Yeni Üyelik
82.
Bölüm

81.BÖLÜM "SON  NOKTA"

@gizzemasllan

Selam suç ortaklarım :)

Artık üçüncü perdedeyiz ve ben çok heyecanlıyım. Neyse konuşma yapmayı bölüm sonuna bırakıyorum ve sizi hemen bölüme uğurluyorum.

Başlamadan önce yıldıza dokunarak bana destek olabilirsiniz.

Ben de buraya sizin için bir yıldız bırakıyorum.⭐ Sizinkileri de bekliyorum :)

Keyifli okumalar.♡

gizzemasllan Instagram: gizzemasllan

.

.

.

81. BÖLÜM "SON NOKTA"

Tehlikenin içinden kurtulmak için bir başka tehlikenin içine atmıştık kendimizi. Şimdi de bir zindaydık. Hayatımız zindandan farksızdı. Özgürlüğümüz yoktu. Hayatımız yoktu. Kimseye göre iyi insanlar değildik. Kötüydük. Ne polis ne arkadaş ne dost ne evlat ne sevgili ne de başka bir şeydik. Suçluyduk sadece.

Suçlu ve suç ortakları.

Bu kez kaybetmiştik. Kazanmak da artık mümkün değildi. Kendi zindanımızı kendi ellerimizle inşaa etmiştik ve şimdi onun içinde yaşamayı öğrenmek zorundaydık. Başka türlü bir hayat mümkün değildi artık bizim için.

Dizlerimi karnıma kadar çektim, başımı dizlerimin üstüne koydum. Kulaklarımı dışarıdan gelen tüm seslere kapattım. Kimseyi duymak istemedim. Bir tek kendimi, kendi zihnimin sesini duymak istiyordum. Fakat bu kalabalık ev, son günlerde buna izin vermemeye başlamıştı.

Yaşadığımız her şey geldi bir bir gözlerimin önüne. Hayatımın sonuna kadar unutmak isteyeceğim her şeyi bir bir hatırladım. Katil, ceset, maskeli adamlar, mavi gözlü kadın, mezar, ölüm, kan, cinayet ve daha onlarca şey. Bunları yaşamıştık. Daha fazlasını değil. Fakat şimdi tüm bunlardan uzaktayız. Hayattan da uzaktayız. Olmak istemediğim bir yerde olmak istemediğim bir durumdayım. Zindanda olmaktansa tehlikenin içinde olmayı tercih ederdim.

Çünkü zindan karanlıktı, sessizdi, ürkütücüydü.

"Mira." Ateş'in sesiyle başımı kaldırdım, kapıya doğru baktım ve kapının kolunun bir aşağı bir yukarı hareket ettiğini gördüm. Ateş kilitli olan kapıyı açmaya çalışıyordu.

"Mira." Yine seslendi ve kapıyı zorlamayı bırakıp birkaç defa vurdu. Gözlerimi önüme çevirdim.

"Müsait değilim," diye seslendim, oysa yaptığım tek şey yatağın üzerinde oturmaktı. Fakat onu da diğerlerini de bir başkasını da görmek istemiyorum. Yalnız kalmak istiyorum. Kendimle baş başa kalmak istiyorum. Buna çok ihtiyacım var.

"İyi misin?" diye sordu, kapının önünden ayrılmaya hiç niyeti yok gibiydi.

"İyiyim Ateş." Sesim sabır dilercesine çıktı. Diğerleri gibi o da beni anlamıyordu. İyi değildim. Farkındaydı ve farkındaydılar ama biraz yalnız kalıp kendimi toparlamama hiçbir şekilde izin vermiyorlardı.

"Mira açar mısın şu kapıyı?" Israr etti, gözlerimi kapattım ve sakin kalmak için derin bir nefes aldım. Fakat bu konuda başarılı olamadım ve daha yüksek bir sesle cevap verdim ona.

"Müsait değilim dedim!" diye çıkıştım. Sadece biraz yalnız kalmak istiyordum ama müsaade etmiyordu. Diğerleri de öyle, izin vermiyorlardı ve bu sinirimi bozuyordu.

"Kardeşim rahat bırak kızı, gelir birazdan." Bu Erdem'in sesiydi. Muhtemelen Ateş'i alıp salona götürürken ayağa kalktım ve odadaki banyoya girdim. Elimi yüzümü yıkadım. Kendime gelmeye çalıştım. Başımı kaldırıp aynadaki aksime baktığımda berbat göründüğüme kanaat getirdim. Öfkeyle lavabonun kenarına vurup odaya döndüm.

Yaptığım ilk şey Ateş'e ait olan laptobu almak ve internete girmek oldu. Son haberleri açtım. Ekranı biraz aşağıya kaydırdığım ilk an gördüğüm şey bizim fotoğraflarımız oldu. Ellerimi yumruk yaptım. Altta yazan haberi okudum.

"Polis teşkilatına kayıtlı Mira Aksoylu, Doğan Karabey, Cansu Karadağ, Savaş Akduman ve eski polis memuru Barış Erendil, suç ortakları Erdem Karabey ve İnci Şahin cinayetinin suçlusu Uraz Arkan'dan oluşan suç çetesinin üyeleri için savcılık tarafından yakalama kararı çıkarıldı. 1'i kadın olmak üzere 18 kişinin ölümüne ve 26 kişinin yaralanmasına neden olan suç çetesi üyeleri en son Beykoz ormanında bir arabaya binerken görüntülendiler. Emniyet güçleri suç çetesini yakalamak için ellerinden gelen her şeyi yaparken halkımızı da duyarlı olmaya davet ettiler ve çete üyelerinden herhangi birini gördükleri taktirde ihbarda bulunmalarını önemle rica ettiler."

Okuduğum haberle eşzamanlı olarak gözyaşlarım akmaya başladı. Böyle bir durumun içinde olduğuma inanamıyorum. İnanmak istemiyorum. Her şey bir kabus olsun istiyorum. Uyumuş ve bir kabus görmüş olayım, birazdan da gelsin birileri beni uyandırsın.

Gözyaşlarım canımın acısıyla akarken odanın kapısına bir kez daha vuruldu, başımı o tarafa çevirdim. Bu ses daha çok öfkelenmeme neden olurken Cansu'yu duydum.

"Mira, yemek hazır. Hadi oyalanma, gel." Önüme döndüm, yemek yemek istemiyorum. Hiçbir şey yapmak istemiyorum. Sadece ağlamak istiyorum. Ağlayayım ve her şey bitsin istiyorum ama bu mümkün değil. Her şey yolundan çıktı ve bir daha asla o yola yeniden girmeyecek.

Siteden çıktım. Arama geçmişini de temizledim. Ateş Bey buna bakmama kızıyordu çünkü. Neymişte bir şey öğrendiğim zaman daha kötü oluyormuşum. Sanki öğrenmediğim zaman çok iyiyim ya! Laptobu aldığım yere bıraktıktan sonra aynanın karşısına geçtim. Bir kez daha berbat görüntüme baktım.

Beyaz tenim çok solgun görünüyordu. Göz altlarım morarmış ve şişmişti. Gözlerim de şiş ve kırmızıydı. Dudaklarım kurumuştu. Hatta o kadar kurumuşlardı ki yara olmaya başlamıştı artık ve acıyordu. Tabii son zamanlarda çok az yemek yediğim için de biraz zayıflamıştım.

Dışarıdakiler bu hâlimi görmeye alışık oldukları için bu görüntümü hiç umursamadım ve odadan çıktım. Salona gittiğimde herkesi farklı bir yerde gördüm. Cansu masanın başındaydı ve tabaklara yemekleri servis ediyordu. Resmen tüm yemek işlerini kıza bırakmıştık. Gözlerimi ondan çekip diğerlerine baktım. Uras ve Doğan laptoptan bir şeylere bakıp gülüyorlardı. Sanki hiçbir sorunumuz yokmuş gibi keyifliydiler. Her şeyden kaçıp bu eve gelmemizin üzerinden on gün geçmişti ve Uras eskisine göre biraz daha iyiydi artık.

Bakışlarım Erdem'i buldu. Telefonuna dikkatle bakıyordu. Kaşlarını çatmıştı. Bir şeyleri inceler gibiydi. Savaş'a döndüm. O da telefonuyla ilgileniyordu ve onun da kaşları çatıktı. Muhtemelen ikisi de az önce benim okuduğum haberi okuyorlardı.

Gözlerim en sonunda tekli koltukta oturan Ateş'i buldu. Diğerleri gibi o da salona geldiğimi henüz fark etmemişti. Hafif öne doğru eğilmiş, kollarını dizinin üzerine koymuş, ellerini dizlerinin önünde birleştirmişti. Başı da önüne eğikti ve ayağını gergince sallayarak yerdeki parkelere bakıyordu.

Çok düşünceliydi, derin düşüncelere dalmıştı.

Ben, iyi değildim. İçinde bulunduğumuz bu durum yüzünden psikolojik olarak çökmüş, bitmiş bir hâldeydim. Diğerleri gibi o da bunun farkındaydı. Hatta en çok da o farkındaydı ve böyle olarak onu üzüyordum. Fakat bu elimde olan bir şey değildi.

Kendimi iyi hissetmemek benim suçum değildi.

Gözlerimi ondan zorlukla çektim. Kendimce ondan uzak durmaya karar vermiştim. Bu ona ya da kendime verdiğim bir ceza veyahut başka bir şey değildi. Sadece iyi olana kadar kendimle kalmak istiyorum. Zihnimi toparlayana kadar herkes bana uzak olsun istiyorum.

Cansu'nun yanına gittim ve çok geç olsa da "Yardım lazım mı?" diye sordum. O an beni fark etti. Muhtemelen arkamda kalanlar da o an fark ettiler beni. Sırtımda bana merakla bakan gözleri hissederken bunun gerginliği beni rahatsız etti ama elimden geldiği kadar rahat görünmeye çalıştım.

"Hayır, her şeyi hallettim ben. Lütfen otur sen," dedi ve arkama doğru baktı. "Beyler hadi yemek hazır, soğutmayın." Arkamdaki hareketliliği hissettim.

Cansu, on gündür bu evdeki anne rolünü üstlenmişti. Yemek yapıyor, etrafı topluyordu. Sadece etrafı değil herkesi de o topluyordu. Herkesin akıl hocası, dert ortağı, teselli vereni gibi bir şey olmuştu.

Ben hâlâ olduğum yerde dururken diğerleri gelip bir bir her zamanki yerlerine oturdular. Doğan, Savaş ve Uras masanın sağ tarafına. Erdem ve Cansu sol tarafa. Ateş masanın kısa tarafına tek başına otururken benim yerim de onun hemen solunda kalan sandalyeydi. Yerime oturduğumda bir yanımda Cansu, diğer tarafta da Ateş kalmıştı.

Herkes yemeğe başladı. Kimsenin sesi çıkmıyordu. Duyulan tek şey çatal ve bıçak sesiydi. Ben de çatalımı aldım. Tabaktaki yemeğe dokundurdum ama batırmadım. Canım yemek istemedi ve öylece oyalandım. Masaya oturmamak sorun oluyordu çünkü.

"Mira yemek ye.," dedi Ateş, bakışlarım onu buldu. "Oynama ve ye!" diye çıkıştı, kaşlarımı çattım. Bana emir vermesi sinirimi bozarken elimden geldiği kadar sakin kalmaya çalıştım.

"Canım istemiyor," deyip gözlerimi önüme çevirdim. Diğer herkes her an kavga çıkacakmış tedirginliğiyle bana bakarken dayanamadım.

"Bakmayın bana öyle, yemeğinizi yeyin!" Onlara da kızdım. Bu bakışlar beni çok rahatsız ediyordu çünkü.

"En son ne zaman doğru düzgün bir şey yedin sen?" Ateş kızarak sordu, gözlerim yeniden onu buldu.

"Şimdi tartışmanın sırası değil Ateş!" dedim ve olay çıkmasın diye gitmek istedim. Artık ne zaman bir araya gelsek kavga ediyorduk çünkü. Çatalımı bıraktım, ayağa kalktım.

"Size afiyet olsun, ben odamdayım," deyip gitmek için bir hamle yaptım. Eşzamanlı olarak bileğimden tuttu, gözlerim yeniden onu buldu.

"Otur ve doğru düzgün bir şeyler ye."

"Ateş canım istemiyor dedim." Bileğimi kurtarmaya çalıştım ama izin vermedi. Hatta aksine aşağıya doğru çekti, yerime oturttu beni.

"Mira bir şeyler ye." Böyle davranması daha çok sinirimi bozdu. Ben elimden geldiği kadar sakin kalmaya, ılımlı olmaya çalıştıkça o üzerime gelmeye devam ediyordu. Beklemediği bir anda çekip kurtardım bileğimi.

"Rahat bırak beni!" dedim ve kalktım ayağa, Ateş öfkeyle bana bakarken hiç kimseyle göz teması kurmadan uzaklaştım yanlarından.

"Mira!" Arkamdan bağırdı, umursamadım. "Mira!" Bir kez daha bağırdı, yine umursamadım ve odama doğru yürüdüm.

Odaya girdim, tam kapıyı kapatacakken sert bir şekilde açtı kapıyı. Kapatmak için zorlamadım. Peşimden girdi odaya. Yatağa doğru yürüdüm.

"Ne zamana kadar böyle devam edeceksin?" diye sordu.

Cevap vermedim. Verirsem kavga çıkacak çok iyi biliyorum çünkü.

"Böyle davranınca her şey düzelecek mi zannediyorsun?"

Yatağın kenarına oturdum, başımda dikiliyordu.

"Sen yemek yemeyince, kendini odaya kapatınca, kendini bu hâle getirince geçecek mi her şey?" Sordu, başımı kaldırıp öfkeli yüzüne baktım.

"Geçmeyecek!"

"Bunun farkında olman çok güzel! İnşallah en kısa zamanda yaptığının hata olduğunu da anlarsın!" Öfkeyle ayağa kalktım.

"Benim hiçbir şey yaptığım yok! Sadece biraz yalnız kalmak istiyorum! Biraz dinlenmek istiyorum ama siz buna izin vermiyorsunuz!" Dediğim an daha da sinirlendi.

"Herkes senin için bir şeyler yapıyor! Ne istersen o oluyor! Yalnız kalmak istiyorsun, yalnız kalıyorsun! Saatler sonra birisi yanına geldiğinde, nasıl olduğuna bakmak istediğinde rahat bırakın deyip duruyorsun!" Kızdı, konuşmak için dudaklarımı araladım ama konuşmaya devam edip engel oldu.

"Ben de dahil olmak üzere dışarıdakilerin de senin yaşadığın şeyden yaşadıkları farklı hiçbir şey yok! Sen kaçıyorsan onlar da kaçıyor! Sen bu siktiğimin evinde saklanıyorsan onlar da saklanıyor! Senin hayatın mahvolduysa onlarınki de mahvoldu! Fakat buna rağmen herkes seni düşünüyor! Sen de biraz onları düşün! Biraz beni düşün!" Söylediklerine karşı hiçbir şey diyemedim, bakışlarımı kaçırdım.

"Bu kadar pişman olacağını bilseydim o gün böyle bir şey yapmana asla izin vermezdim!" Yine sessiz kaldım.

"Emin ol bu hâlini görmektense bana bir kez daha ihanet etmeni tercih ederim!"

Kalbim acıdı, Ateş başka bir şey demeyip arkasını döndü, kapıya doğru yürüdü. Dizlerimin bağı çözüldü. Arkamdaki yatağın kenarına oturdum ve beni duymasını hiç umursamayıp ağlamaya başladım. Gözyaşlarım bir sel misali yanaklarımdan aktı. Başımı önüme eğdim ve hüngür hüngür ağlamaya başladım. Yaşadığımız her şey artık bana ağır gelmeye başlamıştı.

Elimi yüzüme bastırdım. Ağlamam daha da şiddetlendi. Boğazım düğüm düğüm oldu. Odanın kapısının sesini duymadım. Hâlâ odadaydı, çıkmamıştı. Ağlamam onu durdurmuştu. Buna rağmen ağlamaya devam ettim.

Yatakta hareketlenince yanıma oturduğunu anladım. Bakmak istemedim ona. Görmek istemedim. "Mira," dedi Ateş sanki az önce bana kızan kendisi değilmiş gibi sakin çıkan sesiyle.

"Mira'm," diye devam etti, yüzümdeki ellerime dokundu. Ellerimi yüzümden ayırdı ve yaşlı gözlerime baktı. "Yapma bunu, yalvarırım yapma." Sesi çok çaresiz çıktı, gözlerinin içine bakamadım. Bakışlarımı başka bir yere çevirdim.

"Dayanamıyorum, yemin ederim seni böyle görmek her şeyden daha ağır, çok ağır." Gözlerimi kapattım, başımı önüme eğdim. Beni kendine çekti. Başımı göğsüne bastırdı. Eli saçlarımda gezindi.

"Yapma Mira, yalvarırım yapma." Onun böyle demesi bile canımı yaktı. Gözyaşlarım beyaz gömleğini ıslatırken saçlarımı okşamaya devam etti.

Ağlamamın arasında zorlukla "Pişman değilim," dedim. Ellerimi beline doladım, sımsıkı sarıldım ona. "Yemin ederim pişman değilim Ateş," dedim, yüzümü omzuna gömdüm. "Ama..." Sustum, devam edemedim. Bu amayı kendime açıklayamadığım gibi ona da açıklayamadım.

"Özür dilerim," dedi, daha da sıkı sarıldı bana. "Öyle söylememem gerekiyordu." Anında pişman olmuştu söylediği şeye.

"Canım acıyor," dedim, geri çekildim, gözlerinin içine baktım. "Çok acıyor, bu hayat bana ait değil." O an gözlerinde çaresizliği gördüm.

"Bir tek bana değil, sana ve diğerlerine de ait değil. Biz bu hayata ait değiliz. Tüm ülkece suçlu olarak anılıyoruz," derken gözyaşlarım daha da hızlandı.

"Ben böyle yaşayamam, yaşayamıyorum Ateş. Kabullenemiyorum. Fakat hayatımızın sonuna kadar hep böyle olacak artık. Hep kaçacağız, hep saklanacağız." Hiçbir şey diyemedi, sustu. Onun da söyleyecek bir şeyi yoktu çünkü. Ne söyleyebilirdi ki? Hayır, öyle olmayacak mı diyecekti? Diyemezdi, çünkü öyle olacaktı.

"Her şeyin daha düzgün olması için elimden geleni yapacağım." Söyleyebildiği tek teselli cümlesi bu oldu. Fakat bunun olmayacağını ikimiz de çok iyi biliyorduk.

"Ağlama artık, yalvarırım ağlama," dedi, gözyaşlarımı sildi. Yanaklarımı kurulayan kendisi oldu. "Benden de uzak durma artık, dayanamıyorum. Ağlayacaksan da benim omzumda ağla. O zaman ben de seninle ağlarım. Bu odaya kendini kapatıp da saklanma benden. Buna dayanamam." Hiçbir şey demedim, bunu yapabilecek biri değildim ben. Kendimi çok iyi tanıyorum.

"Mira..." Ateş'in sözünü kesen şey odanın kapısına vurulması oldu. Göz ucuyla o tarafa doğru baktığımda Cansu'nun sesini duydum.

"Ateş! Mira! Hadi salona gelin, Pars geldi." Gözlerimi Ateş'e çevirdim.

"Onun burada ne işi var?" Ayağa kalktı, elini uzattı bana.

"Öğreneceğiz, hadi salona gidelim. Fakat bu konuyu konuşmaya devam edeceğiz." Uzattığı elini tuttum, ayağa kalktım. Beraber odadan çıktık. Salona ulaştık.

O an herkesin bakışları beni buldu. Sanki bir sorun olup olmadığını anlamaya çalışıyorlardı. Elimden geldiği kadar rahat görünmeye çalıştım. Herkes önüne döndüğünde üçlü koltuğa oturdum. Ateş de yanıma oturdu. Bakışlarımı Pars'a odakladım.

Bu evde geçirdiğimiz onuncu günümüzdü. Şehirden çok uzakta, bir kasabadaydık. Fakat öyle kalabalık bir yer değildi. Hatta biz o kasabadan da biraz uzakta olan çiftlik evindeydik. Beril'in evinden kaçtığımız ilk günü izbe bir pansiyonda geçirmiştik. O gün tüm gece uyumamış ne yapacağımızı düşünmüştük. Aklımıza gelen isim bir tek Pars olmuştu. Ertesi günü gittiğimiz ilk yer de onun yanı olmuştu. O da hepimizi buraya göndermişti. O günden beri de bu evde kalıyorduk. Burnumuzu bile dışarıya çıkarmamıştık.

"Nasılsınız?" diye sordu Pars, herkes iyi olduğunu söylerken ben hiç sesimi çıkarmadım.

"İyi miyiz değil miyiz onu sen söyleyeceksin Pars,' dedi Ateş ve devam etti. "Bir şeyler yapabildin mi?" Bu soruyla meraklandım, Pars'ın ne yapmasını bekliyorlardı ki? Evet bunu bilmiyorum. Çünkü artık tüm konuşmalardan çok uzak duruyorum. Kendimi hep geri çekiyorum. Artık kendimi böyle daha iyi hissediyorum. Zihnimi boşaltmak iyi geliyor. Fakat bu zihin ne kadar boşalabilirse artık.

"Bir haftaya kadar her şey hazır olacak." Kaşlarımı çattım ve araya girdim.

"Ne hazır olacak?" dediğimde herkesin bakışları beni buldu, Pars açıkladı.

"Yurt dışına kaçıyorsunuz." Gözlerim iri iri oldu, yurt dışı mı? "Panama'ya," diye de ekledi, şaşkınlığım daha da arttı.

"Türkiye'nin Panama ile suçlu iadesi üzerine yaptığı herhangi bir anlaşma yok. Birçok ülke ile yok ve rahat yaşayabileceğiniz bir tek orası var. Bir hafta içinde her şey hazır olacak, deniz yoluyla kaçacaksınız." Bakışlarımı yere çevirdim. Bir zamanlar bunu yapan insanları yakalayan biriydim ben. Mesleğimi gururla yapardım ve bundan övünürdüm. Sırf bu yüzden kendi öz babamı şikayet ettim ben. Sevdiğim adama bu yüzden ihanet ettim. Kendime ihanet etmemek için birçok kişiyi ihanet ettim. Fakat hayat beni öyle bir noktaya sürükledi ki şimdi buradayım ve kendimden nefret ediyorum.

"Orada sizin için bir ev ayarladım, güvenli bir yer merak etmeyin. Buradaki tüm işleri ben yürütürüm, hiçbir şekilde aklınız kalmasın. Zamanla oraya alıştığınızda işinizi de oraya taşırsınız. Hepiniz orada yeni bir hayat kuracaksınız kendinize. Peşinize düşen olacaktır ama sizi siz istemediniz sürece oradan buraya getirmeleri mümkün değil. Bunu yapmaya çalıştıkları an Panama sınırları içerisinde suçlu olan siz değil, onlar olur."

Pars bize özgürlük vaat ediyordu. Fakat bu özgürlük bile belli bir sınır içerisindeydi. Buradan kaçıp oraya gitmek demek bir daha asla buraya dönememek demekti. Hatta bir daha asla oradan çıkamamak demekti. Vaat edilen özgürlüğümüz bile kısıtlıydı.

"Bence yapmamız gereken tek şey de bu," dedi Erdem ve devam etti. "Hayatımız boyunca burada, bu evde saklanacak halimiz yok. Zaten buna izin verilmeyecek. Burada şimdilik güvendeyiz. İzimizi buldukları an soluğu burada alacaklar. Hayatımızın sonuna kadar böyle yaşayamayız. Bu da demek oluyor ki kaçmaktan başka şansımız yok."

Erdem sanki bunları bana söylüyor gibiydi. Belki de hayır diyeceğimi düşünüyorlardı. Fakat bu aklımın ucundan bile geçmiyordu. Nasıl böyle bir şey diyeyim ki? Artık burada bize yaşam yoktu. Kabul etmek istemesem de gerçek tam olarak buydu.

Kabul etmek zorundaydım.

"Ben gitmem diyen var mı?" Ateş bunu sordu, gitmem demek yakalanmayı göze almak demekti.

Ülkemizi terk etmezsek yakalanacağız ve hayatımızı zindanda geçireceğiz. Öyle bir zindana karşılık kendi ellerimizle inşa ettiğimiz zindanda yaşamayı tercih etmek çok daha doğruydu benim için.

Kimseden bu konuda ses çıkmadı. Ortaya atılıp da ben bunu kabul etmiyorum diyen olmadı. Herkes kabullenmişti zaten burada bize yaşam olmadığını.

"Madem herkes için uygun benden haber bekleyin, ne zaman kaçacağınızı ve nasıl olacağını yeniden gelip anlatacağım. O zamana kadar her şeyi hazır etmem lazım." Pars bunu söylerken Doğan ve Erdem'e bakıyordu. Onların bu hâlde olması, kaçıyor olmaları onu rahatsız ediyordu. Bunu bakışlarından anlamak kolaydı. Ben onu bakışlarından anlamaya çalışırken o gözlerini Ateş'e çevirdi. İki öz kardeşine nasıl baktıysa ona da tam olarak öyle baktı ve derin bir iç çekti.

"Gitmeden önce amcamı görebilecek miyim?" diye sordu Cansu, anne ve babası hala hayattaydı. Fakat o sadece amcasını görmek istiyordu. Amcası Savcı Agâh Karadağ'ı. Kız adamı anne ve babasından çok daha fazla seviyordu.

"Mümkün değil, savcıyla bir süre uzak duracaksınız. Onun isminin sizinle anılması şu an için doğru değil. Zamanı geldiğinde sizi bu durumdan kurtarmak için en çok onun yardımına ihtiyacımız olacak." Kaşlarımı çattım, bu durumdan kurtulmak gibi bir şansımız var mıydı?

"Ortalık biraz sakinleştikten sonra o sizin yanınıza gelecektir," dedi ve bana döndü Pars. "Annenlerle de iletişim hâlindeyim. Her şeyden haberleri oluyor. Oraya gittiğinizde onları arayabilirsin ancak. Şartlar uygun olduğu zaman da onlar senin yanına gelirler." Başımı sallamakla yetindim. Bu konu hakkında tek kelime bile etmek istemedim. O günden beri annemlerle hiç konuşmadım. Aramak için fırsatım olmamıştı. Doğrusu bu mümkün de değildi. Muhtemelen her şekilde dinleniyor ve takip ediliyorlardı. Onlarla iletişime geçmem yakalanmamıza neden olabilirdi.

"Bir hafta sonra buradan hep beraber gideceksiniz. Orada yepyeni bir hayat kuracaksınız kendinize. Burayla iletişiminizi uzun süre keseceksiniz. Dönmeyeceksiniz de. Aslında bunu hepiniz çok iyi biliyorsunuz. Bu yüzden giderken almanız gereken her şeyi alın." Pars'ın konuşmasının devamını dinlemedim. Nasıl devam ettiğini çok iyi biliyordum çünkü benim buradan giderken yanıma almak istediğim hiçbir şey yoktu. Aksine burada bırakmak istediğim çok şey vardı. Zihnimdeki düşünceler gibi.

Altüst olan hayatımıza ardımızda bırakıp buradan kilometrelerce uzağa gidecektik. Aslında buna gitmek denilmezdi. Bu tam bir kaçıştı. Yedi suçlunun kendi zindanlarına olan kaçışları.

Pars uzun bir konuşmanın ardından evden ayrıldı. O giderken hepimiz salonda oturuyorduk. Kimse ayağa kalkmadı. Kimse tek kelime etmedi. Kimse herhangi birinin gözüne bakamadı. Herkes başını önüne eğmiş düşünüyordu. Onlar neler düşünüyor bilmiyorum. Doğrusu hiçbir şekilde de bilmek istemiyorum. Benim zihin içindeki düşünceler bile beni öldürürken bir başkasının zihnindekileri kaldırabilecek güçte değildim.

"Kaçıyor muyuz yani şimdi?" Salondaki uzun sessizliği bu soruyla bozan Doğan oldu. Onun hemen ardından sessiz salonda Savaş'ın sesi duyuldu.

"Öyle görünüyor." Bu kısa konuşmanın ardından yine sessizlik hakim oldu ortama. Kimse bir şey söylemiyordu. Yorum yapılmıyordu. Çünkü artık kelimelerin tükendiği o son noktadaydık. Kimsenin söyleyecek hiçbir şeyi yoktu.

Bulunduğumuz son nokta bizi derin bir sessizliğe gömmüştü. Kelimelerimizi, cümlelerimizi almış bizi dilsiz bırakmıştı. Artık dilsizdik, sessizdik.

Son nokta hepimizi yok ediyordu.

"Böyle olmaması gerekiyordu," dediğim an hepsinin gözleri beni buldu. Günlerce süren sessizliğimin ardından bu konu hakkında benden duydukları ilk şey onların dikkatini çekmişti. Son noktanın üzerime attığı toprağın altında nefes alma çabasıydı bu cümle aslında.

"Böyle bitmemesi gerekiyordu," dedim bu kez de ve hepsinin gözlerine tek tek baktım. "Biz sadece bizi çektikleri şeyin çıkmaya çalışıyorduk. Fakat şimdi bataklığa gömüldük. Hiçbiriniz dile getirmiyorsunuz. Hatta belki düşünmeye bile korkuyorsunuz ama biz o bataklıkta boğuluyoruz artık. Elimizden tutup çıkaran yok. Aksine çıkmaya çalıştığımız ilk an tekme atıp biraz daha bataklığa gömülmemizi sağlayacak onlarca kişi var."

Çektiler gözlerini benden. Hepsi önüne döndü. Hepsi gözlerini yere sabitledi. Çünkü söylediklerimin doğru olduğunu hepsi çok iyi biliyordu. Yüzleşmekten kaçtıkları gerçekleri bir bir yüzlerine çarpıyordum. Fakat amacım kötü değildi. Aksine iyi bir şey yapmaya çalışıyordum. Herkesin her şeyin farkında olması gerekiyordu.

"Buradan Panama'ya gideceğiz. Pars'ın da dediği gibi orada kendimize yeni bir hayat kurmaya çalışacağız. Kimseyi tanımadığımız için hep bir arada olacağız. Zaten birbirimizden ayrılabileceğimizi düşünmüyorum. Fakat hayatımız değişecek işte. Buraya bir daha hiçbir zaman dönemeyeceğiz mesela. Birer kahraman olarak değil birer suçlu olarak ayrılıyoruz bu ülkeden," derken gözlerim doldu.

"Tek suçumuz da kurtulmak istememiz. Şimdi düşünüyorum da sanırım artık kolay bir hayatımız yok. Olması da mümkün değil gibi. Her şeyimizi bırakıyoruz burada. Mesela ben, ailemi arkamda bırakmak zorundayım. Oraya gittiğimde bir gün bir haber gelecek. Ne bileyim annen rahatsızlandı diyecekler ya da deden kötüleşti. Hayat bu sonuçta, her şey olabilir. Buraya asla dönemeyeceğim. Ailemin yanında olamayacağım. Bunları sadece kendim için söylemiyorum, her şey sizin için de geçerli. Kabul edelim ki bizim hayatımız mahvoldu," deyip ben de başımı önüme eğdim.

"Hem de bir hiç uğruna," diye ekledim ve derin bir nefes aldım. Hiç kimseden ses çıkmıyordu. Çünkü söylediklerimin içinde kötü bir şey yoktu. Yanlış bir şey de yoktu. Hepsi doğrulardı ve bunu çok iyi biliyorlardı.

"Günlerdir sizi suçladığımı düşünüyorsunuz. Odaya gidiyorum, yalnız kalıyorum, sizden uzak duruyorum diye pişman olduğumu zannediyorsunuz." İşte bu cümlelerimle yeniden gözler beni buldu. Hepsinin yüzünden öyle bir ifade vardı ki o an gerçekten de söylediklerimi düşündüklerini anladım.

"Yaptığım şeyden pişman değilim ben. Eğer o gün Taner'le bir olup sizin karşınızda dursaydım işte ancak o zaman pişman olurdum. Çünkü o zaman yanlış yapmış olurdum. Ben sadece düşünüyorum, bundan sonra ne yapacağımı düşünüyorum. Hayatıma nasıl devam edeceğimi, nasıl yaşayacağımı düşünüyorum. Bunu yaparken kendi köşeme çekiliyorum. Çünkü buna bir tek ben ve içimdeki ses karar verebiliriz. Bu yüzden beni suçlamayın. Beni yanlış anlamayın. Derdim sizinle değil, derdim kendimle. Hatta bence bunu siz de yapmalısınız. Hayatı değişen bir tek ben değilim, siz de varsınız ve kendinize bir yol çizmeniz gerekiyor," deyip ayağa kalktım.

"Ayrıca size öfkeli değilim. Sizden nefret etmiyorum. Sanki her şey böyleymiş gibi davranmayın bana. Hem..." Sustum, boğazım düğüm düğüm oldu. Konuşmakta bile zorlandım. Kalbimin içinde öyle bir yangın vardı ki bu yangın artık beni de öldürmeye başlamıştı. Nefesimi kesiyor, beni konuşturmuyordu. Canım acıyordu yani kısacası.

Kirpiklerim ıslandı, parmaklarımın ucuyla sildim gözyaşlarımı. Hepsi bana merakla bakarken de yutkundum. Boğazımda oluşan o düğümden kurtuldum.

"Benim sizden başka kimsem kalmadı. Doğrusu bizim birbirimizden başka hiç kimsemiz kalmadı. Hepimiz aynı çıkmaz sokaktayız. Ben böyle düşünüyorum. Sizden nefret ettiğimi falan düşünmüyorum. Ben sizi anlıyorum. Umarım siz de beni anlarsınız," dedim ve hepsini salonda öylece bırakıp odama gittim.

Günlerdir hissettiğim şeyler tam olarak bunlardı. Ne zaman onlardan biri ile göz göze gelsem sanki kendilerinden nefret ediyormuşum gibi davranıyorlardı. Buna artık tahammülüm kalmadığı için bu konuşmayı yapmıştım. Çünkü onlara da dediğim gibi bu konunun onlarla hiç bir ilgisi yoktu. İçimdeki savaş beni kabuğuma çekilmeye itiyordu. Sessizlik ve yalnızlık istiyordum. Belki bencilce geliyordur bilmiyorum ama Ateş'i bile yanımda istemiyorum. Çünkü onun yanındayken gerçek Mira olamıyorum.

Yatağıma uzandım, dizlerimi karnıma kadar çektim. Evde toplam altı oda vardı. Biz ise yedi kişiydik. Buraya ilk geldiğimiz gün Ateş bu odada benimle kalabileceğini düşünürken onu net bir dille reddetmiştim. Hatta sırf bu yüzden bana iki gün trip bile atmıştı. Fakat siniri sonradan kendiliğinden geçmişti.

Onu üzdüğüm ve kızdırdığım için ben de üzülmüştüm ama bu denli kendimle kalmak ve yalnız olmak istiyorken onunla aynı odayı paylaşmam mümkün değildi. Bu yüzden de kardeşiyle, Uras'la, aynı odada kalıyordu. Zaten kaldıkları odada iki tane tek kişilik yatak vardı. Rahatlıkla sığıyorlardı.

Düşüncelerimin arasında sırt üstü uzandım yatağa. Günlerdir baktığım tavana bir kez daha baktım. Sanki burada uzanıp da o tavanı izleyince tüm sorunlarım geçiyor gibiydi. Sanki bu saçma şey işe yarıyordu.

Gözlerimi kapattım. Annemi, babamı, dedemi düşündüm. Salonda bahsettiğim şeyin bir gün gerçek olma ihtimali beni delirtti. Onların yanında olamamak beni çok korkuttu ama bu bir gerçekti. Kötü bir ihtimal değil, gerçekti! Bizim gerçeğimiz.

Odanın kapısına vuruldu. Gözlerimi kapattım. Uyuyor numarası yaptım. Çünkü kimseyle konuşmak istemiyordum. Bir kez daha vuruldu kapıya. Ne ses verdim ne de gözlerimi açtım. Çok geçmeden kapı açıldı. Kulağıma gelen bu sert adım seslerinin kime ait olduğunu çok iyi biliyordum.

Az sonra yatağın kenarına oturduğunu hisettim. Sonra da elimi tuttu. Uyumadığımı çok iyi biliyordu. Buna rağmen açmadım gözlerimi, numara yapmaya devam ettim. Avuç içimden öptü. Sakalları elime batarken bu hissin beni bu denli etkilemesini beklemiyordum.

Hemen ardından o sakalları yanağımda hisettim. Boynuma minik bir buse kondurdu. Geri çekilmeden önce kulağıma "Seni seviyorum," diye fısıldadı. Parmakları yanağımda gezindi. Yanağımı okşadı. Saçlarıma dokundu.

"Keşke her şeyi düzeltebilsem." Bu cümleden çaresizlik akıyordu. Bizim çaresizliğimiz sadece benim değil, onun da canını yakıyordu.

"Özür dilerim Mira, her şey benim hayatım yüzünden. Benim hayatım sizinkileri de mahvetti." Bu cümlesiyle açtım gözlerimi, gözlerinin içine baktım. Biliyor olduğu için bu yaptığım onu şaşırtmadı.

"Keşke geçmişe dönebilsem. O zaman siz isteseniz de bu işin içine girmenize izin vermezdim."

"Geçmişe dönseydim," diye girdim konuya. "Böyle bir şey için şansım olsaydı ve dönebilseydim. Her şeyin böyle olacağını da bilseydim. Yine de aynı şeyleri yapardım," dedim kendimden emin bir şekilde.

"Hatta daha eskiye dönebilseydim ihanetimi silerdim."

Kaşlarını çattı. "Hâlâ bunu mu düşünüyorsun?" diye sordu, gözlerimi başka bir tarafa çevirdim ve iç geçirdim.

"Hiç aklımdan çıkmıyor, diğer hiçbir şeyin çıkmadığı gibi.

"Kendini yoruyorsun Mira, zihnini çok yoruyorsun," dedi, gözlerimi kapattım ve bu şekilde konuşmaya devam ettim.

"Haklısın, yoruluyorum ve," dedim göğsüm kabardı, ciğerlerimi nefesle doldurdum ve aldığım nefesi yavaş yavaş verirken konuştum. "Yorgunum," dedim. Aslında şu anki hâlimi, dengesizliğimi, öfkemi açıklayan tek cümleydi bu.

Yorgunum.

Yorgunluk artık ağır gelmeye başlamıştı.

"Dinlen o zaman," dedi, yüzümde buruk bir tebessüm oluştu.

"Bu konuda başarılı değilim." Hafifçe bana doğru eğildi. Kollarını iki yanıma koydu, bir eli saçlarımın ucundayken diğeri yanağımda geziniyordu.

"Mira," diye fısıldadı Ateş, gözlerini dudaklarımdan çekti, gözlerime baktı. "Keşke sana her şeyi unutturabilsem."

Derin bir iç çektim.

"Yapamaz mısın?" diye sordum, başını olumsuz anlamda salladı.

"Böyle özel güçlerim yok," dedi, ne demek istediğimi anlamamış olmasından dolayı dudaklarım yana kıvrıldı.

"Aşkın var ama," dedim, ben de onun yüzüne dokundum. "Onunla unutturamaz mısın her şeyi." Bu kez anlamış olacak ki yüzünde muzip bir ifade oluştu.

"Bilmem yapabilir miyim?"

"Denemek lazım." Verdiğim cevapla yüzündeki muzip ifade daha da arttı.

"Deneyeyim mi?" Sordu, kaşlarımı hayır anlamında kaldırdım.

"Hayır." Bu cevabımla bozuldu. Bu konuşmanın sonunda çok daha farklı bir şey bekliyordu çünkü. "Ben denerim," diye ekledim ve hiç beklemediği bir anda dudaklarımı dudaklarına bastırdım.

Günlerdir aramızda olan soğukluk dudaklarımızın sıcaklığıyla ısınırken aramızdaki buzlar erimeye başlamıştı. Bizim aramıza girebilecek her şey bizim ateşimizle yanıp kül olmaya mahkûmdu zaten.

Fakat bir gün o ateş hiç yakmaması gereken bir şeyi yakacaktı. İşte o zaman içinde bulunduğumuz zindanda o yangını yaşamaya mahkûm olacaktık.

Bölüm Sonu!

Selamlarrr :) kısacıkbir aradan sonra yine bir aradayız. Nasılsınız? Neler yapıyorsunuz?

Üçüncü perde ilk iki perdeden çok farklı olacak. Bölümler ilerlediği zaman zaten ne demek istediğimizi siz de çok iyi anlayacaksınız.

Mira'nın bu tavırları devam edecek mi dersiniz?

Sizce böyle davranmakta haklı mıydı?

Bölümde en sevdiğiniz sahne hangisi oldu?

Bölümü en iyi anlatan emojiyi buraya bırakabilirsiniz :)

O zaman yeni bölümde görüşmek üzere diyelim, kendinize çok iyi bakın. Sevgiyle kalın.♡

Duyuru ve alıntılar için sosyal medya hesaplarım;

Instagram: gizzemasllan

Twitter: gizzemasllan

SEVİYORUM SİZİ♡

Loading...
0%