Yeni Üyelik
73.
Bölüm

72.BÖLÜM "YAŞAMAK İSTİYORUM"

@gizzemasllan

Selam suç ortaklarım✨

Bölüme başlamadan önce yıldızı parlatırsanız çok sevineceğim.💫

Buraya ben de sizin için kalp ve yıldız bırakıyorum.⭐♡ Sizinkileri de bekliyorum.❥

Keyifli okumalar <3

Instagram: gizzemasllan / sucortagimofficial

*****

72. BÖLÜM "YAŞAMAK İSTİYORUM"

Hayat bir sınavdan ibarettir. Hep bir karar almak, seçim yapmak, gideceğimiz yolu belirlemek zorunda kalırız. Bir şekilde hayatımıza yön verir yaşar gider, vakti geldiğinde de gözlerimizi hayata kapatır, son nefesimizi veririz. Normal olan budur. Bu, hayatın en olağan akışıdır. Fakat birileri beni bu akıştan çıkardı.

Son nefesimi vereceğim, gözlerimi kapatacağım o anı en sevdiğimin ellerine bıraktı.

Midemdeki kasılma artarken iç organlarım parçalanıyormuş gibi acıyordu. Birisi diri diri göğsümü, karnımı yarmış da organlarımı benden alıyormuş gibi acı çekiyordum. Bu acıyla da üzerinde uzandığım hastane yatağında kıvranıyor, bir yandan da neler olduğunu anlamaya çalışıyordum.

Elim acıyan boynuma gittiğinde kolumdaki serumu ancak o an fark edebildim. Hastanedeyim, muayene oldum, serum alıyorum, beni bu odada yalnız bırakıp çıkacakları kadar iyiyim ama neden canım yanıyor hâlâ? Niye acım geçmedi?

Odanın kapısının açılma sesiyle gözlerimi o tarafa çevirdim. Ateş kapıda belirdiğinde onu hiç olmadığı kadar yorgun, bitmiş, çaresiz gördüm. Onun bu hâli daha çok acı çekmeme neden olurken bakışlarımız kesişti. İşte tam da o an gözlerinin içi parladı.

"Mira," deyip büyük birkaç adımda yanıma ulaştı, hemen yatağın kenarına oturdu, acımı bastırmak için karnıma bastırdığım elimi tuttu.

"İyi misin güzelim?" İyi miyim? Hayır, berbat hissediyorum. Sen iyi ol diye yalan söyleyip 'Evet, iyiyim,' diyemeyecek kadar berbat hissediyorum.

"Değilim." Doğruyu söyledim, kalksın ve bir şeyler yapsın istedim. Doktor çağırsın, telaşlansın, kendisi bir şeyler yapmaya çalışsın ve beni bu acıdan kurtarsın istedim ama beklediğim şey olmadı, Ateş yanımdan kalkmadı, çaresiz gözleriyle gözlerimin içine baktı.

"Anlat," dedim, o sırada hiç istemediğim bir şey yapmak zorunda kaldım. Tuttuğu elimi ondan kurtardım, karnıma bastırdım, aniden karnıma giren kasılma yüzünden acıyla inledim.

"Mira." Ateş'in endişeyle yanan gözleri üzerimde gezinirken "Canım acıyor Ateş," dedim, işte tam da o an yüzünde öyle bir ifade oluştu ki onun da acı çektiğini anladım.

İçi acıyordu, ruhu acıyordu onun da.

"Biliyorum." Fısıltı gibi çıktı sesi, biliyorum mu? Biliyorsan neden bir şey yapmıyorsun Ateş? Bunu sormak istedim ama soramadım. Onun gözlerindeki çaresizlik bana cevabımı verdi zaten. Onun elinde olmayan, bir şeyler yapmasına engel olan bir şeyler oluyordu.

"Mira'm," dedi sesi titrerken, karnımın üzerindeki elimi bir kez daha tuttu. Ben de sımsıkı tuttum elini. Ondan güç almak istedim.

"Yemin ederim geçecek ama," dediğinde hâlâ neler olduğunu anlamaya çalışıyordum ve bu acı içinde bir şeyler anlamak, bir şeyleri fark etmek çok zordu.

"Anlat Ateş," dedim, o sırada bir öksürük krizi tuttu. Zorlukla ve Ateş'in yardımıyla içtiğim bir yudum su, bunu atlatmama yardımcı olurken Ateş'in gözlerinin dolu olduğunu fark ettim.

Kehribar rengi gözlerinde ilk defa bu denli derin bir hüzün görüyordum.

İlk defa bana bu kadar savunmasız bakıyordu.

"Neler olduğunu anlat." Yineledim, artık bana da bir şeyler anlatması lazımdı. Yoksa bu acı içinde delirecektim. Hiç değilse neler olduğunu, bu acıyı neden çektiğimi, niye hiçbir şey yapılmadığını bilmek istiyordum. Buna hakkım vardı.

Eğer birazdan öleceksem ölümümün nedenini öğrenmem gerekiyordu.

"Bilmiyorum," dedi, sesi çatallandı. Biraz üstüne gidilse ağlayacak gibi bir hâli vardı.

Ateş Demirkan'ı bu kadar güçsüz gördüğüm başka bir an olmuş muydu? Sanırım hayır.

"Bilmiyorum Mira, hiçbir şey bilmiyorum," diye devam etti, elini saçlarına geçirdi, titrek bir nefes bıraktı dudaklarından. Bir yandan acı içinde kıvranırken bir yandan da merakla onun devam etmesini bekliyordum.

"Bahçeye çıktım, seni yerde buldum. Kötüydün, berbat görünüyordun. Kusuyordun, ağlıyordun, görmüyordun, duymuyordun. Aldım seni, hastaneye getirdim. Doktorlar çok şey yaptılar. Tahliller, testler, yapıldı. Muayene oldun ama hiçbir şey çıkmadı. Delireceğim Mira, yemin ederim delireceğim. Herkes aynı şeyi söylüyor, çok sağlıklı olduğunu, hiçbir şeyin olmadığını söylüyorlar." Kaşlarımı çattım, madem böyleydi neden acı çekiyorum ben?

"Neden acı çekiyorum o zaman?" Düşündüğüm şeyi sordum, gözlerindeki çaresizlik daha da arttı. "Neden canım yanıyor Ateş?" Sormaya devam ettim, o sırada kasıklarıma bir ağrı girdi, bacaklarımı kendime çekmeme neden oldu. Ateş de bunu fark etti, endişesi arttı.

"Bilmiyorum," dedi yine sadece. "Bilmiyorum," diye de yineledi. Oturup hüngür hüngür ağlamamak için kendimi çok zor tuttum. Ben neden bu hâldeyim? Ne yaptılar bana? Doktorlar niye hiçbir şey anlamıyorlar?

"Dün geceden beri üç doktor muayene etti seni, hepsi aynı şeyi söyledi. Hiçbir şey yok diyorlar. Ben, ben ne yapacağımı bilmiyorum. Başka bir doktor geliyor, yolda şu anda. Eğer o da aynı şeyi söylerse..." deyip sustu, devam edemedi, o cümleyi kuramadı.

"Acı çekmeye devam edeceğim," diyerek onun kuramadığı cümleyi ben kurdum. Ateş bakışlarını kaçırdı, yere odakladı. Artık çaresiz bakışlarının odağında beyaz zemin vardı. Beni rahatlatacak tek kelime bile edemedi. Yalandan bile olsa iyi olacaksın diyemedi. Belki de beni kandırmak istemedi.

Canımın acısıyla ve yüzüme çarpan gerçeklerin ağırlığıyla gözlerim doldu.

Eğer ölümden daha kötü bir şey varsa o da ölümü hissetmektir. Eğer ölümü hissetmekten daha kötü bir şey varsa o da ölüme adım adım yürümektir.

Ben hem ölümü hissediyorum. Hem de o ölüme adım adım yürüdüğümü.

"Telefonum," dedim, Ateş'in yerdeki gözleri beni buldu. "Ona baktın mı?" diye sordum, onu çok azıcık da olsa tanıyorsam eğer bu telaşı ve endişesi telefona bakmasını düşünmesine engel olmuştur.

"Hayır," dedi tam da tahmin ettiğim gibi. Evet, onu çok azıcık da olsa tanıyormuşum. "Bakmadım," diye ekledi, kendimi sıktım, acımı bastırdım, öyle konuştum.

"Mesajlara bakmalısın, her şey o gelen mesajlardan sonra oldu," dediğim an ayağa fırladı.

"Benim adamlardan birinde olacaktı telefon, geliyorum hemen," deyip odadan çıktı, onun yanında yapamadığım şeyi yaptım, acıyla inledim. Öyle bir inledim ki hemen kapının önünde olan Ateş'in beni duyduğundan emindim. Yanında yapsaydım ancak bu kadar duyardı beni.

Hafifçe sağa doğru döndüm, dizlerimi karnıma çektim. Serumlu kolumun acısı umurumda olmadı çünkü şu an diğer acılarım daha baskındı. Acı içinde kıvranmaya, bu acının en kısa zamanda dinmesini dilemeye devam ederken kapı yeniden açıldı, Ateş odaya girdi. Benim o hâlimi görünce afalladı. Gözlerindeki hüzün kendini yeniden belli ederken yanıma geldi.

Telefonun şifresini söyledim, açtı. Mesajlara girdi, okudu. O okurken ben de sesimin elimden geldiğince düzgün çıkmasına dikkat ederek konuştum.

"O an bir şey olacağını anladım." Ateş mesajları okumuş olacak ki bakışları beni buldu.

"Kaçmak istedim, birisi saldırdı. Kurtulmaya çalıştım ama olmadı. Boynumdan bir iğne yaptı, tüm gücümü kaybettim. Onun gittiğini, gitmeden önce bana söylediklerini, senin geldiğini hatırlıyorum. Başka da bir şey yok zihnimde. Uyandığımda bu yatakta acı çekiyordum işte," diye anlattım, Ateş'in bakışları boynumu buldu. Bir şeyler anlamaya çalışır gibiydi.

"Bana söyledikleri derken? Sana ne söyledi?" diye sordu, o adamın sesi zihnimin içinde yankılandı, söylediği her kelimeyi hatırladım ve Ateş'e aktardım.

"Öyle bir gün gelecek ki yer yerinden oynayacak, taş üstünde taş kalmayacak Aksoylu. O günü görüp göremeyeceğin artık ev sevdiğinin elinde. Size, sizi en sevdiğinizle sınayacağım demiştim." Ateş beni dikkatle dinledikten sonra bir anda öfkeyle ayağa kalktı.

"Delireceğim, yemin ederim delireceğim! Her şey yoluna girdi derken daha da yolundan çıkıyor!" O konuşurken onun dile getiremediği şeyleri ben getirmek istedim.

"Ölüyorum," dedim, bakışları hızla beni buldu. "Bilerek yaptılar bunu. Acı çekerek, yavaş yavaş ölmemi istediler." Ateş'in bakışları derinleşti, orada boğulmak istedim.

Eğer öleceksem orada öleyim istedim. Burada, bu yatakta, bir hastane odasında değil.

"Hiçbir şey olmayacak Mira!" deyip yanıma geldi, elimi tuttu. "İzin vermeyeceğim! Hiçbir şey olmayacak!" diye ekledi ama ben neyin, ne olduğunun ve neler olacağının artık farkındaydım.

"Ateş," dedim, elimi zorlukla kaldırdım, elini tuttum. "Gelecek olan doktorun da aynı şeyleri söyleyeceğini biliyoruz." Bunu derken ölümü çoktan kabullenmiştim.

Ve işte o an anladım ki eğer ölüme adım adım yürümekten daha kötü bir şey varsa o da ölümü kabullenmekmiş.

Ben, bunu da yaşadım, ölümü kabullendim.

"Farklı bir şey söyleyecek olsaydı biz zaten burada olmazdık. Eğer bir çaresi olsaydı bunu yapmazlardı," diye devam ettim konuşmaya. Aslında bu söylediklerimi o da çok iyi biliyordu ama ne kendine ne de bana söyleyebiliyordu doğruları.

"Elimizden bir şey gelmez." Bu cümlemle öfkelendi Ateş ve bir anda ayağa fırladı.

"Gelecek! Her şeyi yapacağım! Yaşayacaksın sen Mira! Yok öyle bırakıp gitmek!" dedi, sesi ağlayacak gibiydi. Aynı zamanda çok öfkeliydi de.

"Gelmiyorsa da gelecek Mira! Çare yoksa var edeceğiz! Yapacağız bir şeyler! Pes etmek yok! Sen pes edenden nefret edersin! Şimdi sen mi pes ediyorsun?" Öfkeyle konuştu, yeniden yanıma geldi, elimi tuttu.

"Sonuna kadar savaşacağız," derken benim ne hâlde olduğumu görmüyor gibiydi. Benim için savaş bitmişti, farkındayım. Parmağını bile hareket ettirmekte zorlanan birisi nasıl savaşsın ki zaten?

Ben o savaştaki ölülerden biriydim artık.

"Mira bakma bana şöyle! Yalvarırım bakma!" dedi, yine ayağa kalktı, ellerini saçlarına geçirdi.

"Her şey bitmiş gibi, gidiyor gibi bakıyorsun! Sikeceğim böyle işi de oyununu da! Bakma bana şöyle!" Bu bakışları şu saatten sonra değiştiremezdim ama saklayabilirdim. Böyle düşünüyor olsam da onun canını yakmak isteyeceğim en son şey bile değildi.

Bu yüzden kapattım gözlerimi, gizledim bakışlarımı ve sustum. Hem canım acıyor diye sustum hem de benim için artık söyleyecek bir şey kalmamıştı.

Ateş çaresizlikten delirip öfkeden yanıp kavrulurken odanın kapısına birkaç defa vuruldu ve uzun boylu, sarışın, iri yapılı, çok hoş görünümlü bir doktor odaya girdi. Bu durumda bile aklımdan geçirdiğim tek şey gördüğüm en iyi doktor olduğuydu. Fakat bu sadece görünümü için alınmış bir karardı.

"Geçmiş olsun," dedi, Ateş de ona döndü. Gözleri adamın üzerinde gezinirken onun da aynı şeyleri düşündüğüne yemin edebilirdim.

Bir de kıskançlık krizine girmese bari diye düşünürken doktor yanımıza kadar geldi.

"Ben Burak Hisarlı," diye kendini tanıttı ve Ateş'e bakarak devam etti. "Siz Barış Erendil olmalısınız, Mira Hanım için benimle iletişime geçmiştiniz." Adam konuşurken dikkatle Ateş'e baktım. Az önce benim de zihnimden geçen düşüncelerden kendini kurtarmış gibiydi.

"Evet, benim. Durumu zaten size anlatmıştım," dediğinde adam başını hafifçe salladı.

"Haberdarım, muayeneye girmiş olan doktor arkadaşlarımdan da yeterince bilgi aldım zaten. Tahlil sonuçlarını da kontrol ettim. Yeni bir tahlil yapmaya, Mira Hanım'ı yormaya hiç gerek yok, gereken her şey yapılmış." Adamın söyledikleriyle şaşkınca kaldım, bir şeyler yapmaya tenezzül bile etmemişti.

"Aynı şeyleri söyleyeceksiniz yani," dedi Ateş, adam başını olumsuz anlamda salladı.

"Hayır, yanlış anlamayın beni. Sadece aynı testler neredeyse ikişer defa yapılmış, Mira Hanım yeterince yorulmuş. Buna gerek yok, sonuçlar aynı çıkacaktır. Fakat ben muayenemi de yapacağım," deyip yanıma geldi.

"Uzanır mısınız?" İstediğini yaptım, yatağa uzandım. Cebinden küçük bir not defteri ve kalem çıkardı, yatağın yanındaki çekmecenin üzerine bıraktı. Hemen ardından bana doğru eğildi, cebinden çıkardığı minik ışığı gözlerime tuttu ve yapmam gereken birkaç şeyi söyledi, ben de yaptım.

Işığı cebine koyduktan sonra not defterine bir şeyler yazdı. Hemen ardından elimi tuttu, üzerimdeki hastane elbisesinin kolunu sıyırdı, koluma baktı. O an kolumdaki birkaç morluğu fark ettim.

"Daha önce var mıydı?" diye sordu, başımı olumsuz anlamda salladım. Hemen defterine not aldı, göz ucuyla baktığımda morluğu gördüğü noktayı tıbbi terimlerle yazdığını fark ettim.,

"Yüzüstü uzanın," edi, Ateş'in yardımıyla istediğini yaptım. "Muayene için bunu yapmam şart," dedi, neyi diye soracakken elbisenin arkadaki düğmelerini açtığını fark ettim. Yüzüstü uzanmış bir şekilde olduğum hâlde gözlerim istemsizce Ateş'i buldu, tepkisiz durdu.

Doktor Burak, sırtımı tamamen açtıktan sonra elleri tenimde gezindi. Muhtemelen morluk vardı ve onları inceliyordu. O bunu yaparken ben de Ateş'e bakıyordum ama şimdilik yaptığı tuhaf, yanlış bir şey yoktu. Benim tanıdığım Ateş normal bir zamanda olsaydı değil bu kadar hoş görünümlü bir adamın bana dokunması, sıradan bir adamın yanımdan geçerken bana çarpmasına bile tahammül edemezdi. Fakat şimdi sus pus olmuş, sesini çıkarmıyordu.

Gelen kalem sesiyle doktorun yine not aldığını anladım. "Dönebilirsiniz," dediğinde yine Ateş'in yardımıyla döndüm, sırtüstü uzandım. "Oturur pozisyona gelin lütfen." Ve bunu da yaptım. O sırada o da gerilmiş gibiydi.

"Elbiseyi kalçanıza kadar sıyırın," derken onun bile gözleri Ateş'i buldu. Fakat şu an sorun benim için Ateş değildi, bunu yaparken benim de utanacak olmamdı. İki erkeğin olduğu odada iç çamaşırım bile olmadan elbise çıkarmak mı? Gerçekten tam benlik hareket!

"Buna gerçekten gerek var mı?" diye sordum, bunu sorduğum için de delicesine utandım.

"Morlukların vücudunuzdaki yerlerini tespit etmem ve incelemem lazım Mira Hanım." Düzgünce açıkladı, dediğini yapmak yerine öylece durmaya devam etti.

"Ben çıkayım," dedi Ateş, sorunun kendisi olduğunu mu zannetti ki? "Muayeneye daha rahat devam edin," derken şaşkınca kaldım. Binbir yol deneyip buna engel olmaya çalışacakken odadan çıkıp adamın daha rahat devam etmesini istedi. Tamam zaten adamın yanlış bir şey yaptığı yoktu, işini yapıyordu ama Ateş'ti bu da sonuçta.

Bana karşı hiçbir ilgisi olmayan Ceyhun'u kıskanıp, odaya yanlış bir zamanda girdiği için kardeşim dediği adama, Erdem'e, yumruk atan Ateş.

"Gerek yok," dedim, gözleri beni buldu. "Kalabilirsin," diye de ekledim, kendimden bile bu kadar cesur olmayı beklemiyordum. Burak işini yapmak için karşımda dikilirken onun doktor olduğunu, tıpta utanma gibi bir duyguya yer olmadığını ve iyiliğim için bunu yapmam gerektiğini düşünüp kendimi rahatlattım. Daha sonra da düğmeleri Burak tarafından açılmış olan elbiseyi aşağıya indirdim, kalçama kadar sıyırdım.

Ateş benden başka her yere baktı, beni rahatsız etmemek için elinden geleni yaptı. Burak ise onun aksine yanıma oturdu, dikkatle vücuduma baktı. Hatta göğsümde ve karın bölgemde beliren morluklara dokundu, şişlik olup olmadığını kontrol etti. Şu an bana bakarken, dokunurken sadece morluklara odaklanmış olduğunun farkındaydım. Karşısında durmuş çıplak bir kadına değil, iyileştirmek istediği bir hastaya bakıyordu. Gördüğü tek şey hasta bir kadındı. Bunu bakışlarından anlamak mümkündü. Zaten Ateş de bunun farkında olduğu için sesini hiçbir şekilde çıkarmamıştı.

"Giyebilirsin," deyip yanımdan kalktı Burak, ayak ucuma gitti. Hızla elbiseyi omuzlarıma geçirdim, o an rahatladım. Fakat bu kez de elbiseyi bacaklarımdan kalçama kadar sıyırdı, bacaklarıma baktı. Önemli olduğunu anladığım birkaç notu aldıktan sonra da ayağa kalktı.

"Geçmiş olsun," dedi bana, başımı hafifçe öne eğdim, gülümsedim. Gözlerini Ateş'e çevirdi. "Bana biraz müsaade edin, kesin bir şeyler söylemek için," deyip elindeki not defterini kaldırdı. "Üzerinde çalışmam gerekiyor." Ateş onu bir baş hareketiyle onaylarken Burak elindeki notları kontrol ede ede odadan çıktı, o çıkarken Ateş'in gözleri beni buldu.

"Yardım etmemi ister misin?" diye sorduğunda elbiseden bahsettiğini anladım, başımı salladım. Arkama geçti, oturdu. Kalçama denk gelen kısımdan başladı, elbisenin düğmelerini bir bir ilikledi. Son düğmeyi iliklemeden hemen önce sırtıma ve omzuma birer öpücük kondurdu, gözlerimi kapattım. Hemen ardından kulağıma fısıldadı.

"Söz veriyorum Mira iyileşeceksin," deyip sımsıkı sarıldı bana arkamdan. Karnımın üzerindeki ellerini tuttum. Vücudumdaki acı her geçen dakika biraz daha artıyordu ama bunu hem ona belli etmemek için hem de alışmak için bastırmaya çalışıyordum.

"İyileşeceğim," dedim ama buna dair hiç umudum yoktu. Çünkü o da ben de bu zamana kadar olan her şeyin farkındaydık. O adamların ne kadar ciddi olduğunu biliyorduk. Az önceki muayenenin hiçbir anlam ifade etmediğini, doktor Burak döndüğü zaman diğer doktorlardan farklı hiçbir şey söylemeyeceğini ikimiz de çok iyi biliyorduk. Fakat şu an o kendini kandırıyordu ben de buna izin veriyordum.

Odanın kapısına vuruldu, hemen ardından kapı açıldı, hemşire olduğunu tahmin ettiğim bir kız girdi odaya. "Burak hoca serumu değiştirmemizi istedi, başka bir ilaç vereceğiz." Gözlerimle onayladım kızı, yanıma geldi. O sırada Ateş arkamdan kalktı. Kız serumu değiştirdi, geçmiş olsun deyip odadan çıktı. O çıkarken Ateş birine mesaj yazıyordu.

"Kimsenin haberi yok mu?" diye sordum, telefonunu cebine koyarken bakışları beni buldu.

"Erdem ve Doğan dışarıda, haberleri var. Savaş ve Cansu karakoldalar, rahatsızlandığını biliyorlar sadece, gelmeye çalışacaklar. Tufan müdürle bizzat konuştum. Dün çok yorulduğunu, yaranın iyileşmediği için de seni kötü etkilediğini ve hastanede olduğunu söyledim. Erken çağırdığı için pişman oldu, bir hafta daha izin verdi. Anneni aramaması konusunda onu uyardım, tedbir aldım. Anneni aramak için de senin uyanmanı bekledim. Buraya geldiğinde seni baygın görsün istemedim." Bir çırpıda anlattı her şeyi. Yine her şeyi benim yerime düşünmüş, yapmıştı.

"Teşekkür ederim," dedim, yanıma oturdu.

"Teşekkür etme Mira, senin için bir şeyler yaptığım zaman bana teşekkür etme," deyip ellerimi tuttu. "Seni bu acıdan kurtardıktan sonra gözlerimin içine bak, beni sevdiğini söyle. Bu benim için yeterli olacaktır. Son nefesime kadar yeter bana." Sımsıkı tuttum ben de onun ellerini ve bunu yapmak için bu acıdan kurtulmayı beklemeye gerek duymadım.

"Ateş," dedim, ona biraz daha yaklaştım ve gözlerinin içine bakarak fısıldadım. "Seni çok seviyorum." Buruk bir şekilde gülümsedi, dudaklarımı dudaklarına bastırdım. Bir kez daha onu öpen ben oldum.

Anında karşılık verdi, verdi ama ilk defa beni bu denli yavaş, usul usul öptü. İlk defa dudaklarını bu kadar yumuşak hisettim ve ilk defa bu kadar kısa sürdü, geri çekildi.

"Ben de seni çok seviyorum," dedi o da gözlerimin içine bakarak. O an neden böyle olduğunu anladım. Canımı yakmak istemiyordu. Elimi tutarken bile bana dokunmaya korkuyordu.

İşte bu yüzden dışarıdan nasıl göründüğümü merak ettim. Çektiğim acı yüzüme nasıl yansıyordu? O morluklar yüzümde de var mıydı? Bunları düşünürken her zamanki gibi merakıma yenik düştüm.

"Ateş," dedim bir kez daha, eğer bunu doğrudan söylersem yapmayayım diye elinden gelen her şeyi yapardı. Bu yüzden yalan söylemek zorundaydım ve bunu hiç tereddüt etmeden yaptım. "Banyoya kadar gitmem gerekiyor." Gözlerinde gördüğüm ifadeden yalan söylediğimi anladığını fark ettim.

"Mira," dedi.

"Lütfen." Diye araya girdim, şu an kendimi görmeye, nasıl olduğumu bilmeye ihtiyacım vardı.

"Peki." Pes etti. "Nasıl istersen," diye ekledi, kendimi görmeye ruhumu hazırladım ve çok kötü bir manzarayla karşılaşmamayı umut ettim.

Ateş kalkmama yardım etti, kendi başıma yürümek istedim ama sanki ayaklarım yoktu. Yok olmuşlar gibi hissetmiyordum. Şu an ayaklarımın üstünde duruyorum ama bunu hiçbir şekilde hissetmiyorum. Sanki her an boşluğa düşecek gibi hissediyorum ve beni bu histen kurtaran şey Ateş'in belime dokunduğu eli oldu. Onun kolları bana güven verdi, düşmeme izin vermeyeceğini biliyordum çünkü.

Ateş yerinden çıkardığı serumu ayaklı serum askısına astı. Ona tutundum, bir tarafım ondan destek alırken diğer tarafım Ateş'ten destek alıyordu. Banyoya girdiğimizde neden geldiğimi, tuvalete girmeyeceğimi çok iyi bildiği için beni bırakıp çıkmadı, yanımda durdu. Aynanın karşısına geçtiğimde gördüğüm manzara karşısında şoke oldum.

Bu aynada gördüğüm kişi ben miydim?

Göz altlarım, boynum morarmıştı. Yüzüm bembeyazdı, beyazlıktan da uzak sarılık gibiydi. Gözlerimin içi de kıpkırmızıydı. Dudaklarım kurumuş ve mosmordu. Sanki günlerdir uyumuyormuş gibi yorgun görünüyordum. Yorgun görünmek bir yana dursun, ben gerçekten yorgundum. Hiçbir şey yapmadım, kalktım ve sadece banyoya geldim ama yoruldum. Bir tek bunu yapmak bile yordu beni.

N'oldu bana? Ne yaptı bu adamlar bana? Madem öldüreceklerdi sıksalardı kafama, niye beni bu hâle getirdiler? Niye bu kadar acı verici bir yol seçtiler?

Başımı önüme eğdim, daha fazla kendime bakamadım. Gözyaşlarım akmaya başladı. Kendimi daha fazla tutamadım, Ateş üzülmesin istedim ama yine de kendimi tutamadım ve ağladım. Birkaç saniye içinde de zaten gözyaşlarına boğuldum, kendimden geçtim. Düşecek gibi oldum, Ateş destek oldu bana.

"Tamam güzelim," dedi bana, sıkı sıkı sarıldı belime. "Söz veriyorum geçecek sevgilim." Başımı göğsüne gömdüm, serum olmayan kolumla sarıldım ona.

"Ateş," dedim, ağlamam daha da şiddetlendi.

"Efendim güzelim," dedi çaresiz çıkan sesiyle, güçlü durmaya çalışıyor, güçlü görünmek istiyordu ama sesi kendisini ele veriyordu.

"Ben," dedim, hıçkırdım. Bunu yapmak boğazımı acıttı. "Yaşamak istiyorum," deyip tek kolumla daha sıkı sarıldım ona. "Ölmek istemiyorum," diye yalvardım sanki onun elinden bir şey gelecekmiş gibi. Ateş sımsıkı sardı beni.

İşte tam da o an incecik hastane elbisesinden omzuma düşen bir damlayı hissettim, ağladığını anladım. Kendime engel olmak, ona bunu yapmak istemedim ama olmadı, ağladım. İçimden geldiği gibi hıçkıra hıçkıra ağladım.

Ateş kolumdaki serum yüzünden beni kucağına alamadı. Mecburen yürütmek zorunda kaldı. Odaya götürdü, yatağa oturttu. Serumu da düzgünce ayarlayıp yanıma oturdu. Yatağa uzanmamı sağladı. Eli saçlarımda gezindi. Hâlâ ağladığım için başımın altındaki yastık ıslandı. Ateş elinden geldiği kadar beni sakinleştirmeye çalıştı.

Ben de bunun için çabalarken hem yorgun hâlim hem de ağlamaktan düştüğüm bitkinlik hâli yüzünden uykum geldi. Onun saçlarımı ve yüzümü okşaması da uykuya dalmamı kolaylaştırdı. Uyumadan önce de söylediğim son şey "Annnemi arama." oldu.

Bir uyuyup bir uyandım, kabus da gördüm güzel rüyalar da. Kabuslarımda ölüyordum, ölümümü ve ardımda bıraktıklarımın hâlini görüyordum. Rüyalarımda ise Ateş'i, annemi, dedemi, bizimkileri görüyordum. Kocaman bir bahçede eğlendiğimizi, güldüğümüzü görüp mutlu oluyordum. Bazen de Ateş'le yalnız olduğumuzu görmüştüm. Bir deniz kıyısında oturmuş, birbirimize sarılmış, keyifle sohbet ediyorduk. Bu güzel rüyalar beni kabusların etkisinden çabuk alıyordu.

Gözlerimi açıp tamamen ayıldığımda içinde hastanenin amblemi olan saate baktım. Saatin akşam yedi olduğunu gördüm. Gözlerimi cama çevirdim, cama vuran yağmur damlalarını fark ettim. Hava kararmıştı ve yağmur yağıyordu. Kapının önünden de Ateş'in sesi geliyordu.

Birine beni anlatıyordu, kötü olduğumu ve bir an önce bir şeyler yapması gerektiğinden bahsediyordu. Kabuslarımdan da rüyalarımdan da her uyandığımda Ateş'i yanı başımda görmüştüm ama az evvel çıkmıştı odadan, uyandığımı henüz bilmiyordu.

Gözlerimi camdan çektim, koluma baktım. Serum çıkmıştı ama hâlâ damar yolum açıktı, aparat hâlâ kolumda duruyordu ve o kısım morarmıştı. Fakat vücudumdaki morluk sadece oraya ait değildi. Her yerim morarmıştı. Doktor Burak gelip morlukları kontrol edip gittikten sonra daha da artmıştı. Sahi o bir şeyler bulabilmiş midir?

Ateş'in bir an önce odaya gelmesini ve bunu öğrenmeyi istiyorum. Bir şey bulup bulmadığını merak ediyorum. Ayrıca bulmamış olsa bile değiştirdiği ilacım sayesinde canım bu sabah uyandığım ilk andaki kadar çok yanmıyordu, vücudum biraz rahatlamıştı. O ilaç iyi gelmişti yani. Bu da ona güvenmemi sağlamıştı.

Kapı açıldı, gözlerim hemen o tarafı buldu. Ateş'i gördüm. "Mira," dedi uyandığımı fark edince ve hemen yanıma geldi. "İyi misin?" Sordu, başımı salladım.

"Daha iyiyim," dedim, elini tuttum. "Kalkmama yardım eder misin?" Söylediğimi ikiletmedi, hemen yardımcı oldu, doğruldum. Arkamdaki yastıkları düzeltti, arkama yaslandım. Oturmak daha iyi gelmişti, sırtım rahatlamıştı biraz.

"Neler oldu ben uyurken?" diye sordum, Ateş cebinden telefonumu çıkardı, yeni bir mesaj gelmiş olmasından çok korktum.

"Anlatacağım ama önce anneni aramalısın," deyip telefonu uzattı. "Birkaç defa aradı, merakta bırakmamak için açtım. Akşam üstüne doğru görüştük, çok yorulmuştu, ilaçlarını içince de uyudu dedim. Uyanınca beni mutlaka arasın dedi, daha fazla merakta bırakmayalım kadını." Ona hak verdim, elinden telefonu aldım.

İlaçlar derken vurulduktan sonra doktorun kullanmamı verdiği ilaçlardan bahsediyordu. Aslında o ilaçları kullanmıştım ve bitmişti, sorun olmadığı için de bir daha doktora gitmemiştim.

Ateş'in istediğini yaptım, annemi aradım. Onunla uzun uzun konuştum, kötü olduğumdan ya da başıma gelenden bahsetmedim. Nasıl bahsedeyim ki? Onu bu kadar üzmeye hakkım yok. Eğer olur da gerçekten benim için yapılacak bir şey kalmazsa, iş bunu karşıma geçip de açıkça söylemeye kadar varırsa o zaman haber vereceğim, vedalaşmak için. Ona da diğerlerine de.

Kendimi ilk anların aksine daha iyi hisettiğim için annemi iyi olduğuma ikna etmek çok kolay oldu. Bir de yalan söyledim tabii ki. Şehir dışına çıkacağımı falan söyledim. Beni görmek istedi, ben de onu görmek ve sımsıkı sarılmak istedim ama yapamazdım. Bu yüzden de eğer fırsatım olursa mutlaka gitmeden önce yanına uğrayacağımı söyledim ama bunu yapmayacaktım. Fakat onu arayacağım. Hatta kendime söz veriyorum gün içinde sürekli arayacağım.

Eğer bu son günlerimse sürekli onun sesini duymak istiyorum. Babamı da görmeye gitmem lazım. O bana gelemez ama benim ona gitmem ve ona da veda etmem lazım. Serkan'a, dedeme, teyzeme, bizimkilere ve Eva'ya veda etmem lazım. Hatta Pars'a bile, onunla da vedalaşmam lazım. Ateş, Ateş de var tabii ki ama ona veda etmek istemiyorum. Eğer sonum kötü olacaksa gözlerimi kapatmadan önce elimi tutan o olsun, ona ancak o zaman veda etmek istiyorum.

Kalbim, daha öncesini kaldırmaz.

"Mira." Ateş'in sesiyle ve dokunmasıyla kendime geldim, gözlerimi ona çevirdim. "Annen kapattı," dedi, telefonu elimden alan o oldu. Çekmeceye bıraktı, gözleri beni buldu.

"Burak gerekeni yapıyor," dediğinde onun da ona güvendiğini anladım. "Her şeyle kendisi ilgileniyor, tüm işini gücünü bıraktı, bununla ilgileniyor." Bunu duymak kendimi biraz daha iyi hissetmeme neden oldu.

"Bir zehir türünden şüpheleniyor," deyip sustu, konuşmakta zorlanıyordu. "Yavaş yavaş öldüren bir zehirden." Ellerimi yumruk yaptım, içimdeki acıyı bastırdım.

"Sen uyurken bunun için birkaç ilaç verdi, ilaçların etkisiyle bir şeyler söyleyebileceğim dedi. Kendini nasıl hissediyorsun?" Açıkladıktan sonra sordu.

"Sabaha göre daha iyiyim." Doğruyu söyledim, gerçekten de sabaha göre daha iyi hissediyorum. "Canım çok yanmıyor," dedim, gözlerinin içi parladı.

"Sadece," deyip sustum, merakla bana bakarken elim boğazıma doğru gitti. "Nefes almakta zorlanıyorum biraz." Gözlerindeki o parıltı söndü ama belli etmemeye çalıştı.

"Geçecek," dedi yine, gülümsedim ona.

"Biliyorum," dedim, onu rahatlatmak için ama içimdeki pes etmişliğe engel olamıyordum.

Umutsuzluk, çaresizlik beni çoktan ele geçirmişti.

"Bir şey istiyor musun? Almamı, getirmemi istediğin herhangi bir şey var mı?" Başımı olumsuz anlamda salladım.

"Hayır," dedim, kapıya doğru bakıp ona döndüm. "Senden başka kimse yok mu?" diye sordum, bu duruma biraz bozuldum çünkü. Ondan başka hiç kimse gelmiyordu yanıma. Diğerleri yanımda değillerdi. Her şeyi bildikleri hâlde gelmiyorlardı ve bu biraz kırıcı bir durumdu.

"Hepsi kapıda," dedi. "Fakat gelmeye çekiniyorlar. Yani gelirlerse rahatsız olacağını düşünüyorlar. Hepsi seni çok merak ediyor ama rahatsız olma diye gelmiyorlar." Az önceki kırgınlığım yok oldu gitti bir anda.

"Gelsinler," dedim, birilerini görmeye ve aklımı dağıtmaya ihtiyacım vardı. "Rahatsız olmam." Bu söylediğim hoşuna gitti, kimseden kaçmamam hoşuna gitmişti.

"Haber veriyorum o zaman," dedi, ayağa kalktı. O sırada üzerimdeki ince elbiseye baktım. İç çamaşırlarım bile yoktu ve elbise incecikti. Rahatsız olacağım tek konu buydu.

"Ateş," dedim, durdu bana döndü. "Hırka bulabilir misin?" Bunu ne için istediğimi hemen anladı, yanıma döndü ve kendi ceketini çıkardı.

"Şimdilik bunu giy, giyecek bir şeyler ayarlayacağım," deyip ceketini giymeme yardımcı oldu. Ceketin fermuarını çektim, örtüyü de bacaklarıma örttüm. O sırada Ateş kapıya gitti, bizimkileri içeriye çağırdı.

Tek tek girdiler içeriye, hepsinin gözlerinde hüzün vardı ama hepsi gülümsemeye çalışıyordu. Muhtemelen odaya girmeden önce uyarılmışlardı bu konuda. Onlar tek tek içeriye geçerlerken görmeyi hiç beklemediğim Eva'yı gördüm, şaşırdım.

"Mira," dedi, koşarak yanıma geldi. Bir anda yatağa çıktı, bana atıldı, canım yandı. Kolumdaki morluklar acımaya başlamıştı ama bunu hiç kimseye belli etmedim. "Hasta mı oldun?" deyip geri çekildi, endişeyle gözlerimin içine baktı.

"Biraz," dedim, bu durumdayken hayır demek saçma olurdu. Buna küçücük bu kız bile inanmazdı.

"İyileşecek misin?" diye sordu, göz ucuyla Ateş'e baktım, ellerini yumruk yaptığını fark ettim. Diğerlerine tek tek baktığımda hiçbiri bana bakamıyordu.

"İyileşeceğim tabii ki de," dedim, keşke buna gerçekten inanabilseydim.

"Sen de cennette gitmeyeceksin değil mi? Yoksa sende mi mezar evlerde yaşamaya başlayacaksın?" Gelen bu iki soruyla buz kestim.

"Öyle bir şey olmayacak!" Bu cevabı veren Ateş oldu ve yanımıza geldi. "İzin vermeyeceğiz!" dedi ve yanımıza oturdu, elimi tuttu. Bunları Eva'ya değil de bana söylüyordu. "İyileşecek, bunun için her şeyi yapacağız."

"Tabii ki de yapacağız!" dedi Erdem ve devam etti. "Biz ne güne duruyoruz oğlum burada? Hepimiz elimizden gelen her şeyi hatta fazlasını yapacağız!" Buruk bir şekilde gülümsedim ona. Diğer hepsi aynı şeyi söylerken herkesin yüzünde aynı buruk ifade vardı.

"Hadi sen şimdi bunları boş ver, bana neler yaptığını anlat," dedim Eva'ya, sanki bunu bekliyormuş gibi hemen konuşmaya başladı.

"Sabah Cansu ablam bana tost yaptı, tost yedim. Sonra sizi bekledim ama gelmediniz. Erdem abi de bana senin hasta olduğunu söyledi ve eğer uslu olursam beni buraya getireceğine söz verdi. Ben de uslu oldum ve senin yanına geldim," deyip Erdem'e baktı.

"Değil mi Erdem abi?" Onay almak istedi, Erdem de onun istediğini yaptı.

"Öyle, çok uslu bir çocuk oldu bugün," dedi Erdem, Eva bana döndü.

"Senin yanına gelmek için," deyince sımsıkı sarıldım ona. "Senin için resim de yaptım," deyip dudaklarını büzdü ve devam etti. "Ama sana getirmeyi unuttum. Yarın getirsem olur mu? Bana kızmazsın değil mi?" Güldüm, başımı olumsuz anlamda salladım.

"Kızmam," dedim, o da bana sarıldı. O an kalp atışım hızlandı, tuhaf bir şey oldu. Heyecanlanmadım ya da korkmadım ama kalbim hızlandı. Ellerim de titremeye başladı. Her şey birkaç saniye içinde oldu. Mideme de bir ağrı girdi, sanki birisi mideme yumruk atmış gibi hissettim.

"Mira kalbin çok hızlı atıyor, sesini duyabiliyorum." Eva bunu söylerken cevap veremedim, parmaklarım kasıldı. Boğazıma sanki bir şey oturdu, nefes almama engel oldu.

"Mira," diyen Ateş tuhaflığı sezdi hemen yanıma geldi. "Mira güzelim iyi misin?" Sordu ama cevap veremedim. "Eva'yı götürün! Alın hemen!" dedi Ateş birisi Eva'yı kucağımdan hızla aldı. "Doktoru çağırın! Hemen! Çabuk çabuk!" Ateş telaşla konuşurken kalbime dokundum. Kilometrelerce koşmuşum gibi atıyordu.

"Mira uzan güzelim," dedi Ateş, o an gözlerimin önü karardı. Tüm bedenim titremeye başladı ama üşümüyordum ki. "Doktor nerede lan? Niye gelmedi?" Ateş bağırdı, o sırada kapı açıldı, Burak girdi.

O bir anlık açılan kapıdan duyabildiğim tek şey Eva'nın ağlama sesi olmuştu, onu korkutmuştum.

"Ateş Bey geri çekilin lütfen," dedi Burak ve Ateş'i uzaklaştırdı, yanımda olan kendisi oldu ama hiçbir şey yapmadı, sadece gözleri üzerimde gezindi.

"Bir şey yapsana! Görmüyor musun kız acı çekiyor!" diye çıkıştı Ateş, Burak ona döndü.

"Sakin olun, verdiğimiz ilacın etkileri bunlar. Kontrol etmem gerekiyor, müdahele etmeyin," deyip bana döndü, vücudumda olan şeyleri, yaptıklarımı izlemeye devam etti.

Ben acı içinde kıvranırken onun yaptığı tek şey not almak oldu. Sonra hemşire geldi, yeni bir serum bağladı. Burak yanımdan ayrılmadı. Süre tuttu, serumun ne zaman etki ettiğini hesapladı. Serumun hangi belirtilere iyi geldiğini tespit etti. Tüm bunlar olurken damarlarımda akan zehire karışan serum az önce ortaya çıkan her şeyi yok etti, kendime geldim. Kasılan kemiklerim yüzünden artık vücudumun birkaç yerinde daha morluk vardı.

"Ne oldu şimdi yani? Bitti mi?" diye sordu Ateş, yanımdan kalkan Burak ona baktı.

"Çok acele ediyorsunuz Ateş Bey, size en başında sabırlı olmalısınız dedim. Her zehrin bir panzehri vardır. Fakat onu uygulamak için önce zehrin ne olduğunu tespit etmek gerekiyor. Normal bir zamanda zehir kan testinde çıkar, yapılan araştırmalar sonucunda da türü belirlenir ama Mira Hanım'ın kanında yabancı bir şeye rastlanmıyor. Garip bir durumun içindeyiz yani ve biz kana karışmayan bu zehrin ne olduğunu, Mira Hanım'ı neyin bu hâle getirdiğini araştırıyoruz. Sizin de sadece sabırlı olmanız gerekiyor. Bana güvenin lütfen, elimden geleni yapıyorum. Şimdi de yapmaya gidiyorum. En ufak bir belirtide bana haber edin." Burak uzun bir konuşmanın ardından not defterini alıp giderken odada bir tek Ateş kalmış oldu, diğerleri çoktan çıkmıştı.

"Canın yanıyor," dedi yanıma otururken.

Canın yanıyor mu diye sormadı, sormaya gerek duymadı ve canın yanıyor dedi. Çünkü canım yanıyordu, çok yanıyordu.

"Hayır," dedim düşündüğüm şeye rağmen. "Çok fazla değil."

Hayır Ateş, çok yanıyor. Lütfen yardım et bana, lütfen kurtar beni. Canım daha fazla yanmasın.

"İyiyim ben."

İyi değilim, hiç iyi değilim ama sen bilme, sen üzülme. Sadece yardım et bana, kurtar beni bu acıdan. Ölmeme izin verme. Ben kendim için bir şey yapamıyorum, savaşamıyorum ama sen benim için savaş. Yalvarırım bırakma elimi.

"Korkma."

Sen korkma, çünkü ben yeterince korkuyorum.

"Sen de korkma," dedi, elimi tuttu. "Sen de duydun, her şey yapılıyor. Sakın korkma bu yüzden." Başımı salladım, cevap vermedim.

"Hadi güzelim uyu şimdi, uyu ve dinlen. Söz veriyorum yarın sabah her şey çok daha güzel olacak." O bunu söylerken mesaj geldi, bu ses onun telefonuna aitti. Mesaja bakmak yerine benimle ilgilenirken içimde oluşan hisle mesajin nereden, kimden geldiğini tahmin ettim.

"Bakmalısın." Gözlerini kapattı, derin bir nefes aldı, hiçbir şey yapmadı. "Ateş lütfen, bakmalısın," dedim ama bunu derken korkuyordum. Dün gece bana mesaj geldi, ölüm sırası devreye girdi denildi ve şimdi bir hastane odasında can çekişiyorum. Bugün de ona mesaj geldi ve içimdeki ses bu mesajı atanlar da aynı kişiler diyor.

Ateş telefonunu cebinden çıkardı, merakla ona bakarken ekranı açtı. Doğrulmak istedim ama o gücü kendimde bulamadım. Ekrana bakarken öyle bir öfkelendi ki mesajın tahmin ettiğim yerden geldiğinden emin oldum ve ne yazdıklarını çok merak ettim. Üst üste birkaç mesaj daha geldi, her gelen mesajda Ateş'in öfkesi biraz daha arttı.

"Bakabilir miyim?" deyip elimi uzattım, telefonu istedim, bakışları beni buldu.

"Mira." Yine sözünü kestim.

"Lütfen," dedim, yine pes etti, telefonu uzattı, aldım. Gözlerimi ekrana çevirdiğimde biraz bulanık gördüğümü fark ettim ama yine de okuyabildim gelen mesajları.

0542***: Seni en sevdiklerinle sınayacağım demiştim Ateş Demirkan.

0542***: Şimdi en sevdiğin gözlerinin önünde her gün daha kötü olacak. Sonra da gün gelecek ve yok olacak.

0542***: Onu kurtaracak olan panzehir benim ellerimde.

0542***: Onu kurtarmak senin ellerinde.

0542***: Bahardır Akyol ve adamlarını serbest bırak. Ben de sana bu panzehiri vereyim ve sevdiğini kurtar.

0542***: Başka anlaşma yok.

0542***: Pazarlık yok.

0542***: Ya öldür sevdiğini ya da yaşat.

0542***: Son karar senin.

0542***: Ver kararını.

0542***: 48 Saatin var, süren başladı.

Gözlerimi kaldırdı, Ateş'e baktım. Çoktan kararını vermişti bile. Gözlerine bakınca hemen anladım bunu. Ölüm yerine kaybetmeyi kabullendi. Tek kelime etmedim. Ateş bunu yapmayacaksın, doktor bir şey bulur falan diyemedim. Çünkü ölmek istemiyorum. Kaybetmeye razıyım. Ölüm en büyük kaybediş olacak zaten.

"Mira..." dedi, o kararı duymak istemedim. Benim yüzümden kaybettiğimizi duymak, bilmek istemedim.

"Biraz uyuyabilir miyim?" diye sordum, anladı derdimi, başını salladı.

"Uyu güzelim, uyu," dedi, o sırada hâlâ Eva'nın sesi geliyordu dışarıdan.

"Onu korkuttum," dedim, sanki az önce mesaj almamış gibi davranıyorduk.

"Ben konuşurum onunla."

"Yanıma getirir misin?" Kaşlarını çattı.

"Mira bu doğru değil. Canın yanar, eğer..." Sözünü kestim ve yine aynı şeyi yaptım.

"Lütfen," dedim, şu an onun küçük kollarıyla beni sarmasına ihtiyacım vardı.

"Peki," deyip ayağa kalktı Ateş, odadan çıktı. Ben onun aldığı kararın acısını kalbimde yaşayıp kaybetmeyi kabullenmek zorunda olduğumu gururuma yedirmeye çalışırken Eva'yla birlikte odaya yeniden döndü, Eva hemen yanıma geldi.

"Mira iyi misin?" Sordu, başımı salladım.

"İyiyim."

"İyileştin mi?" Yine sordu, yine başımı salladım.

"İyileştim," dediğimde yatağa çıktı.

"Sana sarılayım mı?"

"Olur," dediğim an minicik kollarıyla sardı beni, yanıma uzandı, ben de ona serum olmayan kolumla sarıldım. Ateş ikimizin de üzerini örterken gözlerimi kapattım ama uyku tutmadı. Fakat Eva birkaç dakika içinde uyumuştu. Zaten vakit çok geçmişti, uyuması lazımdı.

"Ateş," dedim fısıldayarak ve gözlerimi araladım, hemen yanı başımda oturan Ateş'in gözlerinin içine baktım.

"Söyle güzelim." Serumlu olan kolumu kaldırdım, onun bana temas eden elimi tuttum.

"Kaybetmesek olmaz mı?" diye sordum, afalladı, anlayamadı. "Savaşmak istemiyor musun?" Başını olumsuz anlamda salladı.

"İstemiyorum," deyip saçlarımdan öptü, geri çekilirken kulağıma fısıldadı. "Çünkü olumsuz bir durumda bu kez kaybedeceğim sen olacaksın." Gözlerim doldu.

"Ateş 48 saatimiz var." Tek kaşını kaldırdı. "Bize bu süreyi verdiklerine göre verdikleri şey beni 48 saatte öldürmeyecek ve ben 48 saat daha dayanabilirim." Bu söylediklerim onu korkuttu.

"Beni bırak ve git," dedim, kaşlarını çattı. "Git ve bana o ilacı sen getir. Düşmanımız yaşatmasın beni, sen yaşat. Gelirken onları da getir ve bitsin her şey." Konuşmak için dudaklarını araladı ama engel oldum ona.

"Eğer olmazsa o zaman kabul edersin. Ben dayanırım, sonuna kadar savaşırım. Ben yaşamak için savaşırım. Sen de git ve beni yaşatmak için savaş. Çünkü ben yaşamak istiyorum ama yaşarken kaybetmek istemiyorum Ateş. O son ana kadar savaşalım." Cevap vermedi, hiçbir şey demedi.

"Bunun için değmez mi?" diye sordum, yine cevap vermedi, yine sustu. "Ateş..." Bir saattir susan adam sözümü kesti.

"Değmez Mira," deyince kaşlarımı çattım, devam etti.

"Senin için, sen yaşa diye kaybetmeye değer ama günlerdir verdiğimiz savaşı kaybetmemek için risk almaya değmez," deyip yüzüme dokundu.

"Uyu, sen uyuduktan sonra gidip o adamları bırakacağım ve ilacını getireceğim sana. Başka da hiçbir şey yapmak yok. Başka bir şey söz konusu bile değil!" dedi kendinden emin bir şekilde.

"Söz konusu olacak," derken aldığım serumun etkisiyle uykum gelmişti. "Söz ver bana, sonuna kadar gideceksin. Yoksa affetmem seni." Gözlerindeki şaşkınlığı ve korkuyu gördüm. Böyle bir karar aldıysam geri dönmeyeceğimi biliyordu.

"Söz ver dedim, uyuyacağım." Başını olumsuz anlamda salladı.

"Olmaz, konuyu kapatalım Mira!" deyince başımı hafifçe kaldırdım, gözlerine baktım. Bir söz alsam hemen uyuyacaktım, o derece uykum gelmişti.

"Affetmem seni," dedim bir kez daha.

"Mira." Yine sözünü kestim.

"Affetmem," diye yineledim.

"Söz o zaman," dedi bir anda ve devam etti. "Söz veriyorum elimden geleni yapacağım ama 45. saate kadar dayanırım Mira. Eğer elimizden bir şey gelmezse o an vazgeçerim her şeyden ve o adamları bırakır, o ilacı alır, sana gelirim." İşte duymak istediğim şeyler tam olarak bunlardı. O zamana kadar Burak da belki bir şeyler bulur, beni iyileştiren o olurdu.

"O zaman uyuyabilirim," dedim, Eva bana sarılmışken ben de ona sarıldım, başımı göğsüne koydum. Elleri saçlarımda gezinirken gözlerim kapandı.

48 saat içinde olacakları düşünüp bir yandan heyecanlanıp bir yandan korkarken uykuya daldım.

Sanırım hayatımda geçireceğim en zor 48 saat olacaktı bu.

Bölüm Sonu!

Selamlaaar :) nasılsınız? Neler yapıyorsunuz?

Sizce Mira kurtulabilecek mi? Kurtulursa bu nasıl olur dersiniz?

Ateş adamları bırakmak zorunda kalacak mıdır?

Son bölümlere yaklaşıyoruz artık, 2. kitabı tamamlamamıza ve her şeyi öğrenmenize çok az kaldı :)

Yeni bölüm tahminlerinizi bekliyorum.♡

Bölümde en sevdiğiniz sahne hangisi oldu?

Buraya bölümü en iyi anlatan emojiyi bırakabilirsiniz.

Bölüm hakkındaki yorumlarınızı buraya yazabilirsiniz.✨

Yeni bölüm alıntısını okumak ve duyurulardan haberdar olmak için beni sosyal medyadan da takip edebilirsiniz.💫

Bir sonraki bölümde görüşmek dileğiyle... Kendinize çok iyi bakın, sevgiyle ve sağlıkla kalın.♡

Instagram: gizzemasllan

Twitter: gizzemasllan

SİZİ ÇOK SEVİYORUM.♡

Loading...
0%