@gizzemasllan
|
Selam suç ortaklarım✨ Bölüme başlamadan önce yıldızı parlatırsanız çok sevineceğim.💫 Buraya ben de sizin için kalp ve yıldız bırakıyorum.⭐♡ Sizinkileri de bekliyorum.❥ Keyifli okumalar <3 ***** 73. BÖLÜM "HASTA" Siz hiç verdiğiniz bir sözden pişman oldunuz mu? Keşke vermeseydim deyip neden verdim diye sordunuz mu kendinize? Ben pişman oldum, vermeseydim dedim ve neden verdim diye sordum. Hatta tam da şu an yapıyorum bunları. Hem de elimdeki telefondan baktığım tarih yüzünden yaşadım bu pişmanlığı sadece. 20 Nisan Çarşamba Bu, içinde bulunduğumuz günün tarihiydi. Ateş'e 23 Nisan Cumartesi günü her şey bitecek demiştim. Söz vermiştim, güvenmişti bana. Fakat şimdi yerimden bile kalkamayacak kadar berbat bir durumdayım. Kalksam yeniden yere yığılacak kadar kötüyüm. Nefes bile alamıyorum ama iyiymiş gibi davranıyorum. Çünkü bana bir şey olmayacağına inanıyorum. Hiç değilse 48 saat olmayacak. Pardon onun 12 saati çoktan geçti bile ve geriye 36 saat kaldı. 36 saat daha yaşamaya şansım var ve ben Ateş'e de dediğim gibi sonuna kadar savaşacağım. Olur da olmazsa, kazanamazsak ve bu süre bitmeye yaklaşırsa ancak o zaman pes ederim. Hiç değilse o zaman kaybetmeyi kabullenmiş olmam kaybetmiş olurum. İkisi arasında çok fark var. Biri pes etmek anlamına geliyor, diğeri savaşmak. Ben bu savaşta pes eden olmayacağım, savaşan olacağım. Göz ucuyla saate baktım. Saat sabahın dokuzuydu. Ateş'i sabah erkenden göndermiştim. Ona kalsaydı yanımdan bir dakika bile ayrılmayacaktı. Fakat benim şu an onun benim yanımda olmasına ihtiyacım yoktu. Benim onun cephede savaşmasına ve düşmanın elindeki ilacı bana getirmesine ihtiyacım vardı. Derin bir nefes aldım. Tüm organlarım acıdı. Canım ilk defa bu kadar çok yanıyordu. İki yıl önce yaptığım kazada bile bu kadar yanmamıştı. Gözlerimi kapatıp biraz dinlenmek istedim ama odanın kapısı açılınca dinlenmeyi falan unutup o tarafa döndüm, odaya giren Doğan'ı gördüm. "Günaydın," deyip yanıma geldi. "Günaydın," dedim zorlukla, kalkmak istedim ama gücüm buna yetecek kadar yoktu. "Bugün seninle ben ilgileneceğim," derken yanıma ulaşmıştı. "Diğerleri bir şeyler bulmak için uğraşıyorlar, sana da ben kaldım," deyip güldü, tebessüm etmekle yetindim. Güldüğüm zaman bile canım acıyordu çünkü. "Seni eve götüreceğim, Ateş öyle istedi." Şaşırdım, ev mi? Hastanede kalmam doğru değil mi? Doktor gözetiminde olmam çok daha iyiydi. "Hastane..." Aklımdakileri söyleyecekken Doğan sözümü kesti. "Yorma kendini, ne soracağını biliyorum," dedi, bir yandan odadaki eşyaları toplamaya başlarken bir yandan da henüz sormadığım soruma cevap verdi. "Ev hazır, bir hastane odasından farkı olmayan bir oda hazırlandı. İki doktor ve hemşireler olacak senin için. Doktor Burak da orada olacak. Ateş burada kalmanı riskli buldu, kimin girip çıktığı belli değil hastaneye. Baksana adamlar artık evin bahçesine kadar rahatlıkla girip çıkabiliyorlar." Bu açıklamayı yaparken her şeyi toplamış, odaya giren bir adama vermiş ve yeniden yanıma dönmüştü. "O adam..." Ve yine sözümü kesti, konuşunca bile canım yandığından konuşmama bile izin vermiyorlardı. "Ölmüş Mira." Bunu kusarcasına söylemişti. "Bahçede duran adamlardan biriydi, satmış bizi şerefsiz! Eve kolaylıkla girmemiş yani evdeymiş! Hem de son üç yıldır! Güvendiğimiz adamlardan biriydi. Onu da yanlarına çekmişler. Bahçedeki diğer adamlar sana saldırdığını fark edince hemen peşine düşmüşler. Ateş seni hastaneye getirene kadar onlar da onu ormanda bulmuşlar. Fakat bulduklarında çoktan ölmüş, kafasına sıkılan tek bir kurşunla. Adamı piyon olarak kullandılar sonra da infaz ettiler." Artık yaşadığım, duyduğum hiçbir şeye şaşırmıyordum. "Yaşıyor olsa bile hiçbir şey çıkmazdı," dedim tek bir nefeste, hiç kurduğunuz tek bir cümleyle organlarınız parçalanıyormuş gibi hissettiniz mi? Ben şu an böyle hissediyorum ve elimden geldiği kadar bunu belli etmemeye, gizlemeye çalışıyorum. Sabret Mira, sabret. Sadece 35 saat kaldı. "Öyle, neyse sen düşünme bunları. Bunları biz düşünürüz, sen iyileşmeye bak," derken yanıma geldi. "Sana kıyafet getirdim, şimdi ben çıkıyorum, iki hemşire gelecek, giyinmene yardımcı olacaklar. Sonra da çıkacağız buradan." Başımı sallamakla yetindim, o an sanki canımın acısını hissetmiş gibi hisettim. Bana doğru eğildi, bir arkadaş gibi değil de kardeş gibi omzuma dokundu. "İyileşeceksin, geçecek. Bizimkiler seni kurtaracaklar, korkma ve güven onlara," dedi, gülümsedim. "Korkmuyorum." Tek bir kelimeyle nefesim kesildi, derin bir nefes alıp devam ettim. "Güveniyorum." Gülümsedi, geri çekildi. "Şimdi çıkıyorum, hemen kapının önünde olacağım." Yine başımı salladım, Doğan başka bir şey söylemeyip odadan çıktı, hemen ardından iki hemşire odaya girdi. "Size yardımcı olmak için geldik," dedi birisi, cevap bile vermedim, verecek gücüm yoktu. Hemşirelerden birinin yardımıyla doğruldum, bir diğeri de üzerimdeki hasta elbisesini çıkarmama yardımcı oldu. Daha sonra da siyah bir eşofman giydirdiler, ayağıma da beyaz bir spor ayakkabı. Kızlardan biri de saçlarımı toplamama yardımcı oldu. Diğeri de siyah bir mont giydirdi. En sonunda da "Geçmiş olsun," diyerek odadan ayrıldılar, Doğan girdi. Yanıma geldi. Başıma bir kep, gözlerime siyah bir gözlük taktı, güldüm. "Ne yapıyorsun?" diye sordum, o sırada kapı bir kez daha açıldı, birisi içeriye tekerlekli sandalye getirdi. "Ateş mesaj atmış, böyle çıkarmamı istedi seni," deyince kaşlarımı çattım, bu neydi şimdi? "Çok güzelmişsin, kimse görmesin dedi," deyince tek kaşımı kaldırdım. "Vallahi o dedi Mira. Hatta..." deyip cebinden telefonunu çıkardı, bir şeyler yaptı, bana çevirdi, ekrana baktım, yazan mesajları okudum. Ateş: Gözlük ve şapka götür kıza, çıkarken kimse görmesin. Yürütme, kucağına da alayım deme, sikerim. Tekerlekli sandalye kullan. Canım yansa da güldüm, bu adam cidden deliydi. Gülerken bir yandan da okumaya devam ettim. Doğan: Niye lan? Şapka ve gözlük ne alaka? Ateş: Ben yokken kimse görmesin, çok güzel sevgilim. Gülmem daha da arttı, derdi bu değildi, tehlikeli olmasından korkuyordu. Bu çok belliydi ama yine de yazdıkları çok komikti ve hoşuma gitmişti. "Neredeler şimdi?" diye sordum onun yardımıyla ayağa kalkıp tekerlekli sandalyeye otururken. Aslında şu gözlük iyi olmuştu. Hiç değilse berbat görüntümü saklayabilecektim. Hatta işi biraz abartıp montumun kapüşonunu başıma geçirdim. Fermuarı da sonuna kadar çektim. Kepin önünü biraz eğdim. Başımı da önüme eğdim, yüzümü sakladım. Ne birisi beni tanısın istedim ne de herhangi birisi bu hâlimi görsün. "Ben de bilmiyorum, bu arada yemin ederim kendime FBI ajanı gibi hissettim Mira, seni hastaneden kaçırmaya gelmişim de gidiyormuşuz gibi." Doğan'ın söylediği şey beni güldürdü. "Çok heyecanlı," diye de ekledi ve arkama geçti, tekerlekli sandalyeyi ittirdi. Hastanenin giriş kapısından değil de arka kapısından çıktık, orada bizi bir araba bekliyordu. Arabaya bindik, yola çıktık ve Ateş'in evine gittik. Yol boyunca Doğan iş konusundan uzak bir sürü şey anlattı, beni güldürmeye çalıştı. Ben de canım yandığı hâlde çabası boşa gitmesin diye güldüm. Tabii o bir yandan da birine bir şeyler yazdı. O birinin Ateş olduğunu çok iyi biliyordum. Her anı anlatıyordu muhtemelen Ateş'e, hatta belki de Ateş zorla anlattrıyordur. Ondan beklerim bunu. Bir ara da fotoğrafımı çekmişti, görmüştüm ama bozuntuya vermedim. O fotoğrafın Ateş'e gittiğini çok iyi biliyordum. Doğan ise fark ettiğimi hiçbir şekilde anlamamıştı, bir de fark ettirmeden yaptığı için gururluydu. "Polisim lan ben!" Bu cümle onundu değil mi? Sürekli söylüyordu. Bu kez de ben söylüyorum. Nasıl fark etmeyeyim yaptığı şeyi? Polisim lan ben! Eve ulaştığımızda burayı daha önce hiç bu kadar kalabalık görmediğimi fark ettim. Sanki ev mimarisiyle yapılmış bir hastane gibiydi. Size yemin ederim kapıda ambulans bile vardı. Bu kadarı biraz abartı olmuştu ama olsun, tedbir iyidir. Doğan'ın yardımıyla eve girdim, üst kata çıkarmak istedi beni ama biraz dinlenmem lazımdı. Bu yüzden salondaki koltuğa oturdum, buraya kadar bile zor gelmiştim zaten. Ben daha dinlenmek için uzanayım falan diye düşünürken Burak ve bir hemşire yanımda belirdiler. Daha neler olduğunu anlayamadan üzerimde olan her şeyi aldılar, bir eşofmanlarım kaldı. Şaşkınca onlara bakarken hızlandırılmış bir muayenenin içinde buldum kendimi. Dakikalar sonra benimle olan işleri bitmiş olacak ki ağzıma bir ilaç koyup suyla yutmamı sağladıktan sonra da geri çekildi, beni rahatlat bıraktılar. Gelir gelmez doktor ve hemşire saldırısına uğramıştım resmen. "İyi misin?" diye sordu Doğan, ona döndüm, başımı salladım. "İyiyim," dedim, hızla telefona döndü, bir şeyler yazdı, güldüm. "Bakabilir miyim?" Bu soruyla gözleri yeniden beni buldu. "Ateş'e yazıyorsun, biliyorum. Bakabilir miyim?" Omuz silkti, telefonu uzattı, aldım ve okudum. (11.19) Ateş: Hastaneden çıktınız mı? Doğan: Çıktık. Ateş: Fotoğraf at bir, bakayım iyi mi? Doğan: *Bir fotoğraf gönderildi.* Ateş: İyi görünüyor şimdilik. (11.50) Ateş: Nasıl şimdi? Doğan: İyi, merak etme. (12:22) Ateş: Eve ulaştınız mı? Doğan: Ulaştık. Ateş: Nasıl şimdi? Doğan: İyi, merak etme. (12: 38) Ateş: Muayene edildi mi? Doğan: Edildi. Ateş: Nasıl şimdi? Doğan: İyi, merak etme. Ateş: Aynı şeyi yazıp durma lan! Sinirimi bozdun! Kendisine sor bakayım iyi miymiş? Doğan: Tek siniri bozulan sensin zaten değil mi? Doğan: Delirttin lan beni! Doğan: Bu arada sordum, iyiymiş. Ateş: Şimdi de git doktoruna sor, iyi miymiş? Doğan: Ateş siktir git kardeşim, engellerim seni. Eğer şu an canım acımıyor olsaydı şu konuşma yüzünden kahkaha atardım. "Görüyorsun bana yaptığını değil mi?" diye sordu, başımı salladım. "Delirtti resmen beni," derken elimdeki telefon çalmaya başladı. Ekrana baktım, Ateş'in aradığını gördüm, Doğan'a döndüm. "Ateş arıyor." Güldü. "Muhtemelen seni soracak," dedi kendinden emin bir şekilde. "Ben açabilir miyim?" diye sordum, telefon onundu sonuçta. "Aç aç sesini duysun da iyi olduğuna emin olsun, ben de bir su içeyim, Eva'ya bakayım, geliyorum," dedi, ayağa kalktı ve mutfağa doğru gitti. O giderken Ateş'in sesini duyacak olmanın heyecanıyla aramaya yanıt verdim. Bu hastalık beni çocuklaştırmıştı sanki. Sesini duyacağım diye bile heyecanlandım resmen. Ben daha konuşup kendimi tanıtacakken Ateş telefonu benim açtığımı tabii ki anlamadı ve öfkeyle konuşmaya başladı. "Ben seni o kızın yanında boşuna mı bıraktım Doğan?" diye sordu öfkeyle, tam konuşup 'Ben Mira,' diyecekken yine benden önce davrandı, devam etti. "Bu kadar işimin gücümün arasında sana iki soru soruyorum! İki dakikanı ayırıp da cevap yazmaya üşeniyorsun! Oraya gelirsem senin..." Sözünü kestim. "Benim Ateş." Sesimin yorgun çıkmasına engel olamadım. "Güzelim," dedi telaşla, telefondan onun sesi dışında herkesin sesi geliyordu ve Ateş'in bu tek kelimesiyle o sesler de kesilmişti. Sanki herkes benimle konuşmasına şaşırmış da ona bakıyorlarmış gibiydi. Şu an o ortamı az çok tahmin edebiliyordum. "İyi misin? Ağrın var mı?" "Hayır." Yalan söyledim, çok ağrım var ama onun şu an bunu düşünmesini istemiyorum. Onun da diğerlerinin de. "Mira güzelim sakın bana yalan söyleme, konuştuk, kabul ettim ama bu işin şakası yok. En ufak, minicik bir şey hissedersen, canın çok yanarsa, vazgeçmek istersen ben hazırım tamam mı? Şimdi bitsin de, şimdi geleyim bırakayım o adamları, kurtarayım seni." Sesi o kadar çaresiz çıktı ki canımı çok yaktı. "İyiyim ben." Yine yalan söyledim, kötüyüm ama dayanırım. Dayanacağım, başka çarem yok. "Beni düşünme, Doğan bana çok iyi bakıyor, doktorlar, hemşireler burada ve ben evimdeyim. Daha ne isterim ki?" Bilerek uzun bir cümle kurdum, iyi olduğuma onu inandırmak istedim. "Evindesin," dedi Ateş, ancak o an söylediğim şeyi fark edebildim. Ben ona evimde miyim demiştim? Ciddi ciddi çıkmış mıydı bu kelime ağzımdan? "Evimizdesin," diye ekledi Ateş, bu onun fazlasıyla hoşuna gitmişti. Onun bu kadar hoşuna gitmesi benim de hoşuma gitti. "Öyle," dedim, onu bu kadar mutlu ettikten sonra yok yanlış olmuş, bir anda ağzımdan çıkıverdi diyecek hâlim yoktu. "O zaman hep orada ol, geleceğim ben. Bu savaşı kazanacak, sana geleceğim ve iyileştireceğim seni." Gülümsedim. "Bekliyorum, beni sakın merak etme." Bunu bilerek söyledim, Doğan'ı rahat bıraksın diye ama sanırım bu mümkün değildi. "Hadi çok yorulma, uyu ve dinlen. Sakın ayağa kalkma, yemeğini ye ve Burak ne derse onu yap, işini biliyor o adam, seni iyi edecek." Gözlerim doldu, bu hastalık beni çocuklaştırdığı gibi çok da duygusal yapmıştı ve bu benim için çok sinir bozucu bir durumdu. "Uyumaktan sıkıldım, oturmak daha iyi geliyor hem. Burak da diğerleri de ne derse onları yapıyorum ve tekrar ediyorum; ben burada çok iyiyim, aklın bende kalmasın ve işine odaklan." "Tamam güzelim tamam, sen bir kapatmadan telefonu Doğan'a versene." Ona Doğan'ın yanımda olmadığını söyleyecekken mutfaktan çıkan ve Eva'nın odasına doğru gidecek olan Doğan'ı gördüm. "Ateş seni istiyor," dediğimde büyük birkaç adım attı, yanıma ulaştı, telefonu aldı. "Söyle kardeşim," derken karşıma oturdu, dikkatle dinledim onu. "Doğru kardeşim." Neyden bahsettiklerini merak ettim. "Tamam sen merak etme... Yok yok hiç ayrılır mıyım ben yanından?... Buradayım ve çok iyi o... Uras da iyi, şimdi çıkacağım yanına... Eva da iyi... Evi bombalamadılar Ateş, sakin ol... Tamam uyarırım adamları... Kapıda ambulans var zaten kardeşim... Tamam en ufak bir şeyde hemen hastaneye gideriz... Burak da burada Ateş... Çalışıyor adam, telefonla konuşuyor şimdi... Kendin ara... Lan yeter kapat! Git işine bak! Adamın asabını bozarsın yemin ederim... Lan iki saattir cevap veriyorum ya sorularına!... Sana siktir lan!" Aralıklarla kurduğu bu cümlelerden sonra sanırım telefonu Ateş'in yüzüne kapattı, elimi karnıma bastırdım, gülmeye başladım. "Lan keşke iğne mi zehir mi neyse bana yapsalardı! Bu ne lan? O zaman daha rahat olurdum! Allah kimseyi Ateş'le ve onun telaşıyla uğraştırmak zorunda bırakmasın! Düşmanımın bile başına vermesin diyeceğim ama yok onlara versin, her şey onlar yüzünden oldu zaten!" O kendi kendine söylenirken gülmekten kendimi hiçbir şekilde alamıyordum. "Tamam çok gülme! Şimdi bir şey olacak, Ateş benim ağzıma..." deyip sustu. "Neyse kötü bir şey söylemeyeyim şimdi. Hadi kalk seni odaya çıkarayım." Başımı olumsuz anlamda salladım. "İstemiyorum, burada oturacağım." Kaşlarını çattı. "Mira yapma, benim başımı Ateş'le belaya sokma. Senin o yatakta yatarken fotoğrafını görmediği sürece bana rahat vermeyecek," dedi, telefonunu çıkardı, yine bir şeyler yaptı ve yine bana uzattı. "Baksana şunlara bir, korkuyor bir de senden." Telefonu aldım, şimdiden gülmeye başlarken gözlerimi telefona çevirdim. Ateş: Şşt o kızı odaya çıkar. Ateş: İstemiyorum dese bile çıkar. Ateş: Sakın benim istediğimi söyleme, bir şeyler bahane et. Ateş: Bir de bana kızmasın şimdi. Ateş: Sana diyorum lan! Cevap versene! Elimi bir kez daha karnıma bastırıp güldüm, bu adam deliydi, bunu bugün tam anlamıyla anlamış oldum. Hem bana olsun, otur orada diyor hem de arkamdan Doğan'a böyle mesajlar atıyor. "Gidelim," dedim, ne Doğan'ı daha fazla bu zor durumun içinde bırakmak istedim ne de Ateş'in aklını bende. Tamam aklının bende olması çok güzel bir şey ama şu iş içindeyken beni düşünmemesi hepimiz açısından çok daha iyi olacaktı. Doğan'ın yardımıyla üst kata çıktım. Hazırlanan oda Ateş'in odası değil, onun yanındaki odaydı. Orası daha uygunmuş, öyle demişler. Odaya girdiğimde sanki bir evin odasına değil de bir hastane odasına girmiş gibi hissettim. Her şeyi düşünmüşlerdi. Yatağa uzandım, pikeyi üstüme çektim. Doğan yatağın tam karşısında olan büyük televizyonu açtı, kumandayı da yanıma bıraktı. Hemen ardından hastaneden çıkarken kendisinin aldığı telefonu da yanıma bıraktı. Bir bardak da su koydu komodinin üstüne. "Benim şimdi Uras'a ve Eva'ya bakmam lazım, seni biraz yalnız bırakacağım. Hemen döneceğim zaten ama olur da o arada bir şey olursa seslen, sesin yetmezse de ara." Ne kadar çaresiz bir cümle değil mi? Sesin yetmezse ara. İşte ben bu kadar çaresiz ve kötü bir durumdayım. "Tamam," demekle yetindim, Doğan başka bir şey demeden odadan çıkıp giderken açtığı televizyonun sesini biraz kıstım. Oturup televizyon izleyecek hâlim yoktu. Sadece biraz sessizlik istiyorum. Kendimi bile duymak istemeyecek kadar sessizlik istiyorum hem de ama bu mümkün değil, zihnimin içinde beni deli eden sesi susturamıyorum. Bana sürekli 'Sonun geldi, artık öleceksin,' deyip duruyordu. Karşımızdaki adamlar iç sesimi de kendi taraflarına çekmiş olabilirler mi? Kendi kendime düşündüğüm şeye güldüm, hepimiz kafayı yedik sanırım. En başta da ben, şu düşündüğüm şeye bak! Bu durumda bile kendimi güldürmeyi başarırken telefonum titredi, gülümsemem büyüdü, Ateş'ten geldiğini çok iyi biliyordum. Telefonun kilit ekranını kaldırdım, o an mesajların Ateş'ten değil de yine yabancı bir numaradan geldiğini gördüm. "Sakin ol Mira, sakin." Kendimi sakinleşirdim, mesaja dokundum ve okudum. 0542***: Mira Aksoylu. 0542***: Sıranı savdın, artık ölü sayılırsın. 0542***: Sevdiğin adam ölmeni göze aldı, hâlâ bizim peşimizde. Bizi bulabileceğini zannediyor. 0542***: Komik, trajikomik. 0542***: Gözlerini kapadığın ilk an ikinci sıradaki kişiye geçeceğiz. 0542***: Hiç değilse sen sevdiklerinin gidişini görmeyeceksin. 0542***: Benim aksime. Kaşlarımı çattım, yazdığı o kadar şey içinden ilgimi çeken ve merakımı cezbeden tek bir şey olmuştu. Hiç değilse sen sevdiklerinin gidişini görmeyeceksin, benim aksime. Ne demekti şimdi bu? Sevdiği birini kaybetmiş olmaktan bahsediyor. Tam da hepimizin tahmin ettiği gibi tüm yaşananların sebebi yine bir ölüm. Bunu hemen Ateş'e söylemem lazımdı ama anlatarak zaman kaybedemem, hem konuşunca çok yoruluyorum. Bu yüzden mesajların ekran görüntüsünü aldım, Ateş'e attım ve takıldığım cümleyi yazdım. Sanki benim ona mesaj atmamı bekliyormuş gibi görüldü oldu, bir dakika kadar sonra da mesajı incelemiş olacak ki cevap geldi. Ateş: Sakın mesaj yazma Mira, sakın! Ateş: Konuşma, umursama. Hatta okuma bile, moralini bozma. Ateş: Düşünme sen bunları, ben her şeyi hallediyorum. Ateş: Eve gelince anlatacağım olanları. Ateş: Her şey bir yana, yanına gelmek için sabırsızlanıyorum. Gülümsedim, kocaman gülümsedim hem de. Benim için o kadar endişeli ki mesaj üzerine konuşamadı bile. Ben de eve gelince konuşuruz zaten diye düşündüm, konunun üzerine gitmedim, mesaj yazdım. "Seni seviyorum." Evet, bunu yazdım. Çünkü içimden bunu yazmak geldi. Başka bir şey yazmak istemedim. Şu an telefona nasıl baktığını az çok tahmin edebiliyorum ve her şeyi unutup bunun keyfini çıkartıyorum. Ateş: Ben de seni çok seviyorum güzelim. Ateş: iki saate evdeyiz, herkes seni merak ediyor, bu manyaklar gelene kadar dinlen sen biraz. Hem mutlulukla gülümsedim hem de acıyla gözlerim doldu. Gülümsedim çünkü artık dört kardeşim varmış gibi hissediyorum. Onlar benim arkadaşım değillerdi, kardeşim olmuşlardı. Doğan, Erdem, Savaş ve Cansu. Tabii bir de Ateş vardı ama o ne arkadaşım ne de kardeşimdi. O sevdiğim adamdı, en sevdiğim ve en yakınımdı. Acıyla gözlerim doldu çünkü iki yıl öncesi aklıma geldi. Onlara yaptıklarımı düşündüm, kendi canımı yaktım. Eğer bir şansım olsaydı iki yıl önceye dönerdim ve o gün öfkemle hareket etmek yerine mantığımla ederdim. Bir yandan gülümseyip bir yandan geçmişin burukluğunu yaşarken gözlerim kapandı. Uyumadan hemen önce daha rahat nefes alabilmek için solunum maskemi takmıştım. Kaç kabus gördüm, kabuslarımda kaç kez öldüm bilmiyorum ama epey bir uyumuştum ve uykuda geçirdiğim o saatlerin ardından Ateş'in kocaman ve sıcacık olan elini şu anda yüzümde hissediyordum. Aynı zamanda alnımdan öptüğünü de hissetmiştim. Onun bana tanıdık olan dudakları sayesinde ayılmıştım uykumdan. "Ne zaman uyudu?" diye sordu fısıltı gibi çıkan sesiyle. "Çok oldu, dört saat olmuştur. Uras'a bakmak için odadan çıktım, döndüğümde çoktan uyumuştu. Ben de rahatsız etmedim, daha da uyanmadı." Doğan'ın sesini duydum, gözlerimi açmak Ateş'e bakmak ve onunla konuşmak istedim ama uyku beni bırakmıyor, içine çekmeye devam ediyordu. "Muayene oldu mu?" diye sordu Ateş bu kez de. "Oldu, geldiğinde de uyurken de Burak muayene etti. Bir değişiklik olmadığını söyledi. Siz gelmeden önce de hastaneye geçti, araştırmaya devam edecek. Diğer doktor hâlâ burada, ayarladığımız odaya geçti. Her saat başı kontrol edeceğini söyledi o da. Herkes elinden geleni yapıyor yani." Doğan uzun uzun açıkladı, uyurken muayene olduğumu bile fark etmemiştim. O kadar derin bir uykuya dalmışım meğerse. "Çıkalım, zor uyuyor zaten, uyanmasın," dedi Ateş, gözlerimi açmak istemediğim hâlde araladım. Gitmesini istemedim. O beni fark etmeyip yanımdan kalkacak gibi olduğunda yüzüme dokunduğu elini tuttum, bakışları hemen beni buldu. "Mira?" Sanki gidecekmiş gibi sımsıkı tuttum elimi. "Gitme." Sesim çok kötü çıktı. "Ben gidiyorum," dedi Doğan ve bizi yalnız bıraktı. Ateş tıpkı benim onun elini tuttuğum gibi o da elimi tuttu, sımsıkı tuttu. Hiç bırakmayacakmış gibi sıkı. "Gitmem," derken diğer eli de yüzümü buldu. "İyi misin?" Sordu, başımı salladım. "İyiyim." Eğilip alnımdan öptü, ardından önce sağ sonra da sol yanağımdan öptü. "Yalvarırım doğruyu söyle bana, kötüysen bileyim." Başımı olumsuz anlamda salladım. "Doğruyu söylüyorum Ateş, çok iyiyim ben," dedim, kendimi biraz zorladım, doğruldum ve yanağından öptüm. Daha sonra da dudaklarına minik bir öpücük kondurup geri çekildim, gülümsedim. "Hadi anlat," dedim, bir an önce anlatmasını istiyordum çünkü. "Neler oldu?" derken tamamen oturur pozisyona gelebilmiştim sonunda. Ateş arkamdaki yastıkları düzeltti, daha rahat etmemi sağladı. Merakla ona bakarken montunu çıkardı, ilerideki berjere doğru attı, bakışları beni buldu. "Çok bir şey olmadı." Bu cümleyi hiç sevmedim. "Sana bunu yapan adamın telefonundan bulduğumuz birkaç numarayla, iki adama ulaştık. Çok uğraştık konuşturmak için ama ağızlarını açıp da tek kelime etmiyorlar. Yine de denemeye devam ediyor bizimkiler, ben senin yanına geldim. Onlar şu an arkada, adamların yanındalar. Hepsini konuşturmaya çalışıyorlar ama..." deyip sustu, devam edemedi, onun yerine ben devam ettim cümleye. "Ama konuşmayacaklarını biliyorsun değil mi?" diye sordum, hiç itiraz etmeden başını salladı. "Konuşmayacaklar," diye yineleyerek de beni onayladı. Hiçbir şey demedim. "Öldürecek olsak da bir şey demeyecekler ama yine de deniyoruz işte." Yine sessiz kaldım. "Bir umut," diye ekledi, bana doğru eğildi, dudaklarını yanağıma bastırdı, geri çekildi. "Her şey güzel olacak." Beni sakinleştirmeye çalıştı, hâlâ ellerimi tutuyordu. "Sen de gidecek misin?" Sordum, başını salladı. "Gideceğim ama önce iyi olduğundan emin olmam lazım." "Ateş..." Sözümü kesti. "Güzelim lütfen sakın bana ben de geleyim deme," deyince afalladım, böyle bir şey demeye hiç niyetim yoktu zaten. "Öyle bir şey demeyecektim Ateş," deyip omuz silktim. "Gelmeyi çok istiyorum ama demeyeceğim korkma. Sadece bana artık iyi misin diye sorup durmanı istemiyorum. Çünkü..." Ve yine sözümü kesti. "Çünkü bana yalan söylemek istemiyorsun," diye kendisi tamamladı cümlemi. Ona söyleyeceğim şey tam olarak bu değildi ama gizlediğim şey tam olarak buydu. "Ben sana iyi misin diye sordukça sen bana evet iyiyim diyerek yalan söylüyorsun ama bunu yapmayı da istemiyorsun." Ben bile düşündüklerimi, içimdekileri bu kadar düzgün dile getiremezdim. "Öyle," demekle yetindim, o bana söyleyecek bir şey bırakmamıştı zaten. "Sen bana yalan söylemiş olmuyorsun Mira, ben senin gözlerine bakınca ne düşündüğünü ne hisettiğini çok iyi biliyorum. Gözlerin yalan söylemediği sürece bana yalan söylemiş sayılmazsın." Güldüm. "Beni mi teselli ediyorsun kendini mi?" diye sordum, gayet ciddi bir ifadeyle cevap verdi. "İkimizi de," deyip kendisi de güldü. "Sana attığım mesajları gördün değil mi? Her şey yine birinin ölümüyle başlamış gibi, sence de öyle değil mi?" Kolunu omzuma attı, canımı yakmadan beni kendine çekti. Başımı göğsüne koydum. Saçlarımdan aldığı ılık nefesi hissettim. Eşzamanlı olarak küçük bir öpücük kondurdu saçlarıma, bu beni gülümsetti. "Gördüm güzelim, mesajlara bakılırsa ortada senin dediğin gibi bir şey var ama..." Yine devam edemedi, yine sustu. Merakla ona bakarken susmaya devam etti. "Lütfen bana sadece doğruları söyle Ateş, hastayım diye bir şeyler gizleme," dedim, başımı kaldırdım, gözlerine baktım. "Lütfen," diye ekledim, elleri saçlarımı okşarken başını salladı, yeniden konuşmaya başladı. "Oyun da olabilir, şaşırtmacalı bir yoldur bu. Adamlar günlerdir kendileri hakkında herhangi bir şey öğrenmemize izin vermiyorlar. Sırf öğrenmeyelim diye ellerinden gelen her şeyi yaptılar, bunun uğruna her şeyi göze aldılar. Şimdi onları bu şekilde daha ayrıntılı bir şekilde ararken böyle bir mesaj gelmesi, ipucu vermeleri çok saçma." Heyecanla kaldırdım başımı, yüzüne baktım. "O zaman doğru yoldasınız." Tek kaşını kaldırdı, anlamsız bir bakış attı. "Eğer bizi başka bir yola çekmeye çalışıyorsa gittiğiniz yol doğru demektir. Bugün her ne yaptıysanız onlara yaklaşmışsınız Ateş." "Öyle, yani belki." Yine umutsuz konuşuyordu. "Mesajlar doğru da olabilir, o zaman bunu böyle bir sonuca bağlayamayız." "Öyle," dedim ben de ama birinci ihtimal bana daha mantıklı gelmişti ve inşallah birinci ihtimal doğrudur. Çünkü o zaman savaşı kazanmaya yakınız demektir. Hem de çok yakın. "Hadi git." Bir anda söylediğim şeyle kaşlarını çattı. "Ben şu an kovuldum mu?" Sordu, başımı salladım. Konuşmaktan çok başımla anlaşıyordum. Çünkü konuşmaktan daha kolay geliyordu. "Kovulmak demeyelim de işe yolladım diyelim." Tek kaşını kaldırdı, inanmaz bir bakış attı. "Onların yanında olmak istediğini biliyorum. Ayrıca gerçekten de onların yanında olman gerekiyor. Bu yüzden hadi git ve konuştur artık şu adamları." İç çekti, bu konuda hiçbir şekilde umudu yoktu ama benim var, olması lazım. "Beni öpmeyi bırak ve git adam döv diyorsun yani öyle mi?" Güldüm. "Öyle diyorum, benimle öpüşüp koklaşmayı bırak ve git döv o adamları. Döv ve konuştur." Yüzünde muzip bir ifade oluştu. "Öpüşme işini hallettik çoktan ama henüz koklaşma kısmına geçemedik." Söylediği şeyle afalladım. "Ne?" Bana doğru eğildi, kulağıma fısıldadı. "Bir an önce iyileştireceğim seni sonra da bu heriflerin hepsi cezalarını bulacaklar. En sonunda tüm her şey bittikten sonra elinden tutacak ve seni tatile götüreceğim. Buradan çok uzağa götüreceğim. Her şeyden uzağa, o kadar uzağa gideceğiz ki kimse tanımayacak bizi. Koklaşma işini de o zaman hallederiz artık." "Ya Ateş bu kadar işin arasında bunu mu düşünüyorsun!" derken güldüm, yavaşça omzuna vurdum. Beyefendi bir de elini vurduğum yere koydu, acı çekiyormuş gibi davrandı. "Abartma istersen," dedim, o sırada öksürdüm, oyunu falan bıraktı, benim için telaşlandı. "İyi misin?" dediğinde birkaç kez daha öksürdüm, bunu bilerek yapmıyordum. "İyiyim iyi." Bunu derken bile öksürdüm ama kendimi çabucak toparladım. "Sorun yok," diye de ekledim. "Emin misin?" Sordu, gözlerimle onayladım. Bundan emin olunca yüzündeki o endişe gitti, yine muzip bir ifadeyle bakarak konuştu. "O zaman soruna cevap vereyim." "Hangi soruma?" "Dedin ya bu kadar işinin arasında bunu mu düşünüyorsun diye?" Hâlâ orada mıydı bu? "Evet, cidden bu kadar işin, sorunun arasında bunu mu düşünüyorsun?" Yineledim sorumu. "Hayır düşünmüyorum," dedi ama bunu öyle bir ses tonu ve yüz ifadesiyle söyledi ki ardından başka bir şey geleceğini anladım. "Ben zaten hep bunu düşünüyorum, bunun arasında işi gücü düşünüyorum." Gözlerimi kıstım, öldürücü bakışlar attım, bir de benimle dalga geçiyordu. "Ben de diyorum biz niye hâlâ bu işi çözemedik?" Ona ayak uydurmaya karar vermiştim. "Beyefendinin aklı nerelerdeymiş de haberimiz yok!" "Nerede olacak kızım? Burada işte aklım, yanımda," derken gözleriyle beni gösterdi. "Sen geç dalganı geç." Bir kez daha kolunu omzuma attı, kendine çekti. "Dalga geçmiyorum ama neyse, öyle olsun," deyip bir kez daha dudaklarını saçlarımda hisettim. "Tatil konusunda da çok ciddiydim güzelim, şimdiden nereye gideceğimizi düşünsen çok iyi olur," deyip ayağa kalktı. "Yurt dışı istersen Avrupa iyidir, Türkiye içinde de Ege iyi olur bu zamanlarda ama yine de sen bilirsin." Ciddi ciddi tatil planı yapmam için beni yönlendirirken şaşkınca baktım ona. "Şimdi ben bizimkilerin yanına gidiyorum, yardım edeceğim. Bir saate kadar gelirim, sen düşün." Hâlâ düşünmemi istiyordu, şimdilik düşüneceğim en son şey bile değildi ama yine de bozuntuya vermedim, başımı salladım. Ateş de bana göz kırptı, başka hiçbir şey söylemeden çıktı ve gitti. Ben de yeniden uzandım yatağa, oturmaktan sırtım ağrımaya başlamıştı zaten. Ateş'in de istediği gibi hiçbir şey düşünmeden bir kez daha uyumaya çalıştım ama olmadı. Bu arada siz de fark ettiniz değil mi? İlk defa hiç kimse, özellikle de Ateş hiçbir şekilde yemek mevzusuna girmedi. Yemek yedin mi? diye soran olmadı, getiren bile olmadı. Çünkü yiyemeyeceğimi, yesem bile bunun beni daha kötü edeceğini çok iyi biliyorlardı. Bunları düşünürken gözlerim kapandı. Verdikleri ilaç sürekli uyumama neden oluyordu. Aradan geçen birkaç dakikanın ardından uyuyacak gibi olduğumda odanın kapısının açıldığını duydum. Gözlerimi açtım, o tarafa baktım. Ateş ne çabuk işini bitirdi de geldi diye düşünürken Uras'ı gördüm. O, bu odada görmeyi beklediğim son kişi bile değildi. Ağır adımlarla yanıma geldi. Şaşkın gözlerle hastane odasına benzeyen bu odaya ve berbat görünen bana bakıyordu. "Sen," dedi, sesi korku dolu çıkarken bakışları da aynı şekilde korku içeriyordu. "Hasta mısın?" diye sordu bir çocuk gibi. O sırada çoktan yanıma ulaşmış, başımda dikiliyordu. "Evet," dediğimde bir anda telaşla yatağın kenarına oturdu. Gözleri üzerimde hızlı hızlı geziniyordu. Merakla ona bakıp ne yapacağını beklerken konuştu. "Seni de mi hasta ettiler?" diye sordu, şaşkınca kaldım. "Seni de mi onlar böyle yaptı?" O sorarken yataktan destek alıp oturur pozisyona geldim. "Bu ne demek şimdi?" Ben de sordum. "Seni de derken?" Bakışlarını kaçırdı benden. "Uras," dedim bana bakması için. Gözleri iri iri olmuştu, korkuyordu ve telaşlı gibiydi. Bu telaşlı hâline bir anlam veremiyordum. "Benimle konuşabilirsin," dediğimde gözleri beni buldu. "Bir şeyler mi hatırlıyorsun?" Heyecanla sordum, ilaçlarını kullanmayı bırakmıştı, daha doğrusu değiştirildiğini düşündüğümüz ilaçları kullanmayı bırakmış ve orijinallerini kullanmaya başlamıştı. Bu onda bir şeyleri değiştirmiş gibiydi. "Hayır," dedi, ayağa kalktı. "Hatırlamıyorum!" Yalan söylediğini anladım, o bir şeyler hatırlıyordu ve bu işimize yarayabilirdi. Belki de onlara ulaşamamızı sağlayan Uras olacaktı. "Uras," dedim, ayağa kalkmaya çalıştım. Bu canımı çok yaktı ama umursamadım, buna rağmen kendimi zorlayıp kalkmaya çalıştım ama ben daha kalkamadan buna gerek kalmadı çünkü Uras yeniden yanıma oturdu. "Korkma Mira," dedi çok sakin çıkan sesiyle. Merakla ona bakarken korkusu da telaşı da yok olmuştu. Şu an sadece heyecanlıydı. "Seni iyileştireceğim." Kaşlarımı çattım, söylediklerine anlam vermeye çalışıyordum. "Bekle beni burada, hemen gelecek ve seni iyileştireceğim," deyip yine ayağa kalktı. "Bekle beni burada tamam mı? Sakın gitme," diyerek koşarak odadan çıktı. Bunu Ateş'e anlatmam lazımdı. Haberi olması gerekiyordu. Hem de bir an önce. Bu yüzden hızla telefonumu aldım elime, Ateş'i aradım. "Aradığınız kişiye şu anda ulaşılamıyor. Lütfen daha sonra tekrar..." Devamını dinlemeden telefonu kapattım, muhtemelen şarjı bitmişti. Bir yandan yataktan kalkmaya çalışırken bir yandan da Doğan'ı aradım. Aşağıya inmeye niyetim yoktu. Zaten inemezdim, gücüm yetmezdi. Birine ulaşmam lazımdı ama olmadı. Çünkü Doğan'ın telefonu çaldı çaldı açan olmadı. Pes etmeyip Erdem'i aradım. Onun da aşağıda olduğundan emindim. Telefon daha bir kez çalmasıyla bir anda kapandı, neden açmadı diye düşünürken kapananın benim elimdeki telefon olduğunu ve sarjimın bittiğini anlamış oldum. "Tam sırasıydı!" deyip kapıya baktım, odadan çıkmam bile yeterdi. Elbet birini görür, aşağıya haber gönderirdim. Uras yeniden eski hâline dönmeden Ateş onunla konuşsa çok iyi olacaktı. Attığım her adımda kemiklerim kırılıyormuş gibi hissederken kapıya doğru küçük adımlarla yürümeye devam ettim. Fakat ben daha sadece birkaç adım atmışken odanın kapısı açıldı, Uras yeniden odaya girdi. "Mira!" dedi, hızla yanıma geldi, elindeki ilaç kutularını fark ettim. "Bak sana ilaç getirdim," dedi, ilaçları komodinin üzerine bıraktı, hepsini tek tek açıp içinden birer tane çıkardığını fark ettim. "Bunlar beni iyi edecekmiş, Ayşe öyle söyledi." Ayşe Hanım onun bakıcısıydı. "Seni de iyi edecek, bunları içmen lazım." Onun böyle konuşması beni korkuttu, istemsizce bir adım geri gittim. Korktum çünkü ona karşı koyacak gücüm yoktu. Uras her ilaçtan bir tane aldıktan sonra bana döndü, bana doğru gelirken bir iki adım daha geriye doğru attım. "Hadi hemen iç bunları, iyileş," dediğinde yanıma ulaştı, ilaçları uzattı. "Ben kendi ilaçlarımı içtim," dedim, odaya birilerinin girmesi için içten içe dua ediyordum. "Olmaz Mira olmaz! Senin bunları içmen lazım!" dedi, aramızdaki mesafeyi kapattı, ilaçlardan birini dudaklarıma yaklaştı. "Hadi aç ağzını! Hadi iç şunu! İyi olacaksın!" "Uras hayır!" dedim, ona karşı koymaya çalıştım. Normal bir zamanda bu benim için çok basitti ama şu an parmağımı bile zor hareket ettirirken ona gücüm yetmiyordu. "Bunları içmen lazım!" Zorlamaya devam etti, kalan tüm gücümü topladım, onu itmeye çalıştım. Bunu yaptığım için Uras'ın elindeki ilaçlar yere döküldü. O sırada canım yandı, acıyla bağırdım, bu sesimi da duyarlardı herhalde diye düşünürken elimi karnıma bastırdım, iki büklüm oldum. Tüm bedenim kasıldı. Dün gece hastanede olan şey gibi oldu, dizlerim titremeye başladı. "Ne yaptın sen? Onlar seni iyileştirecekti!" Uras kızdı ama şu an umurumda olan o değildi, yatağa oturmak istiyorum. Birileri gelsin ve bana yardım etsin istiyorum. "Her şey mahvettin! Duyuyor musun? Her şeyi! İyileşemeyeceksin artık! İlaçlar gitti!" O kendince bir şeyler söylerken düşecek gibi oldum, o sırada iki kolumdan birden tuttu Uras. Fakat bunun nedenini düşmemi fark edip bana yardımcı olmak değil, onu ittiğim için hesap sormaktı. Bunu fark ettiğim an çok korktum. "Her şeyi mahvettin!" dedi bir kez daha, tuttuğu kollarımı ondan kurtarmaya çalıştım. "Bırak! İyi değilim bırak! Oturacağım," diye kızdım ama onun beni anlayacak hâli yoktu. "İyi değilsin! İlaçları mahvettin! Ben de iyileşemem artık! Ayşe çok kızacak!" Kendini kaybetmişti, farkındayım. O da iyi değildi, geldiği ilk günden beri iyi değildi ama şu an burada böyle olması da hiç iyi olmamıştı ve sanırım ondan kurtulmam için yapmam gereken tek şey vardı. "Mahvolmadı, kızmayacak Ayşe sana," dedim sakince, madem gücüm yetmiyor ondan kurtulmaya, aklıyla oynarım. Canım şu an çok yanıyor, hatta canım çıkıyormuş gibi hissediyorum ama o gitmezse daha çok yanacak. "Ben biliyorum, o ilaçlardan aşağıda daha çok var salonda. Hani sürekli bilgisayarını alan..." Nefesim kesildi, derin bir nefes aldım. Siz hiç acıdan bedeniniz soğukta kalmış bir kuş gibi tir tir titrerken ayakta kalıp konuşmaya devam ettiniz mi? Ben şu an bunu yapmaya mecburdum. "Adam var ya?" diye devam ettim cümleme. "İlaçları da o aldı, gidip ondan almalısın." Onu Doğan'a gönderdim, o inerse muhtemelen bir sorun olduğunu anlar, birileri yanıma gelirdi. Gelmezlerse bile ben şimdilik Uras'tan kurtulmuş olurdum. "Öyle birisi yok!" dedi bir anda Uras, işte bunu beklemiyordum. "Yalan söylüyorsun yok! Sen..." derken bir anda beni bıraktı. "Sen de onlardansın!" Kaşlarımı çattım, bir kez daha düşecek gibi oldum, yanında durduğum berjere tutunup ayakta kalktım. "Her şey sizin yüzünüzden oldu her şey! Cezanı çekeceksin!" demesi, beni bir kez daha kollarımdan kavraması ve artık tamamen güçsüzleşen bedenimi arkamdaki duvara defelarca çarpması bir oldu. Yaptığı şeyle gözlerimin önü karardı, duvara çarpan başım kanadı, o kollarımı bıraktığı ilk anda kendimi odanın içinde boylu boyunca yatarken buldum. Buna rağmen uyanık kalmaya çalıştım ama olmadı, gözlerimin önü karardı. Kendimden geçerken gördüğüm en son şey kendini kaybetmiş olan Uras'ın odadan kaçarcasına çıkıp gittiğiydi. Bölüm Sonu! Selamlarrr nasılsınız? Neler yapıyorsunuz? Aman Uras Beyciğim ne yapıyorsunuz? Mira'ya zarar vermeyen bir sen kalmıştın zaten hdjsjjsjshs hikâyeye giren her karakter bir kez Mira'ya bir şey yapmadan rahat edemiyor valla hdjjshsjsjjsjsh Sizce yeni bölümde neler olacak? Mira'ya bir şey olur mu dersiniz? Bölümde en sevdiğiniz sahne hangisi oldu? Buraya bölümü en iyi anlatan emojiyi bırakabilirsiniz. Bölüm hakkındaki yorumlarınızı buraya yazabilirsiniz.✨ Yeni bölüm alıntısını okumak ve duyurulardan haberdar olmak için beni sosyal medyadan da takip edebilirsiniz.💫 Bir sonraki bölümde görüşmek dileğiyle... Kendinize çok iyi bakın, sevgiyle ve sağlıkla kalın.♡ Instagram: gizzemasllan Twitter: gizzemasllan SİZİ ÇOK SEVİYORUM.♡ |
0% |