@gizzemasllan
|
Merhaba, suç ortaklarım✨ Ekranın aşağısındaki yıldızı aydınlatarak okumaya geçerseniz çok sevineceğim.❥ Buraya ben de sizin için bir yıldız bırakıyorum.⭐ Siz de yıldız ve kalplerinizi bırakabilirsiniz.♡ Keyifli okumalar... *** Bu hayatta tercih ettiklerinizin vazgeçtiklerinize değmesi gerekir. 6. BÖLÜM "KARANLIK GÜN" "Yıldızları görmek istiyorsan karanlığı göze alacaksın." Diye mırıldandım kendi kendime. Bu cümleyi kaçıncı kez kurduğumu bilmiyorum. Bu adam benim için mi gelmişti buraya? Beni görmek için? Neden böyle bir risk alsın ki? Bu çok saçma. "Mira Hanım?" Sesin geldiği yöne baktığımda otelin güvenlik şefini gördüm. Birkaç adımda yanıma geldi. "Dediğiniz her şeyi yaptık. Odalar tamamen boşaldı. İnsanları restorana ve balo salonuna yönlendirdik." "Güzel." Deyip sustum ama adamın karşımda bir şeyler söylemek için kıvrandığını fark edince konuştum. "Bir şey mi diyecektiniz?" Derin bir nefes aldı. "İnsanlar bu durumdan çok da memnun değil. Daha ne kadar hepsini sakin tutabiliriz bilmiyorum. Bazıları acil işlerinin olduğunu söyleyip çıkmak istiyorlar. Bazıları odalarına yeniden dönmek istiyorlar." "Ben hallederim." Deyip ilk önce restorana doğru yürüdüm. Yürürken bir anda başımın dönmesiyle yanında olduğum kolondan tutundum ve dengemi sağladım. Alkolün etkisi hâlâ geçmemişti. İlk defa bu kadar çok içtiğime pişman oldum. Çünkü benim şu an odada uyuyor olmam gerekiyordu. Kendimi toparlayıp restorana girdim. Çok fazla kalabalıktı. Adım atacak yer bile yoktu ve herkes hep bir ağızdan konuştuğu için fazla gürültülü bir ortamdı. "SESSİZ OLUN!" Diye bağırdım beni duymalarını umut ederek ama beni duymadı ve konuşmaya devam ettiler. Bir kez daha bağırmak yerine belimden silahımı çıkararak havaya doğrulttum ve ateş ettim. "Mira Hanım ne yapıyorsunuz?" Güvenlik şefi konuşurken herkes çığlık attı ama daha sonra sessizlik sağlandı. Beni duyacaklarından emin olunca bir kez daha bağırdım. "SESSİZ OLUN!" İnsanların korktuğunu fark edince bir sandalye çekerek herkes beni görsün diye üstüne çıktım. "Korkmanız gereken hiçbir şey yok. Bu yüzden lütfen sakin olun çünkü hiçbiriniz tehlikede değilsiniz." Herkes yine kendi arasında konuşmaya başlarken devam ettim. "Sizi burada topladık çünkü şu anda otelde aranan bir kişi var ve sizin odalarda olmanız tehlikeli." Konuşmaya devam edecekken bir başka ses araya girdi. "Madem böyle bir şey var bırakın gidelim biz siz de işinizi yapın. Bizi neden burada tutuyorsunuz?" Gözlerim bunu diyen kızı buldu. En fazla 20 yaşında falandı herhalde. "Çünkü kimin suçlu olduğunu bilmiyoruz. Aranan kişi şu anda aranızda olabilir ve bizi duyuyor olabilir. Yani sen bile olabilirsin. Bu yüzden ortada böyle bir durum varken hiçbiriniz hiçbir yere gidemezsiniz." Herkes söylediğim şeyle daha da telaşlanırken devam ettim. "Suçsuz olduğunu düşünen herkes rahat olsun. Birkaç saat içinde buradan elinizi kolunuzu sallayarak hiçbir şey olmamış gibi çıkıp gideceksiniz. Aranızdaki suçlu her kimse de..." Deyip kendimi gösterdim "Bana iyi baksın çünkü bizzat kendi ellerimle onu parmakların arkasına tıkıp bir daha da çıkmaması için elimden gelen her şeyi fazlasıyla yapacağım!" Dedim ve sandalyeden indim. "Her yerin kapalı olduğundan eminsiniz değil mi?" Diyerek güvenlik şefine döndüm. Başını salladı. "Her yer kapalı. Kapalı oldukları hâlde bile güvenlik görevlileri tüm kapıların yanında bekliyor. Bu açıdan rahat olun. Dışarıya çıkması imkânsız." Onu onaylarken genç bir oğlan telaşla yanıma geldi. "Sizinle konuşmam lazım." Güvenlik şefi yanımdan ayrılırken kaşlarımı çattım. "Dinliyorum." "Bakın ben suçlu falan değilim. Babam burada kalıyordu. Onunla bir şey konuşmak için geldim ama benim bir an önce hastaneye annemin yanına dönmem lazım." "Birkaç saat sonra dönersin dışarıya çıkmak yasak." Deyip gidecekken yeniden önümde durdu. "Annemi birazdan ameliyata alacaklar. Benim onun yanında olmam lazım. Ameliyata girmeden önce onunla konuşmam lazım. Belki bir daha hiç çıkamayacak ameliyattan bilmiyorum ama onun yanına gitmem lazım. Buraya sadece babamı yanımızda olması için ikna etmeye gelmiştim ama gitmem lazım." Cevap veremedim. "Lütfen yalvarıyorum size." Derin bir nefes aldım ve montunu gösterdim. "Montunun fermuarını aç." Şaşırdı. "Anlamadım." "Hadi dediğimi yap." Hâlâ şaşkındı ama yine de dediğimi yaptı. Açıkta kalan boynuna dikkatle baktım ve yara olmadığını gördüm. "Bunu neden..." Devam etmesine izin vermeyerek ona yaklaştım ve geçen gün katili vurduğum yere bastırdım. Yüzünde tek bir mimik bile oynamadı. "Ben gerçekten ne yapmaya çalıştığınızı anlamıyorum." Dediğinde bastırmak yerine vurdum. Yine hiçbir tepki vermeyince geri çekildim. "Memur Hanım..." Yine devam etmesine izin vermedim. "Annenin yanına gitmek istiyorsan sessiz ol." Dediğimi yapıp susarken sırtındaki çantasını aldım ve içini didik didik ettim. Suçsuz olduğu belliydi ama yine de ne olur ne olmaz. Sonuçta ummadığın taş baş yarar. Katile bu kadar yaklaşmışken hata yapamam. "Ne arıyorsunuz?" Çantanın içinde bir şey bulamayınca fermuarı kapatıp ona verdim. "Gidebilir miyim artık?" Sorusuna cevap vermeden telefonumu çıkarıp bana mesaj atan numarayı aradım. Muhtemelen sessizde olacaktı ama yine de bir deneyelim. Tam de beklediğim gibi telefona cevap vermedi ve meşgule aldı. Karşımdakinin elinde bir telefon olmadığı için ve aradığım numara meşgule alındığı için şimdi tam olarak onun olmadığından emin oldum. "Gidebilirsin." Deyince gülümsedi ve rahat bir nefes aldı. "Çok teşekkür ederim. Umarım, aradığınız kişiyi bir an önce bulursunuz." Yüzümde zoraki bir gülümseme oluştu. "Umarım annen bir an önce iyileşir. Hadi git, daha fazla bekletme anneni." Cevap vermeden kapıya doğru yürüyünce kapıdakilerin beni duyabileceği bir ses tonuyla konuştum. "İzin verin, çıksın." Dediğim an kalabalığın içinden bir ses yükseldi. "O çıkabiliyor biz neden çıkamıyoruz? Madem kafanıza göre..." Yine aynı kız olduğunu fark edince bağırdım. "KES SESİNİ!" Kız korkuyla bana bakarken sakinleşmek için derin derin nefes aldım. Herkesi buraya toplamış oteli kapatmıştım ama ne yapacağıma dair en ufak bir fikrim bile yok. Bu yüzden babam ve Tufan başkomiserin gelmesini bekliyorum. Tek başıma bir şeyler yapıp hata yapmak istemiyorum. Ne de olsa şu an burada köşeye sıkışmış durumda. Aradan geçen 15 dakikanın sonunda güvenliklerin otelin kapısını açtıklarını gördüm. O tarafa doğru döndüğümde içeriye bir anda polisler onların arkasından bizimkiler, babam ve Tufan amca girdi. Hızlı adımlarla yanlarına gittim. Konuşmak için dudaklarımı araladım ama babam benden önce davrandı. "Mira sen ne yaptığını zannediyorsun? Bu insanları..." Devam etmesine izin vermedim. İlk defa babamın sözünü kestim ve konuştum. "O kaçmadı baba şu an burada otelde." Hepsi esaslı bir şaşkınlık yaşarken oda servisiyle beraber odaya gelen kağıttan başlayarak bana attığı mesajları, yaptığım anonsa verdiği cevaba kadar her şeyi tek tek anlattım. Kurduğum her cümlede şaşkınlıkları bir kez daha arttı. Konuşmam bitip susunca ilk karşılık veren Cansu oldu. "Ne yani şimdi katil yurt dışına kaçmadı ve bu otelde mi?" Başımı salladım. "Aynen öyle. Bugün öğrendiklerimiz hepsi gerçekte yaşanmış hiçbiri yalan ya da yanlış değil ama katil Ateş Demirkan falan da değil. Katil Ateş Demirkan'ın kimlik değiştirdiğini ve bu şekilde hayatına devam ettiğini biliyor. Bize bunu anlatmaya çalıştı. Aslında başka birinin işlediği bir suçu kendisi yapmış gibi gösterdi. Hepimiz de inandık." Dedim ve sinirle güldüm. "Kendisinin de dediği gibi tiyatro oynadı bize. Hepimiz sadece baktık ve olayın böyle olduğuna inanıp dosyayı kapattık. Fakat o görmemizi istedi. Biz görmeyince ortaya çıkarak kendisi gösterdi. Bana inanıyordu. Sen düşünürsün, sadece bakmak yerine baktığını görürsün dedi. Ben onun tahmin ettiğini yapmak yerine sizin anlattıklarınızın doğru olduğuna inanıp dosyayı kapatmanıza izin verdim, karşı çıkmadım. Ve ben onun tahmin ettiği şeyi yapmayınca her şeyi anlamamız için buraya beni görmeye geldi." Hepsi beni dinlerken bıkkınca oflayıp konuştum. "Bu yüzden de yıldızları görmek için karanlığı göze alacaksın dedi. Beni görmek için daha doğrusu gerçekleri bana göstermek için burada köşeye sıkışmayı bile göze aldı." Deyip bir tepki vermelerini bekledim. "Bu şerefsiz seninle neden bu kadar uğraşıyor? Davaya bakan bu kadar polis varken neden sen?" Babama baktım. Dişlerini sıkarak konuşmuştu. Aynı zamanda telaşlı da görünüyordu. "Bilmiyorum ben sadece..." Savaş devam etmeme izin vermedi. "Çünkü Mira onu yaraladı. Burada hepimiz biliyoruz ki böyleleri takıntılı bir psikopat olur. Mira onu yaralayınca o da onunla uğraşmaya başladı." Savaş'a cevap verecekken de bu sefer bana engel olan Barış oldu. "Neden uğraştığını falan boş verin. Önce şu pisliği yakalayalım. Sonra neden Mira'yla uğraştığını kendisi bize söyler zaten." Dedi ve bana baktı. "Kaldığım odaya kadar geldi demiştin değil mi?" Deyince cevap veremedim. Herkes bir cevap vermemi beklerken başımı öne eğerek konuştum. "Odaya giren kişinin yüzünü görmedim. Katil değil oda servisi olabilir." Hepsi söylediğim şeyin şaşkınlığını yaşarken devam ettim. "Ben sadece odadan çıktığımda onun asansörde olduğunu gördüm." Babam kaşlarını çattı. "Odana kimin girdiğini görmedin mi?" Başımı sağa sola salladım. "Banyodan çıkmıştım. Üzerimde bornoz olduğu için ona bırakmasını söyleyip banyoya geçtim." Diye yine yalan söyledim. Şu an herkesin içinde deli gibi içip sarhoş oldum bu yüzden de ne yaptığımı ben bile bilmiyordum diyemem ki. "Tufan operasyon timini çağır. On dakika içinde burada olsunlar." Deyip bana döndü. "Kamera kayıtlarını kontrol ettin mi?" Başımı sağa sola salladım. "Hayır, ortalık çok karışıktı. İnsanlar çok fazla memnun değil durumdan. Onlarla uğraşmaktan kamera kayıtlarına hiç bakamadım." Dediğim an Cansu konuştu. "Kamera kayıtları ben de. Gidip hemen kontrol ediyorum." Deyip Cansu yanımızdan uzaklaşırken Savaş konuştu. "Ben de gidip yardım edeyim." Diye o da Cansu'nun peşinden giderken Barış yanıma geldi. Babam ve Tufan amca nasıl bir yol izlemeleri gerektiğini konuşurken Barış sessizce konuştu. "Mira?" Babamdan gözlerimi çekip ona baktım. "Efendim?" "Sen içtin mi?" Diye sorunca şaşırdım. Şaşkınca ona bakarken konuştu. "Kusura bakma ama leş gibi içki kokuyorsun." "Ama..." Devam etmeme izin vermedi. "Baban görmesin, görev başında böyle bir şey yaptığını öğrenirse hiç iyi olmaz." Deyip Cansu ve Savaş'ın arkasından o da giderken babamdan olabildiğince uzaklaştım. "O kadar belli oluyor mu ya?" Kendi kendime konuşarak benim burada yapabileceğim bir şey kalmadığı için ben de onların peşinden gittim. Güvenlik odasından içeriye girip bizimkilerin başında durduğu bilgisayarın yanına gittim. Güvenlik görevlisi kaldığım odanın önünü gösteren kayıtları açarken Savaş konuştu. "Mira." Gözümü bilgisayardan ayırmadan konuştum. "Efendim?" "Kokuyorsun." Dediği an ona döndüm. "Ne?" Bana doğru eğilirken istemsiz bir şekilde geri gittim. Sırtım arkamdaki duvara değdiğinde Savaş biraz daha eğildi ve derin bir nefes alıp konuştu. "İçki kokuyorsun hem de çok ağır bir şekilde." Gözlerim istemsizce Barış'a gitti. O da yanımıza gelip tıpkı Savaş gibi bana doğru eğildi ve kokladı. "Ben sana söylemiştim zaten. Sanki içmemişsin de içine düşmüşsün gibi kokuyorsun." Bir sağa bir sola dönüp ikisine de bakarken Cansu araya girdi. "Savaş'a katılıyorum." Söylediği şeyi duyunca bıkkınca ofladım. "Üff bir de ofladı, yemin ederim ben bile içmiş kadar oldum." Deyip Savaş geri çekilince omzuna vurdum. "Abartma." Deyince güldü. Barış'la beraber yeniden bilgisayarın yanına döndüklerinde ben de peşlerinden gittim. "Kızım sen manyak mısın görev başında..." Cansu'nun cümlesini tamamlamasına izin vermedim. "İzinliydim ben, görev başında falan değildim. İki gün izin almıştım ama manyağın teki izin günümü mahvetti." Savaş güldü. "Buna mı takıldın cidden?" İtiraz etmek yerine başımı salladım. "Mahvetti işte yalan mı?" Cevap vermedi. Cebimden telefonumu çıkarıp saate baktım. 23.08 00.00 olmasına sadece 52 dakika kalmıştı ve şu an katil bulunduğumuz otelde saklanıyordu. Oteldeki herkes güvendeydi. Birini öldürmesi mümkün bile değil. Neyse ki bugünlük birinin hayatını kurtarabilmiştik ve o adamı bugün burada mutlaka yakalayacağım. Bu sefer kaçmasına izin vermeyeceğim, bundan sonraki günlerde de hiç kimsenin canını yakamayacak. "Buldum." Cansu'nun sesiyle hemen gözlerimi bilgisayarın ekranına çevirdim. Benim kaldığım odanın önündeki koridoru gösteren kameralar açıldığında Cansu'ya bakması gereken saati söyledim. Cansu kayıtları o saate ilerlettiğinde oda servisinin odaya geldiği an görüldü. "Bunun yüzü falan net görünüyor." Diyen Cansu'ya cevap verdim. "Bu değil çünkü, kendini bu kadar açıkça belli etmez. Demek odaya kadar gelen o değilmiş. Kağıdı bir şekilde tepsinin içine bırakmış olmalı." Kimse bana cevap vermezken Barış arkasını dönüp güvenlik odasının önünde duran polislerden birine kamerada görünen, odaya yemek getiren, çalışanı bulmasını söyleyerek yeniden bize döndü. "Belki bir şey biliyordur." Onu başımla onaylayıp yeniden ekrana döndüm ve kayıtı izlemeye devam ettim. Çalışan kapıyı çaldıktan birkaç dakika sonra kapıyı açıyorum. Odanın içinde olduğum için yüzüm görünmüyor. Çok geçmeden içeriye girmiş olacağım ki çalışan odaya giriyor. "Odadan çıktıktan sonra..." Konuşacakken bir anda sustum. Çünkü çalışan odaya girdikten sonra koridorda o belirdi. "Bu işte." Dedim telaşla ve ekrana dokundum. "Buydu." Diye tekrar ettim. Yüzünde onu tanımamızın imkânsız olduğu ve saçlarını bile kapatan insan görünümlü bir maske vardı, simsiyah giyinmişti. Herkes dikkatle ekrana bakarken benimle birlikte odaya giren çalışan odadan yeniden çıktı. Asansöre doğru değilde diğer odalara doğru gidip ekrandan çıkarken diğeri açık olan asansör kapısının önünde bir sağa bir sola gidip benim odaya doğru baktı. "Ne zaman fark ediyorsun sen?" Diyen Savaş'a değil ekrana dikkatle bakarak cevap verdim. "Birkaç dakika içinde fark ettim zaten. Üzerimi giyindikten hemen sonra gördüm notu. Görür görmezde dışarıya çıktım." Diye cevap verdim. Görüntüde hiçbir şey değişmezken bir kez daha bıkkınca ofladım. Çok geçmeden ben odadan koşarak çıkıp etrafıma bakındım. Ben etrafa bakınırken o telaşla asansöre bindi. Sonra onu görüp asansöre doğru koşuyorum, fakat yetişemeyince cebimden telefonu çıkarıp merdivenlere yöneliyorum. "Hepsi bu işte daha fazlası yok. Asansörden ne zaman indi, lobiye kadar inip kapıların kapandığını görünce yeniden otelin içine mi kaçtı yoksa ara katlarda inip bir yere saklandı mı bilmiyorum. Şu an tek bildiğim şey hâlâ otelde olduğu." Cansu derin bir nefes aldı. "Önce lobinin kayıtlarından aşağıya inip inemediğine bakalım. Eğer inmediyse yani kayıtlarda görünmüyorsa diğer katların kayıtlarına tek tek bakar hangi katta olduğunu buluruz. Otelin her yerinde kamera var. Şu an nerede olduğunu, nereye saklandığını adım adım buluruz. O adam bugün buradan çıkacak ama çıkarken ellerinde kelepçe olacak." Dedi Cansu kendinden emin bir şekilde. "Hadi o zaman lobinin kayıtlarını bul." Barış konuşurken odaya bir polis memuru geldi. "Odalar kontrol ediliyor." Diyen polise baktım, devam etti. "Operasyon timi geldi. Her odayı tek tek arayacaklar. Sedat amirde sizi çağırıyor. Restoranda toplanan insanlarla ilgilensinler dedi." "Tamam on dakikaya kadar geleceğiz. Kamera kayıtlarına bakacağız." Deyip yeniden Cansu'nun uğraştığı bilgisayara döndüm. Önce lobinin kayıtlarına baktık. Oraya hiç inemediğinden emin olduktan sonra benim kaldığım odanın bir alt katından başlayarak en alt katta olan kayıtlara tek tek baktık ama hiçbirinde asansörden inişi görünmüyordu. Alt kata değil de belki üst kata çıkmıştır deyip üst katlarında kayıtlarına baktık ama hiçbirinde görünmüyordu. "Lan noldu bu adama? Asansöre biniyor ama inmiyor. Nerede bu adam şimdi?" Diyen Savaş'a cevap veremedim. Bu çok saçma. "Asansörün içinde kamera yok mu? Böyle bir yerde olması gerekiyor." Barış'a cevap veren Cansu oldu. "Kamera var ama en son saat 22.14'ü gösteriyor. Sonrası kaydedilmemiş. Muhtemelen buna bir şeyler yapmıştır." Derin bir nefes aldım. "O zaman kilit nokta asansör. Bu adam asansöre biniyor ama inmiyor." Dediğim an Savaş konuştu. "Asansörün içinde havalandırma falan var mıdır? Asansör boşluğunu kullanıp tahmin edemeyeceğimiz bir yere girmiş olabilir. Şu an orada saklanıyordur. Sonuçta manyak bu adam. Her şeyi yapabilir." Bu konuda bir şey bilmediğim için cevap veremezken Barış konuştu. "Bakmak lazım, bu adamın öyle odalarda falan saklandığını hiç zannetmiyorum. Bu kadar şeyi yapan adam odada saklanacak kadar salak değildir." Barış'a cevap vermeden odaya gelen çalışanın yanına gittim. Korktuğunu fark edince konuştum. "Korkmana gerek yok, ortada seninle ilgili bir durum yok. Sadece birkaç soru soracağım." Deyince başını sallayıp beni onayladı. "Tabii dinliyorum sizi." Barış ve Savaş yanıma gelirken adama bakıp yaka kartından isminin Orhan olduğunu öğrenip konuştum. "Restorandan çıkıp benim kaldığım odaya gelirken hiç birisi yanına geldi mi hatta sana yanlışlıkla çarpmış olabilir. Ya da odaya çıkarken seninle aynı asansörde olabilir. Böyle bir şey oldu mu?" Biraz düşündükten sonra konuştu. "Yok olmadı. Ben restorandan çıktım, sonra da hiç kimseyle konuşmadan bizim kullandığımız asansöre bindim. Oraya zaten çalışanlar dışında hiç kimse binemez. Binmeleri için şifre lazım. Yani asansörde de yalnızdım. Yanınıza gelirken de hiç kimseyle konuşmadım. Yanlışlıkla çarpan falan da olmadı." Derin bir nefes aldım. "Getirdiğin tepsinin içindeki kağıda hiç dikkat etmedin mi?" Omuz silkti. "Tabii ki gördüm kağıdı ama notu dedeniz yazdığı için tuhaf gelmedi, açıp okumadım ya da bu ne diye sorgulamadım." Derin bir nefes aldım. "Anlıyorum, peki o notu dedemin gönderdiğini söyleyip sana kim verdi?" "Kimse bana not falan vermedi. Odalara servis yapıp restorana dönmüştüm. Dönünce bana sizin otelde olduğunuzu Fuat Bey'in yani dedenizin de özel siparişi olduğunu söylediler. Tabii buranın sahibi kendisi olduğu için ayrı bir özenle hazırlanmıştı sipariş. Sonra da acil bir şekilde servisi sizin odanıza götürmemi, yemekleri soğutmamamı istediler. Ben de işimi yaptım. Zaten hazırlamışlardı ben sadece alıp size getirdim. O notta ilk andan beri tepsinin içindeydi." Başımı salladım. "Servisleri kim hazırlar restoranda?" Barış'ın sorusuyla ben de Orhan'a baktım. "Yani öyle belirli bir kişi yok. Şefler yemeği yapar, servise hazır hâle getirir, o sırada restoranda kim boşsa o da oda servisi için kullandığımız araçlara yemekleri yerleştirir. Sizin odanıza gelecek olanı kim hazırladı bilmiyorum." Ona cevap verecekken Barış'ın telsizinden gelen ses bana engel oldu. "İlk kat temiz, bir üste çıkıyoruz." İlk kattaki arama çalışması bitmiş demek ki ve katil ortada yok ama neyse ki daha 14 kat var. Bakalım, nereden çıkacak? Telsizi dinlemeyi bırakıp Orhan'a döndüm. "Sen gidebilirsin, diğer restoran çalışanlarıyla konuşsak daha iyi olacak sanırım." Orhan başka bir şey söylemeden odadan çıkarken Savaş konuştu. "Katil odalarda saklanmıyor ve sıradan birisiymiş gibi diğer insanların arasına karıştıysa bizim o notu oraya bırakanı ya da katil bırakırken gören birini bulmamız lazım ki yüzünü teşhis etsin. Yoksa işimiz çok zor." Savaş'a hak verdim. Bizim mutlaka onu gören birini bulmamız gerekiyordu. "Bu yüzden de restoranda çalışan ve bugün restorana girip çıkan herkesi sorguya almamız lazım. Birisi bir şey gördüyse ya da bilmeden katile yardım ettiyse bunu ancak bu şekilde öğrenebiliriz bu da saatler sürer. Bu insanları bu şekilde daha fazla tutamayız siz de biliyorsunuz." Diyen Barış'a baktım. "Böyle bir şeye gerek yok." Cansu bilgisayar başından kalkıp sonunda yanımıza gelirken konuşmaya devam ettim. "İçeride yüzlerce insan tek bir suçlu var. O bir suçlu hariç diğerlerinin hepsi masum ve böyle durumlarda en çok masumlar korkar." Hepsi bana merakla bakarken ellerimi arkamda birleştirerek devam ettim. "Çünkü masum oldukları hâlde işlemedikleri bir suç yüzünden suçlanmak onları korkudan delirtir. Biz de bu korkuyu kullanacağız." "Nasıl yani?" Diyen Cansu'ya baktım. "Gelin benimle, nasıl kullanacağız görün." Deyip güvenlik odasından çıktım. Hepsi peşimden gelirken yine restorana döndüm. Tıpkı ilk geldiğim gibi gürültü vardı. Yine bir sandalye çekip bağırdım. "SESSİZ OLUN!" Bu sefer ilk denememde başarılı olup herkesin dikkatini çekmeyi başardım. Fakat herkesin öfkeli olduğunu fark edince ilk önce onları biraz yumuşatmam gerektiğini anladım. "Biliyorum bana kızgınsınız ama üzgünüm bunu yapmak, sizi burada tutmak zorundayım." Hiçbiri tepki vermezken devam ettim. "Bir şeye ihtiyacınız var mı? Bir ilaca ya da herhangi başka bir şeye. Eğer ihtiyacınız varsa lütfen bunu polis arkadaşlarıma söylemekten hiç çekinmeyin. Onlar size yardımcı olacaktır. Siz burada suçlu değilsiniz siz suçluyu bulacak olmamıza yardım edecek olanlarsınız. Bu yüzden kendinizi burada tutsak hissetmeyin. Birkaç saat içinde nereye istiyorsanız oraya gidebileceksiniz." Deyip sustum. Bir amca oturduğu yerden kalkıp yanımıza geldi. "Benim astımım var kızım. Böyle kalabalık yerler bana iyi gelmiyor. İlacım yanımda ama burada kendimi boğulacak gibi hissediyorum." Dediği an Cansu adamın koluna girdi. "Gel amcacığım, ben seni lavaboya götüreyim bir elini yüzünü yıka kendine gel, sonrada daha sakin bir yerde bekle." Adam Cansu'yla beraber giderken yeniden kalabalığa döndüm. "Başka maruzatı olan var mı?" Hiç kimse cevap vermeyince devam ettim. "Peki madem hepimiz iyiyiz sizinle bir şey konuşmak istiyorum ama önce çocukları memur arkadaşlar balo salonunda götürsün. Emin olun söyleyeceklerimi onların duymasını hiç istemezsiniz çünkü psikolojilerini olumlu yönde etkileyeceğini hiç düşünmüyorum." Yine kimseden ses çıkmadı. "Lütfen korkmayın çocuklarınız güvende olacak. Yanında polisler olacak. Bırakalım onlar oynasın değil mi?" Dedikten sonra beş dakika içinde tüm çocuklar polislerle birlikte odadan çıkarken Barış konuştu. "Artık ne yapacaksan yap vakit yok." Ona doğru baktım. Sandalyede olduğum için başımı eğmek zorunda kaldım. "Üff tamam be." Deyip yeniden kalabalığa döndüm. "Size önce kemdimi tanıtayım; ben Mira, Mira Aksoylu. Cinayet büroda komiser yardımcısıyım. Son dört gündür yüzünü görmediğimiz, adını bilmediğimiz, sesini duymadığımız bir adamın peşindeyiz çünkü o adam dört gündür masum insanları öldürüyor ve o adam şu anda burada, bu otelde." Herkes kendi arasında konuşmaya başlarken devam ettim. "Fakat siz şu anda güvendesiniz bu yüzden sakın korkmayın. Bu kadar polisin içinde hiç kimse size hiçbir şey yapamaz." Deyip onları rahatlattıktan sonra asıl konuya geri döndüm. "Dosyasına bakan polislerden birisi olduğum için bugün buraya benim için geldi. Kaldığım odaya gelen servisin içine benim için bir not bıraktı." Savaş ve Barış her şeyi anlatıyor olmama şaşkınca bakarken devam ettim. "Şimdi size küçük bir sorum var. Özellikle de restoranda çalışanlar ve bugün restorana girip çıkan herkes beni çok iyi dinlesin. O tepsinin içine o notun nasıl girdiğini bulmamız gerekiyor. Eğer böyle bir şey yapan birini gördüyseniz ya da böyle bir şeye bilmeden yardım ettiyseniz lütfen bize söyleyin." Hiç kimse cevap vermedi, devam ettim. "Bakın size benim arkadaşım olduğunu söylemiş olabilir, notu dedemin kendisiyle gönderdiğini söylemiş olabilir ya da başka bir bahaneyle sizi kandırmış ve bahşiş adı altında belli bir ücret karşılığında bunu size yaptırmış olabilir. Şimdi lütfen böyle bir şey varsa bunu bize hemen söyleyin. Sizin o katili teşhis edecek olmanız bizim için çok önemli." Dedim ama yine kimse cevap vermedi. "Böyle bir şey varsa eğer sakın korkmayın, başım belaya girer mi diye düşünmeyin. Çünkü eğer gördüğünüz ya da bildiğiniz bir şey varsa ve susuyorsanız başınız o zaman belaya girer. Eğer bize gerçekten masum olduğunuzu kanıtlamak istiyorsanız gelin ve gördüğünüz bir şey varsa anlatın. Size söz veriyorum. Ne başınız belaya girecek ne de zor durumda kalacaksınız. Para karşılığında yanlış bir şey yapmış olsanız bile gerçekleri bilmediğiniz için başınız belaya girmeyecek." Deyip derin bir nefes aldım. "Şimdi ben gidiyorum. Size de sadece 10 dakika veriyorum. 10 dakika içinde yanıma hiç kimse gelmezse mecburen daha zorlu bir yöntem olan kamera kayıtlarını inceleyeceğiz. Bu çok fazla uzun sürecek ve maalesef o sürede siz de burada kalmak zorunda kalacaksınız. Ayrıca o kamera kayıtlarından aranızdan birinin bir şeyler bildiği hâlde sustuğunu ben öğrenirsem beş kişiyi öldüren, ki bu sadece bizim bildiğimiz suçları, azılı bir katile yardım etme suçundan siz de yargılanacaksınız. Ben böyle bir şeye gerek olduğunu düşünmüyorum. Bu yüzden bunları yaşamadan gelin ve kendiniz itiraf edin." Deyip sandalyeden indim. Savaş ve Barış'a baktım. "Bir oyun oynadık bakalım korkuları gelip bir şeyler anlatmalarına yetecek mi?" Deyip tuttuğum nefesimi bıraktım. İkisi de cevap vermezken restorandan yeniden çıkıp babamın yanına gittim. Tufan amcayla beraber merakla bir sonuç bekliyorlardı. Yanlarına doğru yürürken cebimdeki telefon titredi ve alelacele telefonu çıkarıp ekrana baktım. Yine mesaj atmıştı. Önce kendimi okuyacağım şeye hazırladım. Daha sonra kendimi toparlayıp mesajın üzerine tıkladım ve gelen mesajı okudum. "Güzel taktik, bakalım tutacak mı?" Attığı mesaj gülmeme neden oldu. Çünkü bu mesaj hâlâ burada olduğuna ve odada değil de az önceki kalabalığın içinde olduğuna inanmama neden olmuştu. "Yine ne oldu?" Yanıma gelen Savaş'a acelem olduğu için cevap vermeyerek koşarak babamın yanına gittim. Telaşlı hâlime şaşkınca bakarken konuştum. "Baba bu adam odada değil, bu kalabalığın içinde, insanların arasında." Kaşlarını çattı. "Nereden biliyorsun?" Telefonun ekranını ona çevirip gelen mesajı okutarak konuştum. "Notu kimin bıraktığını ya da birisi bırakırken gören birisi var mı varsa gelsin bize anlatsın diye küçük bir konuşma yaptım ve bu mesaj geldi. Beni duydu baba, o da şu an bu insanların içinde." Babam elini saçlarına geçirirken Tufan amca konuştu. "Eğer kalabalığın içindeyse orada kalmasına izin veremeyiz. İnsanları bir katille aynı yerde tutamayız." Deyip Tufan amca babama baktı. "Yüzünü, ismini, neye benzediğini bilmeden o katili bu insanların içinden nasıl bulacağız?" Babam cevap veremedi. Konuşup bir fikir sunacakken yanımıza gelen Barış benden önce davrandı. "Yaralı olan var mı diye kontrol edebiliriz ama Mira'nın yaraladığı kişi gerçek katil mi ondan emin değilim işte. Bugün ortaya çıkan her şey yalan daha doğrusu oyun çıktı. Yaralı kişi de asıl katil olmayabilir." Dediği an konuştum. "Pizzacının bulduğu son maktulün evinde kan örneği bulunmuştu. Oradan alınan kanla beni bayılttıkları yerden alınan kan örneği aynı kişiye ait. Size bugün DNA raporu geldi demiştim. Yani büyük bir ihtimal vurduğum kişi asıl katil." Savaş benden hemen sonra konuştu. "Ben artık bu adam hakkında hiçbir şeye inanmıyorum. O DNA raporu bile sahte olabilir. Yani sahte olmasa bile o eve o kan lekesini bilerek bıraktı. Senin karşına bilerek çıkıp bilerek yaralandı. Nereden biliyoruz o kanın ona ait olduğunu? Sen bayıldıktan sonra kendi kanını temizlemiş bir başkasının kanını kanıt olarak bırakmış olabilir. Şimdi biraz gerçekçi olun. Her şeyi titizlikle yapan bir adam Mira bayıldıktan sonra vakti olmasına rağmen niye temizlemedi o kanları?" Evet bunu ben de düşünmüştüm ama hepsi bir anda her şey bitti falan deyince aklımdan çıkıp gitmişti. "Sikeceğim lan şimdi böyle işi!" Diyen babama baktım ve gözlerim yerinden çıkacakmış gibi irileşti. İlk defa yanımda küfür etmişti. Hayatımda ilk defa onun ağzından böyle bir şey duymuştum. Bakışlarımı fark etmiş olacak ki bana baktı. Yüz ifadesinden bir anda ağzından kaçırdığını fark ettim ve gözlerimi ondan çektim. Küfür etmekten nefret eden ben bile bazen kendimi tutamayıp küfür ediyordum. Babamın etmesi de çok normaldi. "Bir fikri olan var mı? Nasıl bulacağız bu adamı biz?" Hiçbir fikrim olmadığı için sessiz kaldım. Diğerleri de sessizliğini korurken babamın yüzündeki çaresizliği fark ettim. "Ya bu insanları saatlerce burada tutup kamera kayıtlarını saniye saniye izleyeceğiz ya da hepsine çıkın gidin deyip katili de aralarında kendi ellerimizle serbest bırakacağız." Dedim kısık bir ses tonuyla. Hepsinin gözleri beni bulunca devam ettim. "Neden öyle bakıyorsunuz? Başka çaremiz mi var?" Sessiz kaldılar. Onlar da biliyorlardı çaresiz olduğumuzu. "Kimseyi bir yere bırakmıyoruz. Bu adam bizi yeterince alaya alıp küçümsedi. Madem öyle bu oyunu kendi kurallarımızla oynamaya devam edeceğiz." Diyen babama baktım, kendinden emin bir şekilde konuşmaya devam etti. "Ben merkeze geçiyorum. Gerekli tüm resmi işlemleri halledeceğim. İnsanları bu şekilde burada kafamıza göre tutamayız ama durumu savcılığa bildirip onları bırakmamızın doğru olmadığını söyleyeceğim. Bu adam koskoca büyükelçinin kızını da öldürdü. Eğer kızının katili yakalamamızı istiyorsa o da yardım edecek bize. Her şey usulüne göre ama bizim kurallarımızla devam edecek. Kamera kayıtları incelenip katil teşhis edilene kadar kimse dışarıya çıkmayacak. Hatta gerekirse herkese DNA testi yapacağız ve o katil yakalanacak." Diyen babama şaşkınca bakarken başka hiçbir şey söylemeden yanımızdan uzaklaşıp otelden çıktı. "Babam DNA konusunda ciddi miydi?" Tufan amca güldü. "O kadarda değildir herhalde." Deyip telsizden gelen anonsa cevap verirken Barış konuştu. "Son iki kat kalmış ama odalar hâlâ boş, daha yeni bildirdiler." Derin bir nefes aldım. "Odalarda saklanmadığı barizdi zaten. Son iki kattan da hiçbir şey çıkmayacak. Attığı mesajdan belli şu an restoranda olduğu ama kim onu bilmiyoruz işte. İsmini, yüzünü falan geçtim hiç değilse saç rengini boyunu falan bilseydik işimiz biraz kolaylaşırdı ama yok biz hiçbir şey bilmiyoruz. Kendimi bir hayaletin peşindeymiş gibi hissediyorum ve böyle hissetmekten ciddi anlamda nefret ediyorum." Deyip etrafıma baktım. "Cansu nerede?" Bana cevap veren Savaş oldu. "Kayıtlara bakıyor hâlâ. Bu sefer de restoranı gösteren kayıtları inceliyor. Belki notun nasıl bırakıldığını bulabilirim dedi." Onu dinlerken Barış araya girdi. "Deden birine gerçekten senin için not vermiş olabilir mi? Sonradan not değişmiş olabilir. Hem ayrıca deden not verdiyse eğer kime verdiğini ondan öğreniriz işimiz daha kolay olur." Omuz silktim. "Bilmiyorum dedem burada değil. Öğrenmek için aramam lazım." İkisinin de kaşları çatıldı. "Ne demek dedem burada değil? Burada değilse senin geldiğini nasıl bilip yemek gönderiyor?" Cebimdeki telefonu çıkartırken Savaş'a cevap verdim. "Ben ne zaman buraya gelsem illa birisi geldiğimi ona haber veriyor. Yani o bana bir not yazmış olamaz ama yazdırmış olabilir. Kendisi biz aramadan asla bizi aramadığı için not yazdırmış olabilir." Dedim ve dedemi arayıp yanlarından uzaklaştım. Dedemin telefonu açmasını beklerken duyduğum bir telsiz sesi donup kalmama neden oldu. "19. Kat numara 991'de bir kadın cesedi bulduk. Hemen buraya gelseniz çok iyi olacak." Korkuyla arkamı dönüp Barış ve Savaş'a baktım. Benden hiçbir farkları yoktu. Bu nasıl olabilir? Tek bir kelime bile etmeden koşarak asansöre gittim. Savaş ve Barış arkamdan gelirken asansöre bindim. Onlarda hemen peşimden bindiler. 19. katın düğmesine basıp kapıları kapatırken konuştum. "Böyle bir şey nasıl olabilir?" Kendi kendime söylediğim şeyi Savaş duymuş olacak ki konuştu. "Ben artık duyduğum, gördüğüm hiçbir şeye şaşırmıyorum. Her an her şey olabilir." Ona cevap veremedim. Asansör 19. Katta durunca koşarak indim ve odaya gittim. Önünde polislerin durduğu odaya ulaşıp hiç oyalanmadan hemen odaya girdim. Odanın ortasında yatan kadın cesedini gördüğüm an yüzümü buruşturdum. "Hangi ara ya hangi ara yaptın bunu pislik!" Ağlamamak için kendimi zor tutarak cesedin yanına yaklaştım ve yanına oturdum. Yaptığım ilk şey sol bileğini tutmak oldu. Herhangi bir harf yazmadığını görünce kadının kazağının kolunu yukarıya doğru sıyırdım ama hiçbir şey olmadığını görünce şaşırdım. Kadının yanında duran küçük beyaz kağıdı fark edince almak için bir hamle yaptım ama Savaş bir anda elimi tuttu. Kaşlarımı çatıp ona bakarken konuştu. "Kağıda baksana daha öncekiler gibi bilgisayar çıktısı falan değil, elle yazılmış. Her şeyi bu kadar aceleye getirdiyse parmak izi de bırakmış olabilir." Deyince ona hak verdim. Ayağa kalkıp polislerden birinin eldivenini aldım. Eldiveni takar takmaz kağıdı aldım ve okudum. "Vazgeçtiklerinin tercih ettiklerine değmesi gerekir. Benim vazgeçtiğim her şey tercih ettiklerime değdi. Karanlıkta kalmayı ben tercih ettim." Okuduğum şey kaşlarımı çatmama neden olurken Barış konuştu. "Ne yazıyor?" Ona bakmadan yazan şeyi bir daha okudum. "Vazgeçtiklerinin tercih ettiklerine değmesi gerekir. Benim vazgeçtiğim her şey tercih ettiklerime değdi. Karanlıkta kalmayı ben tercih ettim." Deyip başımı kaldırdım ve Barış'a baktım. "Buraya gelmek için neyden vazgeçmiş olabilir ki?" Bana cevap vermezken cebimdeki telefon yine titredi. Alelacele bir şekilde telefonu cebimden çıkarıp ekrana baktım. Yine ve yine mesaj ondan gelmişti. Ekranı açıp mesaja tıkladım ve yazdığı şeyi okudum. "Sayılar..." Bir tek bunu yazmıştı. "Bu ne demek ya?" Kendi kendime konuşurken Savaş bir anda telefonu elimden çekip aldı. Şaşkınca ona bakarken konuştu. "Sayılar mı? Bu ne demek şimdi?" Deyip telefonu yeniden bana uzatırken Tufan başkomiser içeriye girdi. Sayıların ne anlama geldiğini düşünürken bir mesaj daha geldi. "Sayılara bakma Mira Aksoylu o sayıları gör." Okuduğum şey zihnimin içinde yankılanırken ne sayısından bahsettiğini anlamaya çalıştım. "Sayı... Sayı..." Kendi kendime konuşurken bizimkiler cesedi incelemeye devam ettiler. Onlara yardım etmek yerine mesajları düşünmeye devam ettim. O sırada bir mesaj daha geldi. "Bulunduğun odanın manzarası çok güzel Mira Aksoylu." Okuduğum şeyle hemen ayağa kalktım ve pencereden dışarıya baktım. Bir sayı görmeyi umut ederken hiçbir şey göremedim. "Sayılar... Bakma, gör... Oda... Sayılar.... Bakma, gör... Oda..." Ağzımdan kelimeler istemezsiz bir şekilde çıkarken bunların bana bir şeyler cağrıştırmasını umut ettim. "Sayılar... Bakma, gör... Oda..." Dediğim an sanki zihnimin içinde bir ışık yandı. Koşarak kapıya doğru gittim ve odanın numarasına baktım. "991." Dedim ama bu sayı bana hiçbir şey cağrıştırmamıştı. "991." Diye tekrar ederken yanımdaki polise döndüm. "Biz şu an kaçıncı kattayız?" Hemen cevap verdi. "19. Kat." Deyince yeniden oda numarasına döndüm. "19. Kat 991 numara." Dedim ve odadan çıkıp koridorda volta atarak zihnimi toparlamaya çalıştım. "19 ve 991 ne anlamı var bu sayıların? 19 ve 991?" Bıkkınca ofladım. Hiçbir şey anlamadığım için kendime kızarken bir mesaj daha geldi. "Güzel bir bilmece... Sen bilmece çözmeyi severdin değil mi?" Kaşlarımı çattım. "Senin yüzünden artık nefret ediyorum." Sanki beni duyuyormuş gibi ona cevap verdim. Telefonu cebime koyarak odaya girdim. Polislerden birinden bir kağıt ve kalem alarak yerde hâlâ cesedi inceleyenleri görmezden gelerek yeniden odadan çıktım ve duvardan destek alarak sayıları yan yana yazdım. "19991" Yazdığım sayıyı defalarca kez okudum. Bu neydi şimdi? Gerçekten hiçbir şey anlamıyorum. "Delireceğim artık yemin ederim delireceğim." Yine her zamanki gibi kendi kendime konuşurken bir mesaj daha geldi. "Bu tarih bizim tarihimizi yazacak." Kaşlarım biraz daha çatıldı. "Tarih?" Deyip yeniden kağıda döndüm. Elimde yazılı olan şeyi bir tarih gibi okuduğumda tek bir şey çıkıyordu. "1999'un 1.ayı, yani Ocak ayı." Diye mırıldandım kendi kendime. 1999'un Ocak ayı. Bu tarih zihnimin içinde yankılanmaya devam ederken bir mesaj geldi. Dikkatle ekrana bakarken yine mesaj attı. "Kalemi ben tutuyorum. Bu hikâyenin sonunu ben yazacağım, son sözü ben söyleyeceğim. Bu sefer her şey olması gerektiği gibi olacak. Hiç kimse gerçek sonu değiştiremeyecek." Kafam daha önce hiç karışmadığı kadar karışmıştı. "Bugün karanlıkta kaldım ben, senin için, sen gör diye..." Derin bir nefes aldım. "Bu seninle ilk ve son karanlık günümüz Mira." Göz devirdim ve attığı son mesajı da okudum. "Her şey bu gece yeniden başlıyor." *** Herkese tekrardan merhabalar, nasılsınız, neler yapıyorsunuz?💫 Bölüm hakkındaki yorumlarınızı bekliyorum.❥ Sizce o kadar polisin içinde yeni bir cinayet nasıl işlenmiş olabilir? Katilin verdiği tarihte ne olmuş olabilir? Katil son mesajlarında neyden bahsediyor olabilir? Her bölümde olduğu bu bölümde de ipuçları bıraktım. Aranızdan ipuçlarını bulabilen var mı? Buraya bölümü en iyi anlatan emojiyi bırakabilirsiniz. ✨ Bir sonraki bölümün alıntısını okumak duyurulardan haberdar olmak için beni sosyal medya hesaplarımdan da takip edebilirsiniz.💫 Yeni bölümde görüşmek dileğiyle... Kendinize çok iyi bakın, sevgiyle ve sağlıkla kalın.♡ Instagram: gizzemasllan Twitter: gizzemasllan |
0% |