Yeni Üyelik
84.
Bölüm

83.BÖLÜM "GİZLİ VEDA"

@gizzemasllan

Selam suç ortaklarım :)

Bir önceki bölüme gelen yorumlarınız için çok teşekkür ederim.♡ Bu bölüm için yorumlarınızı da sabırsızlıkla bekliyorum.

Başlamadan önce yıldıza dokunarak bana destek olabilirsiniz.

Ben de buraya sizin için bir yıldız bırakıyorum.⭐ Sizinkileri de bekliyorum :)

Keyifli okumalar.♡

83. BÖLÜM "GİZLİ VEDA"

Odada bir sağa bir sola gidip volta atmaktan başım dönmeye başlamıştı. Sürekli düşünmekten de delirmek üzereydim. Aslında delirmiştim de işte tamamen kaybediyordum aklımı.

"Sakin ol Mira," dedim kendi kendime ve başım dönmeye başladığı için kendimi yatağın kenarına attım, oraya oturdum. Elimdeki telefonun hâlâ açık olduğunu fark edince hızla kapattım. Taner'le konuşmuş olsam da telefonun daha fazla açık kalması hiçbir şekilde doğru değildi.

Telefonu kapatıp da yatağın içine bıraktıktan hemen sonra başımı önüme eğdim, ellerimin arasına aldım. Ne yapacağım şimdi ben? Ne yapmam daha doğru? Az önce gideceğim dedim ama gerçekten de gidebilecek miyim? Nasıl yapacağım peki bunu? Bizimkilere haber verecek miyim? Ateş'e durumu kesinlikle anlatmam gerekiyordu ama diğerlerinden emin değildim. Hepsini benimle birlikte burada kalmaya mecbur bırakamazdım ama Ateş kendi kararını kendi vermeliydi. Ona öylece arkamı dönemezdim ama onu böyle bir karar vermeye zorlamak canımı yakıyordu.

Gözlerim dolarken odanın kapısı açıldı, başımı arkaya çevirip kapıya baktığımda odaya giren Ateş'i gördüm. Bakışlarımız kesişti, telefonla konuşmadığımı fark edince az önceki tedirgin hâli yok oldu ve rahat bir tavırla girdi içeriye.

"İyi misin?" diye sordu, telaşla ayağa kalkıp yanıma gittim.

"Konuşmamız lazım."

Kaşlarını çattı. "Kötü bir şey mi oldu?"

"Az önce..." diye konuya girmemle dışarıdan Uras'ın bağırma sesinin gelmesi bir oldu, Ateş telaşla odadan ayrıldı. Konuşmayı falan unutup ben de peşinden çıktığımda Uras'ın, Doğan'a saldırmaya çalıştığını fark ettim.

"Gönderim bunu bu evden!" diye bağırıyordu öfkeyle. "Zarar verecek bu bize, gönderin bunu!"

Doğan'ın bakışları bizi buldu. "Bir anda ne oldu bilmiyorum, salonda oturuyordum, gelip birden böyle bağırmaya başladı," dedi.

Ateş, Uras'ın yanına giderken Savaş'ın Erdem'e "Bu çocuğun hemen tedaviye başlaması lazım," dediğini duydum.

Gözümden bir damla yaş akarken Erdem "Pars doktor ayarlamış, gideceğimiz yerde bizi bekliyor," dedi, boğazım düğüm düğüm olurken önünde durduğum odaya girdim yeniden.

Gözyaşlarım acıyla akmaya başlarlarken gidip yatağın kenarına oturdum. Onun benimle değil kardeşiyle olması gerekiyordu ve ben onu benimle kalmaya zorlayacaktım. Zorlamaktan da öte mecbur bırakacaktım. Çünkü durumu öğrendiği an asla gitmeyi tercih etmez, benimle kalırdı ama benimle kalırsa kardeşini yalnız bırakmak zorunda kalırdı. Bu, sadece birkaç ay için olsa iyiydi ama sonunda yakalanmak vardı. Eğer yakalanırsak hayatının geri kalanını bu kez de benim yüzümden kardeşiyle ayrı geçirmek zorunda kalacaktı. Ben babamı kurtaracağım diye onun hayatını mahvedecektim.

Bu düşünceler nefesimi kesiyormuş gibi hissettiğimde gözyaşlarım hızlandı. Her ne kadar kendime engel olmaya çalışsam da olamadım ve ağlamaya devam ettim. Bunu ona yapmak istemiyorum. Onu benimle birlikte pisliğin içine çekmek istemiyorum. Hayatımın sonuna kadar yanımda kalsın istiyorum ama canı yansın istemiyorum.

Gözyaşlarım giderek hızlanırlarken onları silmeye çalıştım ama başarılı olamadım. Ona anlatamazdım, bunu ona yapamazdım. En doğrusu her şeyi Pars'a anlatmak olacaktı. Belki benim bile bir şey yapmama gerek kalmaz, o bir şeyler yapabilirdi bu konuda ya da başka bir çözüm yolu bulurdu bizim için.

Aldığım bu kararla yeniden telefona sarıldım ve kapattığını telefonu açıp Pars'ı aradım.

"Aradığınız numara kullanılmamaktadır."

Duyduğum bu sesle öfkeyle yatağa vurdum, numarasını değiştirmiş olmalıydı ve sanırım o buraya gelmeden ona ulaşmanın başka bir yolu yoktu. Bu gece artık gelmezdi, yarın da erkenden yola çıkacaklardı. Bu da onlarla gitmemek zorunda olduğum anlamına geliyordu ve ben Ateş'e bunu yapmak istemiyordum.

"Mira." Ateş'in sesiyle gözyaşlarını sildim ve ayağa kalktım, arkamı döndüğümde yeniden odaya girdiğini görüp yanına gittim.

"İyi misin?" diye sordu bir kez daha ve endişeyle gözlerime baktı.

"İyiyim," dedim ve konuyu değiştirmek için "Uras'ın neyi var yine?" diye sordum.

"Yine sinir krizi," dedi çaresizce ve devam etti. "İlaçlarını verdim, Savaş yanında, uyur birazdan."

"Artık iyi bir tedavi olması gerekiyor," dedim.

"Gittiğimiz zaman halledeceğim. Pars özel bir doktor ayarlamış ama yine de daha iyi araştırmak lazım. Belki hastaneye yatması gerekebilir. Gidince yapılacak çok iş var yani," dedi.

Gözlerimi kaçırdım, gözlerine bakamadım. O böyle konuşurken nasıl anlatacaktım olanları? Nasıl diyeyim, gitme, benimle kal ve birlikte babamı kurtaralım? Hiç sevmediğin babamı...

"Sen iyi olduğuna emin misin? Yüzün bembeyaz," dedi, gözlerim yeniden onu buldu.

"Sanırım değilim," dedim, doğruyu söyledim. İyi değildim, bu konuda boş yere yalan söylemenin de bir anlamı yoktu. "Annemi çok özlemişim," diye ekledim ve devam ettim. "Bunu onunla konuşunca daha çok anladım." Bunu söylerken Ateş'in elini elimde hisettim. Bununla eşzamanlı olarak başımı kaldırıp gözlerine baktığımda beni mutlu etmek istercesine tebessüm ettiğini fark ettim.

"Panama'ya gidelim, yerleşelim. Oradaki her şeyi yoluna sokalım. Sana söz veriyorum oraya gelecek ilk kişi annen olacak. Yanımıza gelmesi, onu görmen için elimden gelen her şeyi yapacağım." Bu cümleyle kendimi kötü hissettim, hem de çok kötü hisettim.

"Biraz daha dayanman gerekiyor sadece. Söz veriyorum sana anneni getireceğim. Hatta istersen deden, teyzen, Serkan da gelirler. İstediğin kadar kalırlar, onları görürsün." Küçük ve buruk bir tebessüm ettim sadece. Bir yorum yapmak, bir şeyler söylemek istemedim.

"Hadi artık asma yüzünü, hem bak konuştun annenle, iyi olduklarını öğrendin, onlar da senin iyi olduğunu öğrendiler. Üzme artık kendini, n'olur." O böyle konuşurken ondan bir şey saklıyor olmak canımı fazlasıyla yakarken daha fazla dayanamadım ve sımsıkı sarıldım ona

"Seni çok seviyorum," dedim daha da sıkı sarılırken.

"Ben de güzelim," dedi ve iç geçirdi. "Ben de seni çok seviyorum," deyip geri çekildi ve gözlerime baktı.

"Sana söz veriyorum her şeyi yoluna sokacağım. Söz veriyorum düzelecek her şey, eskisi gibi olmayacak belki ama eskisinden çok daha iyi olması için elimden gelen her şeyi yapacağım." İşte bu söylediği mümkün değildi. Belki her şey yoluna girebilirdi, her şey güzel olabilirdi ama eskisinden daha güzel olamazdı. Eski yaşandı ve bitti. Bir daha asla öyle hayatım olmayacaktı. Bunun farkındayım ve canımı en çok da bu yakıyordu.

"Söz mü?" diye sordum yine de. Gerçek olmayacak biliyorum ama yine de bunları duymaya ihtiyacım vardı. Varsın olmasın ama ben duyayım, bir anlığına da olsa iyi hissedeyim. Kandırsın beni de kendini de. Buna razıyım. Çünkü artık benim kandırılmaya ihtiyacım vardı.

"Söz Mira'm," dedi Ateş gözlerimin içine yumuşacık bakarak ve ekledi. "Söz veriyorum güzel sevgilim," diye tamamladı cümlesini, tebessüm ettim

"Her şey güzel olacak," dedim.

Başını salladı. "Her şey en az senin kadar güzel olacak," dediğinde yüzümdeki tebessüm arttı. İçimden gelen şeyi yaptım ve ona yaklaştım, dudaklarına küçük bir öpücük bıraktım. Bunu yapıp geri çekilecekken bir anda eli belimi buldu, beni kendine çekti ve geri çekilmeme izin vermedi, beni öpmeye başladı.

Buna engel olmadım. Hatta aksine kollarımı boynuna doladım ve öpüşüne karşılık verdim. Bunu yaparken gözlerim kapandı, kalbim huzurla doldu. Ateş dudaklarımdan ayrıldığında da gözlerimi araladım, onun gözlerinin içine baktım.

"Seni özledim," dedi, yüzümü avuçlarının arasına aldı ve devam etti.

"Seni çok özledim Mira," derken iç geçirdi. "Mira olmanı özledim, mutlu olmanı özledim." O an gözlerim doldu, gözlerimi kaçırdım.

"Bu Mira değil mesela," dedi, bakışlarım yeniden onu bulurken de devam etti. "Benim tanıdığım Mira gözlerini kaçırmazdı. Benim tanıdığım Mira böyle biri değildi," derken dudaklarını alnıma bastırdı, öptü beni. Geri çekildiğinde yine gözlerimin içine bakıyordu.

"Sakın o Mira'nın yok olmasına izin verme tamam mı? Sakın o Mira'yı yok etme," derken böyle bir korkusu varmış gibi hisettim. "Çünkü ben en çok o Mira'yı seviyorum." İşte bu cümleyle canım o kadar çok yandı ki bu yangıyı kelimelere sığdıramazdım. Kelimelere sığmayan bu yangın içime de sığmıyordu artık. Bu yüzden de her an bir damla gözyaşı olarak yanağımdan süzülüyordu. Benim yanağımdan süzülen her bir damla aslında çektiğim bir acıydı. Ben onları içimden atmak istercesine ağlıyordum.

"Yok etmem," dedim, bu zaten mümkün değildi ki. Benim sevdiğim Mira da oydu çünkü. Ben oydum. Başka biri olamazdım. Başka biri olmaya çalışmak benim ölümüm demekti. Ölümüm ve yok oluşum. Fakat yaşadığım bu kadar şeye rağmen ben ne ölmek ne de yok olmak istiyorum. Ben sadece her şeyin yoluna girmesini ve onunla mutlu olmayı istiyorum ama sanırım bundan önce bir kez daha beni affetmek zorunda kalacaktı. Ve maalesef beni affetmesini isteyemeyecek kadar mahçuptum ona karşı.

Ben ona karşı hiçbir şey yapmamışken, yapamıyorken o benim için bazen kendi olmaktan bile vazgeçmişti. Bunu bilirken ve onu bu kadar çok severken fazlasını nasıl isteyebilirdim ki? Hem bunun daha fazlası var mıydı?

"Söz mü?" diye sordu o da da, ben de ona tebessüm ettim.

"Söz Ateş," dedim, birbirimize bakmaya devam ettik.

Ta ki o bir anda eğilip de yeniden beni öpene kadar.

Ben de yine engel olmadım ona, yine beni öpmesine izin verdim. Belki de bu onu son öpüşüm, son görüşümdü. Belki de bu onunla son anlarımdı, onu bir daha görmeyecektim. Görmek, arkasından ben de gitmek için elimden geleni yapacaktım ama eğer yakalanırsam bu mümkün olmazdı ve sanırım şu an farkında olmadan ona veda ediyordum. İnsan hiç veda ettiğinin sonradan farkına varır mı? Ben de öyle olmuştu.

Ateş dudaklarımdan ayrıldı, gülümsedim ona. Bu hüzünlü bir gülümsemeydi. O da bunun farkındaydı ama hiçbir şey sormadı, sormayışı da işime geldi.

"Hadi biraz uyu," dedi gözlerime dikkatle bakarken ve ekledi. "Yorgun görünüyorsun."

Başımı salladım. "Peki," demekle yetindim.

Ateş yanımdan uzaklaşıp kapıya doğru giderken arkasından baktım. Canım yanıyordu ama elimden bir şey gelmiyordu. Çünkü bu işin sonunda yakalanmak vardı. Yakalanmak ve hapse gitmek ve ben hiç kimsenin hayatı benim yüzümden biraz daha mahvolsun istemiyorum. Zaten hepsi bir çıkmaz sokaktalar ve günlerdir o sokağın duvarlarını yıkmak için çabalıyorlar. Şimdi o duvarda oluşan küçük bir delikten kaçmak için şansları varken benim yüzümden bu tarafta kalmalarına izin veremem.

Onlara 2 yıl önce yeterince kötülük yapmıştım, şimdi bunu bir kez daha yapamam.

Ateş odadan çıkmadan önce durup bana döndü ve "İyi geceler," dedi.

"İyi geceler," dedim ben de ona tebessüm ederken. Gözlerimi ondan bir saniye bile olsun ayırmazken odadan çıktı ve gitti. Arkasından bakmak yerine önüme döndüm, yatağın kenarına oturdum, başımı önüme eğdim ve ellerimin arasına aldım.

Düşünmem ve bir şeyler bulmam lazımdı. Bu evden nasıl çıkacağımı, İstanbul'a nasıl gideceğimi, orada ne yapacağımı hesaplayarak çıkmam lazımdı buradan. Öyle çıkıyorum deyip çıkmakla olmazdı. Tamam risk alıyordum ama yakalanmayı göze almıyordum. Bu yüzden tedbirli de olmam gerekiyordu.

Düşünürken aklıma gelen tek isim Ceyhun oldu. Pars'a ulaşmam için bir tek o yardımcı olabilirdi bana. İstanbul'a kadar da tek başıma ulaşırdım illa ki...

Bunları düşünürken telefonumu aldım elime. Taner beni bu akşam için çağırmıştı bir yerlere ama bu akşam gitmem mümkün değildi. Bu yüzden yeniden telefonu açtım ve ona mesaj attım. Yazdığım tek şey bu akşam yetişemeyecek kadar çok uzakta olduğum ve bana biraz zaman vermesini istediğim oldu. Çok geçmeden, yaklaşık birkaç dakika sonra da ondan kabul ettiğine dair bir mesaj geldi. Fakat konumu yarın yeniden belirleyeceğini ve ona konum attıktan sonra yanına ulaşmam için bana sadece yirmi dakika vereceğini yazdı. Sanırım kendisine tuzak kurmamdan korkuyordu. Aslında tam da öyle olacaktı.

Hiçbir şey yapmadan öylece oraya gidecek hâlim yoktu. Onu alt etmek için iyi bir plan yapmalı ve öyle gitmeliydim oraya. Parsa da tam olarak bu yüzden ulaşmam gerekiyordu zaten.

"Hesap vereceksin Taner," dedim kendi kendime ve devam ettim. "Yaptığın her şeyin hesabını vereceksin." Bunu söylerken de yeniden telefonu kapatmıştım.

Her şey yarın akşam olacağı için acele etmeme gerek yoktu. Buradan herkes uyuduktan sonra çıkacaktım. Bu onlara ihanet gibi gelecekti. Bir kez daha kendilerini yarı yolda bıraktığımı düşüneceklerdi ama aksine onlara iyilik yapıyordum bu kez. Beni bulamazlarsa bırakıp gitmek zorunda kalacaklardı. Normal bir durumda olsalardı Ateş kalırdı belki, arardı beni ama bu kez bunu yapamayacaktı. Kendisiyle beraber diğerlerinin de hayatı söz konusuyken onları göz ardı edip de benim peşimden gelemezdi. Çünkü o da çok iyi biliyordu kendisi kalırsa diğerlerinin de bir bir kalmaya karar vereceklerini. Bunu göze alamayacak, gitmek zorunda kalacaktı ve ben onun gerçekten gitmesini istiyordum.

Gitmesini ve kendini kurtarmasını... Belki bir gün ben de yanına gidebilirdim, tabii her şey aynı kalır mıydı onu bilmiyorum işte. Belki de hiçbir zaman beni affetmeyecekti. Affetmesini istemeye de hakkım yoktu zaten.

Elimi yüzüme bastırdım, kendime gelmeye çalıştım. Kendime geldiğim ilk an aslında herkese veda etmem gerektiğini fark ettim. Ayağa kalkmalı, bu odadan çıkmalı ve bunu yapmalıydım. Ateş'e nasıl veda ettiysem onların da buna hakkı vardı. Yarın sabaha kadar bunun bir veda olduğunu fark etmeyecek olsalar da bunu yapmalıydım.

Ateş'e uyuyacağım dediğim hâlde ayağa kalktım ve odadan çıktım. Salona gittiğimde burada olduklarını fark ettim. Az önce var olan kasvetli hava dağılmıştı ve çok mutlularmış gibi bir şeyler konuşup gülüyorlardı. Ateş de bunlara dahildi. Aralarında bir tek Cansu yoktu. Onlar beni fark etmezken ilk önce Cansu'yla konuşmaya karar verdim, odasına gittim.

Odasının önünde durup da kapıya birkaç kez vurduktan sonra odaya girdim. Onu yatağında uzanırken gördüm. Beni görünce doğruldu, arkasına yaslandı. "Mira," dedi, şaşkındı. Şaşkın olması çok normaldi. Çünkü en son ne zaman böyle bir şey yaptım hatırlamıyorum. Hatta sanırım buraya geldiğimizden beri bunu hiç yapmadım, onunla hiç yalnız kalmadık.

"Müsait misin?"

Başını salladı. "Evet, gelsene," derken yatağının kenarını gösterdi, yanına yürüdüm ve yatağın kenarına oturdum. "Bir şey mi oldu?" diye sordu, başımı olumsuz anlamda salladım.

"Hayır, sadece odada canım sıkıldı biraz. Salondaki muhabbette pek sarmadı, bir sana bakayım dedim." Açıkladım, anladım dercesine başını salladı. "Eee sen ne yapıyordun burada böyle?" diye sordum, omuz silkti.

"Hiç, biraz salondan uzak kalmak istedim sadece. Yarın neler olacağını biliyorsun. Belki de uzun süre yalnız kalmak için fırsatım olmayacak, bu kez bunu değerlendireyim dedim," dedi ve arkasına yaslandı.

"İnsan bazen yalnız kalmak istiyor, en sevdiğini bile istemiyor yanında. Ben seni anlıyorum yani. Son günlerde de biraz daha anlamaya başladım." Bunu duymak beni mutlu ederken Cansu devam etti.

"Neyse eee anlatsana Ateş'le aranız düzeldi mi?"

"Hiç bozulmadı ki," dediğimde şaşkınca kaldı karşımda.

"Hiç bozulmadı mı? Bu yüzden mi sürekli kavga edip duruyorsunuz? Valla bir ara ben artık bunlar birbirlerini öldürürler falan diyordum." Sessizce güldüm.

"Yok, yani o kadar büyük bir şey yok. Birkaç küçük anlaşmazlık işte. O da kendince haklı ben de. Onun da yaptığı kötü bir şey, iyi olmamı istiyor ve bunun için çabalıyor. Sanırım benim biraz alttan almam gerekiyordu ama ben de bunu yapamayınca tartışıyorduk işte. Fakat şimdi iyiyiz, anlaşıyoruz yani."

"Böyle söyleyince komik oluyor," dedi, ben de güldüm.

"Biraz öyle," dediğimde ikimiz de sustuk, bu kez konuyu açan ben olmak istedim.

"Erdem'le nasıl gidiyor? Devam ediyor musunuz?"

Başını olumsuz anlamda salladı. "Hayır." İşte buna şaşırdım, hayır mı? Bitmiş miydi ilişkileri?

"Denedik ama olmadı," diye devam etti konuşmasına Cansu. "Yani daha tam anlamıyla oturup da bir ayrılık konuşması yapmadık ama..." dedi.

"Ama?" diye sordum, gayet rahat bir sekilde cevap verdi.

"Şu son üç gündür de ne bir araya geldik ne de bir şey konuştuk. Günaydın, iyi geceler, afiyet olsun, Ateş nerede, Doğan nerede gibi şeyler dışında birbirimize karşı tek kelime bile etmedik." Bunu söylerken canı çok sıkkın gibiydi.

"Başta konuşmaya çalıştım onunla, belirsizliğe bir son vermek için ama çok beceremedim. O da konuşmak için herhangi bir şey yapmadı, böyle devam ediyoruz işte. Fakat her şeyin bittiği belli, sadece oturup birbirimize bitti dememiz gerekiyor," dediğinde anında içimden geçen şeyi söyledim.

"Belki de bunu söylemek istemediği için konuşmaktan kaçıyordur. Bitti dememek için senden uzak duruyor, konuşmak istemiyordur," dedim, o sırada gözlerindeki hüznü hisettim.

"Öyle bir şey olsaydı bitirmek yerine düzeltmek için bir şeyler yapardı ama Erdem ben yokmuşum gibi davranıyor. Sanki aramızda hiçbir şey geçmemiş gibi. Onu ilk tanıdığımda bana ne kadar uzak ve soğuksa yine öyle işte. Bazen diyorum acaba bir hata mı yaptım, onu üzdüm mü ama yok hiçbir şey yapmadım ben. O bir anda böyle davranmaya başladı." Ona ne diyeceğimi bilemediğimi için sustum.

"Aman neyse boş ver," dedi, ıslanan kirpiklerini kuruladı, kendini toparladı. "Ben her şeyi artık oluruna bıraktım, bir şeyler için kendimi zorlamayacağım. Zaten bundan sonra bizde zamandan bol başka bir şey yok. Elbet bir gün o da konuşmak isteyecek ve geçecek karşıma."

"Sen de haklısın," dedim, o sırada bir anda odanın kapısı açıldı. Başımı o tarafa çevirdiğimde gördüğüm kişi Uras'tan başkası değildi. Ateş'in söylediğinin aksine uyumamıştı ve az öncekinin aksine gayet iyi, sakin görünüyordu.

"Bilgisayarım nerede benim?" diye sordu Cansu'ya bakarak, tek derdi bilgisayardı şimdilik. Neler olduğunun hâlâ farkında değildi. Aslında bazen farkında gibi hissediyordum ama sonra öyle bir şey oluyordu ki aklının yerinde olmadığından emin oluyordum.

"Salondaki masanın üzerinde görmüştüm," dedi Cansu, Uras kaşlarını çattı.

"Baktım ama yoktu!" Kızdı, bilgisayarı kaybolduğu zaman çocuk resmen evde terör estiriyordu.

"Ama orada gördüm en son, dur ben bir bakayım ona." Cansu bunu söylerken Ateş de odaya girdi.

"Uras! Oğlum ben sana..." Ve beni gördü, sustu, şaşırdı. "Mira," dedi şaşkın bir tavırla ve ekledi. "Senin burada ne işin var?" Tam ona açıklama yapacakken Cansu araya girdi.

"Aaa kız yan odaya da mı gelemeyecek? Canı sıkılmış ve konuşmaya gelmiş!" Cansu nedenini bilmediğim bir şekilde Ateş'e kızarken Ateş ona döndü.

"Kızım ne kızıyorsun lan? Ben bir şey mi dedim? Merak ettim sordum!" Ateş kendini savunurken araya başka bir ses girdi.

"Siktiğimin evinde herkes gergin, bir tane aklı başında bir insan yok!" Hafifçe eğildiğimde kapısı açık olan odanın önündeki Erdem'i gördüm. Kendi odasına giderken konuşmaya şahit olmuş olacak ki araya girmişti.

"Ne küfür ediyorsun sen oradan ya? Sana bir şey diyen mi oldu?" Cansu Erdem'e de kızdı. O anda salondan bir bağırma sesi geldi.

"Uras! Gel buraya gel! Buldum bilgisayarını!" Bu Doğan'ın sesiydi, biraz yüksek sesle bağırmıştı. Uras da hemen ona karşılık olarak bağırmıştı.

"Geliyorum!" Uras böyle bağırıp da salona doğru yol alırken araya Savaş'ın sesi girdi.

"Lan benim telefonum kayboldu bu kez de! Telefonumu gören oldu mu? Biri arasın beni!" Savaş bunu derken Erdem bu kez de ona doğru bakarak konuştu.

"Ev ev değil ki! Dingonun ahırı sanki!" Erdem nedenini bilmediğim şekilde kızmaya devam ederken Cansu da araya girdi.

"Aynen öyle!" dedi ve yatağın kenarına otururken daha sessiz bir şekilde ekledi. "Tek hayvan da sensin." Söylediği şeyle bakışlarım hemen Erdem'i buldu. Cansu'nun söylediği şeyi duymuş olacak ki bir anda odaya girdi.

"Sen bana bir şey mi dedin? Ne konuşuyorsun öyle ağzının içinden?" diye kızdı, Cansu hemen ayağa kalktı.

"Ağzımın içinden konuştuğum yok! Hem niye giriyorsun sen benim odama! Çık dışarıya!" Cansu yine kızarken Erdem ellerini arkasında birleştirdi.

"Çıkmıyorum lan! Çıkmayacağım da! Hadi gel çıkar!" Onlar bir anda sebepsiz yere kavga etmeye başlarlarken Ateş'in eli bileğimi kavradı. Bakışlarım onu bulurken beni ayağa kaldırdı ve odadan çıkardı. Salondan telefon, bilgisayar kavgası gelirken benim odaya girdik. Ateş odanın kapısını kapattı ilk an sesler büyük ölçüde kesilmiş oldu, rahat bir nefes aldım. Dışarısı gerçekten tam bir savaş alanıydı. Herkes birbiriyle kavga ediyordu. Sanki biri birine saldırmak için onun tek kelime etmesini bekliyordu.

"Niye böyle oldu herkes?" diye sordum, dışarıda gördüğüm şeyler hoşuma gitmemişti. Burada herkesin birbirine ihtiyacı varken şimdi herkes kavga ediyordu.

"Herkes yarının gerginliğini yaşıyor, birbirlerine çatıyorlar. Yarını bir atlatalım kavgalar biter," dedi Ateş, başımı salladım. Bitse bile ben görmeyeceğim. Benim yolum onlardan bu gece ayrılıyordu. Bunun için bana çok kızacaklar hatta belki benden nefret edecekler, en çok da Ateş bana benim bunu yapmaktan başka çarem yoktu ve yapacağım.

"Anlıyorum," dedim, bu konu hakkında başka bir şey söylemek istemedim ve yatağın kenarına oturdum. Oysa hepsiyle bir bir konuşup kendimce gizli veda edecektim ama olmamıştı. Kimseyle konuşulacak bir ortam yoktu. Bir tek Cansu'yla yapabilmiştim bunu. Sanırım bu durum içimde hep ukte kalacaktı.

"Sen ne yapıyordun orada?" diye sordu Ateş, başımı kaldırıp ona baktım.

"Uyumaya çalıştım ama uyku tutmadı. Salona geldim, baktım hepiniz varsınız bir Cansu yok, ben de onun yanına gitmek istedim. Öyle konuşurken Uras içeriye girdi zaten," dedim, yanıma geldi, oturdu.

"Bir sorun yok değil mi Mira?" Şüphelenmiş gibi sordu, başımı olumsuz anlamda salladım.

"Sorun yok," dedim, buna rağmen yüzündeki o şüpheli ifade yok olmadı.

"Peki bir şeye ihtiyacın var mı?" Yine sordu, muhtemelen Cansu'nun yanına bir şeye ihtiyacım olduğu için ya da gerçekten bir sorun olduğu için gittiğimi düşünüyordu. Aslında haklıydı da. Bir sorun olduğu için gitmiştim. O sorun doğrultusunda ona ve diğerlerine veda etmek için. Diğerlerine veda etmek için fırsatım olmamış olsa da Cansu'ya veda etmiştim. Tamam tam bir veda sayılmazdı ama yine de son kez konuşmak için fırsatımız olmuştu. Bu da bir şeydi benim için.

"Hiçbir şeye ihtiyacım yok Ateş, kızın yanına gittim diye illa bir şey mi olması gerekiyor?"

"Evet," deyince gelen bu cevapla afalladım, devam etti.

"Güzelim günlerdir seni bu odadan sürekli zorla çıkarttığım için artık kendi isteğinle çıktığın zaman bir şeyler olduğunu düşünüyorum. Bence beni de anla," dedi, uzatmak istemedim.

"Bence bu konuyu kapatalım," dedim ve ayakkabılarımı çıkardım.

"Ben duş alacağım şimdi, biraz kendime gelmeye ihtiyacım var," deyip üzerimdeki hırkayı da çıkardım, yatağın üzerine attım ve dolaba yürüdüm, temiz kıyafetler çıkardım kendime.

"Ne de olsa yarın evden ayrılacağız. Bir daha da ne zaman fırsatımız olur hiç bilmiyorum. Hazırlıklı olmak da fayda var. Bu yüzden duş almak istiyorum," deyip ona döndüm. "Duştan çıkmamı bekleyeceksin misin?"

Kapıyı gösterdi. "Odama geçeceğim şimdi." Başımı anladım dercesine salladım. "Neyse, gideyim ben. Sabah erken kalkacağız. Duştan sonra hemen uyumaya bak," dedi, gözlerimi kapatıp açarak onayladım onu.

"Saçlarımı kurutmadan da uyuma, hasta olursun." O bunu derken canım çok yandı, onu son kez görüyormuşcasına gözlerinin içine bakarken yine başımı salladım.

"Tamam, kuruturum," dedim, sesimin elimden geldiği kadar iyi çıkmasına özen gösterdim. "İyi geceler," dediğimde hemen odadan çıkmasını umut ettim, yoksa dayanamayacak ve ağlayacaktım.

"İyi geceler," dedi o da ve kapıya doğru yürüdü. Arkasından bakarken odadan çıkmadan hemen önce bana döndü, tebessüm etti. Gülümsedim ona, önüne dönüp de odadan çıktığı ilk an gözyaşlarım akmaya başladı. Kendimi banyoya attım, kapıyı kapatıp da klozetin üzerine oturduğum ilk an elimi ağzıma bastırdım, ağlamaya başladım.

Sesim çıkmasın diye elimden geleni yaptım. Kendimi sakinleştirip de ayağa kalktığımda aynanın karşısına geçtim. "Ağlamak yok Mira!" dedim kendi kendime. "Her şeyi onların iyiliği için yapıyorum," diye devam ettim konuşmaya ve üzerimdekilerden kurtuldum kendimi suyun altına attım.

Kısa bir duştan sonra suyun altından çıktım. Ateş'in istediği şeyi yaptım, saçımın kendiliğinden kurumasına izin vermeyip ben kuruladım. Daha sonra da bornozumu giydim, banyodan çıktım.

Çıkardığım kıyafetleri giydim. Dolaptaki sırt çantasını da çıkardım. Hızla o çantanın içine gerekecek olan birkaç şeyi koydum. Evden çıkmak için her şeyi hazırladım. Daha sonra da yatağa girdim, çünkü beklemem lazımdı. Herkesin uyuduğundan emin olmalıydım.

Dakikalar geçti, evdeki sesler bir bir kesildi. Ev koca bir sessizliğe gömüldü. Normalde öğlene kadar uyurlardı. İşleri olmadığı için hiç kimse erken kalkmazdı ama yarın sabah erken kalkacakları için erkenden de uyumuşlardı. Bu da benim işime gelmişti.

Sesler kesildikten sonra da bir süre bekledim. Herkesin uyuduğundan emin olduktan sonra yataktan çıktım. Botlarımı giydim, ardından da çekmeceden bir kağıtla kalem çıkardım ve komodinin üzerinde bir not yazdım.

"Sizinle gelemem, özür dilerim. Ailemin yanında kalmam lazım, beni affedin. Lütfen beni anlayın, kızmayın ve lütfen ne olursa olsun buradan gidin, kendinizi kurtarın."

Bunu yazdıktan sonra kalemi bıraktım, tam kağıdı bırakacakken bu içime sinmedi ve yeniden kalemi elime aldım, notun altına yeni bir cümle daha ekledim.

"Ateş, seni çok seviyorum. Hepinizi çok seviyorum. Affedin."

Bunu da yazdıktan sonra kalemi yeniden bıraktım. Kağıdı da kopardım ve yatağın üzerine bıraktım. Günlerdir olduğum odaya son bir kez baktım ve çantamı aldım, sırtıma taktım.

Odanın kapısını sessizce açtım, gecenin sessizliğini bozmamak için elimden geleni yaptım. Çünkü herkes diken üstündeydi. En ufak bir ses de hemen ayaklanıyorlardı. Bu yüzden elimden geldiği kadar sessiz olmam lazımdı.

Dışarıya doğru başımı uzattım, karanlık koridora baktım. Kimse olmadığından emin olunca da ilk adımı attım ve odadan çıktım. Kapıyı usulca çektim, doğrudan mutfağa doğru sessiz adımlarla yürüdüm. Mutfağa ulaştığımda henüz yakalanmamış olmak kendime olan güvenimi yerine getirirken mutfağın bahçeye açılan kapısını kullanarak kendimi dışarıya attım ve rahat bir nefes aldım, artık gerisi çok daha kolaydı.

Etrafa bakındım, kimse olmadığından emin olduktan sonra sesiz adımlarla yürümeye devam ettim. Çünkü ev tek katlıydı, herkes şu an önünden geçtiğim pencerelerin ardındaydı. Beni görüp duymaları an meselesiydi. Bu yüzden dikkatli olmam gerekiyordu. Elimden geldiği kadar da bunu yaptım ve neyse ki hiç kimseye yakalanmadan evin arka kapısından kendimi sonunda dışarıya atabildim.

Evden çıktığım ilk an yaptığım şey sırtımdaki çantadan kepimi çıkarmak oldu. Kepi başıma takıp montumun kapşonunu da geçirdikten hemen sonra döndüm ve günlerdir kaldığım eve baktım. "Özür dilerim," dedim bir kez daha, onları arkamda bırakmayı hiç istemedim ama bunu yapmaktan başka da çarem yoktu. Hem onlar için hem de benim için en iyisi buydu.

"Özür dilerim Ateş," dedim ek olarak da, kendimi en çok ona karşı sorumlu hissediyorum. Onu bu kadar çok seviyorken ve o beni bu kadar çok seviyorken en çok onu arkamda bırakmak zor geliyordu. Fakat anlatamazdım ki ona. Nasıl anlatayım? Nasıl ben seninle gelmeyeceğim diyeyim? Gitmez ki o zaman, kendi hayatını mahvetmek uğruna yanımda kalır. İşte ben de bunun altında kalırım, bu vicdanın altında ezilirim. Buna dayanamam. Onun hayatını bir kez daha mahvedemem. Buna hakkım varmış gibi o hakkı bir kez kullanmıştım.

Dolan gözlerimi önüme çevirdim, daha fazla durup eve bakmaya gerek duymadım ve derin bir nefes aldım. Tüm nefesi ciğerlerimde topladıktan hemen sonra koşmaya başladım. Gücümün yettiği kadar hızla koştum. Uzaklaşabildiğim kadar uzaklaştım o evden. Bir daha geri dönmemeyi de arkamda bıraktıklarımı hiçbir zaman görmemeyi de göze almıştım. Bu düşünce canımı yaksa da artık gözümü karartmıştım.

Nefesim kesilene kadar koştum. Yorulunca bir ara durup dinlendim ama bu dinlenme süresini çok da uzun tutmadım ve koşmaya devam ettim. Dakikalar sonra çiftlik evinin uzağında olan kasabaya ulaşmıştım. Günlerdir ülkede fotoğraflarımız yayınlandığı için birilerinden yardım istemem mümkün bile değildi. Bu yüzden kasabadan hiç kimseyle konuşmayıp hatta hiç kimseye görünmeyip yine ayaklarıma güvenmiş ve koşmaya başlamıştım.

Gece saat on birde çiftlik evinden çıkmıştım. Oradan kasabaya, kasabadan anayola, anayoldan da şehre ulaşmam sabahın dördünü bulmuştu. Tam beş saat boyunca dur durak bilmeden koşmuş, yürümüştüm. Yorulunca yaptığım tek şey daha yavaş yürümek olmuştu, çok nadiren durmuştum.

Yürüyerek İstanbul'a girdiğimde saat sabahın beşini geçiyordu. Ayaklarım da yürümekten derman kalmamış olsa da buna devam etmiş, Ceyhun'un evine doğru yol almıştım. Neyse ki evi bu tarafa uzak kalmıyordu. Tamam çok da yakın sayılmaz da ama hiç değilse karşıda değildi.

Saat altıya doğru Ceyhun'un evine ulaştım. Fakat öyle hemen evine gitmedim, önce yalnız olduğundan emin olmam lazımdı. Bu yüzden sokağın başında dakikalarca bekledim. Geçen her dakika risk alıyordum. Çünkü hava aydınlanmıştı ve insanlar sokaklara dökülmüştü. Her an birisi beni fark edebilirdi. Şu an yüzümü iyi gizliyor olsam da bu da şüphe çekici bir durumdu.

Bunları düşünürken aklıma Ateş ve diğerleri geldi. Çoktan uyanmış olmaları gerekiyordu. Hatta çoktan yokluğumu fark etmişlerdir bile. Onları bıraktığım notu buldularsa zaten neler olduğunu anlamışlardır ve ben şu an ne yaptıklarını, ne konuştuklarını çok merak ediyordum. Umarım, kalmak gibi bir hataya düşmezlerdi. Umarım, giderlerdi. Gider ve kurtulurlardı buradan.

Zihnimden geçen düşünceler bunlar olurken Ceyhun'un arabasını gördüm. Caddenin diğer başından evine doğru geliyordu. O an anladım gece mesaisi olduğunu. Mesaisi bitmişti ve evine dönüyordu. Arabasını kapısının önüne doğru durdurup içinden indi. O gece bizi o ormandan kurtaran o olmuştu. Polislerden kaçmamıza yardım etmişti. Tam da bu yüzden ona güveniyorum zaten. Kaçmamıza yardım eden adam, yakalanmam için bir şey yapmazdı.

Kaldığı apartmana doğru yürürken ben de hemen harekete geçtim. Hızlı adımlarla yanına ulaştım. O beni fark etmeyip eve girdi. Apartman kapısı kapanmadan ben de kendimi apartmandan içeriye attım. Onu merdivenlerden çıkarken gördüm.

"Pşşt," dememle durdu ve bana döndü. Kapşonumla, boğazlı kazağımla yüzümü iyice kapattığım için anında kaşları çatıldı. Beni tanımamıştı. Hiç tereddüt etmeden elimi başıma attım ve kapşonumu çıkardım. Hemen ardından da kepimi çıkardım. Daha sonra da başımı kaldırdım ve gözlerinin içine baktım, karşımda şaşkınca kaldı.

"Mira." İsmi ağzından dökülürken çıkmış olduğu merdivenleri yeniden indi ve tam karşımda durdu. Beni görmek onu bozguna uğratmıştı. Bunu şu an her hâliyle belli ediyordu.

"Senin burada ne işin var?" diye sordu fazlasıyla şaşkın bir şekilde. "Diğerleriyle birlikte kaçmış olman gerekiyordu," dediğinde ben de şaşırdım, o bunu nereden biliyordu ki? Bunu düşünürken bunu sorgulamayı daha sonraya bıraktım ve omuz silktim.

"Burada kalmam gerekiyordu," dedim, Ceyhun hâlâ hayretler içinde bana bakarken de devam ettim.

"Yardıma ihtiyacım var ve senden başka gidecek hiç kimsem de yok. Bir an önce Pars'a ulaşmam gerekiyor. Bana yardım eder misin?" diye dordum, elini ensesine attı, tereddütle bana baktı. Korktuğu bir şeyler var gibiydi. Korkması da normaldi. Ben olsam ben de başıma iş açacağım diye korkardım. O da hâliyle korkuyordu ama yine de bir umut gelmiştim işte yanına çünkü gerçekten de gidecek başka hiç kimsem yoktu.

"Tabii ki yardım ederim," dedi, o an rahat bir nefes aldım, devam etti. "Elimden gelen her şeyi yaparım," dediğinde buruk da olsa gülümsedim ona. Gözlerim doldu, zaten artık her şeye gözlerim dolar olmuştu.

"Teşekkür ederim," dedim ve arkadaşça sarıldım. Elleri belimi bulurken o da bana sarıldı. Uzun zaman sonra o ev dışında birilerini görmek, birisiyle konuşmak iyi gelirken Ateş aklıma geldi ve bu hisle gözümden bir damla yaş aktı, Ceyhun'un omzuna düştü.

Tam o anda sağımızda kalan apartman kapısı açıldı. Telaşa düştüm, biri yüzümü görecek diye çok korktum ve yüzümü Ceyhun'un omzuna gömdüm. Kulağına da "Sakın hareket etme," diye fısıldadım. Ceyhun istediğimi yapıp hiçbir şekilde hareket etmezken bir hareketlilik olmasını bekledim. Apartmana giren kişinin üst kata çıkmasını falan bekledim ama olmadı. Bu bekleyiş de Ceyhun'un söylediği şeyi duyana kadar sürdü.

"Ateş." Ve işte o an tüm vücudum buz kesti, kaskatı kesildim. Ceyhun'dan usulca ayrılıp da apartman kapısına baktığımda gördüğüm kişi Ates'ten başkası değildi. O da şu an bana büyük bir öfkeyle ve hayal kırıklığıyla bakıyordu.

Sanırım gördüğü şeyi fazlasıyla yanlış anlamıştı.

Bölüm Sonu!

Instagram: gizzemasllan

Twitter: gizzemasllan

Loading...
0%