Yeni Üyelik
70.
Bölüm

69.BÖLÜM "URAS ARKAN"

@gizzemasllan

Selam suç ortaklarım ✨

Bölüme başlamadan önce yıldızı parlatırsanız çok sevineceğim.💫

Buraya ben de sizin için kalp ve yıldız bırakıyorum.⭐♡ Sizinkileri de bekliyorum.❥

Keyifli okumalar <3

Instagram: gizzemasllan / sucortagimofficial

*****

69. BÖLÜM "URAS ARKAN"

Gözlerimi ovalaya ovalaya sesleri takip ettim. O sesler beni mutfağın önüne getirdiğinde hiç görmeyi beklemediğim bir manzarayla karşı karşıya kaldım. Eva ve Ateş beraber kahvaltı hazırlıyorlardı.

Ellerimi göğsümün altında birleştirdim, tek omzumu ve başımı kapının pervazına yasladım, onları izlemeye başladım.

"Ateş abi bana tost yapar mısın?" diye sordu Eva, hâlâ beni fark etmeyen Ateş'in yüzünde korkunç bir ifade gördüm. Hâlâ mutfağa dair hiçbir şey bilmiyordu ve muhtemelen kahvaltı yapmayı sadece peynir - zeytin çıkarıp çay demlemek olduğunu zannediyordu. Bu yüzden de tost yapmak zor gelmişti.

"Tabii ki abiciğim," dedi Ateş ama yüz ifadesi ne düşündüğünü çok iyi anlamama neden oluyordu. Ne yapacağını düşünüyordu şu an.

"Ama benimkine keptaç koyma, sevmiyorum." Kahkaha atmamak için kendimi zor tuttum.

Ketçap değil, kepçat.

"Ne koymayayım?" diye sordu Ateş şaşkınca verdiği tepki daha çok gülmek istememe neden oldu.

"Keptaç." Eva yine yanlış söyledi, Ateş'in elini ensesine attığını fark ettim. Ya insan çocuğun ketçap demeye çalıştığını anlar değil mi?

"Tamam koymam," dedi ama hâlâ ne koymaması gerektiğini bilmiyordu.

"Erdem abi nerede?" diye sordu Eva.

"Erdem abinin dışarıda işleri var, öğlen gelir buraya ancak." Ateş bir yandan tost malzemelerini çıkartırken bir yandan da Eva'ya cevap veriyordu.

"Peki ya Cansu ablam?" Eva'nın bu sorusuna da Ateş sabırla cevap verdi. Hatta bundan sonra Eva herkesi bir bir sordu Ateş de aynı sabırla cevap verdi. Ben de onları dinledim.

Eva'nın sorularının ardı arkası kesilmezken Ateş tost ekmeğine terayağı sürmeye çalışmakla mesguldu. Tabii beceremiyor olması ayrı bir konuydu. "Ateş abi?" diye seslendi Eva,o mutfak masasında oturuyordu. Ateş de tostla ilgileniyordu.

"Efendim güzelim."

"Ben mezarların ne olduğunu biliyorum." İşte o an buz kesti tüm bedenim. Ellerim yanıma düştü, kapıdan uzaklaştım. Ateş'in de elleri durmuştu, bedeni kasılmıştı. "Cennete giren insanların kaldıkları evdir mezar." Gözlerim doldu, boğazım düğüm düğüm oldu. Doğru ya biz ona dün gece bunu söylemiştik. Aptal Mira! Nasıl olur da aklından çıkar bu senin!

"Annemin de evi var mı?"

Annemin de mezarı var mı olacaktı bu soru.

Yutkundum, boğazımda oluşan yumrudan kurtulmaya çalıştım. O sırada Ateş'in kaskatı kesildiğini fark ettim. "Tabii ki var güzelim," diyen ben oldum ve ikisinin de gözleri beni buldu, beni görünce ikisi de şaşırdı. Bu şaşkınlıkları göz ardı ettim, Eva'nın yanına gittim.

Meraklı gözlerle bana bakarken yanağından öptüm. Geri çekilip gözlerinin içine baktım. O sorudan sonra ne geleceğini çok iyi bildiğimden bu zor soruyu ona bırakmadım. "İstediğin zaman seni oraya götürebiliriz," deyip henüz sormadığı ama sormaya kendini hazırladığı o sorunun yanıtını verdim ona.

"Gerçekten mi?" diye sordu, başımı salladım.

"Gerçekten," dediğimde yalancı bir öksürme sesi girdi aramıza. Arkama döndüğümde Ateş'in bana uyarıcı bakışlar attığını fark ettim, buna bir anlam veremedim. Bildiğim kadarıyla Gamze'nin bir mezarı vardı. Fakat gideriz demem onu rahatsız etmiş gibiydi.

"Mira seninle biraz konuşalım, salona gel bir sen," dedi, büyük bir sorun olduğunu anlarken Ateş Eva'nın yanına gitti, yanağından öptü.

"Sen burada dur, iki dakikaya geleceğiz tamam mı abiciğim?"

"Tamam Ateş abi, burada bekliyorum, hareket bile etmeyeceğim," dedi ve ellerini göğsünün altında birleştirdi, dediği gibi hareket bile etmedi ve kendince bir oyunun içine girdi.

Ateş ona gülerken salona geçtik, salona geçtiğimiz an yüzündeki gülümseme silindi.

"Yanlış bir şey mi yaptım?" Sordum, böyle hissetmiştim çünkü. O da başını sallayarak benim hislerimi doğruladı.

"Duymadın mı kız mezara cennete gidenlerin evi dedi?" Sanki sert söylenmiş bir cümle gibiydi ama Ateş bunu o kadar yumuşak bir şekilde söylemişti ki bana kızdığını düşünmedim.

"Evet, dedi," dedim, hâlâ sorunun ne olduğunu tam olarak anlayamamıştım.

"Mira muhtemelen onu götüreceğimiz yerin gerçek bir ev olduğunu ve orada annesini göreceğini düşünüyor." Ve bu cümleyle bir kez daha tüm bedenim buz kesti, ne diyeceğimi bilemedim. Gerçekten öyle düşünüyor olabilir miydi?

"Mezarın sadece ismini bildiğine yemin edebilirim güzelim. Ölümün ne olduğundan bihaber bu kız. Ne demek olduğunu bilmiyor. Sabah bana annem cennete nasıl gitti diye sordu. Cennete nasıl gidilir dedi. Muhtemelen orayı başka bir şehir, ülke zannediyor. Sanırım biz dün çok yanlış bir şey yaptık." Dudaklarımı ısırdım, arkamdaki koltuğa çaresizce çöktüm.

"Ama dün gece..." dememle Ateş'in araya girmesi bir oldu.

"Dün gece bize sadece cennetten bahsetti. Ölüm aklımıza bile gelmedi ve annesinin cennete gittiğini onayladık. Şimdi de orayı bir ülke zannediyor. Nasıl gidileceğini öğrenmeye çalışıyor." Onun da sesi çaresiz çıktı. "Mezarı da bir ev zannediyor," diye ekledi, gözlerimi kapattım, derin bir nefes aldım.

"Ateş biz gerçekten de çok yanlış bir şey yapmışız," dedim, bunu derken de başımı kaldırıp gözlerine baktım. Dudaklarının arasından bıraktığı titrek bir nefesin ardından başını salladı.

"Öyle." Sıkıntıyla ofladım, ne yapacağımı bilmiyordum. Dün her şey yolunda gibiydi. Gerçeklerin ancak şimdi farkına varabilmiştik. Eva konuşmaya başladığında.

"Bu yüzden sabah ilk işim daha önceden ayarladığım bir pedagogdan randevu almak oldu. Gün içinde Eva gidecek, ben de gideceğim. Hem onunla hem benimle konuşacak. Böylesi çok daha iyi olacak. O zamana kadar ölümden, mezardan falan konuşmayalım. Eğer o açarsa da cevap vermeden konuyu kapatalım olur mu?" Sordu, başımı salladım.

"Olur, elimden geleni yapacağım. Eğer bilseydim böyle olduğunu az önceki sorusuna da cevap vermezdim zaten." Bunu derken ayağa kalktım, Ateş birkaç adımda yanıma geldi. Yağlı elleriyle bana dokunmaktan çekinip dudaklarını dudaklarıma bastırdı, küçük bir buse bırakıp geri çekildi.

"Bilemezdin, kendimi üzme," deyince gülümsedim ona ve aklıma gelen şeyle konuştum.

"Eğer istersen ben de yanınızda olabirim. Yani gelmem bir sorun olmazsa ve gelmemi istersen ben de sizinle gelebilirim." Yüzünde buruk bir tebessüm oluştu.

"Gelir misin gerçekten?" diye sordu, sanki bunu benden çok o istiyormuş gibiydi. Hiç tereddüt etmeden başımı salladım.

"Gelirim tabii ki." Ve bir kez daha öptü beni.

Pedagoga beraber gitmeyi kararlaştırdıktan sonra mutfağa döndük. Tost işini ben devraldım. Bu da Ateş'in fazlasıyla işine geldi. Bir yandan onlarla sohbet ederken bir yandan da tost yaptım. Ateş de masayı hazırladı. Her şey hallolup da masanın etrafına oturduğumuzda Eva'nın anlattıkları bizi güldürüyordu.

Aslında komik bir şey yoktu, oyuncaklarından bahsediyordu ama o mutlu olsun diye o güldükçe biz de gülüyorduk. O da mutlu oluyordu çünkü annesinin sadece başka bir ülke zannettiği cennette gittiğini düşünüyordu. Mutlu oluyordu çünkü mezarı güzel bir ev zannediyordu. Mutlu oluyordu çünkü ölümün aslında ne demek olduğunu bilmiyordu.

Kahvaltıdan sonra o odasına gitti. Biraz oyun oynamak istediğini söyledi. O gidince Eva konusundan tamamen uzaklaşmış ve bu kez de Ateş'in kardeşinin, Uras'ın, konusu açılmıştı. Bu yüzden de Ateş yine gerilmiş, yine üzerine hüzün çökmüş, yine çaresizliğin etkisi altına girmişti.

"Bir şey yapmamız gerekiyor," dedim bir kez daha, bunu ona kaçıncı söyleyişim ben bile sayamamıştım.

"Güvende olması yeterli." Ateş de bir kez daha bunu söyledi, kardeşi hakkında söylediği tek şey buydu. Şimdilik güvende.

"Ateş..." Sözümü kesti.

"Lütfen bana gidip konuşman, yanında olman doğru olur deme." Evet, tam da bunu söyleyecektim ama o benim yerime söylemiş olmuştu.

"Ama Ateş doğru olan da tam olarak bu. Neler olduğunu, ailen ölmüşken nasıl bir kardeşinin olduğunu öğrenmek istemiyor musun? Git ve öğren işte. Bunu sana en iyi o anlatır. Tabii bir şeyler biliyorsa.

"Öğreneceğim ama şimdi değil, şimdi çıkamam karşısına, olmaz." Kaçıyordu, gerçeklerden de diğer her şeyden de kaçıyordu ve bunun farkında bile değildi.

"Peki sen bilirsin," dedim, üzerine gitmek istemedim. Sonsuza kadar kaçacak hâli yoktu. Elbet bir gün kardeşinin karşısına çıkacaktı ve ben bunu sabırla bekleyeceğim.

"Ne yapacağız o zaman? Böyle beklemeye devam mı?" diye sordum, yine başını olumsuz anlamda salladı.

"Hayır, artık beklemek yok. Şimdi seninle odaya çıkacağız ve o flash belleğin devamında neler var onu öğreneceğiz. Öğrendiğimiz ilk şeyin şokunu atlattık. Bence yeni bir şey öğrenebilecek durumdayız." İşte beklediğim o cümle sonunda gelmişti.

Biliyorum, canı çok yanıyor ama öğrenmemiz gerekiyordu. Neler olduğunu öğrenmemiz ve bunların doğrultusunda bir şeyler yapmamız lazımdı. Yaşamak için buna mecburduk.

Yaşamak için Ateş'in canının yanmasına mecburduk.

"Çıkalım mı?" diye sordu, onu onaylamadan önce emin olmam gereken bir şey vardı. Bu yüzden ona doğru bir adım attım, yüzünü avuçlarımın arasına aldım.

"Bundan emin misin? Eğer hazır değilsen hazır olduğunda da yapabiliriz bunu. Bu zamana kadar bekledik, yine bekleriz," dedim, canının yanmasına mecburduk ama buna da hazır olması gerekiyordu.

"Hazırım, zaten kardeşimden daha büyük bir şey öğreneceğimizi hiç zannetmiyorum. En büyük sırrımızı öğrendik." Bunu kendinden emin bir şekilde söyledi ama ben bundan emin değildim. Büyük bir şeyle karşılaşacağımızı düşünüyordum.

Ateş'in verdiği kesin cevaptan sonra yine kendimizi onun yatak odasında, yatağın kenarında, laptobun karşısında bulduk. Dosyayı açtı, ailesinin fotoğrafını ve kardeşi olduğunu öğrendiği DNA testini geçti, üçüncü sayfa açıldı. Bunu o kadar hızlı bir şekilde yapmıştı ki sanki her an vazgeçecek de kendisine engel olmaya çalışıyor gibiydi.

Onun bu hâlini çözümlemeyi bir kenara bırakıp sadece ekrana odaklandım ve ekranda birkaç belge gördüm. "Evlatlık verilmiş," dedi, gözleri hızla beni buldu. "Kardeşim evlatlık verilmiş." Bu söylediğine şaşırmadım, şaşırdığım tek şey kardeşim demiş olmasıydı. Çoktan kabullenmiş gibi bir hâli vardı ama DNA testine ihtiyaç vardı, emin olmamız gerekiyordu.

"Mira," dedi bir anda ve bana döndü. "Tarihe bak," dediği an Uras'ın evlatlık verildiği tarihe baktım.

28 Nisan 2000

Bunu anlayamadım, tarihin ne önemi vardı ki? Ben bunu düşünürken Ateş "Ailem 2001 Mart ayında öldü," dedi, şaşkınca kaldım.

"Onlar ölmeden önce evlatlık verilmiş."

Başını salladı. "Öyle olmuş."

Kaşlarımı çattım. "Annenle baban böyle bir şey yapmış olabilir mi?"

Başını olumsuz anlamda salladı. "Olamaz, annem ve babam böyle bir şey yapacak insanlar değillerdi. Kendi evlatlarını evlatlık olarak vermezler." Aklım tamamen karışmış durumdaydı.

"Sen bana annenin hamile olmadığını söylemiştin. Eğer bu tarihler doğruysa ve annen kardeşini bu şekilde sağlıklı doğuracak bir hamilelik süreci geçirdiyse senin annenin hamile olduğunu hatırlaman gerekirdi."

"Hatırlamıyorum, küçük olduğum için değil o zamanlara dair her şeyi hatırlıyorum ama annemin hamile olduğunu hatırlamıyorum. Annemi hamileyken hiç görmedim ya da..." deyip bir anda ayağa kalktı, başını ellerinin arasına aldı. "Ya da gördüm mü?" İşte o an anladım geçmişini net hatırlamadığını.

Geçmişinde unuttuğu şeyler vardı. Annesinin hamileliği de bunlardan birisi olabilirdi.

"Hayır hayır unutmuş olamam, öyle bir şey olsaydı hatırlardım Mira. Ben o yılı da daha öncesini de hatırlıyorum. Hem de hiç olmadığı kadar net bir şekilde hatırlıyorum. Unutamam, lanet olsun unutamam! Böyle bir şeyi unutmuş olamam!" dedi ve odadaki berjere tekmesini geçirdi. Hiçbir şey demedim, sesimi çıkarmadım, öfkesini yaşasın istedim.

"Hem hadi ben hatırlamıyorum diyelim, benim annem ve babam evlatlık vermez kardeşimi. Onlar öyle insanlar değiller." Benden çok kendi kendine konuşur gibi bir hâli vardı.

"Ateş," dedim, bakışları beni buldu.

"Lütfen sakin ol ve devamına bakalım, her şey birbirini tamamlayacaktır. Yapbozun parçaları birbirlerine giriyorlar tek tek. Büyük resmi görmemiz tam. Hadi gel." O kadar sakin ve yumuşak konuştum ki bu sakinlik beni bile şaşırttı.

"Peki," dedi pes etmiş bir şekilde ve kaçamadı, geldi yanıma oturdu. "Bakmaya devam edelim," deyip yine aynı hızla sayfayı geçti, gözlerim ekranı parçalamak istercesine dikkatle ekranda gezindi ve gördüğüm şeyle bir kez daha gözlerim irileşti.

Burada da 25 Nisan 2000 doğumlu bir bebeğin ölüm belgesi vardı. Zaten karışık olan aklım biraz daha karışırken yorum yapmak için tek kelime bile edemedim. Ateş'in bir şeyler söylemesini bekledim.

"Öldü göstermişler," dedi şaşkınlıktan uzak bir ses tonuyla ve bana döndü. "Kardeşimi önce öldürmüş sonra başka bir kimlikle yaşatıp evlatlık vermişler." Ben de tam olarak böyle düşünüyordum.

Muhtemelen Ateş'in anne ve babasına da çocuğunuz öldü denilmiştir. Bir şekilde onları buna inandırmışlardır. Taşlar tek tek yerine oturuyordu. Yerine oturmayan tek bir taş vardı. Ateş'in, annesinin hamileliğini hiçbir şekilde hatırlamıyor olması.

"Şerefsizler! Sikik herifler! Ben bu alçakların bir bir belalarını sikmezsem benden şerefsizi yok lan bu dünyada!" Bir anda küfür etti, küfür etmeye de devam etti. Öyle böyle değil bayağı saydırıyordu. Küfürlerinde utanacağım kadar çok açık şeyler söyledi, dudaklarımı ısırdım, gözlerimi önüme çevirdim.

"Devam mı etsek acaba?" diye sordum, çünkü daha fazla söylediklerini duymak istemiyordum. Ateş bunu fark etmiş olacak ki küfürlerini daha sessiz savurdu ve istediğimi de yaptı, bir sonraki sayfayı açtı.

İnceledim hemen sayfayı ve gördüğüm şeyle bu kez de kaşlarımı çattım. Bir adam hakkında bilgiler vardı. Göz ucuyla adamın ismine baktım.

Tansu Serez

Kimdi bu adam? Neden ismi ve bilgileri buradaydı? "Uras bu adama evlatlık verilmiş," dedi ve birkaç sayfa geri gitti, evlatlık belgesini açtı, oradaki isme baktım ve aynı isimle karşılaştım. Şimdi niye o adam hakkında bilgiler olduğunu anlamıştım.

"Mira," dedi ve bir anda bana döndü. "Çok kötü şeyler oluyor." Ağzından dökülen cümleler tüylerimi diken diken etti, ürperdim. Kötü şeyler hep oluyordu ama şu an onun aniden bunu dile getirmesi ürkütmüştü beni.

"Bu işin peşindeki adamlar buradaki adamlarla sınırlı değil, bunu zaten anlatmıştık ama..." deyip bir kez daha ayağa kalktı.

"Aması ne?" Merakla sordum, ellerini bir kez daha saçlarına geçirdi, çok gergindi.

"Bir şeyler yapmıyor olmaları saçma," dediğinde ben de ayağa kalktım. "Çok saçma," dedi, odanın içinde volta atmaya başladı. Merakla ve düşünceli bir şekilde bana bakarken odanın diğer ucundan bakışları beni buldu.

"Bu adamları bulduk, getirdik buraya. Kimse peşlerine düşmedi, kurtarmak için hiçbir şey yapmadılar. Bir şey planlıyor olabilirler onları kurtarmak için. Hem..." Ve sustu, yüzünde korkunç bir ifade oluştu.

"Uras'ı kaçırabilirler." Kaşlarımı biraz daha çattım, bu mümkün müydü? O kadar adam bıraktı oraya ama onlar daha kalabalık olursa mümkün olabilirdi.

"Eğer adamların bir şey söyleme ihtimalini hesaba katarlarsa ulaşmayalım diye kaçıracaklar çocuğu." O bunu söylerken çoktan bir abi korumacılığına girdiğini fark etmiştim.

"Kardeşimi kaçıracaklar," dedi korku dolu bir sesle ve o dosyanın devamına bakmaya ihtiyaç bile duymadan koşarak odadan çıktı, şaşkınca baktım arkasından.

Salona indiğimizde eve giren Erdem'i gördüm.

"Erdem kardeşimi kaçıracaklar," dedi Ateş, buna çoktan inanmış gibiydi. Erdem şaşkınca bir Erdem'e bir de bana baktı.

"Oğlum bir durun! Eve girer girmez pat diye böyle bir şey söylenir mi? Önce bir sakin olun, nereden geldi bu haber?"

"Tahmin," dedim, şaşkın bakışları beni buldu.

"Tahmin mi? Basit bir tahmin mi? Ben de sizi öyle telaşlı görünce bir yerden haber geldi zannettim," dedi rahat bir şekilde, onun rahatlığı Ateş'in sınırını bozdu ve bir anda yakalarına yapıştı Erdem'in.

"Kardeşimi kaçıracaklar lan kardeşimi! Kardeşim diyorum sana!" Ateş'in bu öfkeli hâli Erdem'in işin ciddiyetini kavramasına neden olmuştu.

"Tamam sakin ol, bu sadece bir tahmin. Adamlar şu an kardeşini kaçırmaya gitmiyorlar herhalde! Onlardan önce biz devreye girer, alır getiririz kardeşimizi." Bir anda gülümsedim.

Kardeşimizi.

Bu benim bile hoşuma gitti. Ateş hâlâ telaşlıyken Erdem soğukkanlı bir şekilde telefonunu çıkardı.

"Bizim Mustafa oradaydı değil mi?" diye sordu, Ateş onu onaylayınca da Mustafa dediği kişiyi aradı. Adam telefonu açmış olacak ki konuşmaya başladı.

"Orada mısınız hâlâ?" diye girdi konuya. "Güzel, şimdi beni iyi dinle. Toplanın, içeriye girin ve çocuğu alıp çıkın. Gerekirse zor kullanın ama tırnağına bile zarar gelmeyecek... Sana ne oğlum? Kimse kim? Sen dediğimi yap, al getir... Hadi, acele edin. Dikkat de edin... En ufak bir aksilikte hemen beni arayın... Hadi bekliyoruz." Bu cümleleri kurduktan sonra sonlandırdı telefon görüşmesini ve yine aynı rahatlıkla Ateş'e baktı.

"İşte bu kadar, sakin ol sen de. Getirirler birazdan kardeşimizi. Biz de tanışmış oluruz," deyip salona doğru yürüdü, Ateş onun arkasından şaşkın şaşkın baktı.

"Lan sen neden bu kadar rahatsın?" diye kızdı, Erdem ona döndü.

"Rahat değilim, sakinim. Senin gibi fazla duygusal davranmıyorum ve emin ol en doğrusu bu. Sen de sakin ol, geç şuraya otur." Ateş bana baktı, sanki benim ona destek çıkmamı bekler gibi bir hâli vardı ama maalesef ki böyle bir şey yapamayacağım.

"Erdem haklı," dedim, kaşlarını çattı. "Biraz sakin ol, bu kadar gergin ve öfkeli olmanın hiçbirimize faydası yok." Cevap vermedi, yanına gittim, elini tuttum. "Güven bana, kardeşinin başına hiçbir şey gelmeyecek ve en fazla bir saat sonra burada olacaklar." Onu rahatlatmaya çalıştım, dudaklarını birbirine bastırdı, başını salladı.

El ele salona gidip de Erdem'in karşısına oturduğumuzda Erdem'in kurduğu ilk cümle "Sen abimle nasıl tanıştın?" oldu. Sanırım hesap sormuyor diye düşündüğüm kişi şu an bana hesap soruyordu ve doğruyu söyleyecektim.

"Babam sayesinde," dedim hem Ateş hem de Erdem fazlasıyla şaşırdılar, devam ettim.

"Bir gün babamın avukatı beni aradı, babamla acil bir görüşme ayarladığını söyledi," diye girdim konuya ve olan biten her şeyi baştan sona eksiksiz bir şekilde anlattım. Onlar da beni dikkatle dinlediler. Ne eksik bir şey anlattım ne de yalan kattım işin içine. Doğru dürüst anlattım ve üzerimdeki yükten kurtulmuş oldum.

"Ne yani babanla abim önceden tanışıyorlarmıymış?" Sordu, başımı salladım.

"Tanışıyorlarmış, ben de yardım istedim, kabul etti. Hem zaten çok güçlü birisi, eli her yere uzanıyor, ulaşamadığı hiçbir şey olmuyor ve bu adam sizin abiniz. Böyle bir durumu neden ondan sakladınız? Belki en başından beri Pars bu işin içinde olsaydı..." Sözümü kesen Erdem oldu.

"Her şey çok daha kolay olurdu." Benim cümlemi tamamlayan o olurken başımı salladım.

"Aynen öyle," diye onayladım onu, Erdem arkasına yaslandı.

"Abimin bilmemesi gerekiyordu ve bilmiyordu Mira. Keşke en başından ondan yardım istemeden önce bunu bizimle paylaşmış olsaydın." Ses tonundan dolayı sitem ettiğini anladım.

"Erdem o zamanlarda ne siz bana güveniyordunuz ne de ben size. Nasıl bir durumda olduğumuzu hepimiz çok iyi biliyoruz burada. Babam da ona güven dedi ben de güvendim. İyi ki de güvenmişim," diye yanıtladım, gözlerimi Ateş'e çevirdim. Öyle dalgın duruyordu ki muhtemelen şu an benim söylediklerimi duymuyordu.

"Biraz sakin olur musun?" Gözleri beni buldu, gerginlikten dolayı kaskatı kesilmişti. Ayağını da sallıyordu gergin bir tavırla.

"O çocuk bu eve gelene kadar sakin falan olamam ben!" dedi, Erdem'e döndü. "Şu herifi bir daha ara, neler oluyormuş öğren." Erdem göz ucuyla bana baktıktan sonra iç geçirdi, başını salladı ve yine telefonunu çıkardı.

"Alo... Ne yaptınız, aldınız mı bizim çocuğu? Bir sıkıntı çıktı mı?... Anladım, yolda bir sorun olursa ara mutlaka... Ne demek bu?... Allah Allah tamam gelince bakarız... Hadi eyvallah, bekliyoruz." Konuştu ve telefonu kulağından indirdi, Ateş'e baktı.

"Almışlar Uras'ı, yoldalarmış, geliyorlar. Rahat ol yani, bir sıkıntı yok." Erdem'in bu sözleri Ateş'i rahatlatır sandım ama öyle olmadı.

"Sen konuşurken niye şaşırdın o kadar?" diye sordu endişeyle, doğru ya bir şey Erdem'i şaşırtmıştı. Merakla Erdem'e döndüm.

"Zorluk çıkarmamış, binmiş hemen arabaya. Yanında bir kız varmış, bir tek onu istemiş. Bizimkiler kızı da alınca çıkmış evden, binmiş arabaya." Şaşkınca kaldım, bu hiç mantıklı değildi. Nasıl olur da böyle bir şey olabilirdi? İnsan hiç tanımadığı insanlarla gitmeyi bu kadar çabuk kabul eder miydi?

"Saçmalık," dedi Ateş ve yine ayağa kalktı, yerinde duramıyordu. "Tamamen saçmalık!" diye ekledi ve volta atmaya başladı. "Bir şeyler dönüyor, bu çocuk nasıl olur da hemen gelmeyi kabul eder?" Ateş bunu söylerken bir anda telefonu çaldı. Kötü bir haber gelmiş gibi telaşla telefonunu çıkardı, ekrana baktı. Bakışları bir anda sertleşti.

"Ne oldu?" diye sordum, gözleri beni buldu. Cevap vermesini bekledim ama yaptığı tek şey ekranı bana çevirmek oldu. Dikkatle baktım ekrana, yabancı bir numara aradığını gördüm.

"Siktir! Oğlum yine mi başladık lan?" Erdem söylendi, Ateş hiç oyalanmadan aramaya yanıt verdi, sesi de hoparlöre verdi. Eşzamanlı olarak iğrenç bir kahkaha duyuldu, ellerimi yumruk yaptım.

Kahkahanın ardından bir erkek sesi "Kazandınız mı şimdi?" diye sordu, Ateş o sırada yanımıza oturdu. Onun, benim ve Erdem'in arasında bir bakışma geçerken adam konuşmaya devam etti.

"Bitti mi her şey? Size tüm bunları yapanın o evinizde tuttuğunuz birkaç piyon olduğunu mu zannettiniz?" Bizimle alay edince öfkelendim ama sesinde küçük bir şey vardı, küçücük bir endişe.

Sanki bastırmaya çalıştığı endişenin minik bir belirtisi gibiydi.

Şu an oyun oynuyordu bize, göstermek istediği kadar rahat bir durumda değildi. Bu çok belliydi. O küçük endişeye ve bu aramaya tutundum.

Mesaj atmadı, aradı.

Sesini değiştirmedi, değiştirmeye gerek duymadı.

Bizi arama kararını alelacele almış olsa gerek ki bir sürü hata yapmıştı ve bunun bir tek ben farkında değildim. Ateş de Erdem de farkındaydı.

"Ne anlattılar size?" diye sordu gülerek, fakat gülmesi şu an benim için hiçbir şey ifade etmiyordu. Şu an gergin ve endişeli olduğunun farkındaydım. Belki de neler öğrendiğimizi öğrenmek için aramıştır bizi.

"Onlardan hiçbir şey öğrenemeyeceksiniz," diye devam etti cümlesine. Ateş sustu, cevap vermedi ona. Onunla birlikte biz de sustuk, sadece onu dinledik.

"Benden kurtulamayacaksın Ateş Demirkan, hiçbir zaman kurtulamayacaksın. Attığın her adımı ben istediğim için atabiliyorsun. Senin aldığın nefes bile bana ait Ateş Demirkan. Ben yaşa dersem yaşarsın, öl dersem de öleceksin. Bunu sakın aklından çıkarma." Adamın bu sözleri beni daha da öfkelendirdi ama elimden geldiği kadar sakin kalmaya çalıştım.

"Sana öyle bir oyun kurdum ki gün gelecek ölmek isteyeceksin. En sevdiklerinle sınanacaksın Ateş Demirkan. En sevdiklerinle karşı karşıya geleceksin. Sana gelen kardeşin de, sevdiğin kadın da, kardeşim dediğin arkadaşların da gün gelecek karşında olacaklar. Seni sevdiklerinle vuracağım. Hem de en sevdiklerinle. Şimdi kazanıyorum zannet. Gün gelecek benim kurduğum bir oyunun içimde bulacaksın kendine." Ateş'in yüzüne baktım, yüzünde mimik dahi oynamıyordu. Adamın söylediklerini umursamamıştı. Zaten umursanacak şeyler de değildi, hepsi tamamen saçmalıktı.

"Bu dünyada cehennemi yaşamaya hazır ol Ateş Demirkan, cehennemin ben olacağım," dedikten hemen sonra da telefonu kapattı, Erdem'in de Ateş'in de öfkeyle bir şeyler yapmalarını bekledim ama ikisi de hiç beklemediğim bir şey yaptı ve birbirlerine bakıp gülmeye başladılar. Ben de şaşkın şaşkın bir ona bir ona bakıp durdum, neden güldüklerini anlamaya çalıştım.

"Ben bir şey mi kaçırdım?" diye sordum, Ateş'in az önceki gergin hâli yok olmuştu. Bir şeyler söylemesi için merakla ona bakarken elini omzuma attı, arkasına yaslandı.

"Zafere çok az kaldı güzelim, kısa zamanda bitecek her şey," dedi, gözlerimin içine baktı ve sadece benim duyabileceğim bir ses tonuyla mırıldandı.

"23 Nisan Cumartesi bu iş bitmiş olacak." Bu cümlesiyle eşzamanlı olarak dudaklarım yana kıvrıldı, gülümsedim ona. Sözlerime değer verdiğini, umursamamazlık yapmadığını anlamış oldum.

"Bitmiş olacak," diye yineledim, o sırada aramızdaki bu küçük konuşmayı duymayan Erdem araya girdi.

"Farkında mısınız bilmiyorum ama ciddi ciddi bitiyor her şey. Şu az önce konuştuğumuz puşt her kimse ilk defa kendini açığa çıkardı. İlk defa şerefsizin sesini duyduk. En iyi adamları ve yakınlarından birisi bizim elimizde. Kardeşini de aldık, geliyor ve bunu bildikleri hâlde bir bok yapamıyor." Erdem'in söyledikleri varolan öfkemi yok etti, benim de keyfim yerine geldi.

"Bitiyor arkadaşlar bitiyor." Ateş bunu söylerken arkama yaslandım, ellerimi göğsümün altında birleştirdim.

Erdem ve Ateş keyifle konuşurlarken ben telefonumu çıkardım, annemi aradım. Onunla uzun uzun konuştum ve maalesef yalan söyleyip dün gece kendi evimde kaldığımı söylemek zorunda kaldım.

Ben annemle konuşurken salondan sesler gelmeye başladı. Annemi bir şekilde geçiştirdim, telefonu kapattım ve salona döndüm. Ateş ve Erdem'in ayakta olduklarını gördüm. "Ne oldu?" Sordum, daha onlar soruma cevap veremeden eve girenleri gördüm.

Daha dün gördüğüm o genç çocukla yine dün aynı evde çöp atarken gördüğüm kız eve girdiler. İkisi de Ateş'in karşısında durdu, ikisi de Ateş'in gözlerine baktılar. O an öyle bir sessizlik oldu ki gerilmeden edemedim. Ateş ne diyeceğini bilmez bir şekilde sustu ama bir an önce bir şeyler söylemesi gerekiyordu. Çünkü onu zorla buraya getiren biz olmuştuk. O şu an hesap sormasa da Ateş'in hesap vermesi gerekiyordu.

İçimden bunu geçirirken Uras Ateş'e doğru bir adım attı. Aralarında geçecek olan ilk konuşmayı çok merak ederken bu genç çocuk tek kelime bile etmeden salona doğru yürüdü. Şaşkınca ona bakarken koltuklardan birine oturdu.

"Selin acıktım ben," dedi, şaşkınlığım daha da arttı. Bu neydi şimdi? Neden böyle davranıyordu? Benim gibi diğer herkes de şaşkınca ona bakarken Selin diye hitap ettiği kıza omzunun üstünden bir bakış attı.

"Yemeğimi getir," deyip yeniden önüne döndü. Bu durum çok normal olmadığından bir açıklama yapması için isminin Selin olduğunu öğrendiğim kıza döndüm.

"Ne istiyorsunuz bizden?" diye sordu, kaşlarımı çattım. "Neden getirdiniz bizi buraya? Sizin bizimle..." Ateş onun hesap sormaya devam etmesine izin vermedi.

"Uras benim kardeşim," dedi, kız buna hiç de şaşırmış gibi görünmüyordu ama şaşırmış gibi yaptı. Yüzündeki şaşkın ifadenin yalan olduğu çok belliydi.

"Ne?" dedi, sesini de elinden geldiği kadar şaşkın çıkarmaya çalıştı ama bu konuda pek de başarılı olamadı. "Ne demek Uras benim kardeşim?" diye hesap sordu yine. O Ateş'e hesap sorarken ben salonda oturan Uras'a baktım.

Kardeşim kelimesini duymuştu, kızın hesap sorduğunu da duyuyordu ama bu konuyla ilgileniyor gibi değildi.

"Sen kimsin?" diye sordu Ateş, kıza biraz daha yaklaştı. "Uras'ın neyisin? Uras neden böyle umursamaz? Yanında olduğuna göre bilmen gerekiyor bunu, anlat bakayım bir!" dedi.

Gözlerimi bir kez daha Uras'a çevirdim, televizyonu açmaya çalışıyordu.

"Umursamaz değil, o hep böyle," deyince kızın söylediği şeye bir anlam vermeye çalıştım ama veremedim. Hep böyle de ne demekti?

"Normal olmadığının farkındasın, akli dengesi yerinde değil," dedi kız, şaşkınca kaldım, gözlerim büyüdü. Akli dengesi yerinde değil mi? Yok artık!

"Ne?" Ateş şaşkın bir tepki verirken ne diyeceğimi bilemedim. Sormak istediğim onlarca soru oldu ama tek kelime bile edemedim.

"Duydunuz işte, akli dengesi yerinde değil! Bugün de hastaneye gitmemiz lazımdı. Siz bizi alıp buraya getirdiniz! Siz..." Kızın sözünü bu kez de Erdem kesti.

"Hesap sorup durma! Adam akıllı anlat şu işi! Nasıl bu hâle geldi?" Erdem de fazla öfkeliydi.

"Kaza geçirdi, bir kazadan sonra da bu hâle geldi. Yani gelmiş, ben onu kazadan sonra tanıdım. Hemşiresiyim onun. Hemsireden de çok bakıcısı gibiyim."

"Seni kim tuttu?" diye sordum, gözleri beni buldu. Benim sorumla birlikte Ateş ve Erdem de merakla kıza baktılar. "Birisinin maaşını ödüyor olması lazım. Senin maaşını ödeyip ona bakman için seni tutan kim?" Kız hepimize tek tek baktıktan sonra konuştu.

"Babası, Tansu Arkan," dediği an atıldım konuya.

"Tansu Arkan mı? Tansu Serez olmasın o?" Kızın bakışları beni buldu.

"Anlamadım? Serez mi?" Sordu, başımı salladım.

"Evet, biz evlatlık verilme belgesini gördük ve adamın ismi Tansu Serez, Arkan falan değil! Sen yalan söylüyor olabilir misin?" Şüpheyle sordum, kızın da kaşları çatıldı.

"Siz kimsiniz, bizimle derdiniz ne bilmiyorum ama niye size yalan söyleyeyim? Neden yapayım böyle bir şeyi? Maaşımı aldığım adamın ismi Tansu Arkan, yani bana kendini böyle tanıttı. Adamın kim olduğunu araştıracak hâlim yok herhalde. Uras'la ilgileniyorum ben sadece. Onun da kimliğinde babasının ismi Tansu yazıyor. Soyadları da Arkan'dır herhalde." Kız bir anda tamamen değişmişti. Kesin cümleler kurmak yerine ihtimaller üzerine konuşuyordu. Ortada bir tuhaflık olduğunu besbelliydi.

"Yani emin değilsin," dedi Ateş, kız başını salladı. O sırada Erdem konuştu.

"Siz bu Tansu Serez ismine nasıl ulaştınız?" Ateş Erdem'e cevap verecek gibi oldu ama şu an bu doğru değildi. Burnuma kötü kokular geliyordu.

"Biz Mira'yla..." dedi Ateş, telaşla sözünü kestim.

"Bunu daha sonra yalnız konuşalım," dediğimde Ateş ve Erdem'in bakışları beni buldu."Şimdi Uras'la ilgilenelim," diye ekledim, ikisi de bir şeyler olduğunu anladı, ikisi de bana ayak uydurdular.

"Selin!" diye araya girdi Uras öfkeli sesiyle ve kıza baktı. "Acıktım diyorum sana!" Kızdı, konuşması gayet düzgündü ama bakışları boş ve anlamsızdı. Hareketleri de anlamsızdı. Yani ortada büyük bir anlamsızlık vardı ama nedeninin kızın anlattığı gibi bir kaza olduğunu hiç sanmıyorum.

"Bari yiyecek bir şeyler verin lütfen, sinirlendiği zaman kendine zarar veriyor." Kız bunu öyle bir ses tonuyla söyledi ki geldiği ilk andan beri bir tek bu inandırıcı gelmişti.

"Ben bir şeyler getiririm," dedim, Ateş'in yanından geçerken kulağına "Hiçbir şey konuşmayın ve kıza dikkat edin, bir yere bir şey bırakmasın," dedim. Ateş anlamsız bakışlar atarken yanından ayrıldım, mutfağa gittim.

Hızlıca bir tost yapıp hazır olan çaydan bir bardak aldım, salona döndüm. Salona döndüğümde hepsinin salonda oturduğunu gördüm. Ateş Uras'ın hemen yanında oturuyordu. Yanlarına gittim, Uras'ın diğer yanına da ben oturdum. Elimdeki tepsiyi de önüne bıraktım.

Uras tostu aldı, hemen yemeye başladı. Çayını da içerken hareketlerini kontrol ettim. Gayet düzgündü. Hem de bayağı düzgündü. Akli dengesi yerinde olmayacak bir adam gibi değildi.

Kimse sesini çıkarmadı, Uras tostunu yedi. Çayını da içti. Herkes onu izlerken ellerini birbirine vurdu, temizledi. Tıpkı Ateş gibi kehribar rengi gözleri vardı. Ateş gibi kemikli bir çene yapısı, kirli sakalları vardı. Kumral, biraz uzun saçları vardı. Tıraş olmadığı her hâlinden belliydi.

"Selin uyuyacağım ben," dedi Uras ve bana döndü. "Kalk oradan, uyuyacağım." Sürekli sinirli gibi konuşuyordu. İstemsizce ayağa kalktım. Uras koltuğa uzandı. Ayaklarını Ateş'in arkasına doğru uzattı. Herkes merakla ona bakarken "Selin battaniye getir bana," deyip gözlerini kapattı.

"Ben getireyim," dedim, koşar adımlarla yanlarından uzaklaştım. Arka odalardan birinden bir pike aldım, salona döndüm. Uras'ın üstüne bıraktım. Merakla ona bakarken battaniyenin altına tamamen girdi, bize arkasını döndü.

"O böyle işte, etrafında olanlar onun umurunda değil. Sadece kendi istedikleriyle yaşar. Yemek yer, bir şeyler içer, bazen bilgisayarla oynar ve uyur. Baksanıza başka bir evde, başka insanların yanında olduğumuzu bile fark etmeden yine istediklerini yaptı ve uyudu." Dikkatle dinledim bunları söyleyen Selin'i.

"Kardeşim dedin," diyerek Selin Ateş'e döndü. "Bunu duydu, beni de duydu ama ilgilenmedi. Anlamıyorum çünkü, istese de anlamıyor. Şu an her şey sıradan onun için. Yemeğini yedi ve uyudu. Uyandığında muhtemelen bunun farkında olmayacak. Şimdi kaldırsan, ben senin abinim desen unutacak seni." Kız konuşurken yine araya girdim.

"Seni nasıl hatırlıyor?" Gözleri beni buldu. "Geldiğinden beri ismini söylüyor, seni tanıyor, durum böyleyken Ateş'i neden unutsun ki?" Sordum, kız anında yanıtladı.

"Çünkü ben hep yanındayım onun."

"Ateş de hep yanında olur," diyerek net bir cevap aldı benden ve afalladı.

"Mira biraz sakin olur musun?" diyen Ateş'e döndüm.

"Ben zaten sakinim," dedim, kıza döndüm.

"Babası nerede?" Yine sordum.

"Bilmiyorum." Kaşlarımı çattım. "O bana maaşımı verir, arada bir de oğlunu sorar ve biter. Oğlunu görmeye bile gelmez. Bir ev verdi, orada yaşıyoruz işte." Şüphelerim daha da artıyordu ve yavaş yavaş bu şüphelerden emin olmaya başlamıştım.

"Peki Uras ne zaman kaza yaptı?"

"2 yıl önce."

"Tedavi oluyor mu?"

"Evet ama yanıt vermiyor tedaviye. Doktor başına aldığı darbeden sonra bu hâle geldiğini söyledi. Ağır bir travma yaşıyormuş. Beyin sarsıntısı denilmişti." Sorduğum her şeye anında yanıt veriyordu.

"Ondan önce sağlıklı mıydı peki? Bir hastalığı var mıydı?"

"Hayır, hep iyiydi." Ve bingo! İşte ilk açığını verdi ve beni şüphe ettiğim şeylerden emin kıldı.

"Anladım," dedim, ayağa kalktım, Ateş'e baktım. O şu an sadece kardeşine odaklanmış durumdaydı.

"Dışarıda konuşalım," dediğimde gözleri beni buldu. Ona bakmadan Erdem'e döndüm. "Sen de gel," dedim ve ikisinin de cevap vermesini beklemeden salondan ayrıldım, bahçeye çıktım.

Bir ağacın altında durdum, ellerimi göğsümün altında birleştirdim, ağaca yaslandım. Birkaç dakika sonra Ateş ve Erdem karşımda dikiliyordu.

"Mira neden böyle davranıyorsun? Sanki kızı öldürecek gibiydin," dedi Erdem, göz ucuyla ona baktım, bakışlarım yeniden Ateş'i buldu.

"Kardeşin sağlıklı olabilir," dediğim an önce şaşırdı sonra da hemen kaşları çatıldı.

"Nasıl oluyor bu?" Sordu, parça parça anlatmak yerine en başından anlatmaya başladım.

"Kız şüphe çekici davranıyor. Bir hemşireyim dedi bir bakıcısıyım. Önce onu kazadan sonra tanıdım dedi sonra da evet kazadan önce hep iyiydi dedi. Anlayacağınız tutarsız konuşuyor bu bir! İkincisi; Uras'ın davranışları akli dengesi yerinde olmayan bir insana göre çok düzgün. Sadece..." dedim ve sustum, Ateş bana dikkatle ve merakla bakarken devam ettim.

"Yanlış anlama ama sadece biraz salak gibi," dediğim an Ateş şaşkınca kaldı. "Yani onu bu hâle getirmiş gibiler. Beyni uyuşmuş gibi. Sorgulamıyor, dinlemiyor, önemsemiyor. Bu akli dengesi yerinde olmayan birinin yapacağı davranışlar değil. Beni uyuşmuş birinin yapacağı şeyler. Onu ilaçlarla bu hâle getirmiş olabilirler. Elimizde de bunu yapabilecek bir kız var. Muhtemelen bu kız, kardeşini bu hâle getiriyor." Ateş'in ellerini yumruk yaptığını fark ettim. O da Erdem de söylediklerime hak vermiş gibiydi.

"Bunun sebebi de biziz, bize ulaşmak istemeleri," dedim, ikisinin de gözlerindeki merak duygusunu hissedip devam ettim. "Onları her şekilde engelledik, artık bizi dinlemeleri, her yaptığımızı bilmeleri mümkün bile değil. Bu yüzden ellerinde son koz olan kardeşini kullandılar. O adamların burada olduğunu, kardeşini öğreneceğini ve onu alacağını biliyorlardı. Onu bu hâle getirdiler, yanına da bir hemşire koydular, biz de istediklerini yaptık ve ikisini de alıp eve getirdik," dediğim an ikisinin de bakışları bahçe kapısını buldu. Oradan bize bakan kıza baktılar.

"O kız aramızda casus olarak girdi. Ne yaptığımızı, ne konuştuğumuzu, hangi adımı atacağımızı dışarıya bildirecek. O adamın bunu yapmak için başka şansı kalmadı. Çünkü bizi dinleyemiyor, haberi olmadan adımlar atıyoruz ve kazanmaya başladık. Biz kazanmaya o da kaybetmeye. Son kozu kardeşindi, şu anda da onu kullanıyor Ateş. Sanki kardeşin bu kıza bağımlıymış, son iki yılını onunla geçirmiş gibi görünüyor ama o kızın kardeşinin hayatına yeni girdiğine yemin edebilirim. Kardeşinin bu hâle yeni geldiğine de yemin edebilirim." Ateş gözlerini kapattı, gözlerinden ismi gibi ateş çıkıyordu, burnundan soluyordu.

"Ben o kızı onu buraya göndereni de..." Erdem'in devam etmesine izin vermedim.

"Hiçbir şey yapmayacaksınız!" dediğim an ikisi de şaşırıp kaldılar.

"Bırakın da gücün yeniden kendisinde olduğunu düşünsün, bizden haber alabildiğine inansın. Kız bizimle kalmaya devam etsin. Etsin ve bizim istediğimiz her şeyi o adama ulaştırsın. Hep savunduk kendimizi, savaşırken hep savunma hâlindeydik. Oyun kuran onlar, o oyundan kurtulmaya çalışan hep biz olurduk. Bu kez oyunu biz kuralım," dediğimde bu fikir ikisinin de hoşuna gitti.

"Yani..." deyip sustum, ikisinin de gözlerine muzip bir ifadeyle baktım, onların da yüzlerinin aynı ifadeye sahip olduğunu gördüm. Üçümüz birbirimize bakarken anlaşmış gibi aynı anda, aynı şeyi söyledik.

"Kazanmak için onların kurduğu tuzağı kullanacağız."

Bölüm Sonu!

Selamlar :) nasılsınız? Neler yapıyorsunuz? Nasıl gidiyor hayatınız?

Son sahneyi yazarken biraz gaza geldim sanırım hdjsjjsjsjsj artık yavaş yavaş bir şeyler çözümlenmeye başladı. Sizce bu işin altından nasıl bir olay çıkacak? Bunu öğrenmenize az kaldı diyebilirim :)

Sizce Mira'nın son sahnede söyledikleri mantıklı mıydı? Uras gerçekten sağlıklı olabilir mi? Selin casus mu?

Buraya bölümü en iyi anlatan emojiyi bırakabilirsiniz.

Bölüm hakkındaki yorumlarınızı buraya yazabilirsiniz.✨

Yeni bölüm alıntısını okumak ve duyurulardan haberdar olmak için beni sosyal medyadan da takip edebilirsiniz.💫

Bir sonraki bölümde görüşmek dileğiyle... Kendinize çok iyi bakın, sevgiyle ve sağlıkla kalın.♡

Instagram: gizzemasllan / sucortagimofficial

Twitter: gizzemasllan

SİZİ ÇOK SEVİYORUM.♡

Loading...
0%