Yeni Üyelik
88.
Bölüm

87.BÖLÜM "KARŞI KARŞIYA"

@gizzemasllan

Selam suç ortaklarım :)

Bir önceki bölüme gelen yorumlarınız için çok teşekkür ederim.♡ Bu bölüm için yorumlarınızı da sabırsızlıkla bekliyorum.

Başlamadan önce yıldıza dokunarak bana destek olabilirsiniz.

Ben de buraya sizin için bir yıldız bırakıyorum.⭐ Sizinkileri de bekliyorum :)

Keyifli okumalar.♡

87. BÖLÜM "KARŞI KARŞIYA"

Başımı önüme eğdim, Erdem'in üzerime bağlamaya çalıştığı şeylere baktım ve iç geçirdim. "Daha çok mu?" diye sorduğumda başını kaldırıp bana baktı.

"Az kaldı," dedi ve yeniden elindekilere döndü. Saate baktığımda yirmi dakikayı geçtiğini gördüm.

"Yirmi dakikayı geçti," dediğimde Ateş konuştu.

"Sıkıntı yok, piç hâlâ bekliyor. O da biliyor yirmi dakikaya yetişemeyeceğini." Ateş'in söylediği şeye cevap vermezken Erdem geri çekildi.

"İşte bu kadar," dedi ve Cansu'nun elinde duran çelik yeleği aldı. Hemen ardından o yeleği başımdan geçirdi, giydirdi. Daha sonra da yine Cansu'nun elinde olan montumu aldı, bana uzattı.

"Şunu da giy." Hemen aldım elinden, giydim. Fermuarını çektikten sonra Erdem yaka kısmında bir şeyler yaptı son işini de hallettikten sonra tamamen geri çekildi ve Ateş'e baktı.

"Tamamdır kardeşim," dediğinde Ateş'in bakışları beni buldu.

"Dikkatli ol," dedi, başımı salladım.

"Konuşturabildiğin kadar konuştur ama çok da üzerine gitme, şüphe ederse bizi suçlayacak şeyler söylemeye başlar, her şey mahvolur," dedi, yine başımı salladım.

"Tamam," dedim bir tek, devam etti.

"Kameranın yüzünü çektiğinden emin ol, sadece ses yetmez."

"Tamam," dedim yine.

"Biz hemen burada olacağız, zaten ne konuştuğunuzu üstündekilerden duyuyor olacağız. Bir aksilik olursa hemen geliriz, bu yüzden endişe etme, rahat ol," deyince yine başımı salladım.

"Tamam, siz de endişe etmeyin. Elimden geleni yapacağım, daha fazla oyalanmadan gitsem iyi olacak," deyip bekledim, hiç kimse hiçbir şey demezken Cansu'nun tuttuğu siyah kepimi aldım, başıma taktım. Ardından montumun kapüşonunu da takıp yanlarından ayrıldım.

Taner beni bir limana çağırmıştı. Gecenin sessizliğinde bu liman ürkütücü bir hâl almışken gemilere yüklenmek üzere hazırlanmış olan konteynerların arasından geçtim ve sonunda Taner'in yanına ulaştım. Arkasında kalmış olduğumdan beni göremezken konuştum.

"Sonunda bir kez daha karşı karşıya gelebildik," dememle eşzamanlı olarak hızla bana döndü, gözleri bir kez üzerimde gezindikten sonra dudakları yana kıvrıldı ve ellerini arkasında birleştirdi.

"Mira Aksoylu," dedi keyifli çıkan sesiyle ve yüzündeki o keyifli ifade biraz daha arttı. Hiçbir şey demedim, sadece ona bakmaya devam ettim.

"Şu başındakileri çıkar, yüzüme bak da o güzel yüzünü göreyim." Kaşlarımı çattım, tüm bedenim öfkeyle kasıldı. Daha ilk andan buna neden olmuş olması bile sinirimi bozarken bu geceki planımızı bozmamak için elimden geldiği kadar sakin kalmaya çalıştım.

"Mira," dedi Taner bana doğru bir adım atarak ve ekledi. "O başındakileri çıkar, yüzüme bak dedim sana," dediğinde ellerimi yumruk yaptım. Sakin olmak için içimden ona kadar saydım ve ardından istediği şeyi yaptım. Önce kapüşonumu daha sonra da kepimi çıkardım, ellerimi onun gibi arkamda birleştirdim. O sırada Taner'in yüzündeki keyifli ifade daha da arttı.

"Ha şöyle," dedi, bir kez daha gözleri üzerimde gezindi. "Yüz yüze konuşmak çok daha kolay olacak," dedikten sonra bana doğru bir adım daha attı. Fakat yaklaştıkça şu an yakamda bağlı olan kameranın açısından çıkardı, bu da hiç iyi bir şey değildi. Bu yüzden aramızdaki mesafeyi korumam lazımdı.

Taner bunun ardından bana doğru bir adım daha attı. Düşündüğüm şeylerin ardından daha fazla kameranın açısından çıkmasına izin vermemek adına iki adım geri gittim, Taner'in tek kaşı kalktı. "Aramızdaki mesafeyi koruyalım diyorsun yani?" dedi alay edercesine, gözlerinin içine bakarak konuştum.

"Uzatma da ne konuşacaksan konuş diyorum," dedim, onu terslemiş olmamdan dolayı kaşlarını çattı, bakışları sertleşti.

"Benimle düzgün konuşmanı öneririm," dedi, şu an kendisine bağlı olduğumu, her istediğini yapmak zorunda olacağım bir durumda olduğumu falan zannediyordu herhalde. Yoksa kendine bu kadar güveniyor olmasının başka bir açıklaması olamazdı.

"Ben de sana bir an önce konuşmanı öneririm," dedim onun gibi ve devam etti. "Yoksa karşında konuşacak hiç kimseyi bulamayacaksın," diyerek onu gitmekle tehdit ettim, bu tehdidim de onu güldürdü.

"Gidecek misin?" diye sorduktan sonra da beni sinir etmek istercesine daha güçlü bir şekilde bir kez daha güldü. Arkamda birleştirdiğim ellerimi sıktım, tırnaklarımı avucuma batırdım ve kendimi sakin kalmak konusunda içimden de olsa uyarmaya devam ettim. Yoksa dayanamayacak, üzerine atlayacak ve ağzını burnunu kırana kadar dövecektim onu.

"Eğer konuşmamaya devam edersen burada kalmamın hiçbir anlamı olmayacak," dedim, o an aldığı derin nefesi fark ettim. Artık konuşacaktır herhalde diye düşünüp dikkatle ona bakmaya devam ederken sonunda beklediğim şeyi yaptı ve konuşmaya başladı.

"Diğerleri nerede?"

Sorduğu ilk soru bu olurken omuz silktim. "Bilmiyorum."

Bakışları biraz daha sertleşti. "Bilmiyorum bugün senin için bir cevap değil Aksoylu. Diğerleri nerede?" Sorusunu yineledi.

Ben de yine omuz silktim ve aynı cevabı verdim. "Bilmiyorum."

O an öfkelendi ve bu öfkesini de fazlasıyla belli edecek bir şekilde baktı bana ."Aksoylu!" dedi, sesi sabrının taştığını fazlasıyla belli ediyordu. "Sana diğerleri nerede dedim?" Bu kez dişlerini sıkarak sordu, ben de tabii ki yine aynı cevabı verdim.

"Ben de sana bilmiyorum dedim, çünkü bilmiyorum. Senin yüzünden."

Tek kaşı kalktı. "Ne demek senin yüzünden?"

O an aklıma gelen o yalanı söyledim. "Her gün saat 23:00'da yer değiştirirler," dediğimde Taner afalladı. "Aynı yerde kalmanın riskli olduğunu söylerlerdi. Yani öyle belirli olarak saklandığımız bir yer yoktu. Ülkeden kaçmayı düşünüyorduk, doğrusu onlar hâlâ düşünüyorlar. Bu yüzden bir yer ayarlamadılar kendilerine ve sürekli yer değiştirdiler. Bugün de yapmışlardır bunu ama ben yanlarında değildim, senin yanına gelmek için ayrıldım onlardan. İzin vermeyecekleri için gizlice kaçtım, hatta belki ben kaçtıktan sonra saatin 23:00 olmasını bile beklemeden yer değiştirmişlerdir," deyip ellerimi iki yana açtım ve omuz silktim.

"Bir tek ben varım Taner, benimle idare etmek zorundasın. Başka hiç kimse yok." Yine bana doğru bir adım attı, yine geri gittim. Muhtemelen o kendisinden korktuğumu ve bu yüzden üzerime geldikçe böyle geri kaçtığımı düşünüyordu ama alakası yoktu. Şu an için tek derdim sadece kameranın onu net bir şekilde çekmesiydi.

"Onların yanından kaçtın öyle mi?" diye sordu.

Başımı salladım. "Başka şansım yoktu."

Kaşlarımı çattım. "Neden sana inanayım?" Yine sordu ve ekledi. "Belki de yalan söylüyorsun," dediğinde omuz silktim.

"İster inan ister inanma, sana kendimi inandırmak için elimden hiçbir şey gelmez," dediğimde gözlerimin en içine baktı, hâlâ yalan söyleyip söylemediğimi anlamaya çalışıyordu. Korkusuzca baktım ben de gözlerinin içine ve bana inanmasını bekledim.

"Neden kaçtın? Sevgiline bunları anlatmak varken ondan kaçmayı mı tercih ettin?" diyerek Ateş'ten bahsetti.

"Ateş'in babamdan nefret ettiğini bilirsin. Babam için burada kalıp benim de kalmama izin verip de bir şeyler yapacağını hiç zannetmiyorum. Bu yüzden kaçmaktan başka şansım yoktu ve kaçtım," dediğimde Taner arkasındaki ellerini ayırdı, bu kez de montunun cebine koydu.

"Aksoylu," dedi gözlerimin içine bakarak ve devam etti. "Sen de bana yetersin," dedikten sonra yüzündeki o keyifli ifade bir kez daha gün yüzüne çıktı ve beni sinir etmek istercesine o ifadeyle baktı gözlerime.

"Yanlarından kaçmış olsan da, şimdi nerede olduklarını bilmiyor olsan da günlerdir onların yanındasın, kaçış planlarına dair bir şeyler biliyor olman gerekiyor," dedi hâliyle, o an kendimi bir polis sorgusunda gibi hissettim ama böyle olmazdı ki. Bu şekilde elime hiçbir şey geçmezdi. Benim onu bir şekilde konuşturmam, ağzından bir şeyler almam lazımdı. Yoksa o bize karşı üstünlüğünü korumaya devam ederdi.

"Biliyorum tabii ki," dedim, amacım onu konuşturmak olduğu için onun bir şeyler bildiğimden emin olması gerekiyordu. "Ama bunları sana anlatmak için herhangi bir nedenim yok," dediğimde anında yanıtladı.

"Babanın canının tehlikede olması senin için yeterli bir sebep değil mi?" İşte bu ondan duymak istediğim ilk cümleydi ve duymuştum. Tehdit suçunu kabullenmek üzereydi, fakat tam bir delil sayılması için kabul etmesi gerekiyordu.

"Beni babamla tehdit ettin ve buraya getirdin, doğru," dedim, şu an onun beni onaylaması gerekiyordu ama yapmamıştı. "Fakat elimde olan birkaç bilgiyi hiçbir güvence sağlamadan sana verirsem babamı korumak için elimde hiçbir şey kalmayacak. Bu yüzden bana böyle bir güvence vermen gerekiyor. Babama hiçbir şey yapmayacağın konusunda ikna olmam lazım ki sana bunun karşılığında bir şeyler vereyim değil mi?" diye sordum, bu cümlelere itiraz etmiyor olması bile aslında birer kabullenişti ama yine de kendi ağzıyla itiraf etmesi de çok önemliydi.

"Haklısın Mira Aksoylu," dedi yine gözlerimin içine bakarak ve devam etti. "Babanın hayatı tehlikede ve eğer karşımda bu şekilde üstten üstten konuşmaya devam edersen o tehlike gün yüzüne çıkar, babanın canını çok yakarlar içeride. Herkes benden bir emir bekliyor, emin ol içeride babanı öldürmek için gün sayanlar bile var. Bence sen, seni ikna etmemi beklemeyecek kadar akıllı bir kadınsın. Öylesin değil mi?" diye sordu, söyledikleri hem beni öfkelendirdi hem de ağzından bir itiraf alabilmiş olduğum için keyiflendim. Fakat bu hiçbirimiz için yeterli değildi, söylemesi gereken daha fazla şey vardı.

"Beni bu şekilde babamla tehdit etmeye devam edersen seninle anlaşamayız," dedim kendimden emin bir şekilde ve fazlasıyla rahat bir tavırla. Çünkü eğer gerildiğimi ve endişe ettiğimi fark ederse aynı şeyi yapmaya devam edecek, bana bunun üzerinden üstünlük sağlamaya çalışacaktı. Onun eline bu kozu vermemem gerekiyordu.

"Başka şansın yok farkında değil misin? Burada senin değil benim sözlerim geçer bunu hâlâ anlamadın mı? Bana ihtiyacı olan sensin, ben değilim!" dediğinde yüzümde alaylı bir ifade oluştu, bu ifadeyle onu sinir etmek isterken istediğim konuya geçiş yapabilmek için de elime bir fırsat geçmişti.

"Yanılıyorsun Taner," dedim alaylı çıkardığım sesimle ve devam ettim. "Senin de bana ihtiyacın var, çünkü eğer bana ihtiyacın olmamış olsaydı şu an burada başka polisler de olurdu ve sen bileklerime kelepçe takıyor olurdun. Fakat şimdi böyle bir şey olmadığına göre ve sen hâlâ karşımda durup bana hiçbir şey yapmadığına göre senin de bana ihtiyacın var." Söylediklerim onu rahatsız etti. Sanırım tüm bunları biliyor olmam onu sinirlendirmişti. İşte bana da tam olarak bu lazımdı. Biraz sinir. Sinirlensin ki ondan duymak istediğim cümleler bir bir dökülsün dudaklarından.

"Beni buraya bir suçlu olduğum için çağırmadın, babamla beni tehdit edip buraya getirirken tek amacım kişisel çıkarlarındı. Buraya gelirken bunu zaten biliyordum ama şimdi geldiğimde emin oldum. Bakıyorum da etrafta senden başka tek bir polis bile yok. Sen de zaten buraya polis kimliğini kullanarak gelmedin. Bana bir şekilde ulaşıp babamla beni tehdit edip buraya getirdin. Bunu normal biri de yapabilirdi. Bunun için başkomiser olmaya gerek yok." Taner'in bakışları biraz daha sertleşti. Şu an öyle bir bakıyordu ki bana, elinden gelseydi beni bir kaşık suda boğardı.

"Derdin ne Taner?" diye sordum, dikkatle bana bakıyor ve hiçbir şey söylemiyordu. Buna rağmen konuşmaya devam ettim.

"Bizimle başka bir meselen var gibi," dedim, gerildiğini şu an kasmış olduğu vücudundan anlarken bunu fark etmiş olduğumu hiçbir şekilde belli etmedim. "Her şeyin en başında, o gün o evde ölen Beril ile işbirliği yaptın," dedim, o gün olanları bir bir anlatmam gerekiyordu ve onun da beni onaylaması lazımdı. Her şeyi anlattıktan sonra ondan alacağım tek bir onay artık kayıt altında olur ve her şeyi onun yaptığını ispatlamak için elimizde bir şansımız olurdu.

"Önce bizi aylarca katilini tanıdığın İnci Şahin cinayeti üzerinde oyaladın. O cinayetin işlenmesini isteyen Beril'den başka kimse değildi ve o cinayeti işleyen hiçbir zaman Uras olmamıştı," dediğimde Taner karşımda susmaya devam etti.

"Ateş Demirkan'ın yıllar önce kaybolan kardeşi Uras Demirkan bir oyunun içine çekildi. Onu sadece doğduktan bir ay sonra kaçırdılar. Yıllarca bir ilaçla büyüttüler. Düşünemez ve sorgulayamaz bir hâle getirdiler. Çünkü o gece orada kendini kendi isteğiyle zehirleyerek öldüren Beril, Ateş Demirkan'ın babasının eski eşiydi. Aralarında husumet vardı, Beril intikam almak istiyordu. Bu yüzden de yaptığı şey eski eşinin yeni eşinden olan oğlunu kaçırmak oldu. Yıllar sonra da kurduğu planla o çocuğu ortaya çıkardı ve her şeyi mahvetti," dediğimde Taner hâlâ hiçbir şey demiyordu.

"Önce kendine bir kurban seçti. Hiçbir suçu olmayan üniversite öğrencisi bir kızı kaçırdı," dedim, Taner şu an sanki biraz öfkelenmiş gibiydi ama buna rağmen hiçbir şey demedi.

"Onu öldüren Uras değildi, başka biriydi. Bir kere düşünsene işin saçmalığını, Uras o kıza öldürmüş olsaydı o anın videosu neden olmasın ki? Neden sadece elinde silahla kızın başında dururken çekilmiş videosu var? Hem öyle bir ormanda bu videoyu çeken kim? Madem böyle bir video çekmiş, neden biz o kadının yanına hesap sormaya gittiğimiz gün özellikle ortaya çıkardı? Hem de sana gelen özel bir mesajla? Bunların mantıklı olmadığının farkında değil misin?" diye sordum artık bir cevap vermesi için ama hâlâ susmaya devam ediyordu.

"Bence çok iyi farkındasın, çünkü sen de bu işin içindesin. En başından beri o kızın katilinin kim olduğunu, ölüm emrini kimin verdiğini çok iyi biliyordun. Fakat sabırla bekledin. Bizim Uras'ı bulmamızı bekledin. Biz Ateş'in kardeşini bulup de Beril hakkında bir şeyler öğrendiğimizde bir anda yanımıza geldin o eve," dedim ve alaylı bir ses tonuyla sordum.

"Hiç kimse sana o gece neden orada olduğunu sormadı mı? Sen neden oradaydın diye soran olmadı değil mi? Sormuş olsaydılar bile muhtemelen buna vereceğin çok iyi bir cevabın vardır. Yıllardır hazırlanan bir plan sonuçta bu. Senin için de uyduracak illaki bir şeyler bulmuşlardır. Sahi söylesene o gece nasıl kurtuldun o durumdan?" Yine sordum.

"Mira..." dedi, bu kez de ben onun konuşmasına izin vermeden sözünü kestim.

"Seni ben vurdum Taner, suçsuz olan kardeşlerimin başına silah dayadığın için seni ben vurdum," diye itiraf ettim, bu zaten inkâr edeceğim bir şey değildi.

"Çünkü orada polis olarak bulunmuyordun, sen de o gün orada suçluydun Taner ve kurtulmak için seni vurmaktan başka şansım yoktu. Beril ile ne gibi bir bağın var bilmiyorum ama sen o gün orada Beril'den aldığın emri yerine getirmek için bulunuyordun. Aldığın emir doğrultusunda da biz gittikten sonra bizim kendimizi kurtarmak için yaraladığımız adamları öldürdün. Bunu orada senden başka yapacak hiç kimse yoktu ve yaptın. Sonra da tüm suç bizim üstümüze kaldı, çünkü zaten en başından beri istediğiniz şey buydu. Bizi dağıtmak." Taner'in tek kaşı kalkıktı ve ellerini arkasında birleştirmişti.

"Sen bize bu kötülükleri yaptın, bundan sonra her şeyi yapabileceğine inanıyorum. Senin bir başkomiser olman bana hiç güven vermiyor, çünkü ben senin neler yaptığını kendi gözlerimle gördüm. Bu yüzden bana, sana istediğin bilgileri verdikten sonra babama zarar gelmeyeceği konusunda güvence vermen gerekiyor ve bunu sadece birkaç sözünle yapamazsın," deyip sustum, aslında ona güvenmeyeceğimi kısa bir şekilde de anlatabilirdim. Tabii üzerimde bir kamera olmasaydı ve bu anları kaydetmiyor olmasaydı. Şimdi üzerimde bir kamera varken o sadece tek bir şey odaklanmışken ondan bir itiraf almanın tam zamanıydı, hatta belki bu gece alacağım itiraf bizim suçsuz olduğumuzu bile kanıtlayabilirdi.

"O gece orada ne olduğu emin ol hiç umrumda değil Aksoylu. O gecenin sonunda neler olduğu umrumda ve o gecenin sonunda ben vurulmuş bir polis memuru olarak, tüm ülkede kahramanca anılırken hastaneye gittim ve siz de yine aynı o gece birer suçlu olarak anılmaya başladınız," dedi, bu sözler benim için yeterli değildi. Bana o geceki suçunu kabul edecek daha açık cümleler lazımdı.

"Vay be Taner," dedim bir anda ve güldüm. "Söylediklerime hiçbir şekilde itiraz etmedin," diye devam ettim cümleme. Taner dikkatle bana bakarken de ekledim. "Oysa hâlâ içimde o kadar insanı senin değil de bir başkasının öldürdüğüne ve suçu bizim üzerimize attığına dair bir umut vardı. Yıllardır tanıdığım adam bu kadar da kötü biri olamaz diyordum hâlâ kendime ama şimdi attığım zarfı yedin, ben kimseyi öldürmedim demedin," dedim, o an Taner bir an için afallar gibi oldu ama kendini toparlaması çok da uzun sürmedi.

"Onları kimin öldürdüğünün ne önemi var Aksoylu? Ha ben öldürmüşüm ha bir başkası, bunun hiçbir önemi yok. Önemli olan suçun sizin üzerinize kalmış olması ve hayatınızın mahvolmuş olması. Haklısın ben o kadınla bir anlaşma yaptım ve o anlaşma doğrultusunda paramı alabilmek için hepinizi bir bir demir parmaklıkların arkasına göndermem gerekiyor. Suçlu olmasanız bile bunun için de elimden gelen her şeyi yapacağım Mira. En sonuncunuz da o parmaklıkların arkasına gittiğinde size rahat veririm ancak. Ondan sonrası beni zaten ilgilendirmez, ben paramı almış, yoluma bakmış olurum."

Kaşlarımı çattım. Bir yandan iyi bir itiraf gelmiş olduğu için mutluydum, bir yandan da son söyledikleri fazlasıyla merakımı cezbeetmişti.

"O kadın öldü, kendini öldürdü. Bunu sen de çok iyi biliyorsun Taner. Ardından da adamları öldü bir bir. Bunu biz yapmadık. Senin de dediğin gibi ya sen yaptın ya bir başkası. Hâlâ para diyorsun, sana o parayı kim verecek? O kadının istediğini yapıyorsun ama kadın öldü. Arkasında kim var bu işin? O kadının istediği şeyi yapmaya devam eden kim Taner?"

Ellerini cebinden çıkardı, biraz gerilmiş gibi bir hâli vardı. "Seninle buraya bunları konuşmak için gelmedim Mira!" dedi dişlerini sıkarak ve öfkeyle gözlerimin içine bakarak devam etti. "Seninle buraya anlaşma yapmak için geldim!" derken bizimkilerin olduğu tarafa bakmamak için kendimi zor tutuyordum. Umarım orada da her şey yolundadır diye içimden geçirirken Taner bir şeyden şüphelenmesin diye sadece ona bakmaya devam ettim.

"Sen de diğerleri de bir bir ortaya çıkacaksınız! Ailelerinizi ancak bu şartla rahat bırakırım," dediğinde omuz silktim.

"Ben buradayım Taner, bak tam karşında duruyorum. Sen beni babamla tehdit ettin ve ben de ortaya çıkmak zorunda kaldım. Şu an diğerlerinin nerede olduğuna dair hiçbir fikrim yok. Hiçbiri telefon kullanmıyor. Bir yerle iletişime geçmek istediklerinde yaptıkları tek şey sabit telefon kullanmak oluyor. Ben bir hata yaptım, telefonumu açtım ve o hatanın bedeli olarak onlardan ayrılıp buraya gelmek zorunda kaldım. Bak şimdi de karşındayım işte. Elimden gelen tek şey teslim olmak, diğerleri hakkında hiçbir şey yapamam."

"Yapacaksın Mira!" dedi bir anda ve devam etti. "Babanın o dört duvar arasında iyi olmasını ve yaşamaya devam etmesini istiyorsan bana diğerlerinin kaçış planını anlatacaksın. Hem de benden hiçbir şey beklemeden, çünkü burada benim sözüm geçer, benim kurallarıma göre oyun oynarız. Hiçbir kararı sen veremezsin." Cevap vermedim ona, bir an için son on beş dakikadır konuştuğumuz şeyleri düşündüm. Bence sanırım ağzından yeterince laf almıştım. Aslında daha fazlasına zorlamak istedim ama dikkat çekmek de istemedim. Biraz daha aynı şeyleri konuşmaya devam edip onu da konuşturmaya çalışırsam o da ne yapmaya çalıştığımı anlayacaktı. Ne de olsa salak değildi.

"Onların kaçış planı benim de kurtuluşum," dedim ben de ve devam ettim. "Sana bu planı öyle sadece istedin diye anlatamam," dediğimde elindeki telefonu gösterdi.

"Tek bir telefonumla babanın hayatı son bulur! Sen hâlâ geçmiş karşıma benimle pazarlık yapmaya çalışıyorsun!" dedi, tam o sırada arkasındakileri gördüm. Bizimkiler ileriden buraya doğru geliyorlardı. Bir şey mi olmuştu? Niye geliyorlardı ki?

Gözlerimi onlardan çektim, Taner'e odaklandım. "Babama hiçbir şey yapamazsın," dedim kendimden emin bir şekilde ve devam ettim. "Çünkü beni tehdit edebileceğin bir tek babam var. Bir tek onu koruyamam. Bunu sen de çok iyi biliyorsun ve senin de elindeki tek koz bu. Bu kozdan bu kadar kısa sürede vazgeçebileceğini hiç zannetmiyorum." Bunu demem bir anda öfkelenmesine neden oldu, çünkü farkında olduğum gerçekler onun aslında benden çok da üstün olmadığını gösteriyordu. Bu da onun sinirini bozmuştu.

"Babanı gebertiğimi bir haber kanalından öğrendiğin zaman anlarsın beni!" dedi ve bir anda üzerime yürüdü, tam bana saldıracaktı ki geriye doğru savruldu, Ateş onu kendine çevirdi ve yüzünün ortasına kafasını geçirip yere düşmesini sağladı.

"Lan piç!" dedi bir anda, yanına oturdu. "Ben şimdi seni doğduğuna pişman etmez miyim?" diye sorarken de yüzüne yumruğunu indirdi. Erdem hemen müdahaleye geçti, Ateş'e engel olmaya çalışırken Doğan ve Savaş da yerdeki Taner'i kaldırdılar.

"Lan bir bırak beni! Bırak da şunun ağzını burnunu kırayım!" dedi Ateş, Taner'e doğru atıldı ama Erdem hemen önünde durdu.

"Sakin ol Ateş! Onun da sırası gelecek ama şimdi değil!" Erdem Ateş'i sakinleştirmeye çalışırken Ateş bir anda bağırmaya başladı.

"Ne sakini lan ne sakini? Piç resmen kıza saldırdı! Gücün ona mı yetiyor lan? Kalkıp bana da saldırısına!" Tek derdi bu muydu yani? Daha bana parmağının ucu bile temas etmemişken yakalamıştı onu ama buna rağmen bağırıyordu.

"Tamam! Bağırma şimdi duyan olacak!" Erdem de kızdı, o sırada gözlerim Ceyhun'u aradı ama yoktu. Sanırım Taner'in kendisini görmesini istememişti.

"Mira iyi misin?" diyerek Cansu yanıma geldi, başımı salladım.

"İyiyim," dedim, hemen elleri yakamı buldu ve kamerayı çıkardı. Ardından da hızla telefonuyla bir şeyler yapmaya başladı.

Birkaç dakika sonra da "Her şey yolunda, kayıt altına alınmış," dedi, rahat bir nefes aldım.

"Ne kaydı lan? Ne diyorsunuz siz?" Taner bize doğru bağırdı, onu umursamazken Ateş yanıma geldi.

"İyi misin?"

Başımı salladım. "İyiyim," dedim, buna rağmen endişeyle gezindi gözleri üzerimde. "İyiyim Ateş, sakin ol," dedim, gözlerini benden çekti ve öfkeyle Taner'e baktı. Fakat hiçbir şey demedi, sustu. O sırada onun dışında diğerlerinin yüzüne bir bir baktım. Hepsi keyifliydi.

"Kayıt mı aldın lan sen?" diye bağırdı Taner, bakışlarım onu buldu. Öfkeyle gözlerimin içine bakarak bir anda "Orospu çocuğu!" diye küfür etti, benim de öfkem arşa çıktı. Fakat benim bir şey yapmama gerek kalmadan ilk yumruğu kendisini Ateş'in elinden alan Savaş'tan yedi. İkinci yumruğa da zaten Ateş yetişti ve ona vurmaya başladı, bu kez kimse engel olmadı ona.

Onlar kavga ederken Cansu'nun elindeki kaydı aldım, baktım. Dudaklarım yana kıvrıldı. İçim bir anda umutla doldu, keyfim yerine geldi. Arkamdaki kavga şiddetini arttırırken aklımdan geçirdiğim tek şey elimizde artık o geceki ölümlerden sorumlu olmadığımızı kanıtlayacak bir video ve bu video sayesinde bu işin arkasında başka kimlerin olduğunu tereddüt etmeden anlatacak olan Taner vardı. Ama

Bir kez daha güç bizim elimizdeydi işte şimdi ve bu kez bu gücü öyle bir kullanmalıyız ki taş üstüne taş kalmamalı, yer yerinden oynamalı ve tüm roller değişmeliydi.

Bölüm Sonu!

Selammmm :) nasılsınız?

Daha uzun bir bölüm yazmayı planlanmıştım ama maalesef ki ancak bu kadar yetişti :( hafta içi bir bölüm daha gelecek ama, endişe etmeyin :)

Taner ve Mira karşı karşıya geldi sonunda, Mira istediğinden fazlasını elde itti, bir sürü itiraf aldı Taner'den. Sizce bunlar kendilerini kurtarmak için yeterli olur mu?

Taner'in her şeye devam etmesinin sebebi ne olabilir? Gerçekten de arkasında başka birileri var mıdır?

Bir önceki bölümde spoi var demiştim size, o spoiyi bulabilen ve ben bulduğum şeyden eminim diyen var mı?

Bölümde en sevdiğiniz sahne hangisi oldu?

Bölümü en iyi anlatan emojiyi buraya bırakabilirsiniz.

Yeni bölümde görüşmek üzere:) iyi bakın kendinize güzellerim ♡

Duyurular, alıntılar ve diğer her şey için de sosyal medya hesaplarımı bırakıyorum, oradan da takip edebilirsiniz beni.

Instagram: gizzemasllan

Twitter: gizzemasllan

ÇOK SEVİYORUM SİZİ.♡

Loading...
0%