Yeni Üyelik
81.
Bölüm

80.BÖLÜM "SONUN TA KENDİSİ" (2. Kitabın Finali)

@gizzemasllan

Selam suç ortaklarım :)

Başlamadan önce yıldıza dokunarak bana destek olabilirsiniz.♡

Ben de buraya sizin için bir yıldız bırakıyorum.⭐ Sizinkileri de bekliyorum.

Bölüm sonundaki duyuruları okuyun mutlaka, çok uzatmadan sizi bölüme uğurluyorum.

Keyifli okumalar.♡

~SUÇ ORTAĞIM 2 FİNAL~

80. BÖLÜM "SONUN TA KENDİSİ"

"Ateş!" diye seslendim önümde ilerleyen Ateş'e ama sanırım beni duymadı, çünkü durmadı.

"Ateş!" Bir kez daha seslendim, bu kez kendimi ona duyurdum. Durdu, bana döndü. Adımlarımı hızlandırdım, yanına ulaştım.

"Efendim güzelim," dedi gayet sakin çıkan ses tonuyla.

"İyi misin?" diye sordum bir anda.

Şaşırdım. "İyiyim," dedi ama hiç de öyle görünmüyordu.

Uzandım, elini tuttum. Hiç bırakmamak üzere sımsıkı tuttum hem de. "Emin misin peki?"

Afalladı, gözlerini elimizden çekti ve gözlerime baktı. "Eminim Mira, bir sorun mu var?"

"Hayır, sadece iyi olduğundan emin olmak istedim."

Dudakları yana kıvrıldı. "Çok iyiyim güzelim, bundan emin olabilirsin," deyip gözleriyle arabayı gösterdi. "Hadi gidelim artık."

İç geçirdim, büyük bir savaşın tam ortasına gidiyorduk ve kendimi hiç olmadığım kadar gergin hissediyorum.

"Her şey hazır mı?" diye sordu arkadan bir ses, arkamı döndüğümde Erdem'i gördüm. Gergindi ve bu her hâlinden belli oluyordu.

"Hazır." Ateş hiç tereddüt etmeden verdi bu cevabı. O sırada yanımıza Cansu geldi. Hemen ardından Savaş, onun arkasından da Doğan geldi. Ateş hepsine baktı, bunu gördüm. O an yüzünde tuhaf bir ifade oluştu.

"Madem gitmeden önce bir araya geldik, beni iyi dinleyin," deyip ellerini arkasında birleştirdi, hepimizi karşısına aldı. Gözleri üzerimizde gezinirken konuşmaya başladı.

"Bu zamana kadar yaşadığımız, başınıza gelen her şeyi benim hayatım yüzündendi. Benim ailemin geçmişi, benim geçmişim, benim hayatım yüzünden yaşadık her şeyi. İki yıl önce de böyleydi, şimdi de böyle." Konuya böyle girdi, zaten bu girişten cümlenin devamının nereye gittiğini kolaylıkla anladım.

"Hep yanımda oldunuz, hep benimle oldunuz. Bir an bile size bakarken benim yüzümden bu hâlde olduğunuzu düşündüğünüzü, bunun için bana kızgın olduğunuzu fark etmedim." Ateş'in sesi minnet dolu çıkıyordu.

"Bir kez bile kendinizi geri çekmediniz. Bir kez bile bana arkanızı dönmediniz. Biz sıkıldık demediniz. İsteseydiniz bırakıp giderdiniz ama yapmadınız. Siz hep benim yanımda oldunuz." Ateş'in sözleriyle yanımda duran diğerlerine baktım. Hepsi aynı yüz ifadesine sahipti.

Biraz gurur, biraz mutluluk, biraz da hüzün.

"Kardeşlerim dedim bu zamana kadar hep size. Siz benim gerçekten de kardeşim oldunuz." O, bunu söylerken istemsizce dudaklarım yana kıvrıldı. Benden de bahsetmiyordur değil mi?

"Fakat şimdi biraz durup düşünmenizi istiyorum." Bu sözle yüzümdeki gülümseme soldu, kaşlarımı çattım.

"Gittiğimiz yerde bizi ne bekliyor bilmiyorum. Belki büyük bir tuzak bekliyordur. Belki gerçekten Beril Kahraman oradadır. Tuzağa düşen, ihanete uğrayan biz değilizdir. Hayatımızı mahveden o kadındır ve gerçekten oradadır ama bundan emin olamayız. Orada bizi bekleyen zafer de olabilir ölüm de. Şimdi biraz düşünün. Yaşamayı, ölümü düşünün. Arkanızda bırakacaklarınızı düşünün. Bu kez gelmek istemezseniz kızmayacağım, kırılmayacağım. Aksine size hak vereceğim."

Kaşlarımı çattım, gerçekten de onu yarı yolda bırakacağımızı mı düşünüyordu? Her şey bir yana bu, yolun yarısı bile değildi. Yolun sonuydu. Sondaydık ve tüm yol boyunca olduğu gibi yine bir arada olacaktık.

"Hemen kızmayın bunları dedim diye, beni dinleyin ve biraz düşünün," dedi Ateş, bunu yapmamızı gerçekten istiyor gibiydi.

"Valla ben düşündüm, burada kalmaya hiç niyetim yok. Arabadayım, gelecek olanları bekliyorum," dedi Savaş, ona döndüm. Düşündüm diyordu da hiç de düşünmüş gibi bir hâli yoktu.

"Ben de düşündüm, hemen şu an düşündüm ve kalkmak gibi bir salaklık yapmayacağıma karar verdim," diyen Cansu, arabaya doğru giden Savaş'a baktı. "Beni bekle, ben de geliyorum," deyip uzaklaştı yanımızdan.

"Düşünüyorum... Düşünüyorum... Düşünüyorum." Bunu diyen Doğan'a şaşkınca baktım. Diğerleri de benim gibi bakıyorlardı. Kapattığı gözlerini açıp Ateş'e baktığında karar vermiş gibiydi.

"Düşündüm," deyip cevap vermeye gerek bile duymadan arabaya binmek üzere olan Savaş ve Cansu'ya çevirdi gözlerini.

"Bekleyin lan, ben de geliyorum. Benim arabanın benzini bitmiş," dedi ve yetişmek için hızlı adımlarla uzaklaştı yanımızdan. Bu kez de gözlerim Erdem'i buldu.

"Bunu ne söyledin ne de ben duydum kardeşim. Gidip şu işi bitirip dönelim," dedi o da ve yanımızdan uzaklaştı. Ateş'in gözleri beni buldu.

"Yok ben gelmeyeceğim," dedim aniden, afalladı. "Ne işim var benim orada? Siz gidin, ben de burada bekliyorum."

Alay ettiğimi anlayınca dudakları yana kıvrıldı.

"Sen bilirsin," dedi, hafifçe omzuna vurdum.

"Deli misin oğlum? Hadi gidiyoruz." Bir kez daha afalladı.

"Oğlum mu? Mira biz sevgiliyiz," dedi sabır dilercesine, gülmemek için kendimi zor tuttum.

"Ya öyle mi? Bir an aklımdan çıkmış, kusura bakma."

"Sevgilin olduğum mu bir an aklından çıktı?" diye sordu.

Mahcup gibi göründüm, başımı salladım. "Evet, biraz öyle olmuş," dediğimde kaşlarını çattı. "Olmasa mıydı?" diye sordum, kaşlarını hayır anlamında kaldırdıktan sonra konuştu.

"Olmasaydı," deyince omuz silktim.

"İyi, tamam bir daha unutmam," dediğimde onunla alay ettiğimi çok iyi bildiği için bunu hiç sorun etmedi, bileğimi kavradı.

"Hadi Mira hadi," derken arabaya bindi, bindim. O an aklıma bana odada söylediği şeyler geldi. Bir karar vermem gerektiğini hatırladım ama sonra bunu hemen zihnimden sildim. Bu gece zihnimdeki diğer şeyler yok olacaktı. Tüm sorunlarımız bu gece bitecekti. Bu geceden sonra normal hayatımıza dönecektik. İşte ancak o zaman oturup bunu düşünebilirim. Şimdi düşünmek yalnızca aklımı karıştırmama ve yanlış bir karar almama neden olacaktı, başka hiçbir şeye değil. Bu yüzden bunu düşünmeyi ertelemekten başka şansım yoktu.

"Siktir!" dedi Ateş bir anda.

Hızla ona döndüm. "Bir şey mi oldu?"

Bakışları beni buldu. "Unuttuk."

Kaşlarımı çattım. "Neyi?"

"Eva'yı," deyip sıkıntıyla ofladı. "Eva'yı unuttuk. Evdeki adamlar da diğerleri de benimle geliyor, çocuk evde yalnız kaldı. Biz de çocuğu bıraktık, gidiyoruz." Doğru ya bir de o vardı, sıkıntıyla ofladım. Neyse ki evden ayrılmadan hatırlamıştı.

"Evdeki adamlar da geliyorsa Uras da yalnız kalacaktı," dedim.

Başını olumsuz anlamda salladı. "Kalmayacaktı." Tek kaşımı kaldırdım. "O da bizimle geliyor çünkü."

Şaşkınca kaldım, ilerideki arabalardan birini gösterdi. "Şunun içinde, yanında adamlar var." Hızla oraya döndüm, ciddi miydi? Uras'ın o kargaşanın içinde ne işi olabilirdi ki?

"Ona söz verdim. Hesap soracağım ve sen de o zaman yanımda olacaksın dedim. Ona verdiğim sözü tutuyorum. Eğer bu gece, bu hesap kapanacaksa o da yanımda olacak. Belki bir saat sonra her şeyi unutacak ama olsun, ben ona verdiğim sözü tutmuş olacağım." Gülümsedim, belki riskliydi ama olması gereken buydu.

Uras, hepimizden çok zarar görmüştü. Bizim hayatımızın birkaç yılı, onun hayatının tamamı mahvedilmişti. En çok hesap sormaya hak eden oydu. Hesap soramayacak olsa da bunu görmeyi en çok hak eden de oydu. Ne ben ne de bir başkası değil. En ön safta yer alması gereken bir kişiydi ve bizimle gelmesi doğruydu.

"Uzakta duracak, yanımıza gelmeyecek. Eğer olur da her şey yolunda giderse, o eve girer ve kadını alırsak ancak o zaman gelecek yanımıza. Ancak o zaman görecek kadını." Bunu yapmakta da haklıydı, kargaşadan uzak tutacaktı Uras'ı.

"Gelmesi daha doğru, buna hakkı var," dediğimde tebessüm etti, telefonunu çıkardı. Adamlardan birini aradı, iki kişiyi daha yanına alıp evde kalmasını istedi. Hatta Eva'yı alıp başka bir eve götürmelerini istedi, buna bir anlam veremedim.

"Neler oluyor?" diye sordum o telefonu kapattıktan hemen sonra. Arabayı çalıştırdı, göz ucuyla bana baktı.

"Koskoca ev boş kalacak, onlara saldıracağımızı bilmeden onlar bize saldırmayı düşünebilirler. Kızın buradan uzakta olması daha doğru." İşte bunda da haklıydı, ben yine herkese hak vermeye başlamıştım.

Evden uzaklaştık. En önde biz vardık, arkamızdan Erdem'in arabası, onun ardından da Savaş - Cansu ve Doğan'ın olduğu araba geliyordu. Zaten onların peşinden de onlarca adamın olduğu, diğer adamlar geliyordu ve biz bile bile tehlikenin tam içine gidiyorduk. Hem de bunu bir başka tehlikenin içinden kurtulmak için yapıyorduk.

"İçimde bir his var," dedim, gözlerimi Ateş'e çevirdim.

"Neymiş o?" diye sordu, gözlerini yoldan ayırmadan.

"Bilmiyorum, anlam veremiyorum. Tuhaf bir şey. Bitişe yaklaşıyoruz ama sanki," deyip sustum, devam edemedim, kendimi nasıl açıklasam bilemedim.

"Sanki her şey aslında şimdi başlıyormuş gibi değil mi?" İşte hisettiğim ve dile getirmekten korktuğum şey tam olarak buydu.

"Evet, sanki bitmiyormuş da başlıyormuş gibi."

"Başlıyor zaten Mira," dedi Ateş, sonunda bakışları bir anlığına da olsa beni buldu. "Bizim için yepyeni bir hayat başlıyor," derken yeniden yola dönmüştü bile.

"Sıradan bir hayat. Seri bir katil olmayacak bundan sonra artık hayatımızda. Yalanlar, ihanetler olmayacak. Birileri geçmiş yüzünden ortaya çıkıp da bizden hesap sormak istemeyecek. Her şey bitti, her şey yaşandı, yaşanılacak hiçbir şey kalmadı."

"Gerçekten de yaşanılacak hiçbir şey kalmadı mı?" diye sordum, bakışları yeniden beni buldu.

"Tehlikenin içinde yaşanılacak hiçbir şey kalmadı. Sıradan hayatımızda yaşayacağımız daha çok şey var," deyip gözlerini yola çevirdi.

"Aşk gibi," deyip iç geçirdi. "Tabii eğer sıradan hayatımızda da yan yana olabilirsek," diye ekledi, bakışlarımı yola çevirdim. Odada bahsettiği şeyi ima ettiğini biliyordum.

"Bilmem belki de." Verdiğim yanıt bu oldu, daha fazlası değil. Hiçbir şey düşünmeden doğru düzgün bir cevap verecek hâlim yoktu zaten.

"Belki de," dedi Ateş de ve o andan sonra aramızda başka hiçbir konuşma geçmedi. Evin çok uzak olduğunu biliyorduk. Bahadır Ateş'e mesaj attıktan ve Ateş bize o son haberi getirdikten sonra saatler geçmişti. Her ihtimal düşünülmüş, her tedbir alınmış ve havanın kararması beklenmişti.

Düşmanı, uykusunda yakalayacaktık.

Şimdi de o eve gitmek için yoldaydık. Hesap soracağımız gün gelmişti ve hesap sormaya gidiyorduk. Gideceğimiz o evde neler olacağını az çok tahmin ediyordum. Birçok ölüm yaşanacaktı. Farkındayım. Normalde buna asla izin vermeyecek olan ben ağzımı açıp tek kelime bile etmiyorum çünkü başka çareleri olmadığını biliyorum.

O kadını da yanındaki adamları da suçlamak için elimizde hiçbir şey yok. Şikayet edip de hapise artıracağımız tek bir delilimiz bile yok ve bu onların ölümünü getiriyor. Onları öldürmekten başka şansımız yok. Benim de buna susmaktan başka.

Bu gece büyük bir suç işlenecek.

Bir suç hikâyesinin en büyük suçu işlenecek.

Suç ortağı olmam kaçınılmaz ve ben bu kez suç ortağı olmaya razıyım.

Cebimdeki telefon titredi, beni bu düşüncelerden çekip aldı. Çıkarıp ekrana baktığımda gördüğüm ilk şey bu gecenin tarihi ve bulunduğumuz saat oldu.

23 Nisan Cumartesi 22:09

Gözlerimi tarihten çektiğimde de Ceyhun'un ismini gördüm, şaşırdım. Bu saate bana mesaj atması normal değildi. Ateş "Kimden?" diye sorarken ona cevap vermek yerine mesaja dokundum, okudum.

Ceyhun: Mira, Taner başkomiser hain çıktı.

Ceyhun: Adam mafyanın içinde olan bir herifle iş birliği yapıyormuş.

Ceyhun: Bir cinayetin üstünü kapatmaya çalışıyor.

Ceyhun: Şimdi de onun yanına gidiyor, peşindeyim.

Ceyhun: Bu gece ondan tamamen kurtulacağız, cezaevinin yolunu tutacak.

Şaşkınca okudum mesajları. Ciddi miydi? Taner başkomiser hain mi çıkmıştı? Yok artık! Neden etrafımda sürekli böyle olaylar yaşanıyordu?

"Mira." Ateş'in sesiyle ona döndüm.

"Ceyhun mesaj atmış," dediğimde kaşlarını çattı, bunu göz ardı ettim ve Ceyhun'un mesajlarını ona bir bir okudum, o da şaşkınca kaldı.

"Taner hain mi çıkmış?"

"Öyleymiş."

"Hiçbir şeye şaşırmıyorum artık," derken gaza biraz daha basmıştı. "Koruduğu adam kimmiş?"

"Bir dakika," deyip telefona döndüm ve Ceyhun'a mesaj yazdım.

Mira: Adam kimmiş? Kimin için çalışıyormuş?

Bunu yazıp gönderdim, cevap yazmasını bekledim ama görüldü bile olmadı. Ben de telefonu cebime koydum. "Sordum, cevap yazmadı," dedim Ateş'e ve yola döndüm.

Yaklaşık 1 saatin ardından sonunda adresini aldığımız o eve ulaşmıştık. Evin uzağında, görülmeyecek bir yerde durdurduk arabaları. Arkadan gelen adamlar ne yapacaklarını çok iyi bildiklerinden evin etrafına emir almadan dağılmışlardı. Biz de onların ardından arabadan indik.

İlerideki sarayı andıran eve baktım. Bahçe adam doluydu. Biraz sonra o adamların hepsinin vurulacaklarını düşündüm. Bu düşünce mideme bir yumruk yemişim gibi hissetmeme neden oldu.

"Başka şansımız yok Mira," diyen Ateş'e baktım, arabadan inmiş ve yanıma gelmişti.

"Ne?" dedim, karşımda durdu.

"Biliyorum bu senin için çok zor ama başka şansımız yok."

Başımı salladım. "Biliyorum."

"Daha önce böyle bir durumun içindeyken yanımda değil, karşımda olmuştun," dedi bir anda, neyden bahsettiğini anlamam zor olmadı.

"O zamanlar da başka bir yol daha vardı Ateş," dedim gözlerinin içine bakarak ve devam ettim. "Sen o adamları başka bir şekilde de suçlayabilirdin ama gidip öldürmeyi tercih ettin."

Hiçbir şey demedi.

"Hiç söylemedim sana bunu ama pişmanım ben." Afalladı. "Fakat sana engel olduğum için değil, sana ihanet ederek engel olduğum için pişmanım." Yine sessiz kaldı.

"Özür dilerim," deyip gözlerimi yere çevirdim, devam ettim konuşmaya. "O gün için özür dilerim fakat o kadar öfkeliydim ki sana, bunu hak ettiğini düşünmüştüm."

"Hak etmiştim," dedi, şaşkın gözlerim onu buldu. "Sen hak ettiğimi düşünüyorsan hak etmişimdir."

Başımı olumsuz anlamda salladım. "Hayır, etmemiştin." Ateş konuşmak için dudaklarını araladı, yanımıza gelen Erdem onun bana bir şeyler söylemesine engel oldu.

"Ne yapıyoruz?" diye sordu, o bunu sorarken Cansu da yanımıza gelmişti.

"Oyalanmaya gerek yok. Saldırıp alacağız ve bitecek." Ateş beklenilenden daha net bir cevap verirken Doğan ve Savaş da geldi yanımıza.

"Aras buralarda," dedi Savaş. "Nerede olduğunu bilmiyoruz ama burada işte. Başlamamızı bekliyor." Savaş'ın bu söylediğiyle Ateş bana döndü.

"Başlayalım mı?" İç çektim, buna ben mi karar verecektim?

"Başlayalım," dedim, Ateş bizimkilere döndü.

"Başlıyoruz," dedi, Savaş anında telefona sarıldı. Aras'ı aradığını anladım. Aras telefonu açmış olacak ki "Başlıyoruz," dedi, telefonu kulağından indirdi. Sadece on saniye sonra silah sesi duyuldu, gözlerimi hızla evin bahçesine çevirdim, yerde yatan bir adamı gördüm.

Hemen ardından farklı silahlardan çıkan sesler yankılanmaya başladı. Bahçedeki adamlar bir bir yere düştü. O an bunu daha önce de yaşadığımızı hatırladım ve yine bir tuzağa düşmekten çok korktum. Nerede olduğunu bile bilmediğimiz sniperlar bahçedeki adamları bir bir indirdiler. Hemen ardından evden on kişilik bir grup çıktı. Hepsinin yere düşmesi bir dakika bile sürmedi. Onların peşinden dört kişilik bir grup daha çıktı, ellerindeki silahları daha doğrultamadan yere serildiler. Uras da tanımadığım diğer sniperlar da herhangi bir şey yapmalarına engel oluyorlardı.

"Çoktan onlarca kayıp verdiler bile," dedi Erdem, bahçede acı içinde inleyen adamlara baktım. O sırada midemdeki ağrı biraz daha arttı.

Bahçede başka adam kalmamış olmasına rağmen sniperların silahlarının sesi gelmeye devam ediyordu. "Çatıda adamlar olsa gerek," diyen Cansu'yla eşzamanlı olarak gözlerimi evin çatısına çevirdim ama hiçbir şey göremedim fakat onlar bir şey görmüş olacaklarki sıkmaya devam ediyorlardı.

Bu, böyle devam etti. Geri kalan her şey çorap söküğü gibi kendiliğinden olmuştu. Peşimizden gelmiş olan ordu kadar ve profesyonel olan adamlar eve girdiler. Biraz çatışma yaşandı, olay çıktı ama başaran biz olduk. O eve girmeyi başardık.

Bizi bekleyen büyük sonun ne olduğundan habersizdik.

Evin salonunda olan adamlara baktım. Ateş'in adamları tarafından diz çöktürülmüş, başlarına silah dayanmıştı. "Beril Kahraman nerede?" diye sordu Erdem adamlardan birine. O an bir kez daha içimden tuzağa düşmemiş olmayı diledim.

"Cevap versene lan! Nerede bu kadın?" Erdem bağırdı, o sırada gözlerim evin içinde gezindi. Aklınıza gelebilecek her şey ahşaptı.

Tuhaf, ürkütücü bir evdi.

"Abi inşallah bu kadında evin altında bir yere filan saklanmamıştır. Aynı olayı bir kez daha yaşamak istemiyorum." Doğan benim düşünmeye bile korktuğum şeyi dile getirirken sıkıntıyla ofladım. O sırada arka odalardan bir ses geldi.

"Burada birisi var!" İşte bu cümleyle hepimiz oraya yöneldik. Koşarak girdik o odaya. Girer girmez de iki adam gördük. Ellerindeki silahları bize doğrultmuşlardı ve arkalarında bir kadın vardı.

Olmuştu işte, sonunda olmuştu, bitiyordu.

"Buldum seni sonunda," dedi Ateş, kadına doğru bir adım attı ama önündeki adamların silahları ona engel oldu. Ateş de bir anda sinirle gülmeye başladı. İki adamın arasından gördüğüm kadın yaşlıydı, hem de çok yaşlıydı fakat bu hâliyle bile hepimizin hayatını mahvetmek için uğraşmıştı.

"Saklanıyor musun şimdi? Sence pes etmenin zamanı değil mi? Sona geldik, sen de bunun farkındasın! Değil bu iki adamın arkasına saklanman, dünyayı arkana alsan geberteceğim seni!"

Midemdeki yumru kendini belli etti. Bulunduğumuz odanın açık olan balkonundan gelen sesler bahçedeki adamların acı içinde inleyişlerinden başka hiçbir şey değildi.

"Artık kimsen yok! Ya şimdi kendin çıkarsın oradan ya da bu ikisini de öldürmek zorunda kalırım!" Ateş bunu söylerken diğer herkes de odaya girdi. Birkaç da adam girmişti ve onlar da silahlarını doğrultmuşlardı.

"3 saniyeniz var!" diyen Ateş vakit kaybetmeden geri sayıma da başladı. "3-2..." Devam edemedi çünkü o iki adam silahları indirdiler.

"Hayır! Hayır! Pes edemezsiniz!" dedi kadın ama adamlar çoktan silah bırakmış, ellerini kaldırmışlardı.

"Ölmeye niyetim yok," dedi adamlardan birisi Beril'e. Beril öfkeyle yanıp kavrulurken o iki adamı bizim adamlar odadan çıkardılar. Eşzamanlı olarak Ateş kadına yaklaştı ve bir anda boğazına yapıştı, kadının sırtını duvara çarptı.

"Kardeşimin hayatını mahvettin!" dedi dişlerinin arasından. Kadın nefes alamayınca gözleri irileşti, Ateş'in elini tuttu, kendinden uzaklaştırmaya çalıştı.

"Sevdiğim kadını öldürmeye çalıştın!" diye devam etti Ateş.

"Kardeşlerimi ölüm sırasına soktun! Seni bulmasaydım eğer bir bir alacaktın onları benden!" Kadının gözleri biraz daha irileşti, nefes almaya çalışırken tuhaf sesler çıkarıyordu. Telaşla Ateş'in yanına gittim. Dokunmadım, engel olmadım, sadece baktım gözlerinin içine. Bakışlarımla sakinleştirdim onu. Bu yaptığım işe yaradı kadını bıraktı, bir adım geri gitti.

"Delisin sen!" dedi kadına bakarak ve devam etti! "Aklını kaybetmişsin!"

"Deli değilim ben! Bana ait olanları aldılar benden! Bende size ait olanları aldım! Hesap sorma vakti geldi ve sordum! Annen, babanı aldı benden! Oğlumu aldı! Onun oğluna acı çektirmek benim için bir zevkti!" Kadın bu sözleriyle bir kez daha Ateş'in kendisine saldırmasına sebep oldu.

"Seni geberteceğim burada! Sağ çıkamayacaksın! Çıkmana izin vermeyeceğim!" Ateş bunları söyleyip kadının boğazını sıkarken kadının burnundan kan geldiğini gördüm, şaşkınca kaldım. Ateş de bunu fark edince ellerini kadından uzaklaştırdı.

"Bana hiçbir şey yapamayacaksın! Öleceğim ama bu senin elinden olmayacak! Bu da benim kararımla olacak!" dedi, elindeki mavi, minik şişeyi gösterdi. O an kendini zehirlediğini anladım.

"Aklını kaybetmişsin sen!" dedi Ateş bir kez daha, kadının elindeki şişeye dikkatle baktım. Bu, o ayıcığın içinden çıkan şeyle aynıydı.

"O zehir değil," dediğim an herkesin bakışları beni buldu. "O ilaç diye ayıcığın içine bıraktığın şeyle aynı." Kadının gözleri beni buldu, gözlerinin içi kıpkırmızı olmuştu ve şu an çok kötü görünüyordu.

"Asıl zehir oydu," dedi boğuk çıkan sesiyle ve devam etti. "Eğer bulmuş olsaydınız hiç düşünmeden ilaç diye sana onu vereceklerdi. Sevdiğin adam kendi elleriyle verecekti sana onu ve seni öldüren o olacaktı. Ben seni sadece kötü etmiş olacaktım ama olmadı, bulamadınız onu." Şaşkınca kaldım, bu nasıl acımasız bir oyundu böyle?

"Bulsaydınız her şey bugün benim için çok daha güzel olacaktı." Bunu söylerken nefes nefese kalmıştı. Ateş ondan bir adım daha uzaklaştı, bunu istemsizce yaptığını fark ettim. Kendisi de yaptığı şeyin farkında değildi ve kadına saldırmayı çoktan bırakmıştı.

"Fakat gitmeden önce size son bir oyun kurdum," derken kadın duvardan zor tutunuyordu. "Ölmeyeceksiniz korkmayın ama..." Sustu, derin bir nefes aldı. "Ama ölümden beter olacaksınız."

Kaşlarımı çattım, tüylerim diken diken olmuştu.

"Siz bir aile olmuşsunuz," dedi, o konuşurken ben de istemsizce bir adım geri gittim. Şu an herkes dikkatle onu dinliyordu. "Bir aileyi yok etmek onlara acı vermez," derken iki büklüm olmuştu ama hâlâ inatla konuşmaya devam ediyordu.

"Bir aileye verilecek en büyük acı onları birbirinden ayırmaktır. Ben de size bunu yapacağım." Bunu derken dizlerinin üstüne çöktü.

"Siz zannediyor musunuz ki ben istemeseydim beni bulabileceğinizi?" Ellerini karnına doladı, acıyla inledi. Onun için zerre üzüntü duymuyordum. Gözlerimi Ateş'e çevirdim. Onun da duygusuz olduğunu fark ettim fakat kadının söylediklerini de merakla dinliyordu.

"Siz koca aptallar!" dedi kadın, öfkelendim. "Bir kez daha benim tuzağıma düştünüz!" derken bedeni yere serildi.

"Bunun zevkiyle ölüyorum." Son cümlesi bu oldu. Bu cümlenin hemen ardından öksürük krizi tuttu onu. Ağzından kan geldi, burnundaki kanama arttı. Acı içinde kıvrandı önümüzde ve son nefesini verdi, öldü. Gözlerimin önünde öldü.

Hayatımızı mahveden kadın yok oldu ama son sözleri yüzünden küçük bir sevinç bile yaşayamadık.

"Öldü," dedi Ateş, gözlerimi ona çevirdim. Donmuş, kalmıştı. Tıpkı dün gece olduğu gibi şoke içindeydi. "Bitti mi?" diye sordu inanmaz çıkan sesiyle.

"Abi bitti mi bitmedi mi bilmiyorum ama kadın öldü. Ölürken de saçmaladı! Hemen çıkıyoruz buradan!" dedi Savaş ve kapıya yöneldiler, Ateş'in elini tuttum.

"Gidelim buradan, evde konuşuruz."

Bakışları beni buldu.

"Her şeyin bu kadar kolay olması normal değil," dedi, haklıydı ama şu an durup bunu düşünecek zaman yoktu.

"Biliyorum, işte tam da bu yüzden hemen buradan gitmeliyiz."

Başını salladı, onu çekiştirdim ve odadan çıkardım. Herkesin evden çıktığını fark edince biz de çıktık. O sırada bahçede duran ve kanlar içindeki adamlara bakan Uras'ı gördüm, Ateş hemen onun yanına gitti.

"Kardeşim," derken yanına ulaştı, Uras şoke olmuş gibi bakıyordu adamlara.

O sırada telefonum çaldı, çıkardım ve Ceyhun'un aradığını gördüm. Tam kapatacakken içimdeki ses bu aramaya yanıt vermem gerektiğini söyledi. Bizimkilerden biraz uzaklaştım, aramaya yanıt verdim.

"Efendim Ceyhun," derken herkesten uzakta olan ağaçlık alana ulaşmış, orada durmuştum. Ateş bu kadar kötüyken bir de benim onunla konuştuğumu bilsin istemedim.

"Mira sizin orada ne işiniz var?"

Sesi çok telaşlı çıktı.

"Anlamadım? Nerede?"

"Mira o evden bahsediyorum işte! Şu an olduğunuz evden! Bahçesi ceset dolu evden!" Gözlerim iri iri oldu, o bunu nereden biliyordu?

"Sen bunu nereden biliyorsun Ceyhun?" Sorarken bizimkilere arkamı döndüm, ormanın içine doğru baktım. Burada mıydı?

"Mira hemen kaç oradan hemen!" Ceyhun'un sesiyle telaşa düştüm.

"Ceyhun..." Sözünü kesti.

"Mira Taner sizi izliyor, ben de Taner'i," dedi, gözlerim hâlâ etrafta geziniyordu ama hiç kimse yoktu.

"Az önce telsizden anons yaptı, destek ekip çağırdı. Sizi almak için geliyor! Kaçın hemen oradan!" İşte o an buz kestim.

"Mira tuzağa düştünüz! Yakalanacaksınız!" Hiçbir şey diyemedim, telefon elimden düştü.

Bahçede onlarca ceset. Yaralı adamlar. Bizi izleyen bir başkomiser. Ölü bir kadın. Gelen polisler. İşlenen suç ve suçun ortakları...

Artık hepsi bir yerdeydi. Sona geldiğimiz bu evde.

Telefondan Ceyhun'un sesi gelmeye devam ederken polislerin buraya geliyor oluşunun gerçeği bir kez daha yüzüme bir tokat misali çarptı. Yanında durduğum ağaca tutundum. Ceyhun'un sesi gelmeyi bıraktığında telefonun kapandığından emin oldum. Bir şeyler yapmam lazımdı ama kal gelmiş gibi hareket dahi edemiyorum.

Midemdeki ağrı daha da arttı. Bulanmaya da başladı. Bir anda kendime engel olamadım, ağacın dibine çöktüm ve kustum. Bunu yapmak biraz olsun rahatlamama neden olurken acıyan boğazım da beni rahatsız etti. Elimi midenin üzerine koydum, telefonumu alıp ayağa kalktım. İşte o an arkamdan bir ses duydum.

"Kaldır ellerini kaldır!" Hızla arkamı döndüm, evin bahçesine doğru baktım ve bu gece görmeyi beklemediğim o manzarayı gördüm.

Taner başkomiser buradaydı. Uras'ı almıştı, arkasından boynuna sarılmış, kafasına silah dayamıştı. Gözlerimi diğerlerine çevirdiğimde hepsinin şaşkın olduğunu gördüm.

"Polislerin yüz karasısınız siz!" diye bağırdı Taner. Savaş, Cansu ve Doğan'a bakıyordu.

"Hepinizi demir parmaklıkların arkasına göndermek için sabırsızlanıyorum!" Düşecek gibi oldum, ağaca tutundum. Hepsi yan yana dizilmiş, ellerindeki silahlarla Taner'e bakıyorlardı. Taner de Uras'ı kendisine kalkan olarak kullanmış, onlara nefretini kusuyordu.

"Şu güvenlik kameraları bile yeterli olacak bunun için! Hepinizin yarın sabah o parmaklıkların ardında olacaksınız!" Ellerimi yumruk yaptım.

Artık hepimiz geri dönüşü olmayan bir yoldaydık.

"Siz beşiniz ve bu katil!" derken Uras'ı gösterdi. Katil mi?

"Ne saçmalıyorsun lan sen? Ne katili?" Ateş bunu sorarken uzakta kalmaya devam ettim.

Taner benim ismimi saymadı, belki de beni görmedi. İşlenen suçtan ve suç ortaklarından uzaktayım. İstesem şu an arkama bile bakmadan kaçar, giderim ve kendimi bu işten kurtarırım.

"İnci Şahin'in katili Uras Demirkan." Duyduğum bu cümleyle bozguna uğradım. İnci Şahin'in katili Uras Demirkan mı? Hayır hayır bu mümkün değil.

"Ne?" Bu tepkiyi veren Cansu oldu.

"Onu siz koruyordunuz," dedi Taner, Ceyhun'un anlattıkları aklıma geldi o an.

Taner, mafyanın içinden bir adama yardım ediyordu ve bu yüzden buradaydı. Belki de yardım ettiği kişi Beril Kahraman'dan başkası değildi. Bunların hepsi bir plandı. Bizim onu bulmamıza izin verdi. İçeriye girmek için onlarca kişiyi öldürecektik ve polisler baskına gelecek, bizi yakalayacaklardı.

Kadın bunun için ölümü bile göze almıştı.

"Şimdi bırakın silahlarınızı! Sakın ola bir şey yapayım demeyin! Ya da isterseniz kaçın! Bu, benimle kalır." Taner bunu söylerken kollarının arasında olan Uras'ı gösterdi. Uras'ın korkusu buradan bile belli oluyordu. Gözlerim karşı tarafı buldu, az önce sniperların ateş açtığı tarafa doğru baktım. Niye hiçbiri hiçbir şey yapmıyordu? Niye kimse müdahale etmiyordu?

"Bırak kardeşimi!" Ateş bunu söylerken bir anda kaşlarımı çattım. Taner az önce Uras Demirkan demişti. Uras'ın kimlikteki soyadı ise Arkan'dı. İşte bu onun açığı olmuştu. Buraya polis olarak gelmemişti. Buraya sadece bizi mahvetmek için gelmişti. Bunun için de polis kimliğini kullanıyordu.

"En ufak bir hatanda kafasına sıkarım Ateş! Kardeşini yeni bulmuşken kaybedersin! Hepinizi farklı yerlerde cezalarınızı çekecek olsanız da bir yerlerde yaşarsınız hiç değilse! Şimdi bırakın elinizdeki silahları!" diye bağırdı bir kez daha.

Yine karşıya doğru baktım, yine adamlardan birinin herhangi bir şey yapmasını bekledim ama olmadı, hiç kimse hiçbir şey yapmadı.

O sırada elimdeki telefona mesaj geldi, hızla telefona döndüm ve Ceyhun'un attığı yeni mesajları okudum.

Ceyhun: Mira adamlar yakalandı.

Ceyhun: Polisler değil, başkaları yakalandı.

Ceyhun: Burada ne işiniz var bilmiyorum ama büyük bir oyunun içindesiniz.

Ceyhun: Ekipler gelmek üzere, art arda anons yapılıyor.

Ceyhun:Mira yakalanırsanız dışarıya çıkmanıza asla izin verilmez.

Ceyhun: Ormanın girişinde, yol kenarındayım, bekliyorum.

Ceyhun: En fazla yarım saat bekleyebilirim, ekipler gelmeden önce uzaklaşmam lazım.

Ceyhun, bizi kaçırmak için bekliyordu. Peki ya neyden kaçacaktık biz? Nasıl kaçacaktık? Birer polisken suçlu olduk bu gece. Yokken var olmak gibi bir şeydi bu. Ne olacaktı bundan sonra? Suçlu olarak mı anılacaktık? Kaçıp gidecek miydik? Peki ya geride kalanlar? Onlara ne olacaktı?

"Bırak kardeşimi" Ateş bağırdı, silahını doğrulttu. Eşzamanlı olarak Taner elini tetiğe götürdü, tetiğe bastırdı hafifçe. En ufak bir yanlışta Uras ölecekti.

"Tamam yapma, tamam!" diye bağırdı Ateş ve elindeki silahı yere attı.

Olan biteni uzaktan izledim, onların yanına gidemedim.

"Siz de!" diye bağırdı Taner diğerlerine bakarak. Muhtemelen şu an herkes Aras'a güveniyordu. Yakalandığından bihaber oldukları Aras'a ve bu yanlış güven hepsinin silah bırakmasına neden oldu.

Düşman öldü ama başka bir düşmana teslim olundu.

İşte bu sondu, sonun ta kendisi!

"Atın silahları bana doğru!" dedi Taner, hepsinin birbirlerine baktıklarını gördüm. Muhtemelen şu an hepsinin akıllarının bir köşesinde de ben vardım. Benim yokluğum.

"Hayır lütfen yapmayın hayır!" Bunu söyledim ama tabii ki duymadı ve ayaklarıyla ittiler silahlarını Taner'e doğru.

"Şimdi iki adım geri gidin ve diz çökün!" Kaşlarımı çattım, hepsini tutuklayacaktı. Hepsi yine oradaydı, ben yine uzaktaydım.

Tarih tekerrür ediyordu, tek bir farkla. Bu kez ihanet etmedim ama uzakta kalmak bile onlara ihanetti. İşler kötü gidince bırakıp kaçmış gibi olmuştum.

Bu da ihanetti. İki yıl önceden farklı olmayan bir ihanet.

"Hadi! Diz çökün!" Taner bağırdı, bizimkiler birbirilerine bakıyorlardı. Muhtemelen neden hiç kimsenin müdahale etmediğini düşünüyordu. Büyük bir tuzağın içinde olduğumuzdan bihaberlerdi.

Beril Kahraman ölmeden önce her şeyi ayarlamıştı. Biz ölmeyecektik. Yakalanacak ve birbirimizden ayrılacaktık. Hepimizi başka bir yere kapatacaklardı. Bunu yasal yollarla yapacaklardı bir de. Bu yüzden bizim adamları yakalayan adamlar şu an hiçbir şey yapmıyor, polislerin gelmesini ve bizi tutuklamalarını bekliyorlardı.

Bakışlarımı yere çevirdim. Şimdi onları bırakıp kaçarsam yakalanacaklar. Hepsi, bu kez Savaş ve Cansu da dahil olmak üzere demir parmaklıklar arkasına gidecekler ama ben kurtulacağım fakat buradan gizlice çıkarsam hepsini kurtarırım ve buradan gideriz. Hep beraber kaçak suçlular hâline geliriz. Onlarla birlikte benim de hayatım mahvolur. Başım dönerken bir kez daha ağaca tutundum. Tam da o an bir sürü ses yankılandı zihnimin içinde.

"Seni seviyorum Mira, çok seviyorum."

"Yasemin kokulu sevdiğim."

"Bundan sonra yalan yok, ihanet yok."

"Biz kardeşiz, hepimiz bir aile olduk artık."

"Senden hiçbir zaman nefret etmedik."

"Sen bizim arkadaşımızsın Mira."

Bu sesler görüntülerle desteklendi. Onlarla geçirdiğim her an canlandı zihnimde. Hasta olduğumda hepsinin gözlerinde gördüğüm endişe, korku geldi gözlerimin önüne. İşte tam da o an kararımı verdim, belimden silahımı çıkardım ve onlara doğru ilerledim. Bir saatir onları sağ taraftan izlediğim için ormanın içinde yürüdüm, Taner'in arkasına geçtim ve ormandan bu şekilde çıktım, Taner'e doğru yürüdüm.

Tam da o an beni gördüler, hepsinin yüzünde keyifli ve bir o kadar da umutlu bir ifade oluştu. Gördüğüm bu ifadeler yaptığım şeyden emin kıldı beni. Elimdeki silahı kaldırdım, yanına yaklaştığımı fark etmeyen Taner'in başına dayadım.

"İndir silahını başkomiser!" dedim, silahı biraz daha bastırdım başına.

"Kardeşimi de bırak hemen!" Taner'in omurgası dikleşti, bunu beklemiyordu çünkü. Başını hafifçe bana doğru çevirdi.

"Mira Aksoylu," dedi, silahın ucuyla başından dürttüm onu.

"İndir silahını dedim sana!"

"Hatta yapıyorsun."

"Çok konuşma, indir," dedim, acelemiz vardı çünkü.

"Mira..." Devam etmesine izin vermedim.

"Seni vurmak istemiyorum! İndir silahını!"

"Hata yapıyorsun!" dedi bir kez daha ve beni sinirlendirdi. "Cebimdeki telefonu al, o zaman hatanın farkına varacaksın sen de!" Kaşlarımı çattım.

"Ne?"

"Telefonumu al ve son videoyu izle Mira. O zaman neden burada olduğumu da neden bunu yaptığımı da anlayacaksın!"

"Gerek yok!" dedim, oysa bunu yapmayı delicesine istiyordum.

"Hadi Mira! Bunu yapmayı sen de istiyorsun! Şimdi al o telefonu ve söylediğim şeye bak!" Göz ucuyla Ateş'e baktım. O da diğerleri de merakla bana bakıyorlardı. Daha fazla zaman kaybetmemek adına ona biraz daha yaklaştım, telefonunu aldım ve dediğini yaptım, o videoyu izledim.

İzlediğim video buz kesmeme neden oldu. Uras'tı bu. Elinde bir silah vardı, ölü bir kızın başında duruyordu. İnci Şahin'di bu kız.

"Suçsuz değil Mira! O bir katil!" Taner bunu söylerken Uras onun elinden kurtulmaya çalıştı.

"Katil değilim ben! Katil değilim! Yapmadım! Yapmadım!" Üst üste aynı şeyi söyledi, gözlerim doldu.

Yaptı mı yapmadı mı bilmiyorum ama bildiğim tek bir şey var o da yapmış olsa bile bunu ona, onların yaptırdığı. Uras bir çocuktan farksızdı. İlaçların etkisi geçmeye başladığı hâlde bile böyleydi. Bu videonun hangi şartlar altında çekildiği belliydi ama yine de ortada suçsuz yere öldürülmüş bir kız vardı.

"Şimdi o silahı hak edenlere doğrult Mira! Doğrult ki bu gece bileğine kelepçe takılacak olanlardan birisi olma! Sana söz veriyorum bu olayda adın sadece polis olarak geçecek." Gözlerimi kapattım, derin bir nefes aldım.

"Polis olarak mı anılacaksın? Suçlu olarak mı? Özgür bir hayat mı istiyorsun? Kaçak bir hayat mı? Kararını ver Mira." Gözlerimi açtım, bir bir baktım kardeşlerim dediğim insanlara. O sırada polis arabalarının siren sesleri duyuldu ve tek bir saniye bile düşünmedim, silahımı yeniden Taner'in başına dayadım.

"Kardeşimi bırak! Silahını indir başkomiser! Yoksa seni vurmak zorunda kalacağım!" Bunu derken sesler biraz daha yaklaştı.

"Artık kaçış yok Mira, geldiler!" dedi Taner keyifli bir sesle. "Hepinizin gideceği yer belli oldu."

"Silahını indir!" diye bir kez daha bağırdım, umurunda olmadı. Bana başka çare bırakmadı, geri gittim ve yapamayacağımı düşündüğü için çok rahat olduğu şeyi yaptım, onu ayağından vurdum. Eşzamanlı olarak Uras kendini onun elinden kurtardı, Erdem üzerimize atıldı, Taner'in elindeki silahı aldı.

O sırada Ateş'le göz göze geldik, öyle bir bakıyordu ki dünyanın en doğru şeyini yapmışım gibi hisettim.

Ne kadar durup baktık öylece birbirimize bilmiyorum ama bu bakışmayı artık çok yakından gelen polis arabalarının sesi bozdu. Gözlerimi ondan çektim, yerde acı içinde kıvranan Taner'e baktım.

"Mahvedeceğim sizi! Yemin ederim mahvedeceğim! Hiçbir şey yanınıza kalmayacak!" Onu umursamadım. Az önce silahlarını atan kardeşlerim silahlarını alırlarken Ateş hâlâ öylece duruyordu. Girdiği şoktan henüz çıkamamıştı. Onu bırakıp gitsek peşimizden gelemeyecek kadar kayıp olmuştu kendi içinde.

Telaşla yerden onun silahını aldım. Erdem Uras'ın kolundan tutmuş onu götürürken diğerleri de onların peşine takıldılar. Ben de Ateş'in yanına gittim, elinden tuttum. Gözleri beni buldu.

"Bitti sevgilim, her şey bitti, gidiyoruz," dedim ve koşmaya başladım, elinden tuttuğum Ateş de benimle birlikte koştu.

"Size zindanı yaşatacağım!" Taner'in arkamızdan bağırarak kurduğu bu cümle yeni bir savaşın başlangıcıydı.

Sonun ta kendisini yaşarken yeni bir savaşa doğru koşuyorduk.

Nereye gideceğimizi bilmiyorduk. Artık gidecek bir evimiz yoktu. Artık özgürlüğümüz yoktu. Tüm suç ortakları artık zindandaydı. Kendi zindanımızı kendi ellerimizle inşa etmiş, şimdi de orada yaşamak üzere koşuyorduk.

Bu yolun bir sonu yoktu, her son da zaten bizim için yepyeni bir başlangıç oluyordu. Tam da bu yüzden zindanda yaşamayı öğrenmek zorundaydık.

Ormanın içinde arkamızdaki polislerden kaçarken zindana ulaşacağımızı bile bilmiyorduk. Zihnim de gerçek bir zindandan farksızdı. Boş ve karanlıktı. Tek bir şey vardı zihnimin içinde. Taner'in duyduğum son sözleri.

Size zindanı yaşatacağım!

Haklıydı, zindanı yaşayacaktık.

DEVAM EDECEK...

Selamlarrr :) nasılsınız?

Çok heyecanlıyım şu an, buraya kadar geldiğinize göre tüm bölümü okudunuz. Ne kadar da zekiyim hdjsjjsjshs neyse, söyleyin bakalım böyle bir son bekliyor muydunuz?

İnci Şahin'in katilinin Uras çıkacağını tahmin etmiş miydiniz?

Bu final Suç Ortağım kitabının ikinci perdesi içindir. Suç Ortağım'ın üçüncü perdesi çok yakında yayımda olacaktır <3

Üçüncü kitapta buradan devam edecek, ayrı bir kitap olmayacak.

Sizce üçüncü kitapta neler olacak?

Bölümde en sevdiğiniz ve şaşırdığınız sahne hangisi oldu?

Buraya bölümü en iyi anlatan emojiyi bırakabilirsiniz.

Final bölümü hakkındaki yorumlarınızı buraya yazabilirsiniz.✨

Yeni bölüm alıntısını okumak ve duyurulardan haberdar olmak için beni sosyal medyadan da takip edebilirsiniz.💫

Üçüncü perdede görüşmek dileğiyle... Kendinize çok iyi bakın, sevgiyle ve sağlıkla kalın.♡

Instagram: gizzemasllan

Twitter: gizzemasllan

SİZİ ÇOK SEVİYORUM.♡

Loading...
0%