Yeni Üyelik
71.
Bölüm

70.BÖLÜM "AFFETTİN Mİ?"

@gizzemasllan

Selam suç ortaklarım✨

Bölüme başlamadan önce yıldızı parlatırsanız çok sevineceğim.💫

Buraya ben de sizin için kalp ve yıldız bırakıyorum.⭐♡ Sizinkileri de bekliyorum.❥

Instagram: gizzemasllan / sucotagimofficial

.

.

.

70. BÖLÜM "AFFETTİN Mİ?"

Hep beraber salonda oturmuştuk, kimse konuşmuyor, herkes susuyordu. Hem de dakikalardır. Ateş şimdilik kızla ilgilenmeyip sadece kardeşine odaklanırken Erdem ve ben dikkatle karşı koltukta oturan kıza bakıyorduk.

"Ne kadar da masum bir tip." Erdem bu cümleyi fısıldayarak kurdu. Gözlerimi kızdan bir saniye bile olsun ayırmadan onun gibi fısıldayarak konuştum.

"Böyle düşünelim diye onu seçmişlerdir zaten." Ben bunu söylerken kızın da bakışları bizi buldu. Bir bana bir Erdem'e baktıktan sonra nefesini sıkıntıyla dışarıya verdi.

"Bir sorun mu var?" diye sordu, ikimizden de ses çıkmayınca devam etti. "Bana neden öyle bakıyorsunuz?"

"Sadece anlamaya çalışıyoruz." Bu cevabı veren Erdem olurken hızla ona döndüm. Bir şeyler söylememesi gerekiyordu. Bahçede konuştuğumuz üzere kıza ona güvenmiş, inanmış gibi davranacaktık.

"Neyi?" Kız sordu, Erdem'e bakıp mantıklı bir şeyler söyleyip kızı geçiştirmesini bekledim. Ateş de aynı şekilde ona bakıyordu.

"Gözlerinin ela mı yoksa yeşil mi olduğunu." Söylediği şeyle şaşkınca kaldım, dikkatli bakışlarımızın sebebini güzel bir yalanla atlatmaya çalıştı.

Kız Erdem'in söylediği şeyle affalarken dudaklarındaki küçük tebessümü gördüm. Yanımda oturan Erdem'e baktığımda onun da kıza tebessüm ettiğini fark ettim. Durumu kurtarmak için kızla flört ediyordu.

Cansu duymasa bari bunu.

"Ela," diye yanıtladı kız, gözlerimi ondan çektim, şu an onun göz rengi umurumda bile değildi.

Üçlü koltukta hâlâ uyumaya devam eden Uras'a baktım. Bayağı derin bir uykuya dalmıştı. Ateş de onun ayaklarının ucunda oturmuş, dikkatle yüzüne bakıyordu. Şu an düşündüğü tek bir şey olduğundan eminim. O da; annesinin hamileliğini nasıl hatırlamadığıydı.

Ellerimi göğsümün altında birleştirdim, arkama yaslandım ve düşündüm. Geçmişini unutan birisi değildi. Annesini, babasını, abisini net hatırlıyordu. Uras'ın doğduğu tarihten daha öncesine ait olan anılarını bile hatırlıyordu, kendisi öyle söylemişti. Her şeyi bu denli net hatırlayan birinin annesinin hamileliği gibi önemli bir konuyu unutması normal miydi?

Ben bunları düşünürken Ateş bir anda ayağa kalktı. Meraklı gözlerle ona bakarken Erdem'e döndü. "Buralar sana emanet." Kaşlarımı çattım, nereye gidiyordu?

"Mira," deyip bana döndü. "Hadi gidelim," deyince sorgular bakışlar attım, kızın yanında olduğumuz için mi söyleyemiyor diye düşünürken "Eva'yı doktora götüreceğiz demiştim," dedi, o an neden telaşlı olduğunu anlamış oldum, ben de hemen ayağa kalktım.

"Doğru, randevu vardı, geç kalmayalım." Başını salladı.

"Öyle, ben montlarımızı alıp geliyorum, sen de Eva'yı al." Kendince bir iş bölümü yaptı, hemen ona ayak uydurdum, koşar adımlarla Eva'nın odasına gittim ve onu yatakta oturmuş bebeğiyle oynarken gördüm. Kızın tüm günü bu odada geçiyordu.

Onu hazırladım, saçlarını taradım, üstünü giydirdim, montunu üzerine geçirdim ve en sonunda da elinden tuttum, odadan çıktık. Odadan çıkarken bir eliyle elimi sımsıkı tutmuştu, diğer elinde de ayıcığı vardı. Marmaris'teki evinden onun için getirdiğim ayıcığı. Onu bir saniye bile olsun elinden indirmiyor, o olmadan hiçbir yere gitmiyordu.

Hep beraber evden çıkıp da doktorun kliniğine gittiğimizde saat öğlenin biriydi. Doktorun yanına girip hep beraber onunla konuştuk. O da Eva'yla konuştu. Uzun uzun konuştu, bir ara oyun oynadı onunla. Onu konuşturdu, ağzından bir şeyler aldı. Önce onun bildiklerini sorguladı. Daha sonra yavaş yavaş konuya girdi. Ona bir şeyler anlattı. Bizim aksimize bunu olabildiğince profesyonel bir şekilde yaptı. Biz de sadece onları dinledik susup kaldık.

Bugünkü seans bittiğinde artık Eva için bazı şeyler daha netti ama yine de her şeyin tam olarak farkında değildi. Belki de olmak istemediği içindir diye içimden geçirmeden edemedim. Pedagog bize de nasıl davranacağımızı anlattıktan sonra klinikten çıktık. Eva parka gidelim diye tutturunca da işimiz olduğu hâlde onu üzmedik, parka götürdük.

Parkta onunla vakit geçirdik, eğlendik. Epey bir yoruldu, o kadar yoruldu ki eve dönmeyi kendisi teklif etti. Ateş de neden peşimizde olduğunu anlamadığım adamı, Fuat, ile Eva'yı eve gönderdi, geriye ikimiz kaldık.

"Biz neden gitmedik ki?" diye sordum, gözleri beni buldu.

"İşimiz var." Meraklandım.

"Ne işimiz?"

"Gel benimle," dedi, cevap vermemeyi tercih etti, arabasına doğru yürüdü. Ben de peşinden gittim, arabaya bindim. Nereye gittiğimizi gidince öğreneceğim için ısrarla sormaya devam etmedim.

Dakikalar sonra bir evin önünde durduk. Evi dikkatle inceledim. Tek katlı, ideal büyüklükte bir evdi. Kocaman bir bahçesi vardı. Kötü bir yer değildi ama öyle lüks bir ev de değildi. Eskiydi ama bakımlıydı da. Özellikle de bahçesi. Çok bakımlı görünüyordu. Kış mevsiminde olmamıza rağmen bahçede rengârenk çiçekler vardı.

Arabadan indik, evin bahçesine girdiğimizde büyük bahçeyi incelemeyi bırakıp "Burası kimin evi? Kimin yanına geldik?" diye sordum ama soruma cevap alamadım.

İleride duran Ateş'e baktım, yüzünde buruk bir tebessüm vardı ve o tebessümle evi izliyordu. Buranın onun için önemli bir yer olduğunu anlarken belki de ailesiyle yaşadığı evdir diye geçirdim içimden. Zaten şu an bu evde birileri yaşıyormuş gibi durmuyordu.

Burada durmak yerine bahçeyi izleyen Ateş'in yanına gittim. Anılarının bir bir aklına geldiği besbelliydi. Elini tuttum, destek verdim ona. Sımsıkı tuttu elimi, bakışları usul usul beni buldu. "Ailemle yaşadığım ev," deyince ben de buruk bir tebessüm ettim. Bunu zaten onun eve bakışından kolaylıkla anlayabilmiştim. Anlamadığım tek şey neden burada olduğumuzdu.

"Her şey bir tek burada açıklığa kavuşur Mira," dedi, o sırada elimi tuttuğu elinin titrediğini ve buna engel olmaya çalıştığını fark ettim. Hiç fark etmemiş gibi davrandım. "Eğer unuttuğum bir şeyler varsa, o bir şeyler bu evde yaşıyor Mira." Annesinin hamileliğinden bahsettiğini anladım.

"İlla bir şeyler çıkacaktır, çıkmasa bile bana bir şeyler hatırlayacaktır. Evden oturup düşünmek çok yorucu, yoruldum bunu yapmaktan. Buraya gelmek istedim. Düşünmek değil, hatırlamak istedim. Eğer zihnim bazı şeyleri sildiyse onlar bir bir yerine gelsin istedim. Gelsin ve bitsin. Bitsin ki biz de yaşamaya başlayabilelim." Söyleyecek tek kelime bile bulamadım. Bu durumda ne söylenir bilemedim.

Zaten o bu cümleleri kurduktan yaklaşık birkaç dakika sonra eve girmiştik. Eve girince sustum, Ateş'in elini de bıraktım. Yanında oldum ama hiçbir şeye müdahale etmedim. Bir tek kendisiyle ve anılarıyla kalsın istedim. Zihnini başka bir ses, başka birinin varlığı meşgul etmesin ve sadece buraya odaklansın istedim. Ateş de bunu yapmak için sonuna kadar çabaladı.

Etrafa bakındı, her şeyi dikkatle inceledi. Bazen gözlerini kapattı, eşyalara dokundu, hissetmeye çalıştı. Bazen yüzünde korkunç bir ifade oluştu, bazen dudaklarında küçük bir tebessüm belirdi ve hatırlamaya çalışmaya devam etti.

Tek tek evin her odasına girdi, her yere bir bir bakındı. Ben de sessiz adımlarla takip ettim onu. Girdiği her odayı anlattı bana. Burası benim odamdı, burası abimin odasıydı diye gezindi evin içinde. Ben de onu dinledim, anlattığı her şeyi zihnime kazıdım. Ona dair her şeyi bilmek ve bildiğim her şeyin zihnimde kalıcı bir yer edinmesini istiyordum.

Her odayı, mutfağı bile gezdikten sonra son kalan odaya - anne ve babasının yatak odasına - girdik. Gözlerim etrafta gezinirken hayatımda görüp görebileceğim en sade ve bir o kadar da şık olan yatak odasına bakındım. Aslında sadece burası da değil, bu evin her yeri aynı sadeliğe ve şıklığa sahipti. Ateş'in annesi bayağı zevkli bir kadınmış.

Ateş yatağa doğru ilerledi, yatağın kenarına oturdu. Orada öylece birkaç dakika durduktan sonra gözleri beni buldu. "Gelsene," deyince ben de yanına gittim, oturdum.

"Birçok şey hatırladım," dediği an gözlerim parladı. "Ama zaten unutmadığım birçok şeyi hatırladım. Yani sadece canlandı zihnimde, başka hiçbir şey yok Mira. Yeni bir hatıra yok, annemin hamileliği yok." Gözlerimdeki o ışık söndü, canım sıkıldı. İşte bu hiç iyi olmamıştı.

"Ama öğreneceğiz," deyince şaşırdım, hatırlamıyorsa nasıl öğreneceğiz ki?

"Annemin bir fotoğraf makinesi vardı. Yaşadığımız her anı çekerdi ve bir albüm yapardı. O albümü çok iyi hatırlıyorum. Abime hamileyken, bana hamileyken fotoğraflarını çekmişti. İlk doğduğumuzda, ilk yürüdüğümüzde, konuştuğumuzda hep fotoğraf çeker, albüme koyardı. Arkasına da tarihleri yazardı. Hiçbir şeyi unutmamak için yapardı bunu. Eğer ben bir şeyleri unuttuysam annem bize onu hatırlatacak." İşte bu çok iyi olmuştu. Böyle bir şeyi yapan bir kadın üçüncü hamileliğini de o albüme eklerdi.

Ateş yatağın yanındaki komodine eğildi, çekmecesini açtı ve içinden eski, siyah bir albüm çıkardı. Bu evin sürekli temizlendiği, güzel bakıldığı çok belliydi. Etrafta tek bir toz tanesi bile yoktu. Eşyalar tertemizdi. Hatta bayağı temizlik kokuyordu bu ev. Ateş ailesinden sonra hatıralarına iyi bakmış olsa gerek.

Albümün kapağını açtı, merakla baktım resimlere. İlk üç sayfadaki fotoğraflardan hiçbir şey çıkmadı. Sadece anne ve babasına ait fotoğraflar vardı. Evlenmeden önce sevgiliyken çekildikleri çok belliydi ve fotoğraflara bakılırsa birbirlerine büyük bir aşkla bağlıydılar.

Daha sonra, nişan ve nikâh fotoğrafları göründü. Birkaç tatil fotoğrafının hemen ardından da annesinin hamile olduğu bir fotoğraf göründü. Ateş o fotoğrafı albümden çıkardı, arkasındaki tarihe baktı.

"Birisi yerlerini değiştirmiş olabilir," dedi, doğruydu albümdeki sıra değiştirilmiş olabilirdi. Bu adamlar böyle küçük şeyleri düşünebilecek adamlardı.

Ateş tarihin abisinin doğumuna uyduğundan ve yazının annesine ait olduğundan emin olduktan sonra fotoğrafı yerine koydu, albümü daha hızlı çevirdi. Bundan sonraki sayfalar hep annesi, babası ve abisine aitken abisinin attığı adım, yediği yemek, güldüğü her an bile albümde yer almıştı. Bu fotoğrafları hızlı hızlı geçtikten sonra yeni bir hamilelik fotoğrafıyla karşılaştık.

Ateş'in annesinin hamile olduğu çok belliydi. Babasıyla yan yana oturmuşlardı ve babasının kucağında abisi vardı. Ateş hemen fotoğrafı yerinden çıkardı, arkasına baktı.

"Benim doğum tarihimle uyuyor, yazı da annemin. Burada bana hamile," dedi ve diğer birkaç fotoğrafa da baktı, onlarda da aynı şeyi söyledi.

Bundan sonraki fotoğrafları da hızlı hızlı geçti. Geçtiğimiz her sayfa bir yıla tekabül ediyordu neredeyse. Her bir sayfada gözlerimin önünden Ateş'in hayatı gibi geçerken işimiz bittikten sonra bu albümü daha dikkatli incelemeyi aklıma not ettim. Ateş'in hayatını bilmek istiyordum çünkü.

Ve geçtiğimiz onlarca sayfanın ardından Ateş gördüğü bir fotoğrafta durup kaldı. Biraz eğilip fotoğrafa baktım ve beklediğimiz şeyi görmüş olduk. Yine annesi ve babası yan yana oturuyordu. Birbirlerine aşık oldukları gözlerinden belliydi. Babasının yanına abisi oturmuştu. Babası abisinin koluna omzunu atmıştı ve ikisi de gülümsüyordu. Ateş de annesinin kucağındaydı. Bebek değildi ama küçüktü hâlâ. Burada 5-6 yaşlarında olsa gerekti. Fakat fotoğraftaki en önemli detay annesinin hamile olmasıydı. Kadının belirgin olan karnı Ateş'in geçmişine dair bazı şeyleri unuttuğundan emin kılmıştı beni.

Ateş fotoğrafı çıkardı, arkasına baktı ve tarihi bu kez sesli bir şekilde okudu. "19 Aralık 1999," dedi ve bana döndü. "Uras'ın doğum tarihinden dört ay öncesi. Yani annem beş aylık hamileyken çekilmiş fotoğraf. Yazı da anneme ait."

"Ben burada altı yaşındayım abim de dokuz," dedikten sonra fotoğraftaki gözleri beni buldu. "Ben bundan önce olan şeyleri bile hatırlıyorum Mira." Cevap veremedim ona. "Bunu nasıl unuttum? Zihnim bunu nasıl sildi? Baksana fotoğraf bile çekilmişiz ve..." deyip iç geçirdi, merakla ona bakarken gözlerini yere çevirdi.

"Mira ben bu günü de hatırlıyorum. Bu fotoğrafı çektirdiğimiz anı, fotoğrafçıyı bile hatırlıyorum ama annemin hamile olduğunu hatırlamıyorum," dedi, çaresiz gözleri beni buldu.

"Ben bunu neden unuttum?" İşte bu soruya verebileceğim hiç cevabım yoktu. Belki de bu bir travmadır, bir hastalıktır bilmiyorum ama normal olmadığı belliydi.

"Bunun da elbet bir açıklaması vardır," dedim ve devam ettim. "Artık bir kardeşin olduğundan, bunun yalan olmadığından ve mümkün olduğundan eminsin Ateş. Hiç değilse artık taşlar yerine oturuyor. Bir kardeşin olmasına imkânsız diyemiyorsun." Ben konuştum ama o sustu, hiçbir şey demedi.

"Şimdi de gidip o kardeşini kurtaralım. Kim bilir yıllardır ne bildi, neye göre büyüdü? Şimdi de onu bu hâle getirmişler. Gidip kardeşimizin elinden tutalım ve onu ayağa kaldıralım, beraber iyileştirelim," dedim, ayağa kalktım ve ona elimi uzattım.

"Onun bize ihtiyacı var Ateş. Bizim de ona. Hadi artık ona gidelim. Annenin babanın emanetine sahip çıkmamız, onu iyileştirmemiz lazım," dediğimde tek bir saniye bile olsun tereddüt etmeden elimi tuttu.

"Gidelim Mira, kardeşimize gidelim," dediğinde kocaman gülümsedim ona.

O evden çıktıktan yaklaşık bir saat sonra yeniden Ateş'in evindeydik. Ben salona doğru yürürken elimdeki albümü sıkı sıkı tutuyordum. Ateş onunda yanına almak istemişti. Belki de kardeşine ailesini anlatacaktı.

Ateş benim aksime adımlarını daha büyük ve daha hızlı attı. Çoktan uyanmış olan Uras'ın yanına gitti. Yalnız değildi Uras salonda. Bizimkiler buradaydı, hepsi buradaydı hatta ve çoktan Erdem tarafından Uras'ın durumunu öğrenmiş gibiydiler.

Ateş kardeşinin yanına gitti, oturdu ve bir anda sarıldı ona. Sımsıkı sarıldı. Uras Ateş'in kollarının arasında şaşkınca kalırken Ateş bunu hiç umursamadan sarılmaya devam etti. Artık kabullenmişti onu. Gördüğü fotoğraf yeterli olmuştu onun için. Salondakiler merakla bana bakarken gülümsedim onlara sadece. Olan biteni sonra anlatacaktım.

"Siz kimsiniz?" diye sordu Uras, Ateş ondan ayrıldı, çocuğun kollarından sıkı sıkı tuttu.

"Abinim ben senin," dedi Uras'ın gözlerinin içine bakarak. Uras da aynı şekilde ona bakıyordu ama Ateş'in söylediği şeyi algılamış gibi görünmüyordu. "Abin Ateş Demirkan," diye kendini tanıttı ve çatallanan sesiyle devam etti. "Sen de Uras Demirkan'sın." Dudaklarım yana kıvrıldı, kardeşine gerçek soyadıyla seslendi.

Ben de dahil olmak üzere herkes Uras'a merakla bakıp Ateş'in söylediklerine karşı bir şeyler söylemesini beklerken Uras gözlerini Ateş'ten çekti. "Selin," dedi yine aynı kıza ve bakışlarını ona çevirdi, devam etti. "Bana su getir, çok soğuk olmasın," deyip televizyonun kumandasını aldı, televizyonu açtı, arkasına yaslandı.

"Bilgisayarımı da getir." İlk geldiği andan beri olduğu gibi yine ilgilenmedi bu konuyla. Daha doğrusu ilgilenemedi. Onu nasıl bu hâle getirdiler çok merak ediyorum. Kazadan sonra olmadığından da adım kadar eminim.

"Bence üzerine gitmeyelim." Bunu diyen Cansu oldu. "Durumu belli, seni anladığını hiç zannetmiyorum." O bunu söylerken Ateş ayağa kalktı. Hem mutlu hem de üzgündü. Kardeşini bulduğu için, bir kardeşi olabileceğinden emin olduğu için mutluydu ama kardeşinin bu hâli onu üzüyordu.

"Selin bilgisayarımı getir dedim sana!" Uras bir anda kızdı, Selin bize baktı.

"Bilgisayarı evde kaldı, içinde oyunu vardı. Başka bilgisayarı da kabul etmez ve sinirlenince kendine zarar verir. Lütfen bir şey yapın." Kız çaresizce konuşurken Uras bir anda ayağa kalktı.

"Sana bilgisayarımı getir dedim!" diyerek bağırdı Selin'e. Bir tek onunla konuştuğu gibi kızarken de bir tek ona kızıyordu.

"Gel ben sana kendi bilgisayarımı vereyim," dedi Erdem ve ayağa kalkıp Uras'ın yanına geldi. Bir abi edasıyla koluna dokunduğu an Uras tarafından geriye savruldu.

"Siktirin gidin lan başımdan! Siz kimsiniz lan!" Bir anda bağırmaya başladı ve Selin'in üzerine yürüdü.

"Nereye getirdin lan beni ?" diye hesap sordu, Erdem ve Doğan öfkeden bir şeyler yapabilecek olan Uras'ın Selin'e yaklaşmasına izin vermediler.

"İlacını alması gerekiyor, yoksa sakinleşmez. Size de kendisine de zarar verir." Selin telaşlı telaşı konuşurken Uras bir anda Doğan'ın göğsüne sert bir yumruk attı. Doğan'ın nefesini kesti, kendisinden uzaklaştırdı.

"Kimsiniz lan siz? Ne geziyorsunuz evimde?" Burayı kendi evi mi zannediyordu? Hem bizim burada olduğumuzu yeni mi fark etmişti?

"Burası benim evim değil," dedi bir anda ve Doğan'la Erdem'in arkasında kalan Selin'e baktı. "Nereye getirdin bizi?" Sanki çoktandır uyuyormuş da yeni uyanmış gibiydi. Sanki bizi ilk defa şu an görmüş gibi. Tam olarak bundan bahsediyorum işte. Eğer onun akli dengesi yerinde olmamış olsaydı hep ilk davrandığı gibi olurdu. Şu an sanki uyanıyormuş gibi olmazdı.

"Uras," sedi Selin ama devam edemedi, hemen arkasını döndü, çantasını aldı, içinden bir paket ilaç çıkardı ve onun kendisine bir şey yapmasından hiç korkmayıp yanına gitti.

"Hadi ilaçlarını iç, ben de iğneni yapacağım. Sonra neden burada olduğunu anlatacağım sana. Bu insanların kim olduğunu da anlatacağım. Emin ol çok şaşıracaksın ama sevineceksin de." Kız iyilik meleği gibi konuşurken bu konuşma bana fazla yapmacık geldi.

"İçemez o ilaçları!" dedim, bir anda herkesin gözleri beni buldu. Kızın yanına ulaştım, elindeki ilacı çekip aldım. "İçmese çok daha iyi olacak." Kız şaşırdı, diğerleri de şaşırdı. Biliyorum kıza iyi davranıp ona inanmış gibi yapacaktık ama çocuğu da zehirlemesine göz yumacak değildik herhalde.

"Mira bu saçmalık!" dedi kız ve elimden ilacı almaya çalıştı ama izin vermedim. "Bu ilaçları içmesi lazım yoksa kendisine de size de zarar verecek!" diye kızdı bana.

"Karşısında dört adam var, emin ol onlara zarar veremez. Onlar da kendisine zarar vermesine her türlü engel olur. İyi birisi olduğun çok belli." Baştaki cümlelerimi tüm kalbimle inanarak söyledim ama sondaki cümle benim için tamamıyla bir yalandı.

"Kardeşimize yardım etmeye çalışıyorsun, onu iyileştirmek için uğraşıyorsun bunu anlayabiliyorum. Sana olan güvenim tam." Onun aksine samimi görünmeye çalıştım. Tüm söylediklerim yalan da olsa doğruymuş gibi davrandım.

"İlk gördüğüm an pek sevmedim seni ama ona olan davranışlarını görünce iyi birisi olduğunu, sana güvenebileceğimi anladım," dediğimde kız söylediklerimden memnun olmuş gibiydi. Fakat onun dışında diğer herkes şaşkındı. Uras da sinirli. Neler olup bittiğini anlamaya çalışıyordu, anlayamamak da onu sinirlendiriyordu.

"Peki madem bana güveniyorsun o zaman gerçekten güven ve şu ilacı verelim Uras'a. Yoksa çok kötü şeyler olacak," dedi, başımı olumsuz anlamda salladım.

"Olmaz, veremem. Sen bana güven veriyorsun, sana güvendik hepimiz. Zaten güvenmemiş olsaydık çoktan buradan kovulmuş olurdun ama hâlâ buradasın. Fakat yaşadığımız şeylere güvenmiyoruz. Sen de bir oyunun içinde olabilirsin," dedim, cevap vermedi sustu.

"Her ihtimali düşünmemiz lazım bizim, değil mi?" diye sordum ve bizimkilere döndüm. Ne yapmaya çalıştığımı bazısı anlamış, bazısı anlamamıştı. Bu çok belli oluyordu.

"Öyle," diye onayladılar yine de beni ve kıza döndüm.

"O bizim istediğimiz hastanede, bizim belirlediğimiz bir doktorla görüşmeden önce hiçbir ilaç almayacak. İlaçlarını da bizzat biz kontrol edeceğiz," dedim, bu söylediğimden hiç de memnun olmadı.

"Mira..." dedi, sözünü kestim.

"Ben son sözümü söyledim, bence onun hemşiresi olarak senin de böyle düşünmen lazım. Biz birisinin ona zarar verdiğini, seni de oyuna çektiğini düşünüyoruz ve ben tüm kalbimle inanıyorum ki sen Uras'ın böyle bir şey yaşamasına asla izin vermezsin değil mi?" Sordum, yutkunduğunu fark ettim. Bu küçük hareket ondan şüphelenmekte haklı olduğunu anlamama neden olurken dudaklarını birbirine bastırdı, başını salladı.

"Vermem." Sesinin tonu bile sinirimi bozdu, karşımızdaki bu kız her şeyi biliyordu ve ben şu an ona saldırmamak için kendimi çok zor tutuyordum.

"Güzel," deyip Ateş'e döndüm. "Hemen bir doktor ayarla, gidelim. Vakit kaybetmeye hiç gerek yok," dedim, saate baktım ve dört olmak üzere olduğunu gördüm, Ateş'e baktım yeniden.

"Yeterince vaktimiz var," diye ekledim, başını salladı, hiç itiraz etmedi.

"Ben bir hastaneyi arayayım," dedi, telefonunu çıkardı, bahçeye doğru yürüdü. O giderken kıza döndüm.

"Sen de bizimle gel, bir tek seni tanıyor," dedim, kız başını salladı, beni onayladı. O sırada bir köşede Uras'ı sakinleştirmeye çalışan Doğan'ı ve Cansu'yu gördüm. Bu konuda başarılı oluyorlardı. Uras'ın az önceki öfkeli hâlinden eser kalmamıştı. Fakat maalesef ki bunu küçük bir çocuğu kandırır gibi bilgisayarla yapmışlardı.

Uras küçük bir çocuk gibiydi. Şu an bundan emin olmuş oldum. Onu kolaylıkla kandırıp bir şeyleri unutturabiliyorlardı. Muhtemelen az önce kızın vermeye çalıştığı ilaçlar yüzünden bu hâldeydi.

"Erdem sen de daha önceki doktoru araştırır mısın?" diye sordum, Selin'de olan şüpheli bakışları beni buldu.

"Daha önceki doktor?"

"Kazadan sonra Uras'a akli dengesinin yerinde olmadığına dair rapor veren ve bu ilaçları kullanmasını isteyen doktoru," dedim, göz ucuyla kıza baktı. Gözleri yeniden beni buldu, başını hafifçe öne eğdi.

"Eyvallah, hallediyorum," dedi ve o da telefonunu çıkardı, uzaklaştı yanımızdan.

"Bunları neden yapıyorsunuz?" diye soran kıza döndüm, ona cevap veren ben değil de Cansu oldu.

"Kimseye güvenmiyoruz çünkü," diyerek yanımıza geldi, çoktan Uras'ı sakinleştirmişlerdi. Doğan da Uras'la birlikte bilgisayarın başına oturmuş, oyun oynuyordu.

"Bana..." Selin'in devam etmesine izin vermedi Cansu.

"Seninle hiçbir ilgisi yok bu konunun, hiçbir zaman da olmayacak. Sıradan bir hemşiresin bizim için sadece. Bir önemin yok hayatımızda. Sana güvenmek için de güvenmemek için de sebebimiz yok. Buradasın diye kendini önemli birisi zannetme, olamazsın. Olamayacaksın da." Cansu'nun sözleri kıza olan öfkesini anlamama neden oldu. Şu anda bunu tek bir sebebe bağlayabiliyordum; Erdem'i kıskanmış olmasına.

"Bana neden bu kadar öfkeli olduğunu anlamıyorum Cansu, buraya beni zorla getiren senin arkadaşların oldu. Ben..." Cansu yine kızın devam etmesine izin vermedi.

"Seni dinleyecek kadar vaktim yok, ayağını denk al yeter bize. Haddini bil, neden burada olduğunu unutma." O bunu söylerken Erdem içeriye girdi. Gözleri üçümüzün arasında gezindi. Ortamdaki gergin havanın farkına varıp tek kelime bile edemezken Cansu ona öfkeli bir bakış atıp mutfağa doğru yürüdü. İşin kıskançlık olduğundan emin olmuş oldum.

"Sorun ne?" Erdem sordu, ben daha cevap verecekken Selin benden önce davrandı.

"Sorun sizsiniz, hem bizi buraya zorla getirdiniz hem de burada olduğumuz için bize hesap soruyorsunuz! Aman ne güzel!" Bu kızdan biraz Gamze havası almaya başlamıştım. İkisini de aynı kişi konuştuyor gibiydi. Sahi zaten de öyle değil miydi?

"Doktoru bulacaklar," dedi Erdem bana bakarak ve yanımızdan ayrıldı, o da mutfağa doğru yol aldı. Cansu'nun derdini öğrenmek için mutfağa gitmişti.

"Bu evde de herkes bir tuhaf! Cidden nereye düştüm ben böyle?" Selin kendi kendine söylenirken ona bir tane vurmak istedim ama kendimi tuttum. Ona karşı yalan bir samimiyetimin olması gerekiyordu.

"Takma, burada hep böyledir," dediğimde gözleri beni buldu. "Cansu biraz sinirlidir, sana denk geldi," dedim, o sırada Ateş yeniden salona döndü. Gözleri bizim değil, kardeşinin üstündeydi. Sakinleşmiş olması onu rahatlatmış gibiydi.

"Ayarladın mı?" Sordum, gözleri beni buldu.

"Evet," dedi, gözlerini yeniden kardeşine çevirdi, yanına gitti.

"Uras," dediğinde Uras gözlerini bilgisayardan çekti, abisine baktı. Abisi bile olduğunu bilmediği abisine.

"Gidip evden senin bilgisayarlarını alalım, kendi oyununu oyna." Ateş bunu bahane etti, oysa onu hastaneye götürüyordu. Uras'a baktım, küçük bir çocuk gibi inanmıştı buna.

"İyi olur," deyip ayağa kalktı, sanki şu an karşımda 8-9 yaşlarında bir çocuk var gibiydi. "Kimsin bilmiyorum ama bu heriflerden daha akıllı olduğun kesin. Şu siktiğimin oyunun başına oturttular beni, bir bok anladığım yok," dedi ve Ateş'e gülüp sessiz olduğunu düşündüğü bir ses tonuyla konuştu. Fakat hepimiz onu onayladık.

"Bakma oynadığıma üzülmesinler diye oturdum, kandırıp kaçacaktım," dedi, Ateş onun söylediği şeye histerik bir şekilde güldü. İki kardeşin birbirine bakıp ilk gülmelerini hayranlıkla izledim.

Az sonra evden çıkıp Ateş'in ayarladığı hastaneye, bizi bekleyen doktorun yanına gittik. Acil dışında muayene saatleri bitmişti ama doktor hâlâ bizi bekliyordu. Hatta belki de buraya bizim için gelmiştir.

Selin, ben, Erdem ve Cansu kapıda durduk. Savaş ve Doğan evde kalmışlardı. Ateş ve Uras da doktorun yanına girmişlerdi. Biz koridordaki koltuklardan birinde otururken Selin tam karşımızdaki duvara yaslanmış, ellerini göğsünün altında birleştirmişti ve dikkatle Erdem'e bakıyordu. Aynı zamanda gergindi de.

"Erdem ben bu kızın gözlerini oyarım, saçını başını yolarım. Erdem bak yemin ederim ben bunu kalkar parçalarım. Bak bak hâlâ bakıyor. Erdem tutma beni haddini bildireyim şunun!" dedi Cansu ve bir anda ayağa kalkacak gibi oldu, Erdem bileğinden yakaladı, yanına oturttu.

"Saçmalama! Otur yerine!" diye kızdı Cansu'ya. Cansu öfkeyle ona döndü.

"Ne demek saçmalama ya! Görmüyor musun..." Ve sustu, Erdem'in bakışları onu susturdu, öfkeyle önüne döndü. Birbirlerinin tam zıttı bir çift olmuşlardı.

Erdem sakindi, Cansu hareketli. Erdem sessiz, Cansu konuşkan. Erdem ağır abi modunda Cansu da bir o kadar eğlenceli. Nasıl buldular birbirlerini de sevdiler anlamış değilim.

Ben bunları düşünürken telefon çaldı. Gözlerimi Selin'e çevirdim. Bu ses ondan geliyordu. Merakla ona bakarken cebinden telefonunu çıkardı.

"Efendim anneciğim." İkinci kelimenin üstüne basa basa söylemişti. Annesiyle konuştuğuna inanmamızı ister gibiydi.

Aptalım ya ben! Hemen inandım!

"Hastanedeyim anne... Hayır kendim için gelmedim... Uras için buradayım... Yok o da çok iyi... Rutin kontroller işte... Ben müsait olunca seni arayacağım... Geleceğim en kısa zamanda da yanına... Şimdi kapatmam lazım... Ben de seni çok seviyorum," dedi ve telefonu kulağından indirdi. Annesinden çok başka biriyle konuşmuş gibiydi. Bu kızın aldığı nefes bile ondan şüphelenmeme neden oluyordu.

"Annem," diye açıkladı, umursamaz görünmek isteyip omuz silktim ve önüme döndüm. Herkes sustuğu için sessizce bekledik muayenenin bitmesini.

Ateş ve Uras odadan çıktılar, MR çekildi, tahliller, testler yapıldı. Gereken her şey yapıldıktan sonra doktor kesin bir şeyleri ancak sonuçlar çıktığında söyleyebileceğini, onların da yarın sabah çıkacağını söyledi. Biz de hastanede durmak yerine çıktık, eve döndük.

Dönüş yolunda Uras'ın kaldığı eve uğradık, oradan istediği her şeyi aldık. Eşyalarını da aldık. Hiçbir şeyini bırakmadık. O artık iyileşene kadar hatta iyileştikten sonra bile Ateş'in yanında kalacaktı. Bu hayatta onları artık ölüm dışında hiçbir şey, hiç kimse ayıramazdı. Bunu çok iyi biliyorum.

Eve döndüğümüzde üst kattan Uras için bir oda ayarlandı. Selin'e de alt kattan bir oda ayarlandı. İçinde kamera ve dinleme cihazı olan bir oda. Tabii kız orada üstünü değiştireceği, duş alacağı, özel alanı olacağı için onu sadece ben ve Cansu izleyecektik. Bu da doğru değildi ama kim olduğunu, Uras'a ne yaptığını ve kimden emir aldığını öğrenmemiz lazımdı. Yolumuz yanlıştı ama ulaşacağımız sonuç doğru olacaktı.

İkisi de odasına yerleşirken Uras için ayarlanan özel bakıcı da geldi. Ateş Selin'e 'Sen de ilgilen ama onunla birkaç kişinin ilgilenmesi çok daha iyi olaca,' demiş, kızı bir şekilde buna inandırmıştı. Yeni gelen bakıcının odası Selin'kinin aksine üst katta, Uras'ın yanındaydı. Bakıcı da otuzlu yaşlarının başında bir kadındı.

Evdeki her iş ayarlandıktan sonra salona indik. Salonda toplandık ama bu ev artık konuşmak için uygun değildi. Bizi duyacak birileri vardı. Bu yüzden toplanma alanımız bahçedeki masa oldu. Masanın etrafındaki sandalyelere oturduk. Doğan'ın yaptığı ilk şey masanın altında ellerini gezdirmek oldu.

"Böcek filan koyar bizi dinlerler, abi ben bir kez daha kaybetmeye dayanamam. Böyle çok iyi gidiyoruz, devam edelim." Onun söylediği şey herkesi güldürdü ama bir yandan da herkes oturduğu sandalyeyi kontrol etti. Bunu istemsizce hep beraber aynı anda yaptığımızı fark ettiğimiz o ilk anda birbirimize bakıp güldük. Ta ki araya bir ses girene kadar.

"Doğan!" Bağırma sesiyle hep beraber aynı anda Uras'ın kaldığı odada bulunan balkona döndük. Uras'ın oradan Doğan'a seslendiğini gördüm.

"Bilgisayarım nerede lan benim? Sen mi aldın?" Uras'ın sinirle Doğan'a bağırması gülmek istememe neden oldu.

"Oğlum bu çocuk beni bilgisayarının bekçisi olarak mı görmeye başladı lan?" Doğan kızarken Uras öfkeyle bağırmaya devam etti.

"Çabuk ol, getir şunu! Sikerim şimdi evini de bilgisayarını da! Niye getirdiniz lan beni buraya? Tanımıyorum bile sizi!" Daha fazla kendimi tutamadım, sessizce güldüm.

"Oğlum bu beni başçavuşun eşeği mi zannediyor lan? Yemin ederim normal olsaydı yukarıya çıkar balkondan aşağıya atardım onu!" deyip ayağa kalktı.

"Geliyorum güzel kardeşim, bekle geliyorum!" dedi Doğan bizimle konuştuğunun aksine sakin bir şekilde. O Uras'ı sakinleştirmek ve bilgisayarını vermek için giderken Erdem "Dökülün," dedi, konuşmaya ilk başlayan Savaş oldu.

"Tansu Serez'i araştırdık, bir tekstil fabrikasının sahibi. Uras'ı yıllar önce evlatlık almış. Söylenene göre de kazadan sonra çocuk bu hâle gelince bakmak istememiş, bırakamamış da gitmiş bir ev tutmuş, bir hemşire bulmuş ve oraya bırakmış." Hikâye Selin'in anlattığı gibi ilerliyordu.

"Burası bilmelerini istediğimiz kısmı ama ortada tuhaf olan bir şey var," diyerek Savaş arkasına yaslandı, anlatmaya devam etti. "Adam tanınan bir iş insanı ve hem onun hem de ailesi hakkında bir sürü bilgi var ortada. Tek bir kişi hakkında hiçbir şey yazmıyor," dediği an araya girdim.

"Uras hakkında." Gözleri beni buldu, başını salladı.

"Aynen öyle, herkes hakkında bilgi var ama Uras Arkan hakkında hiç kimse, hiçbir şey bilmiyor. Adam evlatlık aldığı çocuğa soyadını bile vermemiş," dediğinde meraklandım.

"Peki Arkan soyadı nereden geliyor?" Sordum, Savaş nefesini sıkıntıyla dışarıya verdi.

"Onu bulamadık ama Pars araştırıyor." Savaş'ın cevabıyla Erdem'e baktım. Şaşırmış ya da kızmış gibi bir hâli yoktu. Pars'ın işin içinde olduğunu biliyor olsa gerek.

"Şu kızı da araştırmak lazım," dedim, Cansu konuşmaya başladı.

"22 yaşında, sağlık lisesinde okumuş, hemşire sayılır yani ama üniversite okumamış. Böyle özel hastalara bakıyor, bir şekilde girmiş bu işe de." Şaşkınca baktım ona, ne ara araştırmıştı kızı?

"Bakmayın bana öyle, tamam sevmiyorum mesleğimi ama yine de polisim ben," deyince güldüm ona. "Bulurum yani," diye ekledi, kızı kıskandığı için araştırmıştı muhtemelen, bizim için değil ama işimize yaramıştı.

"Ailesi?" diye sordum, anında yanıtladı.

"Bir annesi var, babası iki yıl önce kanserden dolayı vefat etmiş. Babasının vefatından sonra da zaten Uras'ın hemşireliğini yapmaya başlamış." Elimi yüzüme koydum, dudaklarımı büzerek ofladım. O sırada Doğan söylene söylene yanımıza döndü.

"Oğlum manyak lan bu herif! Ateş kardeşim kusura bakma ama vallahi sinir bozucu. Ne yapmışlar lan bu çocuğa böyle? Oğlum inşallah gerçekten kaza yüzünden bu hâlde değildir de kendileri bir şey yapmıştır, düzelecektir," dedi, içimden inşallah diye geçirdim.

"Bir şey mi oldu?" diye sordu Ateş, Doğan konuşmaya başladı.

"Tutturdu sen de benimle oynayacaksın diye, çocuk gibi resmen." O bunu söylerken sinirli gibi değildi ya da dalga geçmiyordu ama Ateş'in canını sıkmıştı. "Ben de Eva'yı yanına bıraktım, kaçtım. Oynuyorlar beraber." Doğan konuşurken Ateş'e baktım, bu cümleler canını yakıyordu. 20 yaşındaki kardeşinin 8 yaşındaki bir çocukla oyun oynaması, onun gibi davranması onu üzüyordu.

"Neyse tamam kapatalım konuyu, iyi olmadığını biliyoruz ama düzelecek," dedim, Ateş'i rahatlatmak ve konuyu kapatmak istedim.

"Bence de kapatalım," dedi Erdem ve ayağa kalktı. "Ben abimin yanına gidiyorum, şu Tansu denilen piçi biraz daha araştıracağım. Bir şey bulursam ararım ya da gelirim," diye açıkladı, Cansu'ya hiç bakmadan gitti. Gözlerim istemsizce Cansu'yu bulduğunda onun da arkasından bakmadığını, umurunda bile olmadığını gördüm. Sanırım kavga etmişlerdi.

"Arkadaşlar burada sizinle kalmak isterdim ama gitmem lazım," diyen Savaş da ayağa kalktı. "Devriyem var, aktif olarak hâlâ polislik yapıyorum biliyorsunuz," dedi imayla ve ellerini montunun cebine koydu. "Haydi kaçtım ben," deyip gitti.

Cansu da onun peşinden giderken bana "Tufan müdür bir an önce dönmeni söyledi, seni idare edebildiği kadar etmiş," dedi, bugün günlerden pazardı, yarın iş başı yapmam gerekiyordu yani.

Herkes bir bahaneyke kaçarken masada yalnız kaldık. "İşe döneceksin sanırım," dedi Ateş, gözlerimi ona çevirdim, başımı salladım.

"Öyle, yarın başlayacağım. Zaten yaralıyım diye izinliydim, izini de biraz abartıp çok uzattım. Başlamak gerçekten de iyi olacak ama..." Deyip sustum, sıkıntıyla ofladım.

"Ama başlamadan önce bu işi bitirmek isterdin dedi." Cümlemi kendisi tamamladı, başımı salladım.

"Öyle," deyip iç geçirdim. "Her şey bittikten sonra başlamak daha iyi olacaktı. Sadece buna odaklanmak iyi oluyordu. Aklımı başka bir şeyle meşgul etmek istemiyorum ama şu İnci Şahin cinayetiyle de ilgilenmek istiyorum. En baştan beri çok uğraştım, ara versem de bu iş için de çok uğraştım ve bittiğinde de orada olmak istiyorum." Ateş yüzüme dokundu.

"Herkes işinde gücünde zaten Mira, buraları da ben hallederim. Sen de biliyorsun zaten genelde ne oluyorsa akşam oluyor. Akşamları da burada olursun."

"Haklısın," dedim, o sırada konu açılmışken uzun zamandır konuşmak istediğim o konuya da girdim.

"Sana bir şey sorabilir miyim?" Sordum, başını salladı.

"Tabii güzelim," deyince tamamen ona döndüm, ciddi bir konu olduğunu anlamış oldu.

"Polislik yapmayı seviyor muydun?" Bu soru karşısında afalladı. Bakışlarını kaçırdı, başka bir yere baktı. Yutkunduğunu fark ettim. Merakla ona bakarken bu soruyu uzun uzun düşündü, bakışları beni buldu.

"Hayır," dedi bir anda, bu cevabı beklemiyordum.

"Doğruyu bilmek istiyorum Ateş," dedim, yalan söylediğini hissetmiştim çünkü. "Lütfen bana sadece doğruyu söyle." Bir kez daha iç geçirdi, elimi tuttu.

"Hayır," dedi gözlerimin içine bakarak ve devam etti. "Sevmiyordum, sıkıyordu beni. Sana bir şey itiraf edeyim mi?" diye sordu, anında başımı salladım.

"Seni dinliyorum."

"O karakola bir şeyler öğrenmek için girmiştim. Bunu sen de biliyorsun zaten. Oradaki işim ilk üç ayda bitmişti. Öğreneceğimi öğrenmiştim, gitme vakti gelmişti ama gidemedim. Çünkü sen vardın, sana arkamı dönememiştim. Senin için oradaydım." İki yıl sonra gelen itiraf karşısında şaşırıp kaldım.

"Eğer sen olmasaydın işim bittikten sonra çekip gidecektim. Bir daha da dönmeyecektim. Hayatım boyunca polislik yapıp katil kovalamak istemiyordum. Benim gelecek planlarımın arasında seninkinin aksine hiçbir zaman polis olmak yoktu Mira. Mecbur olduğum için oldum, bitmesi gerektiği için bitti. Sakın bunu beni üzdüğünü falan düşünme," deyince buruk bir tebessüm ettim.

"O gün için beni affettin mi peki?" diye sordum, hangi günden bahsettiğimi çok iyi biliyordu ama yine de açıklamak istedim. "Gördüğüm fotoğrafların öfkesiyle sizi şikayet edip yakalattığım gün için beni affettin mi?" Birkaç saniye gözlerimin içine baktıktan sonra gülümsedi, başını salladı.

"Affettim Mira," dedi, elimi sımsıkı tuttu bir kez daha. "Tüm kalbimle affettim." Ben de gülümsedim ona.

"Peki ya sen?" diye sordu. "Sen beni affettin mi? Seni kaybetmemek için Gamze hakkında sana yalan söylemiş olmamı afettin mi?" Hiç düşünmeden başımı salladım.

"Afettim." Gözlerinin içine bakarak söyledim bunu ve ekledim. "Tüm kalbimle afettim."

"Bundan sonra yalan yok," dedi, bunu kendisi için söylemişti, başımı salladım.

"Yok," dedim. "İhanet de yok," diye ekledim, ben de bunu kendim için söylemiştim, o da başını salladı.

"Yok." Onayladı beni.

"Söz mü?" Sordum.

"Söz," dedi anında ve o da sordu.

"Söz mü?" Ben de onun gibi anında cevap verdim bu soruya.

"Söz." Gülümsedi, gülümsedim. Gözlerim kapandı, dudaklarıma yaklaştı, öptü beni. Dudaklarım onun dudaklarına hapsolmuşken kendimi iyi hisettiğim nadir anlardan birindeydim. Çünkü artık her şey daha da açıktı bizim için.

O ihaneti affetti, ben de yalanı.

Ben ihaneti çıkardım hayatımdan, o da yalanı.

O söz verdi, ben de söz verdim.

Geçmiş bizim için tamamen kapanmış oldu bugün. Artık sadece geleceğimiz vardı. Güzel bir gelecek, bunu hissediyorum. Hisettiğim her şey genelde doğru çıkar benim. Bunun da çıkacağından eminim. Umarım yanılmam.

Ateş'in dudakları dudaklarıma kenetlenmişken ona verdiğim sözün aynısını bir kez de kendime verdim. Çünkü ben en çok kendime verdiğim sözleri tutardım.

"Yalanlardan ve ihanetten uzak bir şekilde onu sonsuza kadar seveceğime söz veriyorum."

Yalanlardan ve ihanetten uzak bir şekilde...

Bu, mümkün müydü?

Bölüm Sonu!

Selammm, nasılsınız neler yapıyorsunuz?

Uras'ı yazmayı çok sevdim. Uras ve Doğan'ı yazmayı daha da çok sevdim jejsjjsjsjshhs onlara bol bol sahne yazmayı düşünüyorum. Biraz da gülelim bence onlara.

Son sahnede içinize şüphe düştü değil mi? Hshshshsh benim de düştü, acaba neler olacak? Hiç bilmiyorum ya hsjsjsjhshsh

Sizce neler olacak?

Bölümde en sevdiğiniz sahne hangisi oldu?

Buraya bölümü en iyi anlatan emojiyi bırakabilirsiniz.

Bölüm hakkındaki yorumlarınızı buraya yazabilirsiniz.✨

Yeni bölüm alıntısını okumak ve duyurulardan haberdar olmak için beni sosyal medyadan da takip edebilirsiniz.💫

Hadi şu yorum ve oy işini halledin de yeni bölümde buluşalım, yeniden <3

O zaman yeniden görüşmek dileğiyle... Kendinize çok iyi bakın, sevgiyle ve sağlıkla kalın.♡

Instagram: gizzemasllan

Twitter: gizzemasllan

SİZİ ÇOK SEVİYORUM.♡

Loading...
0%