Yeni Üyelik
7.
Bölüm

7.BÖLÜM "DOĞRULUK VE CESARET"

@gizzemasllan

Merhaba, suç ortaklarım

Ekranın alt kısmında bulunan yıldızı aydınlatarak okumaya geçerseniz çok sevineceğim.❥

Buraya ben de sizin için bir yıldız bırakıyorum.⭐ Siz de yıldız ve kalplerinizi bırakabilirsiniz.♡

Keyifli okumalar...

*****

Görmezden geldiğimiz her şey aslında kabul etmek istemediğimiz bir gerçektir.

7.BÖLÜM "DOĞRULUK VE CESARET"

Başımı ellerimin arasına alarak bıkkınca ofladım. Artık gerçekten delirmek üzereyim.

Senin için, sen gör diye...

Attığı bu mesaj zihnimin içinde dönüp duruyordu. Kim bu adam? Neden benimle uğraşıyor? Olayla ilgilenen bu kadar polis varken neden bana mesaj atıyor?

Korkuyorum hem de çok korkuyorum.

Elimi saçlarıma geçirerek başımdaki ağrı yüzünden şaclarımı çektim ve bir kez daha bıkkınca ofladım. Şu an aynı otelde olduğumuzdan emin olduğumuz bir katili bile yakalayamıyoruz. Tüm bu olayları nasıl sonuca kavuşturacağızki biz? İnsanlar ölmeye devam edecek ve biz hiçbir şey yapmadan sadece ceset toplamaya devam edecekmişiz gibi hissediyorum.

Dakikalardır oturduğum merdivenlerden kalktım ve büyük kapıdan geçip yeniden otelin koridoruna ulaştım. Oyalanmadan ceset bulduğumuz odaya doğru yürürken Barış odadan çıktı. Yanına ulaştığımda ben sormadan o konuştu.

"Yeni öldürülmüş gibi durmuyor. En az 12 saat olmuş." Cevap vermek yerine cebimdeki telefonu çıkarıp ekranı açtım ve mesaj kısmına girip Barış'a uzattım. Kaşlarını çatarak telefonu elimden aldı. O mesajları tek tek okurken ben duvara yaslanıp ellerimi göğsümün altında birleştirdim. Dikkatle yüzüne bakıp bir tepki vermesini beklerken başını kaldırıp bana baktı.

"Sayılar, manzara, oda, tarih ne diyor bu adam böyle?" Derin bir nefes aldım. O sırada odadan Savaş çıktı ve o da yanımıza geldi. Barış telefonumu ona uzatıp mesajları okuturken Cansu da geldi. Hepsi mesajları okuduktan sonra tek tek bakışları beni buldu.

"Mira..." Savaş'ın devam etmesine izin vermeyerek konuştum.

"Önce sayılardan bahsetti. Sonra odanın manzarası güzel deyince oda numarasıyla ilgili olduğunu anladım. 19. Kattayız ve maktulü bulduğumuz odanın numarası 991... Başta hiçbir şey anlamadım ama tarih falan yazınca yan yana yazdım ve bana mantıklı gelen tek tarih 1999'un Ocak ayı oldu. Belki yanlış belki saçma bilmiyorum ama mesajlardan bir tek bunu çıkarabildim." Hepsi sessiz kaldılar, devam ettim.

"Biraz düşündüm. Şu saatten sonra insanları daha fazla aşağıda tutamayız. Otelde birinin öldüğü duyulursa zaten hâlâ bizi burada tutuyorsunuz diye isyan çıkar. Katili biz görmedik bu yüzden teşhis edemiyoruz ama bugün ormanda yakalananlar gördü. Onları buraya getirelim." Deyip susunca Cansu konuştu.

"İmkânsız! Tüm gün sorgudaydılar neredeyse ama adamın ne fiziksel özelliklerinden bahsettiler ne de robot resmini çizdirdiler. Onlar bize asla yardım etmez." Omuz silktim.

"Tehdit edelim, cinayetlerin hepsi üzerinize kalacak, yıllarca içeriden çıkamazsınız falan diyelim. Bir şekilde gözlerini korkutalım." Bu sefer bana cevap veren Savaş oldu.

"Yapılmadı mı zannediyorsun? Söylediğin her şeyi biz zaten yaptık. Müebbet ceza almaya bile razılar ama yok hiçbiri adam hakkında hiçbir şey söylemiyor. Hepsi bugün sana Cansu'nun anlattığı şeyleri söyleyip duruyolar." Yeniden bıkkınca ofladım.

"O zaman artık siz düşünmeye devam edin! Ben artık düşünmekten delireceğim!" Sinirle söylediğim şey hepsini şaşırtırken devam ettim.

"Ne yaparsak yapalım olmuyor! Kabul edelim adam kusursuz cinayet işliyor! Sonra da bizimle resmen alay ediyor!"

"Mira..." Barış'ın devam etmesine izin vermedim.

"Ben çok yoruldum! İnsanlar ölüyor ve biz hiçbir şey yapamıyoruz! Ne bizim ne de bir başkasının elinden hiçbir şey gelmiyor." Dedim ağlamaklı çıkan sesimle ve boğazımı temizleyip sesimin düzgün çıkmasına dikkat ederek devam ettim.

"Burada olduğunu bildiğimiz hâlde hiçbir şey yapamıyoruz. Biz nasıl polis olduk ya? Baksanıza elimizden ceset toplamak dışında hiçbir şey gelmiyor. Hem..." Deyip sustum. Göz yaşlarım akmak için kirpiklerimde asılı dururken çatallanan sesimle konuştum.

"Günlerce sizden şüphelenip durdum. Hepinizin yüzüne bakarken içimden acaba hain mi? Acaba ihanet eden bu mu? Diye tek tek şüphelendim hepinizden ama hiç dönüp kendime bakmadım." Savaş devam etmeme izin vermeyerek araya girdi.

"Senin ne gibi bir suçun olabilir? Sen mi öldürüyorsun bu..." Bu sefer de ben devam etmesine izin vermedim.

"Ben öldürmüyorum ama ölmelerine ben sebep oluyorum. Neden sadece bana mesaj atıyor? Niye sizinle değil de benimle konuşuyor? Neden yakalanmayı bile göze alıp buraya kadar geliyor ve bana bir şeyleri göstermeye çalışıyor? Benim yaptığım bir şey yüzünden ölüyor bu insanlar! Hatırlamıyorum, bilmiyorum ama benimle uğraştığı, benden bir şeyler istediği çok bariz değil mi?" Dedim ve hepsine tek tek bakıp kendimi göstererek konuştum.

"Bu kadar şeyden sonra siz benden şüphelenmiyor musunuz?" Cevap veren Barış oldu.

"Yoo." Gözlerimi ondan çekip Savaş'a baktım.

"Aklıma bile gelmedi." Şaşırıp Cansu'ya döndüm.

"Senden niye şüphelenelim ki?" Göz devirdim.

"Yapmayın, ben sizden şüphelenmişken sizin benden şüphelenmemiş olmanız söz konusu bile değil." Yine cevap vermediler.

"Hepimiz birbirimizden şüphe duyduk sonuçta. Mesajların hepsinin bana gelmiş olması, katili bir tek benim görüyor, peşine benim düşüyor olmam sizi hiç mi şüpheye düşürmedi?" Hepsi başını sağa sola salladı. İşaret parmağımı kaldırıp üçünün arasında gezdirdikten sonra konuştum.

"Ya siz iyi bir polis değilsiniz ve olan her şeyi görmezden geliyorsunuz." Deyip kendimi gösterdim.

"Ya da ben paronoyak olup delirdim ve her şeyin altında bir şey arayıp kendimi suçlamaya başladım." Barış hâlâ elinde duran telefonumu uzatırken konuştu.

"İkinci söylediğin şeyin doğru olduğuna inanıyorum." Dedi rahat bir ifadeyle. Diğerleri de ona katılırken elinden telefonumu aldım ve yeni bir mesaj gelmediğinden emin olup cebime koydum.

"Şimdi konuşmayı falan bırakın. Madem bu bize bir tarih verdi bu tarihin ne anlama geldiğini bulmamız lazım." Diyen Savaş'a cevap verecekken Cansu araya girdi.

"Tarih tekerrür ediyor, bu tarih bizim tarihimizi yeniden yazacak demiş. Tarih tekerrür ediyor ne demek? Aynı şeyler yeniden yaşanıyor demek. Yani şimdi bizim yapmamız gereken ilk şey 1999'un Ocak ayında yaşanan olaylar arasından bugün yaşadığımız şeylere en yakın olanını bulmamız gerekiyor." Diye susunca hemen konuştum.

"Cansu haklı. Yarım kalmış bir intikam olayı, faili meçhul bir seri katil davası, çözülemeyen bir dava falan bir şey olabilir. İyice araştırıp bulmamız gerekiyor." Dediğimde Barış konuştu.

"Tamam haklısınız önemli bir konu ama şu an düşünmemiz veya yapmamız gereken şey bu değil. Şimdi doğrudan katile odaklanmalıyız. Çünkü şu anda bu otelde bizimle birlikte." Deyince ona hak verdim.

"Doğru." Deyip Savaş'a baktım.
"Babama haber verdiniz mi? Birini daha bulduğumuzu?" Başını olumsuz anlamda salladı.

"Söylemedik." Deyince derin bir nefes aldım.

"Ama muhtemelen Tufan başkomiser haber vermiştir çoktan." Diyen Barış'a baktım.

"Eee ne yapacağız o zaman şimdi?" Diye sordum. Yine sunduğum tüm fikiler mantık çerçevesi içinde reddedilmişti.

"Bu sana mesaj attığına göre aşağıdakilerin telefonlarını kontrol edeceğiz. Sanırım şimdilik en basit yöntem bu." Savaş'a baktım.

"Bu kadar basit bir yöntemle onu bulabileceğimizi hiç zannetmiyorum. Ayrıca biz birkaç kişinin üstünü arayana kadar o telefondan hemen kurtulur. Elimize hiçbir şey geçmez." Dedim ve bıkkınca oflayıp devam ettim.

"Yani anlayacağınız telefonla falan bulamayız onu ama eğer isterseniz yine de bir şansımızı deneyelim." Deyip merakla yüzlerine baktım.

"Mira haklı telefon arayıp zaman kaybetmeye hiç gerek yok. Karşımızdaki kişi bunu düşünmeyecek, böyle bir hataya düşecek birisi değil. Sadece zaman kaybederiz." Diyerek Barış söylediğim şeye destek çıktı.

"Daha iyi bir fikriniz varsa buyurun sizi dinliyoruz." Diyen Cansu'ya baktım ve hiçbir fikrim olmadığı için sessiz kaldım. Barış'a baktığımda onun da sessiz olduğunu gördüm.

"Bırakalım o zaman da bu sefer de diğerleri düşünsün. Bakalım onlar ne yapacaklar?" Diyen Savaş'a baktım.

"Diğerleri?" Omuz silkti.

"Baban ya da Tufan başkomiser ne derse onu yapalım. Hem böyle bir durumda en iyisi bu. Bırakalım biraz da onlar düşünsün. Günlerdir biz düşündük ve bakın ortada bir sonuç yok."

"Ama..." Barış itiraz etmeme izin vermedi.

"Bence de en iyisi bu. Şimdi gidip işimizi yapalım ve cesede bakalım, ipucu toplayalım. Oteldeki katili nasıl yakalayacağımızı da başkaları düşünsün." Dedi ve cevap vermemizi beklemeden biraz ilerideki odaya doğru gitti. Savaş onun peşinden giderken Cansu da bana baktı ve omuz silkip peşlerinden gittim.

"İyi öyle olsun, biz bu sefer bir adım geride duralım. Bakalım o zaman ne olacak?" Kendi kendime konuşarak ben de peşlerinden gittim. Odaya girdiğimde Tufan amcanın telefonla konuştuğunu gördüm. Fazlasıyla sinirli görünüyordu. Savaş'la Barış maktulün yanına otururken Cansu bundan hoşlanmadığı için odayı araştırmaya başladı. Onu göz ardı edip ben de yanlarına gittim ve oturdum.

"Öldürülmesinin üzerinden en az 12 saat geçmiş demiştiniz. Kamera kayıtları sağlam, silinmemiş. O saatlerin kayıtlarına bakalım, odaya kim girip çıkmış görürüz." Barış'ın gözleri beni buldu.

"Ölüm saati tam olarak otopside belli olur. Biz sadece tahmin ettik. 10 saatte 15 saatte geçmiş olabilir." Omuz silktim.

"Şimdilik yapacağımız hiçbir şey yok, konuşuyoruz sadece. Konuşup durmak yerine gidip kayıtları inceleyebiliriz. 20 saat öncesinden başlayalım." İkisi de beni onaylarken yerde cansız bir şekilde yatan kıza döndüm. Boğazından bıçak darbesi yemişti ve her yeri kan içindeydi.

Hiçbir insan bu şekilde ölmeyi hak etmez.

"Adı ne?" Diye sordum merakla. Bana cevap veren Savaş oldu.

"Esma Güner, 24 yaşında." Derin bir nefes aldım. Kızın elini tutup parmaklarına baktım. Elleri de kan içinde kalmıştı.

"Ölmeden önce çok acı çekmiş olmalı." Gözlerim dolarken kızın yüzüne baktım.

"Daha düne kadar Esma'ydı sadece. Şimdi ise ceset, maktül, mağdur... Artık kim nasıl adlandırırsa o olacak. Hayalleri vardı, belki de hâlâ okuyordu. Güzel bir mesleği olacaktı. Belki sevgilisi vardı. Belki telefonda arkadaşına, annesine, babasına sonra görüşürüz demiştir. Eminim daha yapmak istediği çok şey vardır." Ne Savaş ne Barış bana cevap vermezken ayağa kalktım.

"Bu hiç adil değil. Sebepsiz yere, sadece bu otelde, bu odada kalıyor diye, o manyak bize bir tarih verecek diye ölmesi hiç adil değil. Her şey yarım kaldı onun için. Bizim ise onun için yapabildiğimiz tek şey üzülmek, sadece üzülmek." Diyerek yeniden çıktım odadan.

Yandaki boş odalardan birine girdim. Şimdiye kadar dayanmış olsam da artık kendimi tutamıyorum, tutmak istemiyorum. Odadaki yatağın kenarına oturarak başımı ellerimin arasına aldım ve ağlamaya başladım.

Ben çok korkuyorum, hiç kimseye itiraf edemiyorum ama ben gerçekten çok korkuyorum.

Islak yanaklarımı sürekli silsem de ardı arkası kesilmeyen göz yaşlarım pes etmeme neden oldu ve kendimi biraz daha bırakıp içimden geldiği gibi ağladım. Her ağladığımda olduğu gibi midem bulanmaya başladı. Kendimi zorlukla odadaki banyoya atarak kustum. Bu beni biraz rahatlatırken sifonu çekip lavaboya gittim ve elimi yüzümü yıkayıp kendime gelmeye çalıştım.

Aynadaki aksime bakıp derin bir nefes aldım ve kendimi toparlamaya çalıştım. Bu şekilde hiç kimseye bir faydam olmazdı. Sanki normalde çok oluyormuş gibi...

Derin derin nefes alıp kendime gelmeye çalışırken banyodaki çöp kutusunun yanındaki kan lekesini gördüm ve öylece kaldım. Çöp kutusunun yanına gidip yere diz çöktüm. Hiçbir yere dokunmadan kan lekesine baktım. Aynı lekelerin çöp kutusunun birkaç yerinde de olduğunu görünce kaşlarımı çattım ve hızla ayağa kalktım. Kapılar zaten geldiğim de açık olduğu için hiçbir yere dokunmamıştım.

Koşarak odadan çıktım. Olay yeri inceleme ekibi büyük bir titizlikle çalışırken telaşla konuştum.

"Sanırım yan odaya da girmeniz gerekecek." Hepsinin gözleri beni bulurken devam ettim.

"Banyoda çöp kutusunun yanında kan lekeleri var." Ekipten birkaç kişi hemen yanımdan geçip yan odaya gitmek için odadan çıkarken Savaş yanıma geldi.

"Yan odada kan lekesinin ne işi varmış ki?" Omuz silktim.

"Bilmiyorum ama maktüle yakın olmak için yan odayı tutmuş orada kalıyor olabilir." Dedim ve cebimden telefonumu çıkarıp, otelin müdürünü aradım. O sırada odadan çıkıp yan odaya gittim ve kapı numarasına baktım.

"Buyurun Mira Hanım." Müdür telefonu açınca hemen konuya girdim.

"912 numaralı odada kalan kişinin ismini öğrenmem lazım, hemen!" Deyip odaya doğru eğildim ve ekiplerin parmak izi aramaya başladıklarını gördüm.

"Hemen baktırıyorum." Savaş yanımdan geçip odaya girerken adama cevap verdim.

"Bekliyorum." Deyip koridorun önünde bir sağa bir sola giderek sabırla bir cevap vermesini bekledim. Neyse ki beni çok bekletmeden konuştu.

"Vefa Koyuncu, 27 yaşında, tek başına kalıyormuş odada. 3 gün önce saat 21.43'te giriş yapmış otele."

"Peki, teşekkür ederim." Deyip telefonu kapattım ve yanımda duran Barış'a bakarak konuştum.

"Vefa Koyuncu, 27 yaşında, tek başına kalıyormuş odada. 3 gün önce 21.43'te gelmiş otele." Barış'ın kaşları çatıldı.

"Vefa Koyuncu mu?" Deyince başımı salladım ve yeniden telefona dönüp Esra'yı aradım. Birkaç çalıştan sonra açtı.

"Dinliyorum." Kızı başka bir şey için araladığım için ben arayınca işle ilgili bir şey olduğunu hemen anlıyordu. Bu yüzden yine hemen konuya girdim.

"Otelde Vefa Koyuncu diye birisi kalıyormuş. Oteldeki bilgilerine ulaşıp kim olduğunu bulabilir misin?"

"Tabii ki, on beş dakikaya kadar bilgilerini ve fotoğrafını atarım sana."

"Bekliyorum." Dediğimde telefonu kapattı. Barış merakla yüzüme bakarken konuştum.

"On beş dakikaya hallederim dedi." O bana cevap verecekken olay yeri inceleme ekibinden birisi odadan çıkıp yanımıza geldi.

"Bunu bulduk." Elindeki şeffaf delil poşetini kaldırdığında siyah deri eldivenleri gördüm ve hemen elinden alıp dikkatle baktım.

"Bu kesinlikle ona ait. Onu gördüğümde de zaten böyle bir eldiven takıyordu." Deyip adama baktım.

"Başka bir şey var mı?" Başını olumsuz anlamda salladı.

"Kan lekesi ve bu eldivenler dışında başka hiçbir şey yok. Arkadaşlar parmak izi arıyorlar." Başımı salladım.

"Peki." Dedim ve poşeti yeniden adama uzattım.

"Bunları bir an önce laboratuvara gönderin." Adam beni onaylayıp poşeti aldı ve yanımdan uzaklaştı.

"Sence bir şeyler çıkacak mı?" Deyip yanımdaki Barış'a döndüm. İç çekti.

"Bilmiyorum güzelim." Dedi ve oflayıp, ekledi."Hiçbir şey bilmiyorum." Diyerek o da odaya girerken arkasından şaşkınca baktım.

O bana güzelim mi demişti?

Şaşkınca arkasından baktım. O ise benim şaşkınlığımın farkına varmadı bile. Arkasından bakmaya devam ederken yanıma gelen Tufan amcaya her şeyi tek tek anlattım. O sırada telefonuma yeni bir mesaj geldi. Gözlerimi telefona çevirdiğimde Esra'dan mesaj geldiğini gördüm. Hızla ekranı açıp önce adamın fotoğrafına baktım sonra da yazdıklarını okudum ve öylece kaldım.

"Yine mi mesaja attı?" Başımı telefondan kaldırdığımda bizimkilerin yanımda olduğunu gördüm.

"Hayır o değil, Esra." Hepsi merakla bana bakarken konuştum.

"Vefa Koyuncu, 1 yıl önce trafik kazasında ölmüş." Barış söylediğim şeyin şaşkınlığını yaşarken Savaş ve Cansu anlamsız bir ifadeyle yüzüme baktılar.

"Vefa Koyuncu kim?" Diyen Savaş'a baktım.

"Bu odadan kalan kişi, 3 gündür buradaymış. Fakat adam 1 yıl önce trafik kazasında ölmüş olarak görünüyor."

"Bu ne ya böyle? Biz neyin içine düştük? Her taşın altından birisi çıkıyor ve hepsi 1-2 yıl önce ölmüş. Bu nasıl iş? Ölen birinin kimliğini nasıl kullanmaya devam edebilirler?" Cansu isyan etmeye devam ederken bu işin artık altından kalmayacağımız bir hâl aldığı gerçeğiyle yüzleştim.

Katil her kimse Savaş'ın daha önce söylediği gibi dört dörtlük kusursuz bir plan hazırlamıştı. Belki 1 belki 10 yıldır bu cinayetleri işlemeye hazırlanıyordu. Bu şekilde hazırlanmış bir plan dahilinde onu sadece 1 haftada bulabilir miydik? Sanırım bu imkânsız.

Böyle birini yakalamak için bir hafta çok erkendi ama her geçen gün suçsuz birinin daha canı yanıyordu.

Bu işin böyle yürümeyeceğine ve bir şeyler yapmaya karar verdim. Ama gerçek bir şeyler, artık gerçek bir şeylerin yapmanın, zamanıydı.

Kimseye bir şey söylemeden asansöre yöneldim. Yaptığım şeyin doğru olup olmadığını sorgulayarak asansöre bindim ve en alt katın düğmesine bastım. Bu sırada asansördeki havalandırmaya baktım.

Küçücük bir yerdi. Asansör bozulur birisi içinde kalırsa havasız kalmasın diye yapılmış küçük bir havalandırmaydı. Bir insanın buradan çıkmış olması mümkün bile değil.

Asansörden inip oyalanmadan güvenlik odasına gittim. Odanın boş olduğunu görünce bilgisayarların başına oturarak şu an herkesin bulunduğu restoranı gösteren kamerayı açtım.

Bir süre öylece durup herkesin hareketlerini izledim ve hem kendimi hem de cesaretimi toparladım. Hazır olduğumu hissedince telefonumu çıkarıp sürekli bana mesaj attığı numaraya girdim. En son 'Her şey daha yeni başlıyor." Yazmış bir daha da mesaj atmamıştı.

"1999 yılının Ocak ayı... Bilmeceyi çözebilmiş miyim?" Yazıp gönderdim ve hemen gözlerimi bilgisayara çevirip herkesin eline baktım. Bu kadar kişi içinde bir şeyler görmem zor olsa da şimdilik en iyi yol buydu. Toplanmış konuşan yirmi kişilik erkek grubuna tek tek dikkatle baktım. Hiçbirinin elinde telefon yoktu. Dikkatle onlara bakarken kapının önünden geçen güvenlik görevlisini fark ettim.

"Buraya gelebilir misin?" İçeriye girdi ve yanıma geldi.

"Buyurun?"

"Bir dakika." Deyip önüme döndüm. Tam o anda elimdeki telefon titredi. Hızla gözlerimi ekrana çevirip gelen mesajı okudum.

"Demek artık benimle konuşmaya karar verdin." Mesajı okur okumaz bilgisayara dönüp o gruba bir daha baktım ve yine hiçbirinin elinde telefon göremedim. Yanımdaki güvenlik görevlisine baktım.

"Şu grubu görüyor musun?" Başını salladı.

"Evet."

"Onların yanına git ve hepsini al balo salonuna götür. Aynı zamanda yanında çocuğu olan anneleri de oraya götür." Kaşlarını çattı.

"Neden böyle bir şey yapıyoruz?" Bilgisayar ekranına dönerken konuştum.

"Küçük bir eleme diyelim, hadi sen dediğimi yap. Birini de benim yanıma gönder." Adam dediğimi yapıp giderken yeniden telefona döndüm.

"Bizden hep bir adım önde olduğunu kabul ettim artık diyelim." Mesajı gönderdikten hemen sonra bilgisayara dönüp yan yana masalarda oturan en az 15 kişi olan iki guruba dikkatle baktım.

"Birini çağırın demişsiniz beni gönderdiler." Gözlerimi ekrandan çekmeyerek odaya giren adama baktım.

"Bir dakika." Dedim ve incelemeye devam ettim. Elimdeki telefon titredi. Gelen mesajı okumak yerine iki gruba baktım ve hâlâ hiçbirinin elinde telefon olmadığını gördüm. Gelen güvenlik görevlisine o iki grubu gösterip onları balo salonuna götürmelerini söyledim. Adam dediğimi yapmak için odadan çıkacakken ise yanıma başka birini göndermesini söyledim ve telefonuma gelen mesajı okudum.

"Siz görmemeye devam ettikçe ben her zaman sizden bir adım önde olacağım." Yazdığı şeye göz devirdim. Şu an yaptığım şey büyük bir hata. Belki ona mesaj falan yazmamam gerekiyor ama onu bulmak için bunu yapmaktan başka hiçbir şansım yok. Ona cevap yazmak yerine kamera görüntüsünden kendime yine kalabalık bir grup seçtim ve telefona döndüm.

"Bunun için önce bana neyi görmem gerektiği hakkında da yardımcı olman gerekiyor." Mesajı gönderdiğim an seçtiğim kalabalık gruba döndüm. İki kişinin elinde telefon vardı. Yine elimdeki telefona mesaj geldi. Yine mesajı okumadan yanıma gelen güvenliğe grubun içinde elinde telefon olan iki kişi hariç diğerlerini balo salonuna götürmesini söyledim. O sırada Tufan başkomiser odaya girdi ve yanıma geldi.

"Ne yapıyorsun sen? Neden insanları birbirinden ayırıyorsun? Hepsi aynı yerde..." Acelem olduğu için devam etmesine izin vermeden konuştum.

"Eleme yapıyorum, seçeneklerimizi azaltıyorum." Kaşlarını çattı.

"Ne demek şimdi bu?" Elimdeki telefonu kaldırıp gösterdim ve konuştum.

"Ona mesaj yazıyorum o da cevap veriyor. Bu sırada kamera kayıtlarından elinde telefon olmayanları balo salonuna gönderiyorum. Çünkü elinde telefon olmayan bana mesaj yazamaz, bana mesaj yazamayan suçlu olamaz. Şimdilik en basit yöntem bu gibi geliyor." Cevap vermedi.

"Başkomiserim biliyorum ona cevap vermem yanlış ama ancak bu şekilde ona ulaşabiliriz. Ulaşamasak bile hiç değilse seçeneğimiz azalacak. Şimdiden 50 kişiyi ayırabildim bile. Eğer..." Devam etmeme izin vermedi.

"Bu yaptığın yanlış. Eğer o suçlu yakalandığında bu suçları işlerken seninle iletişim hâlinde olduğunu söylerse sen de suçlu durumuna düşeceksin."

"Ama..." Yine cümlemi tamamlamama izin vermedi.

"Ama devam et." Deyince esaslı bir şaşkınlık yaşadım.

"Devam mı edeyim?" Başını salladı.

"Evet devam et, çünkü artık birinin daha ölmesini istemiyorum. Bu yüzden her ne yapıyorsan yapmaya devam et. Ben senin arkandayım." Dedi ve omzuma birkaç defa vurup odadan çıktı. Gülümseyerek arkasından baktım ve en son gelen, hâlâ okumadığım mesajı okudum.

"Hâlâ göremediğine göre sen de ceset olmuşsun. Düşünemeyen bir ceset." Sakin kalmak için derin bir nefes aldım. Bazen, hatta çoğu zaman sinir bozucu olabiliyor.

"İnsanlar bazen kör olabiliyor, tıpkı senin gibi." Gelen mesajı okuyup bilgisayar ekranına döndüm. Elinde telefon olmayanları zihnime not ederek mesaj yazmak için harekete geçtim ama o benden önce davranıp yeni bir mesaj daha attı.

"Görmezden gelinen her şey aslında kabul etmek istemediğimiz bir gerçektir." Okuduğum şey kaşlarımı çatmama neden olurken bir mesaj daha attı. Tabii aynı zamanda bilgisayara bakıp insanları takip etmeyi de ihmal etmedim.

"Senin görmezden geldiğin şey ne Mira?" Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım.

Ben, neyi görmezden geliyorum?

Yazdığı mesajlar yine aklımı karıştırırken mesajları düşünmek yerine yaptığım işe devam ettim. Odadaki güvenliğe ekrandan seçtiğim ve ellerine hiç telefon almadıklarından emin olduğum 10 kişiyi gösterdim. Onları balo salonuna götürmesini söyleyip telefonuma döndüm. Bu sefer de cevap yazmama engel olan şey odaya giren güvenlik oldu.

"Komiserim?" Adamın yüz ifadesinden bir sorun olduğunu anlayınca kaşlarım istemsizce çatıldı.

"Efendim." Birkaç adımda yanıma geldi.

"Yukarıda kavga çıktı." Deyince kaşlarım biraz daha çatıldı.

"Kavga mı çıktı? Kim kavga ediyor?"

"İsimlerini bilmiyorum ama sizin ekipten iki kişiydi." Bir bilgisayara bir elimdeki telefona baktım ve bıkkınca oflayarak odadan çıktım. Koşarak asansöre gittim ve yeniden 19. kata çıktım. Bir katille uğraştığımız yetmiyormuş gibi bir de polisler kavga ediyordu.

Asansör durunca alelacele indim. Fakat tam o anda birisi yanımdan rüzgar gibi geçip koridorun diğer ucuna doğru yürüdü. Şaşkınca geçen kişinin arkasından baktığımda Barış olduğunu gördüm.

"Ne oluyor ya?" Kendi kendime konuşarak onun peşinden gitmek yerine cinayetin işlendiği odaya doğru yürüyüp Savaş'la Cansu'nun yanında durdum. Konuşmak için dudaklarımı araladığımda Savaş benden önce davrandı.

"Kusura bakma ama haksız olan sensin. Böyle bir şey söylememen gerekiyordu." Cansu Savaş'a göz devirip yanımızdan uzaklaşınca Savaş'a baktım.

"Ne oluyor burada?" Derin bir nefes aldı.

"Kavga ettiler Barış'la." Esaslı bir şaşkınlık yaşadım.

"Barış'la kavga mı ettiler? Sebep?" Omuz silkti.

"Saçma sapan bir sebep aslında. Önce tartıştılar ama sonra Cansu söylememesi gereken bir şey söyledi, olay büyüdü." Merak ettim.

"Şunu düzgünce anlatır mısın?"

"Barış Cansu'dan bir şey istedi. Ben de tam anlamadım o kısmı ama bir şey yapmasını istedi. Cansu ben yapamam deyince Barış madem yapamayacaktın niye polis oldun dedi. Cansu da zaten polis falan olmak istemiyorum, ailem yüzünden bırakamıyorum senin ailen olmadığı için bunun ne demek olduğunu anlamazsın dedi. Barış'da bir anda patladı bağırmaya falan başladı." Söylediği şeylerin içinde tek bir yere takılmıştım.

"Barış'ın ailesi yok mu?" Savaş'ın kaşları çatıldı.

"Sen, bilmiyor musun?" Başımı sağa sola salladım.

"Hayır, bilmiyorum. Nereden bilebilirim ki?"

"Bilmem, biz biliyoruz sen de biliyorsundur diye dedim ben."

"Hayır aramızda hiç böyle bir konuşma geçmedi ki. Ayrıca ailesi neden yok? Ölmüşler mi?" Omuz silkti.

"Bilmem, belki de."

"Ne demek bilmem? Ailesinin olmadığını bildiğinize göre neden olmadığını da biliyor olmanız gerekir." Savaş yeniden derin bir nefes aldı.

"5 aylık bebekken yetimhaneye kaydı yapılmış. Ailesi ölmüş mü yoksa onu bırakıp gitmiş mi bilinmiyor." Duyduklarım beni ciddi anlamda şaşırtırken konuştum.

"Bir dakika kusura bakma ama ben yetimhanede büyüyen sensin diye biliyordum." Yüzünde buruk bir tebessüm peydah oldu.

"Aynı hayatı yaşıyoruz demek ki onunla. Yanlış bilmiyorsun ben de yetimhanede büyüdüm ama onun gibi değil. Ben annemin babamın kim olduğunu biliyorum, ailemi tanıyorum. Onlar vefat edince yetimhaneye verildim. Barış ise sadece beş aylık bebekken yetimhaneye alınıyor. Yani o ailesinden hiç kimseyi tanımıyor."

"Anlıyorum." Deyip merakla devam ettim. "Siz aynı yerde mi büyüdünüz yoksa?" Başını olumsuz anlamda salladı.

"Hayır, onu burada çalışmaya başladığımda tanıdım." Tuttuğum nefesimi bıraktım. Bir an için ne diyeceğimi bilemeyip en doğru şeyin konuyu değiştirmek olduğuna karar verdim.

"Bence sen Barış'a baksan iyi olur. Ben de bir Cansu'ya bakayım. Sonra da artık işimize devam edelim. Sonuçta buraya bunlar için gelmedik, katili yakalamak için geldik." Başını salladı.

"Tamam ben gidip bakayım şuna." Deyip yanımdan geçip giderken arkasından bakmak yerine Cansu'nun yanına gittim. Asansöre doğru gitmediği için hâlâ bu katta olduğunu biliyorum ama burada neredeydi?

Odaların önünden geçerken içeriye doğru eğilip tek tek kontrol ettim. İleride bir odadan yankılanan sesi duyunca kendi kendine mi konuşuyor diye düşünüp o odaya doğru gittim. Tam odadan içeriye girecekken duyduğum şeyle durdum.

"Bir katilin peşine düştük günlerdir bulamıyoruz! Ben artık bu durumdan çok sıkıldım." Duyduğum şey kaşlarımı çatmama neden olup odaya doğru eğildim ve gerçekten kendi kendine konuştuğunu gördüm.

"Yeter ya vallahi yeter!" Odanın kapısına birkaç defa vurup beni fark etmesini sağladıktan sonra yanına girdim.

"Mira eğer sen de bana kızmaya geldiyse hiç boşuna uğraşma. Sabahtan beri..." Devam etmesine izin vermedim.

"Sakin ol, kızmaya falan gelmedim. Sadece nasılsın diye bakmaya geldim." Ofladı.

"Nasıl olabilirim? Tabii ki de hiç iyi değilim! Çünkü bu işten çok sıkıldım." Gözlerinin dolu olduğunu fark edince yanına gittim.

"Hem de..." Deyip sustu. Merakla devam etmesini bekledim ama etmedi.

"Hem de ne?"

"Boş ver." Karşısında durdum ve gözlerinin içine bakarak konuştum.

"Hem de korkuyorsun değil mi?" Cevap vermedi, ekledim. "Çok korkuyorsun."

"Yok canım ne korkması? Polisiz biz korkmak da..." Devam etmesine izin vermeden konuştum.

"Ben çok korkuyorum." Gözlerindeki şaşkınlığı da korkuyu da fark ettim ve devam ettim. Tüm olanlar beni gerçekten korkutuyor." Cevap vermedi.

"Bunun polis olmamızla falan hiçbir alakası yok. İnsanız biz, bu olanlar bize bile fazla. Hepimizin sinirleri bozuldu ve böyle davranmamız normal ama yine de sanırım Barış'a yanlış bir şey söylemişsin. Bu konuda biraz da olsa Barış haklı." Başını salladı.

"Biliyorum, söylememem gerekiyordu ama bir anda çıktı işte ağzımdan. Bağırmakta da haklıydı."

"Böyle düşünüyor olmana sevindim." Deyip omzuna dokundum. "Sen halledersin aranızdaki sorunu. Karışmak bize düşmez." Gülümsedi.

"Hallederim." Ben de gülümsedim ve cevap vermeden odadan çıktım. Korku konusunda yalnız olmamama sevinmiştim. Barış ve Savaş'ın uzakta konuştuklarını görünce yanlarına gitmek istedim ama aşağıda işim olduğu aklıma gelince yanlarına uğramadan asansöre binip yeniden lobiye indim ve güvenlik odasına doğru gittim.

Odadan içeriye girdiğimde bir güvenlik görevlisinin olduğunu gördüm. "Sizi bekliyordum, birini gönderin demişsiniz en son." Deyince başımı salladım.

"Biraz daha beklemen gerekiyor." Deyip bilgisayarın başına oturdum. Telefonumu çıkarıp gelen son mesajı okudum.

"Görmezden gelinen her şey aslında kabul etmek istemediğimiz bir gerçektir. Senin görmezden geldiğin şey ne Mira?" Deyip düşünmeye başladım.

"Bir şey mi dediniz?" Başımı telefondan kaldırıp güvenliğe baktım.

"Hayır, kendi kendime öyle konuşuyordum sadece." Adam cevap vermezken yeniden telefona döndüm ve bir kez daha okudum ama hiçbir şey anlayamadım. Ne yazsam bana cevap yazar diye düşünürken aklıma gelen şey yeniden adama bakmama neden oldu.

"Bir sorun çıkmıyor değil mi? Söylediğim kişileri ayırabildiniz mi?" Başını salladı.

"Tabii ki ayırdık, hiçbir sorun çıkmadı. İnsanlar zaten kalabalıktan sıkıldığı için daha sakin yere geçmeye sıcak baktılar." Cevap vermeden önüme döndüm ve ne yazsam diye düşünmeye devam ettim. O sırada Barış odaya girdi.

"Ne yapıyorsun burada?" Deyip bir sandalye çekti ve yanıma oturdu. Sorusuna cevap vermek yerine konuştum.

"Sen iyi misin?" Tek kaşı kalktı.

"Kötü mü olmam gerekiyor?"

"Hayır, sordum sadece." Bilgisayara baktı.

"Eee ne yapıyorsun?" Konuyu değiştirme çabasını geri çevirmeyerek ona ayak uydurdum ve yaptığım şeyi ona anlattım. Her cümlemde yüz ifadesi biraz daha sertleşti. Konuşmam bitince ise yüz ifadesi ciddi anlamda beni korkuttu.

"Kızım sen manyak mısın? Ben sana ona mesaj atma..." Devam etmesine izin vermeden konuştum.

"Tufan başkomiserin haberi var ve bana ne yapıyorsan onu yapmaya devam et dedi." Kaşlarını çattı.

"Haberi var ama bir şey demedi öyle mi?" Başımı salladım.

"Aynen öyle hiçbir şey demedi." Derin bir nefes aldı.

"İyi, madem bir şey demedi." Deyip elini uzattı. "Ver telefonunu." Deyince benim de kaşlarım çatıldı.

"Anlamadım?"

"Anlamayacak bir şey yok. Ver telefonunu, ben cevap yazarım."

"Sebep?"

"Bir sebebi yok. Ben mesaj yazarım sen ekranı kontrol edersin daha çabuk biter." Dedi ve bir anda elimden telefonu çekip aldı.

"Ne yazmış yine?" Deyip mesajları okurken dikkatle ona baktım. Kaşlarını çattı, yüz ifadesi sertleşti ve ağzının içinden sıkı bir küfür etti. Gözlerini telefondan bana çevirdiğinde sinirli olduğunu gördüm.

"Bu adam edebiyat falan okumuş olabilir mi?" Deyince gülmek istedim ama kendimi tuttum.

"Bu ne böyle? Saçmalamış resmen bu. Yazdıklarından tek kelime bile anlamadım." Derin bir nefes alıp önüme döndüm.

"Saçmalamak değil, aslında bize bir şeyler anlatmaya çalışıyor. Sanki bizi uyarmaya çalışıyor gibi. Bilmiyorum tuhaf şeyler hissediyorum. Sanki..." Deyip sustum.

"Sanki ne?" Barış'a baktım ve söyleyeceğim şeyin ona saçma geleceğini bilsem de söyledim.

"Sanki bizden yardım istiyor gibi. Farkında olmadığımız bir şeyler oluyor ya da oldu bilmiyorum ve bu adam bizden yardım istiyor gibi." Güldü.

"Bu daha da büyük saçmalık. Mira adam katil bizden ne gibi bir yardım isteyebilir? Biriyle derdi varsa eminim gider onu da öldürür. Yani anlayacağın bizden yardım istemek böyle bir insan için son seçenek bile değildir."

"Biliyorum haklısın ama öyle hissediyorum işte. Saçma da olsa böyle hissediyorum." Dedim ve bıkkınca oflayıp konuştum. "Devam edelim mi artık?" Deyip konuyu değiştirdim ve başımı salladım.

"Edelim." Telefonu gösterdi.

"Ne yazmamız gerekiyor?" Ona cevap verecekken bir anda odadan içeriye Savaş ve Cansu girdi. Barış dönüp onlara bakmazken yanımıza geldiler.

"Ne yapıyorsunuz?" Diyen Savaş'a baktım ve onlara da tüm olayı baştan anlattım. Barış konuşmaya hiç dahil olmazken onlar da tıpkı önce Barış gibi itiraz etti ve yanlış yaptığımızı söylediler ama onlara da Tufan amcanın söylediklerini söyleyince ikna oldular. Daha fazla oyalanmamak için ise yeniden Barış'a döndüm.

"Bir şey yazdın mı?" Kaşlarını hayır anlamında kaldırdı. "Bize cevap vermesine neden olacak bir şeyler yazmamız gerekiyor." Diye ekledim, başını salladı ve beni onayladı.

"Biliyorum."

"En son ne yazdı?" Deyip Savaş yanımıza gelirken Cansu birkaç adım geride bizi dinledi.

"Bence onu kızdıracak bir şeyler yazmalıyız." Savaş'a baktım, cevap verecekken telefonumun çaldığını fark edip Barış'a döndüm.

"Kim arıyor?" Gözlerini ekrana çevirip esaslı bir şaşkınlık yaşadı. Bu kaşlarımı çatmama neden olurken başını yavaşça telefondan kaldırıp konuştu.

"Mesaj attığımız numara arıyor." Dediği an telefonu elinden çekip aldım ve gerçekten de o numaranın aradığını görüp ayağa kalktım.

"Ne yapacağız şimdi?" Dedim korku dolu sesimle.

"Ben başkomisere haber veriyorum." Dedi Cansu koşarak odadan çıkarken.

"Önce sakin ol ve telefonu aç." Gözlerim yerinden çıkacakmış gibi irileşti.

"Onunla konuşacak mıyım?" Savaş'ın tek kaşı kalktı.

"Bunu mesajla gayet rahat yapabiliyordun. Şimdi yine aynı rahatlıkla konuşacaksın." Cevap veremeyip Barış'a baktım.

"Açmalısın." Deyince telefona döndüm. O sırada odaya Tufan başkomiser ve Cansu girdi. Tüm cesaretimi toplayıp aramaya yanıt verdim ve hoparlörü açtım. Telefonu açtığım hâlde bir şey diyemezken o konuştu.

"Sen yazmayınca ben arayayım dedim." Sesi çok tuhaf geldi. Bir robottan farksızdı.

"Ses değiştirme cihazı kullanıyor." Cansu'nun fısıldayarak söylediği şeyden sonra sesinin neden robot gibi çıktığına anlam verebildim.

"Cevap ver." Dedi Tufan başkomiser kısık bir ses tonuyla. Derin bir nefes alıp kendimi toparladım ve konuştum.

"Düşünüyordum." Sesimin düzgün çıkmasına elimden geldiği kadar dikkat ettim.

"Görmediğin şeyler bu kadar çokken sadece düşünmek yetmez." Göz devirdim. Cevap vermek için dudaklarımı araladım ama benden önce davrandı.

"Ateş her şeyi yakıyor." Söylediği şey kaşlarımı çatmama neden oldu.

"Tek tek yakıyor, yakmaya da devam edecek." Bizimkilere baktım. Hepsinin gözü telefondaydı ve pür dikkat dinliyorlardı.

"Şu an herkes beni duyuyor değil mi?" Diye sorunca cevap verdim.

"Evet." Dedim, yalan söyleme ihtiyacında bulunmadım.

"O da duyuyor." Deyince kaşlarımı biraz daha çattım.

"O kim?" Diye sordum büyük bir merakla, cevap vermedi. Gözlerimi bilgisayar ekranına çevirdim. Tüm salona göz atıp sadece iki kişinin telefonla konuştuğunu gördüm. Tufan başkomiser Cansu'ya ekranı gösterip bir şeyler söylerken onları dinlemek yerine konuştum.

"Cevap vermeyecek misin?" Sorumu yineledim ama yine sessiz kaldı. Önce Savaş'a sonra Barış'a baktım ve ikisinin de kaşlarının çatık olduğunu gördüm. Cansu koşar adımlarla odadan çıkarken Tufan başkomiser karşımda durdu ve sesini çıkarmadan dudaklarıyla konuşmaya devam etmemi söyledi.

"Ateş kim?" Cevap vermeyeceğini bildiğim hâlde aklıma başka soru gelmemişti.

"O da beni duyuyor şu anda. Sen hâlâ görmüyor musun?" Gözlerim istemsizce bir Savaş'a bir de Barış'a gitti. Gergin gibi görünmüyorlardı, sadece sinirliydiler.

"Göremiyorum." Dedim çaresiz bir şekilde. Bu adam her kimse Barış'ın da dediği gibi hiçbir şey anlamıyorum.

"Göstermemi ister misin?" Sorduğu soruyla herkes gözlerini telefondan çekip bana baktı.

"İsterim." Büyük bir heyecanla söylediğim şeyden sonra cevap vermedi. Bilgisayara doğru baktım ve Cansu'nun restoranda yanındaki polislerle birlikte telefon görüşmesi yapanların yanında olduğunu gördüm.

"Bunun için önce yapman gereken bir şey var." Değiştirdiği sesi yeniden kulaklarıma gelirken ekrana baktım. Cansu adamların yanındaydı. Şu an ne restoranda olanlar ne de balo salonunda olanlar telefonla konuşmuyordu ama bu adam bana cevap veriyordu.

Bu nasıl olur?

"Ne yapmam gerekiyor?" Diyerek merakla vereceği cevabı bekledim. Tufan amca da Barış da Savaş da tıpkı benim gibi merakla bekliyorlardı.

"Cevap vermen." Deyince kaşlarımı çattım ve anında yanıt verdim.

"Neye cevap vermem?" Tufan başkomiser Savaş'ın yanına gitti.

"Adam otelde bunu biliyoruz ama insanların arasında da odalarda da yok." Onlar konuşurken telefondaki cevap verdi.

"Doğruluk mu cesaret mi?" Söylediği şey donup kalmama neden olurken diğerlerinin de susmalarına ve bana bakmalarına neden oldu.

"Aslında bu sorunun cevabını Ateş çok iyi biliyor ama bu sefer senin bana cevap vermen gerekiyor. Çünkü senin vereceğin cevap hepimizin kaderini değiştirecek." Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım ve sakin kalmaya çalıştım.

"Ateş kim?" Diye tekrar sordum. Şu an bu odada benim dışımda üç kişi vardı ve o odadakilerden birinin Ateş olduğunu iddia ediyordu.

"Bugün soruları ben soruyorum. Şimdi söyle doğruluk mu cesaret mi?" Tufan amca kulağıma eğilip doğruluk dememi söyleyince konuştum.

"Doğruyu söylemek en büyük cesaret değil midir?" Deyince gülme sesini duyup göz devirdim.

"Sanırım istediğim cevabı almış oldum." Yutkundum. Konuşurken ellerim titriyordu ve yeterince gerilmiştim. Fakat bunu elimden geldiği kadar gizlemeye çalıştım.

"O zaman şimdi de sen bana cevap ver! Bu kadar şeyi neden yapıyorsun?" Cevap vermeyeceğini bildiğim hâlde bir umut sordum.

"Bu gece her şey bitecek Mira. Ne olacaksa olacak ve her şey bitecek. Belki o zaman neden yaptığımı anlarsın." Yine ne söylemek istediğini anlamazken devam etti.

"Şimdi söyle bana; madem doğruyu söylemek en büyük cesaret. Karşındakilerin gözlerine bak ve bana hangisinden şüphelendiğini söyle." Tufan amcaya baktım ve bir şeyler söylemesini bekledim. Düşünceli görünüyordu ve gözleri Savaş'la Barış'ın arasında gidip geliyordu. Gözleri beni bulduğuna Savaş'ı gösterdi. Bu Savaş'ın kaşlarını çatmasına neden olurken Tufan amca ona bir şeyler söyledi.

"Hadi ama Mira, bu gecenin ve her şeyin artık bitmesi gerekiyor. Bu yüzden de senin bir an önce bana bir cevap vermen gerekiyor." Tufan başkomiserin söylediği şey doğrultusunda konuştum.

"Savaş." Dedim el mecbur. Telefondan yine gülme sesi duydum ve bu cidden sinirlerimi bozdu.

"Emin misin?" Deyince göz devirdim.

"Sen sordun ben de cevap verdim. Ayrıca bu durumdan da çok sıkıldım. Sanırım telefonu kapatıp seni aramaya devam etsem iyi olacak. Çünkü sen çok fena köşeye sıkıştın ve bizi oyalamaya çalışıyorsun." Cevap vermedi.

"Bakmadığımız son bir kat kaldı. Artık orada olduğunu çok iyi biliyorum."

"Ben istemediğim sürece beni asla bulamazsınız. Eğer beni..." Devam etmesine izin vermedim.

"Sabah olmadan, güneş doğmadan seni yakalamış olacağız. Bence bunları o zaman konuşalım."

"Hata yapıyorsun Mira. Büyük bir hata." Elimden geldiği kadar sakin kalmaya çalıştım ama bir katille konuşurken sakin kalabilmek gerçekten çok zor.

"Burada hata yapan bir tek sensin. Buradan asla çıkamayacağını sen de ben de çok iyi biliyoruz. Şimdi bence artık pes et ve teslim ol."

"Asla!" Dedi hiç düşünmeden. "Sonuna kadar savaşacağım ve sonunda ne olacağını çok iyi biliyorum."

"Ben de çok iyi biliyorum. Her şeyin sonunda kendini cezaevinde bulacaksın ve bir daha asla oradan çıkamayacaksın."

"Hayır böyle bir şey asla olmayacak." Bu sefer sessiz kalan ben oldum. Bizimkiler en üst katta arama çalışmasını yeniden başlatırken onu oyalamaya devam etmem gerektiğinin farkına varıp konuştum.

"Ateş'i tanıyorsun. En başta bize kendini Ateş gibi gösterdin ama şimdi Ateş'in aramızdan birisi olduğunu söylüyorsun." Bir süre ses gelmedi. Başka bir soru sormadan cevap vermesini beklerken konuştu.

"Mira." Sesi robot gibi çıktığı için artık fazlasıyla rahatsız etmeye başlamıştı.

"Efendim."

"Yıldızlar buradan çok güzel görünüyor. Hadi gel onları izlerken devam edelim." Dedi ve telefonu kapattı. Telefonun kapanma sesiyle herkesin gözü yeniden beni bulurken son söylediği şey zihnimin içinde yankılanmaya devam etti.

Yıldızlar buradan çok güzel görünüyor. Hadi gel onları izlerken devam edelim.

"Ne oldu?" Diyen Barış'a baktım ve anladığım tek şeyi söyledim.

"Yerini söyledi." Merak hepsinin yüzüne yansırken sanki görecekmişim gibi başımı kaldırıp yukarıya doğru baktım ve ekledim.

"Çatı katında."

****

Herkese tekrardan merhabalar, nasılsınız, neler yapıyorsunuz?💫

Katil sonunda ortaya çıktı. Sizce yeni bölümde tam olarak kim olduğu ortaya çıkacak mıdır?

Sizin katilin kim olduğuna dair bir fikriniz var mı?

Sizce Ateş kim çıkacak? Herkes her an fikir değiştiriyor. Bir önceki bölümde Savaş yazan bir sonraki bölümde Barış diyor. Hdhehhshs

Her bölümde olduğu bu bölümde de ipuçları bıraktım. Aranızdan ipuçlarını bulabilen var mı?

Bölüm hakkındaki yorumlarınızı bekliyorum.❥

Buraya bölümü en iyi anlatan emojiyi bırakabilirsiniz. ✨

Bir sonraki bölümün alıntısını okumak duyurulardan haberdar olmak için beni sosyal medya hesaplarımdan da takip edebilirsiniz.💫

Yeni bölümde görüşmek dileğiyle... Kendinize çok iyi bakın, sevgiyle ve sağlıkla kalın.♡

Instagram: gizzemasllan

Twitter: gizzemasllan

SİZİ ÇOK SEVİYORUM...♡

Loading...
0%