@gizzemasllan
|
Selam suç ortaklarım ✨ Bölüme başlamadan önce yıldızı parlatırsanız çok sevineceğim.💫 Buraya ben de sizin için kalp ve yıldız bırakıyorum.⭐♡ Sizinkileri de bekliyorum.❥ Keyifli okumalar. <3 **** 74. BÖLÜM "SAVAŞIN BİTİMİ" Göz kapaklarımın üzerinde bir kaya kütlesi varmış gibi hissediyorum. Gözlerimi açmak istiyorum ama bu his yüzünden bunu yapmak zor geliyor. Aynı zamanda başımda o kadar büyük bir ağrı var ki çatlayacakmış gibiydi ve etrafımdaki sesleri uğultu gibi duyuyordum. Gözlerimi açmadan kendimi biraz olsun toparladım. Sesleri daha net algılamaya başlarken duyduğum ilk şey Ateş'in öfkeli sesi oldu. "Ya abi nasıl olur bu? Nasıl kimse duymaz? Lan biz bu kızı evde bile koruyamıyoruz!" Yine kendini suçluyordu, acaba dışarıdan birinin mi geldiğini düşünüyordu? Uras'ın yaptığından haberleri var mıydı? "Oğlum senin, bizim ne suçumuz var? Kız uyusun diye yalnız bıraktık, arkaya geçtik. Biz nereden bilelim Uras'ın böyle bir şey yapacağını? O da bu kız da odasında uyuyordu! Biraz sakin ol Ateş, bu kadarına da yetişemeyiz, bu kadarını tahmin edemeyiz. Olan olmuş bir kere, bundan sonra daha dikkatli oluruz." Doğan Ateş'i sakinleştirmeye çalışırken gelen diğer seslerden herkesin burada olduğunu anlamış oldum. Kendimi zorladım, gözlerimi araladım. İlk gördüğüm şey ışık olurken gözlerim kamaştı, kapattım. Birkaç kez kırpıştırdıktan sonra ışığa alıştım. "Uyandı," diyen Cansu'yu duydum, elim istemsizce başıma gitti. Eşzamanlı olarak bir kez daha gözlerimi açtım, Ateş'in endişeli gözleriyle karşılaştım. Işıkla arama o girmişti. "Mira." Sesi yüzündeki endişeli ifadeyi destekler nitelikte çıkmıştı. "Güzelim," dedi, gözlerimi birkaç kez kapatıp açtım. Kendimi daha iyi hissedince konuşmak istedim, boğazımın çok kuruduğunu fark ettim. "Su verir misin?" diye sordum, Cansu hemen harekete geçerken Ateş doğrulmama yardımcı oldu. Ben doğrulana kadar Cansu su getirdi, Ateş'in yardımıyla içtim. O sırada Cansu'nun gözlerinin dolu olduğunu fark ettim. Diğerlerine baktım tek tek, onları da kötü gördüm. Bana bakıyorlardı ama acıyla, merhametle bakıyorlardı. Hepsinin bakışlarının bu denli değişmesine neden olacak kadar mı kötü görünüyorum? Suyumu içtikten sonra gözlerimi Ateş'e çevirdim. "Bakma bana öyle, iyiyim," dedim, bu dediğim onu kızdırdı. "İyi mi? Hâlâ iyiyim mi diyorsun?" Kızdı, konuşmak için dudaklarımı araladım, engel oldu. "Şu hâline bak! Nasıl olur da hiçbir şey duymayız anlamıyorum!" Bu cümlesiyle kızgınlığının kendisine olduğunu anladım. "Beni, Doğan'ı, Erdem'i aramışsın ama duymadık! Sikeceğim böyle işi!" deyip yanımdan kalktı. "Kızı burada bırakıp gidiyoruz! Yardım istemek için de bizi aradığında telefonu açmıyoruz!" O söylenirken onu rahatlatacağını düşündüğüm o cümleyi kurdum. "Ben sizi yardım istemek için aramadım ki." Ateş'in gözleri beni bulurken onu izleyenlerin gözleri de bir bir beni buldu. "Niye aradın o zaman?" diye sordu, anında yanıtladım. "Uras'ta bir tuhaflık vardı, buraya geldi..." Ateş yine sözümü kesti. "Buraya geldi, seni dövdü ve gitti!" diye kızdı hemen, hasta olduğunu bildiği hâlde ona bile öfke doluydu. "Öyle olmadı, ayrıca bilerek yaptığı bir şey değildi. Onun iyi olmadığını buradaki herkes biliyor!" Onu savunmam Ateş'i daha da kızdırdı, sanki bahsettiğimiz kişinin kardeşi olduğunu çoktan unutmuş gibiydi. "Ateş," dedim onu sakinleştirmek için gayet sakin çıkan sesimle ve devam ettim. "Bana yardım etmeye çalıştı." Bu cümlemle hepsinin yüzündeki öfke yok oldu, şaşkınca kaldılar. Bu arada rahat rahat konuştuğumu ve vücudumdaki acıların dindiğini fark ettim. İlaç filan mı almıştım yine? "Ne demek bana yardım etmeye çalıştı?" diye sordu Ateş, anlatmaya devam ettim. "Yardım etmeye çalıştı işte," deyip yerlere baktım, ilaç göremedim. "Hastasın dedi, seni de benim gibi hasta etmişler dedi. Ben ilaçlarımı aldım, iyileşiyormuşum sen de iç dedi. Zorla ilaçları içirmeye çalıştı, ben de direnince sen de kötü birisin falan deyip duvara doğru itti," dedim, herkes beni dikkatle dinliyordu. Duvara itmekle kalmayıp birkaç defa çarpmıştı ama bu kadar detaya gerek yoktu. Ona kızgın değilim çünkü bilinçli yaptığı bir şey olmadığını biliyorum. "O iyi değil, bunu hepimiz biliyoruz. Küçük bir çocuk gibi davranması çok normal. Zihni küçük bir çocukken bedeninin 22 yaşında bir gence ait olması gücünü kontrol edememesine neden oluyor. Bile isteye yapmadı yani bunu. Şimdi bu yüzden bunu boş verin ve sadece söylediklerine odaklanın," dedim ama şu an hiçbir biri hiçbir şey anlamamış gibiydi. "Seni de benim gibi hasta etmişler dedi diyorum size." İşte o an hepsinin gözündeki o parlamayı gördüm. "Bunun öylesine söylenmiş bir şey olduğunu düşünmüyorum. Uras bir şeyler hatırlamaya başlamış olabilir. Tahmin ettiğimiz gibi zaten onu ilaçlarla bu hâle getirdilerse biz onu o ilaçlardan kurtardık. Şimdi o da bizi kurtarabilir. O adamları görmüş, o adamları tanıyor olabilir. Gidin konuşun onunla." Söylediğim şey hepsinin aklına yatmış gibiydi, bu bariz belli oluyordu. "Hadi lütfen," dedim, bir an önce gitsin konuşsunlar, bir an önce bir şeyler öğrenip o adamları bulsunlar ve ben bu hastalıktan kurtulayım. Artık başka hiçbir şey istemiyorum. "Kız haklı," dedi Erdem, bana birinin hak vermesi güç de verdi, devam ettim. "Hatta gerekirse aşağıdaki adamların yanına götürün onu, belki onları da görmüştür. Eğer tanıdık birilerini görürse bir şeyler hatırlaması çok daha kolay olur." Ateş Erdem'e, Erdem Ateş'e baktı. Daha sonra ikisi de Doğan, Doğan da onlara baktı. Bu bakışmaya bir anlam vermeye çalışırken üçü birden Savaş'a döndü, Savaş zaten onlara bakıyordu. O dörtlü arasında böyle saçma bir bakışma geçerken onlardan ayrı olan Cansu'ya döndüm. "N'oluyor Cansu?" Cansu'nun gözleri beni buldu. "Anlamadım ben de." O bunu söylerken Ateş'in bakışları sonunda yeniden beni buldu, bir açıklama bekledim, Doğan ondan önce davrandı. "Tanıyorsa da tanıyamaz artık." Başta anlamadım, tam nedenini soracakken anladım ve gözlerim istemsizce hepsinin elini buldu. Dördünün de ellerinin yüzü yara bere içindeydi ve ben bunun ancak şimdi farkına varıyorum. Doğru ya bunlar adamları konuşturmak için yoklardı zaten yanımda ve konuşturmak için bunu yapacaklarını çok iyi biliyordum. Başka ne yapacaklardı ki zaten? Adamların yanına gidip 'Beyler rahatsız ediyoruz ama rica etsek bizimle konuşup bir şeyler anlatır mısınız?' mı diyeceklerdi? "Anladım," dedim sadece, başka ne diyebilirim ki bu durumda? "Nasıl anladın kız? Daha bir şey demedik ki." Doğan'ın sorusuna değil ama o soruyu soruş tarzına güldüm, canım yanınca çok uzatmadım ama. "Adamları konuşturmak için dövdünüz ve hepsi tanınmaz hâlde şu an değil mi?" diye sordum, hepsi birbirinden habersiz aynı anda başlarını salladılar. "O kadar da dövmüş olamazsınız ama, yine de tanıdık gelecektir illa ki! Adamlara estetik ameliyatı yapmadınız sonuçta! Siz yine de Uras'ı oraya götürün," dedim, Ateş tam beni onaylayacak gibi olurken Savaş araya girdi. "Yoo o kadar da dövdük." Gözlerim onu buldu, gayet rahat bir şekilde söylemişti bir de bunu. "Tamam kapatalım bu konuyu," deyip Ateş yanıma geldi. "Bunları biz hallederiz, sen sadece burada yat ve dinlen. Hiçbir şey de düşünme tamam mı?" diye sordu, başımı salladım ama bu mümkün değildi. Mira Aksoylu ve hiçbir şey düşünmemek mi? Komikmiş. "Uras nerede?" diye sordum, şu an her şeyden çok bunu merak ediyordum çünkü o da çok korkmuştu. "Odasında," dedi Ateş, ona olan öfkesini görebiliyordum. "Ona bu kadar kızman doğru değil, kendinde olmadığını biliyorsun." "Biliyorum ama yine de..." Devam etmesine izin vermedim. "Aması falan yok, eğer bunu isteyerek yapmış olsaydı emin ol bu hâlimle bile hak ettiğini yapardım ona ama kendinde değildi. Şimdi git onu al ve buraya getir, düzgünce konuşmaya çalışalım. O bize yardım edecek çok iyi biliyorum," dedim, saate baktım ve küçük bir hesaplamanın ardından ona döndüm. "26 saatimiz kalmış." O an korktuğunu hissettim. "26 saat sonra bu oyun istesek de istemesek de bitecek, her yolu denememiz lazım." O an vücudumdaki sızıları yavaş yavaş hissetmeye başladım ama bunu hiçbir şekilde belli etmedim. "Ben Uras'ı getiriyorum," dedi Doğan ve odadan çıktı, işte sonunda istediklerim oluyordu. "Umarım gerçekten de bize yardım eder," diyen Cansu'ya döndüm. "Bir şeyler bildiğini hissediyorum Cansu." Onun da gözleri beni buldu. "O an siz de yanımda olsaydınız, eminim siz de aynı şekilde düşünecektiniz." Ben onunla konuşurken odanın kapısı açıldı, hızla o tarafa çevirdim başımı ve odaya giren Uras'ı gördüm. Onu son gördüğümün aksine korku dolu değildi. Merakla ona bakarken gözleri beni buldu. Durup kaldı. Gözlerini kıstı, dikkatle baktı yüzüme. Sonra kaşlarını çattı, öfkelendi. "Sen," dedi bana doğru gelirken, o kadar büyük bir öfkesi vardı ki şu an, sanki aynı şeyi yine yapacak gibiydi fakat bu kez korkmadım. Hâlâ kendini koruyacak bir durumda değilim ama bu kez bunu benim yerime yapacak olan bir sürü kişi var odada. "Ona güvenmeyin!" dedi Uras bir anda, benim de kaşlarım çatıldı, devam etti. "O kötü birisi! Ona güvenmeyin! Her şeyi mahvetti!" dedi, bana doğru atıldı öfkeyle, Ateş hemen ayağa kalktı, ona engel oldu. "Çekil önümden! Onun hemen buradan gitmesi lazım! O kötü birisi! İlaçları yok etti! Bizi mahvetti!" Uras telaşlı telaşlı konuştu. Benim dışımda herkes söyledikleri yüzünden şaşkındı çünkü bu odada olanları tam olarak bilmiyorlardı. İlaçlar dökülünce her şeyi benim mahvettiğimi düşünmeye başlamıştı. "Doğru söylüyor!" dedim, herkesin bakışları beni buldu. "Ben kötü biriyim, ilaçları mahvettim." Uras'ın söylediklerini doğruladım. "Mahvetmeye de devam edeceğim," diye devam ettim. "Mira ne diyorsun sen?" diye sordu Cansu, şu an açıklama yapacak durumda değildim, açıklama yaparsam bunu Uras da duyardı çünkü. "Ve sen bunu olmasını istemezsin," diye devam etti konuşmaya Ateş, neyse ki o ne yapmaya çalıştığımı anlamıştı. "Bundan da bizi ancak sen kurtarabilirsin. Hadi bize hatırladığın şeyleri anlat. Biz de suçluları bulalım ve bitsin bu iş." Ateş tam da yapmak istediğim şeyi yaptı, şimdi gerisi Uras'a kalmıştı, onun ağzından çıkacak her kelime bizim için çok önemli olacaktı. "Bir şeyler hatırlıyor musun?" diye sordu Ateş, merakla baktım Uras'a. Ateş'e cevap vermek yerine öfkeyle bana bakıyordu. Ben de hiç çekmedim gözlerimi ondan, gözlerinin içine baktım. Bana öfkelensin ki hatırladığı herhangi bir şey varsa anlatsın istedim. Birkaç dakika sonra Uras gözlerini benden çekti, abisine baktı. Uzun uzun baktı hem de. Sanki bir şeyler söyleyecek gibiydi. Ya da ben o kadar heyecanlıyım ki yaptığı her şeyi buna bağlıyorum. "Bir şeyler hatırlıyor musun abiciğim?" diye sordu Ateş bir kez daha ama Uras'tan yine cevap alamadı. Uras ilk geldiği günün aksine çok daha iyiydi ama hâlâ tam anlamıyla iyi değildi. İyileşmesi için biraz daha zamana ihtiyacı vardı fakat artık hiç değilse sürekli bize 'Siz kimsiniz? Beni buraya neden getirdiniz? Selin nerede?' gibi sorular sormuyordu. Çoktan bu evde olmaya alışmıştı. Benim dışımda diğerlerine de alışmıştı. Benim ise düşman olduğumu düşünüyordu. Son birkaç saattir. "Neyi hatırlamam gerekiyor?" diye sorarken elini ensesine attı, aklı karışmış gibiydi. "Herhangi bir şey." Ateş anında bu yanıtı verdi ona. "Buraya gelmeden önce yaşadığın herhangi bir şey olabilir Uras, iyice düşün." Ateş'in yalvarırcasına çıkan sesiyle sordu. Uras gözlerini yere çevirdi, uzun uzun düşündü. Şu an herkes ona bakıyordu merakla. "Ben," deyip gözlerini kapattı, düşünmek için kendini zorluyordu. Dudaklarımı ısırdım, heyecanlandığım için kalp atışım hızlandı. "Ben..." Yine aynı şeyi söyledi Uras. Sonra yeniden gözlerini açtı, bakışları hâlâ yerdeydi. Sonra bir anda elini başına götürdü, yüzünü buruşturdu. Neler olduğunu anlamaya çalışırken eli bu kez de karnına gitti. "İyi misin?" Ateş endişeyle sordu, Uras telaşla banyoya yöneldi. Herkes ona bakarken peşinden giden bir Ateş oldu. Birkaç saniye içinde banyodan gelen seslerden kustuğunu anladım. Ne olmuştu şimdi birdenbire? İnsan hiç çok düşünüyor diye kusar mıydı? "Oğlum ne oluyor lan?" Erdem bunu sorarken banyoya doğru yürüdü, o da girdi yanlarına. "Ay şu an bunu söylemek istemezdim ama benim de midem bulandı," dedi Cansu, gözlerim onu buldu. Onun da eli karnındaydı ve yüzünü buruşturmuştu. "Bir elimi yüzümü yıkayayım," diyerek odadan çıktı, odada kalan Doğan ve Savaş'a döndüm. "Beraber bir şey mi yediniz? Dokunmuş olabilir." Savaş başını olumsuz anlamda salladı. "Hayır, hatta hâlâ hiçbirimiz hiçbir şey yemedik." Aldığım cevap bu durumu daha çok sorgulamama neden oldu ama sonra içimden Cansu'nun bu durum yüzünden midesi bulanmıştır diye düşünerek sorgulamayı bıraktım ve banyodan çıkan Erdem'e baktım. "Ne oluyor?" Bakışları beni buldu. "Bilmiyorum, midesi bulandı herhalde bir anda, çıkardı," dedi, ellerini göğsünün altında birleştirdi, banyonun yanındaki duvara yaslandı. Hemen ardından Ateş, onun arkasından da Uras çıktı. "Hatırlamıyorum hiçbir şey! Rahat bırakın beni!" diye kızdı Uras ve bana öfkeli bir bakış atıp kapıya yürüdü, odadan çıktı. "Bir şeyler hatırlıyor." Ateş'in söylediği şeyle ona döndüm. "Hatırlıyor mu?" Gözleriyle onayladı beni. "Hatırlıyor, çok belli fakat korkuyor anlatmaya. Tanımıyor bizi, abisi olduğumu bilmiyor. Güvenmiyor yani kısaca, deyip Doğan'a döndü. "Kardeşim bu iş sende, hepimizden çok seninle konuşuyor. Bilgisayar oyunu falan derken al ağzından bir şeyler." Doğan başını salladı. "Siz hiç merak etmeyin o iş bende, yanına gidiyorum ben," dedi, odadan çıktı. "Ben de gidip şu adamlarla biraz daha uğraşayım. Aralarından birisi ötecek gibiydi, başka bir yere çekip konuşayım," diyen Savaş da odadan çıktı. "Kardeşim şu numaralarına ulaştığımız heriflerden birini daha bulmuşlar, ben de gidip onu getireyim. Zaman kalmadı, işleri hızlandırmak lazım." Ve bunu diyen Erdem de odadan çıktı. Ateş'le baş başa kalmış olduk. O da hiç oyalanmadan yanıma geldi, yatağın kenarına oturdu. "Burak ağrıların için iğne yaptı sana sen uyurken, bir de serum takmıştı ama onun biteli çok oluyor. Faydası oldu mu peki? Ağrıların var mı?" Başımı olumsuz anlamda salladım. "Hayır, ağrım yok ve yalan söylemiyorum, gerçekten ağrım yok." Gülümsedi. "Bu seferlik inanayım buna." Güldüm. "Peki," dedim. Bant yapıştırılmış olan alnıma dokundu. "Bu acıyor mu?" Sordu, onu hissetmiyordum bile. "Acımıyor, hissetmiyorum bile." Tek kaşını kaldırdı, doğru söyleyip söylemediğimi anlamak için gözlerime baktı, gözlerimi kaçırmadım, ben de aynı şekilde baktım ona. Birkaç saniye sonra ciddi ifadesi yok oldu, güldü. "İnandım," deyince ben de bir kez daha güldüm. "Burak uyandığı zaman mutlaka bir şeyler yesin dedi, biliyorum canın istemiyor ve yemek istemiyorsun ama hiç değilse bir çorba filan iç olur mu? İyi değilsin farkındayım ama hiç değilse vücudun dinç kalır." Canım hiçbir şey istemiyordu ama itiraz edip mızmızlanmak yerine başımı salladım. "Olur, zorlarım kendimi." Yüzüme dokundu, alnıma küçük bir öpücük kondurdu. "İşte bu yüzden çok seviyorum seni," derken geri çekildi. "Bu kadar güçlü olduğun ve pes etmediğin için." Gülümsedim, arkama yaslandım. "Sen böyle davranınca ben biraz şımarıyorum ama." Güldü. "İstediğin kadar şımarabilirsin güzelim, şu iş bir bitsin ben seni hiç istemediğin kadar şımartacağım zaten." Yine gülümsemekle yetindim. Şu iş bir bitsin. Bu iş gerçekten bitecek bir şey miydi? Ben bunu düşünüp yine canımı sıkarken Ateş odadan ayrıldı fakat çok geçmeden elinde bir tepsiyle döndü. Bir kase çorba, ekmek ve su getirmişti. Yanıma oturup yememe yardımcı oldu. Kendimi zorlayabileceğim kadar zorladım, yiyebildiğim kadar yedim ama bu çabam bile o kaseyi bitirmeme neden olmadı, yarım bıraktım. Ateş de zorlandığımı fark edince üstüme gelmedi, tepsiyi komodinin üzerine bırakıp yanıma döndü. "Sen bir yere gitmeyecek misin?" diye sordum, başını olumsuz anlamda salladı. "Gitmeyeceğim, yanında kalacağım bu gece. Sabah erkenden çıkacağım." Elimi tuttu. "Elimden gelen her şeyi yaptığımı biliyorsun değil mi?" "Biliyorum Ateş, senin de diğer herkesin de elinizden gelen her şeyi yaptığınızı biliyorum." Buruk bir tebessüm etti, o sırada aklıma başka bir şey geldi. "Flash bellek n'oldu? Halledilmiş mi?" Bakışlarını kaçırdı, uzunca bir iç çekti. Bir şeyler olduğunu anladım. "Hayır," deyip bana döndü. "Kurtarılamadı, vazgeçtik ondan." Kaşlarımı çattım, yalan söylüyordu. Gözlerinden de ses tonundan da yalan söylediğini anlamam çok kolaydı. "Bana doğruyu söyler misin? Ne oldu?" Bir kez daha bakışlarını kaçırdı, söylemek istemiyor gibiydi. "Ateş lütfen, bilmek istiyorum." Gözleri beni buldu. "Mira lütfen," dedi o da, sesi acı çeker gibiydi. "Şimdi sırası değil." "Ne demek şimdi sırası değil? Ne öğrendin de şimdi sırası değil?" Elimi tuttu. "Beni de anla, sen bu hâldeyken sana hiçbir şey anlatamam ama söz veriyorum, iyi olduktan sonra öğrendiğim her şeyi sana anlatacağım." Gözlerim doldu, içime kötü bir his doğdu. "Böyle dediğine göre benimle ilgili bir şey değil mi? O flash bellekten benimle de ilgili bir şey çıktı." Başını salladı. "Seninle ilgili bir şey," diye yanıtladı, içimdeki sıkıntı daha da büyüdü. "Çok mu kötü bir şey?" "Hayır hayır öyle bir şey değil, sadece..." Sustu. "Mira yapma bunu bana." Neden anlatamıyordu bana? Hem kötü bir şey değil diyordu hem de bu hâldeyken anlatamam diyordu. "Yarın akşam bu saatlerde her şey bitmiş olacak. Kazanmış ya da kaybetmiş olacağız ve biz kazansak da kaybetsek de seni iyileştiren o ilaca ulaşacağız. Sana söz veriyorum o zaman her şeyi anlatacağım, zaten saklamak gibi bir niyetim yok ama şimdi bunu öğrenmeye çalışma, kendine de bana da bu kötülüğü yapma." Gözlerimi kapattım, derin bir nefes aldım. Ateş başka bir şey demezken bir kez daha derince nefes aldım, kendimi daha iyi hissettim. Gözlerimi yeniden açtığımda ısrar etmemem için yalvarırcasına baktığını fark ettim. "Peki," dedim yine, pes ettim. Herkesle, her şeyle savaşmaya gücüm vardı ama onunla yoktu. "İyi olduğumda anlatacaksın ama söz mü?" diye sordum, başını salladı. "Söz, ne zaman istersen o zaman anlatacağım," deyince daha fazla bu konu uzamasın istedim. "O zaman uyuyalım," dedim, yeni uyanmıştım ama yine uyumak istiyordum, hep uyumak istiyordum. "Uyu hadi sen, buradayım ben." Ben uyuduğumda gideceğini çok iyi biliyordum. Doğrusu da buydu zaten. Herkes bizim için uğraşırken bizim burada uyumamız saçmaydı. Daha doğrusu onun uyuması saçmaydı. Uzandım, Ateş de yanıma uzandı. Hemen beni kolunun altına çekti, sımsıkı sarıldı. Saçlarımdan öptü. "Yarın her şey düzelecek söz veriyorum." Gülümsedim. "Düzelecek," diye yineledim, buna tüm kalbimle inanıyorum. Her şey düzelecek. "Annenle hiç konuştun mu?" Başımı olumsuz anlamda salladım, bu şekilde cevap vermiş oldum. Kendi kendime onu her saat başı arayacağım diyordum ama yapmamıştım. Uyanık olduğumda canım o kadar çok yanıyordu ki aramaya cesaret edememiştim. Sesimden anlar diye çok korkmuştum. "Neden peki?" "Kötü olduğumu anlamasından korktum." "Bilmeye hakkı yok mu?" "Var ama yine de bilmemesi daha iyi, iyileşeceğim ne de olsa. Onu boş yere üzmeye gerek yok." "İyileşeceksin," diye yineledi, sesindeki o acı çeken ton canımı yaktı ama bunu içimden hemen attım. "Hadi uyu güzelim," dedi yine, sanki az uyuyormuşum gibi sürekli beni uyutmaya çalışıyordu. Benim de işime geliyordu. Çünkü uyurken zaman çabuk geçiyor ve canım acımıyordu. Uyumak iyi oluyordu yani. Başımı göğsüne koydum, sımsıkı sardı beni. Sıkı sardı ama canımı yakmayacak kadar da dikkatliydi. Gözlerimi kapattım, saçları elimde gezinirken uykuya çekildim. O kulağıma her şeyin çok güzel olacağını fısıldarken de zaten onun o sakinleştirici sesiyle uykuya daldım. Ertesi sabah uyandığımda saat öğlenin biriydi. Ateş de tabii ki yanımda değildi ve kolumda bir serum bağlıydı. Damar yolu sürekli açılmasın diye o aparat hep kolumda olduğundan serumu taktıklarını fark etmiyordum bile. Serumlu koluma dikkat ederek çekmecenin üzerinde duran ve muhtemelen Ateş'in şarja taktığı telefonumu aldım. Ateş'e mesaj yazmak, neler olduğunu sormak istedim ama telefonu tutamadım, telefon elimden yatağın içine düştü. Sadece birkaç santim uzakta duran telefonu almak istedim, kolumu kaldıramadım. Kendimi biraz zorlayınca da nefes nefese kaldım. "Ne oluyor ya?" dedim kendi kendime ve hareket etmeye çalıştım. Hareket ediyordum ama kısıtlıydı. Sadece olduğum yerde kımıldayabiliyordum. "Ateş," dedim, kapıya doğru bakarak, burada olmasını umut ettim. "Kimse yok mu orada?" diye seslendim, sesimin elimden geldiği kadar yüksek çıkmasını sağladım ama duyuldu mu duyulmadı mı bilmiyordum. Korkudan gözyaşlarım akmaya başladı. Neden hiçbir şey hissetmiyorum? Acılarımla beraber diğer hislerimi de kaybetmişim. "Ateş!" Bir kez daha seslendim, birinin sesimi duyup da gelmesi için içten içe dua ederken gözyaşlarım akmaya başladı. Kimse gelmedikçe de ağlamam şiddetlendi. O sırada odanın kapısı açıldı, hızla o tarafa döndüm ve odaya giren Uras'ı gördüm, korkum daha da arttı. "Hayır hayır sen değil," dedim, daha çok ağlamaya başladım. "Mira," dedi, ayağa kalkmak, ondan uzaklaşmak istedim ama olmuyordu. Parmağımı bile hareket ettiremiyordum. O da bana yaklaşıyordu. "Ateş!" diye seslendim, az öncekinden daha yüksek çıktı sesim. Onların bir şeylerin peşine düşüp evden çıktıklarını varsayıp "Burak!" diye seslendim ama odaya girip çıkan olmadı. Uras yanıma ulaştı, yatağın kenarına oturdu. "Korkuyor musun benden?" diye sordu, ondan değil ama bir kez daha kendisini kaybetmesinden ve yine bana zarar vermesinden korkuyordum. Dün gece bana öfkelenip konuşsun diye düşman gibi davranmıştım ve şimdi hiç olmaması gereken bir durumda yine yalnız kalmıştık. "Korkma benden," dedi, yatağın kenarına oturdu. "Sana zarar vermem ben." Dün olanları çok çabuk unutmuş gibiydi. Bunu mecazen söylemiyorum, gerçekten unutmuştu, belliydi. "Korkmuyorum." Yalan söyledim, yine kalkamaya çalıştım ama kalkamadım ve o sırada beklemediğim bir şey oldu, Uras kollarımı tuttu. Bu irkilmeme neden oldu ama bana zarar verecek gibi durmuyordu. Bu yüzden biraz olsun rahatlarken doğrulmama yardımcı oldu fakat hâlâ her an bir şey yapacakmış gibi tetikte bekledim. Ne zaman kendini kaybedip de saldırıya geçeceği belli olmuyordu. "Hasta mısın?" Dün sorduğu soruyu bir kez daha sordu, cevap vermek yerine başımı salladım. Elimi zorlukla kaldırdım, telefonu aldım ama telefon elimden yine düştü. Hareket edebiliyorum ama gücüm yok, bir telefonu alamayacak kadar güçsüzüm ve sürekli nefes nefese kalıyorum. "Birini mi arayacaksın?" diye sordu, anında yanıtladım. "Ateş'i." Kaşlarını çattı. "O kim?" Al işte yine başladık, gidiyordu aklı. "Arkadaşım," dedim sadece, göz ucuyla kapıya doğru baktım, birinin girmesi için dua ediyordum. "Hani var ya Doğan?" diye sorarken ona döndüm, onu seviyordu, tanıması da lazımdı. "O kim?" Yine aynı soru geldi, elimden geldiği kadar sakin kalmaya çalıştım. "Sürekli bilgisayarını alan adam." Kaşlarını çattı. "Birisi benim bilgisayarımı mı alıyor?" Öfkeyle sordu, konuştukça kendimi çukura batıyormuş gibi hissediyorum ve bu gerçekten berbat bir his. "Yani...Şey... Evet." Sanırım hayatımda ilk defa böyle bir cümle kuruyordum. Tabii buna bir cümle denilirse. "Doğru," dedi, bakışlarını yere çevirdi. "O uzun boylu adam sürekli bunu yapıyordu," derken gözleri yeniden beni buldu. "Sen onları tanıyor musun? Kim o adamlar? Neden beni burada tutuyorlar? Selin vardı, onun nerede olduğunu biliyor musun?" Üste üste sordu, yine aklı çok karışık gibiydi. "Selin gelecek." Yalan söyledim, çünkü şu an onun sakin kalması lazımdı. "O adamlar da çok iyi birileri, sana da bana da yardım ediyorlar," dediğimde kaşlarını çattı. "Birileri bizi hasta etti," diye devam ettim, beni dikkatle dinliyordu. "Onlar da bizi iyileştirmeye çalışıyorlar." Elini ensesine attı, uzun uzun düşündü. Merakla ona bakarken kaşlarını biraz daha çattı. Sanki anlattıklarımı hatırlamış gibiydi. Umarım bana dair de kötü şeyler hatırlatmamıştır diye düşünürken bakışları beni buldu. "Birileri bizi hasta etti." Yineledi, başımı salladım. "Evet," diye de onayladım, gözlerini kıstı, şüpheyle baktı gözlerime. "Birileri bizi hasta etti." Yine aynı şeyi söyledi ve ben pes etmeden başımı salladım. "Evet." Bir kez daha onayladım onu. Çatık olan kaşları indi, öfkeli yüz ifade yumuşadı. Neler olduğunu anlamaya çalışırken gözlerimin içine bakıyordu. "Birileri bizi hasta etti." Ve yine aynı cümleyi kurdu, neden bunu sürekli tekrar etmeye başladı anlamıyor ve anlamak yerine sadece ona bakıp farklı bir şeyler söylemesini bekliyordum. "Ben," dedi Uras, bana doğru eğildi. Bu biraz korkmama neden oldu ama geri çekilmedim. Dudakları kulağıma yaklaştığında fısıldadı. "Onu tanıyorum," dediği an gözlerim iri iri oldu, kalbim yerinden çıkacakmış gibi atmaya başladı. "Kimi?" diye sordum, geri çekilip gözlerimin içine baktı. "Bizi hasta edeni." Heyecanlandım, kalp atışım öyle bir hızlandı ki sanki her an göğüs kafesimi parçalayacaktı. "Peki bana da söyler misin? Kimmiş o?" Cevap vermesini umut ederek sordum, gözleri odanın içinde gezindi. On beş dakikadır burada ama buna rağmen odada başka birisi var mı diye bakınıyordu. "Aramızda kalacak," dedim hemen, gözleri beni buldu. "Kimseye söylemeyeceğim." "Söz mü?" diye sordu, sanırım onu yumuşatmıştım ve işe yarar bir şeyler söyleyecek gibiydi. "Söz," dedim hızla, az önce birileri içeriye girsin diye dua ediyordum ama şimdi de hiç kimse girmesin ve o korkmasın diye dua ediyorum. "O," dedi, şaşkınca kaldım. O mu? Söyleyeceği şey bu muydu yani diye düşünürken bir kez daha yaklaştı bana ve yine kulağıma fısıldayarak konuşmaya devam etti. "Mavi gözlü kadın," dediği an damarlarımda akan kanın donduğunu hissettim. Bu tek cümleyle buz kestim, kaskatı kesildim. "Mavi gözlü kadın," diye tekrar ettim, başını salladı. "Evet, sen de gördün onu değil mi?" diye sordu Uras ve geri çekilip gözlerimin içine baktı. Şu an gözlerinde o kadar büyük bir korku var ki bahsettiği kadından çok korktuğunu anladım. Ondan bahsetmek bile onu çok korkutmuştu ve maalesef ki bu durum beni de en az onun kadar korkutuyordu. "Ne kadar korkutucuydu," derken dizinin üstüne koyduğu eline baktım, titriyordu. Uras o kadından gerçekten de çok korkuyordu. "Hatırlayamadım," diyerek yalan söyledim, bana hatırlatmak için onu anlatmaya devam etsin istedim. "Biraz anlatır mısın?" "O işte o! Mavi gözlü kadın! Hani," dedi, elini kaldırdı, yüzüne götürdü, sağ yanağına dokunarak konuştu. "Burasında kocaman bir yara var ya! O kadın! Sana bunu yapan kadını nasıl hatırlamazsın!" Kızdı, fakat bunu yaparken bana yeterince bilgiyi de vermiş oldu. Bu işin başındaki kişi bahsettiği bu kadın da olabilirdi, o kadının emir aldığı bir kişi de. Fakat içimden bir ses Uras'ın bahsettiği bu kadının bizim için çok önemli biri olduğunu söylüyordu. O kadını hemen bulmamız lazımdı. "Hatırladım," diyerek yine yalan söyledim, hatırlamadım demeye devam etseydim o biraz daha kızacak gibiydi ve kızdığı zaman kontrolünü tamamen kaybediyordu. "Hatırladın değil mi?" Heyecanla sordu, başımı salladım, devam etti. "Bizi o hasta etti." Gözlerini yine yere çevirdi. "Çok kötü birisi o çok." Sesindeki korku fark edilmeyecek gibi değildi. "Onun ölmesi lazım, yoksa hep hasta etmeye devam edecek bizi." Şu an sanki benimle değil de kendi kendine konuşuyormuş gibi bir hâli vardı. Ben de ağzından çıkan her kelimeyi dikkatle dinliyor, işime yarayacak bir şey söylediği an onu cımbızla çekip alıyordum. "Daha önce de söyledim, ölmesi lazım onun!" Ve bu cümleden sonra bir kez daha gözleri beni buldu, sonra bir anda öfkeyle ayağa kalktı. "Her şey Selin yüzünden oldu her şey! Ben bizi kurtardım ama o mahvetti! Onun da ölmesi gerekiyor!" Kaşlarımı çattım, neyden bahsediyordu bu? Ben bizi kurtardım da ne demek? "Nasıl kurtardın bizi?" Merakla sordum, bakışları beni buldu. "Bunu da mı unuttun?" Yine kızdı, dün beni düşmanı olarak görüyordu ama bugün her kim olarak görüyorsa beni sürekli yanında olan birisi zannediyordu ve bu şu an gerçekten de işime geliyordu. "Yaraladım ya onu o evde! Nasıl hatırlamazsın? Selin kurtardı, yapmaması gerekiyordu ama yaptı! Selin..." O daha konuşurken odanın kapısı hızla açıldı, bir anda içeriye doluştular. Ateş, Erdem, Cansu, Savaş, Doğan, Burak, hemşire bir kız... Bir anda odaya girmişlerdi ve bu telaş yapmama neden oldu, kötü bir şey mi oldu ki? "Mira güzelim, diyerek Ateş yanıma geldi. "İyi misin?" Başımı salladım. "İyiyim," derken hareket edemediğimi söylemeyi unutmuştum. "Sen neden buraya geldin?" Erdem bunu Uras'a sordu. "Sana bir şey yaptı mı?" diye de Ateş bana sordu, gözlerim yeniden onu buldu. "Hiçbir şey yapmadı," deyip onun söylediklerini söyleyecekken benden önce davranıp devam etti. "Salondaydık, yanımızdaydı. Eva'yla beraber Eva'nın odasına gittiler. Hangi ara senin yanına çıkmış anlamadık bile. Doğruyu söyle bana sana bir şey yapmadı değil mi?" Telaşlı ve endişeliydi fakat buna hiç gerek yoktu. Uras bu kez hiçbir şey yapmamıştı, aksine bize yardımcı olacak şeyler anlatmıştı. "Yapmadı, diye yineledim ve devam ettim. "Ama bilmeniz gereken bir şey var," deyip ona doğru eğildim, fısıldadım. "Onu odadan çıkartın şimdilik." Ateş bunu hemen Doğan'a söylerken Doktor Burak ve hemşire kız yanıma geldiler. Birkaç dakikalığına bu konudan sıyrıldım, onlara hareketlerimin kısıtlandığını ve çok güçsüzleştiğimi anlattım. Bu söylediklerim Burak'la beraber diğer herkesi de şaşırtırken muayene oldum çünkü Ateş bunu duyduğu ilk an yine iş konusundan uzaklaşmıştı. "Ayak parmaklarını hareket ettir lütfen," dedi Burak ayaklarıma dikkatle bakarken. Bunu yaptım. Hareket edemiyorum demedim ki ben, hareket ediyorum. Sadece hızlı hareket edemiyorum, tüm sorun buydu. Bir de bir şeyleri tutamıyordum. On dakikalık kısa bir muayenenin ardından Burak'ın aklı tamamen karışmış gibiydi. Bundan dolayıdır ki bu durum hakkında hiçbir şey söylemedi, ona biraz müsaade etmemizi isteyip odadan çıktı. Odadan çıkarken profesör diye hitap ettiği birine beni anlattığını duymuştum. O çıkar çıkmaz da zaten hastalığı falan bıraktım, diğerlerinin de bununla ilgilenmesine hiçbir şekilde izin vermedim, Uras'ın anlattıklarını bir bir onlara anlattım, konuşmamın sonunda hepsi olabildiğince şaşkınlardı. "Mavi gözlü, sağ yanağı yaralı bir kadın," dedi Erdem, başımı salladım. "Evet, öyle anlattı. Seni de beni de hasta eden o kadın dedi, onun ölmesi lazım filan da dedi. Daha sonra da ben yaraladım ama Selin onu kurtardı, her şeyi mahvetti dedi." Ateş yanımdan kalktı, odanın içinde volta atmaya başladı. O sırada başımı kaldırdım, saate baktım ve üç olmak üzere olduğunu gördüm. Bize verilen sürenin dolmasına yedi saat filan kalmıştı. Yani çok azdı ve biz bu kadar önemli bir şeyi kısıtlı bir zaman diliminde öğrenmiştik. "Sanki," dedi Ateş, bakışlarım hemen onu buldu, onun da aklı karışık gibiydi. "Ben sanki öyle birini hatırlıyorum." Duymayı istediğim tek cümle buydu işte. Eğer gerçekten hatırlıyorsa o kadını kolaylıkla bulabilirdik. "Kardeşim sen ciddi misin? Hatırlıyor musun gerçekten?" Erdem bunu sorarken Ateş'in yanına ulaşmıştı bile. "Bilmiyorum hatırlamak değil de anımsamak. Zihnimde bir yerlerde bu kadına dair bir şeyler var Erdem. Mira anlatınca sanki hatırlar gibi oldum. Sanki benim hayatıma daha önce mavi gözlü, yüzü yaralı bir kadın girmişti." O bunu söylerken bu durumda bile bu kadının genç, güzel bir kadın olmamasını diledim. "Mavi gözlü, yüzü yaralı bir kadın." Ateş yineledi, Cansu araya girdi. "Selin'i bulalım, öğrenelim ondan. Uras kadını Selin'in kurtardığını anlatmıştı." "Cansu haklı!" diye atıldı Savaş. "Kızı zaten takip ediyorduk, kaçmasın diye. Gidip alalım." Ateş onlara onay verince ikisi de odadan çıktı, kızı almaya gittiler. "Doğan dün Uras'la konuşmuştu, ona bir şey söylememiş mi?" diye sorduğumda bakışlar yeniden beni buldu. "Söylemiş." Yine heyecanlandım. "Uykusunun arasında bir şeyler sayıklamış," diye devam etti Ateş. "Ne sayıklamış?" "Doğan çok sormuş, konuşmaya çalışmış ama hiçbir şey söylememiş. Uyuyacağım deyip durmuş. O da izin vermiş. Doğan ben tam odadan çıkacakken 'Şifa hep yakındadır ve en sevdiğindedir,' dedi diyor." Kaşlarımı çattım, ne demekti şimdi bu? "Biz de bundan yola çıkarak evin her yerini didik didik aradık ama hiçbir şey bulamadık," dedi Erdem ve devam etti. "Abi eğer bu çocuk bir şeyler biliyor, bildiklerini hatırlıyor ve onlardan bu kadar nefret ediyorsa neden bize doğru düzgün anlatmıyor lan? Niye yapmıyor bunu?" Erdem kızdı. "Hatırlamıyor," dedim kendimden emin bir şekilde, ikisi de bana merakla bakarken devam ettim. "Uras hiçbir şey hatırlamıyor." "Nasıl hatırlamıyor?" Şaşkınca sordu. "Anımsıyor sadece, tıpkı Ateş gibi. Ona ilaç veriyorlardı, kim bilir kaç yıldır ya da aydır yapıyorlardır bunu. Beynini uyuşturmuşlardı onun. Belki de bu yüzden rahatça yanında bir şeyler konuştu, yaptılar. Her şey Uras'ın yanında olmuş olsa da bu denli kendini kaybeden birinin bir şeyleri tam anlamıyla hatırlaması mümkün değil zaten. O sadece kesik kesik bir şeyleri anımsıyor ve bu durum onu da kötü etkiliyor. Farkında değil misiniz? Her seferinde soluğu benim yanımda alıyor. Burada olanların da daha önce yaşadıklarının da farkında ve kendince o da bir şeyler yapmaya çalışıyor. Hiçbirimizin ona kızmaya hakkı yok, o da yardım etmeye çalışıyor. Ondan daha fazlasını da bekleyemeyiz zaten," dedim, bu kadar uzun konuştuğum hâlde canım hiç yanmadı ama nefesim kesildi nefes almakta zorlanıyordum. "Mira haklı," deyip yanıma oturdu Ateş. "Söylediklerinde haklısın ama şimdi yorma kendini. Bizim şimdi gitmemiz lazım, yarım saatte kadar geleceğim ama tamam mı?" Başımı salladım. "Tamam siz işinize bakın," dedim, Ateş uzanmamı sağladı, hemen ardından Erdem'i de aldı ve odadan çıktı. Aradan yarım saatten fazla zaman geçti. Meraktan delirmek üzereydim. Zaman gittikçe azalıyordu, artık somut bir şeyler olması gerekiyordu elimizde ama hiçbir şey yoktu. Bu işin sonu nereye varacak diye düşünüp kendi kendime onlarca senaryo kurarken yatağın içindeki telefonuma mesaj geldi. Yatağın içinde kendimi doğru usulca çektim, elime almadım ama. Çünkü onu tutamayacağımı çok iyi biliyorum. Elime aldığım an düşüyordu. Bir şeyleri tutmayı yeni öğrenen çocuk gibiydim. Bu şekilde açtım yabancı numaradan geldiğine hiç şaşırmadığım mesajları ve bulanık gören gözlerimle okudum. 0542***: Sonunda gücün kimde olduğunu anladınız. 0542***: Pes etmek doğru bir karar oldu Mira Aksoylu. 0542***: Ya da senin adına sevgilin mi pes etti diyeyim? 0542***: Bahadır Akyol ve tüm adamlarının sağ salim bana geldiklerinden haberin var mı? Gözlerim iri iri baktım ekrana, bu yazılanlar doğru muydu? Savaş çoktan bitmiş ve pes mi etmiştik? Bundan neden benim haberim yoktu? Niye hâlâ bana devam ediyormuşuz gibi davranılıyordu? Telefonu bıraktım, kendimi zorlayıp ayağa kalktım. Ayağa kalktığım ilk an yıkılacak gibi oldum. Kendimi zorlayıp gücümü topladım ve yürümeye devam ettim, pencereye ulaştım. Bunu yapmam on dakikadan fazla sürdü desem bana inanır mısınız? Pencereden dışarıya baktığımda gördüğüm ilk şey bahçede oturanlar oldu, hepsi bahçedeydi. Hiçbir şey yapmıyor ve sadece oturuyorlardı. Gerçekten de pes etmişlerdi, adamları göndermişlerdi. İlacın geleceğinden emin bir şekilde oturuyorlardı. Çaresiz gözlerle onlara bakarken aynı çaresizliğin onlarda da olduğunu gördüm, kızamadım. Nasıl kızayım ki? Nasıl yapayım bunu? Denediler işte, hem de sonuna kadar ama olmadı, onlara devam edin, ben dayanırım demeye hakkım yok. Kendimi onların yerine koyunca onlara hak veriyor, anlıyorum. Yine on dakika gibi bir sürede döndüm yatağıma ve hiçbir şeyden habersiz gibi uzanmaya devam ettim. Birazdan beni iyileştirmek, iyi etmek için panzehri almış ve gelmiş olacaklar. Biraz daha bu acılara dayanmam lazımdı. Aradan yine zaman geçti. Tahmin ettiğimden çok daha uzun bir zaman geçti ve geçen bu zaman gözlerimin yorgunluktan biraz daha küçülmesine, nefes almak dışında başka hiçbir şey yapamama neden oldu. Tüm uzuvlarını hissediyorum ama hareket ettiremiyorum onları, olmuyor. Felç kalmış bir hasta misali yapabildiğim tek şey etrafa bakınmak ve nefes almaktı. Konuşamıyordum bile, az önce yapabiliyor muyum diye denedim ama sesim çıkmıyordu. En zoru da ne biliyor musunuz? Bu kadar hissizliğin aksine tüm vücudum acıyla yanıp kavruluyordu. Hava kararmak üzereyken açıldı odamın kapısı, bu kadar gelmemelerini tek bir şekilde açıklayabiliyordum. Gelmiyor olsalar da beni görüyor olmalarına. Bir şekilde beni izliyorlardı ve pes etmiş olmanın verdiği mahcubiyet buraya gelmelerine engel oluyordu. Yoksa beni asla bu kadar yalnız bırakmazlardı. Odaya herkes girdi ama ben bir tek Ateş'e baktım, onun ellerine. Bir şeyler görmeyi bekledim ama elleri boştu. Kendisi de hiç olmaması gerektiği kadar kötüydü ve bu durum beni çok korkuyordu. Diğerlerine döndüm, hepsinin en az onun kadar kötü olduğunu gördüm. Neler olduğunu sormak istedim ama soramadım, dedim ya yapamıyorum diye. "Özür dilerim," derken yanıma çöktü, mecazen çökmedi, gerçekten çöktü. Ateş Demirkan çökmüştü. "Çok özür dilerim," diye devam etti, o an gözlerinin dolu olduğunu fark ettim. Gözyaşları kirpiklerinde asılıydı, bu da neydi şimdi? "Yapamadım." Elini tutmak, boş ver biz bir şekilde yine onlara ulaşırız ve ben de artık iyileşmek istiyorum demek istedim ama yapamadım. "Gönderdim adamları," dediğinde dudaklarımı araladım. "Bili..." Nefes aldım. "...yorum." Tek bir kelimeyi iki defada söyledim. "Gönderdim ama..." Başını önüne eğdi, öfkelendi. "Sana hiçbir şey getiremedim. İstediklerini yaptım ama o bizim istediğimizi yapmadı." Gözlerimi kapattım, gözümden bir damla yaş aktı. Kandırıldık. Şaşırmadım, gerçekten hiç şaşırmadım. Amaçları hem o adamları almak hem de beni öldürmekti. İkisini de başarıyorlar işte. Gözlerimi açtığımda odadaki herkesin başlarını önlerini eğdiğini fark ettim, Cansu da ağlıyordu. "Özür dilerim Mira, çok özür dilerim." O art arda özür dilerken derin bir nefes aldım. "Başınızı..." deyip sustum, yine bir aldım. "Kaldırın," diye tamamladım cümlemi ve hepsi cılız sesimle söylediğim şey yüzünden bana baktılar. "Biz..." Ve yine sustum, dinlenip devam ettim. "Savaştık." Nefesim kesildi, Ateş'e baktım. Benim yapamadığım şeyi yaptı, ellerimi tuttu. O sırada odanın kapısı açıldı, Eva girdi içeriye. "Mira," diyerek yanıma geldi ama Ateş onun yaklaşmasına, yatağa çıkmasına izin vermedi. "Ayıcığım da hasta oldu!" deyip elindeki yırtılmış ayıcığı gösterdi. "Onu da doktora götürelim," derken ayıcığı yanıma bıraktı. "O da senin yanında yatsın, doktor ona ilaç versin." O konuşurken Cansu yanımıza geldi. "Güzelim ayıcık burada kalsın, doktor ona bakacak, hadi gel biz de ona çorba yapalım ki çabuk iyileşsin." Eva'yı kandırdı, odadan çıkardı. Ateş müdahale etmedi, gözlerimi bıraktığı ayıcığa çevirdim. Küçük bir yırtıktı sadece, kolaylıkla düzelirdi. Keşke benim de durumum böyle olsaydı. "Annem," dedim, Ateş'e döndüm. "Haber ver." İşte bu cümlemle ölümü kabullenmiş oldum. "Babam," diye devam ettim. "Konuştur beni onunla." Cılız sesim beni bile rahatsız ediyordu. "Mira," dedi Ateş. "Lütfen," diye araya girdim, kabullendiğim ölüm onun da ölümü oluyordu. "Peki," dedi yine de, kabul etti. Başka çaremiz yoktu. Biliyordu, biliyorduk. "Özlem Hanım'a haber verin, gelsin. Cezaevi müdürüyle de iletişime geçin, görüntülü bir görüşme ayarlayın. Durumu anlatın, kabul edecektir." Ateş'in istediklerini yapmak için Doğan ve Savaş odadan çıktı. "Mira." Yine ismimi söyledi Ateş, söyleyecek başka bir şeyi yoktu çünkü. Artık yalandan da olsa iyileşeceksin bile diyemiyordu. "Özür dilerim." Bir kez daha diledi özrünü, sanki bunu bana yapan kendisiydi. "O adamları," dedim, derin bir nefes aldım, yutkundum, devam ettim. "Bul, benden sonra." Benden sonra... "Bulacağız, hep birlikte, sen de yanımızda olacaksın." Gözlerim doldu, bu artık mümkün değildi ve ben vaktim varken söylemek istediklerimi söyleyecektim. "Benden sonra..." Sözünü kestim. "Senden sonra diye bir şey yok Mira!" dedi, gözünden bir damla yaş aktı. "Varsa da ben yokum!" Gayet açık ve netti söylediği şey. "Olamam!" diye de ekledi. "Benim için senden sonrası yok, olmayacak." Cevap veremedim, karnım kasıldı, bir şey oldu o an ve sustum. "Mira ne oluyor?" diye sordu Ateş, cevap vermek için dudaklarımı araladım, sesim çıkmadı. "Burnu kanıyor!" dedi telaşla ve Erdem'e döndü. "Burak'ı çağır! Hemen gelsin!" Bağırdı, sesi kulaklarımda yankılandı. Erdem koşarak odadan çıktı. Ateş beni hafifçe doğrulttu. "Güzelim nefes al, derin derin nefes al." Ben nefes alamıyor muydum? Ateş bir şeyler söylemeye devam etti, onu duymadım. Her şeyi görüyordum, bilincim yerindeydi. Neler olduğunu anlıyorum ama hiçbir şey hissetmiyorum, duymuyorum da. Burak iki hemşireyle birlikte odaya girdi. Ateş beni bıraktı, yanımda olan Eva'nın oyuncağını tuttuğu gibi odanın diğer ucuna fırlattı. Sırt üstü uzanmamı sağladı. Bir şeyler yapılmaya başlandı. Burak da hemşirelerde benimle ilgilendi ama hiçbir şeyi hissetmiyordum artık. İğne yapıldığını gördüm, solunum maskem takıldı. O sırada Ateş bize arkasını döndü. Alnını duvara yasladı, duvara yumruğunu geçirdi. Canın yanar, yapma demek istedim ama diyemedim. Ben bunu diyemedim ama odaya giren Erdem Ateş'in bunu yapmasına engel oldu. Sonra diğerleri girdi, korkuyla baktılar bana. Kapının önünde duran Uras'ı gördüm. En çok da o korkuyordu. Yüz ifadelerinden anladığım kadarıyla bağırarak bir şeyler konuşuyorlardı. En çok da Ateş bağırıyordu ve ağlıyordu. Ben ise bakmak dışında hiçbir şey yapmıyor, yapamıyordum. Yavaş yavaş nefes almayı bırakacak kadar kendimi hissetmemeye başlamıştım. Kargaşa büyüdü, bana neler yaptıklarını da anlamamaya başladım. Kendimi tamamen kaybettim. Gözlerim de kapanıyordu. Ta ki gözüme çarpan ayıcığı görene kadar. Gözlerim açıldı, bakıp kaldım oraya. Ayıcığa değil, ayıcığın yırtık kısmından ucu görünen ilaç şişesine baktım ve zihnimde tek bir cümle yankılandı. "Şifa hep yakındadır, en sevdiğindedir." Şifan Eva'daydı. Hem de günlerdir. Şimdi de gözlerimin önünde duruyordu ama ben orada diyemiyordum. En sevdiğimin Eva olduğunu mu düşünmüşlerdi? Bir cümle geldi aklıma. Bir şeyi saklamak istiyorsan onu göz önüne koyacaksın. Oradaydı işte, gözlerimin önünde. Görüyorum ama söyleyemiyorum. Başka da kimse görmüyor ve ben kaybediyorum. Gözlerim kapanıyor, savaş bitiyor, asker ölüyordu ve kimse elimizdeki silahı görmüyordu. "Nefes alamıyor." Duyduğum son ses Burak'ın sesi olurken Ateş'e görmesi için son kez yalvarırcasına baktım, o da bana bakarken gözlerim kapandı, bilincimi kaybettim. Savaş bitti, düşman kazandı. Bölüm Sonu! Selamlarr, nasılsınız? Son sahneyi yazarken aşırı heyecanlandım ya, nasıl görmezsin Ateş nasıl! Dön bir yere bak, orada duruyor işte! Sinirlendim bak şimdi jdjsjsjjsjs Yeni bölüm bomba gibi gelecek, şimdiden hazır olun. Sizce neler olacak bölümde? Eva'nın ayıcığından ilaç çıkmasını bekliyor muydunuz? Bölümde en sevdiğiniz sahne hangisi oldu? Buraya bölümü en iyi anlatan emojiyi bırakabilirsiniz. Bölüm hakkındaki yorumlarınızı buraya yazabilirsiniz.✨ Yeni bölüm alıntısını okumak ve duyurulardan haberdar olmak için beni sosyal medyadan da takip edebilirsiniz.💫 Bir sonraki bölümde görüşmek dileğiyle... Kendinize çok iyi bakın, sevgiyle ve sağlıkla kalın.♡ Instagram: gizzemasllan Twitter: gizemasllan SİZİ ÇOK SEVİYORUM.♡ |
0% |