Yeni Üyelik
78.
Bölüm

77.BÖLÜM "SONUN İLK HABERCİSİ"

@gizzemasllan

Selam suç ortaklarım✨

Bölüme başlamadan önce yıldızı parlatırsanız çok sevineceğim.💫

Buraya ben de sizin için kalp ve yıldız bırakıyorum.⭐♡ Sizinkileri de bekliyorum.❥

Keyifli okumalar <3

Instagram: gizzemasllan / sucortagimofficial

*****

77. BÖLÜM "SONUN İLK HABERCİSİ"

Arabanın içinde oturmuş etrafa bakınırken saat 19:49'du ve hâlâ gelen giden yoktu. Gelmeyecek olmaları da beni delicesine korutuyor, canımı sıkıyordu. Her geçen dakika bu can sıkıntısı biraz daha artıyordu. Tabii bu durum bir tek benim için geçerli değildi. Hemen yanımda oturan Cansu, önde oturan Erdem ve Ateş için de geçerliydi.

"Acaba gelmeyecekler mi?" diye sordum ve son yarım saattir süren sessizliği bozdum.

"Gelecekler," dedi Erdem kendinden emin bir şekilde ve devam etti. "Gelmek zorundalar, hiç kimse ailesine göz göre göre sırtını dönmez."

Haklıydı, aileleri bizim elimizdeydi ama bu adamları da tanıyorduk. Beklenmedik şeyler yapmak en büyük zevkleriydi.

"Biraz da inip dışarıda bekleyelim, bunaldım," dedi Ateş ve arabadan indi, hemen ardından ben de indim. İner inmez de gözlerim caddedeki arabalarda, karşıdaki kafelerin önlerinde, içlerinde, evlerde gezindi ama tanıdık bir yüz göremedim.

"O nerede?" diye sordum.

Ateş yanıma gelirken "Kim?" diye sordu o da.

"Aras, burada olacak demiştin."

Etrafa göz attıktan sonra bakışları beni buldu. "Onu görmemiz mümkün bile değil güzelim."

"Geldiğinden emin misin peki? Geç kalmasın?" diye sordum bu kez de, bu gece güzel şeyler olacağını hissediyorum ama içimde anlam veremediğim bir korku da var. Sanki her an her şey yolundan çıkacak gibiydi.

Ben bunu düşünürken Ateş cebinden telefonunu çıkardı. Sanırım beni rahatlatmak için Aras'ı arayacaktı. Bu işime gelirken sesimi çıkarmadım ama o beklediğim şeyi yapmak yerine telefondan bir şeyler yaptıktan sonra bana uzattı. Sorgulamadan elinden aldım ve ektana baktım.

Aras: Senin bu arabanın sağ kapısına çamur sıçramış sanki.

Kaşlarımı çattım, gözlerimi önünde durduğumuz arabaya çevirdim. Biraz eğilip sağ kapısına baktım ve gerçekten de çamur sıçradığını gördüm, telefona dönüp saatte baktığımda buraya geldiğimizde bu mesajı attığını anladım, sonra da aralıklarla attığı diğer mesajları tek tek okudum.

Aras: Erdem'e siyah yakışmış.

Aras: Sana da beyaz.

Aras: Hasta olacak gibisin, gözlerin kırmızı.

Şaşkınca kaldım, giydikleri renkler doğruydu. Tamam bunu görmesi zor değildi ama Ateş'in gözlerindeki kırmızılığı bile fark etmişti. O kadar da dikkatli olamazdı değil mi?

"Arabanın içindeydik, bu kadarını fark etmesi normal mi?" diye sorup güldüm. "Kesin daha önce gördü bu bizi," dediğimde Ateş konuşmak için dudaklarını araladı, o sırada elimdeki telefon titredi, dikkatimi ona çevirdim ve ekrana düşen mesajları okudum.

Aras: Benim için her şey normal Mira.

Aras: Bu arada saçına biraz önce yaprak düştü ağaçtan.

Şaşkın şaşkın baktım ekrana, görüyor olmasını anladım da nasıl duydu bu bizi? Ateş başını eğip mesajları okuduktan sonra güldü. Şaşkın gözlerim onu bulurken saçıma dokundu ve ağaçtan ne zaman düştüğünü fark etmediğim küçük yaprağı saçlarımdan aldı, bana gösterip yere attı.

"Ya her şeyi anladım da nasıl duyuyor bizi?" diye sorduğumda Ateş'in dudakları yana kıvrıldı.

"Duymasına gerek yok, konuşurken dudaklarını hareket ettirmen onun bizi anlaması için yeterli." Şaşkınlığım daha da arttı, dudak mı okuyormuş?

"Neyse hadi gidelim," dedi Ateş ve sahile doğru yürüdü, bizden uzakta konuşan Cansu ve Erdem'e baktım. Önemli bir şey konuştukları belliydi. Bölmek yerine yanlarından uzaklaştım, Ateş'in peşinden gittim. Zaten biz banklara ulaştıktan az sonra onlar da yanımıza gelmişti.

"Nerede kaldı bu adamlar?" diye sordu Cansu, bilmiyorum anlamında omuz silktim ve merakla Ateş'e döndüm.

"Doğan ve Savaş nerede? Neden gelmediler?"

"Buradalar ama yanımıza gelmeyecekler. Uzaktan izliyorlar bizi," deyince bunu da sorgulamadım, artık basit şeyleri sorgulamayacak kadar yorgundu zihnim.

"Hadi otur sen, çok ayakta kalma," dedi Ateş, hiç itiraz etmeden yanında durduğumuz banka oturdum. Ellerimi cebime koydum, ayaklarımı ileriye doğru uzattım ve beklemeye başladım.

Cansu, Erdem ve Ateş bankın önünde gergince bir sağa bir sola gidip volta atıyorlardı. Bir süre onları izledim ama başım dönünce gözlerimi denize çevirdim, dikkatimi dağıttım.

Ta ki Cansu "Şunlar onlar değil mi?" diye sorana kadar.

Başımı çevirip onların baktığı yere baktığımda gelenleri gördüm, dudaklarım yana kıvrıldı ve ayağa kalktım.

"Sonunda geldiler," diye mırıldandım. O sırada yanımıza ulaşan Yarasa'nın yaptığı ilk şey bir anda Ateş'in yakalarına yapışmak oldu.

"Karımla oğlum nerede lan?" Keyfim yerine geldi, bu tepki kazanacağımız savaşın ayak sesleriydi.

"Bilmem kim bilir nerede, nasıllardır?" diye sordu Ateş ve Yarasa'yı kendinden uzaklaştırdı. O sırada yanımıza Bahadır geldi, o da Erdem'in karşısında durdu.

"Kardeşim nerede?" Dişlerini sıkarak sordu, arkalarına baktım. Onlar gibi öfkeli iki adam vardı. O gün yakaladığımız çok kişi olmuştu ama Ateş sadece bu dördü üzerine odaklanmıştı.

"Her yerde olabilir Bahadır, buna sen karar vereceksin," dedi Erdem ve Ateş'e döndü. "Bir denizin dibinde, bir ormanda ya da bir mezarda değil mi Ateş?" diye sordu Ateş Bahadır'a doğru yürüdü.

"Aynen öyle kardeşim," dedi, Bahadır'ın karşısında durdu. "Kardeşinin akıbetini sen belirleyeceksin. Nereye gideceğini, nerede ve nasıl olacağını senin yapacakların belirleyecek." İyi gidiyorlardı, Bahadır ve Yarasa yola gelecek gibiydi.

"Aynı şey sizin için de geçerli, ailelerinize neler olacağını siz belirleyeceksiniz. İş birliği yapan ailesine kavuşur, yok ben kimseye ihanet etmem diyorsanız da keyfiniz bilir," dedi Ateş ve rahat görünmeye çalıştı, ellerini cebine koydu.

"Siz hiçbir bok yapamazsınız!" diye çıkıştı Bahadır. "Yapamayacaksınız! Onları bulacağız!" Yüzümde alaylı bir ifade oluştu.

"Bulsaydın o zaman," dedim, gözleri beni buldu. "Ne işin var burada? Niye koşa koşa geldin? Madem bulabilecektin bulsaydın." Söylediğim şey Ateş'in hoşuna giderken ben de yanlarına gittim ve Bahadır'ın gözlerinin içine baktım.

"Asıl sen hiçbir bok yapamayacaksın Bahadır," dedim. "Elinden hiçbir şey gelmeyecek ve bunu en iyi sen biliyorsun." Söylediklerim onu öfkelendirdi.

"Bizimle iş birliği yapmanızdan başka çareniz yok," diye de ekledim. İşte tam da o anda Bahadır da Yarasa da arkalarındaki iki adam da silahlarını çektiler. Bir anlığına afalladım ama kendimi çabuk toparladım. Hiçbirimiz ne korkup bir adım geri gittik ne de gözlerinin içine bakmaktan vazgeçtik.

"Etrafta onlarca adamım var! Buraya sadece dört kişi geldiğimi düşünmüyorsunuz herhalde değil mi?" diye sordu Bahadır, keyfi yerindeydi ve kazandığını düşünüyordu.

"Şimdi bana ailelerimizin yerini hemen burada söylemezseniz sizi delik deşik ederim!" Ateş göz ucuyla bana baktı, yüzünde alaylı bir ifade vardı ve bu ifade Bahadır'ı sinir etmek için yeterliydi.

"Gördünüz mü? Akıl akıldan üstündür demişler. Adam akıllı çıkıp adamlarıyla gelmiş." Ateş'in söylediği şey Erdem'in de yüzündeki ifadenin alay dolu olmasına neden oldu. O sırada Ateş Bahadır'a döndü.

"Lan biz salak mıyız? Senin ordu kadar adamla geleceğini tahmin edemeyecek miyiz zannediyorsun?" diye sordu, tam o anda Bahadır'ın alnında kırmızı bir nokta belirdi, Aras'ın ona nişan aldığını anladım.

"En ufak bir hamlende beynin dağılır," dedi Ateş ve keyifle güldü.

"Sizin ordu kadar adamıza karşı bizim arkamızda bir kişi var ve emin ol o tek kişi siz daha onun yerini bulamadan hepinizin beynini dağıtır!" Ateş'in bu söyledikleri Bahadır'ı biraz olsun telaşlandırdı. Hızla Yarasa'ya döndü. Bu kez o kırmızı ışık Yarasa'nın alnındaydı ve Bahadır'ın gözleri iri iri oldu.

"Ayrıca," diye konuya girdi Erdem. "Farkındaysanız iki eksiğimiz var, tam kadro karşısınızda değiliz. Diğer iki kardeşim şimdi ailelerinizin yanında. Burada çıkacak en ufak bir aksilikte yapacakları ilk şey onları öldürmek olacak." Bu cümleyle Bahadır'ın da Yarasa'nın da omuzları çöktü, yenilgiyi kabullendiler.

"Bu yüzden şimdi bırakın tatavayı da iş konuşalım," diyen Ateş bana döndü, devam et dercesine baktı, hemen atıldım.

"Bize en başından her şey olup bittiği gibi anlatacaksınız. Düşünmek için vaktiniz yok, vermiyoruz. Çünkü bizim sizinle uğraşacak vaktimiz yok," dedim, o sırada Ateş telefonuyla uğraşıyordu.

"Buradan ayrılmadan her şey konuşulmuş, bitmiş olacak," diye ekledim, Bahadır ve Yarasa birbirilerine baktılar. Sonra da arkalarındaki iki adama döndüler, fakat ağızlarını açıp da tek kelime bile etmediler.

"Kardeşim," dedi Ateş, gözlerimi ona çevirdim, telefonla konuşuyordu. Herkes benim gibi dikkatini ona vermişti. "Cevabı kendiniz duyun istedim. Hayır cevabında ne yapacağınızı çok iyi biliyorsunuz," diyerek sesi hoparlöre verdi.

"Biliyoruz kardeşim." Bunu diyen Doğan olmuştu, sesinden tanıdım. Ateş Bahadır'a bakarak devam etti konuşmaya.

"Ya anlatırsınız bu gece ailelerinizin yanından sessiz sedasız bizim yanımıza dönerler ya da işlerini bitirir dönerler. Karar sizin, ailelerinizin nerede olacağını siz belirleyeceksiniz." Bahadır ve Yarasa bir kez daha birbirlerine bakarlarken Ateş bana döndü, göz kırptı, gülümsedim.

Bahadır ve Yarasa birbirilerine bakarlarken bir saattir konuşmaya dahil olmayan adamlardan birisi bunu yaptı.

"Ne düşünüyorsunuz daha? Ölmelerine izin mi vereceksiniz? Benim sevdiğim kadın ellerinde! Siz hâlâ durup düşünüyor musunuz?" Alttan alttan güldüm, ilk darbeyi yemiş oldular ve iç savaş başladı.

"Ne biliyorsanız ne istiyorlarsa anlatacaksınız!" dedi bir diğer adam ve devam etti. "Ben göz göre göre annemin ölümünü izlemem! Sizin de buna göz yummanıza izin vermem! Anlatacaksınız!" Bizimkilere baktım, hepsinin keyfi yerindeydi, neden olduğumuz iç savaş hepsinin hoşuna gitti.

"Çocuklar haklı!" dedi Yarasa Bahadır'a ve devam etti. "Hem de çok haklılar! Karım ve oğlum ellerinde lan! Sikerim sizin meselenizi de işinizi de! Karım ve oğlum ellerinde!" Yarasa da isyan etti, ellerimi arkamda birleştirdim ve diğerleri gibi ben de susup tartışmalarını bitmesini, verdikleri kararı bildirmek için bize dönmelerini bekledim.

"Ben bildiğim her şeyi anlatacağım!" diyerek bize döndü Yarasa, bir an için bundan şüphelendim.

Bu kadar çabuk pes edip kabul etmesi normal miydi?

"Sence de çok şüpheli değil mi yaptığın?" diye sordum, Yarasa gözlerime baktı. "Kolay kabullenmedin mi?" Bana doğru bir adım attı, eşzamanlı olarak Ateş de harekete geçti, Yarasa bana bir şey yapacakmış gibi müdahaleye hazırlandı.

"Karımla oğlumu almışsınız lan! Ne erkeninden bahsediyorsun sen?" Çok telaşlanmıştı. "Anlatacağım dedim işte! Sizin de istediğiniz bu değil mi? Anlatacağım ve bitecek! Siz de hemen bu gece ailemi bana vereceksiniz!" derken Ateş'e döndü. Muhtemelen bunun bir tek onun kararı olacağını düşünüyordu.

"Ona ancak biz karar veririz," dedi Ateş ve devam etti. "Anlattıkların bizi tatmin ederse kavuşursun ailene ama yok tatmin etmez ve en ufak bir yalanını sezersem son şansını da kaybetmiş olursun," diyerek Bahadır'a yaklaştı, öfkeyle baktı gözlerinin içine. Bahadır kardeşi elimizde olduğu hâlde hâlâ bize bir şeyler anlatmama konusunda ısrarcıydı.

"Kardeşin elimde, bu senaryo sana bir yerden tanıdık gelmiyor mu?" diye sordu Ateş, o sırada ellerini yumruk yaptığını fark ettim.

"Kardeşimi almışsınız lan benden! Yıllardır benden uzakta, bir yerde yaşamış! Ne hâle getirmişsiniz çocuğu! Geldiğinde ismini sorsam hatırlayacak durumda değildi! Küçük bir çocuktan farkı yok! Sen bana bunu yaptın! Sen beni ailemle, kardeşimle vurdun! Sana yemin ederim ki aynısını yaparım! Hem de daha acı bir şekilde! Yeryüzünde nefes alan hiç kimse bana engel olamaz! Bizzat kendi ellerimle alırım onun canını! Senin gözlerinin önünde, acı çektire çektire öldürürüm onu! Sonra da sizin bize yaptıklarınızı düşünür, vicdanımı rahatlatırım." Ateş'in dişlerini sıkarak söylediği şeyler tüylerimi ürpertti.

"Şimdi sana son kez söylüyorum! Ya artık adam gibi her şeyi anlatırsın ya da kardeşinin ölüm fermanını imzalarsın! Karar vermek için sadece on saniyen var!" Ateş öyle bir konuştu ki adamın kabul etmemesi mümkün değildi. Onun yerine kendime koyuyorum da değil on saniye daha ilk saniyeden her şeyi kabul etmiş olurdum fakat sorun da tam olarak buydu işte. Onlarla biz aynı değildik, farklıydık. Hem de çok farklı.

"Tamam lan tamam, ne istiyorsanız anlatacağım! Sorun neyi sormak istiyorsanız!" Sanırım aylardır duymayı beklediğim tek cümle buydu.

"Hiçbir şey sormayacağız," dedi Ateş, ona döndüm. Bu ne demekti şimdi?

"Biz sormayacağız sen anlatacaksın, en başından beri her şeyi anlatacaksın. En ince ayrıntısına kadar hem de." Doğru ya böylesi çok daha doğru olacaktı. Soru sormak demek sınırlı şey öğrenmek demekti. Onların en başından anlatması da her şeyi öğrenmek demekti.

"Peki, şimdi burada mı?" diye sordu Bahadır, Ateş başını salladı ve anında yanıtladı soruyu.

"Evet, şimdi burada."

"Şu snipera söyleyin indirsin silahı, anlatacağız işte," dedi Bahadır, bu onu geriyor gibiydi.

"Peki, öyle olsun," dedi Ateş ve ellerini montunun cebine koyarken bizim bile zor duyacağımız bir ses tonuyla "İndir kardeşim şimdilik," diye ekledi. Muhtemelen onun dudak hareketlerini okuyan Aras istediğini yaptı, o kırmızı nokta kayboldu.

"Ne yani duydu mu şimdi sizi?" diye sordu Bahadır.

"Uzatma, duydu işte. Hadi başla en başından anlatmaya." Bahadır Yarasa'ya baktı, Yarasa gözlerini kapatıp açarak onu onayladı ve Bahadır sonunda yeniden bize dönüp anlatmaya başladı.

"Her şey 2 yıl önce başladı," diye girdi konuya. "İlk hamleyi Mete Saral üzerinden yaptık. Mete Mira'nın yanına gitti, senin Gamze ile olan fotoğraflarını gösterdi." Bakışlarımı yere çevirdim, sıkıntıyla ofladım. O gün aklıma geldi, kendime öfkelendim. Hayatımda yaptığım en büyük hata o gün öfkeyle hareket etmek olmuştu.

"Amaçları sizi bir süreliğine ayrı tutmaktı, işten uzaklaştırmak, özel hayatınıza odaklanmamızı sağlamaktı."

Kaşlarımı çattım. "Neden? Bunu neden istediler?" diye sordum, bakışları beni buldu.

"Her şeyi ayarlamak, içinize sızabilmek için. Bir katille uğraşıyordunuz." Adam devam edemeden Ateş araya girdi.

"Sizin o katille ilginiz var mı?"

"Hayır, yok. Hiçbir zaman da olmadı. Onun meselesi başka bizimki başka. Siz de onu öldürdü ve kurtuldunuz fakat bizimki hep devam ediyordu." Bu konuda rahat bir nefes aldım çünkü hâlâ zihnimin bir köşesinde tüm bunları da o katil yapmış olabilir mi? Ölümü yalan olabilir mi diye düşünüyordum. Fakat neyse ki öyle bir şey yokmuş. Boş mezarın da herhalde mantıklı bir açıklaması vardır.

"Her neyse dediğim gibi o katille uğraşıyordunuz ve çok tedbirliydiniz. Evden çıkarken, eve dönerken, evinizde, işinizde, yanınızdaki adamları işe alırken filan işte hep özenli davranıyordunuz. Sıkı tedbirler almıştınız. O katil yüzünden yaptınız tüm bunları ve onun işine gelmedi."

"Kimin?" diye atıldı Cansu, Bahadır ona göz ucuyla baktı, sorusuna cevap vermeden anlatmaya devam etti.

"Onun amacı etrafınızı sarmaktı. Hakkınızda her şeyi bilmek, atacağınız her adımdan haberdar olmak istiyordu. Bu yüzden de aklınızı dağıtması, sizi başka bir şeyle meşgul etmesi ve o arada istediği her şeyi yapması gerekiyordu. Bunu da o fotoğrafları ortaya çıkarıp özel hayatınızı karıştırarak yaptı." Öfkeyle ellerimi yumruk yaptım. Bu öfkem onlara olduğu kadar kendimeydi de.

"İşin daha ta en başına gitmek gerekirse her yerde seni arıyordu," dedi Ateş'e bakarak. "Yetimhaneden kaçan, sokakta yaşayan bir Ateş Demirkan'ı arıyordu." Kaşlarımı çattım, bu kadar mı eskiye dayanıyormuş bu mesele?

"Savcı Agâh Karadağ'ın seni sokaktan alıp ölen bir çocukla yer değiştirdiğini bilmiyordu. Sen Ateş Demirkan'sın, bunu hepimiz biliyoruz ama yasal olarak Barış Erendil'sin. Bu şekilde seni bulmak mümkün değildi, o da bulamadı zaten. Yıllarca aradı ama sokakta yaşadığını düşündüğü o çocuğa dair hiçbir iz bulamadı. Yıllar sonra kız kardeşinin hesabını sormak için ortaya çıkan Can Güneri, yani seri katil ortaya çıktı. Tüm ülke bu haberi konuştu. Katilin öldürdüğü maktullerin bileklerine harf harf Ateş yazdığı öğrenildi. Sonra katilin kim olduğu da ortaya çıktı. Tüm hayatı ülkenin ayaklarına serildi bir anda. İşte o gün buldu seni. O katil sayesinde yıllardır Ateş Demirkan olarak aradığı Barış Erendil'i buldu." Hepimiz pür dikkat Bahadır'ı dinliyorduk.

"Fakat hiçbir şey yapmadı, onunla işinizin bitmesini bekledi. Sürekli meselenizin özel olduğunu ve hesap sormak için doğru zamanın gelmesini beklediğini söyledi. Siz Can Güneri'nin ölümünün ardından mutluluğunuzu yaşarken o sabırla yeni bir savaşı başlatmak için pusuda bekledi." Öyle bir anlatıyordu ki bahsettiği o günler bir bir gözlerimin önünden geçiyordu.

"Sonra bir gün Mira ile kavga ettiğinizi öğrendi, ilişkinizi çok yakından takip ediyordu ve etmeye de devam ediyor. Neyse bir şekilde kavga etme sebebinizi de öğrendi. Ateş'in evli olduğunu, Mira'nın bunu öğrendiğini filan işte. O gün bize başlıyoruz dedi. Aranızın bozuk olması işine gelecekti ama beklemediğimiz bir şey oldu ve Mira seni tahmin ettiğimizden çok daha çabuk affetti. İşine gelmeyen şey de bu oldu fakat bir kere başladım, artık durmam deyip ilk hamlesini yaptı. Gamze'nin eski kocası Mete Saral'ı buldu. Yani hep beraber yaptık bunu, ulaştık ona. Kolay oldu zaten," dedi, her şeyi karşı taraftan dinlemek gerçekten tuhaf hissettiriyordu.

"Amacı sizi sadece bir süre ayrı tutmak, Ateş'in evden ve işten uzaklaşmasına neden olmaktı ama yine Mira hiç beklemediğimiz bir şey yaptı. Biz bunu olay çıkarsın, ayrı kalın diye yaptık ama o seni şikayet etti, her şey birbirine girdi." Ateş'in gözleri beni buldu. Sadece Ateş'in de değil, Erdem'in ve Cansu'nun da. Hatta şu an hâlâ açık olan telefondan bizi dinleyen Savaş'ın, Doğan'ın ve dudaklarımızı okuyan Aras'ın da aynı şeyi düşündüğünü biliyordum.

Benim ihanetimi...

"Sonra?" dedi Ateş, devam etmesini istedi. Merakla Bahadır'a döndüm, bu konunun kapanmasına sevindim.

"Her şey karışınca durdu, durmak zorunda kaldı ve bekledi. Sizin yeniden bir araya geleceğinize inancı tamdı, bu yüzden sabırla bekledik, biz de onunla bekledik ama olmadı. Zaman geçtikçe daha da uzaklaştınız, bir araya gelmediniz." İşte bunda haklıydı, iki yılda çok uzaklaşmıştık. Şimdi bile bunun izlerini yeniden başladığımız ilişkide görebiliyordum.

"Sabredemedi daha fazla ve sizi bir araya getirdi. Önce mesaj atmakla başladı. Ölüm sırası gibi bir şey belirledi ve sizi o sıraya soktu. Mesajlar attı, korkuttu. En başında amacı onu katil zannetmenizdi. Ki öyle de oldu, ilk o katilden şüphelendiniz. Bu yüzden bunun arkasına saklanıp kendini gizlemeye devam etti. Daha sonra Gamze'yle iletişime geçti. Bu anlattıklarımın hiçbirini bizzat kendisi yapmadı, hep birilerine yaptırdı. Bu yüzden siz de hep başka isimlere ulaştınız ve ulaştığınız o isimler hep öldü, delil bırakmadı." Bunlar da doğruydu.

"Ölü olmayanlar da zaten hiçbir şey bilmiyordu, bu yüzden yaşıyorlardı," deyip sustu Bahadır, üzerine hüzün çöktü, buna bir anlam veremedim. Onun yarım bıraktığı cümleleri Yarasa devam ettirdi.

"Amacı hep sizinle oynamaktı, en çok da seninle," derken Ateş'in gözlerinin içine bakıyordu. "Aslında tek derdi sendin. Senin hayatını mahvetmek en büyük amacı ve bunu yapmadan durmayacak." Onun sözünü kesen Erdem oldu.

"Bok mahveder! Biz izin verirsek mahveder!" Erdem kızdı, Ateş onun omzuna dokundu, sakinleştirdi ve Yarasa'ya döndü.

"Bunları bu zamana kadar hep anladık, hep biliyorduk zaten. Bana bilmediğim şeyleri anlatın," dediğinde konuşmayı devam ettiren yine Yarasa oldu.

"Kardeşini anlatayım o zaman sana," dedi, Ateş başını salladı.

"Kardeşimi anlat bana," diye yineledi, Yarasa anlatmaya başladı.

"Uras Arkan." Yarasa konuya bu şekilde girdi ama Ateş hemen ona müdahele etti.

"Arkan değil, Demirkan!" dedi, sesi çok öfkeli çıktı. "Uras Demirkan!" Bu kez de uyarıcı çıktı sesi, Yarasa derin bir nefes aldıktan sonra devam etti.

"Peki, Uras Demirkan," diye onayladı. "Uras'ı biz bile çok sonradan tanıdık. En başından beri onun yanında değildik zaten. Yani ben değildim, Bahadır yanındaydı ama o da Uras'ı benimle birlikte tanıdı," dediğinde Bahadır'a döndüm, başını sallayarak onayladı Yarasa'yı.

"Doğru söylüyor, onunla birlikte tanıdım. Ben her zaman onun yanındaydım ama bana da her planını anlatmaz. Uras'ı çok geç tanıdım ben de. Fakat hep onun yanındaymış," dedi, Cansu yine araya girdi.

"O kim ya o kim? O diye bahsedip duruyorsunuz ama isim verdiğiniz yok!" Haklı bir isyanda bulundu.

"Cansu sakin," dedi Erdem ve Bahadır'a baktı. "Devam et sen de." Bahadır ona bir bakış atıp Ateş'e bakarak anlatmaya devam etti.

"Sonradan anlattı bize de her şeyi. Yaklaşık bir yıl önce filan tanıdım Uras'ı. Fakat doğduğundan beri onun yanındaymış," dediğinde Ateş araya girdi.

"Uras'ı anne ve babamdan nasıl aldınız?" diye sordu. "Nasıl kaçırdınız?"

"Kaçırdınız değil, kaçırmış. Dediğim gibi biz her şeyi bir yıl önce öğrendik."

"Tamam uzatma nasıl olduysa anlat işte," diye çıkıştı, Bahadır devam etti.

"Annen erken doğum yapmış, çocuğun yaşaması düşük bir ihtimalmiş. Bunu kullanmış, almış çocuğu. O gün hastanede ölmüş olan bir çocukla değiştirmiş. Uras'ın şimdiki babası, yani babası olarak görünen adam. Tansu Serez. O gün o adamın karısı da o hastanede doğum yapmış, çocukları ölmüş. O da bunu kullandı ve o çocukla Uras'ı değiştirdi. Adamla da bir anlaşma yapmış. Çocuğu alacak, kendi çocuğu gibi büyütecek, zamanı geldiğinde yeniden verecekti."

"Soyadları neden farklı? Uras'ın kimlikte soyadı Arkan, onu büyüten adamın soyadı Serez," diye girdim araya.

"Çocuk sadece onlarda kalacaktı, ailesi olmayacaklardı. Başka birinin nüfusuna kayıtlı Uras, onun yanında çalışan adamlardan birinin. Sağlam adamlarından birinin hem de. Eğer baban o gün şüphelenip de olayı araştırırsa diye o ailenin nüfusuna kaydedilmedi. Tabii bir de vakti geldiğinde kolaylıkla yeniden almak için tedbirdi bu."

Öfkem arşa çıktı, öyle bir anlatıyordu ki sanki bir insanın hayatından bahsetmiyor da bir kedi yavrusundan bahsediyordu. İnsan evcil hayvanına bile böyle yapmazdı.

"Vakti geldiğinde de istediğini yapıp aldı zaten. İki yıl önce Uras 20 yaşına girdiğinde kaçırdı onu, bu hâle getirdi. O zamana kadar Uras'ın da bir şey bildiği yoktu. Bildiği tek şey ailesi bildiği insanların onu yetimhaneden aldığı, kimliğinin bu yüzden farkı olduğuydu. Bunu bilerek yaşamış çocuk. 20 yaşına girdiğinde de alındı, bu hâle getirildi. Yani iki yıl önce." Adamın en başında cümleye girişinde de dediği gibi, gerçekten de her şey iki yıl önce başlamış meğerse.

"Neden peki?" diye sordu Ateş. "Uras'ın bu hâlde olmasının size ne gibi bir fayda sağlayabilirdi?"

"Bilmiyorum," dediğinde kaşlarımı çattım, ne güzel anlatıyordu işte! Şimdi nereden çıkmıştı bu bilmiyorum?

"Ne demek bilmiyorum?" Bunu soran Erdem oldu. "Sen bilmeyeceksin de ben mi bileceğim lan?" Kızdı, Bahadır yine ona göz ucuyla baktı ve yine Ateş'e dönerek anlatmaya devam etti.

"Gerçekten bilmiyorum. O, her şeyi bize anlatan birisi olmadı hiçbir zaman. Dedim ya Uras'ı bile yıllar sonra öğrendik." O konuşurken Yarasa araya girdi.

"Bunu gerçekten biz de bilmiyoruz Ateş," dedi, sesi çok çaresiz çıkıyordu. O kadar belliydi ki korktuğu, istediğimiz her şeyi yapabilecek durumdaydı. Yarasa ilk tanıdığımız gibi cesur ve kibirli değildi. Kaybetmişti, bunun farkındaydı ve artık buna göre davranıyordu. Neyse, aklı başına gelmiş demek ki.

"Bilmiyor olabilirsiniz ama illa bir şeyler duymuş, görmüşsünüzdür. Bana bu konuda işime yarayacak bir şeyler vermeniz lazım. En başında da dediğim gibi anlattıklarınızın beni tatmin etmesi lazım ve 'Bilmiyorum' cevabı beni hiç de tatmin etmiyor." Bahadır ve Yarasa birbirilerine baktılar, o esnada gerçekten de bilmediklerinden emin oldum. Çünkü yüz ifadelerinden anladığım kadarıyla ikisi de birbirlerinden medet umuyorlardı şu an.

"Ben duydum." Bunu diyen arkadaki adamlardan biri oldu, herkes ona baktı, öne doğru atılıp yanımıza geldi.

"Tam olarak ne olduğunu bilmiyorum, anlamadım yani ama bir şeyler duydum. O Uras üzerinden size bir oyun kurdu." Kaşlarımı çattım, oyun mu? "En büyük darbeyi onun yüzünden yiyeceğinizi söyledi. Hatta," dedi, gözleri hepimizin üzerinde bir bir gezindikten sonra ekledi.

"Onu bulmanıza da tam olarak bu yüzden izin verdi." Duyduğum bu cümle beni korkuttu ama bunu elimden geldiği kadar hiçbir şekilde belli etmedim.

"Dediğim gibi ne olduğunu bilmiyorum ama bunları duydum, telefonla konuşuyordu. Kiminle konuştuğunu da bilmiyorum. Sadece duydum fakat öyle bir anlatıyordu ki ölüm istemiyor gibiydi. Sadece can yakmak istiyordu ve bunu Uras üzerinden yapacak." Ateş'in bakışları beni buldu, sanki bir şeyler söylememi bekliyor gibiydi ama şu an bu konu hakkında yorum yapmam doğru değildi. Çünkü ben de bir şey anlamış sayılmazdım. Uras bizim yanımızdayken, iyileşiyorken nasıl olur da onun üzerinden bizim canımızı yakabilir ki? Ne gibi bir plan buna neden olabilir?

"Devam et," dedi Ateş Bahadır'a dönerken, o da şimdilik sorgulamamaya karar vermişti.

"İşin başlangıcı bu, sonrasını zaten biliyorsunuz. Her şeyi ama her şeyi sadece sizi üzmek, canınızı yakmak için yaptı. Hayatınızı mahvetmeye yemin etmiş birisi. Senin de senin yanında olanların da mutlu olmasına asla izin vermeyecek, pes etmeyecek." Göz devirdim.

"Ne yaptığıyla ya da yapacağıyla ilgilenmiyorum artık. Bana şimdi de onun kim olduğunu söyle," dedi Ateş ve Bahadır'a doğru bir adım daha attı. "Eveleyip gevelemeden, karşımda susmadan bana bir isim ver! Bunu kim yapıyor? Doğrudan onun ismini istiyorum. Ne sağındakinin ne solundakinin ne de bir başkasının ismini değil, en tepedekinin ismini!" Bahadır iç geçirdi, Yarasa'ya döndü.

"Sen anlat," dedi, bir adım geri gitti, Ateş'ten uzaklaştı. Bunu neden kendisi yapmadı anlamadım. Neden Yarasa'dan istedi böyle bir şeyi diye düşünürken Yarasa öne çıktı, konuşmaya başladı.

"Beril Kahraman." Yarasa'nın dudaklarından çıkan isim bir kadın ismiydi. Beril Kahraman. Biz bir kadınla mı uğraşıyorduk? Acaba Uras'ın bahsettiği yüzü yaralı, mavi gözlü kadın bu muydu?

"Babanın ilk eşi." Duyduğum şeyle gözlerim yerinden çıkacakmış gibi irileşti.

"Ne diyorsun lan sen?" dedi Ateş, Yarasa'nın yakalarına yapıştı. "Doğruları anlat lan! Ne ilk eşi?" Onu adamdan uzaklaştıran Erdem oldu.

"Kardeşim sakin ol."

"Ne sakini lan? Duymadın mı dediğini? İlk eşi diyor! Yalan söylüyor şerefsiz!" Ateş öfkeyle konuşurken Yarasa bundan hiç korkmadan devam etti.

"Yalan söylemiyorum Ateş. Baban annenden önce bir evlilik daha yapmış, o kadının ismi de Beril Kahraman," dedi, Ateş daha da öfkelendi ama bu kez saldırmak için bir şey yapmadı.

"1981 yılında bir evlilik yapmışlar, hatta bir çocukları bile var." Şaşkınlığım daha da arttı, bir çocuk mu? Ateş'in bir kardeşi daha mı vardı? Bu iş giderek daha karmaşık daha kötü bir hâle geliyordu.

"Çocuk mu?" Ateş'in verdiği şaşkınca tepkinin hemen ardından Yarasa devam etti.

"Evet, çok küçükken vefat etmiş ama. Annenle baban henüz ayrı bile değillermiş vefat ettiğinde. Her neyse sadece bil diye söyledim, bunun şu anki bir konuyla ilgisi yok," deyip asıl konuyu anlatmaya devam etti.

"1984'de ayrılmışlar, abin vefat ettikten 5 ay sonra boşanmışlar. 1986 yılında da baban annenle evlenmiş, yeni bir hayat kurmuş kendine. Beril Kahraman da polisti, 1987 yılında çok yakınında bir bomba patlamış ve derin yaralar almış. En büyük yarası da yüzünün sağ kısmında hâlâ taşıdığı yara." Tam da tahmin ettiğim gibi bu kadın, Uras'ın resmini çizdiği kadındı.

"O zamanlar büyük bir çöküş yaşadı." Bunu diyen Bahadır oldu, gözlerim onu buldu, devam etti. "Yarasa bunların hepsini sadece duydu, öğrendi. Ben ise hep yanlarındaydım," dedi. "Babanı da tanıyorum, o da beni tanırdı hatta," diye ekledi. Bu işin sonunun nereye varacağını çok merak etmeye başlamıştım şimdi.

"Beril Hanım o zamanlar da psikolojik bir çöküntü içindeydi. Boşandıktan sonra olmuştu her şey ama o kadar kötüydü ki psikolojisi, babanın bile onu bu yüzden terk ettiğini düşünüyordu. Her şey bu kadar kötüleyince polislik yapmasına da izin verilmedi, genç yaşta emekli edildi." Bahadır bunları anlatırken her hareketini dikkatle inceliyor ve yalan söylüyor mu diye düşünüyordum ama yalan söylüyor gibi durmuyordu.

"Tabii baban tüm bunlardan habersiz annenle hayatına devam etti. Beril'in yaşadığı şeyden yalnızca bir yıl sonra, 1988'de öz abin olan Berkan Demirkan doğmuş. Beril onu da kendi oğlu zannetti." Kaşlarım şaşkınlıkla havalandı, ağzım açık kaldı.

"Babanın onu kendinden kaçırdığını düşünüyordu. Defalarca ben de etrafındaki diğer herkes de ona bunun doğru olmadığını söyledik ama bir türlü inanmadı bize. Sürekli bunu söyler dururdu. Başta bunun basit bir şey olduğunu, kendimi toparlayacağını düşündük. Öyle de olmuştu zaten, zamanla unutmuştu her şeyi. Babanın, annenin, Berkan'ın isimlerini anmıyor, hayatını kurmaya çalışıyordu ama," deyip sustu, merakla baktım ona ve devam etmesini bekledim.

"Ama ne lan ama ne?" diye sordu Ateş, öğrendiklerinin acısı öfkeye dönüşüyordu artık yavaş yavaş.

"Ama öyle olmamış işte." Cümlesini böyle tamamladı Bahadır. "Sen doğmuşsun, senden sonra da Uras doğmuş. Senin doğduğun zaman böyle bir şeye cesaret edememiş. Uras doğduğunda ise daha güçlüymüş ve yapabilmiş, Uras'ı almış." Ateş elini yüzüne bastırdı, derin derin nefes aldı, sakin kalmaya çalışıyordu. Bahadır onun bu hâlini göz ardı etmiş olacak ki anlatmaya devam etti.

"Az önce de anlatıldığı gibi onu Tansu Serez'e verdi, bir süre onlar baktı ve büyüttü. Uras gerçek ailesini tanımıyordu. Onlar hakkında bildiği tek şey bir trafik kazasında öldükleriydi. Doğruydu da annen ve baban bir trafik kazasında ölmüştü. Beril en başından annen ve babandan intikâm almak istemiş. Eğer yaşasalardı her şeyi onlar çekecekmiş. Oğullarıyla vuracaktı onları ama yapamadı, onlar öldüler ve emin ol ölümlerinden ne biz ne de Beril suçlu. Böyle bir intikam planı hazırlayan kadının zaten onları öldürmesi saçmalık olurdu değil mi?" İşte bu konuda çok haklıydı.

"Trafik kazasında abin de öldüğünde daha da kötü bir hâle geldi. Onu hep sizden alacağını, yanında olacağını filan düşünüyormuş. Böyle bir şey yaşanmadan da hepsinin ölümü bugün olan şeylere yol açtı. Yıllarca seni aradı, çok uzun yıllar aradı. Yetimhaneden kaçtığını öğrendik sonra da hayatımız hep seni aramakla geçti. Demirkan ailesinden yaşayan bir sen vardın ve o aileden alınacak bir intikam vardı. O ailenin yaşayan son üyesi olan seni bulmak için her şeyi yaptık, en sonunda da iki yıl önce seri katil sayesinde sana ulaştık. Gerisini de en başında anlattık, başka da hiçbir şey yok. Bildiğimiz her şey bu kadar. En başından beri bizden ne isterse onu yaptık, hiçbir şey bizim suçumuz değildi." Ve bu cümleyle Bahadır konuşmasını tamamlamış oldu.

Her şeyin sebebi artık ortaya çıkmıştı. Bu kadar şeyi kimin, neden yaptığı artık ortadaydı. Her şeyi biliyorduk. Bilmediğimiz tek bir şey kalmıştı. O da Uras üzerinden bize kurulmuş olan oyundu. Bunun da ne olacağına dair herhangi bir fikrim yoktu ama büyük bir şey olduğu belliydi. O kadın bize büyük bir darbe vurmaya hazırlanıyordu ve bir an önce buna engel olmamız lazımdı.

Ben bunları düşünürken Ateş bir anda gülmeye başladı, bakışlarım onu buldu. Sinirleri boşalmışcasına gülüyordu. "Duydunuz değil mi?" diye sordu, bize döndü. "Her şey bu kadarmış, başka bir şey yokmuş."

Bunu söylerken hâlâ gülüyordu ve şu an psikolojik olarak hiç de iyi görünmüyordu.

"Ateş..." Daha cümlemi tamamlayamadan bir anda Bahadır'a döndü, yakalarından tuttu, kendine çekti ve yüzünün ortasına kafasını geçirdi. Cansu çığlık atarken, Erdem müdahele etmek için harekete geçti. Bahadır acıyla bağırırken de Ateş Yarasa'ya yumruğunu geçirdi, onu yere serdi. Ancak o an Erdem onu yakaladı, Ateş arkadaki iki adama da saldırmaya çalıştı ama Erdem izin vermedi.

"Kardeşim tamam, şimdi sırası degil."

"Lan piç herifler!" dedi Ateş, Erdem'in elinden kurtuldu ama bu kez saldırmak yerine karşılarına dikilip hesap sordu. "O kadını alıp hastaneye kapatacağınıza bir de bunları mı yaptınız! Geçmiş bir de karşıma ne isterse onu yaptık diyor! Lan siz," dedi, bir kez daha saldırmaya çalıştı, Erdem bu kez başarılı oldu, vurmasına engel oldu.

"Ona gücümüz yeter mi zannediyorsun?" diye bağırdı Yarasa ve ayağa kalktı, burnu kanıyordu.

"Kim lan bu kadın kim? Kim ki gücünüz yetmiyor? İnsan değil mi lan bu da?" İşte bu konuda çok haklıydı Ateş.

"Sana sadece onun yaptıklarını anlattık! Kim olduğunu değil! Bizim gücümüz yeter mi zannediyorsun ona? Yıllar içinde bu öfkeyle öyle bir güçlenmiş ki hiçbirimizin gücü yetmez ona! Sizin bile!" Ateş bir kez daha sinirle güldü.

"İyi o zaman oturalım bir köşede kadının gelip biraz daha hayatımızı sikmesini bekleyelim! Evet evet bunu yapalım! Malız zaten bize! Beyinsiziz bunu yapalım!" Öfkeyle küfür etmeye başladı.

"Siz ikiniz şimdi gideceksiniz ve o kadının Uras hakkındaki planını öğrenecek, gelip bana anlatacaksınız!" dedi, Bahadır da Yarasa da sinirlendi. Hatta diğer iki adam da.

"Bize her şeyi anlatırsak ailelerimizi..." Yarasa söze böyle girdi ama Ateş devam etmesine izin vermedi.

"Bilmediğimiz şeyler olduğuna göre hâlâ her şeyi anlatmış sayılmazsınız! Yarın akşama kadar zamanınız var! Hatta yarın akşam çok, yarın öğlen 12'ye kadar vaktiniz var! Bunu öğrenecek ve anlatacaksınız! Yarın akşama kadar da o kadının yerini öğrenmek istiyorum! Siz söyleyeceksiniz bunu bana! Doğrudan onun olduğu yeri söyleyeceksiniz! Biz o kadını alacağız siz de ailelerinizi! Anlaşma bu yönde, pazarlık yok, en ufak bir oyun çevirmeye kalkarsanız herkesi öldürürüm! Sakın ola yapamam zannetmeyin, yaparım! Hayatımı mahveden insanların ailesine acımam! Hepsinin kafasına bir bir bizzat ben sıkarım!" Ne ben ne de diğerleri tepki vermedik, Ateş bu konudaki son sözü söylemesi gerektiği şekilde söylemişti.

"Şimdi siktirin gidin karşımdan!" diye bağırdı, Bahadır da Yarasa da öfkeyle uzaklaştılar yanımızdan. Buna mecbur olan diğer adamlar da uzaklaştılar ve gözden kayboldular. Onlar giderken Ateş bize döndü, hepimizin gözlerinin içine bir bir baktıktan sonra konuştu.

"Hazır olun yarın akşam her şey bitiyor!" dedi, bu cümleden sonra artık hiçbir şey eskisi gibi olamazdı. Hayatımızın en önemli son 24 saatine girmiştik. Daha önceki hiçbir 24 saat bu kadar uzun süreli olmamıştı ve olmayacaktı.

Yarın akşam bizi büyük bir son bekliyordu.

23 Nisan Cumartesi

Zihnimden geçirdiğim bu tarih bu durumda bile kendi kendime küçük bir tebessüm etmeme neden oldu. Tam bir hafta önce Ateş'e verdiğim ve her şey bitecek dediğim bu tarihin gerçekten de sonun ilk habercisi olduğunu bilmiyordum. O gün onu rahatlatmak için verdiğim bu tarih meğerse gerçekten de büyük bir sonun ilk habercisiymiş.

Bizi bekleyen büyük sonun ayak sesleri yavaş yavaş duyulmaya başlanmıştı bile.

Bölüm Sonu!

Selamlarrr :) nasılsınız? Neler yapıyorsunuz?

Bu bölüm uzun uzun konuşmayla geçti, genelde böyle bölümler biraz sıkar gibi ama böyle bir bölüme ihtiyacımız vardı çünkü her şeyin ortaya çıkması lazımdı. Çıktı da. Her şeyin nedeni Uras'ın çizdiği Mavi gözlü kadın, Beril Kahraman çıktı. Siz bu işin arkasında böyle bir şey olmasını bekliyor muydunuz?

Sizce bu kadının Uras üzerinden hazırladığı oyun ne olabilir? Bu oyunda başarılı olur mu dersiniz yoksa bizimkiler engelleyecekler mi onu?

Bölümde en sevdiğiniz ve şaşırdığınız sahne hangisi oldu?

Buraya bölümü en iyi anlatan emojiyi bırakabilirsiniz.

Bölüm hakkındaki yorumlarınızı buraya yazabilirsiniz.✨

Yeni bölüm alıntısını okumak ve duyurulardan haberdar olmak için beni sosyal medyadan da takip edebilirsiniz.💫

Bir sonraki bölümde görüşmek dileğiyle... Kendinize çok iyi bakın, sevgiyle ve sağlıkla kalın.♡

Instagram: gizzemasllan

Twitter: gizzemasllan

SİZİ ÇOK SEVİYORUM.♡

Loading...
0%