Yeni Üyelik
76.
Bölüm

75.BÖLÜM "BİR SAVAŞ BİTER BİR YENİSİ BAŞLAR"

@gizzemasllan

Selam suç ortaklarım✨

Bölüme başlamadan önce yıldızı parlatırsanız çok sevineceğim.💫

Buraya ben de sizin için kalp ve yıldız bırakıyorum.⭐♡ Sizinkileri de bekliyorum.❥

Keyifli okumalar <3

Instagram: gizzemasllan / sucortagimofficial

.

.

.

75. BÖLÜM "BİR SAVAŞ BİTER BİR YENİSİ BAŞLAR"

Tarih birçok savaşa şahit olmuştur. Bu savaşlar hiçbir zaman ülkeler arasında sınırlı kalmamıştır çünkü insan sadece düşmanıyla değil, en yakınıyla bile savaşır bazen. En basit savaşlardır bunlar zaten, bu yüzden bir isim verilmez, adları anılmaz. Kısa sürer ve hemen biter çünkü en yakının seni nereden vuracağını çok iyi biliyordur.

Biz, en yakınımızla savaş hâlinde değildik. Bu basit savaş bize ait değildi. Biz öyle bir savaşın içindeydik ki düşman bizi çok iyi tanıyor, biz düşmanı tanımıyorduk. İşte en zor savaşta budur; düşman seni tanıyıp nereden vuracağını çok iyi bilirken ayakta kalmaya çalışmak...

Bu savaş kaybedildiği zaman basit bir kayıp olur ama kazanıldığı zaman en büyük zaferdir. İşte tam da bu yüzden o zaferin bize ait olması için elimizden gelen her şeyi yapmıştık. Canımızı dişimize takarak savaşmıştık fakat dedim ya; düşman nereden vuracağını çok iyi biliyordu diye, vurmuştu işte.

Sevdiklerimizden... Canımızdan...

Bizi en hassa yerimizden vurmuş, geri çekilmiş ve zaferlerini izlemişlerdi. Gözlerimi sonsuzluğa kapatırken düşündüğüm tek şey savaşın bitimi, düşmanın kazandığı olmuştu fakat bilmiyorlardı ki kolay kolay pes etmeye hiç niyetim yoktu. Benim de diğerlerinin de...

Aynı zamanda düşmanın bilmediği bir şey daha vardı; birçok savaşa şahit olan tarihte güzel bir düzen vardır.

O tarihteki düzen der ki; bir savaş biter, bir yenisi başlar çünkü her kayıp yeni bir savaşın kapılarını aralar ve yeni savaşta saldıran bir önceki savaşın kaybedeni olur. Ne de olsa ölmeyen düşman artık daha hırslı daha güçlüdür. Çünkü korkmaz ve zaten kaybetmiştir, kaybedecek bir şeyi de kalmamıştır. Yeni bir mağlubiyet onu olduğu yerde bırakır ama sürpriz bir zafer onu çok daha iyi bir duruma getirebilir.

İşte bu yüzden en başta da dedim ya; her zaman bir savaş biter bir yenisi başlar.

Bizim günlerdir verdiğimiz savaş benim gözlerimi kapamamla bitmişti düşman için fakat yeniden gözlerimi açmam, nefes almam düşmanın da benim de beklediğim bir şey değildi ama olmuştu işte, bir mucize olmuştu ve yaşıyordum.

O nefesi hâlâ alıyordum.

"Mira." Karanlığın içinden bir ses duydum, uyandığımdan beri gözlerimi odakladığım odanın tavanından bakışlarımı o sese çevirdim, birini gördüm. Bulanık gören bakışlarım yüzünden bana seslenen kişinin kim olduğunu ayırt edemedim.

"Beni duyuyor musun?" diye sordu, cevap vermek istedim ama konuşmayı unutmuş gibiydim. Dudaklarımı araladım fakat ağzımdan bir şeyler çıktı mı işte onu bilmiyorum.

"Eğer beni duyuyorsan lütfen gözlerini kırp."

Evet, bu benim için konuşmaktan çok daha kolaydı. Bu yüzden istediğini hemen yaptım, gözlerimi bir kez kapatıp açtım.

"Tepki verdi." Birisi bunu söyledi, sesin inceliğinden bunun bir kadın olduğunu anlamam zor olmadı.

"Çok güzel Mira, şimdi de eğer beni görüyorsan, kim olduğumu anladıysan bir kez daha kırp gözlerini." İşte bunu yapmadım, çünkü onu görmüyorum. Görüyorum fakat her şey o kadar bulanık ve karmaşık geliyor ki onun kim olduğunu anlamıyorum.

"Yapmadı," dedi doktor olduğunu tahmin etmeye başladığım kişi. "Görmüyor," diye de ekledi, gözlerim kapandı. Doktor başımda konuşmaya devam etti ama bir süre sonra onu da anlamamaya başladığımdan söylediklerine bir tepki veremedim.

Gözlerimi bir sonraki açışımda bakışlarım bu kez daha netti ama başımda kimse yoktu. Bulunduğum hastane odasına bakınırken başım dönüyordu. Buna rağmen gözlerim etrafa gezinirken sağ tarafta kalan küçük camda annem ve Ateş'i gördüm, o an içim huzurla doldu fakat ikisinin de çok yorgun görünmesi kendimi kötü hissetmeme neden oldu. Onları ilk defa bu kadar yorgun görüyordum. Onlarla konuşmayı çok istesem de yorgun bedenim buna izin vermedi. Odaya giren doktor ve hemşire gördüğüm son şey olurken bir kez daha gözlerim kapandı.

Yeni doğmuş bir bebek misali dünyaya bir daha gözlerimi açtığımda başımda dikilen Burak'ı gördüm. Gözlerimin içine bakıyor, bir şeyler söylüyordu ama sesi zihnime uğultu gibi geliyordu. Sanki konuşmuyor da mırıldanıyor gibiydi. Gözlerimi bu kez bir anlığına kapattım, kendimi toparlayıp yeniden açtığımda artık sesler ve görüntüler daha netti.

"Mira beni duyuyor musun?" Bu soruyu soran Burak olurken dudaklarımı araladım ve sanki yıllar sonra ilk kez konuşuyormuş hissine kapıldım.

"Evet." Dudaklarımdan dökülen bu ilk kelime Burak'ı da yanındaki hemşireyi de büyük bir mutluluğa sürükledi.

"Güzel, beni görüyor musun peki?" Bu soruya konuşarak cevap vermek yerine gözlerimle cevap verdim, gülümsedi ve bir kez daha "Güzel," dedi.

"Beni hatırlıyor musun? Kim olduğumu biliyor musun?" Sormaya devam etti, bu kez konuşmak istedim, yine dudaklarımı araladım.

"Evet." Tabii ki yine bir tek bu çıktı ağzımdan.

Ona cevap vermiş, konuşmuş olmam Burak'ı çok daha mutlu ederken elindeki küçük ışıkla gözlerime baktı. Daha sonra dilimi çıkarmamı istedi, dilime baktı. Vücudumun birkaç yerini de kontrol etti. Bu sırada bana sorular sordu, kısa cevaplar verdim ve yaptığı bu muayene onu gerçekten mutlu etti. Etmeye de devam ederken daha fazla dayanamadım, sordum.

"Ateş." Yine bu çıktı bir tek ağzımdan. Sanki günlerdir boğazımdan hiçbir şey geçmemiş gibi boğazım kupkuruydu ve konuştukça canım acıyordu.

"Burada Mira, hemen dışarıda. İyi olduğundan emin olayım onu da anneni de alacağım buraya." Küçük bir tebessüm ettim ona. Burak başka bir şey demeyip ayaklarıma döndü.

"Ayak parmaklarını hareket ettirir misin?" diye sordu, dediğini yaptım, o da konuşmaya devam etti.

"Herkes hep buradaydı, şimdi de kapının önünde benden bir haber bekliyorlar. Ben de onlara güzel haberi vermek için sabırsızlanıyorum."

Kaşlarımı çattım, öyle bir konuşuyordu ki sanki günlerdir buradayım.

"Ben ne zamandır buradayım?" Sonunda kendimi zorlayıp daha uzun cümleler kurmaya başlamıştım. Burak ayaklarımın ucundan kalktı, ellerindeki eldivenleri çıkarıp ayak ucumdaki masanın üzerinde duran demir tepsiye atarken bakışları yeniden beni buldu.

"Bugün 58. gün." Şaşkınlıkla gözlerim irileşti, 58 gün mü? Hayır hayır bu doğru olamaz.

"Ne?" Verdiğim tek tepki bu olabilirdi. Ciddi ciddi eli sekiz gündür burada böyle yatıyor muyum ben?

"Maalesef Mira, elimizden ancak bu kadarı geldi. Bir yıl 58 günün ardından...." Bundan sonrasını duymadım. Ben 58'e şaşırırken o bir de başına bir yıl eklemişti. Gözlerimi yere çevirdim, bir yıl mı? Olamaz bu, mümkün değil. Saçmalama Mira! Neden mümkün olmasın ki? Korkum daha da arttı, bir yıl ne ya bir yıl ne? Kim bilir neler olmuştur, ben nasıl yattım bir yıl burada?

"Şu an yüzündeki ifadeyi görmeni isterdim" diyen Burak'a döndüm, güldü. "Sakin ol, şaka yaptım sadece," deyince hızla kaşlarımı çattım, bakışlarımı sertleştirdim.

"Ne diyorsun sen ya?" diye sorduğumda elini yatağın kenarına koydu, hafifçe bana eğildi.

"Şaka yaptım diyorum, korkma diyorum, sorun yok diyorum." Kaşlarımı biraz daha çattım. "Çok gergindin biraz gül istedim," dedi sanki çok komik bir şaka yapmış gibi ve geri çekildi.

"Endişe etmene gerek yok, dün gece getirildin buraya." İşte o an rahat bir nefes aldım. Bu ne biçim doktordu böyle? İnsan hiç yoğun bakımda yatan hastaya böyle bir şaka yapar mıydı?

"Neler olduğunu bana anlatacak mısın?" diye sordum sabır dilercesine, çünkü artık bunu bilmem gerekiyordu. En son ölüyordum, nasıl kurtuldum? Birisi o ayıcığın içinden düşen ilacı mı fark etti acaba?

"Anlatamam," deyip biraz daha geri çekildi. "Çünkü bunu sana anlatmak, seninle konuşmak için dışarıda saatlerdir bekleyen bir adam var, ondan rol çalamam," deyip güldü. "Ayrıca doktorum ben, tek hastam da sen değilsin. Gidip daha onlara bakacağım, ne demişler; önce sağlık." Boş boş ona bakarken omzuma usulca birkaç defa vurdu.

"Geçmiş olsun, görüşmek üzere, emin ol yine geleceğim," dedi ve hemşireyle birlikte odadan çıktı. Keyfi çok yerindeydi. Ölmek üzere olan bana bile şakalar yapıp yanımda gülüyorsa onun için gerçekten de iyi bir şeyler olmuş olması gerekiyordu.

Gözlerimi kapıdan çektim, beklemeye başladım. Kalkmaya filan hiç çalışmadım, zaten kendimi çok yorgun hissediyorum biraz daha yoramazdım. Birazdan illa birilerinin gireceğini biliyordum da. Boş yere kendimi yormanın lüzumu yoktu.

Yaklaşık on dakika kadar sonra beklediğim şey oldu, yoğun bakımın kapısı açıldı. Hızla kapıya döndüm, Ateş'i görmeyi beklerken annemi gördüm. Beklediğim kişi olmamasına rağmen onu görmek beni mutlu, gülümsedim. Hem de kocaman gülümsedim. O an canımın hiç yanmadığını fark ettim.

Bir şeyler olmuştu, iyi bir şeyler ve ben kendimi iyi hissediyordum.

"Mira," dedi annem, gözyaşları aktı. Üzerinde hastane kıyafetleri vardı, içeriye ancak bu şekilde giriliyordu sanırım.

"Anne." Sesimin boğuk boğuk çıkmasına engel olamazken annem yanıma geldi, yatağın kenarına oturup elimi tuttu.

"Güzel kızım," dedi, diğer eli de yüzümü buldu, yanağımı okşadı. "İyi misin?"

Başımı salladım. "Çok iyiyim," dedim, sımsıkı tuttum elini. "Buraya gelirken kötüydüm ama şimdi çok iyiyim."

Gülümsedi. "Daha da iyi olacaksın kızım," dediğinde ben de gülümsedim. "Sakın korkma tamam mı? Çok iyi olacaksın."

"Korkmuyorum," dedim, gerçekten de korkmuyordum. Hem de hiç korkmuyordum.

Annemle uzun uzun konuştuk, o beni rahatlattı, ben de onu rahatlattım. İkimiz de birbirimizi mutlu ettik. Daha sonra o kimi beklediğimi çok iyi bildiği için kalmasını istediğim hâlde hemen kapıda olduğunu söyleyip çıktı. O çıktıktan yaklaşık beş dakika kadar sonra Ateş girdi, onu görünce derin bir iç geçirdim.

Büyük birkaç adımda yanıma geldi, yatağın kenarına oturdu. Hemen yüzüme dokundu, endişeyle gezindi gözleri yüzümde.

"Özür dilerim Mira'm." Söylediği ilk şey bu oldu. "Çok özür dilerim güzelim, geç kaldığım, sana o kadar şey yaşattığım için özür dilerim." Sesi öyle bir çıkıyordu ki dokunsam ağlayacaktı.

"Ben iyiyim Ateş," dedim, yüzümdeki eline dokundum. "Çok iyiyim, lütfen kendini suçlu hissetme." Cevap vermedi, elini yüzümden uzaklaştırdım, dudaklarıma götürdüm, iç çekerek öptüm. Hızla bana doğru eğildi, dudaklarını alnıma bastırdı. Bir kez daha yüzümü avuçlarının arasına aldı.

"İyileşeceksin," dedi, o an her şeyin devam ettiğini anladım. "Çok az kaldı, bitecek." Kaşlarımı çattım, hâlâ o ilacı görmemişler miydi?

"Ateş..." Devam etmeme izin vermedi.

"Bilmen gerekenler var," dedi, merakla ona bakarken devam etti. "Biz o adamlardan panzehri alamayınca Burak bir yol önerdi ve onu denemek zorunda kaldık."

Anlamsız bakışlar atarken "Nasıl yani, ne yolu?" diye sordum.

"Sana bunu yapan biz olduk, yani mecburen yapmak zorunda kaldık."

"Anlamadım, neyi siz yaptınız?"

"Panzehri bulamayınca Burak başka bir zehirden bahsetti bize, güçlü bir zehirden. O kadar güçlüymüş ki vücudundaki diğer tüm zehirleri yok edebilirmiş ve bilinen bir panzehri varmış," dedi, ne yaptıklarını az çok anlamaya başlarken de devam etti. "Sana o zehri verdik, çok çabuk etki eden bir zehir olduğundan o hâle geldin," dedi, araya girdim.

"O zehir beni diğerinden kurtardığında o zehrin panzehrini verip siz de beni ondan kurtardınız," dedim.

"Özür dilerim," dedi anında. "Çok özür dilerim Mira ama yemin ederim seni yaşatmak için başka şansım yoktu, kabul etmek zorunda kaldım. O zehir seni yavaş yavaş öldürecekti, her gün acı çekecektin. Biliyorum kızdın bana ama canının bir kere yanmasına izin vermeseydim hep yanmaya devam edecek sonra da seni öldürecekti. Bu yüzden..." Devam etmesine izin vermedim.

"Sen ne diyorsun Ateş?" dedim, sessiz kaldı. "Ne kızması, ya böyle bir şeye kızılır mı hiç? Siz benim hayatımı kurtardınız," deyip elini tuttum. "Bunun için teşekkür edebilirim sadece," derken gözlerim doldu, sözlerimin onu rahatlattığını fark ederken gülümsedim.

"Bitti mi yani şimdi? Kurtuldum mu ben?"

"Bir süre gözetim altında olacaksın tedbir amaçlı ama evet, bitti Mira. Artık güvendesin," dediğinde gözlerim dolu dolu gülümsemeye devam ettim.

"Gerekirse günlerce yine gözetim altında kalabilirim, umurumda bile değil. Artık bitti ya her şey, benim için gerisinin hiçbir önemi yok," dedim, elini sımsıkı tutmaya devam ettim.

"Günlerce kalmana gerek yok güzelim, biraz daha iyi ol, eve gideceğiz. Sadece kontrol altında kalacaksın, başka hiçbir şey yok." İşte bunu duymak keyfimi yerine getirdi. Burada kalmaya da razıydım ama gitmek de iyi olmuştu.

"Ateş sana söylemem gereken bir şey var," dedim, bunu söylemem lazımdı.

"Söyle güzelim, dinliyorum."

"Dün gece kötü olduğumda," deyip sustum, o an dün gece hissettiğim acıyı bir kez daha hisseder gibi oldum ama kendimi çabucak toparladım, devam ettim. "Bir şey gördüm."

Kaşlarını çattı. "Ne gördün güzelim? Kabus gibi bir şey mi?" Yanlış anlamıştı.

Başımı olumsuz anlamda salladım. "Hayır, kabus değil, gerçek olan bir şey gördüm." Meraklandı, sormadı ve bekledi. "Öfkelendiğinde Eva'nın ayıcığın attın duvara." Kaşlarını biraz daha çattı, böyle bir şeyin neden konusunu açtığımı düşünüyordu.

"O ayıcığı duvara attığında içinde bir ilaç şişesi gördüm."

Şaşkınca kaldı. "Ne?"

"Hayal değildi Ateş, çok iyi hatırlıyorum. Biliyorum çok saçma bir yer ama oradaydı işte. Ayıcığın içinden düştü ilaç. Söylemek istedim, bak orada demek istedim ama olmadı fakat oradaydı."

"Tamam güzelim," dedi. "Ben evi arayıp ne olduğunu kontrol etmelerini isteyeceğim. Şimdi telefonum yanımda değil."

Başımı salladım.

"Fakat ilaç da olsa başka bir şey de olsa artık önemi yok. Sen kurtuldun, onlara ihtiyacımız yok." O an aklıma başka bir şey geldi; o adamları gönderdiğimiz.

"Adamları gönderdin," dedim. "Artık elimizde hiç kimse yok, kalmadı."

"Bunun bir önemi de yok."

"Vardı Ateş," dedim, kendime olan öfkemle gözlerim doldu. "O adamlar bizim en büyük kozumuzdu ve benim yüzümden..." Devam etmeme izin vermedi.

"Sakın!" dedi bir anda. "Sakın bir daha böyle bir şey çıkmasın ağzından! Senin yüzünden falan değil! Eğer kendimizi suçluyorsak ben de kendimi suçlayayım," derken yüzünde sinirli bir ifade oluştu.

"Sana bunu yapan piç benim yanımdaydı! Benim evimde çalışıyordu! Ben izin verdim orada olmasına, o da sana zarar verdi! O zaman en başından suçlu benim!"

"Öyle bir şey yok, üç yıldır yanında çalışan adamın böyle bir şey yapacağını nereden bilebilirdin?" Onu rahatlatmak için söyledim bunu.

"Ben de sana bunu söylüyorum işte Mira. O bahçede otururken başına böyle bir şey geleceğini nereden bilebilirdin? Bu yüzden bu işte ne sen suçlusun ne ben. Tek suçlu olan o adamlar." Bakışlarımı yine başka yere çevirdim, artık o adamlar tabirinden bile sıkıldım.

Bu iş o kadar uzadı, o kadar can sıkıcı bir hâle geldi ki onlarla uğraşmaktan bile sıkıldım.

"Ayrıca bilmen gereken bir şey daha var."

Gözlerim yeniden Ateş'i buldu. "Neymiş o?"

Bu sorumla dudakları yana kıvrıldı. "O adamlar gitti, göndermek zorunda kaldık ama emin ol güzelim bizim evde, arkada elleri ayakları bağlı bir şekilde durduklarından daha çok işimize yarayacaklar."

Meraklandım. "Nasıl olacakmış o?"

"Adamları gönderdik ama hiçbir şey yapmadan hadi kalkın gidiyorsunuz demedik herhalde." Tek kaşımı kaldırdım. "Bu adamlar ağaç kovuğundan çıkmadılar, bir aileleri var ve onlar gitse de aileleri elimizde."

Şaşkınca kaldım. "Ne?"

"Biliyorum onlar masum ama başka şansımız yoktu, bu yüzden hepsini aldık ama merak etme iyiler, hep de iyi olacaklar. Asla zarar görmeyecekler. Hepsi şehir dışında bir evde kalıyorlar. Güvende ve çok rahatlar. Doğal olarak biraz korkuyorlar ama o kadar da olacak." Yaptığı şeyi çok rahat anlatıyordu.

"Onlar elimizde oldukları sürece o adamlar öncekinden daha esir hâldeler. Kendi canları umurlarında değildi ama artık işin içinde sevdikleri var ve onlara zarar gelmesin diye her şeyi yapacaklar."

Tamam bu doğru değildi ama artık doğruları yapacak durumda da değildik ve bu bizim için bir artıydı.

"Diğer adamlardan belki bir şey çıkmayacak ama bizim elimizde Bahadır Akyol'un kardeşi de var. Çetin ve Çelik. Çelik'e ulaşamadık, bulamadık hiçbir şekilde ama Çetin elimizde. O bile yeter." Bunları öyle bir şekilde söylüyordu ki bunu yaptığı için her an ona kızacağımı düşünüyordu, bunu belli ediyordu.

"Peki ya Yarasa?" dedim, adam kendini Yarasa diye tanıtmış, ismi de Yarasa olarak kalmıştı. "O da önemli birisi gibi, bir şeyler biliyor olabilir."

"Biz de öyle düşündük, ona da özen gösterdik. Eşi ve çocuğu var, bir de yaşlı annesi. Ailesi bundan ibaret et. Kadın çok yaşlıydı, onu bu işe karıştırmak istemedik. Bu yüzden sadece eşini almak zorunda kaldık, annesini bıraktık. Tabii bir de çocuğunu, çocuğu da annesinden ayıramadık, getirmek zorunda kaldık." Kendimi tutamadım güldüm, şaşırdı.

"Neden gülüyorsun?" deyince uzandığım hâlde omuz silktim.

"Komik geldi."

"Ne komik geldi?" diye sordu bu kez de.

"Böyle konuşman," dedim. "Yani ne bileyim sanki düşmanının ailesinden bahsetmiyorsun da dostunun ailesinden bahsediyor gibisin. Annesi yaşlı diye dokunmuyorsun, çocuğu annesinden ayırmıyorsun. Komik geldi işte bir anda ama," deyip hâlâ yüzüme dokunduğu elini tuttu. "Tatlı da."

"Tatlı," diye yineledi, başımı salladım. "Öyle olsun," dedi, güldüm.

"Madem gülüyorsun sana daha komik bir şey söyleyeyim mi?" Heyecanla başımı salladım, o da beni daha fazla bekletmedi.

"O yaşlı kadın evde tek kalmasın diye bir de yanına adam bıraktık." Bunu demesiyle eşzamanlı olarak kahkaha attım. Onun da dediği gibi bu çok daha komikti.

"Merhametli düşman," dedim, bu onu da güldürdü. O sırada kapı açıldı, Burak girdi.

"Bölmek istemezdim ama artık çıkman lazım, muayene olması gerekiyor. Bir sıkıntı çıkmazsa normal odaya alacağım zaten." Ateş Burak'a bakarak, başını salladı, bana döndü.

"Güzelim hemen kapının önündeyim, tamam mı?" Ben de ona başımı salladım, yanımdan kalktı ve çıktı, Burak yanıma geldi.

Muayene oldum, Burak iyi olduğumu söyledi. Normal odaya alındım, diğerleri de yanıma geldi. Hepsinin gözlerindeki o korku ve acı duygusu geçmişti, mutluydular. Tüm geceyi onlarla geçirdim. Daha sonra herkes bir bir gitti, işleri vardı çünkü. Geriye bir annemle Ateş kaldı. İkisi de beni bırakıp gitmedi, yanımda kaldılar.

Ertesi sabah diğerleri de yeniden gelmişti. Hepsi işine gitmeden önce öyle bir uğramışlardı. Onlar gittikten sonra kahvaltımı yaptım. Yemek yemek kolay geliyordu artık. İyi olduğumu hissediyordum, gerçekten de iyileşiyordum. Kahvaltımı yaparken odanın kapısına birkaç kez vurulmuş, hepimiz kapıya dönmüş ve Ceyhun'u görmüştük. Bu gözlerimin Ateş'e kaymasına neden oldu, tepki vermemişti.

"Günaydın," derken yanıma doğru geldi. "Geçmiş olsun Mira," deyince gülümsedim ona.

"Teşekkür ederim."

"Nasılsın şimdi?"

"Daha iyiyim."

"Sevindim," dedi, önce anneme sonra da Ateş'e baktı. "Size de geçmiş olsun." Annem de benim gibi teşekkür ederken Ateş "Eyvallah," dedi. Ceyhun yatağın ucunda durmaya devam etti, yanıma gelmedi.

"Karakola geçiyordum, geçmeden önce seni görmek istedim," dedi, konuşmak için dudaklarımı araladım ama Ateş benden önce davrandı.

"Ceyhun bize çok yardımcı oldu," dedi, gözlerim hemen onu buldu. Ceyhun'un hangi konuda yardım ettiğini düşünemedim bile. Düşündüğüm tek şey onun Ceyhun'dan yardım almış olması ve bunu rahatsız olmadan dile getiriyor olmasıydı.

"Ya," dedim şaşkınca ve Ceyhun'a döndüm. "Hangi konuda yardımcı oldun peki?" Merakla sordum, şaşkın olduğumun herkes farkındaydı.

"Dün gece sana bahsetmiştim." Yine cevap veren Ateş oldu, ona döndüm, devam etti. "Aileler diye." Annem burada olduğu için açıkça anlatamadığını anladım.

"Evet, bahsetmiştin."

"Ceyhun onları bulmamıza yardımcı oldu." Gözlerimi Ceyhun'a çevirdim, o sırada annem bizi rahat bırakmak için koridora çıktı.

"Gerçekten mi?" diye sordum, ne de olsa bu bir suçtu. Tamam haklı sebeplerimiz vardı ve elimizden bunu yapmak dışında hiçbir şey gelmezdi ama bu sebepler bunun bir suç olduğunu değiştirmezdi. Ceyhun da bize yardım ederek suç ortaklığına ilk adımı atmıştı, bu tehlikeliydi.

Bizim tehlikenin içinde olduğumuz yetmiyormuş gibi yavaş yavaş o da kendini tehlikenin içine atıyordu.

"Yaptım valla," dedi Ceyhun, buna kendisi de inanamıyormuş gibiydi, güldüm. Benimle birlikte o da güldü, Ateş ise zoraki bir gülümseme sergiledi sadece.

"Neyse, nasılsın diye bakmak için gelmiştim, benim şimdi karakola geçmem lazım. Tekrardan geçmiş olsun, kendine çok iyi bak ve bir an önce şu tehlikeden kurtulun. Bir şey lazım olursa da arayın beni, elimden geleni yapmaya çalışırım."

"Eyvallah," dedi Ateş Ceyhun'un söylediklerine karşı.

"Tufan müdürün haberi var mı? Neden gelmiyor diye sormuyor mu?" diye sordum, sırf bu yüzden işimi de kaybedecektim.

"Merak etme her şeyden haberi var." Ceyhun bunu söyledikten sonra Ateş adama nasıl baktıysa hemen düzeltti. "Her şey derken bilmesi gerektiği kadarını biliyor, gidip de her şeyi anlatmadım. İyileşene kadar da izin verdi." Bu beni rahatlattı, Ceyhun birkaç bir şey daha söyleyip odadan çıktıktan sonra Ateş'e döndüm.

"Vay demek Ceyhun'dan yardım aldın öyle mi?" diye sordum.

Kaşlarını çattı. "Başka şansım yoktu, acelemiz vardı ve yardım lazımdı," deyip ayağa kalktı, ellerini arkasında birleştirdi. "Adamları bırakmadan sadece on dakika önce ulaştık herkese, vaktimiz o kadar kısıtlıydı yani," diye de açıkladı.

"Ceyhun iyi birisi," dedim, gözleri beni buldu, karşımda dikildi. "Biliyorum onu sevmiyorsun, hatta varlığından bile rahatsız oluyorsun ama o gerçekten iyi birisi Ateş. Öyle senin düşündüğün gibi de bana ilgisi falan yok." Ellerini cebine koydu, bir şeyler söylemesi için merakla ona bakarken pencereye doğru yürüdü.

"Biliyorum." Şaşkınca kaldım, pencerenin önünde durdu, bana döndü. "Yani anladım, neyse boş ver kapatalım bu konuyu." O bunu derken kapı açıldı, annem odaya girdi. Konu kendiliğinden kapanmış oldu.

Öğlene doğru Burak bir kez daha yanıma geldi, muayene etti ve artık sorun olmadığını söyledi. Ardından da daha iyi hissetmem için kullanmam gereken ilaçları verip yanımızdan ayrıldı. Onun gidişinden sonra annemin yardımıyla eşofmanlarımı giydim. Daha sonra da hep beraber hastaneden çıktık. Yolda her ne olduysa bilmiyorum ama Ateş bir şekilde annemi ikna etti, ben eve gitmek yerine Ateş'e gittim. Evet, gerçekten oldu bu. Annemi bir şekilde kandırdı. Yeri geldiği zaman o kadar tatlı dille konuşuyordu ki birinin ona hayır demesi mümkün olmuyordu. Adam da resmen şeytan tüyü vardı ve bunu yeri geldiğinde kullanmaktan hiç çekinmiyordu.

Annem küçük bir çocuğu tembihler gibi beni defalarca kez tembihledikten hemen sonra onu dedemin evine bıraktık, ben de Ateş'in evine gittim. Annem beni çok iyi tanıyordu. Bu iş bitmeden asla durmayacağımı, rahat etmeyeceğimi biliyordu. İşte tam da bu yüzden hiçbir şekilde üzerime gelmiyor, beni geri çekmeye çalışmıyordu. Her zamanki gibi sadece destek oluyordu.

Ateş'in evine geldiğimizde ilk gördüğüm Eva oldu. Salona oturduğumda da hemen kucağımdaki yerini aldı. Ateş canım yanar diye düşünüp buna engel olmak istedi ama izin vermedim.

"İyileştin mi?" diye sordu, başımı salladım.

"İyileştim güzelim," dedim, sonunda bunu söyleyebilmiş olduğumdan kendimi çok mutlu hissettim.

Bir an gerçekten öleceğimi düşünmüştüm.

"Artık evde misin? Hastaneye dönmeyecek misin?" diye sordu, ben hastanedeyken Ateş hep yanımdaydı, ben buradayken de hep dışarıda savaştı. Benim yanıma da gelmesine izin vermediler ve çok yalnız kaldı. Bu sorunun sebebi tam olarak buydu.

"Dönmeyeceğim, artık iyiyim," dediğimde dişlerini göstererek gülümsedi, kucağımdan indi. İnmiş olmasına şaşırırken koşarak yanımdan uzaklaştı. Merakla ona bakarken ileride duran ayıcığını aldı ve yanıma geldi.

"Bak o da iyileşti, Cansu abla iyileştirdi." Ayıcığın aldım, yırtılmış olan yerin dikildiğini görüp Ateş'e döndüm.

"İçindeki Burak'ta," dedi, buna anlam veremedim. "Ne olduğunu araştıracak." Anladım dercesine başımı sallayıp Eva'ya döndüm.

"O zaman ayıcığa da geçmiş olsun diyelim," dediğimde güldü, onunla birlikte ben de güldüm. Onunla geçirdiğimiz güzel dakikaların ardından uyumak için odasına giderken Ateş'te olan telefonumu aldım, saate ve tarihe baktım.

22 Nisan Cuma 15:32

"Bitmek üzere," dedim, Ateş'e döndüm.

"Ne bitmek üzere?" Telefonu elimden bırakırken konuştum.

"Sana 23 Nisan'da her şey bitecek demiştim, tam şurada," deyip o gün önünde konuştuğumuz camdan duvarı gösterdim, devam ettim.

"22 Nisan'dayız ve hâlâ başladığımız yerdeyiz. Hatta daha da geride." Ateş biraz yaklaştı, kolunu omzuma atıp beni kendine çekti.

"Zamanım önemi yok güzelim, elbet bir gün her şey bitecek biliyorsun."

"Biteceğine inanıyor musun gerçekten?" diye sordum bir sır veriyormuş gibi kulağıma fısıldadı.

"Biz de bu bahtsızlık olduğu sürece her şey olabilir Mira."

Güldüm.

"Fakat buna rağmen devam ediyoruz," deyip alnımdan öptü. "Pes etmek yok güzelim, onların kökünü kazıyıp da hayatımızdan tamamen çıkarana kadar durmak yok!"

Başımı salladım. "Asla, savaş bitmedi."

Dilini damağına çarpıtarak cıkladı. "Savaş bitti Mira," deyince kaşlarımı çattım, devam etti. "Onların savaşı bitti, bizimki başladı," deyip gözlerimin içine baktı.

"Erdem şu an Bahadır ve Yarasa ile konuşuyor," dedi, bu şimdi mi söylenirdi? "İkisine de ailelerinin elimizde olduğunu anlatıyor." Hemen harekete geçmişler miydi?

"Bahadır'ı ve Yarasa'yı bizim tarafa çekecek, o adamlar hakkında bildikleri her şeyi anlatacaklar. " O kadar kesin bir şekilde söyledi ki bunu sanki başka türlüsü mümkün değildi.

"Bu akşam saat tam 20:00'da sahilde olacaklar, biz de orada olacağız. Her şeyi öğreneceğiz. Fakat buna rağmen ailelerini bırakmayacağız. Bize oradan ve o adamlar hakkında bilgi getirmeye devam edecekler."

"Sence yapacaklar mı bunu?" diye sordum, anında yanıtladı.

"Bu mesele onlar için çok önemli Mira ama eminim ki aileleri daha baskın olacak ve bunu tereddüt etmeden yapacaklar. Fakat küçük bir ihtimal var, onu da düşünmemiz lazım."

"O ihtimal ne?" diye sordum, canının sıkıldığını fark ettim. Muhtemelen yüksek bir ihtimal söz konusuydu.

"Bizi oyalamak için yalan yanlış şeyler anlatıp doğru olmayan bilgiler verebilirler. Hatta bu işin başındaki adamlara bunu anlatıp beraber iş birliği yaparak yine bizi yönlendirmeye çalışabilirler." Doğru ya böyle bir şey yapabilirlerdi.

"Peki ya nasıl anlayacağız anlattıklarının doğru olduğunu? Nasıl emin olacağız?"

"Emin olamayacağız." Tek kaşımı kaldırdım. "Hiçbir zaman emin olamayız ama tedbirli olacağız. Anlamaya çalışacağız, tuzağa hemen düşecek kadar da aptal değiliz. Bir şeylerden emin olmadan adım atmak yok. Hele bir akşam şu adamlarla konuşalım da o zaman bakarız neler olup neler olmayacağına."

"Haklısın," dedim, önüme döndüm, arkama yaslandım. "Önce onlarla konuşmak lazım."

"Her iki açıdan da kârlı olan biz olacağız Mira," deyip o da arkasına yaslandı. "Aras'la tanıştın," diye ekledi, sniper arkadaşından bahsediyordu. "O da bu gece sahilde olacak. Biz görmeyeceğiz, onlar da görmeyecekler. Adamlardan ayrıldıktan sonra onları takibe alacak. İlla ki birilerinin yanına gideceklerdir."

"Ateş bu çok tehlikeli," dedim. "Birinin kendilerini takip ettiklerini anlamayacak adam değil bunlar, Aras'ın hayatını tehlikeye atmak olur bu." Yanağıma dokundu, konuşurken temas etmeyi çok seviyordu.

"Güzelim Aras'ı tanımıyorsun, bu iş için en uygun kişi o. Aras karda yürür izini belli etmez," dedi, yüzünde muzip bir ifade oluştu, devam etti. "Gölge gibi yanlarında gezse fark etmezler. Evlerine kadar girip sucuklu yumurta yapıp yese ruhları duymaz." Güldüm, aynısını bize yapmıştı çünkü.

"Merak etme yani, o istediğimizi yapar, kendi başının çaresine de bakar. Karşılığını da gelip bir sucuklu yumurta yiyerek alır ve gider." Yine güldüm, içimde öyle bir his vardı ki bu gece her şey güzel olacak gibiydi. Bilinmez bir ses bu gecenin çok güzel olacağını fısıldıyordu bana ve ben o sese şu an kendimden de diğer herkesten de çok güveniyordum.

Ateş'in yüzümdeki eli enseme doğru gitti, beni kendine hafifçe çekti, dudaklarını alnıma bastırdı, gülümsedim. Ateş geri çekilirken "Dün gece bir savaş bitti, bu gece de bir yenisi başladı öyle mi?" diye sordum, anında yanıtladı.

"Bu hep böyledir Mira, her zaman bir savaş biter bir yenisi başlar." Gülümsedim, o da benim düşündüğüm gibi düşünüyordu. Dün gece onların savaşı son buldu, bu gece de bizimki başlayacak ve bu kez her şey çok güzel olacak. Bundan eminim.

Düşmanı hâlâ tanımıyorduk belki ama artık biz de nereden vuracağımızı biliyorduk. Ölmeyen düşman olarak daha hırslı daha güçlüydük. Bir kere kaybetmiş, kaybetmeyi tatmış ve kaybedecek hiçbir şeyimiz kalmamıştı. Bu yüzden de zaferimiz onlarkinden büyük olacaktı.

Çünkü onların savaşına sıradan bir savaş, bizimkine intikam denilecekti. Artık ayağa kalkıp intikâm almanın zamanıydı. Düştüğümüz yerden kalmıştık ve artık düşmek gibi bir niyetimiz yoktu.

Bölüm Sonu!

Selammmlar :) nasılsınız neler yapıyorsunuz?

Ya tüm bölümü savaş, düşman diye betimlediğim için kendimi savaş romanı yazıyor gibi hissettim hdjsjjsjsjsj fakat onların yaşadığı her şeyi de en güzel bu şekilde anlatabilirdim ya. Çünkü onlar gerçekten bir savaşın içindeler.

Bu arada bölümde en sevdiğiniz sahne hangisi oldu?

Buraya bölümü en iyi anlatan emojiyi bırakabilirsiniz.

Bölüm hakkındaki yorumlarınızı buraya yazabilirsiniz.✨

Yeni bölüm alıntısını okumak ve duyurulardan haberdar olmak için beni sosyal medyadan da takip edebilirsiniz.💫

Bir sonraki bölümde görüşmek dileğiyle... Kendinize çok iyi bakın, sevgiyle ve sağlıkla kalın.♡

Instagram: gizzemasllan

Twitter: gizzemasslan

SİZİ ÇOK SEVİYORUM.♡

Loading...
0%