Yeni Üyelik
77.
Bölüm

76.BÖLÜM "SONUN EN BÜYÜK HABERCİSİ"

@gizzemasllan

Selam suç ortaklarım ✨

Bölüme başlamadan önce yıldızı parlatırsanız çok sevineceğim.💫

Buraya ben de sizin için kalp ve yıldız bırakıyorum.⭐♡ Sizinkileri de bekliyorum.❥

Keyifli okumalar <3

Instagram: gizzemasllan / sucortagimofficial

*****

76. BÖLÜM "SONUN EN BÜYÜK HABERCİSİ"

Merdivenlerden gelen ayak sesleriyle gözlerimi o tarafa çevirdim, Uras'ı gördüm. Onunla yaşadıklarımız bir bir aklıma geldiğinde derin bir iç çektim. Bir an önce onun da iyileşmesini kendisine gelmesini bekliyordum fakat bunun o adamlarla hiçbir ilgisi yoktu. Bunu sadece o ve Ateş için istiyorum. İyileşirse hatırlar ve bize bir şeyler anlatır diye beklemiyorum. İyileşsin ve günlerdir yanında olduğu abisiyle tanışsın diye bekliyorum. Sabırsızlandığım tek konu tam olarak bu.

"Mira," dedi, beni nasıl unutmuyor anlamış değilim. Biriyle tanıştığı zaman en fazla bir saat sonra onun hakkında her şeyi unutuyordu.

"Uras," dedim ben de, salona geldi, benim oturduğum koltuğun diğer ucuna da o oturdu ve dikkatle yüzüme bakmaya başladı. Bu dikkatli bakışlar rahatsız olmama ve biraz olsun gerilmeme neden olurken ben de ona baktım. O esnada hiç beklemediğim bir şey oldu ve bana gülümsedi. Onun gülümsemesi bir anda bana da yansıdı.

"İyisin," dedi, bu onu çok mutlu etmiş gibiydi.

"İyiyim," dedim ben de, gülümsemesi daha da büyüdü.

"Buldun değil mi onu?" diye sordu bu kez de, onunla konuştuğum zaman kendimi hep Eva ile konuşuyormuş gibi hissediyordum.

"Kimi?"

"Bizi hasta edeni." Verdiği cevap bu olurken bu hastalık yüzünden unuttuğum şeyleri bir bir hatırladım. Yüzü yaralı, mavi gözlü bir kadından bahsetmişti. Ben de bunları herkese anlattım, Ateş bir şeyler hatırlar gibi oldu ama sonra o kadar şey oldu ki bu konu bir daha hiçbir zaman açılmadı.

"Bulamadım." Doğruyu söyledim, belki de onunla artık doğru düzgün konuşmanın zamanı gelmiştir. "Yüzü yaralı mavi gözlü kadını bulamadım Uras." Bakışlarını hızla başka bir tarafa çevirdi, o an yine korktuğunu hissettim.

"Seni korkutan o kadını çok aradım ama bulamadım çünkü ismini bilmiyorum." Bunu dediğim hâlde dönüp bana bakmadı, yere bakmaya devam etti.

"Sen biliyor musun?" Cevap vermeyeceğini bildiğim hâlde sordum bunu ve bu sorumla eşzamanlı olarak bakışları yeniden buldu. İnsan hiç başka bir insanın bakışlarında yardım çığlıkları görür müydü? Ben onun bakışlarında yardım çığlıkları görüyordum. Onun içindeki o çığlıkların sesini duyuyordum ve onu düştüğü o yerden çekip almak için elimden ne geliyorsa yapacağım. Şimdilik bunun için onunla savaşmam gerekiyor ve ben hiç çekinmeden bunu da yapacağım.

"Bilmiyorum." Bunu derken yalan söylediğini anlamam hiç zor olmadı. Biliyordu, belki de o kadını herkesten çok daha iyi tanıyan oydu ama susuyordu. Çünkü Ateş'in de dediği gibi bize güvenmiyordu.

"Sorup durmayın bilmiyorum!" diye çıkıştıktan sonra da ayağa kalktı, gitmek için bir hamle yaptı ama tabii ki de buna izin vermedim ve bileğinden yakaladım, yeniden bakışları beni buldu.

"Tamam, sakin ol," dedim gayet yumuşak çıkan sesimle ve devam ettim. "Ben sadece sordum, kızman için bir neden yok ki." O sakinleşsin diye elimden geldiği kadar yumuşak bir ses tonuyla konuşuyordum.

"Hem canım sıkılıyor benim bu evde, senin de sıkılmıyor mu? Otur işte konuşalım," deyip gülümsedim, bu şekilde onu konuşturup ağzından laf alabilirdim. Uras gitmekten vazgeçip yanıma oturduğunda zafer kazanmış gibi mutluydum.

"Sıkılıyor," deyip iç geçirdi. "Hem de çok sıkılıyor," diye ekledi, kendimi onun yerine koydum ve bu sıkıntıya hak verdim.

"Dışarısı daha eğlenceli değil mi?" diye sordum bu kez de, bu sefer ondan bir şeyler öğrenmek konusunda kararlıydım.

"Ne var ki dışarıda?" O da sordu, omuz silktim.

"Bilmem, vardır elbet bir şeyler. Mesela sen buraya gelmeden önce neler yapardın?" Bu sorumla gözlerini bir kez daha yere çevirdi, düşündü. O sırada bahçe kapısında beliren Ateş'e baktım. İçeriye girmek için bir hamle yaptı ama bakışlarımla ona engel oldum çünkü Uras bir başkası geldiği an hemen kalkıp kaçıyordu.

Ateş birkaç saniye yüzüme baktı, Uras o sırada düşünüyordu. Sonradan Ateş ne yapmaya çalıştığımı ve gelmesini neden istemediğimi anlamış olacak ki kapının önünden uzaklaştı, salona gelmedi. Ben de rahatlayıp Uras'a döndüm, onun da o sırada bakışları beni buldu.

"Hatırlamıyorum," dedi bir anda, ilk kez bu kadar net olmuştu ve bu kez gözlerinde öyle bir his vardı ki yalan söylemediğini anladım. Gerçekten de hatırlamıyordu.

"Öyle mi?" diye sordum, söyleyecek başka bir şey bulamadım çünkü. Uras başını sallarken hâlâ düşünmeye devam ediyordu.

"Selin vardı hayatında," dedim, hızla kaşlarını çattı.

"Selin mi?" Büyük bir şaşkınlıkla sordu, ben de başımı salladım.

"Evet, hani hemşire kız vardı ya? O işte. Buraya beraber geldiniz hatırlamıyor musun?" Kendini biraz daha zorladı, bunu yüz ifadesinden anlayabildim. Merakla ona bakıp bir şeyler söylemesi beklerken konuştu.

"Hemşire kız," diye tekrar etti sonra da başını olumsuz anlamda salladı. "Hatırlamıyorum." Dikkatle baktım gözlerinin içine. Yine yalan söylemiyormuş gibiydi, sanki gerçekten de hatırlamıyordu. Bunun için onu korkutmak, aklını karıştırmak istemedim.

"Boş versene, bazen bende de oluyor, hemen unutuyorum," deyip güldüm ve sormaya devam etmek yerine anlatmaya başladım.

"Benim dışarıda bir ailem var mesela. Annem ve babam var, babam pek dışarıda sayılmaz ama yaşıyor işte hâlâ ve babam sonuçta. Tabii bir de dedem var, çok seviyorum onu. Amerika'da olan kuzenim, teyzem var. Ha bir de abim var," dedim, son cümlemde yüzümde buruk bir ifade oluştu.

"Vefat etti ama o, 4 yıl önce," dedim, gözlerimi yere çevirdim, iç geçirdim. "Çok özledim onu," derken gözlerim doldu, bu yalandan değildi, gözlerim gerçekten doldu, çünkü gerçekten çok özledim. Abimle ben, yeryüzüne en iyi anlaşan abi-kardeş olabilirdik.

"Ben de özledim," dedi Uras bir anda.

"Kimi?" diye sordum merakla, arkasına yaslandı, hüzünlü gözlerini yine yere çevirdi ve başını önüne eğdi.

"Bilmiyorum." Kaşlarımı çattım, bilmiyorum mu? Birini özledi ve onun kim olduğunu bilmiyor öyle mi? Tuhaf.

"Tanımıyorum," dedi bu kez de, ben sormadan anlatacak gibiydi. Bu yüzden sabırla bekledim, söze girmedim, hemen anlatsın diye üst üste sormadım. Bu bir tek onun kendini geri çekmesine neden olurdu çünkü.

"Bir çocuk," dedi sonra, yüzünde küçük bir tebessüm oluştu ve yere bakarak anlatmaya devam etti. "10 yaşındaki bir çocuk." Heyecanlandım, ilk defa ağzından kendi isteğiyle bir şeyler çıkıyordu. Uyguladığım taktiğe devam ettim, sormadım ve onun anlatmasını bekledim.

"Kumral saçları olan birisi, güzel gözleri vardı." Hızla düşündüm, kumral saç ve güzel göz. Kimden bahsediyordu? Bunu düşünürken gözleri yeniden beni buldu.

"Bana benzeyen bir çocuk." İşte bu cümleyle kalakaldım karşısında.

Bana benzeyen bir çocuk...

Ateş'ten bahsediyordu, Ateş'in çocukluğundan çünkü ona benzeyen bir Ateş vardı. Umarım yanılmıyorumdur.

"Sen hiç gördün mü çocuğu?" diye sordum, Ateş'ten bahsettiğinden emin olmam lazımdı.

"Hayır," deyip elini ensesine attı, kaşlarını çattı. "Belki de evet," dedi bu kez ve aklımı karıştırdı. "Hatırlamıyorum."

Gözlerimi kapattım, derin bir nefes aldım. Bu konuda ona kızmıyorum çünkü böyle olması çok normal. Artık almadığı ilaçların yokluğu ona bir şeyleri hatırlatıyor fakat yıllarca uyuşmuş olan zihni de onu zorluyor. Aklının bu kadar karışık olması da bazı şeyleri hatırlayıp bazılarını unutmuş olması da çok normal.

"Üzme kendini," dedim, uzanıp elini tuttum. "Bir gün elbet hatırlarsın," dediğimde gülümsüyordum, o da gülümsedi. Bir an o sanki benim kardeşimmiş gibi hissettim. Abla olmak... Düşüncesi bile tuhaf bir duyguydu.

"Ben her şeyin farkındayım Mira," dedi Uras, dikkatle ona baktım, yüzüne derin bir hüzün çökerken devam etti konuşmaya.

"Kötü ve tehlikeli bir şeylerin içindeyiz," dedi, tamamen önüne döndü, ilk defa onu bu kadar derin bir hüznün içinde görüyordum. "Siz kimsiniz bilmiyorum ama bana yardım ediyorsunuz farkındayım." Gülümsedim, bunları duymak iyi hissettirdi. Hiç değilse bizi düşmanı olarak görmüyordu. Yakında zaten zihni tamamen kendine gelecek ve kim olduğumuzu da anlayacaktı.

"En çok da o adam yardım ediyor," dedi, etrafa bakındı, bana döndü. "Hani var ya uzun boylu olan? O işte." Neredeyse hepsi uzun boylu ve iriydi, hangisinden bahsediyordu ki? "Burada, benimle kalan adam." Bu cümlesiyle Ateş'ten bahsettiğini anladım.

"Bu yüzden kızmıyorum size, gitmek istemiyorum. Bana yardım ettiğinizin farkındayım." Gülümseyerek dinledim onu.

"Bu yüzden yardım edeceğim size." Bunu fısıldayarak söyledi.

"Öyle mi? Nasıl yardım edeceksin?" diye sorduğumda etrafa bakındı, sanki birileri bizi görecek gibi korkuyordu.

"Korkma," dedim, bakışları beni buldu. "Burası çok güvenli, hiç kimse bizi göremez," diye ekledim, başını salladı, bu konuda bir yorum yapmadı. Ben de bir şeyler söylemesini bekledim, yardım edeceğim dediğine göre bir şeyler söylemesi lazımdı ama onun yaptığı tek şey elini ceketinin cebine atmak ve bir kağıt çıkarmak oldu. Katlaya katlaya küçücük yapmıştı kağıdı ve ben o kağıtta ne olduğunu çok merak etmeye başlamıştım.

"Bunu ona ver, uzun boylu adama," dedi, başımı salladım.

"Peki," dedim, elinden aldım. "Ama benim verdiğimi söyleme tamam mı? Gelmesin yanıma."

"Peki," dedim yine, üstüne gelinmesini sevmiyordu. Belki de bizimle anlaşmaya bu şekilde kağıtlarla başlayacaktı. Her ihtimali değerlendirmek lazımdı.

"Ben," dedi. "Başka bir şeyler de vereceğim sana, bekle tamam mı?" Başımı salladım.

"Bekliyorum, hep burada olacağım. Ne zaman istersen verebilirsin," dediğimde ayağa kalktı, başka hiçbir şey söylemeden üst kata çıkarken ben de hızla ayağa kalktım. O an karnıma bir ağrı girdi, elimi karnıma bastırdım, yüzümü buruşturdum. Eşzamanlı olarak telaşla içeriye Ateş girdi, yanıma geldi.

"Mira? İyi misin?" Sordu, cevap vermeden hemen önce kalktığım yere yeniden oturdum.

"Korkma, iyiyim. Aniden kalkınca oldu," dedim, bileğinden tuttum, onu yanıma çektim ve oturtturdum.

"Uras'la konuştum."

"Gördüm onu, öyle bir baktın ki gelmemem gerektiğini anladım."

"Bir şeyler anlatırken birisi geldiği zaman kaçıyor." Gözleriyle onayladı beni.

"Biliyorum güzelim," derken sıkıntılıydı. "Bir şey anlattı mı peki sana?" diye sordu, elimdeki kağıdı vermeden önce bahsetmem gereken bir şeyler vardı.

"Evet, anlattı." Heyecanlandı. "Konuşsun diye ona biraz kendimi anlattım, abimden falan bahsettim. Çok özledim dedim, o da bir anda ben de özledim dedi. Kim olduğunu sorduğumda da 10 yaşındaki bir çocuktan bahsetti." Ateş'in kaşları çatıldı.

"Kimmiş bu çocuk?"

"Sensin," dediğimde şaşkınca kaldı.

"Ben miyim?"

"Evet, sensin. Seni tarif etti, çocukluğunu yani. Bir şekilde çocukluğunu görmüş olması gerek ve bunu hatırlıyor, hatırlamakla kalmayıp özlüyor da." Gülümsedi Ateş.

"Ayrıca bizi seviyor, bize inanıyor. Siz bana yardım ediyorsunuz dedi. Ben her şeyin farkındayım, kötü bir şeylerin içindeyiz ve siz iyi insanlarsınız dedi." Ateş'in keyfi biraz daha yerine geldi.

"Başka?" diye sordu, devam ettim.

"Bir şeyleri hatırlıyor ama aklı karışık. Yani onu da anlamak lazım. Bahsettiği o Mavi gözlü kadını anlattırmak istedim ama hiçbir şey anlatmadı. İsmini sordum, bilmiyordum dedi ve yalan söylüyor gibi değildi, gerçekten de bilmiyor ya da biliyor ama hatırlamıyor."

"Bu konuda onun üzerine gitmemek lazım," dedi Ateş. "Bak bir şeyler hatırladığı zaman gelip konuşuyor zaten, üstüne gittiğimiz zaman da kendini çekiyor. En iyisi kendi hâline bırakalım."

"Ben de öyle düşünüyorum, öyle yapalım bundan sonra. Bu arada," deyip elimdeki kağıdı gösterdim. "Bunu da sana vermemi istedi."

Tek kaşını kaldırdı. "Ne bu?"

Omuz silktim. "Bilmem, senden uzun boylu adam diye bahsediyor ve bana bunu uzun boylu adama ver dedi. Tabii benim verdiğimi söyleme de dedi. Bilmiyor gibi davranırsan iyi olur." Ateş söylediğim şeyi onaylarken bir yandan da katlı olan kağıdı açtı, dikkatle inceledi. Kağıtta olan şey onu şaşırttı. Hem de öyle böyle değil, bayağı şaşırttı. Ne olduğunu ona sormak yerine eğildim, kağıda doğru baktım ve gördüğüm şeyle ben de şoke oldum.

Büyük bir ustalıkla çizilmiş bir kadın portresiydi bu. Hayretler içinde inceledim o portreydi. Yüzünün sağ kısmında derin bir iz vardı, saçları açık kahve, gözleri maviydi.

"Mira," dedi Ateş şaşkınca, muhtemelen benim bir yorum yapmamı bekledi ama şu an benim de ondan bir farkım yoktu, şaşkındım. O mu çizmişti bunu? Nasıl çizmişti?

"Bu bahsettiği kadın," dedim, şaşkınca döküldü bu cümle ağzımdan. "Onu mu çizmiş?" diye sordum, neye şaşırsam anlam veremiyorum. Bir kadın portresini bu kadar büyük bir ustalıkla çizmiş olmasına mı yoksa aradığımız kadının elimizde fotoğrafının olmasına mı?

"Bunu o mu çizdi?" diye sordu Ateş, ikimiz de onun elindeki kağıda bakarak konuşuyorduk.

"Öyle görünüyor," dediğimde başını bana çevirdiğini hissettim, ben de ona baktım. "Dün gece hastanedeyken evden bir adam aradı beni," diye girdi konuya, bunu neden anlattığını anlamaya çalıştım.

"Eva ve Uras Bey kavga ettiler dedi." Ne kadar tuhaf bir cümle değil mi? Birisi 6 yaşında bir kız çocuğu, diğeri 22 yaşında bir gençti ama onu 6 yaşında bir çocukla kavga edecek hâle getirmişlerdi.

"Boya kalemleri için kavga etmişler." Şaşkınca kaldım. "Uras Eva'dan kalemlerini almış kaçmış, Eva ağlamış. Susmayınca da adamlar beni aradı. Hatta ben de bu kadar derdimin arasında bunun için mi aradınız diye kızdım onlara. Meğerse..." deyip gözlerini portreye çevirdi. "Bunu çizmek için almış o kalemleri." Ben de baktım elindeki portreye.

"O da bize yardım etmek istiyor," dedim. "En başında da söyledim zaten bunu size, bize yardım etmek istiyor ama elinden bir şey gelmiyor ve geleni de yaptı işte, bize o kadının resmini verdi."

Bunu derken hâlâ hayretler içinde portreye bakıyordum. Sanki kalemle çizilmemiş de birisi kadının fotoğrafını çekmiş gibiydi. Her şey bir yana bu kadar kısa zamanda bu kadar gerçekçi bir şey ortaya çıkarmak büyük bir yetenek isterdi.

"Bana sana başka bir şeyler de vereceğim, bekle demişti. Belki de tanıdığı başkalarının da resmini çiziyordur," dedim, Ateş bu dediğime çok fazla odaklanmadı, kadının portresini uzun uzun incelemeye devam etti. Daha önce öyle birini sanki tanıyorum demişti. Belki de görsel hafızası ona yeni bir şeyler hatırlatmıştır.

"Hatırlıyor musun?" diye sorduğumda gözleri beni buldu.

"Sanırım."

"Sanırım?" diye sorguladım.

Portreye bir kez daha baktı. "Hatırlıyor gibiyim."

Heyecanlandım. "Nasıl bir şey hatırlıyorsun?" diye sordum, gözlerini kapattı, uzun uzun düşündü. Sabırla cevap vermesini bekledim. Birkaç dakika sonra bakışları yeniden beni bulduğunda hatırladığı şeylerden emin olmuş gibiydi.

"Herhangi bir anı hatırlamıyorum ama bu kadını daha önce gördüm. Çok, çok eskiden," deyip bir kez daha gözlerini kapattı, bu şekilde konuşmaya devam etti.

"Bizim evde, annemle babamın yaşadığı o evde, bahçede gördüm." O böyle söyleyince daha çok merak ettim ama hiçbir şey sormadım, onun devam etmesini bekledim.

"Sadece bir an Mira, sanki tek bir an da olsa girdi bu kadın hayatıma." Cevap vermedim, hatırlamak için kendini zorluyordu ama annesinin Uras'a hamile olduğunu bile unutmuştu. Kabul etmiyordu ama geçmişine dair unuttuğu şeyler vardı. Hem de unuttuğu şeyler küçük şeyler bile değildi ama kabul etmiyordu işte. Biz de üzerine gitmiyorduk. Gitsek ne olacaktı ki?

"Boşuna zorlama kendini." Gözleri beni buldu. "Bir anlık bir şeyse kadın hakkında bir şeyler biliyor olamazsın zaten. Hatırlamaya çalışma, beraber öğrenelim kim olduğunu. Baksana şuna, fotoğraftan daha ayrıntılı bir resim var elimizde. Kadının yaşını bile tatmin ederim ben bundan. Elimizde bu varken kadının kimliğini tespit etmek çok kolay olacak." Kağıdı ikiye katlayıp cebine koydu.

"Haklısın, hatırlamaya çalışıp vakit kaybetmenin lüzumu yok." Sonunda o da kabullendi.

"Bizimkilere göndermek lazım bunu, karakolda araştırsınlar iki dakikada. Tabii Pars'a da göndereceğim, o kadının doğduğu hastaneyi yine bulur." Güldüm, fotoğrafa bakınca kadının ellili yaşlarda olduğu belliydi. Ortamı biraz yumuşatmak için ciddi ciddi konuştum.

"O zamanlarda evde doğum vardı ya, hastaneye gitmemiştir kadının annesi muhtemelen." Ateş'in şaşkın bakışları beni buldu.

"Ne?" dedi, omuz silktim.

"Gerçekçi oluyorum Ateş." Ciddi ifadeyle bunları söylemeye devam ettim, ne yapmaya çalıştığımı anladı, yüzünde muzip bir ifade oluştu.

"O zaman evde doğumunu yaptıran ebeyi buluruz Mira." Kendimi tutamadım, kahkaha attım. Ateş benimle birlikte gülerken bir yandan da mesaj yazıyordu. O mesaj yazarken benim telefonum titredi, o an içime bir korku düştü. Yine onlardan mı mesaj gelmişti? Telaşla telefonunu çıkardım, korkarak ekrana baktım ve görmeyi beklemediğim bir bildirim gördüm.

*Polis olanlar ve polis olmaya çalışanlar.* Grubundan bir yeni mesajınız var.

Bu bildirim beni güldürdü, mesajı muhtemelen Ateş atmıştı.

"Hayatımda daha saçma bir grup ismi görmedim," dedim Ateş'in bakışları beni buldu.

"Doğan işte," deyip mesaj yazmaya devam etti. Ben de mesajların üstüne dokundum, yazdıklarını okudum. Uras'ın çizdiği resmi anlatıyordu. Konuya hâkim olduğum için mesajları okumadım, gerek duymadım. Başımı kaldırıp saate baktığımda henüz daha 17:13 olduğunu gördüm.

"Az kaldı," dediğimde Ateş yine bana döndü. "Sahile gitmenize." Kaşlarını çattı.

"Gitmenize? Gitmemize olmayacak mıydı o?" Arkama yaslandım. "Gelmeyecek misin? Kötü mü hissediyorsun?"

"Hayır, iyi hissediyorum ama hep beraber gideceğimizi düşünmemiştim."

"Hep beraber gideceğiz," dedi anında. "Seni de karşılarında görecekler, sapasağlam duracaksın karşılarında. Pes etmediğini bilecekler. İyi olduğunu görecekler. Tabii kendini iyi hissediyorsan gel, eğer gelemeyecek gibiysen evde kalabilirsin." Başımı olumsuz anlamda salladım.

"Hayır, iyiyim ben. Geleceğim." Bundan memnun oldu.

"Ben şu resmin fotoğrafını düzgünce çekip atayım," dedi ve kağıdı çıkardı, sehpanın üzerine bıraktı. Hemen ardından düzgün bir fotoğraf çekmeye çalıştı. Bunu yaptıktan sonra da gruba attı. Diğerleri fotoğraf hakkında yorum yazıp bir şeyler sorarken yine mesajları okumamayı tercih ettim.

"Bana anlatacağın bir şey vardı," dememle duraksadı, mesaj yazarken parmakları ekranın üzerinde durmuştu.

"İyi olduğun zaman anlatacağım demiştin." Bana doğru döndü, gerilmişti. Bu konuyu kapatamayacağını bildiğinden hiç denemedi. Anlatmamak için en ufak çabaya girmedi, aksine anlatmak için kendimi hazırlıyordu.

"Ateş," dedim sakince. "Anlatacağın şey bu durumu etkiliyor mu?" diye sordum, anlamsız bakışlar attı. "Yani bu olayı çözmemiz için öğrenmem şart mı?"

"Hayır, bu durumla hiçbir ilgisi yok. Benim yüzünden seni araştırmaya başlamış ve öğrenmişler."

"Peki, bilmek istemiyorum o zaman," deyip önüme döndüm, muhtemelen Ateş şaşkınca kaldı.

"Ne demek bilmek istemiyorum? Ciddi misin?"

"Evet, çok ciddiyim," derken arkama yaslandım. "Sen yanımdasın, birlikteyiz ve istediğim zaman bana her şeyi anlatacaksın. Fakat bunun olmasını şimdi istemiyorum. Madem bu durumla hiçbir ilgisi yok, madem bu olayı çözmek için onu öğrenmeme gerek yok şimdi öğrenmeyeyim o zaman. Daha fazla aklım karışsın istemiyorum, zihnim çok yorgun Ateş. Kendimi daha fazla yormak istemiyorum."

"Bundan emin misin? Sonradan erkenden anlatmadığım için bana kızmayacak mısın?" Korkusu yüzünden güldüm, dilimi damağıma çarpıtarak cıkladım.

"Hayır, kızmayacağım. Bunun kendi isteğim olduğunu unutmam, merak etme."

"Pekâlâ, öyle olsun. Sen nasıl istersen," dedi, gülümsemekle yetinip önüme döndüm.

Doğru ya da yanlış bilmiyorum ama gerçekten çok yorgunum ve zihnim bir gerçeği daha kaldıracak durumda değil. Daha önce de dediğim gibi düşünceler beni öldürüyor ve ben onlara bir yenisini daha ekleyip onları daha güçlü bir hâle getirmek istemiyorum.

Ateş dikkatle bana bakarken bakışlarını görmek istemediğim için ona bakmadım. Yaptığım şeyin doğru olduğunu düşünmeye devam ettim. Ta ki yukarıda büyük bir gürültü kopana kadar. Sanki buradan neler olacağını görebilecekmiş gibi başımı kaldırdım, tavana baktım.

"O neydi?" diye sordum, aynı gürültü bir kez daha koptu ve Uras'ın sesi duyuldu.

"Bir şey oldu," dedi Ateş ve hızla ayağa kalktı, koşarak merdivenlere gitti. Onun kadar hızlı olmasa da ben de ayağa ayağa kalktım, merdivenleri çıktım.

Üst kata çıktım, Ateş çoktan Uras'ın odasına girmişti bile. Ben de peşinden girdim odaya ve odanın darmadağın olduğunu gördüm. Uras da tam karşıdaki duvara sırtını yaslamış, korkuyla odaya bakıyordu, Ateş de tam karşısındaydı.

"Sakin ol abiciğim," dedi Ateş, Uras duvara biraz daha yasladı kendini.

"Yaklaşma bana!" diye bağırdı Uras, Ateş anında bir adım geri gitti.

"Tamam sakin ol, yaklaşmıyorum." Birkaç adım attım, odaya girdim, Ateş'in arkasında durdum. Uras başını ellerinin arasına aldı, korku dolu gözlerle odaya bakmaya devam etti. O sırada gözlerim odadaki masayı buldu. Bir resim defteri ve boyama kalemleri vardı, kalemlerin yarısı yere düşmüştü. Göz ucuyla çizdiği resme baktım, yine birini çizdiğini gördüm. Onu çizerken bir şeyler olmuş olsa gerek.

"Ben yapmadım bunları! Ben yapmadım!" dedi Uras, banyonun kapısına doğru geri geri gitti. "Onlar yaptı ben yapmadım! Onlar geldi!" Gözlerim istemsizce odanın içinde gezindi, kimden bahsediyordu bu çocuk?

"Tamam abiciğim, sen yapmadın. Biliyoruz zaten biz bunu, kızmayacağız sana. Korkma, sakin ol." Ateş Uras'ı sakinleştirmeye çalıştı.

"Buradaydı! Hepsi buradaydı! Yine gelmişlerdi!" O böyle söyleyince ister istemez korkmaya başlamıştım.

"Kim gelmişti?" diye sordu Ateş, küçük bir adım attı Uras'a doğru.

"Onlar işte onlar! Beni götüreceklerdi! Bağırdım, duymadınız beni!" Kaşlarımı çattım, böyle bir şey olmuş olamaz değil mi? Yok canım biz aşağıdaydık, eve kadar girmiş olmaları mümkün değildi.

"Biliyorum aslanım, biliyorum. Ben de gördüm onları, kaçarken yakaladım hepsini. Artık gelemeyecek hiçbiri, yakalandılar." Ateş doğru yoldaydı, Uras ancak bu cümlelerle sakinleşirdi.

"Yakaladın mı?" diye sordu Uras, Ateş başını salladı.

"Yakaladım tabii, sen bağırınca kaçarken gördüm onları. Duyduk seni ama bu yüzden geç geldik, onları yakaladık. Artık buraya gelmeleri mümkün değil, sen sakın korkma." Ateş'in söyledikleriyle merakla Uras'a baktım, sanki biraz sakinleşmiş gibiydi ama yine de korkuyordu.

"O da buradaydı! Mavi gözlü kadın! Elinde yine iğne vardı! Bana geliyordu!" Kaşlarımı çattım, o mavi gözlü kadın bu cümleyle bizim için biraz daha önem kazanmış oldu. "Onu da yakaladın mı?" diye sordu Uras, Ateş yerine ona cevap veren ben oldum.

"Yakaladık tabii ki." Gözleri beni buldu. "Yüzünün sağ tarafında derin bir yara vardı, o kadın değil mi? Yakaladık biz onu," dedim, onun bana verdiği bilgileri onun için kanıt olarak kullandım.

"Evet evet yüzü yaralı kadın. O yaptı her şeyi! Şimdi de buraya geldi! Hep gelecek! Hiç gitmeyecek! Hiç iyi olmayacağız!" diyen Uras telaşa kapılmış gibiydi.

"Gitmeliyiz buradan, hemen gitmeliyiz! Onlar bir daha gelmeden kaçmalıyız! Yoksa hasta edecek bizi! Yine hasta olacağız!" dedi Uras ve kapıya doğru yürüdü, dediğini yapıp kaçmaya çalıştı, Ateş onu kolundan yakaladı gitmesine engel oldu. Daha sonra da karşısında durdu, iki kolunu da sıkı sıkı tuttu, onu kendine getirmek istercesine sarstı ve kardeşinin gözlerinin içine baktı.

"Gelmeyecek aslanım! Hiç kimse gelmeyecek buraya! Sakın korkma! Hiç kimse artık sana hiçbir şey yapamaz! Yakalandı onlar ve bir daha asla buraya gelemeyecekler!" Ateş'in bu söyledikleriyle Uras sanki bunları onaylamamı istercesine bana baktı, ben de hemen Ateş'e destek çıktım.

"Asla gelemezler," dedim, onlara doğru bir adım attım. "Abin yakaladı herkesi, kimse sana zarar veremez," derken bu cümlenin yalan değil de doğru olacağı zamanın gelmesini de diledim.

"Gelemezler," diye tekrar etti Uras, Ateş başını salladı.

"Öyle aslanım, gelemezler," derken hâlâ Uras'ın iki kolunu da tutuyordu. Uras bu cümleyle biraz daha sakinleşirken o da dikkatini Ateş'e verdi ve Ateş'in gözlerinin içine dikkatle baktı. Çok geçmeden de bu yüzden kaşları çatıldı, neler düşündüğünü merak ederken Ateş'e biraz daha yaklaştı, daha dikkatli baktı ve eş zamanlı olarak konuştu da.

"Sen o musun?" diye sordu bir anda, Ateş'in yüzünde anlamsız bir ifade oluştu.

"Kim miyim?" O da sordu, acaba Uras bu kez de Ateş'i mi düşman zannediyordu?

"Çok benziyorsun," dedi bu kez de ve merakım daha da arttı.

"Kime?" Ateş yine sordu, Uras hâlâ aynı dikkatle bakıyordu ona.

"O çocuk," dedi Uras ve devam etti. "10 yaşındaki çocuk," diye ekledi, salonda bana anlattıkları aklıma geldi. Ateş göz ucuyla bana baktı, ne yapacağını bilmiyor gibiydi. Ona başımı sallayınca da ne istediğimi anladı, kardeşine döndü.

"Evet benim," dedi, tam da istediğim cevabı verdi. "O çocuk benim," diye de ekledi, bu cümlelerinden sonra Uras ona daha yumuşak ve daha dikkatli baktı.

"Sen tanıyor musun beni?" diye sordu Ateş, Uras onun gözlerinin içine baktı.

"Sanırım," deyip sustu, tereddüt etti ama yine de söyledi o kelimeyi. "Tanıyorum." Bu cümleyle dudaklarım yana kıvrıldı, gülümsedim. Gülümserken de gözlerim doldu.

"Sen," deyip yine sustu Uras, Ateş'in gözlerinin içine bakmaya devam ediyordu ve gözleri dolmuştu. "Annem," deyince anlamsız bir şekilde devam etmiş olmuştu cümlesine. "Babam," dedi bu kez de, bir şeyler mi hatırlıyordu?

"Ben sizi hiç görmedim ki," dedi Uras çok masum ve çaresiz çıkan ses tonuyla. "Hiç tanımadım ki." O an gözümden bir damla yaş aktı.

"Hiçi" diye yineledi Uras.

"Sana söz veriyorum bunun hesabını da soracağız. Zamanı var, her şeyin bir zamanı var. Ben hesap sorarken sen de yanımda olacaksın, dimdik duracaksın yanımda. İyileşmiş olacaksın, kendi hesabını soracaksın. Söz veriyorum sana olacak bu. Bunu sana da bana kim yaptıysa ve yapıyorsa yanına kalmayacak!" Ateş bunları hem büyük bir öfkeyle hem de en az o kadar büyük bir inançla söylemişti.

"Sen," dedi Uras, abisine bir kez daha baktı. "Gerçekten de benim abim misin?" diye sordu, sanki hâlâ buna inanamıyor gibiydi.

Ateş defalarca karşısına geçip ben senin abinin demiş olsa da Uras bunu hep göz ardı etmişti. Hiçbir şekilde bu konuya odaklanamamıştı fakat artık iyileşiyordu da. Zihni zamanla tam anlamıyla yerine gelecekti. İşte o zaman her şey çok daha güzel olacaktı. Bunu tüm kalbimle inanıyorum. Ateş'in artık gerçek bir kardeşi vardı. Onun kanından, canından olan bir kardeşi. Uras'ın da ona her zaman çok sevecek, koruyacak ve hiçbir zaman kendisine zarar gelmesine izin vermeyecek olan bir abisi vardı.

"Abinim," dedi Ateş, sesi çatallanmıştı. "Ben senin abinim," diye yineledi. "Sen benim kardeşimsin."

"Verdiğin sözü tutacaksın o zaman," dedi Uras. "Onlara hesap soracaksın."

"Tutacağım kardeşim, bunun için de söz veriyorum." Ateş'in söylediği şeyle Uras'ın yüzündeki ifade biraz daha yumuşadı.

"Her şeye rağmen iyi adamsın he," dedi Uras, istemsizce güldüm.

"Sen de bayağı yakışıklısın, beni geçmişsin," dedi Ateş de, bu kez de mutluluktan gözlerim doldu. İşte o an birbirlerine öyle bir sarıldılar ki ilk defa onları iki kardeş olarak görebildim.

Demirkan kardeşler...

Ateş'e sarılırken yüzü bana dönük olan Uras'ın gözyaşları akmaya başladığında ben de kendime engel olamadım. Muhtemelen şu an yüzünü görmediğim Ateş'in de bizden bir farkı yoktu ve ben o an anladım ki artık biz daha güçlüydük. Artık ordumuza bir asker daha katılmıştı.

Düşmanı çok iyi tanıyan bir asker...

Ve bu asker sonun en büyük habercisiydi.

Bölüm Sonu!

Selamlarrrr, nasılsınız? Neler yapıyorsunuz?

Bir önceki bölümde de dediğim gibi sakin geçen son bölüm oldu bu. Bu bölüm en çok Uras'a yer vermek istedim. Onun çabasını görmeniz lazımdı ve abisiyle artık konuşması gerekiyordu, bu da bu bölümde oldu.

Ya bu arada Mira ve Uras arasında öyle güzel bir bağ oluşuyor ki onları ne zaman yazsam gözlerim doluyor:(

Ateş'in bildiği, Mira'nın öğrenmekten kaçtığı o gerçek ne sizce?

Yeni bölüm tahminlerinizi bekliyorum :) Siz tahmin yaparken ben de size küçük bir spoi vereyim; yaşananların sebebi bir sonraki bölümde ortaya çıkıyor :)

Bu yüzden hadi oy ve yorumları bir an önce doldurun ki hemen haftaya yeni bölümü atayım:)

Bölümde en sevdiğiniz sahne hangisi oldu?

Buraya bölümü en iyi anlatan emojiyi bırakabilirsiniz.

Bölüm hakkındaki yorumlarınızı buraya yazabilirsiniz.✨

Yeni bölüm alıntısını okumak ve duyurulardan haberdar olmak için beni sosyal medyadan da takip edebilirsiniz.💫

Bir sonraki bölümde görüşmek dileğiyle... Kendinize çok iyi bakın, sevgiyle ve sağlıkla kalın.♡

Instagram: gizzemasllan

Twitter: gizzemasllan

SİZİ ÇOK SEVİYORUM.♡

Loading...
0%