Yeni Üyelik
85.
Bölüm

84.BÖLÜM "TERK EDİLMEK"

@gizzemasllan

Selam suç ortaklarım :)

Bir önceki bölüme gelen yorumlarınız için çok teşekkür ederim.♡ Bu bölüm için yorumlarınızı da sabırsızlıkla bekliyorum.

Başlamadan önce yıldıza dokunarak bana destek olabilirsiniz.

Ben de buraya sizin için bir yıldız bırakıyorum.⭐ Sizinkileri de bekliyorum :)

Keyifli okumalar.♡

84. BÖLÜM "TERK EDİLMEK"

Ateş öfkeli gözlerini gözlerimden bir saniye bile olsun çekmezken ne yapacağımı ne diyeceğimi bilemedim. Yanlış anladığını, yanlış anladığı şey yüzünden de bu kadar öfkelendiğinin farkındaydım ama bunu açıklamak için tek kelime bile çıkmadı ağzımdan. Çünkü bu kadar sinirliyken ne beni dinlerdi ne de dinlese anlardı. Bu yüzden önce biraz olsun sakinleşmesi gerekiyordu.

"Ateş," dedi Ceyhun bir kez daha. Benden sonra onu gördüğü için de fazlasıyla şaşkındı. Bunu da her şekilde belli ediyordu.

Ateş gözünün ucuyla Ceyhun'a öfkeli bir bakış atıp bana döndüğünde bir açıklama beklediğini fark ettim. Çünkü tek kelime etmiyor, sadece gözlerimin içine bakıyordu. Sanırım bu durumda benim bir şeyler söylemem gerekiyordu. Fakat konuya nereden gireceğimi, ne söyleyeceğimi hiçbir şekilde bilmiyorum.

"Ateş," dedim ben de ve ona doğru bir adım attım. Eşzamanlı olarak bakışlarını benden çekti, Ceyhun'a baktı. Bir şeyler söylemek istiyor gibiydi. Bunun farkındayken konuşmak için dudaklarını araladı. Tam da o anda dışarıdan polis arabasının siren sesleri gelmeye başladı.

Hızla başımı apartman kapısına çevirdim. Gözlerim iri iri olmuş bir şekilde o tarafa bakarken duyulan sesler Ateş'in umurunda değil gibiydi. Bu yüzden ona müdahele eden de Ceyhun oldu. Yanına gitti ve onu kapının önünden çekti, açık olan kapıyı kapattı. Hemen ardından da bize döndü.

"Dün gece burada bir hırsızlık olayı olmuş. Bu yüzden polisler devriye atıyorlar, gelip gidiyorlar sokağa. Riskli bir zamanda geldiniz yani. Dikkatli olmamız gerekiyor, yoksa yakalanırsınız. Şimdi hadi gelin kimse görmeden eve girelim, konuşalım," dedi Ceyhun, ne Ateş ne de ben ona cevap vermezken "Hadi!" diye ısrar etti ve ekledi. "Bence siz de yakalanmak istemezsiniz, yürüyün," deyip de merdivenlere yöneldiğinde hâlâ dikkatle Ateş'e bakıyordum. Tabii ki o da bana...

"Ateş," dedim bir kez daha ve ona doğru bir adım attım, gözlerinin içine baktım. "Lütfen kızmadan önce beni bir dinle." Bunu dediğim hâlde sadece bana bakmakla yetindi, ağzını açıp da tek kelime etmedi.

"Biliyorum..." Devam etmeme izin vermeden yanımdan geçti ve üst kata yöneldi. Ben olduğum yerde kalırken o merdivenleri çıktı. Arkasından şaşkınca baktım. Dinlemeyecek miydi yani? Tek kelime bile etmeyecek kadar mı öfkelenmişti?

Ateş Ceyhun'un peşinden üst kata çıkarken burada durmak yerine peşlerinden gittim. Onu anlamam lazımdı. İlk anın öfkesiyle tabii ki böyle davranacaktı. Siniri biraz geçsin beni dinler, anlardı. Hem onun buraya nasıl geldiğini, beni bu kadar kısa zamanda nasıl bulduğunu da öğrenmem lazımdı.

Ceyhun'un evine çıktık, Ceyhun'un açtığı kapıdan geçip de eve girdiğimizde Ateş doğrudan salona yöneldi, rastgele bir yere oturdu. O an burada oluşundan dolayı çok da kızgın olmadığını düşündüm. Gerçekten bizi yanlış anlamış olsaydı ve çok fazla kızgın olsaydı Ceyhun'un evine girer miydi? Sanırım bunu yapmazdı. Benim tanıdığım Demirkan yakalanmayı göze alır ama yine de bunu yapmazdı. Fakat şimdi burada olduğuna göre bizi çok da yanlış anlamış sayılmaz diye içimden geçirirken Ateş başındaki siyah kepi çıkardı ve orta sehpanın üzerine doğru attı. Hemen ardından da boğazına kadar çektiği montunun fermuarını indirdi, derin bir nefes aldı.

"Bana neler olduğunu anlatacak mısınız? Bir anda neden geldiniz ikiniz de buraya? Büyük bir sorun olmuş olsa gerek, yoksa bir anda böyle ortaya çıkmanız pek de mantıklı değil." Ceyhun bunu derken ben dikkatle Ateş'e baktım. Dirseklerini dizinin üzerine koymuş, ellerini önünde birleştirmiş, öne doğru eğilmiş ve ayağını gergince sallıyordu. Bunu yaparken de ne bana ne de Ceyhun'a gözünün ucuyla bile bakmıyordu.

"Anlatacağım," dedim bakışlarımı Ceyhun'a çevirerek. Onun da gözleri hemen beni bulurken devam ettim. "Fakat bize birkaç dakika müsade eder misin?" diye sordum, bir bana bir de Ateş'e baktıktan sonra anlayışla başını salladı.

"Peki," dedi, elini kaldırıp ilerideki bir odayı gösterdi. "Yatak odasında olacağım, birini aramam gerekiyordu," dedi ve o tarafa yöneldi. O yatak odasına girip kapısını kapatırken ben de Ateş'in yanına gittim. Sakin sakin konuşmak için tam yanına oturacakken bir anda ayağa kalktı, ellerini arkasında birleştirdi ve pencereye doğru yürüdü, peşinden gittim.

O pencereden dışarıya bakarken yanında durdum. "Konuşmayacak mısın benimle?" diye sordum, buna rağmen dönüp de bana bakmadı.

"Ateş biliyorum kızgınsın ama yanlış anladın beni. Ben..." Bir anda bana döndü, susmama neden oldu. Öyle bir dönmüştü ki tek kelime daha edemedim.

"Neyi yanlış anladım?" diye sordu bir anda öfkeyle. "Beni, bizi bırakıp buraya gelmiş olmanı mı?" Konuşmak için dudaklarımı araladım ama engel oldu bana.

"Bana arkanı dönüp o adama sarılmış olmanı mı? Söylesene Mira neyi yanlış anladım ben?" Cevap vermek istedim ama yine engel oldu bana, kendisi devam etti.

"Sen bana arkanı döndün, beni yarı yolda bıraktın, buraya geldin," dediğinde çok öfkeliydi. Şu an hissedebildiğim tek duygusu da tam da bu yüzden sadece öfkeydi.

"Ben sizin için..." Bu kez de sözümü kesti.

"Bizim için öyle mi? Bizim için mi bizi bıraktın? Bizim için mi bu adama sarıldın?" Yine sordu, yine cevap vermek istedim ama olmadı, devam etti. "Bunları bizim için mi yaptın Mira? Hepimizi yarı yolda bırakarak bize iyilik mi yaptın?" Hiçbir şey bilmediği için böyle söylemesi çok normaldi.

"Yemin ederim bilmediğin şeyler var. Dün gece..." Yine sözümü kesti, yine devam etmeme izin vermedi.

"Ben ne olduğunu çok iyi biliyorum!" dedi bir anda, afalladım. Tahmin mi ediyor yoksa sinirle yanlış şeyler mi düşünüyor diye içimden geçirirken devam etti konuşmaya.

"Dün o piç sana babanın fotoğrafını attı," dediği an şaşkınca kaldım, gerçekten de biliyor muydu? "Sonra da seninle görüşmek istedi, sen de kabul ettin." Gözlerimin içine bakarak söyledi bunları. Nereden biliyor, nasıl öğrendi hiçbir fikrim yoktu ama doğruymuş, gerçekten de her şeyi biliyormuş.

"Seni bir yere çağırdı, evden kaçıp da yetişemeyeceğin için onunla bu akşama görüşme ayarladın. Dün gece de gece yarısı biz uyuduktan sonra kaçtın, buraya geldin." Hiçbir şey diyemedim, her şeyi biliyordu zaten. Ona anlatacağım herhangi bir şey kalmamıştı. Sanırım en kötüsü de buydu zaten. Bu durumun içinde olmak. Her şeyi bildiği hâlde bana bu kadar öfkeli olması bu öfkesinin uzun zaman süreceğinin kanıtıydı.

"Buna rağmen öfkelisin bana," dedim, ellerini iki yana açtı.

"Ne yapmamı bekliyordun? Aferin, iyi yaptın mı demeliyim?" diye sordu, sesi yine öfkeli çıkmıştı. Bir şeyler söylemek istedim ama bu kez de ben ne diyeceğimi bilemedim ve sustum.

"Sen beni arkanda bıraktın Mira! Buna neyin sebep olduğu zerre kadar umurumda değil!" dediği an benim de kaşlarım çatıldı.

"Senin o umurunda olmayan şey benim babamın hayatı!" dedim, bu kez benim de sesim sinirli çıktı.

"Konuyu değiştirmeye çalışma! Öyle demek istemediğimi çok iyi biliyorsun!" dediğinde yine konuşmak istedim ama o yine benden önce davrandı.

"Benim şu an tek umurumda olan şey olanların sonucunda senin ne yaptığın! Gelip her şeyi bana anlatmak, benimle paylaşmak, benden yardım istemek varken sen bana arkanı döndün! Bana güvenmek yerine beni arkanda bıraktın, benden ayrılmayı göze aldın ve bu adama geldin!" Böyle diyerek her şeyi başka bir yöne çekiyordu.

"Ateş..." Yine sözümü kesti, buna sinir olmaya başlamıştım artık.

"Açıklama yapmana gerek yok!" deyip kestirip attı. "Ben anlayacağımı anladım, göreceğimi gördüm! Az önce aşağıda çok iyi gördüm hem de."

Sıkıntıyla ofladım.

"Beni dinlemek zorundasın," dedim, anında yanıt verdi.

"Değilim, sen bir şeyleri anlatmak için geç kaldın. Dün gece yanıma gelmeli, dün gece her şeyi anlatmalıydın. Şimdi değil, şimdi sen gerçekten geç kaldın Mira. Şu saatten sonra söyleyeceğin hiçbir şey benden ayrılmış olmayı tercih etmiş olduğunu değiştirmeyecek." Hiçbir şey diyemedim. O kadar sinirliydi ve kendini her şeye o kadar çok kapatmıştı ki ne dersem diyeyim fayda etmeyecek gibiydi.

"Sen dün gece o evden kaçıp giderken, buraya gelirken benden ayrıldın. Beni arkanda bıraktın ve bir daha görmemeyi, karşılaşmamayı göze aldın, hayatından çıkardın. Doğru mu değil mi?" Sordu.

"Ben sadece..." Sözümü yine kesti.

"Doğru mu değil mi?" Israrla sordu.

"Doğru ama..." Yine devam etmeme izin vermedi, konuşmama bile fırsat vermiyordu ki kendimi anlatayım.

"Aması yok!" diyerek tüm lafları ağzıma tıktı. "Olamaz da, bunun bir açıklaması olmasın da. Yaptıysan yaptığın şeyin arkasında dur." Benden tek kelime duymaya tahammülü yokmuş gibi davranıyordu.

"İlk kaçtığımız gün, o çiftliğe ilk gittiğimiz gün bana bir şey söylemiştin hatırlıyor musun?" diye sordu, zihnim o güne giderken hiçbir şey hatırlamadığımı fark ettim, başımı olumsuz anlamda salladım.

"Hatırlamıyorum," dedim, bunu hiç sorun etmeyip kendisi açıkladı.

"O gün aynı odada kalacağımızı düşünürken bana uzak kalmak istediğini söyledin. Yalnız kalmak istediğini, buna ihtiyacın olduğunu söyledin. Uzak kalmak bize iyi gelecek dedin. Haklıymışsın aslında gerçekten de uzak kalmamız gerekiyormuş." İşte o an karşısında kalakaldım, gözlerim doldu.

"Ayrıca ne ben ne de diğerleri hiçbir yere gitmeyeceğiz. Yanında olacağız. Diğerleri bizi bırakıp gittiğini, kaçtığını bilmiyorlar. Hiçbir zaman da bilmeyecekler. Emin ol detayları öğrendiklerinde onlar da ellerinden gelen her şeyi yapacaklar babanı kurtarmak için. Ben de hep yanında olacağım. Babanı kurtarmak için her şeyi yapacağım. O piç Taner'e hak ettiğini yapacağız ama her şey bu kadarla sınırlı olsa çok daha iyi olacak," derken resmen aşk anlamında hiçbir şey yaşanmayacağını ima ediyordu. Hatta ima falan etmiyordu. Bayağı açıkça söylüyordu.

"Benden ayrılıyor musun?" diye sordum, ellerini arkasında birleştirdi, bir adım geri gitti.

"Bunu yapan sen oldun. Ben senden değil, sen benden ayrıldın," dedi, tam o anda zil çaldı, biri geldi. Göz ucuyla kapıya bakıp Ateş'e döndüm.

"Bana haksızlık yapıyorsun," dedim.

Tek kaşını kaldırdı.

"Bunu söyleyen sen misin gerçekten? Ben mi sana haksızlık yapıyorum?" Ateş bunu sorarken yatak odasının kapısı açıldı, Ceyhun çıktı. Ateş o tarafa dönerken ben sadece ona baktım.

"Beni dinlemedin bile," dediğimde bakışları yeniden beni buldu.

"Ne söyleyeceğini çok iyi biliyorum çünkü ve dinlemeye gerek duymuyorum." Bu cümle beni sinirlendirdi.

"Böyle kestirip atamazsın! Bunu yapmaya hakkın yok! Beni dinlemek zorundasın! Ben sizin için yaptım her şeyi! Eğer anlatsaydım benimle kalacağınızı, yanımda olacağınızı çok iyi biliyordum. Fakat benim yüzümden hayatınız mahvolsun istemedim. Her şey zaten yolundan çıkmışken..." Sözümü kesen şey araya giren bir başka ses oldu.

"Sizinkiler geldi." Ceyhun'un sesiyle o tarafa döndüm, kapıyı açtığını ve bizimkileri içeriye aldığını gördüm. Hepsi buraya gelmişlerdi. Ateş haberleri yok demişti ama şimdi hepsi buradaydı. Onları şu an için görmezden gelip Ateş'e döndüm.

"Her şey yolundan çıkmışken biraz daha bozulsun istemedim. Sizin kurtulmak için bir umudunuz var. Burada benimle olmak, babam için bir şeyler yapmak zorunda değilsiniz," dediğimde beni bir tek o duydu, çünkü diğerleri şu an için sadece Ceyhun'la konuşuyorlardı.

"Şimdi sırası değil konuşmanın," dedi ve ekledi. "Herkesin içinde kavga etmeye de gerek yok. Ayrıca daha önemli bir derdimiz var," deyip yanımdan geçti ve bizimkilerin yanına gitti. Arkasından öylece baktım, göğsümü kabartan nefesimi sıkıntıyla dışarıya verdim. O sırada Ateş, Erdem'in yanındaydı.

Böyle olacağını tahmin etmemiştim. Onun her şeyi öğreneceğini, peşimden geleceğini, onun da diğerlerinin de gitmekten vazgeçeceğini tahmin etmemiştim. Hesaba da katmamıştım. Onun da dediği gibi onu bir daha görmemeyi göze almıştım, bunu göze aldıktan birkaç saat sonra onu karşımda görmeyi beklemiyordum. Şimdi ona yaşattığım kırgınlığın ağırlığı omuzlarıma yüklenmişti, canımı sıkıyordu.

Fakat beni anlaması lazımdı. Anlaması gerekiyordu. Hatta en çok onun beni anlaması lazımdı. Çünkü hiçbir zaman bunu konuşmamış olsak da herkesin bu hâlde olmasının suçlusu olarak hep kendini görmüştü ve görmeye devam ediyordu. Bunu ona baktığım her an görebiliyordum. Aylar sonra benim yüzümden her şey biraz daha yolundan çıktığında şu an onun hissettiklerini hissetmek istemiyorum. O duyguları hissetmekten çok korkuyorum.

Bunları düşünürken canım çok sıkıldı ama elimden hiçbir şey gelmedi. Başımı hafifçe öne eğdim, herkese arkamı döndüm. Başımızdaki dertler yetmiyormuş gibi her gün o dert yükünün üzerine biraz daha ekleniyordu. Bu durumu artık kaldıramıyorum.

"Akşam için iyi bir plana ihtiyacımız var," dedi Erdem, onun sesiyle bakışlarım onu bulduğunda üzerindeki montu çıkarıp da koltuğun üzerine attığını gördüm.

"Gitmiyor musunuz?" diye sorduğum an hepsinin bakışları bir bir beni buldu. Bir tek Ateş bakmadı yüzüme, dönmedi bana. Fakat ben de bir tek o baksın istemedim ama yapmadı bunu.

"Nereye?" Bunu soran Savaş olurken gözlerimi Ateş'ten çektim, ona baktım.

"Panama'ya. Pars her şeyi ayarladı, sizi buradan kaçıracak. Burada kalmak zorunda değilsiniz. Burada kalmanız, Taner'e karşı benimle birlikte savaş açmanız demek yakalanmayı göze almanız demek. Yakalandığınız zaman ne olacak hiç düşünmüyor musunuz? Belki de hayatınızın sonuna kadar bir hücrede tek başınıza kalacaksınız. Burnunuzu bile çıkarmanıza izin vermezler," dedim, bir şeylerin farkına varsınlar ve durup biraz düşünsünler istedim.

Aslında istediğim şey de oldu. Hepsi gözlerimin içine bakarak en az bir otuz saniye sessiz kaldılar. Kimseden çıt çıkmadı. Ne tek kelime ettiler ne de hareket ettiler. Sadece sustular. Düşünüyor olmaları her şeyin farkına varacak olmalarını düşünmeme neden olurken bu otuz saniyenin sonunda ilk konuşan Doğan oldu.

"Bence biz onu tuzağa çekmeliyiz," dedi, sessizliği bozduğu bu cümlesiyle ilgi alanımda bir tek kendisi olurken o da Erdem gibi montunu çıkardı ve koltuğun üzerine attı. "Taner'i bir şekilde avlamamız gerekiyor. Bu yüzden ona iyi bir tuzak kurmalıyız," diye devam etti cümlesine, Cansu hemen atıldı.

"Bu tuzak öyle bir şey olmalı ki bir daha asla böyle bir tehditte bulunmaya cesaret etmemeli," diye konuya girdiğinde gözlerim bu kez de onu buldu, onun ardından Savaş devam etti.

"Önce işin aslını bir öğrenelim, planı ona göre kurarız." O kendi fikrini sunarken Erdem koltuklardan birine oturdu.

"O piçe hiçbir şey yapmadan gitmek canımı çok sıkıyordu zaten. Şimdi hiç değilse bunun için bir bahanemiz var artık." Onlar Taner hakkında konuşmaya devam ederken hepsine şaşkınca baktım. Az önce hiçbir şey söylememişim gibi davranıyorlardı.

"Burada birisi bana da ne olduğunu anlatacak mı? Söylediklerinizden hiçbir şey anlamıyorum çünkü. Taner ne yaptı?" Ceyhun sordu, bunu sorarken de hepimize bir bir bakıyordu.

"Biz de tam ne olduğunu bilmiyoruz," dedi Savaş ve salondaki tekli koltuğa oturdu. "Erdem yolda bir şeyler anlattı ama pek fazla anlayamadık," dedi, bakışları beni buldu.

"Şu işi en başından anlat da bilelim." O bunu derken Ateş'e baktım. Ellerini arkasında birleştirmiş, Erdem'in oturduğu koltuğun kenarında duruyordu. Bakışları bir an bile olsun beni bulmuyor, hiçbir şekilde yüzüme bakmıyordu.

"Hadi, biriniz bir şey anlatın artık," derken Cansu da bir yere oturdu. Onun ardından Doğan, Ceyhun da bir yerlere oturdular. Ayakta kalan bir ben bir de Ateş olurken her şeyi olduğu gibi anlatmak için yaptığım ilk hamlede Ateş çoktan konuya girmişti bile.

"Dün gece Mira gitmeden önce annesiyle konuşmak istedi. Biz de evin şoförüyle bir şekilde iletişime geçtik, annesine ulaştık. Pars'ın verdiği güvenli bir telefonla aradık, korkmayın. Mira annesiyle konuştuktan sonra telefonu açık unutmuş, aynı telefonu eskiden de kullandığı için Taner'in ona ulaşması uzun sürmedi. Sabah uyandığımızda babasının fotoğrafını atmış, gelmezsen onu öldürürüm diye tehdit etmişti. Biz de apar topar evden çıktık, buraya geldik. Taner hakkında bir şeyler öğrenmek için. Erdem'i de yoldayken aradım zaten, kaçış iptal oldu, gelin diye. Olan biten bu, başka bir şey yok."

Ateş'in söylediklerini şaşkınca dinledim. Hiçbir şey böyle olmamıştı ki. Her şey çok daha farklı bir şekilde ilerlemişti ama o bu şekilde anlatmayı tercih etmişti.

Bunu düşünürken Ceyhun'la göz göze geldim. Ateş'in yalan söylediğini anlamış gibi bir hâli vardı. Çünkü buraya birlikte gelmediğimizi, Ateş'i gördüğümde büyük bir şaşkınlık yaşadığımı görmüştü. Fakat bu durumu dile getirmedi, sessiz kaldı. Yalan söylediğimizi fark etti ve bu yalana ortak oldu.

"Her şey bu kadar mı?" Bunu soran Erdem olurken Ateş'in yaptığı tek şey başını sallamak oldu.

"Bu adamın seni annen, deden varken cezaevindeki babanla tehdit etmesinin bir nedeni olmalı." Bunu söyleyen Doğan'dı.

"Çünkü annesini, dedesini ya da ailesinden diğerlerini bir şekilde koruyabilirdi. Hepsinin güvenliğini illa sağlardı. Fakat cezaevinde olan babasına ulaşması kolay olmaz. Bir firariyken cezaevindeki babasını koruması pek de mümkün değil," dedi Ceyhun, haklı buldum onu. Herkesi koruyabilirdim ama babama ulaşamazdım.

"Aslında bu konuda sadece Mira'nın değil, hepinizin eli kolu bağlı. Hiçbiriniz hiçbir şey yapamazsınız. Bunu çok iyi bildiğinden Mira'nın babasıyla uğraşıyor. Yoksa başka birini bulurdu kendine." Ceyhun konuşmaya devam ederken yine Ateş'e baktım. Ceyhun'u dinliyordu ama ona bakmıyordu. Ona bakmadığı gibi bana da bakmıyordu.

"Akşam seni nereye çağırdı?" Erdem sordu, ona cevap verecekken Ateş benden önce davrandı.

"Çağırmadan yirmi dakika önce haber verecek piç." Kaşlarımı çattım, bu kadar detayı nasıl biliyordu? Konuşurken beni dinlemiş miydi? Dinlediyse ne diye en başından müdahele etmemişti? Kavga etmekten bunu sormak için fırsatım olmamıştı ki.

"O zaman bulunduğu yerle ilgili bir tuzak kurmamız mümkün değil." Erdem bunu söylerken ayakta durmak istemedim, yanında durduğum koltuklardan birine oturdum.

"Başka bir şey düşünelim," dedi Cansu ve başını hafifçe öne eğdi, düşünmeye başladı.

"Düşünürüz, şimdi kalkın eve dönüyoruz." Ateş'in söylediği şeyle başımı kaldırıp ona baktım. "Ne yapacağımızı orada düşünürüz," dedikten sonra kendisi kapıya doğru yürüdü, Ceyhun'un evinde kalmak istememişti.

"Adam yirmi dakika demiş Ateş," dedi Ceyhun, bu cümleyle Ateş durdu ama bize dönmedi. "Şehrin içinde saklandığınızı hiç zannetmiyorum." Muhtemelen çok uzakta bir yerde saklanıyorsunuz. Oradan Taner'in sizi çağırdığı yere yirmi dakikada ulaşabilecek misin?" Ceyhun'un sorusuyla Ateş bir anda ona döndü.

"Sanene lan?" diye çıkıştı, kimse bunu beklemediğinden herkes şaşırırken şaşırmayan bir ben bir de Ceyhun'duk. Çünkü aşağıda gördüğü o sarılma işinden sonra ılımlı davranmayacağını çok iyi biliyorduk.

"Sen her boka karışmak zorunda mısın?" Kızmaya devam etti, Ceyhun gözünün ucuyla bana baktıktan sonra ayağa kalktı. Kavga çıkacak korkusuyla ben de hemen ayağa kalktım. Hemen ardından diğerleri de kalkarken Ceyhun Ateş'e doğru yürüdü.

"Sana karşı sakin kalmaya, seni anlamaya çalışıyorum ama benimle düzgün konuş!" diye kızdı, Ateş de ona doğru bir adım attı.

"Sana sakin ol diyen mi var lan? Beni anla mı dedim ben sana? Anlama lan! Zaten sen kimsin ki..." Devam etmesine izin vermedim.

"Şimdi durup burada kavga mı edeceksiniz?" diye sordum, ikisinin de bakışları beni bulurken devam ettim. "Bir şeyler düşünememiz, yapmamız gerekirken durup sizin kavganızı mı izleyeceğiz?" Kızdım, ikisi de birbirinden uzaklaştı.

"Burada kalıyoruz!" dediğimde Ateş'in bakışları beni buldu. Az önceki kızgınlığı arttı, öfkeyle baktı gözlerimin içine. "Çünkü o çiftlik evinden yeniden buraya yirmi dakikada dönmemiz mümkün değil!" diye tamamladım cümlemi. Ateş'in öfkesi artarken gözlerimi ondan çektim, Erdem'e baktım.

"Vaktimiz yok," dedim, ona yönelik konuştum çünkü şu an aklı başında olan bir tek onu gördüm.

"Onu kendi silahıyla vurmalıyız," dedi Erdem eşzamanlı olarak ve devam etti. "O adam seni orada yakalatmaya çalışacak," dedi, o sırada Doğan araya girdi.

"Ama bunu hemen yapamaz." Hepimiz ona döndüğümüzde de devam etti. "Çünkü seni kullanıp bizi de yakalamaya çalışacak. Yani bu akşam orada ondan başka kimse olmayacak. Ya da olacak. Kısacası önümüzde iki seçenek var. Ya seni alıkoyacak ve bizi seninle tehdit edecek. Ya da seni yanına çağıracak, babanla tehdit edecek ve bizi yakalatmanı isteyecek." Doğan'ın sunduğu iki seçenek de mantıklı geldi. Haklıydı, bu ikisinden birini yapacak olmalıydı.

"Bu yüzden bu ikisine yönelik plan hazırlamalıyız." Bunu diyen Cansu olurken başımı ona çevirdim, devam etti. "Bu akşam bu ikisinden birini yaptığında ikisi içinde yapacak bir şeylerimizin olması gerekiyor." Başımı salladım, onu onayladım ve Erdem'e döndüm.

"Cansu haklı," dediğimde o da başını salladı.

"Evet," xeyip beni onayladı ve Ateş'e baktı. "Ayrıca benim aklıma başka bir şey de geldi," dediğinde Ateş hemen atıldı.

"Neymiş o?" diye sordu, Erdem konuşmaya başladı.

"Bu adamın bir derdinin olması gerekiyor," diye girdi konuya ve devam etti. "Tamam anladık o kadın, Beril, herkesi satın almış, bize karşı kullanmak istemişti ama kadın öldü. Fakat bu adam hâlâ bizimle uğraşmaya devam ediyor." İşte o an benim de içime bir şüphe düştü, Erdem devam etti.

"Şimdi şöyle düşünün, patronunuz size bir iş veriyor sonra da vefat ediyor. O işle ilgili ortada hiçbir şey kalmıyor ama siz verilen işi yapmaya devam ediyorsunuz. Bu saçmalıktan başka bir şey değil," dedi, konuşurken hepimizle bir bir göz teması kuruyordu.

"Neden hâlâ devam ediyor bunu yapmaya? Bu adamdan biri bunu istiyor olabilir mi?" diye sorduğunda hemen araya girdim.

"Her şeyi yapan kadın öldü," dedim, Erdem'in bakışları beni bulurken de devam ettim. "Daha önceki katile dair de zaten hiçbir şey olmuyor, onun da öldüğünü biliyoruz. Bizimle kim uğraşmaya devam edebilir ki?" diye sordum, Cansu araya girdi.

"Yeni birilerinin ortaya çıkmış olmasından korkuyorum," dedi, hepimiz ona bakarken de devam etti. "Belki de ortaya yeni biri çıktı ve Taner'le iş birliği yapıyor. Belki de bizi yakalatmak için değil de ortaya çıkarmak için böyle bir yol denemişlerdir." Cansu'nun söylediği bu şeyle Ateş öfkeyle koltuğun kenarına vurdu.

"Lan oğlum bu siktiğimin dünyasında herkes mi bize düşman? Herkes mi bizden intikam almaya çalışıyor? Biri bitmeden diğeri başlıyor her seferinde! Bu ne lan! Kim lan bunlar! Kazı kazı bitmediler, bir türlü köklerini kazıyamadık!" Öfkeli bir şekilde sitem etti ve maalesef ki haklıydı.

Yine mi yeni birileri ortaya çıkmıştı? Onun da dediği gibi bu dünyadaki herkes mi bize düşmandı? Herkes mi bizden intikam almaya çalışıyordu? Bu kadar acı çekmemize neden olacak kadar mı büyük hatalar yapmıştık? Yoksa tek suçumuz polis olmak mıydı? Ya da belki tek suçumuz bir araya gelmemizdir.

"Sakin olun!" dedi Savaş her zamanki gibi çok sakin çıkan sesiyle. Onu ilk tanıdığım zamanlarda agresif, atılgan biriydi ama zaman onu değiştirmişti. Her olayı en başta sinirlenecek kişiyken artık en sakin kalanımız oydu. En sakin kalan ve hep en mantıklı düşünen o oluyordu.

"Bilip bilmeden bu kadar sinirlenmeye gerek yok. Belki de sadece gururu yüzünden peşimizdedir. Tamam sizin söylediğiniz şeyler de bir ihtimal ama adam belki de bize elinden kaçırmayı gururuna yediremedi, Bunu kişisel bir mesele haline getirdi, peşimize düştü," dedi, hepimizi sakinleştirmeye çalıştı. Aslında biraz düşününce onun da söylediklerinin mantıklı olduğuna karar verdim.

"Baktı günlerdir arıyor ve bizi bulamıyor bu şekilde ortaya çıkarmak istemiş, bu yolu denemiştir. Bunu da düşünmek lazım," dedi, o cümlesini tamamlar tamamlamaz Ateş konuştu.

"Ben onun kişiliğini sikeyim!" dedi, gözümün ucuyla ona baktım ve sıkıntıyla ofladım. Yine ağzını bozmuştu. Kimse ona müdahele etmezken devam etti.

"Ben onun meselesini de gururunu da sikeyim!" Küfür etmeye devam etti, çok öfkeliydi. Tam da bu yüzden hiç kimse ona müdahele etmiyor, kendini sakinleştirmesini bekliyorduk.

Ateş ağız dolusu küfürlerini birkaç kez daha ettikten sonra etmeye niyeti varmış gibi davranınca Erdem buna dayanamamış olacak ki araya girdi. "Tamam sen içinden devam et küfretmeye çünkü bizim konuşmamız lazım," dedi, bana döndü.

"Telefonun açık mı senin?"

Başımı salladım. "Evet."

"Güzel, bir gözün sürekli telefonda olsun. Herhangi bir şey yazdığı zaman ya da ararsa hemen söyle," deyip Doğan ve Savaş'a döndü.

"Siz ikiniz abimin yanına, adaya gidin. Önce olanları anlatın sonra da ondan silah gibi lazım olan şeyleri alın, buraya gelin," dedi, Cansu'ya döndü. Tam konuşacaktı ki Doğan araya girdi.

"Haksızlık lan bu!" dedi, gözlerim onu bulduğunda kaşlarının çatık olduğunu fark ettim.

"Abimin yanına niye biz gidiyoruz?" diye sordu, buna neden itiraz ettiğini anlayamazken Savaş devam etti onun konuşmasını.

"Oğlum adam günlerdir bu kaçış işini ayarlıyor lan! Hepsini elimizin tersiyle ittik! Kim bilir şimdi bize ne kadar öfkelidir. Yemin ederim yanına gittiğimizde o da bize elinin tersiyle bir tane çarpar." Savaş'ın söylediği şey bu durumda bile gülmek istememe neden oldu ama kendimi tuttum.

"Oğlum elinin tersiyle bir tane çarpsa iyi, benim tanıdığım Pars Atakan o adanın içinde bizi elli tur kovalar, en sonunda da yakalayıp ağzımıza sıçar." Doğan da bunu söylerken bundan gerçekten de korkuyormuş gibiydi. Sessizce güldüm, tam o sırada babam aklıma geldi ve o gülüş yüzümde soldu, canım sıkıldı. Yüzüm düşerken de Ateş'le göz göze geldim. Bana öfkeli bir bakış fırlattıktan sonra Doğan'a döndü.

"Birazdan arar Pars'a her şeyi anlatırım, anlayacaktır. Siz de hadi gidin gerekenleri alın gelin." Doğan ve Savaş birbirlerine baktılar. Savaş bir şey demeden kabullenip giderken Doğan onun aksine söylene söylene çıktı evden, geriye biz kaldık.

"Cansu sen de Agâh abiye ulaş bir şekilde. Sedat Aksoylu'nun koğuşunu değiştirmeye çalışsın. Hatta onu düzgün bir hücreye aldırması çok daha iyi olur. Birkaç gün güvende olması lazım. Fotoğraf mevzusunu da anlat. Bir yolunu bulup soruşturma başlatsın. Ancak bu şekilde Taner'in içerideki adamlarına ulaşabiliriz." Cansu Erdem'i onaylamak için başını salladı.

"Tamam, ben halledeceğim," dedi ve cebinden telefonu çıkardı, mutfağa doğru yürüdü. O sırada Erdem bu kez de Ateş'e döndü ama ona hiçbir şey söylemeden Ceyhun'a baktı. Bakışları Ceyhun ve Ateş arasında birkaç kez gidip geldikten sonra konuştu.

"Siz kavga etmeyin, yeter bana. Oturun adamakıllı akşam ne yapacağımızı düşünün.," dedi, araya girmek istedim.

"Ceyhun aslında Taner'le ilgili bir şeyler öğrenebilir. Şu an nerede, ne yaptığını bilmemiz iyi olurdu," dediğimde Ceyhun telefonunu çıkardı.

"Arayayım bir," dedi, o an Ateş'e baktım ve Ceyhun'a onu bir kaşık suda boğacakmışcasına bakışlar attığını gördüm.

Ceyhun telefonla konuşup yatak odasına doğru ilerlerken Erdem "Abi sen de bir sakin ol," dedi. Ateş dikkatini ona verirken de devam etti. "Kalkıp adamın yanına kadar siz geliyorsunuz, adam da elinden geleni yapıyor ama hâlâ ona saldırmak için bahane arıyorsun!" Erdem işin aslını bilmediğinden böyle söylerken onu ilk kez Ateş'e kızarken görmüştüm.

"Bilip bilmeden konuşma Erdem!" Ateş de kızdı, Erdem o sırada bir bana bir de Ateş'e baktı. Bakışlarındaki şüpheyi sezdim.

"Tamam," dedi aniden. "Ne olduysa oldu, bunu daha sonra aranızda halledersiniz! Şimdilik önemli olan bu akşamki buluşma! Buna odaklanmamız lazım," dedi, bize arkasını döndü ve koltuğa oturdu. Hafifçe öne eğildi.

"Güçlü bir plan kurmalıyız. Şimdi bizden bir adım önde ama öyle bir plan kurmalıyız ki biz onun önüne geçmeliyiz." O bunu söylerken hiçbir şekilde aklımı toplayıp da düşünemedim. Çünkü şu an zihnim bir tek Ateş'le meşguldü ve buna bir son vermek istiyordum.

"Ateş," deyip başımı ona çevirdim, elimi kaldırıp bileğinden tuttum. "Konuşalım," dediğimde önce bileğini tuttuğum elime daha sonra da yüzüme baktı.

"Sırası değil," deyip terslercesine bileğini çektikten sonra kendisi de gitti ve koltuklardan birine oturdu.

"Onun önüne geçebilmek için önce durumları eşitlememiz lazım. Onun da elini kolunu bağlayıp onu da polisten kaçar hâle getirmeliyiz," diyerek konuya girdi Ateş, konuşmak istiyor olmam zerre umurunda olmadı.

"Bir şekilde foyasını ortaya çıkarmamız lazım o zaman." Erdem bunu söylerken burada durmak yerine ben de yanlarına gittim. Ateş'in yanına oturmaya cesaret edemedim, Erdem'in yanına oturdum.

"Bu piçin de bu işin içinde olduğunu bir şekilde ortaya çıkarmamız lazım." Ateş bunu söyleyip arkasına yaslandı.

"Mümkün değil, her boku düşünmüştür o piç. Kendine dair bütün izleri silmiştir." Erdem'in söylediği şeyle Ateş'le aramızda geçenleri zihnimin içinde bir köşeye öteledim, araya girdim.

"Yine de kusur aramamız gerekiyor. Taner bu sonuçta, hiçbir işte iyi olmadı ki bunda iyi olsun. Bir açık bırakmış olması lazım. Bizde bu açığı yakalayalım işte."

"Haklı," dedi Ateş, sonunda bana yönelik bir şey söylemiş oldu. Zaten bu konuda hep yanımda olacağını ama aşk açısından uzak kalacağını açıkça söylemişti. "Bir kontrol etmek lazım." Ateş konuşurken Ceyhun yatak odasından çıktı, yanımıza döndü.

"Taner karakoldaymış. Esra'yla konuştum şimdi, odasından hiç çıkmadı bugün dedi." Şu adamı bir elime geçirsem gün hırsımı alacak, bütün sinirimi ondan çıkaracaktım ama elime geçmiyordu işte.

"Bizi oradan kaçırdığın gece," dedi Erdem ve başını kaldırdı, Ceyhun'a baktı. "Sen nasıl geldin oraya? Yani canın sıkıldığı için kalkıp da Taner'i takip etmedin herhalde, onu takip etmen için bir şey olmuş olması gerekiyor," dediğinde Ceyhun salondaki tekli koltuğa oturdu, arkasına yaslanırken cevap verdi Erdem'e.

"Telefon konuşmasına şahit oldum. Şüpheli şeyler söylemişti. Üstünü kapatacağı bir cinayetle ilgili bir şeyler söylüyordu. Ben de şüphe ettim, takip ettim. Yolun sonunda sizi göreceğime dair hiçbir fikrim yoktu."

"Delil yokken bu şahitlik işe yaramaz," dedi Ateş, kestirip attı ve devam etti.

"O gün o evdekileri öldürdü. Bizim yaraladığımız herkes onun elinde can verdi ama tüm ölümler bizim üzerimize kaldı. Kalan yaralılar da her şeyi yapanın biz olduğumuza dair ifade verdiler. Taner'in bu kadar kişiyi örgütlemesi mümkün değil gibi ve Erdem'in arkasında birileri var teroisi daha da güçleniyor." Ateş konuşurken arkasına yaslandı.

"Elimiz kolumuz bu denli bağlıyken ve yapabileceğimiz her şeyin artık bir sınırı varken arkasında birileri var mı varsa kim diye aramak gibi bir şansımız yok. Bunu yapsa yapsa Pars yapabilir bizim için." Bu sözlerinden sonra ayağa kalktı.

"Ben bir arayayım şunu, olanları da anlatmam lazım," dedi ve pencereye doğru yürüdü, yanımızdan uzaklaştı.

"Pars kim?" diye sordu Ceyhun, ona cevap veren ben oldum.

"Erdem ve Doğan'ın abisi." Bu cevabımla bakışlarını Erdem'e çevirdi.

"Kaçışınızı ayarlayan o, akşam için gereken her şeyi size verecek olan o, Taner'in arkasında biri var mı yok mu diye araştırsın diye aradığınız da o, hatta Mira'ya daha önce yardım edip onu kurtaran da o. Bu adam kim? Ne iş yapıyor da tüm bunlara gücü yetiyor? Fark ettiğim kadarıyla adam her şeyi hallediyor."

Hâliyle sordu, aslında bu sorunun cevabı bende de yoktu. Pars'ın ne iş yaptığına dair hiçbir fikrim yoktu. Bildiğim tek şey iyi birisi olduğu ve her ihtiyacımız olduğunda bize yardım ettiğiydi.

"Yapıyor işte bir şeyler, boş ver," dedi Erdem ve ayağa kalktı. Ceyhun bana döndü, sorarcasına göz kırptı. Bilmiyorum dercesine ben de omuz silktim. Ceyhun gözlerini benden çekerken bir anda Ateş'le göz göze geldim. Bariz öfkesi biraz daha ortaya çıkmıştı ve şu an bana da Ceyhun'a da o öfkeyle bakıyordu. Az önce konuşmadan anlaştığımız o anı görmüş, yine sinirlenmişti.

"Buradayım," dedi telefondaki Pars'e ve bize arkasını döndü, konuşmaya devam etti.

"Ben bir su içeyim," deyip ayağa kalktım. Ceyhun bir şey demezken mutfağa gittim.

Bir bardak su aldım, içtim. İçerken sandalyelerden birine oturdum. Boşalan bardağı masaya bıraktım, dirseğimi masaya, elimi de yüzüme koydum ve ofladım. Yine her şey üst üste gelmeye başlamıştı. İyi olsun diye uğraştıkça da hata yapıyordum. Hata yapmaktan nefret eden ben üst üste hata yapıyordum.

Bunları düşünürken midemin bulandığını hisettim. Aç karnına o kadar yol yürümüştüm, şimdi de su içince midem bulanmaya başlamıştı. Elimi midemin üzerine koydum, mideme baskı uygularken başımı da masaya koydum. "Ne oluyor?" Gelen sesle başımı yeniden kaldırıp mutfağa giren Ateş'e baktım.

"Bir şey yok," dedim, anında bakışları sertleşti.

"Bir şey yok." Yineledi. "Senin zaten hiçbir zaman bir şeyin yok, bir sorunun da yok. Aferin, devam et böyle. Benimle hiç konuşma, ne biliyorsan onu yap!" dedi ve gerisin geri döndü, tam mutfaktan çıkacakken konuştum.

"Lütfen," dedim, duraksadı. "Kızgınsın, hatta belki kırgınsın biliyorum ama lütfen konuşalım, dinle beni." Sesim çok çaresiz çıkarken gidemedi. Hatta bana döndü ve gözlerimin içine baktı.

"Konuşacak bir şey mi var?" diye sordu, yanına gittim.

"Var, hem de çok şey var." Ellerini arkasında birleştirdi.

"İyi, anlat. Dinliyorum," dediğinde başta afalladım, çünkü kızıp gitmesini bekledim ama bunu yapmamıştı. Daha sonra ise hemen kendimi toparladım ve o yeniden sinirlenmeden konuşmaya başladım.

"Kendini benim yerime koy. Beni bu durumdan kurtarmak için en ufak bir şansın olsaydı kurtarır mıydım yoksa bataklığın içine biraz daha çeker miydin?"

"Mira," dedi, devam edecekti ama izin vermedim.

"Sadece cevap ver," dedim, anında yanıtladı.

"Kurtarırdım ama..." Yine devam etmesine izin vermedim.

"Aması yok, ben de aynı şeyi yaptım işte. Kolay mıydı zannediyorsun? Bir daha görmeyeceğimi düşünerek giderken canım acımadı mı zannediyorsun? Acıdı ama hayatın biraz daha mahvolmasın, diğerleriyle kaç ve kurtul diye gitmek zorundaydım ve gittim. Sana güvenmediğim ya da aklına gelen başka bir şey için gitmedim, sen iyi ol diye gittim." Açıkladım, fakat yüzünde mimik oynamadı, ifadesi yumuşamadı.

"Bununla iyi olacağımı mı zannediyorsun gerçekten? Sen beni bırakıp gideceksin ve ben iyi olacağım öyle mi? Sen zaten bunu düşünüyorsan biz yanlış bir yoldayız Mira. Ya sen beni çok yanlış anlamışsın ya da ben sana kendimi hiç anlatamamışım." İşte buna hiçbir şey diyemedim.

"Dün gece hareketlerinden şüphelendim. Sen duştayken aldım telefonunu, kontrol ettim. Taner'le mesajlarını gördüm, durumu anlamam zor olmadı. Fakat kendime dedim ki Mira akıllı kız, böyle bir şey yapmaz. Tamam babasına arkasını dönmez, zaten ben de ondan bunu istemem dedim kendime ve bekledim. Gelip bana Ateş böyle oldu ve benim burada kalmam lazım demeni bekledim Mira. Gelip bana sarılmanı, benden yardım istemeni bekledim." Gözlerim doldu, gözlerinin içine bakamadım, başımı önüme eğdim.

"Sen ise bana bir not bıraktın, çekip gittin. Buraya geldin, o içeridekine sarıldın, ondan yardım istedin." Gözümden akan bir damla gözyaşını hızla sildim.

"Ben yine de buradayım, yanında olacağım. Babanı tehlikeden kurtaracağız, Taner'den kurtulacağız ama..." deyip sustu, bu sessizlik beni korkuturken başımı kaldırıp ona baktım.

"Ama ne?" diye sordum alacağım cevaptan korksam da...

"Ama," dedi bir kez daha ve iç çektikten sonra devam etti. "Aramızdaki şey ikimizi de çok yormaya başladı." Gözlerimi sımsıkı kapattım, cümlenin sonunu tahmin ettim çünkü.

"Uzak kalmak, ara vermek gerçekten de çok daha iyi olacak. İkimizin de buna ihtiyacı var." Gözlerimi açmadım, başımı önüme eğdim.

"En doğrusu bu olacak," dedi, bu kurduğu son cümle olurken ayak seslerini duydum, gözlerimi açtığımda bana arkasını döndüğünü, mutfaktan çıkıp gittiğini gördüm. Arkasından öylece bakarken bir damla gözyaşı acıyla süzüldü yanağımdan. Devamının gelmesi de çok uzun sürmezken sessiz gözyaşlarına boğuldum.

Bazen kendi isteğimle bazen mecbur kaldığım bazen de başka şansım olmadığı için defalarca kez ona arkamı dönen ben tam da şu an onun tarafından ilk kez terk edilmiş oldum.

Ateş Demirkan bu kez hatama göz yummadı ve bana arkasını döndü.

Bölüm Sonu!

Selammmm :) nasılsınız? Nasıl gidiyor hayatınız?

Sizce Ateş mi haklı Mira mı?

Bence kim haklı olursa olsun ama Mira'nın böyle bir şey yaşaması gerekiyor gibiydi. Ateş'i anlaması gerekiyordu. Anlaması için de aynı şeyi yaşaması lazımdı. Sizce?

Araları düzelecek mi dersiniz? Yoksa böyle devam ederler mi?

Taner hakkında bir şeyler ortaya çıkacak mıdır?

Bölümü en iyi anlatan emojiyi buraya bırakabilirsiniz.

Yeni bölümde görüşmek üzere:) iyi bakın kendinize güzellerim ♡

Duyurular, alıntılar ve diğer her şey için de sosyal medya hesaplarımı bırakıyorum, oradan da takip edebilirsiniz beni.

Instagram: gizzemasllan

Twitter: gizzemasllan

gizzemasllan

ÇOK SEVİYORUM SİZİ.♡

Loading...
0%