etti, büyük bir savaşla sakinliğini koruyordum.

"Değil ama..." Yine sözümü kesti.

"O zaman rahatsız olmam gereken bir Mira," dedi, bir an ne diyeceğimi nasıl cevap vereceğimi bilemedim ve aklıma gelen ilk şeyi söyledim.

"Bana sen benim kız kardeşim gibisin dedi," dediğimde Ateş şaşkınca kaldı, devam ettim. "Bana yardım etmişti, ona teşekkür ettim ben de. O an bana 'Tabii ki yardım edeceğim, sen benim kız kardeşim gibisin,' dedi. Aynı cümleyi bir kez daha tekrarlamış olmam onu bir kez daha hayrete düşürdü.

"Sence rahatsız olman gereken birisi olsaydı gözlerimin içine bakarak benim için bu cümleyi kurar mıydı?" Bu kez susan o oldu, az önce benim içinde bulunduğum durum gibi ne diyeceğini bilemez bir hâli vardı.

"O kadar zaman beni gizli gizli sevmişsin, bir an bile olsun sırf senden şüphelenmeyeyim diye aklından böyle bir cümle söylemeyi geçirdin mi?" Sordum, uzunca bir iç çekti, başını olumsuz anlamda salladı.

"Hayır ama..." Bu kez de ben onun sözünü kestim, devam etmesine izin vermedim.

"Aması falan yok, demek ki o senin rahatsız olacağın birisi değilmiş." Tıpkı onun kurduğu cümleyi kurdum ve hiç beklemediğim bir şekilde bu onu biraz daha kızdırdı.

"Ne yani şimdi tüm sorun o adamın kurduğu bir cümleyle ortadan kalktı mı?" Sordu, başımı salladım.

"Evet, bence yeterince açıklıyor bu cümle her şeyi. Ayrıca bu konunun gerçekten bu şekilde uzamasını istemiyorum," dedim sıkılmış bir şekilde, konuşmak için araladığı dudaklarını birbirine bastırdı, başını salladı ve buna da şaşırdım. Çünkü bu, biraz kolay kabulleniş oldu, bunu beklemiyordum.

"Ceyhun konusu aramızda bir daha bu şekilde açılmayacak söz mü?" diye sordum, yine başını salladı.

"Söz Mira," dedi ama nedense bu konuda ona pek güvenemedim. Sanki her an yine kendimizi aynı konuyu konuşurken bulacakmışız gibi hissediyorum ama bunu hiç belli etmedim, bu hissi gizledim ondan.

"Niye aramış seni? Hiç değilse bunu söyle," dedi, gülmemek için kendimi çok zor tuttum ve anında yanıtladım.

"Az önce salonda ne konuşulduysa, Cansu ve Savaş bize ne anlattıysa onu anlatmak için aramış. Çünkü ondan bunu ben istedim, her gelişmeyi bana haber ver lütfen dedim ve o sadece benim istediğim şeyi yapmak için arıyor. Hem bize geldiğin gün de bunun için gelmişti, sen kendi kulaklarınla duydun. Tabii bir de barıştığımızı öğrendiğinde verdiği tepki var. Tüm bunları birleştir ve onun başka bir amacı olmadığından emin ol." Bu zamana kadar elime geçmiş olan tüm fırsatları kullandım, kendimce Ceyhun'un rahatsız olması gereken bir kişi olmadığına onu inandırmaya çalıştım.

"Tamam Mira, bir şey demedim," dedi, sakin görünmeye çalıştım ama sinirliydi. Bunu da gizlemeye çalışıyordu. Ben de ona yardımcı oldum, bozuntuya vermedim.

Beraber salona döndük, salonda Ceyhun konusu hiç konuşulmazken herkes adamlar hakkında konuşup durdular. Daha sonra da hepsi tek tek bir şeyleri bahane edip kaçtılar, hepsinin kendilerince planları olduğunu anladım. Bu kadar karmaşanın içinde ne güzel hayatlarına devam edebiliyorlardı. Aslında biz de devam ediyoruz ama ben bazen durup arkama bakıyorum, bu da bizi etkiliyordu.

Ateş'le yalnız kalırken evden çıkan son kişi Erdem olmuştu. Gözlerimi ona çevirdim, yanında kalmayı çok istedim ama bunu yapamayacaktım maalesef. "Sanırım ben de gitsem iyi olacak," dediğimde şaşırdı, sanırım burada kalacağımı düşünüyordu ama gerçekten eve gitmem lazımdı.

"Gidecek misin?" diye sordu, başımı salladım.

"Evet, annemi biliyorsun Ateş, gitsem iyi olacak. Dün biraz kızmıştı bana, birkaç gün böyle düzen içinde davransam iyi olur. Yoksa yine eve gelmiyorsun diye çok kızar," dedim, anlayışla başını salladı.

"Haklısın, kızdırmayalım anneni ama biraz daha kal." Cümlenin başında söylediği şeyle sonundaki birbirini tutmuyordu. "Daha vakit erken, ben seni bırakırım eve birazdan. Hiç değilse beraber bir akşam yemeği yiyelim." Az önce düşündüğüm şeyi yapmaya çalışıyordu. Bu karmaşanın içinde hiçbir şey yokmuş gibi devam etmeye uğraşıyordu. Fark ettim de bizim için uğraşan hep o oluyordu. Bu kez itiraz etmek istemedim, dönüp arkama bakmayı hiç istemedim.

"Olur," dedim, anında dudakları kıvrıldı, keyfi yerine geldi. Tek cümlemle tüm olumsuz duyguları yok etmeyi başarabildim.

Ateş oturduğu yerden bana biraz daha yaklaştı, kolunu omzuma attı, beni kendine çekti. Başım göğsünü bulurken ellerimi beline doladım, saçlarımı okşamaya başladı. "Madem olur, vaktimiz var demektir. Ben biraz seveyim seni, çok özledim." Gülümsedim, saçlarımdan öptü, hiç sesimi çıkarmadım.

Yanağımdan öptü, kokumu içine çekti, saçlarımla oynadı. Konuştuk, sohbet ettik. Fakat bu sohbet cinayetten, katillerden uzak bir konuşmaydı. Sadece kendimizi konuştuk, başka hiçbir şeyi, hiç kimseyi değil, sadece kendimizi anlattık. Ateş yemek yiyelim demiş olmasına rağmen bu anı ikimiz de bozamadık, ikimiz de bir yemek için birbirimizden ayrılamadık. Ta ki salonda başka birinin sesini duyana kadar.

"Ateş abi." Başımı hafifçe arkaya çevirdim, Eva'yı gördüm. Bazen bu kızın bu evde yaşadığını gerçekten unutuyordum. "Gelebilir miyim?" diye sordu, Ateş ona izin verdiğinde de çok mutsuz bir şekilde yanımıza geldi. Bu mutsuzluğu beni rahatsız ederken kız Ateş'in karşısında durdu.

Gözlerinin içi kıpkırmızı olmuştu, ağladığı çok belliydi. Hatta hâlâ gözleri dolu doluydu. Ateş onu kucağına almak istediğinde de bir adım geri gitti, Ateş'in bakışları hemen beni buldu, bir sorun olduğunu o da anlamıştı.

Gözlerimi Eva'ya çevirdim. "İyi misin?" diye sordum, küçük bir çocuğa bu şekilde mi yaklaşılır bilmiyorum ama şu an ne olduğunu öğrenmemiz gerekiyordu.

"Benim annem öldü mü?" diye sordu bir anda şaşkınca kaldım, bu soru bana geldiğinden cevap vermesi gereken de bendim ama ağzımı açıp da tek kelime bile edemedim, sustum.

Ateş'e baktım, şaşkın şaşkın Eva'ya baktığını gördüm. Bunu nereden öğrendiğini sorgular gibi bir hâli vardı.

"Sana bunu kim söyledi?" diye sordu Ateş, haklıydı bu çocuğa bunu birinin söylemiş olması gerekiyordu.

"Cansu abla," dediği an şaşkınca kaldım, Cansu asla böyle bir şey yapmazdı. Küçücük bir kızın karşısına geçip de annen öldü demezdi. Başka bir şey olsa gerek.

"Erdem abi," diye devam etti Eva, şaşkınlığım daha da arttı. "Doğan abi," diye ekledi, gerçekten de bir şeyler olduğundan emin oldum. "Savaş abi," deyip sustu, bizi saymadı.

"Sana bunu onlar mı söyledi?" diye sordu Ateş ve bu kez onun engel olmasına izin vermeden onu dizlerine oturttu.

"Hadi abiciğim anlat bana, nasıl söylediler sana bunu?" Ateş çok yumuşak bir ses tonuyla ve çok sakin bir şekilde sordu. Fakat gözlerinde bizimkilere karşı birikmiş olan öfkeyi görebiliyordum.

"Ben su içmek için odamdan çıkmıştım, annemin öldüğünü söylüyorlardı." Gözlerimi kapattım, başımı önüme eğdim. Az önce demiştim ya bu kızın evde olduğunu bazen unutuyorum diye? Tek unutan ben değilmişim, diğerleri de unutmuş ve salonda böyle bir şey konuşmuşlar, çocuk da duymuş.

"Sen bana doğruyu söylersin Ateş abi, benim annem öldü mü?" Çocuğun sorusuyla Ateş'in gözleri beni buldu. Yardım et der gibi baktı ama ne yapacağımı bilmiyordum.

"Annen..." dedim Ateş'e yardımcı olmak için ama devamı gelmedi. Hayır annen ölmedi diyemem, nasıl diyeyim böyle bir şeyi? O zaman mutlu olur, umutlanır ve annesini bekler. Gerçekten öldüğünü öğrendiğinde de daha kötü olur. Bize güveni kalmaz, hep yalan söylediğimizi düşünür. Onun güvenini kaybederiz. Bu yüzden doğruyu söylememiz gerekiyor ve hiçbir şey bilmediğimiz hâlde en doğru şekilde yapmamız lazım bunu.

Derin bir nefes aldım, kendimi hazırladım. Ateş merakla bana bakarken kucağındaki Eva'yı kendi kucağıma aldım. Bu işi maalesef ben yapmak zorundaydım, ona bırakamazdım. Eva meraklı mavi gözleriyle bana bakarken konuşmaya başladım.

"Biz seni çok seviyoruz," dedim bir anda, önce onu sevgime inandırmam gerektiğini düşündüm. "Değil mi Ateş?" diye de Ateş'e döndüm, hemen onayladı beni.

"Tabii ki çok seviyoruz, hatta en çok ben seviyorum." Gülümsedim ona, merakla ve minnetle bakıyordu bana. Gözlerimi ondan çektim ve Eva'ya baktım.

"Hep yanında olacağız, hep birlikte olacağız, hiç bırakmayacağız seni." Bunları söyleme ihtiyacı hissettiğim için söylüyordum.

"Biliyorum ki zaten," dedi Eva ve gülümseyerek baktı bana. "Ateş abi bırakmaz beni," derken farklı bir şey sezdim. Bu yaştaki küçük kızlar böyle küçük aşklar yaşayabilirlerdi ve sanırım Ateş'in artık küçük bir aşığı, benim de minik bir rakibim vardı.

Düşündüğüm şeyler içten içe beni güldürürken yüz ifademi olabildiğince sabit tutmaya çalıştım. O sırada Eva bana merakla bakıp annesi hakkında bir şeyler söylememi bekliyordu. "Annen de hep seninle olacak," dedim, minicik elini tuttum kalbine götürdüm.

"Hep burada olacak, hiç ayrılmayacaksınız." Gözleri biraz daha doldu, özlem gördüm gözlerinde. Küçücük kalbine sığdırdığı büyük bir özlem vardı. "Ama..." diye devam ettim, boğazım düğüm düğüm oldu. Devam edemedim o cümleye ve onu biraz daha hazırlamak istedim.

"Bazen insanlar hayatlarımızdan gitmek zorunda kalırlar. Cennete giderler." Bunu söylerken içimden keşke dedim, keşke Gamze burada olsa da ben onunla savaşsam, onu delicesine kıskansam, kalbim kırılsa, Ateş'e öfkelensem, nefret etsem onlardan ama o burada olsa diye geçirdim. Fakat bu artık mümkün değildi, hiçbir zamanda olmayacaktı.

"Biliyor musun? Benim de abim cennete gitti," dedim, gözümden bir damla gözyaşı aktı ve hiç beklemediğim bir şey oldu, o gözyaşını silen Eva oldu.

"Ağlama Mira," dedi, o böyle söyleyince daha çok ağlayasım geldi. Sanki ben ona bir şeyler anlatmak zorunda değilmişim de bunu o yapıyormuş gibi hissettim.

"Annem bana cenneti anlatmıştı, çok güzel bir yer olduğunu söylemişti. Abin orada çok mutlu." Küçücük bir çocuk teselli etti beni.

"Biliyorum güzelim, biliyorum. Abim orada çok mutlu, bizden daha da mutlu," dedim, göz ucuyla Ateş'e baktım, iyi gidiyorsun der gibi bakıyordu ama içimdeki ses berbat gidiyorsun ve çocuğun psikolojisini mahvedeceksin diyordu ama başka şansım yoktu.

"Benim de mi annem cennete gitti yoksa? Ölen insanlar cennete mi giderler?" Yutkundum, boğazımda oluşan yumrudan kurtulmak istedim ama olmadı. Bu soru beni mahvetti. Bağıra çağıra ağlamak istedim ama elimden gelmedi ve sesimin düzgün çıkmasına özen göstererek konuştum.

"Evet, ölen insanlar cennete giderler. Annen çok doğru söylemiş, cennet çok güzel bir yer," derken bir an çocuğu ölüme özendirdiğimi hisettim. Allah aşkına ne yapıyorum ben? Bir evet hadi biz de gidelim demediğim kalmıştı.

Kendimi iyi hissetmeyince Ateş'e baktım. O da bir şeyler söylesin, yardım etsin istedim ama şu an bunu yapacak durumda değil gibiydi. O zaten hiçbir zaman böyle bir şeye hazır olmamıştı ve her seferinde belli etmişti. Şimdi de sürekli kaçıp durduğu şey onu en hazırlıksız anında yakalamıştı.

"Annem de cennette mi şimdi?" Yine aynı soru geldi, ona artık bir cevap vermem gerekiyordu.

"Cennette." Ve vermeyi istemediğim o cevabı verdim, başka şansım yoktu çünkü, kalmamıştı.

Bu cevaptan sonra sustum, daha fazla konuşamadım. Konuşursam kendimi tutamayacak ve ağlayacağım. Bu da kızı kötü etkileyecekti. Bu yüzden en iyisi susmaktı ve ben sustum. Eva bir anda kucağımdan indi.

"Olsun," dedi, göz ucuyla Ateş'e baktım, dikkayle Eva'yı dinliyordu. "Oraya giden herkes çok mutlu oluyormuş, annem de mutludur. Annem mutlu olsun, o burada hiç mutlu olmadı," dedi ve bir anda koşarak odasına gitti, şaşkınca arkasından bakmakla yetindim.

"Yanlış bir şey mi yaptık acaba?" Ateş bunu sordu, hızla ona döndüm.

"Sanırım," dedim, sıkıntıyla ofladım. "Ben durumu basitleştirebildiğim kadar basitleştirdim, sanki güzel bir şeymiş gibi davrandım ama olmadı. Böyle bir tepki vermesi normal değil," derken yanlış bir şey yapmış olmaktan delicesine korkuyordum.

"Yalnız kalması doğru mu sence?" diye sordu, kendimi o küçük kızın yerine koydum, onu anlamaya çalıştım ama anlayamadım. Fakat yine de bir cevap verdim.

"Değil," dediğim an Ateş ayağa kalktı, ben de hemen peşinden kalktım. İkimiz de birbirimize tek kelime etmeden gittik Eva'nın odasına.

Odanın önünde durduk, birbirimize baktık. İlk cesaret eden ve odaya giren o oldu, ben de peşinden girdim ve Eva'nın yatağında, pikesinin altına olduğunu gördüm. Hiç sesi çıkmıyordu, uyumuş gibiydi. Bu kadar çabuk mu?

Buna şaşırdım, yatağa doğru yürüdüm. O an sessiz sessiz ağladığını anladım, canım çok yandı. Ateş'e baktım, dikkati sadece Eva'daydı. Yatağa gitti, kenarına oturdu. Ben de diğer tarafa oturdum. Ben sessiz kalıp hiçbir şey yapmazken Ateş arkasına yaslandı, Eva'nın üzerini açmadı.

"Mira biliyor musun? Ben de küçükken ağlamak için böyle saklanırdım," dedi, neden bunu dediğini hemen anlayıp ona ayak uydurdum.

"Aaa öyle mi? Ben de bunu bir tek ben yapıyorum zannederdim," dedim, pikenin altında bir hareketlenme oldu ama Eva çıkmadı.

"Hayır, ben de yapıyordum ama büyüyünce bıraktım," diye devam etti Ateş, ne diyeceğimi bilemedim, o da bunun farkına varmış olacak ki devam etti.

"Çünkü büyüdüğümde ağlamak için saklanmaya gerek olmadığını anladım. Bence ağladığımızı saklamak çok saçma." Bu durumda bile gülümsedim ona.

Bir an onun küçüklük hâlini düşündüm. Yatağın içinde, pikenin altında ağlayan bir Ateş düşündüm, tuhaf oldum.

"Ben de bıraktım," dedim hemen ve devam ettim. "Bence de çok saçma, neden saklanalım ki ağlarken? Yorgana sarılmak yerine en sevdiğimize sarılmak çok daha güzel hem," deyip biraz bekledim, Eva yine hareketlendi. Merakla ona bakmaya devam ederken pikenin altından çıktı. Islak yanakları kendimi kötü hissetmeme neden olurken bir anda Ateş'e sarıldı ve ağlamaya devam etti. Ateş anında sımsıkı sardı onu.

Eva ağladı, hiç engel olmadık ona, ağlamasına izin verdik. Kendi kendine sakinleşti, Ateş'e sarılmaya devam etti. "Ama ya!" dedim dudaklarımı büzerek, ikisinin de bakışları beni bulurken devam ettim.

"Kıskanıyorum ben ya! Bana sarılmayacak mısınız?" diye sordum, üzgün gibi davrandım. Eva başını kaldırdı, Ateş'e baktı.

"Ona da sarılalım mı?" Kahkaha atmamak için kendimi zor tuttum.

"Bilmem sarılalım mı?" diye sordu Ateş, tek kaşımı kaldırdım.

"Bence sarılalım, yalnız kalmasın," dedi ve Eva bir anda bana döndü, sarıldı. Ateş hemen ikimizi de kollarının arasına alırken güldüm. Eva küçücük kollarıyla ikimize da sarılmaya devam ederken Ateş önce benim sonra da Eva'nın saçlarından öptü.

Bir an için ben de kendimi o küçük kız gibi masum, savunmasız hisettim.

"Burada benimle uyur musunuz?" diye sordu bir anda Eva, gözlerimi Ateş'e çevirdim. Gitmem gerektiğini biliyordu.

Dudaklarının arasından "Ben hallederim," dedi, Eva'ya odaklandı, olmaz diyeceğini anlayınca hemen araya girdim.

"Olur." Ve Ateş'in şaşkın gözleri beni buldu, anlamsızca baktı.

"Hep beraber uyuyalım," dedim, bunu derken çoktan ayakkabımı çıkarıyordum. Ateş birkaç saniye yüzüme baktıktan sonra gülümsedi, ayakkabılarını çıkardı, ikimiz de yatağa girdik, Eva aramızda kaldı.

Hem benim hem Ateş'in elini tuttu. Karnının üzerine götürdü. Bu sayede ben de Ateş'in elini tutmuş gibi oldum. "Beni hiç bırakmayacaksınız değil mi?" diye sordu Eva. Ateş'le anlaşmış gibi, aynı anda aynı cevabı verdik.

"Asla." Eva gülümsedi, yanakları kıpkırmızı olurken gözlerini kapattı. Ellerimizi gideceğiz korkusuyla sımsıkı tuttu, bedeni soğukta kalmış bir kuş gibi tir tir titriyordu.

"Uyandığımda da yanımda olacak mısınız?" Gözleri kapalıyken sordu bunu, sesi kötü çıkmıştı bu kez.

"Tabii ki," dedim, hemen ardımdan Ateş "Burada olacağız," dedi, gözleri beni buldu, gözlerimin içine baktı ve minnetle gülümsedi.

"O zaman uyuyabilirim," dedi Eva ve esnedi, başını Ateş'e doğru çevirdi, uykuya dalmaya çalıştı. Fakat bunu yaparken ellerimizi bir saniye bile olsun bırakmadı.

Sessizce bekledik, bir süre sonra nefes alış verişi düzene girdi, uyuduğunu anladık. "Görmek isterdim." Ateş'in fısıldayarak söylediği şeyle gözlerimi ona çevirdim.

"Neyi?"

"Yorganın altında sessizce ağlayan küçük Mira'yı." Dudaklarım yana kıvrıldı, yüzümde buruk bir tebessüm oluştu.

"Ben de isterdim," dedim. "Yorganın altında sessizce ağlayan küçük Ateş'i," dediğim an yüzünde buruk bir ifade oluştu, benimkinden daha büyük, daha kırgın bir ifade. Buna bir anlam vermeye, onu anlamaya çalışırken hızla sildi o ifadeyi yüzünden. Çocukluğunu hatırladığını anladım, söylediğim cümle beni pişman etti.

"Eğer o küçük adam bir daha ağlamak isterse boş versin yorganı, sevdiği sarar onu," dedim, moralini yerine getirmek istedim. Ateş'in gülümsemesi büyüdü.

"Eğer o küçük kadın bir daha ağlamak isterse boş versin yorganı, sevdiği sarar onu." Aynı şeyi o da söyledi. Eva'nın elini bırakmadan ona doğru uzandım, o da başını bana doğru eğdi. Dudaklarımı dudaklarına bastırdım, öptüm onu.

Geri çekildiğimde o buruk ifadenin tamamen silindiğini gördüm. "Seni seviyorum," dedim, diğer eliyle yüzüme dokundu.

"Seni çok seviyorum," dedi, başımı Eva'nın yastığına koydum, Ateş de büyük yastığın diğer ucuna başını koyarken Eva aramızdaydı ve hâlâ ellerimizi sımsıkı tutuyordu.

Ateş'in gözlerinin içine bakarken buradan kalkıp gitmem gerektiğini bildiğim hâlde gidemedim. Gözlerim kapandı, Ateş'in parmaklarının yüzümde gezdiğini hisettim. Bu beni mest ederken uyku biraz daha ağır bastı, uykuya çekildim. Tamamen bilincimi kaybetmeden, uykuya dalmadan hemen önce Ateş'in dudaklarından dökülen cümleyi duyabildim.

"Yasemin kokulu sevdiğim benim."

Bölüm Sonu!

Selamlar :) nasılsınız?

Ben Eva'ya çok üzülüyorum ya :( Gamze kötüydü falan ama yine de anneydi, bak şimdi daha çok üzüldüm :(

İnci Şahin cinayeti yavaş yavaş çözülmeye başlıyor, katili sizi çok şaşırtacak birisi çıkacak. Sizce kim olabilir? Tanıyor musunuz sizce katili?

Buraya bölümü en iyi anlatan emojiyi bırakabilirsiniz.

Bölüm hakkındaki yorumlarınızı buraya yazabilirsiniz.✨

Yeni bölüm alıntısını okumak ve duyurulardan haberdar olmak için beni sosyal medyadan da takip edebilirsiniz.💫

Bir sonraki bölümde görüşmek dileğiyle... Kendinize çok iyi bakın, sevgiyle ve sağlıkla kalın.♡

Instagram: gizzemasllan

Twitter: gizzemasllan

SİZİ ÇOK SEVİYORUM.♡

Loading...
0%