Yeni Üyelik
86.
Bölüm

85.BÖLÜM "AYRILIK"

@gizzemasllan

Selam suç ortaklarım :)

Bir önceki bölüme gelen yorumlarınız için çok teşekkür ederim.♡ Bu bölüm için yorumlarınızı da sabırsızlıkla bekliyorum.

Başlamadan önce yıldıza dokunarak bana destek olabilirsiniz.

Ben de buraya sizin için bir yıldız bırakıyorum.⭐ Sizinkileri de bekliyorum :)

Keyifli okumalar.♡

gizzemasllan Instagram: gizzemasllan

85. BÖLÜM "AYRILIK"

Başımı önüme eğmiş, etrafımda konuşulanları dinlemeye ve onları anlamaya çalışırken başımda şiddetli bir ağrı vardı. Aynı zamanda midem de bulanıyordu ve bu güçsüz hissettiren hisler yüzünden kelimenin tam anlamıyla ağlamak istiyordum. Hem de öyle bir ağlamak istiyorum ki sanki şu an kendime izin versem tüm dünya ağlama sesimi duyacak gibiydi.

"Oraya gidip de kafasına sıkmak bu işi çözmez, saçmalamayın!" Bunu diyen Erdem olurken gözümün ucuyla ona baktım. Bu teklifi sunan Savaş olmuş olacak ki ona bakarak konuşuyordu.

"Ya adam karşımıza geçip de cezaevindeki adamım benden haber almadığı zaman ilk işi Sedat Aksoylu'nun işini bitirmek olacak derse? O zaman ne olacak? Mal gibi kalacağız karşısında. Risk alıp bir şey yapamayız." Ona hak verdim ama bunu dile hiç getirmedim, konuşmak istemedim. Gözlerimi ondan çekip de Ateş'e baktığımda düşündüğünü gördüm. Bu işi mi düşünüyordu, yoksa bizi mi? Bunu merak ederken başını çevirdi, Erdem'e baktı.

"Az önce de dediğim gibi yapacağımız tek şey onu da bizim gibi firari yapmak. Ancak o zaman durumlar eşitlenir," dedi, o an anladım bizi değil de işi düşündüğünü.

"Kardeşim, tamam haklısın da nasıl yapacağız bunu? Ortada adamın bu işin içinde olduğuna dair en ufak bir delil yokken nasıl suçlayalım adamı?" Erdem sordu, o sırada midemdeki bulantı daha da artmıştı. Kusacakmış gibi hissedince burada durmak istemedim ve gözlerimi Ceyhun'a çevirdim.

"Banyoyu kullanabilir miyim?" Bu sorumla herkesin bakışlarının odağında ben olurken Ceyhun başını salladı.

"Tabii, koridorun sonunda," deyince ayağa kalktım, o sırada gözlerim istemsizce Ateş'e kaydığında bana baktığını gördüm. Fakat bu bakış çok uzun sürmedi ve gözlerini üzerimden çekti.

Sıkıntıyla iç çektim. Hiç kimseye hiçbir şey demeden Ceyhun'un tarif etmiş olduğu banyoya gittim. Banyoya gitmek için attığım birkaç adımda midem daha çok bulanırken banyoya girer girmez klozetin başına oturdum ve kustum.

Aç olduğumdan ve günlerdir doğru düzgün bir şeyler yemediğimden midemde hiçbir şey yoktu. Bu yüzden kusmak daha zor gelirken bu zorluk da boğazımı fazlasıyla acıtmıştı. Klozetin başından kalkar kalkmaz lavaboya geçtim ve elimi yüzümü bol suyla yıkadım. Bu bile kendime gelmeme neden olmazken klozete yeniden döndüm, sifonu çekip kapağını kapattım ve üzerine oturdum.

Kendimi çok güçsüz hissediyorum. Midem bulandığı ya da canım yandığı için değildi bu his. Tamam onlar da etkili olmuştu ama farklı bir şey vardı üzerimde. O farklı şeye bir isim veremiyorum, dile getiremiyorum, hangi kelime tarif eder onu da bilmiyorum. Bildiğim tek şey sanki dünya yıkılmış ben de bir enkazın altında kalmış gibi olduğum. Sanki ortada bir deniz var, herkes o denize girip yüzüp eğlenirken ben o denizde boğuluyormuş gibi hissediyorum.

Gözümden bir damla yaş aktı. Silmek istemedim. Belki de içimdeki zehri akıtmak için biraz daha ağlamam gerekiyordur düşüncesiyle gözyaşlarımın akmasına izin verdim. Tam da o anda midem daha çok bulanmaya başladı. Fakat bu kez kusmadım. Zaten artık midemde çıkaracağım hiçbir şey yoktu.

Başımı hafifçe önüme eğdim ve sessiz sessiz ağlamaya devam ettim. Normalde en ufak bir şey olduğu zaman bir dakika bile oyalanmaz ve hemen hastaneye giderdim. Asla ertelemezdim. Çünkü hasta olmayı sevmezdim ve küçük bir belirti bile olsun gösterdiğimde onun önüne geçmek için soluğu hastanede alırdım. Fakat şimdi bunu yapamıyorum. Çünkü bir firariyim ve kendi zindanımda yaşamak zorundayım.

Bunu düşünmek canımı daha çok sıktı, daha çok ağlamak istedim. Bir yandan bu durum, bir yandan babam, bir yandan Ateş derken artık dayanamayacak noktaya geldim. Babamı kurtarmak, akşam için küçücük de olsa bir plan yapmak için bile hiçbir şey yapamıyordum. Kendimi bu kadar kötü hissederken, sürekli olumsuz şeyler düşünüp daha da kötü hissetmemi sağlarken zaten bir plan kurmam mümkün değildi.

"Cezaevindeki eski emniyet müdürünün kızı firari eski komiser Mira Aksoylu," dedim bir anda, ismimim yanında ne kadar unvan vardı böyle! Tüm o unvanların bir başarıya ait olmasını isterdim ama bir utanca aitti. Hem de her bir kelimesi...

Bunu düşünüp bir de bunun için üzülürken bir anda "Ben firariyim," dedim. Zihnimde bir ışık yanarcasına aydınlandım. Aynı cümleyi birkaç kez daha üst üste tekrar ettim. Aniden aklıma gelen şey de yüzümde küçük de olsa bir tebessüm oluşturdu. Tam o sırada banyonun kapısına vuruldu.

"Mira," dedi Cansu, oysa ben çok başka birinin gelmiş olduğunu zannetmiştim. "İyi misin?" diye sordu, yalandan birkaç kez öksürüp boğazımı temizledikten sonra konuştum.

"İyiyim, geliyorum," dedim, az öncekinin aksine aklıma gelen şeyle kendimi çok daha iyi hissediyor olsam da sesim berbat çıktı, buna engel olamadım.

"Yardıma ihtiyacın var mı?" diye sordu Cansu, muhtemelen bir şeyler olduğunu anlamışlardı ama içeriye girdiğimde bu konu hakkında tek kelime bile edemeyecekleri şeyler duyacaklardı benden.

"Hayır, geliyorum hemen," dedim ve ayağa kalktım.

"Peki," dedi Cansu o sırada ve duyduğum ayak seslerinden uzaklaştığını anladım. O giderken ben de lavabonun başında yeniden durdum ve bir kez daha elimi yüzümü yıkadım, kendimi toparladım. Kağıt havluyla da kurulandıktan sonra banyodan çıktım. Kapıyı çekerken bir anda bu tarafa doğru gelen Ateş'i gördüm. Beni görünce adımlarını yavaşlattı, mutfağın önünde durdu. Onun aksine ben hızlı adımlarla yürüdüm, yanına ulaşınca da durdum ve gözlerinin içine baktım, bir şeyler söylemesini bekledim.

"Su içecektim," dedi, anladım dercesine başımı salladım. Hiçbir şey demedim. "İyi misin sen," diye sordu, başımı salladım yine.

"İyiyim, biraz midem bulanıyordu ama geçti," dedim, sanki yalan söylüyormuşum gibi şüpheli bir şekilde baktı gözlerime. Artık bana böyle davranmasına hak verip tek kelime bile etmedim bu bakışlarına ve burada durmak istemedim. Çünkü beni mutfakta bırakıp çıktığında ve gözyaşlarına boğulduğumda kendime bir söz vermiştim.

Onun için bir şeyler yapmak, her şeyi eskisine çevirmek, kırık kalbini onarmak için elimden gelen her şeyi yapacağım ama şimdi değil. Çünkü şimdi ben de iyi değilim ve iyi olsun diye yaptığım her şey geri tepiyor, her şeyi biraz daha mahvediyordum. Bu yüzden de en iyisi ne zaman aklımı toparlarsam, onu üzmeyeceğimden emin olursam o zaman bir şeyler yapacağım. Hem o zamana kadar o da biraz sakinleşmiş, siniri geçmiş olurdu.

Ateş hâlâ dikkatle yüzüme bakarken yeni bir şey sormadı. Eski sorusuna da zaten cevap vermiş olduğum için yanında durmadım, salona gittim. Arkamdan baktığını hissederken dönüp yeniden ona bakmamak için kendimle çok büyük bir savaşa girdim ve o savaşı kazanan ben oldum, yeniden ona bakmadım.

"İyi misin?" Bunu soran Cansu'ya baktım.

"Evet, midem bulanıyordu ama elimi yüzümü yıkamak iyi geldi." Doğruyu söyleyip az önceki yerime yeniden oturdum. "Hem şimdi boş verin beni, benim bu akşam için güzel bir fikrim var," dedim, bu fikir banyoda kendi yüzüme gerçekleri çarparken aklıma gelmişti.

"Öyle mi? Neymiş o?" diye sordu Erdem. O sırada Ateş de salona dönmüş ve eski yerine, sağımda kalan tekli koltuğa, oturmuştu.

"Ben firariyim," dedim tıpkı banyoda kendi kendime dediğim gibi. Herkes bu cümleme bir anlam vermeye çalışırken de devam ettim. "Polislerden kaçıyorum, daha doğrusu hepimiz birer firariyiz ve polislerden kaçıyoruz." Bunu derken Doğan araya girdi.

"Evet, bir polisin evinde de oturmuş plan yapıyoruz şimdi. Çok normal bir hayatımız var gerçekten," dedi Doğan, onun söylediği şeye birkaç kişi gülerken devam ettim.

"Tam olarak da bundan bahsediyorum zaten," dedim Doğan'a bakarak ve hemen Ceyhun'a dönüp devam ettim.

"Ceyhun'un yaptığı şey bir suç." Ceyhun karşımda şaşkınca kalırken diğerlerinin de ondan hiçbir farkı yoktu.

"Ben hiçbir şey anlamadım," dedi Cansu, gözümün ucuyla önce ona sonra da diğerlerine bir bir baktım. Hiç kimsenin ne söylemek istediğimi anlamadığını fark edince daha açık anlatmak için konuşmaya başladım.

"Taner'in derdi hepimizi yakalamak, bunu buradaki herkes çok iyi biliyor," dedim, herkes başını sallarken de devam ettim. "Bu yüzden de sabahtan beri de söylendiği gibi ya beni alıkoyacak ve sizi bu şekilde tehdit edip ortaya çıkaracak ya da benden babamın hayatı karşılığında sizi satmamı isteyecek," deyip arkama yaslandım.

"Eğer ilk seçeneği uygulamaya çalışırsa yapacağım şey onu ikinci seçeneğe yönlendirmek olacak. Olmazsa da mecburen siz geleceksiniz, beni kurtaracaksınız." Herkes yaptığım bu basit plan yüzünden afalladı, kimse benden böyle bir şey beklemiyordu ve şu an bunu yüz ifadeleriyle fazlasıyla belli ediyorlardı.

"Plan bu mu? Seni alıkoymak isterse gelip alacağız ve bitecek, öyle mi?" diye sordu Erdem, başımı olumsuz anlamda salladım.

"Tabii ki hayır, az önce de dediğim gibi onunla anlaşma yöntemine gitmek için elimden gelen her şeyi yapacağım. Tabii bu sırada üzerimde bir kamera olacak ve onu çekecek. Siz de ileriden fotoğrafımızı, videoumuzu çekecek ve yan yana olduğumuzu kanıtlayacaksınız," dedim, buna rağmen yüzlerdeki anlamsız ifadeler yok olmazken sabırla anlatmaya devam ettim.

"Hâlâ anlamadınız mı? Taner bir suç işlemiş olsa da henüz yakalanmadı ve o hâlâ bir polis. Hem de bir başkomiser. Böyle bir adam, firari olan bir kadınla görüşüyor ama başkasının bundan haberi yok. Yetmezmiş gibi o kadını yakalamıyor, kişisel meselesi için hesap sormak istediğinden tehdit yoluyla diğerlerini yanına getirmesi için kadını yeniden serbest bırakıyor." Ve sonunda bir şeyleri anladılar, yüzlerindeki o anlamsız ifade yok oldu.

"Kaç suçun bir arada olduğunun farkında mısınız? Görevi kötüye kullanma, tehdit, bir suçlunun kaçmasına izin vermek gibi bir sürü suç bir arada oluyor. Bunu kanıtlayacak şeyler de elimizde olursa hiçbir şey yapamaz," dedim, hepsi birbirilerine baktılar, herkes birinden onay bekledi, o sırada ben anlatmaya devam ettim.

"Tabii elimde bana atmış olduğu mesajlar ve telefonda konuştuğumuz anın kayıtları da var. Tüm bunları kişisel çıkarları için yaptığını her şekilde kanıtlarız. Bu kanıtlar elimizde olduğu sürece de mesleğini, özgürlüğünü, hayatını kaybetmemek için bizimle uğraşmayı göze alamaz. Hatta istediğimiz her şeyi yapabilecek bir duruma gelir," dedim, herhangi birinin bir tepki vermesini, bir şeyler söylemesini bekledim ama herkes susmaya devam etti. Plan herkese mi saçma gelmişti? Neden kimse tek kelime etmiyordu ki?

"Peki ya diğeri olursa?" Sonunda biri bir şey sordu ve ben bunu soran Savaş'a döndüm.

"Seninle konuşmak, anlaşmak yerine seni alıkoymak isterse? O zaman ne olacak?" Hâliyle sordu, hemen yanıtladım.

"Adam hemen üzerime atlayacak değil. İlla karşıma geçip beni ayağına kadar getirttiği için konuşma yapacaktır. O sırada her şeyi çekersiniz. Benim de üzerimde kamera olur zaten. Bir şekilde yine yeterince kanıt toplarız. Baktık adamın derdi beni alıkoymak tüm kanıtları da almış olduğumuzdan beni onun bırakmasına izin vermez, gelir kurtarırsınız," dedim, o sırada Erdem'in Ateş'e baktığını fark ettim. Ben de merakla Ateş'e baktım ve fikrini söylemesini bekledim.

"Yapacak başka bir şey yok, denemek zorundayız," dedi, itiraz etmemiş olmasından dolayı rahat bir nefes aldım.

"O zaman planımız bu." Erdem bunu söylerken Ceyhun'a baktım.

"Senin de bize yardım etmen gerekiyor Ceyhun," dediğimde bakışları hemen beni buldu, gözümün ucuyla Ateş'e baktım ve şu an çok sinirli olduğunu gördüm. Fakat bu kez boş yere sinirliydi, zaten ne zaman Ceyhun'la iki kelime etsem bu hâle geliyordu. Bu kez bu sinirini göz ardı etmekten başka şansım yoktu.

"Tabii, nasıl yardım edeceğim?" diye sordu, anında yanıtladım.

"Karakola giderek," dediğimde yüzünde anlamsız bir ifade oluştu, devam ettim. "Tüm bu ihtimallerin yanı sıra Taner oraya kişisel bir mesele için değil de ordu kadar polisle de gelebilir. Eğer bunun için herhangi bir adım atarsa haberimizin olması gerekiyor. Sen de o merkezde çalışan bir polis olduğuna göre ve bizi arayan ekibin içinde yer aldığına göre senden gizli bir şey yapamazlar. Yani bir şeyler olursa illa haberin olur. Eğer olursa da bize haber etmen lazım" dedim.

Diğerlerine göz attım ve şu an hepsinin bana hak verdiklerini yüz ifadelerinden anlayabildim. En son baktığım kişi de Ateş oldu. Muhtemelen o da söylediğim şeyi mantıklı bulmuş ve bana hak vermişti ama bu kez işin içinde Ceyhun olduğu için bunu belli etmemek için elinden gelen her şeyi fazlasıyla yapıyordu.

"Peki, ben de karakolda olacağım. Attığı her adımı takip edeceğim ve bilmeniz gereken bir şey olursa haberiniz olacak," dediği an kabul etmiş olmasından dolayı rahat bir nefes aldım ve arkama yaslandım.

"Plan belli oldu," dedi Erdem, hepimizin bakışları onu bulurken de devam etti. "Mekân beli olmadığına göre yapacak hazırlık yok. Çıkmadan önce Mira'nın üzerine bir kamera bağlayacağız, hepsi bu," dedi, o sırada Ateş araya girdi.

"Bir de çelik yelek," dedi, gözlerim onu bulurken de bana değil, Erdem'e bakarak devam etti. "Saldırı riskine karşı giymesi gerekiyor," dediğinde Erdem bana döndü.

"Haklı," dedi, buna itiraz etmek için bir sebebim olmadığından başımı salladım, sessiz kaldı.

"Tamam, hallederim," dedi Erdem, Savaş ve Doğan'a döndü. Onların Pars'tan ne aldıklarını konuşurlarken elimi karnımın üzerine koydum, mideme baskı uyguladım. Midem gerçekten çok kötüydü.

"Eczaneden ilaç almamı ister misin?" Gelen bu soruyla Ceyhun'a baktım. Bana fazlasıyla iyi niyetli gelen bu soru Ateş'in öfkesini bin kat arttırdı. Şu an sanki gözlerinden ateş çıkıyordu. Ceyhun'a da bakarak onu bu ateş de yakmaya çalışır gibi bir hâli vardı.

"Yok, ben..." Sözümü kesen Erdem oldu.

"Sana zahmet gidip al," dedi, ona baktım. Neden böyle bir şey yaptığını anlamaya çalışırken konuştu.

"Akşama kadar kendini toparlaman lazım. Sen kötüleşirsen Cansu'yu gönderecek hâlimiz yok," dedi Erdem, o sırada Cansu araya girdi.

"Allah Allah neden ben yapamaz mıyım? Bu kadar mı beceriksizim? Bunu mu ima etmeye çalışıyorsun?" Cansu'nun sorularıyla Erdem'in kaşları çatıldı.

"Cansu saçmalama istersen. Adam Mira'yla konuştu, bu yüzden öyle söyledim." Erdem'in sesi sinirli çıkarken Cansu ona hiçbir şey demedi, hatta yüzüne bile bakmadı, gözlerini çekti. O sırada Ceyhun da ayağa kalktı.

"Gidip ilaç alıp getireyim, sonra da karakola geçerim," derken kapıya doğru yürüdü, yürürken de konuşmaya devam etti.

"Başka bir şeye ihtiyacı olan var mı?" diye sordu ama kimseden ses çıkmadı. "Madem yok, gittim ben," deyip askıdaki montunu aldı ve evden çıktı. O sırada bir homurdanma sesi duydum, başımı çevirdiğimde Ateş'in ağzının içinden bir şeyler söylediğini fark edip önüme döndüm. Ceyhun bize yardım etse de, bizim için kendini paralasa da artık iyi anlaşacaklarını hiç zannetmiyorum. Ateş kendisi yerine onu tercih ettiğimi düşündüğü sürece de bu durum böyle devam ederdi zaten.

"Sakin ol." Erdem'in bunu Ateş'e söylediğini fark ettim. Ateş gözünün ucuyla Erdem'e de öfkeli bir bakış fırlattı. O sırada Doğan ve Savaş yine evden çıkmak zorunda kaldılar, çünkü kamera işini halletmeleri gerekiyordu.

Onlar da çıktığında geriye bir ben, Ateş, Cansu ve Erdem kalmıştık. "Uras nerede?" diye sordum, bana cevap veren Erdem oldu.

"Adamlara bırakıp çıkmak zorunda kaldık, bizimle gelecek durumda değildi," dedi, anladım dercesine başımı salladım, önüme döndüm, sessiz kaldım. Son günlerde anlaşamayan iki çift bir evin salonunda bir başımıza oturuyorduk ve kimse konuşmuyordu. O kadar büyük bir sessizlik hâkimdi ki şu an eve karınca yürüse ayak sesi duyulurdu.

Bu sessizliği bozan şey benim esnerken çıkardığım ses oldu. Çok fazla ses çıkarmamış olsam da çok sessiz olduğundan duyulurken midem artık bulanmayı bırakmış, çok fena ağrımaya başlamıştı. "Bence sen bir odaya gir uyu," dedi Erdem bu kez de, gözlerim yeniden onu buldu, devam etti.

"Akşama daha çok var. Biraz dinlen, geç bir yerde uyu. Yoksa akşam planın tam ortasında bir yerde uyursun ya da uykusuzluktan bayılırsın." Erdem bunu söylerken itiraz etmek için dudaklarımı araladım ama Cansu buna engel oldu.

"Bence de dinlenmelisin Mira. Çok yorgun ve uykusuz görünüyorsun. Biraz kendine gelsen iyi olur." O da böyle deyince itiraz edemedim. Zaten olan her şeye rağmen gerçekten de biraz uyumak ve dinlenmek istiyordum. Akşam planın tıkır tıkır işlemesi için kendimde olmaya ihtiyacım vardı. Kendimde olmak için de dinlenmem lazımdı.

"Peki," dedim bu yüzden, dinlenmeye ihtiyacım olduğunu düşünürken ısrarla hayır demek saçmalık olurdu zaten.

"Bence odaya geç," dedi Cansu ve devam etti. "Bu gürültü de uyuyamazsın." Cansu bunu söylediği an bakışlarım Ateş'i buldu. Dizlerinin üzerindeki ellerini yumruk yaptığını fark ettim. Bu ev 1+1'di. Bir oda bir de salondu yani. Var olan tek odada da Ceyhun'un yatak odasıydı. Cansu da bana gidip orada uyumamı söylüyordu.

Aslında biraz mantıklı düşününce odada Ceyhun olmadığı sürece, ya odayı geçtim adam evde bile değildi, hiçbir sorun olmazdı ama gel de bunu Ateş'e anlat işte. "Yok," dedim ama yine de ayağa kalktım.

"Şimdi kendisi evde yokken odasına girmek doğru olmaz." Uydurduğum bahane bu olurken Ateş arkasına yaslandı, rahatlamıştı.

"Ben şurada biraz uzansam yeter," dedim ve üçlü koltuğa gittim.

"Dur hiç değilse bir battaniye falan bulayım," diyerek Cansu ayağa kalktı.

"Hiç gerek yok, yorulma," dedim ama buna rağmen gitti, yatak odasına girdi. Uzun zamandır ortaya çıkmış olan anne moodu bir süre daha üzerinde kalacak gibiydi.

Cansu birkaç dakika sonra elinde bir battaniyeyle yeniden döndü. Ona teşekkür edip ayakkabılarımı çıkardım, koltuğa uzandım, battaniyeyi de üzerime çektim. Fakat etrafta birileri olduğu zaman uyuyamayan biri olduğumdan onlara arkamı döndüm, battaniyenin altına da tamamen girdim. Böyle daha rahattı, uyumak daha kolaydı.

Onların sesi çıkmadı, konuştukları tek şey akşam hakkında birkaç bir şey olmuş sonra yeniden susmuşlardı ama bu kez de evin kapısı çalmıştı. Seslerden anladığım kadarıyla kapıya bakan Cansu olurken bir dakika kadar sonra da Ceyhun'un sesini duymuştum.

"Mira'yı uyandıralım mı? Uyandığında mi alsın ilacı?" Cansu bunu sorarken battaniyenin altından çıktım.

"Henüz uyumadım," dedim, ondan ilacı aldım. Orta sehpanın üzerinde duran sudan da bir bardak aldım, ilacı içtim.

"Neden burada uyuyorsun?" diye sordu Ceyhun, başımı kaldırıp ona baktım. Cevap verecekken devam etti. "Yatak odasını kullanabilirsin." Bu cümleden sonra Ateş'in öfkesini fark etmek için ona bakmama gerek yoktu, çünkü bunu fazlasıyla hissedebiliyordum.

"Yok, iyi burası," dedim, Ceyhun başka bir şey demezken de "İlacı bekliyordum zaten, şimdi biraz uyuyayım," deyip koltuğa yeniden uzandım, battaniyeyi üzerime çektim.

"Ben de karakola geçeyim, bir şey olursa size haber ederim," dedi Ceyhun ve o da evden çıkıp gitti. O giderken bu sefer gerçekten uyumaya çalıştım.

Çok fazla uykum olsa da uyuma konusunda başarılı olamadım. Bir uyuyup bir uyandım. Derin bir uykuya dalamadım. Bir ara uyandığımda başımı çıkarıp aralamış olduğum gözlerimle etrafa bakındım, kimse olmadığını gördüm. Salonun perdeleri çekilmiş, ev fazlasıyla karanlık hâle gelmişti. Gözlerim yeniden kapanıp uykuya çekilirken herkesin nerede olduğunu sorgulamadan edemedim ama uykudan ayılıp da ne olduğunu kontrol edemedim.

O an yeniden uykuya daldım. Kestiremedigim bir zaman dilimi sonrasında bir kez daha uyandığımda yine aynı durumdaydım. Her yer karanlıktı ve ben yalnızdım. Bu kez yeniden uyumak istemedim, doğruldum. Gözlerimi ovaladım, kendime geldim. Yalnızım diyorum ama karanlıktan dolayı hiçbir yeri göremiyorum ki biri var mı yok mu anlayayım?

Perdeleri açmak için kendime gelmeyi beklerken gözlerimi bir kez daha ovaladım. Uyku sersemliği hâlimden kurtulmaya çalışırken "Daha iyi misin?" karanlıktan gelen bu sesle bir anda irkildim. Sesin geldiği yöne başımı çevirdiğimde tekli koltukta bir karartı gördüm. Ateş'in sesiydi ve yanımdaydı, karanlıkta oturuyordu.

"Ateş." İsmini söyledim, ayağa kalktığını fark ettim. Birkaç adım attıktan sonra pencereye ulaştı, perdeleri açtı ve etraf aydınlandı.

Işık gözlerimi aldı, gözlerimi kapatıp yüzümü buruşturdum. Kendimi ışığa hazırlayıp daha iyi hissettiğimde gözlerimi açtım. O sırada Ateş yeniden bana döndü. "Daha iyi misin?" Sorusunu bir kez daha yineledi, başımı salladım.

"Evet," dedim, o sırada mideme odaklandım ve gerçekten de iyi olduğumdan emin oldum. Ateş yeniden buraya döndü, kalktığı yere oturdu.

"Miden ağrıyor mu?" diye sordu.

Başımı olumsuz anlamda salladım. "Hayır," dedim bir tek, başka bir şey sormadı. "Diğerleri nerede?"

Yerdeki bakışları beni buldu. "İşleri vardı, çıktılar. Dönerler yarım saate," dedi, gözlerimi duvara çevirdim ve saate baktım. Öğlen dört olduğunu gördüm. Akşama daha çok vardı. Hem de bayağı çok vardı.

"Anladım," dedim sadece, ne Ateş ne de ben başka bir şey söylemezken salona büyük bir sessizlik hâkim oldu. Daha düne kadar kavga etsek da sarıldığım, öptüğüm adamla şimdi iki yabancı gibiydik. Başımı kaldırıp yüzüne bile bakamıyordum.

Birkaç dakika sürdü bu durum. Fakat buna dayanamayıp sessizliği bozmak istedim. "Bir gelişme var mı?" diye sordum, ancak o zaman bakışları beni buldu.

"Hayır." Verdiği cevap bir tek bu oldu ve sustu. O susunca ben de yine susmak zorunda kaldım ve onun bir şeyler söylemesini, benimle iletişime girmesini, hiç değilse birkaç kelime etmesini bekledim ama yapmadı. Konuşmak bir yana dursun bana bakmıyordu bile.

Aslında en çok da bu durum canımı yakıyordu. Kızmasını, bağırmasını, hesap sormaya devam etmesini isterdim. Fakat o her şeyi yok sayıyordu şu an. Beni yok saydığı gibi olan biten her şeyi de yok sayıyordu. O bu ayrılığa ara vermek dese de, bu şekilde yumuşatmaya çalışsa da bu ne ara vermekti ne de başka bir şeydi. Bu bir ayrılıktı ve bu kez bunu isteyen taraf ilk defa o olmuştu.

Dudaklarımı ısırdım, başımı önüme eğdim. Dikkatle ona bakmaya devam etmek istemedim. Titrek bir nefes aldım, o nefes ciğerlerimi doldururken aldığım o nefesi sıkıntıyla verdim dışarıya ve yine kendime engel olamadım, yine dönüp baktım ona. Baktığım ilk anda bir anda onunla göz göze geldim. Bana olan bakışını yakaladım. O da yakalanmış olmanın telaşına düşmedi, rahat davrandı. Hatta o kadar rahat davrandı ki bunun için özel bir çaba sarf etmiş olduğu fazlasıyla belli oluyordu.

"Akşam her şey yolunda gidecek," dedi, sanki bana bunu söylemek için bakmış gibi görünmeye çalışıyordu ama ben o bakışı yakalamıştım bir kez.

"Umarım," dedim, derin bir iç çektim. "Bunu umut etmek dışında elimizden pek bir şey gelmez zaten," diye de ekledim, Ateş başka bir şey demezken de ayağa kalktım. "Ben bir elimi yüzümü yıkayayım," deyip yine banyoya yöneldim.

Banyoya girip elimi yüzümü yıkadım. Cebimdeki tokayı çıkardım, saçlarımı topladım. Ardından saçlarımı ve ensemi de ıslattım, kendimi daha iyi hissettim. Aynadaki aksime baktığımda gördüğüm manzara beni memnun etmedi. En kısa zamanda kendime çeki düzen vermem gerekiyordu, çünkü bu aynadaki kadın ben değildim. Ben bu kadar kötü ve güçsüz görünen bir kadın olamazdım.

"Kendine gel Mira Aksoylu, her şeye rağmen iyi olman gerekiyor. Sevdiğin adamı kaybediyorsun, tamamen kaybetmeden ve hayatından daha fazla insan çıkmadan önce kendine gelmen gerekiyor. Yoksa hep kaybetmeye devam edeceksin." Kendi kendime konuştum, kendime güç vermeye çalıştım ama bu fayda etti mi etmedi mi onu bile bilmiyorum.

Son bir kez elimi yüzümü yıkadıktan sonra banyodan ayrıldım. Salona döndüğümde Ateş'in telefonla konuştuğunu gördüm. Az önceki koltuğa gittim, battaniyeyi katladım. Koltuğun bir kenarına koydum, oturdum. O sırada Ateş'in Erdem'le konuştuğunu anlamıştım. Akşamla ilgili şeyler söylüyordu. Onu dinlemek yerine cebimden telefonumu çıkardım. Ekranda ne bir cevapsız arama ne de mesaj vardı. Taner hâlâ yazmamıştı. Gece yarısı bizi yanına çağıracaktı muhtemelen ama her şey hazırken vakit geçmek bilmiyordu.

"Bir şey yazan olmuş mu?" Ateş'in bu sorusuyla başımı kaldırıp ona baktım.

"Hayır," deyip ekranı kapattım, telefonu orta sehpaya bıraktım.

"Yüzün bembeyaz," dedi, gözümün ucuyla ona baktım, devam etti. "İyi değilsin sen," diye ekledim, arkama yaslandım.

"Sanırım üşüttüm biraz, şu akşam bir geçsin toparlanırım," dedim, muhtemelen dün akşam banyo yaptıktan sonra soğukta o kadar yol yürüyüp terlediğim için gerçekten de üşütmüştüm. Aniden üzerime çöken bu kırgınlığa başka bir neden bulamıyordum.

"Buraya kadar nasıl geldin?" diye sordu, bunu sorarken sesindeki öfkeyi bastırmaya çalışır gibi bir hâli vardı.

"Evden çıktığını gördüm, araba almadın yanına." Kaşlarımı çattım, beni takip etmemiş miydi? O zaman buraya nasıl gelmişti peşimden? Hem de hemen benden birkaç dakika sonra.

"Sen beni takip etmedin mi?" diye sordum, anında yanıtladı.

"Seni takip etmiş olsaydım sen bunu fark etmiş olmaz mıydın?" Doğru ya böyle de bir şey vardı. Yoldayken o kadar çok etrafa bakmış ve o kadar temkinli davranmıştım ki biri beni takip etmiş olsaydı bunu mutlaka fark ederdim.

"Ederdim," dedim, gözlerimi kısıp şüpheyle gözlerinin içine baktım. "O zaman nasıl buldun beni? Herhalde buraya geleceğimi tahmin etmedin," dedim, anında yanıtladı.

"Telefonuna uygulama indirdim, oradan seni takip ettim. Peşinden gelseydim anlayacak, yine yalan söyleyecektin bana. Ben de kendi gözlerimle nereye gittiğini görmek istedim. Sen İstanbul'a ulaşınca ben de binip arabaya geldim. Ben gelene kadar da sen buraya ulaşmıştın zaten. Ben ulaştığımda da Ceyhun'un peşinden eve girdiğini gördüm, ben de girdim. Sonra..." eyip sustu, önüne döndü. "Bu kadar işte."

"Sen beni telefonumdan takip mi ediyorsun?" diye sordum, anında kaşları çatıldı.

"Bunun için bana kızmayı mı düşünüyorsun bir de?" diye çıkıştı, hiçbir şey diyemedim, sessiz kaldım. Haklıydı, bunun için ona kızmaya hakkım yoktu.

"Ne yapacaktım? Bırakayım gitsin geri gelir mi diyecektim? Takip etmem lazımdı, ettim. İyi ki de etmişim," dedi, bir kez daha önüne döndü, ayağını gergince salladı.

"Hiç değilse başın sıkıştığında geleceğin ilk kişinin kim olduğunu öğrenmiş oldum." Yine laf çarptı.

"Bunun böyle olmadığını sen de çok iyi biliyorsun. Buraya neden geldiğimi de size neden arkamı döndüğümü de anlattım. Hâlâ beni anlamamak için ısrar ediyorsun," dediğimde bana bakmasını bekledim ama bakmadı.

"Hayır, aksine artık böyle olduğunu çok daha iyi biliyorum. Sen öğrettin bana." Bir kez daha ofladım.

"Aynı şeyleri konuşmaya devam mı edeceğiz?" diiye sordum, anında bakışları biraz daha sertleşti.

"Haklısın, konuşmaya gerek yok," dedi, ayağa kalktı. "Konuşmanın bir anlamı da yok zaten," deyip pencereye doğru yürüdü.

"Yine beni yanlış anladın,," dedim, bana dönüp bakmazken de devam ettim. "Ben sadece aynı şeylerin..." Sözümü kesti.

"Yanlış anladığım yok, haklısın aynı şeyleri konuşmanın lüzumu yok." Sakin kalmaya çalıştım.

"Benim sözümü kesip durma," dediğimde yeniden bana döndü, sinirlenmiş olmamı yadırgamıştı. Muhtemelen böyle bir hakkım olmadığını düşünüyordu.

"Sürekli sözümü kesiyorsun, söylediklerime kulaklarını tıkadın ve sadece kendi bildiğin şeye odaklanıyorsun!" diye kızdığım an o daha da çok öfkelendi.

"Kendi bildiğim şeye odaklanıyorum öyle mi? Mira sen hâlâ bana bunu nasıl söylersin?" diye sordu, ayağa kalktım.

"Tüm öfkenin sebebi ona sarılmış olmam, fakat bu onun için de benim için de dostça bir şeydi. Hep de öyle kalacak. Zaten başka türlüsü mümkün değil," dedim, devam edecekken Ateş araya girdi.

"Mira sen beni anlamıyor musun?" diye sordu, bana doğru bir adım attı ve devam etti. "Ona sarılmış olman umurumda değil! Onun ya da senin birbirinizi dost olarak görüyor olmanız da umurumda değil! Ben nasıl ki Cansu'yu kardeşim olarak görüyorsam ya da Erdem veya Doğan, Savaş senin yanındayken kıskançlık hissetmiyorsam o adam da artık öyle benim için! Sen bana en başında o benim arkadaşım, kardeşim gibi dedin ben de bu konuyu kapattım! Lan ben bunu kıskanmış olsaydım güvenip bizi kaçırmasına izin verir miydim?" diye sordu, konuşmak için dudaklarımı araladım ama engel oldu.

"Sorun ne biliyor musun? Sorun tam olarak bu işte! Senin her şeyi çok basit görüyor olman ama hiçbir şeyin basit olmaması! Ben senin hayatındayım Mira!" diyerek kendini gösterdi ve devam etti. "Ben senin hayatındayım!" diye yineledi.

"Ama sen gelip bana anlatmak varken, benimle paylaşmak varken bana arkanı döndün! Buraya geldin, o adamın yanına! Benim yanımda olmak varken burada olmayı seçtin! Arkadaş olarak görüyor olabilirsin onu ama sen demek ki arkadaşına benden daha çok güveniyormuşsun ki bana gelmek yerine ona geldin! Asıl sorun tam olarak bu işte!" deyip bir adım daha attı.

"Ben yapsaydım bunu o zaman ne olacaktı? Nasıl davranacaktın bana? Yaptın bir hata ama boş verelim mi diyecektin?" Bu kez sesi yüksek çıktı.

"Lan sen değil miydin gördüğün birkaç yalan fotoğraf yüzünden benim hayatımı siken?" İşte o an kalakaldım karşısında.

O an kalbime bir ok saplandı, bir yara açıldı. İlk defa bunu yüzüme çarptı, ilk defa dile getirdi ve benim canım ilk defa bu kadar çok yandı.

"Hiç değilse benim gördüğüm şey sahte de yalan da değil," dedi, bir kez daha yanımdan geçti ve gitti.

O an anladım ki hiçbir ihanet unutulmuyordu. Geçmiş hep peşimizdeydi. Hep de peşimizde olacaktı.

Çok sevsek de aşık olsak da bir kez ihanet aramıza girmişti. Yaptığım her hatada aşkımızı gölgeleyen o ihanet gün yüzüne çıkacaktı.

Aramızdaki buz tutmaya başlayan o aşk bu ihanetin yarasını sarabilecek miydi işte onu ben de bilmiyorum.

Bölüm Sonu!

Selammmm :) nasılsınız? Neler yapıyorsunuz?

Bu ihanet konusunun açılmasını bekliyor muydunuz?

Sizce Ateş'in bu konuyu açması doğru muydu?

Mira'nın tavırları bundan sonra değişir mi dersiniz?

Bölümde en sevdiğiniz sahne hangisi oldu?

Bölümü en iyi anlatan emojiyi buraya bırakabilirsiniz.

Yeni bölümde görüşmek üzere:) iyi bakın kendinize güzellerim ♡

Duyurular, alıntılar ve diğer her şey için de sosyal medya hesaplarımı bırakıyorum, oradan da takip edebilirsiniz beni.

Instagram: gizzemasllan

Twitter: gizzemasllan

gizzemasllan

ÇOK SEVİYORUM SİZİ.♡

Loading...
0%