Yeni Üyelik
89.
Bölüm

88.BÖLÜM "BOŞLUK"

@gizzemasllan

Selam suç ortaklarım :)

Bir önceki bölüme gelen yorumlarınız için çok teşekkür ederim.♡ Bu bölüm için yorumlarınızı da sabırsızlıkla bekliyorum.

Başlamadan önce yıldıza dokunarak bana destek olabilirsiniz.

Ben de buraya sizin için bir yıldız bırakıyorum.⭐ Sizinkileri de bekliyorum :)

Keyifli okumalar.♡

88. BÖLÜM "BOŞLUK"

Herkes büyük bir dikkatle şu an tam karşımızdaki televizyona bakıyordu. Tüm video izlendikten, Taner'in görüntüsü son bulduktan sonra herkes bu kez de birbirlerine bakmaya başladılar.

"Bitti resmen," dedi Cansu, bakışlarım hemen onu bulurken devam etti. "Bu video sadece Taner'i suçlamak için değil, her şey için çok önemli. Bu videoyla kendi suçsuzluğumuzu bile ortaya çıkarabiliriz." Gözlerimi önüme çevirdim. Haklıydı, artık bunu yapmak için hiç değilse küçük de olsa bir fırsatımız vardı.

"Bunu yapacağız değil mi?" diye sordu Cansu, gözlerim Ateş'i buldu. Başını hafifçe önüne eğmiş, düşünüyordu.

"Herhalde bu kadar şeyden sonra bir tek Taner'i tehdit edip gitmeyeceğiz buradan değil mi? Suçsuz olduğumuzu kanıtlamak için de bir şeyler yapacağızdır " Cansu konuşmaya devam etti. Birinin ona destek çıkmasını, söylediklerini onaylamasını bekliyordu.

Gözlerim bir Ateş'e bir de Erdem'e gitti. İkisini de fazlasıyla düşünceli gördüm. Doğan ve Savaş'a baktığımda onların da merakla Erdem ve Ateş'e baktığını gördüm. Çünkü şu an hepimizin düşüncesi aynıydı, biz bunu fazlasıyla belli ediyorduk ama o ikisi etmiyordu. Bu yüzden de herkes merakla o ikisine bakıyordu.

Ateş yerdeki başını kaldırdı. Hepimize bir bir baktıktan sonra en son Erdem'e baktı. Birbirlerine yaklaşık bir dakika kadar baktılar. Sanki bakışlarıyla konuşuyor gibiydiler. Bu bakışma fazlasıyla merakımı cezbederken Ateş sonunda bize döndü.

"İyi bir plana ihtiyacımız var," dedi, bunun ne anlama geldiğini anlamaya çalışırken de devam etti. "Öyle bir videoya güvenip ortaya çıkmak olmaz," dedi ve ayağa kalktı. "Çok güçlü bir plan lazım bize." İşte bu cümleleriyle dudaklarım yana kıvrıldı. Burada kalmayı kabul etmişti. Gitmekten vazgeçmişti ve suçsuz olduğumuzu ispatlamak için burada kalacaktı.

"Kalacak mıyız?" diye sordu Erdem, Ateş bakışlarını ona çevirdi.

"Kalmayalım mı?" diye sorarak sorusuna soruyla karşılık vermiş oldu. Erdem'in vereceği cevap şu an fazlasıyla önemli olduğu için tüm dikkatimi ona verdim. Ondan olumlu bir şeyler duymayı bekledim. Neyse ki o da bu konuda bizi bekletmedi.

"Kaçmak, gitmek hiçbir şekilde içime sinmiyordu zaten," dedi, dudaklarım yana kıvrıldı. Gülümsemem büyüdü. O sırada Cansu ayağa kalktı ve televizyona takmış olduğumuz flash belleği çıkardı, bize döndü.

"Bunu güvenli bir yerde tutmak lazım," dediğinde Ateş elini uzattı, Cansu hemen onun yanına gitti ve verdi. Ateş de aldı, ceketinin iç cebine koydu. O sırada benim montumun iç cebinde olan zarf aklıma geldi. Belki de şu saatten sonra onu kullanmaya hiç gerek olmayacak diye içimden geçirmeden edemedim.

"Taner?" diye sordum, Ateş bana dönerken de devam ettim. "Nereye gönderdin onu?" Gözlerini önüne çevirdi.

"Kaçamayacağı bir yerde." Söylediği tek şey bu olurken Erdem ayağa kalktı.

"O piçi iyi bir sorguya çekmek lazım. Bize anlatacağı çok şey var," dedi.

Ateş ona bakarak "Şimdi değil, hava aydınlansın, halledeceğiz," derken mutfaktan Ceyhun çıktı.

"Yarın Taner'in kayıp olduğu yayılacak. İlk iş sizden şüphe edecekler," dedi, salona doğru geldi ve konuşmaya devam etti. "Bulunmadığı zaman da öldüğünü düşünmeye başlayacaklar ve bu da sizin üzerinize kalacak." İşte bu konuda çok haklıydı. Muhtemelen bu da bizim üzerimize kalacaktı. Tamam, zaten bizimleydi ama yaşıyordu. Fakat onlar öldüğünü düşünmeye başlayacaklardı yakın zamanda.

"Bir de başkomiser cinayetinden aranmaya başlayacaksınız," diye tamamladı konuşmasını.

"Başkomiser yaşıyor, zamanı geldiğinde ortaya çıkacak. Fakat bir suçlu olarak ortaya çıkacak. Yaptığı her şey ortaya çıkmış olacak. O zamana kadar bir de bunun için suçlasınlar bizi, hiç sıkıntı değil. Zaten kaçıyoruz polislerden," dedi Erdem, haklıydı. Taner konusunda suçlansak bile değişecek, bizi zorlayacak ekstra bir şey olmayacaktı.

"O zaman işinizi çabuk halletmeye bakın," dedi Ceyhun bu kez de ve devam etti. "Benim tanıdığım Taner sizin elinizden kurtulmak için her şeyi yapacaktır."

"O biraz zor!" diye araya girdi Ateş ve ellerini arkasında birleştirdi. "Kaçamaz, mümkün değil."

"Maden kaçamaz, o zaman siz bilirsiniz," dedi Ceyhun ve ellerini iki yana açtı. "Sonuçta benim değil, sizin hayatınız söz konusu. Siz benden daha çok düşünürsünüz bunları," dediğinde olan biten her şeyden kendini biraz olsun geri çekmeye çalıştığını fark ettim. Biraz düşününce de hemen ona hak verdim. Ben olsaydım ben de aynı seyi yapardım.

"Şimdi müsaadenizle benim biraz uyumam, dinlenmem lazım. Yirmi dört saati devirdim çünkü," deyip yatak odasını gösterdi. "Odamda olacağım, siz de uyumak isterseniz çekyatların altında battaniyeler ve yastıklar olacak," deyip salonda oturduğumuz koltukları gösterdi. Ben ve Cansu onu onaylarken de devam etti.

"O zaman size iyi geceler," dedi, ilk olarak Cansu "İyi geceler," dedi. Daha sonra sırasıyla ben, Savaş, Doğan ve Erdem dedik. Ateş tabii ki de hiçbir şey demedi. Hatta Ceyhun'u dinliyormuş gibi bile görünmüyordu. Fakat böyle görünmek için de özel bir çaba sarf ettiği her hâlinden belli oluyordu.

Ceyhun hepimizden cevap aldıktan sonra yatak odasına girdi. Odanın kapısını kapatıp da gözden kaybolduğunda ilk konuşan Cansu oldu. "Ben de biraz uyusam olur mu? Çok yoruldum," dedi mahcup bir tavırla. Sanki uyumaya hakkı yokmuş gibi şu an bunu istediği için mahcup olmuştu.

"Sadece sen değil, hepimiz dinlenmeliyiz," dedim ve diğerlerine döndüm. "Siz de!" derken en çok Ateş'e bakıyordum. Çünkü buradaki herkes - onun ve benim haricinde - sabah uyanmıştı. Bir o bir de ben dün geceden kalmaydık. Ben de iyi olmadığım için gündüz epey bir uyumuştum. Fakat o hiçbir şekilde uyumamıştı. Şu an hepimizden fazla uykuya ihtiyacı olan oydu ama bunu belli etmeyen de bir tek oydu.

"O zaman yerleşelim," dedi Cansu ve ayağa kalktı. Yaptığı ilk şey çekyatların altındaki battaniye ve yastıkları çıkarmak oldu. Hemen ardından koltukları açtı ve yatak hâline getirdi. Salonda iki üçlü, bir ikili ve iki tekli koltuk vardı.

"Şurada seninle yatalım," dedim Cansu'ya bakarak ve üçlü koltuklardan birini gösterdim. Rahat etmek dışında sığmaya bakmamız lazımdı. Bu yüzden bir koltuğu iki kişi paylaşmaktan başka şansımız yoktu.

"Olur," dedi Cansu ve hemen koltuğun iki ucuna da birer yastık koydu, ortaya da bir battaniye aldı. İkimiz de başımızı farklı taraflara koyarsak daha rahat yatardık, bu yüzden böyle yapmıştı.

"O zaman şurası da bizim." Bunu diyen Doğan diğer üçlü koltuğu gösterdi. Bunu yaparken de Savaş'a baktığından onların da beraber uyuyacağını anladım. Zaten Savaş da hiç itiraz etmeden başını salladı, onu onayladı. Cansu eşzamanlı olarak onlara da iki yastık vardı. Bize aldığının aksine de onlara iki battaniye verdi. Zaten ikisinin bir battaniyenin altına sığması mümkün değildi. O koltuğa nasıl sığacaklardı, hiçbir fikrim yoktu.

"Siz de..." dedi Cansu ve salonda kalan ikili koltukla tekli koltuğa baktı. Erdem ve Ateş'i herhangi birine yerleştirememiş olacak ki hiçbir şey diyemedi.

"Kardeşim sen..." dedi Erdem, Ateş anında onun sözünü kesti.

"Sen geç, yat," deyip pencereye döndü, ellerini arkasında birleştirdi ve dışarıya bakmaya başladı.

"Sen uyumayacak mısın?" diye sordum aniden gelen bir cesaretle. Benimle konuşmuyor, yüzüme bile bakmıyordu. Buna rağmen herkesin içinde beni tersleme ihtimali olsa bile sordum.

"Uykum yok," dedi, yalandı. İnsan hiç bu kadar saat ayakta kalır da uykusu olmazsa olur muydu? Ne kadar güçlü olursan ol, dimdik durursan dur vücudunun o uykuya ihtiyacı olurdu.

"Uyumayacak mısın?" diye sordu Erdem.

Ateş başını olumsuz anlamda salladı. "Uyumayacağım," dedi.

"Ateş böyle olmaz, biraz da senin..." Ateş aniden Erdem'e döndü ve sözünü kesti.

"Çocuk değilim ben, uykum gelirse geçerim bir yere, uyurum," dedi kendinden emin bir şekilde ve devam etti. "Uyumayacağım şimdi, siz rahatınıza bakın," deyip yine pencereden dışarıya baktı.

"Sen bilirsin," dedi Erdem de ve geriye kalan bir yastıkla battaniyeyi aldı, ikili koltuğa geçti.

"Oraya sığabilecek misin?" Cansu bunu Erdem'e bakarak sordu. Erdem tıpkı Ateş'in bana yaptığı gibi Cansu'nun yüzüne bakmayarak konuştu.

"Sığarım." Bir tek bunu söyledi ve ayakkabılarını çıkardı, koltuğa sığabildiği kadar uzandı. Gözlerimi Cansu'ya çevirdim. Erdem'e bakıyordu, çaresizce ve umutsuzca.

O an neden Erdem'in Cansu'ya böyle davrandığını merak ettim. Ayrılmak istiyorsa ayrılsın, yok ayrılmak istemiyorsa da bir derdi varsa konuşsun. Neden böyle davranıyor ki? Bu çok sinir bozucu bir durum. Bak Ateş'e hiç belirsiz belirsiz davrandı mı? Şak diye bıraktı beni, ayrıldı. Şimdi de bu yüzden bakmıyor yüzüme. Hâlime histerik ve bir o kadar da sessiz bir şekilde güldüm. Sevgilim benden beni yormadan ayrıldı diye övünüyorum. Resmen çaresizlik!

Ayakkabılarımı çıkardım, koltuğun kenarına oturdum. Hemen ardımdan Cansu da oturdu. O başını koltuğun sağına, ben de soluna koydum. Savaş ve Doğan da tam karşımızdaki koltukta aynı şekilde uzanırlarken sığmaya çalışıyorlardı. Biz onların aksine daha rahat sığmıştık.

Bir ara kalkıp Savaş salonun ışıklarını kapattı. Yeniden yerine döndüğünde kocaman bir sessizlik oluştu. Çok geçmeden yanında uyuduğum Cansu uyudu. Onun ardından da Doğan ve Savaş da uyudu. En son uyuyan Erdem olurken beni bir türlü uyku tutmadı ve pencerenin kenarında duran Ateş'e baktım.

Dakikalarca ayrılmadı o pencerenin önünden. Ne ayakta durmaktan yoruldu ne de tek başına öylece durmaktan sıkıldı. Herkes derin bir uykuya geçerken ben hâlâ uyuyamamıştım. Bunun için de kendime kızıp uyumak için çabalarken Ateş cebinden telefonunu çıkardı. O an o telefonun titreme sesi geldi, çaldığını anladım. Merakla ona bakarken telefonu kulağına götürdü. Bana arkası dönük olduğundan rahatlıkla izliyordum onu.

Telefonu bir dakikaya yakın kulağında tuttu. Karşısındaki kendisine bir şey anlatıyor olacak ki dinledi. Gecenin bu saatinde onu kimin aradığını fazlasıyla merak ederken "Geliyorum," dedi. Bunu çok sessiz bir şekilde söyledi, uyanık olduğum için bir tek ben duydum ve kaşlarımı çattım. Nereye gidiyordu gecenin bu saatinde? Hem de hepimiz uyurken.

Telefonu kulağından indirdi, cebine koydu. Merakla ona bakarken bu tarafa döndü, hızla gözlerimi kapattım ve uyuyor gibi davrandım. Uyanık olduğumu fark ederse gecenin bu saatinde gizlice gittiği yer hakkında yalan söyleyecekti çünkü. Bu yüzden uyuyor numarası yaptım.

Ayak sesleri duydum, salonun içinde yürüdü. Birkaç dakika sonra fermuar sesi duyduğumda montunu giydiğini anladım. Gözlerimi kapalı tutmaya devam ederken gelen seslerden masanın üzerinde duran silahını aldığını da anladım. Şimdi daha çok merak etmeye başlarken ayak sesleri biraz daha yaklaştı, gerildim. Umarım uyanık olduğumu anlamaz diye içimden geçirirken çok yakından gelen nefesinin sesiyle hemen yanımda durduğunu, başımda dikildiğini anladım. Bence uyanık olduğumu anladı diye içimden geçirirken yaptığı tek şey belime kadar çekili olan battaniyeyi omuzlarıma kadar çekmek ve üzerimi örtmek oldu.

İçim sıcacık oldu, kalbim yumuşadı. Onun bu hareketi beni büyük bir mutluluğa sürüklerken yanımdan uzaklaştı. Çok geçmeden kapı açıldı. Ayak sesleri yok oldu. Kapının kapandığını duydum. Biraz bekledim, gittiğinden emin olduğum ilk an ayağa kalktım. Hızla ayakkabılarımı ve montumu giydim. Silahımı alıp belime yerleştirdim. Hemen ardından telefonumu ve kepimi aldım.

Kepi başıma taktım. Uyuyanlara bir bir baktım. Herkesin uyuduğundan emin olduktan sonra sessiz adımlarla kapıya yürüdüm. O an evden çıkarsam bir daha geri nasıl döneceğimi düşündüm. Herkes uyuyordu, kim alacak beni içeriye diye düşünürken kapının üzerindeki anahtarı gördüm ve hiç tereddüt etmeden o anahtarı aldım, evden çıktım.

Telaşla indim merdivenleri. Apartman kapısına ulaştığımda bir anlığına durdum, dışarıyı dinledim. Hatta anahtar deliğinden baktım, dışarıda birinin olmadığından emin oldum ve kapıyı sessizce açtım, dışarıya doğru bir adım attım. Apartman kapısının kapanmamasına dikkat ettikten sonra kapıyı bırakıp birkaç adım daha attım, o an ileride duran Ateş'i gördüm. Hızla geri çekildim, kapının yanındaki duvara saklandım ve buradan izledim Ateş'i.

Ellerini cebine koymuştu, kaldırımın en ucunda durmuştu. Birini beklediği çok belliydi. Geliyorum dediğinde arabasına binip de gideceğini düşünmüştüm ama bekliyordu. Kimi bekliyor olduğunu fazlasıyla merak etmeye başladım. O sırada başını bu tarafa çevirdi, hızla geri çekildim. Birkaç dakika sonra başımı çok az çıkardım, önüne döndüğünü görüp rahat rahat izlemeye başladım.

On dakika kadar bekledik öylece. O olduğu yerden ayrılmadı ben de onu izlemeyi bırakmadım. Neden hiçbir şey olmuyor diye düşünürken Ateş'in yanına bir anda siyah bir araba durdu. Beklediği kişinin geldiğini anladım. O tarafa doğru daha dikkatli bakmaya başladım.

Arabanın şoför kapısı açıldı. Merakım her geçen saniye biraz daha artarken arabadan inen kişiyi gördüğüm an gözlerim yerinden çıkacakmış gibi irileşti. "Bu ne lan?" diye sordum bir anda sessizce. Çünkü şu an arabadan inen kişi bir kadındı. Fakat şaşırdığım şey arabadan inen kişinin kadın olması değildi, o kadının görünümüydü.

Uzun boyluydu, karanlık olsa da beyaz tenli olduğunu görebiliyordum. Kıvırcık, çok uzun saçları vardı. Şu an üzerinde fazlasıyla mini, deri bir şort vardı. Üzerinde de askılı bir bluz vardı.

"Üşümüyor mu lan bu kadın?" diye sordum, bir anda sinirlenince ben de bozulmuştum ama ben montla bile üşürken bu kadın bunlarla nasıl dışarıya çıkmıştı?

"Şu an gerçekten bunu mu düşünüyorsun Mira?" diye sordum kendi kendime ve kendime kızıp başımı hafifçe duvara vurdum, kadına bakmaya devam ettim. "Zaten iki metre boyu var bir de topuklu giymiş! Kız kulesine özendi herhalde!" diye söylenirken kadın Ateş'in karşısında durdu ve konuşmaya başladılar.

"Kim ya bu? Ne işi var Ateş'in bu kadınla?" Öfkeli bir şekilde kendi kendime konuşmaya devam ederken kadın, eliyle koluyla hararetli bir şekilde bir şeyler anlatıyordu.

"Ne konuşuyor bunlar ya? Hiçbir şey anlamıyorum!" diye söylenmeye devam ettim. O sırada kadın arabayı gösterdi, Ateş'e baktım dikkatle. Fazlasıyla ciddi bir tavırla başını salladı. Aslında kadın da çok ciddiydi. Yani ciddi bir şey konuşuyorlardı. Fakat ne konuşabilirlerdi ki bu kadar ciddi ve gizli? Başımızdaki dertlerle ilgili olsa bizden saklamasına gerek yoktu. Başka bir şeyle ilgili olması gerekiyordu.

Ateş başını salladıktan sonra kadın arabaya doğru yürüdü. O şoför tarafından arabaya binerken Ateş de hemen yan tarafın kapısını açtı, kaşlarımı çattım. "Ne yani gidecekler mi?" diye sordum kendi kendime ve Ateş'in arabaya binişini izledim. Zaten çok geçmeden de araba çalıştı. Telaşla apartman kapısına döndüm, ittim ve içeriye girdim. Gecenin sessizliğinde geçip giden arabanın sesini duyduktan sonra yeniden dışarıya çıktım ve giden arabanın arkasından öfkeli, bir o kadar da üzgün bir şekilde baktım.

Bu gece yaşadığım mutluluğun hepsi yok oldu bir anda. Hisettiğim tek şey derin bir hüzün olurken gözlerim doldu. "Saçmalama Mira!" dedim, ıslak kirpiklerimi sildim. "İş için gittikleri çok belli, vardır elbet bir açıklaması. Ateş bu sonuçta," dedim.

Tamam kıskandım, hem de çok kıskandım ama bunun saçma olduğunun da farkındayım. Bu kadar kısa bir zamanda hem de bu durum içindeyken bir başka kadınla arasında bir şey olacak hâli yoktu. Az önce de dediğim gibi sonuçta Ateş'ti bu, asla öyle bir şey yapmazdı ama yine de kıskandım işte. Kim olsa kıskanırdı.

Gözden kaybolan arabanın geçip gittiği yola bakmak yerine gözlerimi önüme çevirdim ve derin bir iç çektim. Yapacak bir şey olmadığından ve böyle durmak çok riskli olduğundan yeniden apartmana girdim. Her an biri beni görebilirdi. Gecenin bir yarısı da olsa risk almaya hiç gerek yoktu.

Yeniden Ceyhun'un evine çıktım. Aldığım anahtarla kapıyı açıp eve girdim. Elimden geldiği kadar sessiz davranıp montumu çıkardım, astım. Daha sonra ayakkabılarımı da çıkardım, Cansu'nun yanına gittim. Koltuğa uzanıp da başımı yastığıma koyduğumda saate baktım ve gecenin ikisi olduğunu gördüm.

O gece hiç uyuyamadım, çünkü o gece Ateş geri dönmedi ve aklım ondayken bir türlü uyku tutmadı. Hava aydınlandı, sabah oldu. Herkesten önce çıktım yataktan ve banyoya gittim. Elimi yüzümü yıkayıp da aynaya baktığımda hâlâ berbat bir hâlde olduğumu fark ettim. Eskiden kendimi güzel hissederdim. Güzel olduğumu düşünürdüm. Fakat şimdi öyle hissetmiyorum. Bu kadar kötü görünürken hiç kimse de beni güzel görmüyordur zaten. Hatta belki Ateş bile bu yüzden bu kez beni terk eden taraf olmuştur. Bu yüzden bu kez kolaylıkla arkasını dönebilmiştir.

Böyle düşününce gözlerim doldu. Elimi yüzümü bir kez daha yıkadım. Soğuk su beni kendime getirsin istedim ama soğuk su sadece uykumun ayılmasına neden oldu, zihnimdeki düşüncelerin yok olmasına değil.

Kendimi dünden daha kötü hissederken banyodan çıktım, salona döndüğümde herkesin bir bir uyandığını gördüm. "Günaydın," dedim, tek tek karşılık verirlerken gece Cansu ve benim üzerimde olan battaniyeyi katladım. Doğan ve Savaş da kendi battaniyelerini katlayıp etrafı toparlarlarken Erdem sordu.

"Ateş nerede?" O an öfkem gün yüzüne çıktı, fakat öfkeli olmayı kendimde hak görmedim ve bunu bastırdım.

"Ben uyandığımda yoktu," dedi Cansu ve bana baktığını hissettim. "Sen benden önce uyanmıştın, yanımda değildin," dediğinde Erdem'e döndüm.

"Ben uyandığımda da yoktu," dedim, dün gece olanlardan bahsetmek istemedim. "Hava almaya çıkmıştır," diye ekledim, battaniye ve yastıkları dün gece aldığımız yere yerleştirdim. Çekyatları da oturacak bir duruma getirdikten sonra Erdem'e baktım, telefonunun kulağında olduğunu gördüm. Muhtemelen Ateş'i arıyor diye düşünürken telefonu indirdi.

"Açmadı," dedi, önüme döndüm. Hâlâ o kadının yanında mıydı acaba? Ne yapmışlardı tüm gece beraber? Neyin peşindeydiler? Şu an hem bunları hem de geldiği zaman doğruyu söyleyip söylemeyeceğini merak ediyordum.

"Hava almaya çıkmıştır bence de ya, başka nerede olabilir?" Cansu bunu söylerken yatak odasının kapısı açıldı, Ceyhun çıktı.

"Ooo erkenciyiz," dedi tek tek bize bakarak ve yanımıza geldi. "Günaydın," dediğinde hepimiz ona karşılık verdik.

"Sizinle kalmaya devam etmek isterdim ama karakola geçmem lazım," dedi, Erdem hemen konuştu.

"Taner'le ilgili bir gelişme olursa haber et," dediğinde Ceyhun başını salladı.

"Ederim, dolapta her şey var. Kendi evinizmiş gibi davranın, kahvaltınızı yapın. Sokağın başında da fırın var, ekmek alırsınız oradan ama dikkat edin. Adam biraz fazla televizyon izleyen biri. Sizi tanıyabilir, tedbirli olun," diye uyardı, hepimiz onu onaylarken de elindeki montunu giydi.

"Hadi görüşürüz, siz de bir şey lazım olursa arayın beni," dedi, kapıya doğru yürüdü. O çıkıp giderken Doğan konuştu.

"Oğlum başta ben de sevmemiştim bunu ama harbiden adam gibi adammış lan. Ateş hâlâ niye sevmiyor bunu anlamadım." Doğan bunu söyledikten sonra Savaş da ona katıldı. Ceyhun'la konuşmam gereken bir şey olduğu için peşinden çıkmaya karar verdim.

"Ben gider ekmek alırım," dedim, kapıya doğru yürüdüm. "Biraz da hava almış olurum," diyerek ayakkabılarımı giydim, ardından montumu da giydim. Tam evden çıkacakken aklıma gelen şeyle durdum, sıkıntıyla ofladım ve yeniden salondakilere döndüm.

"Ekmek alırım dedim ama param yok," dedim, bunu derken hiç utanmadım. Çünkü param gerçekten yoktu. Aslında bankada vardı ama maalesef ki banka hesabımı kullanabilecek bir durumda değildim. Yirmi gündür de yanımdaki nakit parayı kullanıyordum, zaten çok lazım olmamıştı ama artık bitmişti.

Erdem hiçbir şey demeden yanıma geldi. Cebinden çıkardığı iki tane iki yüzlüğü ve bir yüzlüğü uzattı. Elindeki beş yüz liraya bakarken konuştu. "Yanında bulunsun," dedi sanki çok uzağa gidiyormuşum gibi. Fakat bunu sonradan bir şeye ihtiyacım olursa yine istemek zorunda kalmayayım diye verdiğini çok iyi biliyordum ve reddedecek durumda değildim.

"Sağ ol," dedim, parayı aldım. Erdem başka bir şey demeden salona dönerken evden çıktım. O an yeniden Ceyhun aklıma geldi ve telaşla indim merdivenleri, apartmandan çıktım. Onu tam arabasına binerken yakaladım, koşarak yanına gittim. Onu durdurmak yerine ben de hızla arabasına bindim. Arabaya bindiğimi gören Ceyhun şaşkın şaşkın bana bakarken konuştum.

"Bir şey konuşmam lazım da, dışarıda konuşmak yerine burası daha iyi dedim," dediğimde şaşkınlığı yok oldu.

"Seni dinliyorum."

"Müsait olduğun zaman babamın yanına bir kez daha gider misin?" diye sordum, hemen konuya girmiş oldum.

"Tabii," dedi, itiraz etmemiş olması fazlasıyla iyi hissetmeme neden olurken devam ettim.

"Ona mektubunu aldığımı ve her şeyin istediği gibi olacağını söylemeni istiyorum."

Başını salladı. "Tamam, başka?" diye sordu, bunu ona söylemeye utanmış olsam da babamla başka bir iletişim yolum olmadığı için söylemekten başka şansım yoktu.

"Bir de ona onu sevdiğimi ve her şeyi yoluna koymak için elimden gelen her şeyi yapacağımı söyle." Ceyhun'un dudaklarında küçük de olsa bir tebessüm oluştu.

"Peki," dedi gülümseyerek ve ekledi. "Bugün gün içinde yanına gitmeye çalışacağım. Bugün olmasa bile yarın mutlaka giderim ve istediklerini söylerim, merak etme," deyince ben de tebessüm ettim.

"Teşekkür ederim," dedim. "Ben şimdi ineyim, ekmek almaya gideceğim. Beni bekliyorlar kahvaltı için."

"Dikkat et fırıncıya," dediğinde bu cümle komik geldi, güldüm.

"Dikkat ederim fırıncıya," dedim, Ceyhun da benimle birlikte gülerken arabanın kapısını açtım, tam inecekken konuştu.

"Mira," dedi, durdum ve ona döndüm.

"Efendim?" İç çekti, sanki söyleyeceği şeyde zorlanır gibi bir hâli vardı ama yine de sormayı başardı.

"Biliyorum Ateş var, diğerleri var ama eğer olur da bir şeye ihtiyacın olursa benden çekinme olur mu?" diye sordu ve devam etti. "Maddi ya da manevi neye ihtiyacın olursa yardım ederim. Bu aklında kalsın, unutma." Bir kez daha tebessüm ettim.

"Unutmam, teşekkür ederim," dedim, Ceyhun başka bir şey demezken arabadan indim ve hemen kapüşonumu taktım. Ceyhun arabayı çalıştırıp giderken de fırına doğru yürüdüm.

O an yağmur yağmaya başladı. Montumun fermuarını en yukarıya kadar çektim. Bu yüzümü dudaklarıma kadar kapatmış olmamı sağlarken kapüşonum da gözlerime kadar düşüyordu. Buna güvenip fırına böyle girdim. Kimseyle göz teması kurmamak için telefonumu çıkardım, sessize aldım ve kulağıma götürdüm, telefonla konuşuyormuş gibi davrandım. O sırada fırıncıya para uzatıp beş ekmek istedim. Bir yandan da telefonda biriyle konuşmaya devam ediyormuş gibi davrandım.

"İki ekmek alabilir miyim?" Bir kadın sesi duydum, onun gelmesi de iyi olurken o karmaşa da fırıncı ekmekleri verdi. Ardından para üstünü de verdi. Adamla göz teması kurmadan fırından çıktım. Adamın şüphelenmiş olması mümkün değildi. Sesimden tanıyacak hâli yoktu. Yüzümü de görmemişti zaten.

Eve doğru yürürken bir anda birisi "Mira," dedi, olduğum yerde kaldım. Bu fırındaki kadının sesiydi. Elimde tuttuğum poşeti sıktım. Kimdi bu? Tanıyor muydu beni? "Sensin," dedi fazlasıyla şaşkın bir ses tonuyla. Kalbimde büyük bir korku oluşurken korkuyla döndüm arkama ve kumral bir kadın gördüm. Kadın ona dönmemle daha da şaşırdı.

"Gerçekten de sensin," dedi, dikkatle ona baktım. Birkaç saniye sonra zihnim onun kim olduğunu algıladığında öfkem gün yüzüne çıktı. Ellerimi yumruk yaptım, kadının yüzüne öfkeyle baktım.

"Mira..." deyip bana doğru bir adım attığı an hızla ona arkamı döndüm ve hızlı hızlı yanından uzaklaştım. "Mira dur! Dur lütfen!" dedi ve kolumu tuttu, durdurdu beni. Öfkeyle çektim kolumu ondan.

"Bırak beni!" dedim, karşımda durdu.

"Lütfen dur, kaçma. Benden sana zarar gelmez." Kaşlarımı çattım.

"Sen kimsin ki zaten senden bana zarar gelsin? Bırak şimdi peşimi!" dedim, gitmek istedim ama yine izin vermedi ve daha çok sinirlenmeme neden oldu.

"Çekil önümden!" dedim, kolumdan sıkı sıkı tuttu.

"Mira lütfen dur, konuşalım biraz," dedi, öfkeyle gözlerinin içine baktım.

"Ne konuşacağım senin gibi bir kadınla ben? Annemin hayatını mahvettin sen! Şimdi de karşıma geçmiş konuşalım diyorsun!" deyip kolumu çekmeye çalıştım ama izin vermedi.

"Annenin hayatını mahvetmedim ben. Bak ben yıllardır seninle konuşmak için bir fırsat arıyorum. Şimdi herkes ararken buldum seni. Lütfen dinle beni," dedi, sakin kalmaya çalıştım.

"Seni dinlemek falan istemiyorum!" dedim, aptal mıydı bu kadın? Hem ailemi dağıtmış hem de karşıma geçmiş ve konuşmak istiyordu benimle.

"Mira lütfen, beni dinlemeden yargılama. Sadece beş dakikanı ayır bana, lütfen." Derin bir nefes aldım, kadının gözlerinin içine baktım. O an öyle bir baktı ki bana kendimi çok kötü hisettim ve itiraz etmeye devam etmek istemedim.

"Ne konuşacaksın?" diye sordum, etrafa bakındı, bana döndü. "Burada mı konuşalım? Senin için riskli değil mi?" diye sordu, ona hak verdim ve başımı salladım.

"Burası olmaz," dedim, ileriyi gösterdi. "Arabam orada, istersen binelim," dediğinde kaşlarımı çattım, bir oyun olabilir miydi? Tamam da bu kadın bana ne gibi bir oyun kurabilirdi ki?

"Olur," dedim, eliyle buyur dercesine bir işaret yaptıktan sonra kendisi yürüdü. Ben de peşinden yürüdüm.

Beraber arabasına bindik. Elimdeki ekmeğe baktım, herkes beni bekliyordu ama onunla konuşmam lazımdı, çünkü konuşmak istiyordum. "Burada konuşalım mı? Başka bir yere gideyim mi?" diye sordu, o an burada -arabanın içinde- oturmak istemedim.

"Sahile gidelim," dedim, başını salladı, arabayı çalıştırdı. Annem aklıma geldi. Kendimi ona ihanet ediyormuş gibi hisettim.

Dakikalar sonra sahile ulaştık. Eve götürmek için aldığım ekmekleri arabada bıraktım, indim ve sahile gittim. Boş bir banka oturdum. Kadın da hemen yanımdaki yerini alırken yüzümü saklamak için elimden gelen her şeyi yapıyordum. "Ne konuşacaksan çabuk konuş, gitmem lazım," dedim, burada çok fazla durmak iyi değildi.

"Babamla tanıştığımda sen yirmi yaşındaydın," dedi, ellerimi yumruk yaptım. Ne yani beni buraya aşklarını anlatmaya mı çağırmıştı? Ben de gelmiş dinliyorum! Aman ne güzel!

"Fakat bizim ilişkimiz tanıştığımız zaman başlamadı," diye devam etti konuşmasına, hiç ses çıkarmadım, sadece onu dinledim. "Yıllar sonra abin vefat ettikten sonra babanla aramızda bir şeyler başladı Mira. Annen babandan vazgeçmişti, baban ondan vazgeçmişti. Aralarındaki ilişki bitmişti. Sadece kağıt üstünde bir evlilikleri vardı. Sen belki bunu fark etmedin ama onlar için her şey bitmişti. Ben..." dedi, devam edemedi çünkü öfkeyle ona döndüm.

"Kendini böyle mi avutuyorsun? Onların ilişkileri bitmişti öyle mi?" diye sordum alay edercesine ve önüme döndüm, histerik bir şekilde güldüm. "Komikmiş," dedim, kadın bu yüzden sustu. "Kendini böyle teselli etmeye devam et sen, sana engel olmak gibi bir niyetim yok," deyip yeniden ona döndüm. "Umrumda bile değilsin. Ne benim ne de annemin," dediğimde iç geçirdi.

"Bana öfkeli olduğunun farkındayım ama beni anlamış olman gerekiyor. Babanla annen boşandığında annen hiç üzülmedi, baban bu ilişki ortaya çıktı diye hiç dert etmedi. Çünkü sana az önce de dediğim gibi onlar için her şey bitmişti. İstersen bunun benim için bir teselli yolu olduğunu düşünebilirsin ama bu, bir gerçekten başka hiçbir şey değil Mira." Önüme döndüm, ona bakmak istemedim.

"Ben babanı sevdim, o da beni sevdi. Ben hâlâ onu çok seviyorum. Haberin var mı yok mu bilmiyorum ama biz hâlâ görüşüyoruz. Orada olsa bile sevgimden vazgeçmedim, ben hâlâ onun yanına gidiyorum, o hâlâ hayatımda." Başımı hafifçe önüme eğdim, hiçbir şey demedim. Bunu bilmiyordum ama şaşırmamıştım da.

"Bunları neden şimdi bana anlatıyorsun peki? Özel bir nedeni olmalı," dediğimde anında yanıtladı.

"Çünkü benden nefret etmeni istemiyorum." Başımı ona çevirdim. "Baban bir gün oradan çıktığında biz onunla devam edeceğiz ve sen hep onun hayatında olacaksın, sen onun kızısın. Bu yüzden seninle iyi anlaşmak istiyorum. Benden nefret etmeni istemiyorum."

"Buraya gerçekten beni bunun için mi çağırdın? Benden nefret etmeni istemiyorum demek için mi?" diye sordum, sesim alay edercesine çıktı çünkü bu duyduğum en saçma şeydi.

"Hayır Mira, sana ulaştığım ilk an söylemek istediğim o şeyi söylemek için çağırdım," dedi, meraklandım.

"Öyle mi? Neymiş o?" diye sordum merakla, gözlerimin içine baktı. Öyle bir baktı ki birazdan bana çok büyük bir şey söyleyecek gibiydi. Bu bakışlar daha çok meraklanmama neden olurken konuştu.

"Bir kardeşin var Mira," dediği an karşısında şaşkınca susup kaldım, öylece baktım gözlerine. Ne demişti o? Kardeş mi?

Kal gelmiş gibi ne hareket edebildim ne de tek kelime edebildim ve sadece durup baktım. Yalan söylüyor olabilir miydi? Tabii ki de yalan söylüyordu? Ne kardeşiydi bu? Hayır hayır bu doğru değil, olamaz.

"Hayır," dedim bir anda ve kendimi geri çektim. "Yalan söylüyorsun," dediğimde bile gözlerimin içine ciddiyetle bakmaya devam ediyordu.

"Yalan değil," dedi. "Yemin ederim yalan değil Mira. Baban cezaevine girmeden önce hamileydim, onu öldürmek istemedim, doğum yaptım. Şimdi iki buçuk yaşında bir erkek kardeşin var. İsmi Cihan. Baban abinin ismini koymak istedi," diye açıkladı, şaşkınca baktım sadece ona. Hiçbir şey diyemedim.

"Mira sana bunu hep söylemek istedim, bir kardeşin olduğunu hep bil istedim ama yapamadım. Daha önceleri başın çok dertteydi, eğer birileri onun varlığını öğrenirse ona da zarar verirler diye korktum. Bu yüzden önce söylemedim, daha sonra da fırsat olmadı, bir türlü seni bulamadım. Şimdi tesadüfen karşıma çıktın ve ben artık bundan haberdar olmanı istiyorum. Senin bir kardeşin var Mira," dedi, hâlâ sessizdim, hâlâ susuyordum. Bunun yalan olduğunu düşünmeye devam ederken cebinden bir kart çıkardı, elime tutuşturdu.

"Burada numaram var, bana buradan ulaşabilirsin. Kardeşinle tanışmak istersen bunu seve seve kabul ederim ve emin ol benden sana zarar gelmez. Eğer başın sıkışırsa yanıma gelebilirsin, ben saklamaya çalışırım seni. Bunu baban için yine yaparım, aklında olsun. Şimdi gitmem lazım, Cihan'ı komşuya bırakıp çıkmak zorunda kaldım. Kendine dikkat et lütfen, babana karşılaştığımızı söyleyeceğim," dedi ve yanımdan kalktı. Sessiz kalmaya devam ettim. Hiçbir şey demedim, diyemedim. Bu durumda ne diyebilirdim ki zaten?

Uzaklaştı yanımdan, önüme döndüm. Kalkıp gitmek istedim ama yapamadım. Öylece durdum ve denize baktım. Benim şimdi bir kardeşim mi vardı? İsmi Cihan olan bir kardeşim daha mı olmuştu? Gözlerim doldu, abimin aklıma gelmesiyle gözümden bir damla gözyaşı aktı. "Abla ilerideki abla bunu sana gönderdi," diye yanıma bir çocuk geldi, elindeki ekmeklere baktım. Aldım ekmeği, yanıma koydum. Çocuk gitti, ben kaldım ve boş boş denize bakmaya devam ettim.

Omuzlarım artık hiçbir şeyi kaldırmıyordu. Canım çok yanıyordu ama geçen günler bu yangını geçirmiyordu. Ben bir şeylerin düzelmesini beklerken her şey biraz daha yok oluyordu. Bu kez öğrendiğim gerçek, kötü bir şey değildi ama ağırdı.

Kalkamadım o banktan oturdum. Boş boş denize bakıp durdum. Düşünmedim, sorgulamadım, bir karar almak için çaba sarf etmedim, öylece durdum sadece. Yağmur yağdı, yağmur durdu, güneş açtı. Yeniden yağmur yağdı, gök gürledi, insanlar etrafımda koştu. Islandım, üşüdüm ama hiç kalkmadım, oturmaya devam ettim.

Saatler geçti, hava karardı. Etraf sakinleşti, yine yağmur yağmaya başladı ama buna rağmen kalkmadım, kalkmak istemedim. Gündüz simit satan adam gitti, onun yerine kestane satan bir adam geldi. Etrafta bir çocuk karton bardakta kahve satmaya başladı. Önümden tek başlarına insanlar geçti. El ele olanlar geçti. Yaşlı vardı, genç vardı aralarında ve bir bir geçip gittiler.

Gecenin karanlığı iyice çöktü. Kestane satan adam bile gitti ama ben kaldım. Elimde beş tane ekmekle tüm gün oturmuştum bu bankta. Kimse gelmedi yanıma. Kimse bakmadı bana. Kimse görmedi beni. Bir ara görünmez mi oldum diye düşündüm hatta. Ta ki yanıma bir kadın gelip de gül satmaya çalışana kadar. Bu havada ve benim gibi yalnız başına oturan bir kadına gül satmaya çalışan kadına bir anlam veremedim, başımdan bir şekilde savdım.

O kadın gittikten sonra kalktım ben de ayağa. Ben kalktım ama sanki ruhum hâlâ o bankta oturuyordu. Ben gittim ama sanki ruhum oradan bana bakmaya devam ediyordu. Dönüp baktım bir ara boş banka ve iç geçirdim. Ben de onun gibi boşum artık. Bomboşum, boşluktayım ve sallanıyorum. Boş bir çocuk parkındaki salıncak gibi.

Elimdeki ekmek poşeti ve henüz ismini bile bilmediğim kadının bana verdiği kartla yürüdüm. Nereye gittiğimi bilmedim. Bu yol nereye gider diye sorgulamadım, yürüdüm. Bir ara başımı eğip de elimdeki ıslak karta baktım.

Nilüfer Çiçek

Bu ismi gördüm, kadının ismini öğrenmiş oldum ve başımı kaldırdım, yola baktım. Omuzlarım çökmüş, yıkılmış, bir enkazdan farksız bir şekilde yürümeye devam ettim. Yürüdüm, yürüdüm ve ulaştığım son nokta Ceyhun'un evinden başka bir yer değildi. Gidecek başka bir yerim yoktu ki zaten. Bir burası vardı, ayaklarım da zihnim de beni buraya getirmişti.

Açık olan apartman kapısından içeriye girdim. Merdivenleri çıktım. Eve ulaştım, elimi kaldırdım ve zile bastım. Sadece bir dakika sonra kapı hızlı bir şekilde açıldı, karşımda Cansu'yu gördüm. "Mira," dedi fazlasıyla afallamış bir şekilde, eve girdim. Bir anda herkes ayaklandı, hızla yanıma geldiler. Yanıma ilk ulaşan Ateş olurken büyük bir korku ve endişe içinde bakıyordu.

"Mira," dedi, bir adım daha attı. Normalde bana sımsıkı sarılacak olan adam hiçbir şey yapmayıp karşımda durmaya devam ederken "Ne bu hâlin?" diye sordu. O an Pars'ın da burada olduğunu fark ettim. Kaşlarını çatmış, dikkatle bana bakıyordu.

"Mira! Duymuyor musun beni?" Ateş sordu, bakışlarım onu buldu. Çok endişeli ve gergindi. Korkmuş olduğu her hâlinden belli oluyordu.

"Neredesin sen saatlerdir? Niye açmıyorsun telefonlarımızı? Ne yapıyordun dışarıda? Nasıl geldin bu hâle? Niye bize haber vermedin?" Sorularını üst üste sordu. Cevap vermedim, vermek istemedim ve sustum. O hâlâ fazlasıyla endişeli bir şekilde bana bakmaya devam ederken hâlâ elimde olan beş ekmeği tıpkı diğer herkes gibi bana endişeyle bakan Doğan'a uzattım.

"Ekmek," dedim, bir bana bir de ekmeğe şaşkınca baktıktan sonra elimden.

"Sağol Mira ya, Allah razı olsun senden. Sahurda yeriz artık," dedi alay ederek, o sırada Savaş araya girdi.

"Abi ramazan ayında değiliz ki," dediğinde Doğan da ona döndü.

"Sağ ol kardeşim, bilmiyordum. Lan oğlum şu an konumuz bu mu?" diye sordu, o sırada Ateş ikisine de öfkeli bir bakış attı ve bana döndü.

"Bir şey söyleyecek misin artık? Ne bu hâlin?" Aynı şeyi sordu, dün gece aklıma geldi ama neredeydin, kimdi o kadın diye soramadım ona.

"Yok bir şey, yağmur yağdı," dedim, ıslak olmamı bu şekilde açıkladım, eve gelmiş olan Ceyhun'a baktım. "Odanı kullanabilir miyim?" Diye sorduğumda şaşkın bir şekilde başını salladı.

"Olur," dedi, doğrudan yatak odasına doğru yürüdüm. Muhtemelen hepsi arkamdan bakarken yatak odasına girdim, montumu çıkardım, ayakkabılarımı çıkardım. Giyecek kıyafetim olmadığından ıslak kıyafetlerle yatağa girdim. Herkes odanın kapısında durmuş bana bakarken de yorganı üzerime çektim. Hatta başımdan aşırdım ve gözlerimi kapattım.

Çok geçmeden Ateş'in salondan olanlar yüzünden bağırma sesleri gelirken ellerimi kulaklarıma bastırdım, gözyaşlarım akmaya başladı. Duymak istemedim ama duydum, duydukça ağladım. Ağlarken ne ara uykuya daldım, yine kabuslar görmeye başladım bunu fark etmemiştim bile. Ve ne yazık ki artık gördüğüm kabuslar birer birer gerçek olmaya yüz tutmuşlardı. Ben de o hayatı yaşamaya mahkûm bırakılmıştım.

Yalnız, çaresiz ve bitmiş bir şekilde mahkûm olmuştum zihnimin boşluğunda oluşan o zindanda yaşamaya. Ve maalesef ki o zindan beni öldürmeye başlamıştı. Bundan sonra da bedenim özgür olsa bile ruhum zihnimin yarattığı boşluktaki zindanda ölmeye mahkûmdu.

Ben, bir boşlukta ölüyordum ve bunun fark eden hiç kimse yoktu.

Bölüm Sonu!

Selammmm :) nasılsınız?

Bu kitap için yazdığım 88. Bölüm oldu bu bölüm. O kadar karışık şeyler çözüldü, karmaşık yollardan geçildi ama ilk defa yazarken zorlanıyorum artık. Mira'nın bu hâllerini yazmak beni aşırı derecede yoruyor. İlk günlerden, ilk iki kitapta olan Mira'dan çok farklı birisi var artık. Daha yorgun, kırgın, bitmiş bir ruh hâline sahip ve emin olun bu hâlini yazmak hiç kolay olmuyor :(

Sizce Mira'nın bu hâli devam edecek midir dersiniz?

Ateş'le aralarındaki aşkın bitiyor olduğunu düşünüyor musunuz?

Sizce Ateş'in buluştuğu o kadın kimdi? Bunun altından neler çıkacak dersiniz?

Mira kardeşiyle bulaşacak mıdır? Böyle bir şey çıkmasını bekliyor muydunuz?

Bölümde en sevdiğiniz sahne hangisi oldu?

Bölümü en iyi anlatan emojiyi buraya bırakabilirsiniz.

Yeni bölümde görüşmek üzere:) iyi bakın kendinize güzellerim ♡

Duyurular, alıntılar ve diğer her şey için de sosyal medya hesaplarımı bırakıyorum, oradan da takip edebilirsiniz beni.

Instagram: gizzemasllan

Twitter: gizzemasllan

ÇOK SEVİYORUM SİZİ.♡

Loading...
0%