Yeni Üyelik
87.
Bölüm

86.BÖLÜM "MEKTUP"

@gizzemasllan

Selam suç ortaklarım :)

Bir önceki bölüme gelen yorumlarınız için çok teşekkür ederim.♡ Bu bölüm için yorumlarınızı da sabırsızlıkla bekliyorum.

Başlamadan önce yıldıza dokunarak bana destek olabilirsiniz.

Ben de buraya sizin için bir yıldız bırakıyorum.⭐ Sizinkileri de bekliyorum :)

Keyifli okumalar.♡

86. BÖLÜM "MEKTUP"

"Saat 17.25," dedi bir anda Cansu ve ayağa kalktı. "Henüz daha çok var, neden bugün zaman geçmiyor?" diye söylenirken pencereye doğru yürüdü. Haklıydı, gerçekten de bugün zaman hiçbir şekilde geçmiyordu. Sanki yaşadığımız tek bir saat bir güne tekabül ediyordu. Bu denli yavaş geçtiğini düşünmeye başlamıştım.

"Gece on birden sonra haber gelir diyorum ben," dedi Savaş, bakışlarım onu bulurken de devam etti. "Hatta belki de daha geç," dedi ve arkasına yaslandı, kollarını hafifçe yana açtı ve gerildi.

"Beklemekten çok sıkıldım." Bunu diyen de Doğan oldu. Ona da hak verdim, çünkü şu an ondan farklı bir durumda değildim. Ben de beklemekten çok sıkılmıştım.

"Beklemeye devam etmemiz lazım ama." Cansu bunu söylerken başımı çevirdim, Erdem'e baktım. Koltuğa yayılmış bir şekilde oturmuştu. Arkasına yaslanmış, başını da koltuğun arkasına koymuş, gözlerini kapatmıştı. Yorgun olacak ki dinlenmeye çalışıyordu. Gözlerimi ondan çekip de Ateş'e baktığımda her zamanki pozisyonda olduğunu gördüm.

Hafifçe öne eğilmiş, kollarını dizlerinin üzerine koymuş, ellerini dizlerinin önünde birleştirmiş, bakışlarını yere sabitlemiş, sağ ayağını gergince sallarken düşünüyordu. Ne zaman gergin olsa hemen bu pozisyona geliyor ve düşünmeye başlıyordu.

"Lan sen değil miydin birkaç yalan fotoğraf yüzünden benim hayatımı siken?"

Gözlerimin içine bakarak bir anlık öfkeyle kurduğu o cümle kulaklarımda yankılanırken gözlerim doldu, başımı önüme eğdim. Yaptığım o hatanın üzerinden 2 yıl geçtikten sonra yeniden karşı karşıya gelmiştik. Başta birbirimize düşman gibi davranmış, sonra yumuşamıştık. Hatta yanlış yaptığımı günler sonra anlamış, pişmanlık yaşamaya başlamıştım. O sırada onun da bana olan öfkesi dinmişti ya da başka bir şey olmuştu ve beni yeniden hayatına almıştı, bir şekilde yeniden bir araya gelmiştik.

Bir işin peşinde aylar geçirmiştik. O aylar içerisinde de bir kez bile olsun bu ihaneti dile getirmemişti. Bir kez bile olsun yüzüme çarpmamıştı. Onun aksine sürekli bunu dile getiren, pişman olduğumu söyleyen ben olmuştum. O da her seferinde iyi hissetmem için bunun umurunda bile olmadığını, unutulup gittiğini söylemişti. Fakat bugün anladım ki hiçbir ihanet unutulmuyordu. Sanırım hiçbir zaman da unutulmayacaktı.

Bunları düşünürken çoktan gözlerimi önüme çevirmiştim ve o gözlerim çoktan dolmuştu. Son günlerde çok sulu göz olmuştum ve bundan nefret ediyorum. Hatta artık sadece sulu göz olmamdan değil doğrudan kendimden nefret ediyorum. Hem de çok fazla. Öyle bir nefret ediyorum ki kendimden artık bitsin istiyorum. Kendime daha fazla katlanmak istemiyorum. İlk defa ölmek istiyorum. Ölmek ve yaşadığım her şeye son vermek. Kolay olan bu farkındayım ve kolay olsun istiyorum.

Düşündüğüm şeylerin saçmalığıyla başımı sağa sola salladım ve kendime gelmeye çalıştım. Aynı zamanda gözlerimi kapattım, bir anlığına sadece kendime odaklanıp zihnimi toparlamaya çalıştım ama olmadı. O an bir kez daha midemin bulanmaya başladığını hissettim. Sanırım bunun üşütmeyle falan bir alakası yoktu artık. Çünkü ne zaman düşünmeye başlasam ve o düşünceler olumsuz yönde ilerlerse hemen midem bulanmaya başlıyordu.

Kimseye bir şey demeden ayağa kalktım. Konuşma sesleri kulaklarıma uğultu gibi gelirken omuzlarım çökmüş bir şekilde banyoya doğru yürüdüm. Midem bulanıyordu ama içimden hızlı yürümek gelmiyordu. Hatta benim içimden artık hiçbir şey gelmiyordu. Hiçbir şey yapmak istemiyorum. Aslında yok, bir şey yapmak istiyorum. Bir battaniye almak, bir koltuğa uzanmak, battaniyenin altına girmek ve uyumak istiyorum. Hiçbir şey düşünmeden günlerce, hatta haftalarca uyumak istiyorum. O kadar çok uyuyayım ki uyandığım zaman bambaşka bir hayatın içinde olayım. Her şey yoluna girmiş, düzelmiş olsun. Çok mu şey istiyorum?

Birinin arkamdan bir şey söylediğini duydum ama kim ne dedi anlamadım. Sadece bir an ismimin söylendiğini duydum, hepsi buydu. Dönüp onlara bakma gereği duymadan banyoya ulaştım, girdim. Midem bulanıyordu ama henüz kusma isteği gelmemişti. Bu yüzden yaptığım tek şey banyo kapısını kilitlemek, kendimi yere bırakmak ve kapıya sırtımı yaslayarak oturmak olmuştu.

Eşzamanlı olarak gözlerimi kapattım. Uyumak istedim, uyurken de kimse beni görsün istemedim ve burayı tercih ettim. Başımı kapıya yaslamış, gözlerimi kapatmış öylece oturmaya devam ederken bir sürü ses zihnimin içinde yankılanıyordu.

"Benim güzel kızım artık polis oldu. Biraz zaman geçsin bu beni koltuğumdan kaldırır da kendi oturur."

Babamın sesini duydum, dudaklarım yana kıvrıldı ve tebessüm ettim. Yıllar önce bana kurmuş olduğu bu cümle nedensizce aklıma gelmişti bir anda ve tebessüm etmeme neden olmuştu.

"Kızımızı da kendine benzettin ya ben artık hiçbir şey demiyorum sana Sedat! Kocam polisti, oğlum da polis oldu. Belki kızım farklı bir şeyler yapar dedim ama o da polis oldu. Sanırım siz çalışırken ben hayatım boyunca yalnız kalmaya mahkûmum bu evde."

Bu kez de duyduğum bu ses anneme ait oldu. Evdeki herkesin polis olmasından şikayet etmeye başladığı ilk gün benim de polis olduğum o ilk gündü. Ondan sonra ondan en çok duyduğumuz cümleler hep bu olmuştu ve şimdi nedensiz bir yere bunu da hatırlamıştım.

"Ooo benim maviş kardeşim polis olmuş demek."

"Abi ya bana maviş deyip durma artık! Koskaca kız oldum."

"Koskaca kız oldun ama gözlerinin rengi hâlâ aynı, mavi mavi bakıyorsun bana oradan."

"Olabilir ama deme sen! Ben sana kahviş kahviş bakıyorsun diyor muyum?"

"Kızım hakikaten lan hiç mi farkında değilsin bu durumun?"

"Neyin?"

"Bak şimdi sen sarışın ve mavi gözlüsün. Ben de esmer ve kahverengi gözlüyüm. Babam esmer, annem kumral olduğuna göre benim esmer olmam çok normal ama senin sarışın ve mavi gözlü olman hiç de normal değil. Güzel kardeşim bunu benden duymanı hiç istemezdim ama sanırım sen evlatlıksın."

"Abi! Anne ya şuna bir şey söylesene! Ben evlatlıkmışım! Ayrıca ben dedeme benziyorum dedeme!"

Yüzünde kocaman ve buruk bir tebessüm oluştu. Hatırladığım bu anı canımı o kadar çok yaktı ki gözyaşlarına boğuldum. Ağlama sesim duyulmasın diye elimi ağzıma bastırdım. Abimin vefatından sadece bir ay önce yapmıştık biz bu konuşmayı. Bu konuşmanın sonunda da iki yetişkin insan değil de hâlâ iki çocukmuş gibi birbirmize girmiştik.

"Abi," dedim, bir anda döküldü bu kelime dudaklarımdan. Onu çok özledim. Kalbim artık özlemiyle yanıp kavruluyor. O yanımda olsaydı diye düşünmeden edemiyorum. Çünkü o yanımda olsaydı gerçekten de her şey çok farklı olurdu. Hiçbir şeyin bu duruma gelmesine izin vermezdi. Hiçbir şeyin daha kötüye gitmesine de izin vermezdi. O olsaydı daha güvende olurdum gibi hissediyorum işte ve bu his beni öldürüyordu.

Gözyaşlarım biraz daha hızlandı. Zihnimin içinde babamın, annemin, abimin, dedemin, teyzemin, Serkan'ın sesleri yankılanmaya devam etti. Ailemi gerçekten özlediğimi anladım. Hem de bunu canım yana yana anladım. "Lütfen bitsin artık her şey," diye mırıldandım kendi kendime. Bitsin istiyorum yoksa ben biteceğim. Olanlar son bulmazsa ben son bulmak istiyorum artık. Daha fazla dayanacak gücüm kalmadı.

"Mira." Duyduğum sesle hafifçe arkama döndüm, kapıya baktım. Bu Cansu'nun sesiydi. "Mira," diye seslendi bir kez daha. Boğazımı temizledim, sesimin düzgün çıkmasına dikkat ederek konuştum.

"Geleceğim 10 dakikaya," dedim, oysa gitmek istemiyordum. Biraz daha yalnız kalmak, kimseyi görmek istemiyorum.

"İyi misin?"

Gözlerimi kapatıp yeniden arkama yaslanırken cevap verdim. "Evet." Verdiğim tek cevap bu olurken Cansu başka bir şey demedi. Beni çağırmış olmasına rağmen de kalkmadım, salona gitmedim. Kendime biraz daha burada oturmak için izin verdim.

Aradan geçen on dakikanın ardından kalktım olduğum yerden ve bu kez kendimi toparlamak istemeyip banyodan çıktım. Bu yüzden yaptığım tek şey gözyaşlarımı silmek olmuştu. Bu şekilde salona döndüğümde herkesin bakışları beni buldu. Yadırgayıcı hiçbir bakış görmediğimde çok kötü olsam da öyle görünmediğimi anladım.

"Ben biraz hava alacağım," dedim, hepsi şaşırıp kaldılar. "Çok bunaldım, iyi hissetmiyorum," dddikten sonra orta sehpanın üzerinde duran siyah şapkamı ve koltuğun kenarındaki montumu aldım. O sırada Ateş'in Cansu ve Savaş'a baktığını fark ettim. Bu bakışla ikisi de bir anda ayaklandılar.

"Biz de gelelim, ben de çok sıkıldım buradan. Biraz..." Cansu'nun sözünü kestim.

"Yalnız gideceğim," dediğimde durup kaldılar, bir şey diyemediler. "Siz de isterseniz çıkın ama yalnız kalmak istiyorum." Bunu dememle ikisi de gözlerinin ucuyla Ateş'e baktılar. Benim de bakışlarım istemsizce o tarafı bulduğunda Ateş'in bundan hiç de memnun olmadığını gördüm. Fakat buna rağmen ağzını açıp da tek kelime etmedi, müdahale etmedi.

"Dikkat et," dedi Erdem, ona döndüm ve başımı salladım. Cevap vermek için herhangi bir şey demeden de montumu giydim, kapıya doğru yürüdüm. Evden çıkmadan önce başımı çevirip Ateş'e baktığımda biraz daha gerilmiş olduğunu fark ettim. Muhtemelen şu an içi içini yiyordu. Fakat amacım ona böyle hissettirmek, pişman etmeye çalışmak falan değildi. Gerçekten de biraz temiz havaya ihtiyacım vardı. Akşama kadar kendimi biraz olsun toparlamam gerekiyordu. Çünkü bu akşam çok önemliydi benim için.

Evden çıkar çıkmaz şapkamı taktım. Hemen ardından da kapüşonumu da başıma geçirdim ve merdivenleri indim, apartmandan çıktım. Çıkar çıkmaz da başımı kaldırdım, gökyüzüne baktım. Derin bir nefes aldım. Çiseleyen yağmur damlaları yüzüme bir bir düşerken bu his şimdiden iyi gelmeye başlamıştı.

Birkaç dakika sonra başımı önüme eğdim. Fakat eşzamanlı olarak arkamı dönüp de yeniden başımı kaldırdığımda Ateş'in evin penceresinde olduğunu fark ettim. Ona bakmamak için hemen önüme döndüm. Zaten hemen ardından da yürümeye başladım. Yağmur yağdığı için kapüşonumu takmış, başımı önüme eğmiş bir şekilde yürüyor olmam etraftaki hiç kimsenin dikkatini çekmezken yağmurun yağması da fazlasıyla işime gelmiş oldu.

Bu şekilde yürüdüm. Nereye gittiğimi bilmeden yürüdüm hem de. Ayaklarım beni nereye götürürse oraya gittim. Yağmurun altında ıslandım, herkes koşarken ben sadece yürüdüm ve sonunda ulaştığım yer bir çocuk parkından başka bir yer değildi.

Sessiz, ıssız olan bu parkta oturmak istedim. Büyük ve iyi bir yerdi ama yağmur yağdığı için kimse yoktu. İşte bu yüzden sessiz ve ıssızdı. Tam aradığım yer gibi, tam benim gibi. Kendimi bir an için bu parka benzettim. Evet, yanlış değil ve ben kendimi gerçekten bu parka benzettim. Önceleri renkli, gürültülü, her şeye rağmen mutlu, kahkahalar içinde bir hayatım vardı. Mesleğimin iç yüzüne rağmen hayatım renkliydi ve ben mutluydum ama şimdi her şey çok daha farklı. Sessiz, düz, mutsuz, umutsuz, ıssız bir hayatın içindeydim ve o hayatın içinde yalnızım. Önceleri benimle olanlar sanki şimdi yoklarmış gibi hissediyorum. Oysa biraz ilerideki o evdeler, beni bekliyorlar ama bu bile yalnızlık hissimi gidermiyor. Böyle hissetmek benim mi suçum yoksa? Bu da mı benim hatam? Bu da benim yanlışım?

Arkama yaslandım, ıssız parka bakmaya devam ettim. Şu an tam da kendimi ilerideki salıncak gibi hissediyorum. Onunla olan hiç kimse yok fakat yine de rüzgarın etkisiyle sallanmaya devam ediyor. Ben de öyleyim işte. Onun gibi boşluktayım. Bir amacım yok ve kocaman bir boşluktayım, hayatımın rüzgarının etkisiyle sallanıyorum. Kısacası fazlasıyla bitik bir hâldeyim artık.

"Merhaba." Aniden duyduğum bu sesle irkildim, hızla başımı çevirdim ve yanıma gelen 8-9 yaşlarındaki çocuğa baktım. Çocuk bana tatlı bir tebessüm ettikten hemen sonra elindeki küçük pakette olan mendilleri gösterdi.

"Mendil alır mısınız?" derken sırılsıklam olduğunu fark ettim.

"Bu yağmurda neden çalışmaya devam ediyorsun?" Sorusuna cevap vermeden sordum.

"Çünkü mendilleri bitirmem lazım, eve öyle döneceğim," dedi, anladım dercesine başımı salladım. Hemen ardından elimi cebime attım ve yanımda olan tek parayı, elli lirayı, çıkardım.

"Al," dedim, bunu verirken de uzattığı mendili aldım.

"Hemen bozdurup getiriyorum abla. Beni biraz beklersen..." Devam etmesine izin vermedim.

"Gerek yok, al hepsini," dedim, çocuk şaşkınca kaldı.

"Valla mı?" diye sordu, bu durumda bile tebessüm ettirdi bana.

"Valla," dedim, o an keşke yanımda biraz daha para olsaydı diye içimden geçirdim ama yoktu, yapacak bir şey de yoktu.

"Sağ ol abla," dedi çocuk ve gözlerimin içine bakıp tebessüm ettikten sonra konuştu. "Bu mendille sileceğin gözyaşların son olur inşallah," dedikten sonra bir anda arkasını döndü, koşarak uzaklaştı yanımdan. Yapabildiğim tek şey arkasından buruk bir şekilde tebessüm etmek olurken elimdeki mendile baktım.

"İnşallah," dedim ben de, sonra da o mendili ceketimin cebine koydum ve bir kez daha arkama yaslandım, derin bir iç çektim.

Temiz havayı solumak biraz olsun iyi gelmişti. Sanki zihnimi biraz toparlamış gibiydim. Kendimi o evde olduğumdan daha iyi hissediyordum ama hâlâ kötü olduğumun farkındayım. İyi olmak için de olması gereken tek şey sanırım sadece her şeyin yoluna girmesiydi. Artık başka hiçbir şey bana iyi hissettirmez, bunu çok iyi biliyorum.

"Zaten hastasın kendini daha da kötü etmek için mi uğraşıyorsun?" Yine bir anda duyduğum sesle irkildim. Hızla arkamı döndüğümde gördüğüm kişi Ateş'ten başkası değildi. Başta bir başkası olmadığı için rahat bir nefes alırken sonradan onu görmüş olmanın şaşkınlığını yaşadım. O ise bu şaşkınlığı göz ardı etti ve geldi, yanıma oturdu. Sanki hiç kavga etmemiş, ayrılmamışız da her şey yolundaymış gibiydi.

"Bir şey olmaz," dedim ilk söylediği şeye yönelik, üzerimdeki o ilk şaşkınlığı da atmıştım.

"Sen iyi değilsin," dedi, bu kez itiraz etmek ya da geçiştirmek yerine başımı salladım.

"Evet, iyi değilim," dediğim an başını bana çevirdi ama ben dönüp ona bakmadım, bakmak istemedim.

"Bu kadar korkma, akşam her şey yoluna girecek. Babanı oradan çıkarmayacağız ama orada güvenli olacak. Hem Cansu Agâh abiyle konuştu, babanı daha güvenli bir yere almak için elinden geleni yapıyor. Şu içeride fotoğrafı çeken her kimse o da aranıyor. Kısa zamanda bulanacak." Aslında haklıydı, öyle olacaktı. Çünkü böyle olması için herkes elinden gelen her şeyi yapıyordu. Fakat hayatımdaki, daha doğrusu hayatımızdaki tek sorun bu değildi ki. Bu çözüldüğü zaman her şey bitecek miydi? Her şeyin bitmesi için tek bir yol vardı.

Başımı çevirip ona baktım. "Teslim olsam," dememle bana öyle hızlı bir şekilde döndü ve öyle öfkeli bir şekilde baktı ki bu bakışlardan korkmamak mümkün değildi. "Her şey biter belki," dedim, Ateş'in bakışları biraz daha sertleşti ama aynı zamanda gözlerini esir alan korkuyu da fark ettim. Bunu yapma ihtimalim, onu korkuttu.

"Saçmalıyorsun," dedi, başımı olumsuz anlamda salladım.

"Saçmalamıyorum, bitsin istiyorum." Kendini o kadar çok sıkıyordu ki şu an boynundaki tüm damarları görebiliyordum. "Ateş," dedim çatallanan sesimle ve devam ettim.

"Ben sizinle gelemem," dediğim an öfkesi biraz daha arttı, birazdan patlayacak gibiydi ama şu an bu öfkeyi düşünecek, ona göre hareket edecek bir durumda değildim.

"Senin bir kardeşin var, alıp onu gidiyorsun. Erdem'in bir kardeşi var, Doğan. İkisi birlikte gidiyor. Pars kendini koruyabilecek bir adam, gözleri arkada kalmıyor. Savaş'ın hiç kimsesi yok, bizden başka ailesi yok. Arkasında bıraktığı hiç kimse yok, bu yüzden gidiyor. Cansu, açıkça söylemek gerekirse ailesini sevmiyor. Bin yıl görmese aklına ailesi gelmiyor. Bir amcası var, onu gönderen o zaten," dedim, dikkatle dinledi beni, devam ettim.

"Peki ya ben?" diye sordum, Ateş hiçbir şey diyemezken devam ettim. "Annem, babam var benim Ateş, sizin aksinize arkamda bırakamayacağım kişiler var." Önüne döndü, hiçbir şey demedi. Tek kelime bile etmedi.

"Bana kız, bağır çağır ya da saçmaladığımı söyle istersen ana ben yapamam. Yapabilirim zannettim, herkesi arkamda bırakabilirim zannetim ama bırakamam," deyip ben de önüme döndüm.

"Benim içimde yaşadıklarımı anlayamazsın sen," dediğimde başımı önüme eğdim. Gözyaşlarım akarken devam ettim. "Babam bir suç işledi, o benim babam demedim ve onu oraya gönderdim," dedim, boğazım düğüm düğüm oldu, hüngür hüngür ağlamak istesem de yapabildiğim tek şey gözyaşlarımı sessizce akıtmak ve konuşmaya devam etmek oldu.

"Sonra sana da aynı şeyi yaptım. Öfkeyle de olsa suç işliyorsun dedim, seni de şikayet ettim," deyip başımı ona çevirdim.

"Şimdi sıra bana geldi, ben de aynı durumdayım ama kaçıyorum. Hepinizi oraya gönderdim, ben polisim dedim ama şimdi kaçıyorum. Babam orada, sen..." Sözümü kesti.

"Sen çok düşünmeye başladıkça saçmalamaya da başlıyorsun," deyip bir anda ayağa kalktı. "Beni de babanı da şikayet ettin diye gidip sen de mi teslim olacaksın?" diye sordu, başımı önüme eğdim.

"Bir daha bunu duymayacağım! Bir daha bunu söylemeyeceksin Mira! Her şey zaten mahvolmuş durumda, her şey allak bullak oldu bir de sen saçma sapan konuşma, benim sinirimi bozma!" dedi, cevap vermedim.

"Hadi yürü kalk eve gidiyoruz! Böyle ortalıkta olmamız doğru değil." Başımı kaldırıp ona baktım.

"Sen git, ben biraz daha burada kalacağım." Kaşlarını bir kez daha çattı.

"Mira burada kalman tehlikeli! Kalk hadi! Boş yere inat etme." Gözlerimi ondan çektim, şimdi de inat ettiğimi düşünüyordu. Fakat bunun inatla bir alakası yoktu. Artık bir evin içinde, kapalı bir yerde durmak beni bunaltıyordu. Duvarlar üstüme üstüme geliyor, afaganlar basıyordu. Fakat o inkâr etsem de inat ettiğimi düşünmeye devam edeceği için ve konuyu uzatacağı için uzatmadım ve ben de ayağa kalktım.

"İyi, gidelim," dedim, Ateş uzatmamış olmamdan dolayı memnun kalıp hiçbir şey demeden önden yürürken ben de peşinden gittim.

Tek başıma geçtiğim yolları bu kez onun peşinde geçtim. Ceyhun'un evine doğru yürüdük. Eve ulaşıp da içeriye girdiğimizde saat artık yedi olmak üzereydi. Ateş içeriye girer girmez sanki beni kendisi alıp gelmemiş gibi salona geçip yine beni görmezden gelmeye başlarken ben de salonda boş bir yere oturdum ve ellerimi göğsümün altında birleştirdim, arkama yaslandım.

Herkes bir şeyler konuşuyordu. Bazıları bu akşamdan, bazıları ertelenen kaçıştan bahsederken ne onları dinledim ne de muhabbete dahil oldum. Yaptığım tek şey bakışlarımı bir noktaya sabitlemek ve boş boş oturmak oldu. O sırada evin kapısı açıldı, Ceyhun evine geldi.

"Ooo ev sahibi de gelmiş," dedi Doğan, dönüp Ceyhun'a bakmadım.

"Taner karakoldan ayrıldı," derken yanıma oturmuştu. O an bunu yadırgadım, salona göz attım ve yadırgayacak bir şey olmadığını fark ettim. Çünkü salonda başka boş yer yoktu, buraya oturmak zorunda kalmıştı. Etrafa bakınırken Ateş'le göz göze geldim. Son günlerde görebildiğim tek duygusu olan öfkesiyle bakıyordu yine bu tarafa.

"Takip edecektin hani?" diye sordu Erdem o sırada, Ateş bakışlarını çoktan üstümüzden çekmiş, rahatsız olduğunu her hâlinden belli edecek şekilde oturuyordu karşımda.

"Fırsatım olmadı. Çıkar çıkmaz elime bir iş tutuşturdu, hemen hallet dedi. Başka birine kitleyecektim ben de işi bu sefer de Tufan müdür çağırdı, bir davayla ilgili bir şeyler sordu. O sırada kaçırdım herifi elimden, çıkıp gitti," dedi, sıkıntıyla ofladım. Zaten her şey üst üste gelmese, bütün aksilikler beni bulmasa şaşardım.

"Neyse, sıkıntı yok. Zaten bizi kendisi yanına çağıracak zaten," dedi Erdem, bizi teskin etti kendince. Kimse ona bir şey demezken de devam etti. "Bir an önce haber etse bari piç," dedi, koltuğun kenarına vurdu. O sırada Ateş hâlâ aynı öfkeyle bu tarafa bakıyordu. Sanki gelip benim yanıma oturmuş olması benim suçummuş, bunu ben istemişim gibi de bana öfkeliydi. Fakat hiç kusura bakmasın şu an bu öfkesiyle uğraşacak durumda değildim.

Kolumu koltuğun kolçak kısmına koydum. Elimi de yüzüme koydum ve boş boş yere bakmaya devam ettim. "Mira." Ceyhun'un sesiyle ise bakışlarımız onu buldu.

"Efendim."

"Konuşalım mı biraz?" diye sordu, o an gözlerim yine istemsizce Ateş'e gitti ve kendini kastığını fark ettim. Yeniden Ceyhun'a döndüm.

"Bir sorun mu var?" diye sordum ben de, dilini damağına çarpıtarak cıkladıktan sonra konuştu.

"Hayır, sadece küçük bir konu var," dediğinde meraklandım. Ortalık biraz daha karışsın istemedim ama her ne söyleyecekse önemli bir şey olabilirdi. Ayrıca fazlasıyla merak da etmiştim.

"Konuşalım," dedim, ayağa kalktım. O sırada Ateş'e bakmamaya özen gösterdim. Çünkü öfkeli bakışlarını görürsem kendimi yine kötü hissedecektim.

Ceyhun benim peşimden ayağa kalktı. Mutfağa doğru yürüdüm, o da geldi. Mutfağa girdiğimde durdum, ona döndüm. Kendisi de girdiğinde yaptığı ilk şey kapıyı örtmek oldu. Merakla ona bakarken de gözlerimin içine bakarak konuştu. "Babanın yanına gittim," dediği an öylece kaldım, babam mı?

"Ne?" Bu tepkiyi fazlasıyla şaşkın bir şekilde verirken, konuşmaya devam etti.

"Taner'i takip edemeyince baktım vakit de erken, dönmek yerine oraya gittim. Biraz zor oldu ama bir görüşme ayarladım, girdim yanına. Dikkat etmesi konusunda onu uyardım," dediğinde tebessüm ettim. Hiç değilse babamın da bir şeylerden haberi vardı artık ve hiç değilse kendimi korumak için bir şeyler yapar, o adamlara karşı çok da savunmasız kalmazdı.

"Teşekkür ederim," dedim ama başka bir şeyler de olduğu çok belliydi. Bir tek bunu söylemek için beni buraya getirmiş olamazdı.

"Baban sana bunu vermemi istedi," dedi ve elini cebine attı. Merakla ona bakarken bir zarf çıkardı.

"Bu ne?" diye sordum, zarfı uzattı.

"Bilmiyorum, sadece bunu sana vermemi istedi," dediğinde zarfı elinden aldım. "Yanından hiç ayırmadığı bir şey olsa gerek. Çünkü geleceğimi bilmiyordu ama senin arkadaşın olduğumu öğrenince hemen cebinden çıkardı, verdi bunu," deyince fazlasıyla meraklandım.

"Anlıyorum," dedim, daha fazla merak etmemek için zarfı açtım.

"Sana yalnız olduğun bir anda bunu vermemi istediği için buraya çağırdım seni. Ben şimdi çıkayım, sen bak. Salondakiler de yanlış anlamasın," dedi, zarfla ilgilenmeyi bırakıp bakışlarımı Ceyhun'a çevirdim.

"Teşekkür ederim Ceyhun," dedim sıcacık bir şekilde tebessüm ederek ve devam ettim. "Gerçekten çok teşekkür ederim," diye de ekledim.

"Önemli değil, sana daha önce de söyledim sen benim kardeşim gibisin. İnsan kardeşine zor zamanında yardım etmeyecek de ne zaman edecek?" diye sordu, gülümsemem biraz daha büyüdü. Şu an söylediği bu şeyi Ateş'in de duymasını çok isterdim.

"Hadi bak bakalım baban sana ne göndermiş," dedi ve mutfaktan çıktı. Kapıyı yeniden kapatırken mutfak masasına gittim, bir sandalye çekip oturdum. Hemen ardından zarfı açtım, içindeki katlı kağıdı çıkardım. Fakat buna rağmen zarf hafiflemedi, içinde bir şeylerin daha olduğunu anladım.

Elimdeki kağıdı masaya bıraktım. Zarfın içine baktım ve küçük bir anahtar gördüm, şaşırdım. "Bu da ne şimdi?" diye söylenirken anahtarı çıkardım, inceledim. Kasa gibi bir şeyin anahtarına benziyordu. Çünkü çok küçüktü ve herhangi bir kapıyı açabilecek gibi değildi.

Anahtarı masanın üzerine bırakıp kağıdı aldım. Ne olduğunu öğrenmem için babamın bir şeyler yazmış olması gerek diye içimden geçirirken açtığım kağıtta babamın el yazısını gördüm, iç geçirdim. Ayrı kalsak da uzak olsak da hiçbir şeyini unutmuyordum. Ne el yazısını ne yüzünü ne sesini ne de kokusunu. Çünkü o benim babamdı. Hata yapmış olsa da babamdı ve hep babam olacak. Hata yaptıysa da orada ve cezasını çekiyordu.

Bunları düşünmeyi bırakıp kağıdın en üstüne baktım ve babamın el yazısıyla yazmış olduğu mektubu okumaya başladım.

"Güzel kızım, Mira'm. Seni çok özledim. Seni düşünmeden geçirdiğim tek bir anım bile yok. Buraya alışmıştım artık. Burada kalmak kolay geliyordu ama yaşadığın şeyleri öğrendikten sonra burası benim için bir zindandan farksız oldu kızım. Yaptığım şeyden ilk günden beri pişmandım. Bu yüzden cezamı çekmeye razı olmuştum. Cezamı çekecek ve yükümden kurtulacaktım ama artık burada kalmak çok zor geliyor kızım. Sana yardım edememek, yanında olamamak beni öldürüyor."

Gözlerimi kapattım, gözümden akan bir damla gözyaşı yanağımdan süzülürken kalbim çok acıyordu. Onu oraya gönderdikten sonra iş bana gelince kaçıyor olmayı kendime yediremiyorum, olmuyor.

Gözyaşlarımı sildim, gözlerimi açtım. Derin bir nefes aldım ve yeniden kağıda odaklandım, kaldığım yeri bulup okumaya devam ettim.

"Senin bir suçun olmadığını biliyorum Mira. O kadar insanı sen öldürmüş olamazsın. Bunu ben bile yaptım ama sen yapamazsın kızım. Ben seni kendimden daha iyi tanıyorum."

Gözyaşlarım daha da hızlandı, bakışlarım bu yüzden bulanıklaştı ama buna rağmen babamın yazdıklarını okumaya devam ettim.

"Bu yüzden sana hak etmediğin şeyler yapmalarına izin verme kızım. Beni de anneni de diğer hiç kimseyi de düşünme ve kendini kurtar kızım. Seni haksız yere dört duvar arasına koymalarını sakın izin verme. Eğer kanıtlayabiliyorsan suçsuz olduğunu kanıtla ve kendini kurtar ama öyle bir şansın yoksa buradan kaç ve git. Bu konuda sana kimin yardım edeceğini biliyorsun, Pars'ı tanıyorsun. Onun kardeşleri de bu işin içinde. Kardeşlerini kurtarmak için her şeyi yapacak, sana da yardım edecektir. O iyi bir adam, bu konuda ona güvenebilirsin."

Zaten ilk günden beri gerçekten de her şeyle Pars ilgileniyordu. Kaçışımızı da babamın istediği gibi o ayarlamıştı.

"Fakat yine de kendi gücüne ihtiyacın olacak Mira. Sakın kızım, sakın kimsenin sana zarar vermesine izin verme. Senin için zarfın içine bir anahtar ve sayfanın sonuna bir adres bırakıyorum. Olur da bir gün tamamen çıkmaza girersen, gidecek başka yolun olmazsa ancak o zaman git oraya kızım. Bana güven. Burada olsam da her şeyin senin için düzelmesi için elimden gelen her şeyi yapacağım. Seni çok seviyorum. Yanında olamadığım için beni afet."

Okuduğum şeyler bir yandan beni gözyaşlarına boğarken bir yandan da fazlasıyla meraklanmama neden oldu. Bulanıklaşan bakışlarım yüzünden gözyaşlarımı sildim, altta yazan adrese baktım. Bu adres bana hiçbir şekilde tanıdık gelmezken orada ne olduğunu, babamın neden son çare olarak orayı kullanmamı istediğini anlamadım ama iyi bir şeyler olduğu kesindi.

Bir elimdeki kağıda bir de anahtara bakarken ne yapacağımı bilemedim. Söylediği yere gitmeli miydim? Ama orayı son çare olarak kullanmamı da özellikle yazmıştı. Fakat bu durumdan daha kötü bir durum olur muydu ki? Her şey zaten çok kötüydü ve yolundan çıkmıştı. Gitmem gerekmiyor muydu?

"Hayır Mira," dedim bir anda kendi kendime ve devam ettim. "Şimdi değil, daha da kötü olunca gideceksin," dedim ve oraya hiçbir zaman gitmek zorunda kalmamayı umut ettim. Çünkü bundan daha kötü bir durumda olmayı istemiyordum.

Babamın yazdığı mektubu katladım, yeniden zarfın içine koydum. O küçük anahtarı da aldım ve onu da zarfa koydum. Daha sonra da o zarfı katlayıp montumun iç cebine koydum. Cebimin fermuarını da çektim. O an kendimi istemsizce güvende hisettim. Sanki tüm derdimin çaresini şu an göğsümde taşıyor gibiydim. Bu hisse de babamın yazdıkları neden olmuştu. Şu an delicesine o adrese gitmeyi ve neler olduğunu bilmeyi istesem de bunu yapmayacağım. En çaresiz kalacağım o son ana kadar o zarf bir daha açılmayacak, varlığını bile unutacağım.

Açılan kapıyla başımı mutfak kapısına doğru çevirdim. O sırada içeriye giren Cansu'yu gördüm. O kadar bezmiş bir şekilde gelmişti ki buraya bu hâline gülmek istedim. Ateş Bey kendisi sürekli yanıma gelmemek, ara vermek istedikten sonra sürekli benimle konuşmamak için resmen kızı ayakcısı olarak kullanmaya başlamıştı. Nereye gitsem hemen peşimden Cansu'yu da gönderiyordu.

"Ne yapıyorsun Mira?" diye sordu Cansu, o sırada ayağa kalktım.

"Hiç, öyle biraz kafamı dinliyordum," dedim, bu yalanı bu kez gönül rahatlığıyla söyledim çünkü Ceyhun'un mektubu bana gizlice verdikten sonra içeriye girip de Mira'ya babasından mektup getirdim, onu okuyor diyecek hâli yoktu.

"İyi görünmüyorsun," dedi Cansu bir anda, iç geçirdim. Bunu da ne çok duyar olmuştum böyle?

"Bunu söyleyen ilk kişi değilsin," dedim sitem edercesine ve devam ettim. "Sadece üşütmüşüm biraz o yüzden böyleyim. Önemli bir şey olduğu yok yani," dedim, o sırada kapı çaldı.

"Birini mi bekliyorduk?" diye sordum, başını olumsuz anlamda salladı.

"Hayır, herkes evde zaten," dedi, merakla mutfaktan çıktım. Salona döndüğümde herkesin yüzünde aynı şüpheli ifadeyi gördüm. Ceyhun da ayağa kalkmış ve kapıya doğru yürüyordu.

Kapıya ulaştı, delikten baktı ve bize döndü. "Rahat olun, sıkıntı yok. Yemek sipariş etmiştim, onlar gelmiş," dedi, o an rahat bir nefes aldım, salona doğru yürüdüm. Cansu da peşimden geldi. Ceyhun görünmeyeceğimizden emin olmuş olacak ki kapıyı açtı.

Yemekleri aldıktan sonra yeniden salona döndü. "Hadi bir el atın da şunları hazırlayalım, bir şeyler yer öyle çıkarız." O bunu söylerken Ateş hemen araya girdi.

"Çıkarız? Sen geleceğini mi zannediyorsun?" Ateş'in sorusuyla Ceyhun'un kaşları çatıldı.

"Sen gelmeyeceğimi mi zannediyorsun?" diye sordu anında Ceyhun, bu kez de Ateş'in kaşları çatıldı.

"Sana gel dediğimizi hatırlamıyorum." Sıkıntıyla ofladım, resmen kavga etmek için bahane arıyor, en ufak bir şeyde de kavga ediyorlardı.

"Ben de bana gel demenizi beklediğimi söylediğimi hatırlamıyorum." Ceyhun'un bu cevabıyla Ateş bir anda ayağa kalktı.

"Sen çok fena kaşınıyorsun, seni öyle bir kaşırım ki arkandaki duvardan zor kazırlar sonra seni," dediği an Ceyhun da ona doğru yürüdü.

"Yapsana lan! Allah aşkına gel kaşı beni hadi!" derken Ateş de ona yürüdü, Erdem hızla kalktı ve müdahele etti.

"Oğlum ne yapıyorsunuz lan? Şimdi bir de kavga mı edeceksiniz?" diye kızdı, benim ise yaptığım tek şey elimi yüzüme koymak, onlara bakmak oldu. Çünkü artık müdahele edecek, engel olacak gücüm yoktu. Var olan gücüm yaşamama ancak yetiyordu.

"Ne kavga edeceğim lan bununla? Bu lavuk buna bile değmez!" Ateş'in söylediği şeyle göz devirdim. Tamam haklıydı ama bazen sinir bozucu oluyordu. Bana kızsın ama Ceyhun'un bir suçu yokken ve bizim için, onun için bile, elinden geleni yapıyorken ona böyle davranıyor olması haksızlıktı. Fakat o kadar gözü dönmüştü ki şu an bu haksızlığı görecek durumda değildi.

"Kardeşim senin benimle derdin ne lan? Ne yaptım ben sana? Bir derdin varsa söyle insan gibi konuşup halledelim!" Ceyhun ılımlı davranırken Ateş'in yaptığı tek şey ağzının içinden söylenerek pencereye doğru yürümek oldu.

"Herkes bu gecenin gerginliğini yaşıyor. Bu yüzden bence çok da şey yapmamak lazım," dedi Cansu ve Ceyhun'un elindeki paketleri aldı. "Ben hazırlarım hepsini, siz sakin sakin oturun," dedi, ona yardım etmek için ayağa kalkacakken hemen bana döndü ve engel oldu.

"Yok yok sende hiç kalkma, iyi değilsin zaten, biraz dinlen, kendine gel," dedi, işime geldiği için de hiçbir şey demedim. Çünkü gerçekten bir şeyler yapacak hâlim kalmamıştı.

Cansu mutfağa giderken Ceyhun da kendi kendine söylenerek yatak odasına gitti. Erdem hemen Ateş'in yanına gitti. Onu sakinleştirmeye çalışırken Doğan telefonla konuşuyor, Savaş da benim gibi oturmuş olanları izliyordu.

Yaklaşık on dakika sonra Cansu yeniden mutfaktan çıktı ve her şeyin hazır olduğunu söyledi. Acıkmış olan Doğan ve Savaş anında mutfağa giderken Erdem Ateş'e "Hadi," dedi. Ellerini arkasında birleştirmiş ve pencerenin önünde duran Ateş'in bize arkasını dönükken yaptığı tek şey elini kaldırmak ve boş ver dercesine sallamak oldu. Erdem de üzerine gitmek istememiş olacak ki bu cevabı anında kabullendi, bana baktı.

"Bari sen kalk," dedi, bir şeyler yemek istedim ama midem iyi değildi. Masadan kusarak kalkmak istediğim en son şey bile olmayacağı için gözlerimi önüme çevirdim, cevap verdim.

"Canım istemiyor," dddim, Erdem benim de üzerime gelmek istememiş olacak ki başka bir şey demedi, mutfağa gitti.

"Kalk, git yemek ye. Bayılacaksın açlıktan!" diyen Ateş'e döndüm.

"Bana emir verme!" Öfkeyle gözlerimin içine baktıktan sonra önüne döndü.

"Ne yaparsan yap Mira! Karışmıyorum sana artık!"

"Karışma!" dedim ben de, zaten aramızda da başka hiç konuşma geçmedi.

Mutfakta yemek yemek için gidenler yeniden bir bir yanımıza döndüler. Zaman akıp geçti, sonunda saat 11'e gelmek üzereyken beklediğimiz şey oldu ve Taner'den mesaj geldi. Gelen mesajın ardından hepimiz heyecanlandık. Sadece yirmi dakikamız olduğu için anında evden çıktık.

Elimizde var olan iki arabanın önünde durduk. Biri Erdem'e ait, diğeri Ateş'e aitti. Ceyhun'un arabasıyla gidemiyorduk çünkü bu onun için riskli bir durumdu. Bu yüzden o da bu iki arabadan birine binecekti ve doğrudan Erdem'in arabasına yürüdü. Ateş de kendi arabasına gitti. Onların ardından Erdem Ceyhun'un gittiği - kendine ait olan arabaya - yürüdü. Doğan da Erdem'in peşinden gitti. Savaş ve Cansu ise Ateş'in peşinden giderken geriye bir ben kaldım.

"Mira hadi!" diye seslendi Cansu Ateş'in arabasına binerken. Bir o tarafa bir de Erdem'in arabasına baktım. Ne sürekli Ateş'in peşinden gidiyormuş gibi görünmek istiyordum ne de Ceyhun'un olduğu arabaya binip Ateş'i kızdırmak istiyordum.

"Mira!" Cansu bir kez daha seslendi, dudaklarımı ısırdım ve en risksiz olan şeyi yapıp Ateş'in arabasına gittim. Cansu ve Savaş'ın yanında durdum. Cansu hemen arka kapıya yönelirken ondan önce davrandım ve bindim. Peşimden arabaya binen Cansu şaşkın şaşkın bana bakarken ön koltuğa da Savaş oturdu ve bir an için arkasını döndü, o da şaşkın şaşkın baktı bana. Ateş'in yanına oturmak yerine arkaya oturmuş olmam onları fazlasıyla şaşırtmış gibiydi.

"Ne bakıyorsunuz bana öyle? Sonuçta bu arabanın önü de arkası da aynı yere gidiyor," dedim, arkama yaslandım ve ellerimi göğsümün altında birleştirdim. Tam o sırada dikiz aynasından Ateş'le göz göze geldim, tek kaşını kaldırmış bana bakıyordu.

Ona bakmak yerine gözlerimi önüme çevirdim, dışarıya baktım. Ateş'in ağzının içinden bir şeyler söylediğini duydum ama umursamadım. "Tamam kardeşim tamam, sen sür hadi arabayı," dedi Savaş, Ateş'in ne söylediğini anlamıştı sanırım.

Onlara bir şey demek yerine sessiz kalmaya ve dışarıya bakmaya devam ettim. O sırada yanımızdan geçen Erdem'in arabasını gördüm. Hemen ardından da Ateş arabayı çalıştırdı, gaza bastı ve Erdem'in peşine düştü.

Bu yolculuk bir bilinmeze gidiyordu aslında. Başımıza neler geleceğini, bu gece neler olacağını hiçbir şekilde bilmiyorduk. Buna rağmen yoldaydık ve Taner'in yanına gidiyorduk. İçimden bir ses ise bana bu gecenin her şeyi değiştirecek olan o gece olduğunu söylüyordu.

Bölüm Sonu!

Selamlarrr :) nasılsınız?

Kaç bölümdür Taner'le buluşamadı bunlar da bir türlü kdksksksjsj fakat o sahne üçüncü perdenin dönüm noktası olacağı için oraya gelmeden önce o anı tamamlayacak olan sahneler okumanız gerekiyordu :) fakat bir sonraki bölüm gelecek valla, biraz daha sabır dnsnjsjsnsn bir sonraki bölüm de sınır dolar dolmaz gelecek ♡

Mira'nın babasının ona gönderdiği mektupta yazan adreste ne olabilir sizce? Size küçük bir sır vereyim mi? İkinci perdede olan bir konuyla ilgili bir şey bu :) hatta bu bölümde de bahsettim, büyük bir spoi verdim size. Aranızda o spoiyi yakalayabilen oldu mu?

Yalnız o mektup var ya çok önemli ndjsjsjjsjsn aşırı önemli hem de. Bulun o spoiyi hdjsjjsjshs

Bu bölümde yoğunluk olarak Mira'nın psikolojisine yer verdim. Sizce bu kadar yıkılmış bir psikolojiye sahipken nasıl devam edecektir? Bu konuda bir şeyler olur mu dersiniz?

Bölümde en sevdiğiniz sahne hangisi oldu?

Bölümü en iyi anlatan emojiyi buraya bırakabilirsiniz.

Yeni bölümde görüşmek üzere:) iyi bakın kendinize güzellerim ♡

Duyurular, alıntılar ve diğer her şey için de sosyal medya hesaplarımı bırakıyorum, oradan da takip edebilirsiniz beni.

Instagram: gizzemasllan

Twitter: gizzemasllan

ÇOK SEVİYORUM SİZİ.♡

Loading...
0%