@gizzemasllan
|
Selam suç ortaklarım ✨ Bölüme başlamadan önce yıldızı parlatırsanız çok sevineceğim.💫 Buraya ben de sizin için kalp ve yıldız bırakıyorum.⭐♡ Sizinkileri de bekliyorum.❥ Keyifli okumalar <3 Instagram: gizzemasllan / sucotagimofficial . . . 71. BÖLÜM "ÖLÜM SIRASI" Ellerimi göğsümün altında birleştirmiş oturduğumuz masasının etrafında bir dedektif edasıyla dönüp duran, bir yandan da konuşan Taner başkomiseri dikkatle dinliyordum. Fakat daha önce Ceyhun'dan, Savaş'tan , Cansu'dan duyduğum şeylerden farklı hiçbir şey söylemiyordu. Çünkü ellerinde farklı hiçbir şey yoktu. İnci Şahin cinayetinde son üç gün içinde yaşanan tek gelişme kızın bindiği takside üçüncü bir kişinin daha olduğunun öğrenilmesi ve bunun doğrulanması olmuştu. Ne taksiciden haber vardı ne de o üçüncü kişinin kim olduğuna dair herhangi bir bilgi. "Yani anlayacağınız şimdilik yapmamız gereken tek şey o taksiciyi bulmak. Onu bulduktan sonra her şey çorap söküğü gibi peş peşe gelecek. Bu yüzden hepinizin tek bir görevi var; taksiciyi bulmak. Başka hiçbir şey yapmanızı, araştırmanızı istemiyorum." Taner'in söylediği şeye hak verdim. Şimdilik başka hiçbir şey yapmamak ve yalnızca bunu araştırmak çok daha doğru olacaktı. "Taksi durağına gidip şu taksicinin iş arkadaşlarıyla konuşarak başlayabilirsiniz. Tabii adamın köyde yaşayan ailesinin yanına gidip onlarla ve yaşadığı mahalledeki insanlara da konuşmanız gerekiyor. Aranızda iş bölümü yapıp dağılın, herkes saat 3'te burada olacak. Bir şeyler bulacağınızı umut ediyorum. Şimdi hepinize kolay gelsin," dedi Taner, o giderken masadan birinin fısıltı gibi çıkan sesini duydum. "İki gün önce peşinde olduğumuz kızla bir şeylerin peşine mi düşeceğiz? Saçmalığın ta kendisi!" Gözlerimi Taner'den çektim, masaya baktım. Bunu bir erkek söylemişti. "Birinin bir derdi varsa adam gibi karşıma çıkıp söylesin," dedim, az önceki cümleyi duyan da duymayan da bana baktı. "Arkadan konuşmak pek adam gibi olmuyor çünkü," deyip ayağa kalktım. "Mira ne oluyor?" diye sordu Taner başkomiser, uzakta olduğu için o duymamıştı. "Arkadaşlardan birisi günler önce peşinde olduğu benle çalıştığı için rahatsızmış." Taner'in gözleri masadaki kalabalığın arasında gezindi. O sırada Ceyhun ayağa kalktı. "Biz seninle taksi durağına gidelim," deyip konuyu değiştirmeye çalıştı ama Taner buna izin vermedi. "Bu konuyu bundan sonra herhangi birinden duymak istemiyorum! Burası gelip dedikodu yapacağınız bir yer değil! Mira'nın başına talihsiz bir olay geldi, o da suçsuz olduğunu kanıtladı. Savcı da serbest bıraktı, dosya kapandı. Size de susmak düşer! Bir daha hiç kimseden böyle bir şey duymayacağım! Polislik kariyerine başka bir yerde devam etmek istemezsiniz! Şimdi herkes işinin başına, kolay gelsin!" diye kızdı herkese ve gitti. Diğerleri gibi ben de şaşırdım. Çünkü onun beni bu denli korumasını beklemiyordum. O daha önce hiç kimse için böyle bir şey yapmamıştı. "Gidelim," dedim Ceyhun'a bakarak. Başını salladı. "Gidelim," diye onayladı beni. "Ben de sizinle geleyim," diyerek Savaş da bir anda ayağa kalktı. Gözlerim onu buldu. O bizim peşimize mi takıldı? Bu daha önce yaptığı bir şey değildi. "İyi olur," dedi Ceyhun ve devam etti. "Taksi durağına daha önce gitmiştik, bayağı kalabalıktı. Herkesi bir bir sorgulamak çok uzun sürer. Hatta..." diyerek Cansu'ya döndü. "Diğerleriyle gitmek üzere anlaşmadıysan, sen de bizimle gel." Cansu sanki bu teklifi bekliyormuş gibi ayağa kalktı. "Olur." O bunu derken masadaki diğer üç kişi köye, dört kişi de mahalleye gitmeyi kararlaştırdılar ve hep beraber karakoldan çıktık, arabalara dağıldık, yola çıktık. Bizim arabada Ceyhun arabayı kullanıyor, Savaş onun yanında oturuyordu. Ben de Cansu'yla arkada oturuyordum. "Peşinize neden takıldı bu Savaş biliyor musun?" diye sordu Cansu kulağıma fısıldayarak, onu yalnızca ben duydum. "Neden?" diye sordum tıpkı onun gibi kısık bir ses tonuyla. "Neden olacak Mira sence? Tabii ki Ateş istemiştir," dediğinde kaşlarımı çattım. Cansu sesini Ateş gibi çıkarmaya çalışarak konuştu. "Savaş bak kardeşim Mira sana emanet. Yeniden işe dönüyor ama sakın onu o herifle yalnız bırakma. O kıl kuyruğun ne yapacağı hiç belli olmaz! Nereye giderlerse peşlerine takıl. Bak bu konuda bir tek sana güveniyorum." Şaşkınca onun Ateş taklitine bakarken güldü. "Bu konuşmayı Savaş'a karşı yapmadıysa ben de hiçbir şey bilmiyorum!" deyip gülmeye devam etti. Göz ucuyla ön tarafa doğru baktım, ikisi de bizi duymuyor, ikisi de sessizce yolculuk yapmayı tercih ediyorlardı. Gözlerimi Cansu'ya çevirdim, güldüğünü gördüm. Kendimi tutamayıp ben de sessizce güldüm. Fakat Ateş'in yaptığı şey hoşuma gittiği için ya da ona hak verdiğim için değildi, Cansu güldüğü için güldüm. Eğer Cansu'nun söyledikleri doğruysa Ateş'in bana vermesi gereken bir hesabı vardı. "Bir ara oturup konuşalım seninle," dedi Cansu bir yandan gülerken ve devam etti. "Sana anlatacağım çok şey var. Ateş hakkında bilmen gereken şeyler." Bir an için gerildim, yine bir sır mı vardı ortada? "Ya hemen öyle bakma bana, kötü şeyler değil. Aksine çok tatlı şeyler, bir ara oturup seninle bunların dedikodusunu yapmamız lazım." Söylediği şeye güldüm, önemli bir şey olmaması beni rahatlattı. "En kısa zamanda bu planı gerçekleştiriyoruz o zaman," dediğimde göz kırptı. "Anlaştık." Ondan onay alıp gözlerimi önüme çevirdim, ön taraftaki gergin havaya baktım. Bunlar neden Ceyhun'u sevmiyorlar anlamış değilim. Ben öyle aptal bir kadın değilim. Eğer Ceyhun'un bana karşı farklı bir tavrı olmuş olsaydı ya da ne bileyim bir yaklaşma çabası içinde olsaydı bunu anlardım. Anlar ve önünü derhal keserdim ama hiçbir zaman öyle bir şey olmadı. Aksine ben ona karşı böyle şeyler düşündüm. Ta ki o bana 'sen benim kardeşim gibisin., diyene kadar. O gün o saçma düşünceden vazgeçmiştim. Zaten Ateş'e karşı çok öfkelenince böyle saçma bir karar almıştım. Taksi durağına geldiğimizi fark edince düşüncelerimden sıyrıldım, arabadan indim. Hava yağmurlu olduğu için dışarıda değil, durağın içinde oturuyorlardı. Hep beraber o tarafa doğru yürüdük, durağa ilk giren Ceyhun oldu. "Selamün aleyküm," diye selam verdi, içerideki taksicilerden de aynı şekilde karşılık alırken biz de içeriye geçtik. "Muhsin, sıra sendeydi. Hadi..." diyen adamın sözünü Ceyhun kesti. "Taksi için gelmedik," dedi ve cebinden polis kimliğini çıkartıp gösterdi. "Cinayet şubeden Ceyhun Kandemir," diye kendini tanıttı, kimliğini yeniden cebine koyarken devam etti. "Sizin taksici arkadaşlardan birisi lazım bize," dedi, Savaş araya girdi. "Halil Durgun.," dedi, adamı tanıttı. Taksiciler birbirinin yüzüne bakarken Ceyhun konuşmaya devam etti. "İsmi bir olaya karıştı, ifade vermesi gerekiyor ama ortalarda yok. Onu gören, duyan ya da nerede olduğunu bilen var mı? Hatta bilmenize gerek bile yok, bu herif buraya gitmiştir diyebilecek olan var mı aranızda?" Ceyhun'un sorusuyla taksiciler bir kez daha birbirlerine baktılar ama bize dönüp de tek bir cevap veren bile olmadı. "Cevap verecek olan yok mu?" diye sordu Savaş ama yine kimseden ses çıkmadı. 'Biz bir şey bilmiyoruz., diyen bile olmadı. "Abilerim," dedi Cansu, gözlerimi ona çevirdim. Karşımızdaki adamlar abi diyeceğimiz kadar büyük oldukları için yadırgamadım. "Bizden korkmanıza gerek yok. Buraya sizi suçlamak için ya da alıp götürmek için gelmedik. Genç bir kız öldürüldü ve öldürülen bu kız Halil Durgun'un aracından indi. Onun bile sadece ifadesini alacağız ama ortalarda yok. Bu yüzden lütfen herhangi bir şey biliyorsanız bize söyleyin." Cansu, Savaş ve Ceyhun'un aksine daha sakin konuştu, ben sessiz kalmayı tercih ettim. "Köyüne gitmiştir," dedi esmer bir adam, ona döndüm. "Gidecek başka bir yeri yok onun. Gittiyse köyüne gitmiştir." Adamın söylediği şey beni heyecanlandırmadı, oraya gidenlerde vardı çünkü. Yeni bir bilgi değildi bu. "Peki," dedi Ceyhun ve ellerini arkasında birleştirdi. "Başka bir şey söyleyecek olan yok mu?" Sordu, hiç kimseden cevap çıkmadı. "Buradan bir şey çıkmayacak." Savaş bunu söylerken sessizliğimi bozdum. "Tek tek sorguya alsak mı?" Ceyhun bana döndü. "Buraya gelirken mantıklı geliyordu ama gerek yok gibi. Adamların bir şey bilmedikleri belli." Ben de ona hak verdim, bir şey bilmedikleri çok belliydi. "Gerek yok bence," dedi Savaş, ona döndüm, devam etti. "İşimize bakalım biz." Bunu söylerken sesinde tuhaf bir ton vardı. Sanki bir şeyleri fark etmiş gibiydi. Belki de çıkınca söyleyecektir, adamların yanında konuşmak istemiyordur. "Çıkalım," dedim bu yüzden, bir an önce çıkıp onun söyleyeceklerini duymak istedim. Hep beraber duraktan çıktık, arabaya doğru giderken Savaş'ın her ne söyleyecekse söylemesini bekledim. Arabanın yanına ulaştığımızda durduk. "Bekleyelim biraz," dedi Savaş, göz ucuyla durağa doğru baktı. "Neden?" Bakışları beni buldu. "İçeride bir adam vardı, bir şey söyleyecek gibi duruyordu. İçeridekilerden çekinir gibi bir hâli vardı. Biraz bekleyelim, belki çıkar." Tahmin ettiğim gibi, bir şeyin farkına varmıştı. "Zamanımız var, bekleyelim," dedim, ellerimi göğsümün altında birleştirdim, arabaya yaslandım ve beklemeye başladım. Zaten beklediğimiz şey çok uzun sürmedi, durağın kapısı açıldı, orta yaşlı bir adam çıktı. "İşte bu adam," dedi Savaş, bu beni heyecanlandırdı. Adamın yanına giden biz olmadık, o bizim yanımıza geldi. Hiçbirimiz hiçbir şey demedik, konuşmaya başlayan da o oldu. "Ben bir şey biliyorum." İşte sonunda duymayı beklediğim o cümle geldi. "Seni dinliyoruz abi," dedi Savaş, adam bayağı büyüktü çünkü. Adam Savaş'a döndü, biraz tedirgin gibiydi ama konuşmaya devam etti. "Çalışmadığımız bir gece Halil'le felekten bir gece çalalım dedik, meyhaneye gittik. O sarhoş olduğu zaman her şeyi dökülen bir adam, o gün de aynı şey oldu, bana birçok şey anlattı." Heyecanla dinliyordum adamı. "O gün bana bir kızdan bahsetti. Öldürdüm ya da öldürüldü falan demedi. Hatta bir şey anlatmış sayılmaz, sadece bir şeyler sayıklıyordu. Kız kardeşime çok benziyordu, gözleri yüzümün önünden gitmiyor dedi. Sürekli yazık oldu, çok yazık oldu deyip duruyordu. Çok sordum, defalarca kez ne olduğunu sordum ama hiçbir şey anlatmadı bana. Sustu, söyledikleri sadece bunlardı." Adamın sözleri zihnimin içinde yankılanmaya başlamıştı bile. "Kız kardeşime çok benziyordu, gözleri yüzümün önünden gitmiyor. Yazık oldu, çok yazık oldu." Bu cümle yeterince açık değil miydi? Kızın ölümünden haberi vardı o adamın. Kendisi öldürmüş olsaydı bunları söylemiş olmazdı. İnsan hiç öldürdüğü kişiden bu şekilde bahseder miydi? Bu da tek bir şeyi getiriyordu aklıma; bir şey yüzünden o kızın öldürülmesine yardım etti ve bunun vicdan azabını yaşıyordu. Öldüren o değildi, mecbur olduğu için öldürülmesine yardım eden o olmuştu. Artık bundan emindim. "O gün sarhoş olduğu için saçmaladığını düşündüm. Önemsemedim, umurumda olmadı. Nereden bilebilirdim ki sarhoşken söylediği şeylerin bir cinayetle ilgili olduğunu? Siz gelince hatırladım her şeyi, içeride herkesin içinde söylemek istemedim ama susamazdım da. Benim de bir kızım var, üç evladım var. Böyle bir şeye susamam. Eğer Halil böyle bir şey yaptıysa umarım en kısa zamanda yakalanır." Adamın konuşmasının ardından Savaş elini adamın omzuna koydu. "Sağ ol abi, çok sağ ol. Emin ol susmaman çok daha iyi oldu. Sen en doğrusunu yaptın," dedi, o an adamın tedirginliği de gerginliği de yok oldu. Sanırım buraya gelirken bunları söylediği zaman kendisini de suçlayacağımızı alıp götüreceğimizi falan düşünüyordu. "Siz bunları gelip karakolda da anlatır mısınız? Yazılı ifadenizi almamız gerekiyor," diyen Cansu'ya döndü adam. "Tabii gelirim." İtiraz etmemiş olması beni biraz daha rahatlattı. "Arkadaşlar siz devam edin, ben abiyi karakola götürüyorum. İfadesini alır, işlemlerini hallederim. Karakolda buluşuruz." Cansu'nun söylediği şeyi hepimiz onayladık, o da adamla birlikte yanımızdan ayrıldı, geriye üçümüz kaldık. "Biz ne yapıyoruz?" diye sordum, Ceyhun'un bakışları beni buldu. "Adam taksisiyle kaçmamış, eski eşi taksinin durakta olduğunu söylemişti. Şu taksiye bir göz atalım," deyince bu mantıklı geldi, başımı salladım. Yeniden durağa girdik, durumu anlattık, birisi bize yardım için çıktı. Taksinin yanına götürdü, yedek anahtarla kapıları açtı. Elimizi vurmadan taksinin içine doğru baktık. "Dünde gelindi buraya." Başımı kaldırdım, bunu diyen adama baktım. "Olay yeri incelemeden geldiler." Şaşkınca kaldım, böyle bir şey olsa bizim haberimiz olurdu. "Taksiden parmak izleri alındı." Gözlerim hızla Ceyhun'u buldu. "Böyle bir şey var mı? Siz mi yaptırdınız?" diye sordum, başını salladı. "Evet, sakin ol gelenler bizdendi," deyince rahat bir nefes aldım. Bir an için gelenler bizden değil de onlardan zannettim. Parmak izlerini yok etmiş için gelmiş olabilirlerdi. Tabii ortada bir parmak izi veya delil varsa. "Taner başkomiser emir verdi, olay yeri geldi, arabayı inceledi. Parmak izi sonuçları bugün çıkacak ama bir şey çıkacağını zannetmiyorum. Olayın üzerinden günler, haftalar geçti. Kim bilir ondan sonra kaç kişi bindi bu taksiye." Ceyhun'un söylediklerine hak verdim, onlarca kişi inip biniyor taksiye. Taksideki üçüncü kişinin kimliğinin parmak iziyle ortaya çıkması mümkün değildi. "Yine de bir umut bakıldı işte," dedi, ona cevap vermedim, gözlerimi arabanın içine çevirdim ve etrafa göz attım. Fakat tuhaf hiçbir şey yoktu. Zaten olsaydı olay yeri inceleme bunun farkına varırdı. "Tabii ki bir şey yok," dedi Savaş ve geri çekildi. "Boş yere vakit kaybetmeye gerek yok, gidelim." Ceyhun'a baktım, gözleriyle onayladı beni, geri çekildim. "Gidelim," dedim, ben de onu onayladım ve bize yardımcı olan adama teşekkür edip arabaya yürüdük, bindik. "Evet şimdi ne yapıyoruz?" diye sordu Ceyhun, bakışlarım onu buldu. Ne diyeceğimi bilemedim. Yapacak başka hiçbir şey yoktu ki. Bizim işimiz buraya gelmek ve konuşmaktı, geldik ve konuştuk. Öğreneceğimizi de öğrendik, işimiz bitmişti. "Bence yapacak hiçbir şey kalmadı," dedim, önde oturan Savaş ve Ceyhun'un gözleri beni buldu. "Dönelim," dediğimde saate bakıp, henüz bir olduğunu gördüm. Taner'in verdiği sürenin dolmasına henüz iki saat vardı. Diğerleri bir şeyler bulmuş olsaydı illa ki haber gelirdi ama kimseden ses çıkmıyordu. "Bence de dönelim," dedi Savaş, önüne döndü. Ceyhun da omuz silkti. "Siz bilirsiniz," deyip arabayı çalıştırdı ve karakola doğru sürdü. Karakola döndüğümüzde saat daha iki bile değildi. Cansu Taner başkomisere her şeyi anlatmış, adamın ifadesini beraber almış, işlemleri beraber halletmişlerdi. Biz de diğerlerinin dönmesini ve yeni bir toplantı yapmayı beklerken ölen kızın, İnci'nin, ailesi gelmiş, henüz katil yakalanmadığı için küçük bir taşkınlık çıkarmışlardı. Fakat Tufan müdür onları sakinleştirmeyi bir şekilde başarmıştı. Bunlar olurken diğerleri de bir bir dönmüş ve kendimizi yine bir toplantıda bulmuştuk. Anlattıklarına göre ne köyden ne de mahalleden hiçbir şey çıkmamıştı. Şimdilik elimizde olan tek şey o taksi şoförünün cinayeti işleyen kişi değil, işlemesine yardım eden kişi olduğuydu. Katili de çoktan arabadaki üçüncü şahıs olarak kabul etmiştik zaten. "Şu taksiciyi bir an önce bulmamız, yanındakinin kim olduğunu öğrenmemiz lazım. Başka bir çıkış yolu yok, o adamı bulmamız lazım gençler." Taner başkomiser konuşurken telefonum çaldı, çıkardım ve Ateş'in aradığını gördüm. "Bunu açmam lazım, önemli," dedim, ayağa kalktım. Zaten konuştukları önemli bir şey yoktu şimdilik. Ateş de önemli bir şey olmasa asla aramazdı. Yanlarından uzaklaştım, aramaya yanıt verdim. "Efendim Ateş," derken pencereye doğru yürüdüm. "Sana bir iyi bir de kötü haberim var güzelim," deyince meraklandım, pencerenin önünde durdum, sırtımı oraya yasladım, karakolun içine doğru bakarken konuştum. "Çok merak ettim, seni dinliyorum. Önce iyi haberden başla," dedim, söyleyeceği şeyi sabırla bekledim. "İyi haber şu ki boş durmak yerine sizin için bir şeyler yaptım, birkaç adam dövüp konuşturduktan sonra da şu sizin aradığınız taksiciyi buldum." Şaşkınca kaldım, ciddi miydi? "Sen ciddi misin? Gerçekten buldun mu?" Heyecanla sordum. Onu bulmak için kimleri dövdüğünü sormak aklımın ucundan dahi geçmedi. "Ciddiyim güzelim, buldum. Artık aramanıza hiç gerek yok." Dudaklarım yana kıvrıldı, cinayetin kilidi olan adamı bulmuştu resmen. Yanına gidince bunun için güzel bir teşekkür edeceğim ona. Hem de hoşuna gidecek bir şekilde. "Peki nerede şimdi? Sen aldın mı yoksa hâlâ olduğu yerde mi?" diye sordum, bu haberi bizimkilere vermek için heyecanlanıyordum. "Ben almadım, daha doğrusu alamadım. Çünkü vereceğim kötü haber de tam olarak burada devreye giriyor." Doğru ya bir de kötü haber vardı, ben ikisinin bağlantılı olacağını düşünmemiştim. "Adam ölmüş Mira," dediği an şaşkınca kaldım. Ölmüş mü? "Maalesef geç kaldık, ölmüş. Önce sana haber vermek istedim, cesedi bir ormana atıp kaçmışlar. Şimdi benim adamlardan birini ayarladım. Tesadüfen görmüş gibi polisi arayacak. Halil Durgun olduğu anlaşıldığında da haber size gelir. Hatta gelmek üzeredir." O bunu söylerken bana doğru telaşla gelen Cansu'yu gördüm. "Haber geliyor bile," dedim, o sırada Cansu yanıma ulaştı. "Neyse ben mesai bitince yanına geleceğim, görüşürüz," dedim, o da aynı şeyi söyledi, telefonu kapattım. Cansu tam konuşacaken ondan önce davrandım. "Halil Durgun'un cesedi bir ormanda bulunmuş diyeceksin değil mi?" diye sordum, şaşkınca kaldı, başını salladı. "Evet, öyle diyecektim de sen bunu nereden biliyorsun?" Ona her şeyi kısa bir şekilde anlattım, anlatırken çoktan diğerleriyle birlikte karakoldan çıkmış ve olay yerine gidiyorduk. Ormana ulaşıp da cesedin başında durduğumuzda hepimiz umutsuzluk içerisindeydik. Olayın merkezinde bir taksi vardı. Taksinin içinde üç kişi vardı. O üç kişiden birisi maktul, diğeri görgü tanığı ve suç ortağı, bir diğeri de katildi. Maktul zaten ölümüyle olayları başlattı. Görgü tanığı ve suç ortağının da cesedi önümüzde duruyordu, artık o da bir maktuldü. Bildikleriyle, sırlarıyla gitmişti. Bizi büyük bir karmaşanın içinde bırakmıştı. Artık olan biten her şeyi anlatacak tek bir kişi kalmıştı. O taksideki üçüncü kişi. Katil olduğunu düşündüğümüz adam. Fakat onun kimliği bile belli değildi. Artık söyleyecek hiç kimse de yoktu. Bu cinayetin faili meçhul dosyaların arasına girmesinden delicesine korkuyordum. "Katile ulaşma yolumuz önümüzde kanlar içinde yatıyor," dedi Nazlı, gözlerim onu buldu. Hepimiz gibi onun da canı sıkkındı. "Artık elimiz kolumuz bağlı," diye ekledi, onların aksine bu çaresizliği hemen kabullenecek değildim. "Bu adamın katiliyle İnci'nin katili aynı kişi. Madem İnci'nin olayından şimdilik bir şey çıkmıyor, bunu araştıracağız. Kusursuz bir cinayet işlemiş olamaz. Elbet bir açık vermiştir. O açık bizim çıkış yolumuz olacak," dedim, dedim ama kimse umutlanmadı. Çoktan pes etmiş gibi bir hâlleri vardı. "Gerçekten pes mi ettiniz?" diye sordum. "Ne yapalım Mira? İz yok, görgü tanığı, kamera görüntüsü falan hiçbir şey yok. Elimiz bomboş kaldık ortada. Katilin erkek olduğu dışında hiçbir şey bilmiyoruz," dedi Nazlı, sıkıntıyla ofladım. Bu yüzden onlarla çalışmayı sevmiyordum. En ufak bir şeyin ucunu tutup iz sürmek yerine pes ediyorlardı. "Bence kendinize gelseniz iyi olacak, polis olduğunuzu unutmayın," dedi Ceyhun ve Halil'in cesedinin yanına oturdu. "Darp izi yok, kafasından tek kurşunla öldürülmüş. Buraya zorla getirilmiş olsaydı illa bir iz olurdu. Kollarında, yüzünde çizik bile yok. Buraya kendi isteğiyle gelmiş yani," diye yorumlamaya başladı, yanına çöktüm, devam etti. "Silahı burada bırakmışlar, üzerinde sadece Halil'in parmak izi vardır muhtemelen. Olay yeri inceleme raporu kısa zamanda çıkar ama parmak izi bulacağımızı hiç zannetmiyorum. Bu silahı muhtemelen intihar etti süsü vermek için bıraktılar buraya." Söyledikleri mantıklı geldi, katil peşine düşmemizi istemiyordu. "Otopsi yapıldıktan sonra zaten intihar olmadığı kesinleşir." Ceyhun'un daha söyleyeceği çok şey varmış gibi görünürken Taner başkomiserin sesi araya girdi. "Cinayet değil, gerçekten de intihar Ceyhun," dedi, hızla ona döndüm. Ne ara geldiğini fark etmemiştim bile. Hem nasıl olur da bundan bu kadar emin bir şekilde bahseder ki? Ceyhun onun burada oluşunu hiç sorgulamadan konuştu. "İntihar süsü vermeye çalıştıkları ortada başkomiserim," dedi, ortaya sürdüğü tezi savunmaya devam etti. "Emin ol elimdeki videoyu görmeden önce ben de aynı şeyi düşünüyordum." Hızla ayağa kalktım, video mu demişti o? "Hepinize gönderdim şu an, bakabilirsiniz." Söylediği şeyle hızla cebimden telefonumu çıkardım, ondan gelen mesajı açtım ve gönderdiği videoyu izledim. Tam da şu an bulunduğumuz nokta çekilmişti, hem de epey bir uzaktan çekilmişti. Kameranın görüş açısında da bir tek Halil vardı. Dikkatli ekrana bakarken Halil'in belinden çıkardığı silahı fark ettim. Neler olacağını ve Taner başkomiserin nasıl kendinden bu kadar emin konuştuğunu tam da o an anladım ve anladığım şeyin yaşanması çok uzun sürmedi. Halil belinden çıkardığı silahı başına tuttu, birkaç saniye içinde de tetiğe bastı, kendini öldürdü. Bu videoyla beraber cinayet ihtimali tamamen yok olmuş oldu. Bir intihar vakası olarak kayıtlara geçecekti ve intihar olduğu besbelli olan bir olay hiçbir zaman araştırılmazdı, çünkü ortada bulunabilecek bir katil yoktu. Yine öyle olacaktı. "Halil'in bir katili yok, onun katili kendisi. Yani ortada onun ölümü hakkında araştırılacak hiçbir şey yok. Araştıracağımız tek şey bu videoyu çeken kişi. Çünkü ben adımın Taner olduğu kadar eminim ki bu videoyu İnci'nin katili ya da o katilin bir başka suç ortağı çekti. Yeni bir cinayet üzerlerine kalmasın diye de cesedi bulduğumuz ilk an video da elimize ulaştı." Taner'in söyledikleri mantıklıydı, ben de tam olarak böyle düşünüyordum. "Ben şu etraftaki kameraları incelemeye aldırayım, siz de burada gerekenleri yapın, devriyesi olanlar karakola dönsün, diğerleri de dağılsın," dedi ve gitti. Ceset sağlıkçılar tarafından siyah bir ceset torbasına koyuldu, ambulansa alındı. Adli tıba doğru yola çıkan ambulanstan gözlerimi çektim. Taner'in dediği gibi mesaisi olanlar karakola dönerken benim gibi olmayanlar da dağıldı. Ceyhun olanlar arasında olduğu için karakola dönenlerle gitmişti. Ben de Savaş ve Cansu'yla birlikte eve doğru yola çıkmıştım. "Ben Ateş'in yanına gideceğim, farklı bir yere gidecek olan?" diye sordu Savaş, şoför koltuğunda o vardı. "Beni eve bırak lütfen," dedim, Savaş'ın gözleri dikiz aynasından beni bulurken Cansu bana doğru döndü, bir sorun olduğunu düşündüklerini anladım. "Akşam geleceğim ben, şimdi annemin yanına gitmem lazım. Bir sorun yok yani." İkisi de rahatlayıp önlerine döndüler, sessizce güldüm. Beni eve bırakıp Ateş'in yanına gitmek için yola çıktılarında Ateş de muhtemelen onlar gibi düşüneceği için eve doğru yürürken ona akşam yanında olacağımı, annemin yanına geldiğimi yazdım, gönderdim ve eve girdim. Annem benim görünce sevindi. Fakat görünce sevineceği kadar uzak kaldığımız için de kızdı. Onu bu kızgınlıktan çabuk kurardım, gönlünü aldım. Akşam yemeğine kadar salonda birlikte oturduk. İşten de aşktan da uzak şeyler konuştuk. Dedem ve teyzemle de uzun uzun sohbet ettik. Akşam yemeğini de beraber yedik. Yemekten sonra da geceyi kendi evimde geçireceğim bahanesiyle evden ayrıldım, taksiye bindim ve Ateş'in evine gittim. Oraya ulaştığımda yine herkesin burada olduğunu gördüm. Onlar da yemeklerini yemiş, salonda oturuyorlardı. "İyi akşamlar," dediğimde ancak beni fark ettiler. Hepsi bana iyi akşamlar derken Eva Ateş'in kucağından indi, koşarak yanıma geldi. "Mira," dedi heyecanla, ona doğru eğildim. Yanıma gelir gelmez onu kucağıma aldım, boynuma sarıldı. Bir çocuğun sevgisi beni tüm sıkıntılarımdan kurtardı çok mutlu etti. Yanaklarından öptüm onu, o da benim yanağımdan öptü. O sırada Ateş'in yanına oturdum, onu da dizlerime oturttum. Ateş bize gülümseyerek bakarken "Bugün Ateş abiyle yine doktora gittik. Sonra da beni parka götürdü. Pamuk şeker ve kağıt helva aldı. Oyuncak da aldı. Dondurma istedim ama almadı," dedi, heyecanlı konuşmasına son verdi, dudaklarını büzdü. "Hava soğukmuş, hasta olurmuşum. Eğer yaz gelirse istediğim kadar yememe izin verecekmiş." Tuhaf bir şekilde bu küçük kız daha öncekilerin aksine çok konuşuyor ve bize daha yakın davranıyordu. Pedagog gerçekten de iyi gelmişti ona. Daha ikinci seansa girmiş olmasına rağmen fark etmişti. Hiç değilse artık sürekli odasında değildi ve bizimle konuşuyordu. "Ateş abin haklı ama eğer dondurma yersen hasta olursun," dedim, başını salladı. "Biliyorum, bu yüzden hiç üzülmedim. Hem Ateş abi beni üzecek bir şey yapmaz ki." Gülümsedim ona, Ateş'in onda öyle bir etkisi vardı ki her şekilde güveniyordu ona, çok seviyordu. Eğer Ateş onu bırakacak olursa ya da ayrılmak zorunda kalırlarsa bu durum bu çocuğun yıkımı olurdu. "Aferin sana," dedim, saçlarından öptüm. Eva kucağımdan indi. "Seni bekliyordum ben, artık uyumam lazım. Sen geldiğinde uyuyacağıma dair Ateş abiye söz verdim," dedi, Ateş'in yanına gitti, yanağından öptü. Hemen ardından Erdem'e, Doğan'a, Savaş'a, Cansu'ya ve son olarak bana iyi geceler öpücüğü verdikten sonra uyumak için odasına gitti. "Kardeşim bu çocuk burada seninle kalıyor ama bu durumu halletmen lazım. Öyle benim yanımda kalacak deyip de kalması doğru değil. Bir şeyler yapman lazım." Gözlerimi bunu diyen Erdem'e çevirdim. "Annesi - babası falan yok ama yasal olarak senin de bir yetkin yok. Başına bela almadan halletsen iyi olur." Erdem bunu söylerken herkesin kaçamak bakışları bendeydi. Çünkü Ateş Gamze'nin kızını evlatlık alacaktı, bu işin tek yasal yolu buydu ve herkes benim bunu sorun edeceğimi zannediyordu. Küçücük bir çocukla benim ne derdim olabilir ki? "Avukatla konuştum, çocuğu yetimhaneye almasınlar diye elinden geleni yapıyor. Evlatlık almak ya da koruyucu ailesi olmak için de başvurular yapıldı ama avukat vermeleri pek mümkün değil diyor." Şaşkınca kaldım. "Neden mümkün değilmiş?" Gözleri beni buldu. "Çünkü evli değilim, yani bir çocuk evlat edinmem için evli olmam ve iyi bir ailem olması gerekiyormuş." O bunu söylerken araya bir gülme sesi girdi. Gözlerim gülen Doğan'ı buldu. "Bundan kolay ne var oğlum?" siye sordu ve bakışları benimle Ateş arasında gidip geldikten sonra devam etti. "Siz birlikte değil misiniz? Evlenin, alın çocuğu işte." Onun rahatça söylediği şey karşısında şaşkınca kaldım. Sanki çok normal bir şey söylüyormuş gibi fazla rahat bir şekilde konuşmuştu. "Saçmalama Doğan!" diye çıkıştı Ateş, gözlerim onu buldu. "Ne evliliği?" Dudaklarından dökülen bu soru fazlasıyla bozulmama neden oldu. Tamam böyle bir şey Ben de istemiyordum ama onun böyle bir tepki vermesi de çok normal değildi. "Böyle bir şey için evlenilir mi?" Sormaya devam etti, o an öyle bir şey fark ettim ki içimdeki hüzün gün yüzüne çıktı. Benimle evlenmek istemiyordu. Şu anki hâl ve hareketlerinden bunu fazlasıyla belli ediyordu. İki sene önce Amerika'da, okyanusun kıyısında ondan evlilik teklifi almıştım. Fakat bunu açıkça reddetmiştim, onunla evlenmekten kaçmıştım. Şimdi o da bundan kaçıyordu. "Oğlum ne güzel işte aradan çıkarmış olursunuz," diye dalga geçmeye devam etti Doğan ve bu konunun uzamış olması Ateş'i rahatsız etti. "Doğan kapat şu evlilik konusunu, beni konuştuğuma pişman etme," dedi, o an emin oldum gerçekten de bir evliliği istemediğini. Aman canım istemezse istemesin! Bunun için mi bozulacağım? Zaten bende böyle bir şeyi hiçbir şekilde istemiyordum. "Ne yapacaksın peki?" diye sordu Erdem, evlilik konusu kapanmış oldu. "Avukat bir şekilde halledecek, neyse kapatalım bu konuyu çocuk duymasın," dedi ve Ateş bu konuyu da kapattı. Hemen ardından da "Şu araştırdığınız cinayet ne oldu? Bir şeyler buldunuz mu?" diyerek başka bir konu açmış oldu. Aslında fark ediyorum da normal bir şekilde sohbet etmeye oturmuş olsak bile her zaman cinayetten, katillerden bahsediyorduk. Hayatımızı resmen bunlar ele geçirmişti. Cansu Ateş'e gelen videodan bahsedip neler olduğunu anlatırken ben sessiz kaldım. İçimden bir ses bu cinayetin altından çok farklı bir şey çıkacak diyordu ve o ses beni gerçekten korkutuyordu. Korkmamak mümkün değildi ki zaten. Cinayet şubesinde geçirdiğim üçüncü yılımı doldurmak, dördüncü yıla girmek üzereydim ve ikinci defa bu kadar gizemli bir cinayetle karşı karşıyaydım. İlki seri katil Can Güneri'nin işlediği cinayetler olmuştu. "Doğan!" Gelen sesle arkamı döndüm, mutfaktan çıkan Uras'ı gördüm. Doğru ya o da buradaydı, tamamen aklımdan çıkmıştı. "Bilgisayarım nerede benim?" Bu soruyla Doğan'ın yüzünde oluşan ifadeye kahkaha atmamak için kendimi zor tuttum. "Oğlum bu herif beni bilgisayarının bekçisi zannediyor lan resmen!" Doğan söylenirken Cansu'nun da gülmemek için zorlandığını fark ettim. "Masanın üstünde." Uras'a bu cevabı veren Ateş oldu, Uras hemen masaya doğru yürüdü. "Aferin lan sana, yemin ederim kim olduğunu hâlâ bilmiyorum ama en akıllınız bu adam." Uras'ın söylediği şey Ateş'i gülümsetti ama buruk bir şekilde gülümsetti. Kim bilir biz yokken kaç defa abisi olduğunu anlatmıştır ama Uras bunu anlamıyordu, anlasa da hemen unutuyordu. "Doktoruyla konuştun mu?" Sordum, Ateş'in gözleri beni buldu. "MR sonuçları çıkmış, bir sorun yok dedi. İlaçları da benim vereceğimden farklı ilaçlar değil, doktoru gerekli olan tedaviyi uygulamış dedi." Kaşlarımı çattım. Ne yani Uras gerçekten de bir kazayla mı bu hâle gelmişti? "Kısacası görünüş olarak her şey usulüne uygun ve onun iyiliği için yapılmış gibi ama biraz düşününce ilaçlarını değiştirmiş olabilecekleri aklıma geldi. Kutular, isimler aynı ama içini değiştirmiş olabilirler." "Doğru," dedim. "Çok doğru, onu alacağımızı tahmin ettilerse sırf anlamayalım diye böyle yapmışlardır. Zaten o kız hep yanında, yeni ilaç alsak bile içeriğini kolaylıkla değiştirebilirdi. Her şeyi düşünmüşler yani," dedim, Ateş başını salladı. "Aynen öyle Mira, bu yüzden risk alamadım ve o kızı kovdum." Kaşlarım şaşkınlıkla havalandı, ağzım açık oldu. O kız üzerine plan kurmuştuk ve o şu an bana kovduğunu söylüyordu. "Biliyorum sanki oyuna düşmüş gibi yapacak, kızın o adamlara istediğimizi söylemesini sağlayacaktık ama üzgünüm, bunun için kardeşimi yem edemezdim. O kızın burada kaldığı her an riskli. Görmediğimiz bir anda Uras'a bir şey yapabilirdi. En iyisi gitmeseydi ve gönderdim." Böyle söyleyince kızamadım, nasıl kızayım ki? Çok haklıydı. "Peşinde adamlar var ama, takip ediyorlar. Peşini bırakmadım yani. En ufak bir şey yaparsa haberimiz olacak." Ateş bunları söylerken biraz tedirgin gibiydi. Belki de vereceğimiz tepki yüzünden böyledir "Bence en doğrusunu yapmışsın," dedim, ona destek oldum. Ateş'in bakışları beni bulurken devam ettim. "Kardeşini o kızdan uzak tutarak koruyabilirdin ancak." Benim ona destek olmam onu mutlu etti. "Bence de en doğrusunu yapmışsın." Ve Erdem de ona destek çıktı, diğerlerinin de desteğinin gelmesi çok uzun sürmezken Ateş tamamen rahatlamıştı artık ve bu rahatlık iş konuşmaya başlamasına neden oldu. "Bu arada şu bulduğumuz flash belleğin içindeki dosyalar boş, karmaşık çıkıyor. Bizim çocuklara gönderdim, birkaç güne halledip gönderecekler." İşte bu hiç iyi olmamıştı. "Dosyalar kurtulacak mı? Onlar çok önemli bizim için." Gözleri beni buldu, başını salladı. "Kurtulur, işinde iyidir bizim çocuklar, hallederler," dedi ama bu beni rahatlatmadı. "Umarım," demekle yetindim, bu konu üzerinde birkaç bir şey daha konuştular. O sırada bir şeyler oldu, herkes bir anda dağıldı. Dağıldılar derken evden gitmediler, evin içinde dağıldılar. Herkes ayrı bir yerde ayrı bir şey konuşmaya başladı. Uras da bakıcısı olan otuzlu yaşlarındaki kadınla bir ara kavga eder gibi oldu ama sonra kadının sakinliği sayesinde durum çabuk toparladı. Uras sakinleştirildikten sonra Ateş Eva'yı kontrol etmeye gitti, ben de su içmek için mutfağa. Fakat bir anda daldığım mutfağa girdiğim ilk an gördüğüm manzara karşısında olduğum yerde kaldım. Erdem ve Cansu buradaydı, Erdem Cansu'yu tezgaha sıkıştırmış öpüyordu. İkisi de kendilerinden geçmiş bir şekilde öpüşürlerken durmak yerine kaçıp gitmeyi düşündüm ve bunun için geriye doğru bir adım attım, eşzamanlı olarak bir anda Cansu'yla göz göze geldim. Cansu hızla Erdem'in dudaklarından ayrıldı. Onun bakışları bana sırtı dönük olan Erdem'in de bakışlarının beni bulmasına neden oldu, onlar yerine ben utandım. "Siktir!" Erdem bunu söyleyip önüne dönerken dudaklarımı ısırdım. O sırada Ateş de mutfağa geldi. Aramızdaki sessizliği de doğal olarak garipsedi. "Hayırdır, ne oluyor burada?" Onun gelişi beni rahatlattı, Erdem'in daha önce bizi nasıl gördüğü aklıma gelince utanmayı bir kenara bırakıp ona döndüm. "Sanırım Erdem oldum," dedim, anlamsız bakışlar attı, alaylı bir ses tonuyla devam ettim. "Onları bastım," dediğim an onun da yüzünde alaylı bir ifade oluştu. Utançtan kıpkırmızı olan Cansu'ya ve tepkisiz olan Erdem'e döndü. "Bakayım şunun suratına," dedi ve Erdem'e dikkatli dikkatli bakıp güldü. "İyi olmuş iyi, aynı benim suratımda böyleydi o gün. Şimdi anlamıştır herhalde kapı çalmadan bir daha odaya girmemesi gerektiğini," deyip Ateş elimi tuttu. "Biz çıkalım güzelim, bunlar ancak kendilerine gelirler, kendimden biliyorum," dedi, kendimi tutamayıp bu kez güldüm. Mutfaktan çıktık, salona döndüğümüzde Doğan Uras'la uğraşıyor, Savaş da telefonuyla uğraşıyordu. "Oğlum yemin ederim haksızlık lan bu!" dedi Doğan isyan edercesine ve ayağa kalktı. "Herkes sevdiğini alıp bir köşeye gidiyor! Biz sap gibi salonda kalıyoruz! Reva mı lan bu bize? Bu grupta kadın sayısı çok az arkadaş! Olmuyor böyle! Çeteye kadın almamız gerekirken aha bunun gibi..." deyip yanından bilgisayarla oynayan Uras'ı gösterdi, devam etti. "Erkekleri alıyoruz! Haksızlık bu!" dedi, koltuğa eğilip kırlenti aldı, kendisini hiç dinlemeyen Savaş'a attı. Savaş'ın elindeki telefon düşünce küfür etti, Doğan umursamadan devam etti. "Bizi savunuyorum bizi! Kaldır o başından telefonu da hakkını ara!" Savaş ona küfür etmeye devam etti, ayağa kalktı, onu kovaladı. Gülmeye başladım. İkisi de evden çıkarken bu gece bir daha geri dönmeyeceklerini biliyordum. Onların hemen ardından Cansu da çıkıp gitti, kız ne kadar utandıysa yüzümüze bile bakamadı. Benim durumumda olsaydı ne olurdu acaba? Biz onlardan daha samimiyken yakalanmıştık. "Lan sizin yüzünüzden kızdan azar işittim!" diyerek Erdem de Cansu'nun peşinden gitti. Uras'ı da bakıcısı odasına çıkarmıştı. Yani salonda Ateş'le yalnız kalmıştık. "Güzelim lütfen bana bu gece burada kalacağım de," diyen Ateş'e döndüm, tüm gün ancak şimdi yalnız kalabilmiştik ve gitmemden korkuyordu. "Burada kalacağım," dediğimde keyfi yerine geldi, yanıma gelip dudaklarını dudaklarıma bastırdı. Ellerim hemen onun boynuna dolanırken eli belimi buldu, beni kendine biraz daha bastırdı. İki eli de belimi bulduğunda benim de iki elim ensesindeydi. Onu öperken dudaklarımı araladım. Dilinin dilime temas etmesi bende elektrik çarpmış hissi oluştururken dizlerimin bağının çözüldüğünü hisettim. O beni tutmuyor olsaydı yere düşebilirdim. Bana doğru bir adım attığında ayaklarım istemsizce geri gitti. Eşzamanlı olarak kalçam salondaki yemek masasına temas etti. Kalçama temas eden şey birkaç saniye sonra masa değil de Ateş'in elleri olurken tüm bedenim kasıldı. O sırada beni kucağına aldı, kendimi masanın üzerinde buldum. Bacaklarım onun beline dolanırken bir saniye bile olsun dudaklarımdan ayrılmadan beni öpmeye devam etti. Birkaç dakika sonra nefesim kesildiğinde ondan ayrılan ben oldum. Ateş yüzümü avuçlarının arasına aldı. Dudakları hâlâ dudaklarıma temas ediyordu. "Mira'm," dedi Ateş. "Güzel sevgilim benim." Dudaklarım yana kıvrıldı. Tatlı bir tebessüm belirdi yüzümde. "Çok seviyorum seni." O konuşurken içimden geçen şeyi yaptım, dudaklarımı boynuna bastırdım. Bu yaptığım onun tuhaf bir ses çıkarmasına neden olurken parmakları yanağımı okşadı. Dudaklarımı boynundan çektim, yanağından öptüm. Boynuna sarıldım, sımsıkı sarıldım. Sanki her an gidecek kadar sıkı sarıldım. O da bana sarıldı. Sanki yıllardır ayrıymışız gibi sarıldık birbirimize. Ayrıldım ondan, o da uzaklaştı benden. Gözlerimin içine baktı, kehribar rengi gözleri kalbimi titretti. Gözleri yüzümde gezindi, yüzümü ezberlemek istercesine baktı yüzüme. "Kahve içelim mi?" diye sordu, bu durumda aniden gelen bu soru beni güldürdü, başımı salladım. "İçelim," dedim, bir adım geri gitti, elimi tuttu. Oturttuğu masanın üzerinden indim. Ateş yüzümü avuçlarının arasına aldı, yanağımdan öptü, geri çekildi. "Sen bahçeye çık, ben iki kahve alıp geliyorum," dedi, tek kaşımı kaldırdım. "Yapabilecek misin?" Mutfakta pek yetenekli değildi. "O kadar da değil Mira, hadi çık sen geliyorum ben." Omuz silktim. "Sen bilirsin," dedim, bahçe kapısına doğru yürüdüm. O da mutfağa giderken salondan çıkmadan önce durdum, ona döndüm. "Ateş." Durdu, bana döndü. Bakışlarımız kesişti. Az önce söylemeyi ihmal ettiğim ve içimde kalan şeyi söyledim. "Ben de seni çok seviyorum." Dudakları yana kıvrıldı, gülümsedi bana, gülümsedim. Sanki çok uzağa gidiyormuşum, on dakika sonra kahveleri alıp gelmeyecekmiş gibi gözlerimi çekemedim ondan. O da yapamadı bunu. İkimiz de durmuş birbirimize bakarken bakışlarında tuhaf bir hüzün oldu, aynı şey bana da yansıdı. Zorlukla çektim gözlerimi ondan, önüme döndüm, bahçeye çıktım. Hâlâ arkamdan baktığını bilirken bahçedeki masaya gittim, oturdum. Az önce hissettiğim tuhaf şeye bir anlam veremedim. İçimdeki sıkıntıyı geçirmek, kendimi daha iyi hissetmek için derin derin nefes aldım. O sırada telefonuma mesaj geldi. Cebimden çıkardım, yabancı bir numara olduğunu gördüm, göz devirdim. Onları hesaba almadıkça deliriyor, her yolu deniyorlardı. Önce Ateş'e mesaj atmış, aramışlardı. Şimdi de bana mesaj atıyorlardı. Ne yazdıklarını çok merak edip mesaja dokundum ve okudum. 0542****: Ölüm sırasını hatırlıyor musun Mira Aksoylu? 0542****: Yoksa kazanmış olduğunuzu düşünmenin verdiği rehavetle bunu unuttunuz mu? 0542***: Sanırım o sırayı hatırlamanızın zamanı geldi. 1 - Mira Aksoylu 2- Ateş Demirkan 3- Erdem Karahan 4- Savaş Akbeyli 5- Cansu Karadağ 6- Doğan Karahan 0542****: Ve beklenen gün gelir. 0542****: Savaş yeniden başlar. 0542***: Ölüm sırası devreye girer. 0542****: Son 3! 0542****: 2! 0542****: 1! Okuduğum şeyle hızla ayağa kalktım, gözlerim etrafta gezindi. Açıkta olmam tehlikeli gelirken koşarak eve girmeye karar verdim ama yapamadım. Bir el beni arkadan sardı, elini ağzıma bastırdı. Bağırıp ön bahçedeki adamlardan, Ateş'ten yardım istemek istedim ama izin vermedi, atacağı son mesajı da kalın ve gür sesiyle kulağıma fısıldadı. "Ve bingo!" Bu cümleyle eşzamanlı olarak boynuma giren bir iğneyi hissettim. Çırpındım ama kurtulamadım. Arkamdaki kişi her kimse elini ağzımdan çekti, bu kez de benim bağırmaya gücüm yetmedi. Beni tutmayı bıraktığında da kendimi yerde buldum zaten. Gözlerim kapanırken, kendinden geçmek üzereyken yanıma oturdu, kulağıma fısıldadı. "Öyle bir gün gelecek ki yer yerinden oynayacak, taş üstünde taş kalmayacak Aksoylu. O günü görüp göremeyeceğin artık ev sevdiğinin elinde. Size, sizi en sevdiğinizle sınayacağım demiştim." Bunu demesi, kayıplara karışması, ağzımdan beyaz bir sıvının gelmesi, Ateş'in beni fark etmesi belki de sadece birkaç dakika sürdü. Şimdi de onun kollarının arasında nefes almaya, yaşamaya çalışıyorum. "Kim yaptı lan bunu! Kim?" Ateş bağırırken ona anlatmak istedim, bir şeyler demek istedim ama ağzımı açtığım ilk an beyaz, köpüğe benzer bir sıvıyı kusmam bir oldu. Ateş'in endişeli gözleri bendeyken gözlerimin önü karardı. Vücudumda hiçbir uzvumu hissetmiyordum ama buna rağmen acı çekiyordum. Diri diri iç organlarımı çıkarıyorlarmış kadar çok acı çekiyordum. Nefes alamıyordum, nefes almaya çalıştıkça tuhaf sesler çıkarıyorum. Ağzımdan gelen beyaz sıvıya kan da eşlik ederken gözlerim kapandı, Ateş bir şeyler söyledi, uğultu gibi geldi sesi kulaklarıma. Ne dedi anlayamadım, sadece korku dolu ve çaresiz gözlerini görebiliyordum. Bir süre sonra tamamen kapanan gözlerim yüzünden onu da göremedim. Bilincimi kaybetmeden, karanlığa teslim olmadan hemen önce onun söylediği şeyi duyup anlayabildim. "Mira'm, güzel sevgilim benim. Yalvarırım bırakma beni." Bölüm Sonu! Selammmm, nasılsınız, neler yapıyorsunuz? Son sahneyi, özellikle o geri sayımı yaparken aşırı gerildim, heyecanlandım. Sanki ne olacağını bilmiyormuş gibi ellerim falan titredi böyle ndjsjmsjsjjshs Siz böyle bir şey olmasını bekliyor muydunuz? Sizce Mira'ya ne olacak dersiniz? İğneyi yapan kişinin söyledikleri ne anlama geliyor dersiniz, bir tahmini olan var mı? Yeni bölüm tahminlerinizi bekliyorum.♡ Bölümde en sevdiğiniz sahne hangisi oldu? Buraya bölümü en iyi anlatan emojiyi bırakabilirsiniz. Bölüm hakkındaki yorumlarınızı buraya yazabilirsiniz.✨ Yeni bölüm alıntısını okumak ve duyurulardan haberdar olmak için beni sosyal medyadan da takip edebilirsiniz.💫 Bir sonraki bölümde görüşmek dileğiyle... Kendinize çok iyi bakın, sevgiyle ve sağlıkla kalın.♡ Alıntı ve duyurular için; Instagram: gizzemasllan / sucotagimofficial Twitter: gizzemasllan SİZİ ÇOK SEVİYORUM.♡ |
0% |