Yeni Üyelik
8.
Bölüm

8.BÖLÜM "KARANLIĞIN IŞIKLARI"

@gizzemasllan

Merhaba, suç ortaklarım

Ekranın sol alt köşesinde bulunan yıldızı aydınlatarak okumaya geçerseniz çok sevineceğim.❥

Buraya ben de sizin için bir yıldız bırakıyorum.⭐ Siz de yıldız ve kalplerinizi bırakabilirsiniz.♡

Keyifli okumalar...

****

Yıldızlar karanlığın ışıklarıdır.

8. BÖLÜM "KARANLIĞIN IŞIKLARI"

Açılan asansör kapısından koşarak indim. Asansör çatı katına çıkmadığı için en üst kata çıkmıştım. Merdivenlere yönelerek son kalan katı da koşarak çıktım. Çatı katının büyük demir kapısının önüne gelince durup belimden silahımı çıkardım.

"MİRA DUR!" Arkaya doğru bakıp Tufan amcayı gördüm. Koşarak yanıma geldi.

"Ne yaptığını zannediyorsun sen? Bir saattir peşinden koşuyoruz senin!" Kapıyı gösterdim.

"Şu an bu kapının arkasında günlerdir aradığımız adam var. Sekiz kişiyi öldürdü! Neden duruyoruz? Ben..." Devam etmeme izin vermedi.

"Sekiz kişiyi öldürdü." Diye söylediğim şeyi tekrar etti.

"Ama..." Yine tamamlamama izin vermeden konuştu.

"Arkaya geç." Deyince dediğini yapmak yerine durmaya devam ettim.

"Mira arkaya geç yoksa otelden göndereceğim seni!" El mecbur merdivenleri söylenerek indim. Tufan amca Savaş ve Barış'ı yanına alıp onlara neler yapacağını söylerken göz devirdim.

"Böyle durumlarla bizi geriye atmalarından gerçekten nefret ediyorum!" Deyip Cansu'ya baktım. Benim sinirli hâlimin aksine sakin bir tavırla omuz silkti.

"Mesleğimiz ne olursa olsun onlara göre hep güçsüz olacağız. Bence bu duruma alışsan çok iyi olur." Ona cevap vermeden yukarıya doğru baktım. Tedbirli bir şekilde kapıyı açıp çatı katına geçtiler. Oyalanmadan hemen peşlerinden çıktım.

"KALDIR ELLERİNİ!" Tufan amcanın sesini duyar duymaz daha hızlı koşup ben de çatı katına geçtim ve görmeyi beklediğim kişiyi sonunda karşımda gördüm.

Simsiyah giyinmiş, maskesi hâlâ yüzündeydi. Elinde silah falan yok sadece telefon vardı.

"YAT YERE!" Tufan amca yeniden bağırırken adam hiçbir tepki vermedi. Yerdeki başını kaldırdı. Maske olduğu için nereye baktığını anlamasam da bana bakıyormuş gibi hissediyordum.

"Geldiniz, hepiniz buradasınız." Deyince sonunda gerçek sesini duyabildim. Kalın ve yorgun bir sesi vardı.

"KES SESİNİ YAT YERE!" Diye bağırdı Tufan amca. Gözlerim bir kez daha Savaş ve Barış arasında gezindi. Bu adamın söylediğine göre ikisinden birisinin Ateş olması gerekiyordu ama ikisi de Ateş olamayacak kadar sakindi. Çünkü eğer ikisinden birisi Ateş ise bu çok yakın bir zamanda ortaya çıkacaktı ve bu kadar rahat olmaları normal değildi.

"Sen de buradasın." Dedi adam. Yüzündeki maske yüzünden yine kime bakarak söylediğini anlamamıştım.

"Yine karşımdasın." Diye ekledi. Yanımda duran Cansu'ya baktım. O da pek bir şey anlamış gibi durmuyordu. Yeniden adama döndüm.

"ÇIKAR O YÜZÜNDEKİNİ HEMEN!" Tufan amca yine bağırırken gözlerimi bir saniye bile olsun üzerinden çekmedim.

"Mira." İsmimi duyduğum an yutkundum. Bu gerçekten tüyler ürpertici. "Bu gece her şey bitecek." Ne diyeceğimi bilemeyip cevap vermedim.

"YAT YERE LAN!" Deyip Barış adama doğru bir adım atınca adam bunu fark etmiş olacak ki hızla duvarın üzerine çıktı.

"Geri durun! Yoksa buradan atlarım ve hiçbiriniz hiçbir zaman hiçbir şey öğrenemezsiniz! Önce beni dinleyeceksiniz." Tufan amca Barış'ı geri çekti. Adamdan uzaklaşırken konuştu.

"Tamam dinleyeceğiz seni ama önce yüzündeki o maskeyi çıkar!" Dedi Tufan amca ama adamın umurunda bile olmadı.

"Kimse dinlemedi bizi, kimse görmedi." Söylediği şeyler kaşlarımı çatmama neden oldu.

"Siz kimsiniz?" Diye sordum merakla ve ona doğru bir adım attım.

"Onlar ve ben." Dedi. Bir adım daha attım. Ona yaklaşmama kızmadı, tepki vermedi.

"Bana onların kim olduğunu söyle." Yüzüme bakıyor mu yoksa bakmıyor mu tam olarak anlayamadım ama başı bana dönüktü.

"Tanıyorsunuz işte siz onları çok yakından tanıyorsunuz." Kaşlarımı çattım. Gerçekten hiçbir şey anlamamıştım.

"Eylül, Enes, Zeynep, Mete, Esma, ben ve..." Deyip sustu. Başını bizimkilere doğru çevirerek devam etti. "Ateş." Diye ekledi.

Öldürdüğü kişilerin ismini saymış, kendini eklemiş ve bizimkilere bakarak Ateş demişti.

"Neden öldürdün onları?" Başını yeniden bana çevirdi.

"Çünkü ölmek isteyeceklerdi." Arkamı dönüp Tufan amcaya baktım. Bakışlarıyla bana devam etmemi söylerken Savaş'a baktım. Dikkatle adama bakıyordu tıpkı Barış ve Cansu gibi. Cesaretimi toparlayarak yeniden adama döndüm.

"Ben..." Deyip aşağıya doğru baktı. 20 katlı bir otelin çatı katında duvarın üstünde durmak çok da kolay değil gibiydi. "Sadece onların cesaret edemeyeceği şeyi yaptım. Onlar ölmek istiyordu ben de öldürdüm." Derin bir nefes aldım.

"Neden ölmek isteyeceklerini düşünüyorsun?" Cevap vermedi. "Birinin yaşamak isteyip istemeyeceğine sen mi karar veriyorsun?" Yine sessiz kaldı.

"Şimdi in oradan ve teslim ol. Buradan kaçışın yok!"

"BEN SUÇLU DEĞİLİM!" Diye kükredi bir anda. Bu korkmama neden olurken bir anda geri gittim.

"ASIL SUÇLU ONLAR! BEN SUÇLU DEĞİLİM! BEN SUÇLU OLMAK ZORUNDA KALANIM!" Bağırarak söylediği şeyler fazlasıyla şaşırmama neden olurken devam etti.

"BENİ ONLAR SUÇLU YAPTI! BUNLARI YAPMAYA ONLAR ZORLADI! BEN SADECE KİMSENİN DUYMADIĞI SESİMİZİ DUYURMAYA ÇALIŞTIM!" Dedi ve yine başını bizimkilere çevirdi.

"Bunu sen de çok iyi biliyorsun Ateş Demirkan!" Hızla arkama döndüm. Bir şeyler anlamayı umut ettim ama yine bir şey anlamayarak adama baktım.

"ATEŞ KİM? NEDEN SÜREKLİ ATEŞ DEYİP DURUYORSUN! SENİ SUÇLU OLMAYA ZORLAYANLAR KİM?" Daha fazla sakin kalamayarak ben de bağırdım.

"Mira sakin." Cansu'nun sesini duysam da çok fazla umursamadım ve adama bakmaya devam ettim. Bu kadar şeyden sonra düzgün bir cevap vermesi gerekiyordu.

"Ben istedim! Ben ölmeyi istedim! Onlarda istiyorlardı. Canlarını yakmadan, acı çektirmeden öldürdüm hepsini! Yaşadıkları şeyden kurtardım onları! Şimdi sıra bende." Ona doğru bir adım daha attım.

"Tamam anladım onlara iyilik yapmak istedin. Sen suçlu falan değilsin ve onlara iyilik yapmak istedin." Dedim bunun tam aksini düşünmeme rağmen. Şimdilik huyuna gitmek çok daha iyiydi.

"Öyle, ben suçlu değilim!" Başımı salladım.

"Tamam suçlu değilsen bunu bana da inandır. Senin suçsuz olduğuna inanmak istiyorum. Bu yüzden bana onları neden öldürdün söylemen lazım." Elini kaldırıp göğsüne birkaç defa vurdu.

"Çünkü onlarda benimle aynı şeyi yaşadı. Onları en iyi ben anlıyordum. Bu yüzden yardım ettim onlara." Derin bir nefes aldım. Sürekli üstü kapalı cevaplar veriyordu ve bu hiçbir şey anlamıyordum.

"Bizi kimse dinlemedi dedin. Ben seni dinliyorum, anlayacağım da." Dedim sakin bir ses tonuyla. Ne telefonda konuşurken ne de mesaj yazarken fark etmemiştim ama şimdi çok iyi anlıyorum. Psikolojik bir sorunu olduğu en başından beri belliydi ama bu başka bir şeydi. Çok başka... Sanki büyük bir sorunun yol açtığı başka bir sorun gibi...

"Dinlemediler, Ateş..." Deyip yine arkama baktı. "Ateş de çok iyi biliyor." Ateş'in kim olduğu şu an umurumda bile değildi. Bu yüzden dönüp arkama bakmadım bile.

"Ben seni dinleyeceğim dedim, hadi anlat bana. Neden sesini duyurmak istedin? Kim seni zorladı bunları yapmaya?"

"Kimse bizi görmedi Mira." Gözlerimi kapattım ve derin bir nefes aldım. "Biz görünmez olduk. O kendini kurtardı." Deyip yine arkama baktı.

"O her şeye rağmen kendisini kurtardı. Aramızdan birisini yaktı ama kendisini kurtardı. Yaktığı kişi öldü, ölmek istedi. Ben de diğelerini öldürdüm. Çünkü bizden sonra onlarda ölmek isteyeceklerdi." Elimden geldiği kadar sakin kalmaya çalışıyordum ama olmuyordu işte.

"Söylediklerinden hiçbir şey anlamıyorum. Eğer daha açık anlatırsan sana yardım edebilirim." Dedim ve gelen seslerle arkamı döndüm. Neredeyse oteldeki tüm polisler buraya gelmişti.

"Yıllar önce hepimizi öldürdüler. Bugün Tarih tekerrür ediyor. Yıllar önce bugün ben ve Esma ölmüştük. Dün Mete ondan önceki gün Zeynep daha önce Enes en başta da Eylül. Sırayla öldük, sırayla öldürdüm. Şimdi sıra ben de. Çünkü her şey bitti." Onları tanıdığından artık emin olmuştum.

"Öldürdüğün o insanları tanıyorsun değil mi?" Başını salladı.

"Tanıyorum."

"Nereden?" Cevap vermedi, devam ettim. "Hadi bana onları nereden tanıdığını söyle." Yine arkaya doğru baktı.

"Bir tek o kurtardı kendini. Bir başkasını yakıp kendini kurtardı. Şimdi de sizi yakacak. Kendisi için, istedikleri için her şeyi yakacak." Ona doğru bir adım daha attım. Beni fark etmeden konuşmaya devam etti.

"Duyuyorsun beni değil mi? Anlıyorsun beni! Kimse anlamıyor ama şu an sen ne demek istediğimi çok iyi anlıyorsun." İstemsizce arkaya baktım. Herkes pür dikkat dinliyordu. Barış'a baktım ve ellerini yumruk yaptığını gördüm. Bu kaşlarımı çatmama neden olurken gözlerine baktım. Bir saniye bile olsun adama bakmayı bırakmıyordu. Gözlerimi ondan çekip Savaş'a baktım ve gergin olduğunu gördüm.

Gerçekten de ikisinden birisi Ateş olabilir mi?

"Korkuyorsun hem de çok korkuyorsun! Seni ortaya çıkaracağımı zannediyorsun ama korkma böyle bir şey yapmayacağım." Duyduğum şey yeniden adama dönmeme neden oldu. Aramızda bir metre kadar mesafe vardı ve elimden geldiği kadar belli etmeden ona yaklaşmaya devam ettim.

"Beni sakın unutma Ateş Demirkan! Beni de diğerlerini de unutma!" Deyip tek elini havaya kaldırdı. Dikkatle hareketlerini izledim. Maskesinin ucunu tutup yavaş yavaş kaldırırken merakla baktım ona. Gözümü bile kırpmadım. Kaldırdığı maskenin altından sadece ağzı ve burnu görünürken bir anda çekip çıkardı maskeyi ve aşağıya attı.

Gözleri beni bulduğu an karşısında öylece kaldım. Gördüğüm kişi gözlerimin yerinden çıkacakmış gibi irileşmesine neden oldu.

"Sen..." Deyip sustum. Ne diyeceğimi bilemedim. Gözlerimi Tufan amcaya çevirdiğimde onun da benim gibi donup kaldığını gördüm.

"Beni sakın unutmayın! Beni bırakın gerçek suçluyu bulun! Ben bulamadım, siz bulun!" Yeniden döndüm ona. Şaşkınlığımı gizleyemedim. Çünkü şu an karşımda Tufan amcanın oğlu Bilal'in polis muhabiri diye yanıma getirdiği arkadaşı Aren duruyordu.

Tüm şaşkınlığımla ona bakmaya devam ederken gözleri beni buldu. Ne yani katil saatler önce zaten karşımda duruyor muydu?

"Mira." Deyip bana dönünce hiçbir şey yapamadım, sadece baktım ona.

"Ben katil değilim, suçlu değilim." Hiçbir şey diyemedim. "Ben asıl suçlunun yarattığı bir suçluyum. Gerçek suçluyu bulun." Derin bir nefes alıp kendimi toparladım.

"Gerçek suçlu Ateş mi?" Diye sordum göz ucuyla arkaya bakarak.

"Hayır." Dediği an yeniden ona baktım. Başını sağa sola salladı ve tekrar etti. "Ateş de bizim gibi masumdu. Fakat o cesur ve akıllıydı da. Bu yüzden kurtardı kendini. Birimizi yaktı ve kurtardı kendini. Zamanı geldiğinde sıra size de gelecek. Ateş sizi de yakacak." Hiçbir şey diyemedim.

"Şimdi sıra ben de. Ateş yüzünden sıra ben de." Deyip aşağıya doğru baktı. Atlayacağı hissine kapılıp telaşlandım.

"Ben seni anladım." Gözleri yeniden beni buldu. "Dinledim ve anladım seni. Hadi şimdi in aşağıya ve düzgünce konuşalım. Ben senin suçsuz olduğuna inandım. Seninle beraber gerçek suçluyu bulalım." Dedim düşündüğüm şeyin tam aksine. Sekiz kişiyi öldüren birisi tabii ki suçluydu ama benim işim şu an onu suçlamak değil onu oradan indirip tutuklamaktı.

"Onlar da ben de ölmek istedik. Onlar öldü şimdi sıra ben de." Deyip yeniden arkasına baktı. Kendini aşağıya bırakacağını anladığım an telaşa kapıldım.

"YAPMA!" Diye bağırdı Barış ve yanımıza geldi. Benim aksime soğuk kanlı davranarak adama elini uzattı.

"Elimi tut seni indireceğim oradan." Aren Barış'a baktı ama hiçbir şey demedi.

"Hadi in oradan, ölecek olman hiç kimseyi mutlu etmeyecek."

"BENİ EDECEK!" Diye bağırdı. "BEN MUTLU OLACAĞIM! ONLARI ÖLDÜRÜP MUTLU ETTİM ŞİMDİ SIRA BEN DE!" Barış bir adım daha atıp önüme geçerken adamı ikna etmeye de devam etti.

"Oradan atladığın ilk an pişman olacaksın. Bunu kendine yapma hadi in oradan." Arkamı dönüp Savaş'a baktım ve hâlâ gergin olduğunu gördüm. Cansu hepimizin aksine çok rahattı.

"Ne olursa olsun hiçbir zaman unutma Ateş Demirkan! Sen hep benim en sevdiğim olarak kalacaksın. Sen benim hep en iyi arkadaşım olarak kalacaksın. Bu yüzden sessizce hayatınızdan çıkıp yaptığın şeye devam etmene izin veriyorum." Deyip bana baktı.

"Karanlığın ışıkları sence de bu gece çok güzel değil mi?" Dedi ve bir anda kendini boşluğa bıraktı. Bağırıp ona doğru koştum, tutmaya çalıştım ama yetişemedim. Barış da tıpkı benim gibi onu tutmaya çalışmış ama yetişememişti.

"Gitti." Dedim kendi kendime ve eğilip aşağıya doğru baktım. 20 katlı binanın çatı katında olduğumuz için her şey karınca kadar görünüyordu. Geri çekilip elimi saçlarıma geçirdim ve bıkkınca oflayıp Tufan amcaya döndüm. Adam resmen donup kalmıştı.

"Gitti." Diye tekrar ettim. Günlerdir peşinde olduğumuz adam saatler önce karşımda duran, polis muhabiri çıkmış ve saniyeler önce gözümüzün önünde intihar etmişti. Onu bulduğumda kendi ellerimle öldürmeyi düşünürken öldüğü için bu denli kötü hissetmem normal mi?

Herkes arkasını dönüp koşarak merdivenleri inerken peşlerinden gitmek yerine Tufan amcanın yanına gittim.

"Tanıyordum onu, Bilal'in arkadaşıydı. Daha saatlerce önce de merkezdeydi." Başını salladı.

"Biliyorum." Sesi çatallanmıştı. "Ama katilin o olması." Deyip elini yüzüne bastırdı ve devam etti. "Aklım almıyor. Bu nasıl olur?" Ona cevap veremedim. Barış'a baktığımda hâlâ aynı yerde öylece durduğunu gördüm.

"Barış?" Dedim ama beni duymamış olacak ki dönüp bakmadı yüzüme.

"Aşağıya inelim." Diyerek Tufan amca arkasını dönüp giderken ben gidemedim, Barış'a bakmaya devam ettim. Ellerini yumruk yapmış az önce Aren'in durduğu yere yavaş yavaş vuruyordu.

"Gelmiyor musun?" Diye sordum, yine cevap vermedi. "Gidiyorum ben." Dedim ama yine sessiz kaldı.

O niye bu kadar etkilenmişti? Tanıyor muydu acaba? Ateş, Ateş o olabilir mi?

Onu yalnız bırakmaya ve aşağıda neler olduğunu öğrenmeye karar vererek merdivenlere yöneldim. Çatı katından çıkıp merdivenlere ulaştığımda Barış'ın bağırma sesini duydum. Dönüp ona baktığımda bağırıp duvarı tekmelediğini gördüm. Ona doğru bir adım attım ama bunun şimdilik doğru olmadığına kanaat getirip onu öfkesiyle baş başa bırakıp merdivenlerden indim ve bir alt kata ulaşıp asansöre bindim.

Lobiye inip otelden çıktım. Yavaş adımlarla bir yığın polisin olduğu yere gittim. Polislerin arasından geçip yerde Cansız bir şekilde yatan Aren'e baktım. Ayaklarımın dibinde öylece yatıyordu.

"Bu sefer gerçekten bitti sanırım." Cansu'nun sesini duysam da gözlerimi yerdeki cesetten çekmeden konuştum.

"Belki de onun da dediği gibi her şey daha yeni başlıyordur." Deyip yere diz çöktüm ve dikkatle yüzüne baktım. Başından yüzüne doğru kan akıyor. Neredeyse her yeri kan içinde kalmıştı.

"Ne anlatmaya çalıştın bana?" Diye mırıldandım kendi kendime ve iç çekip ekledim. "Neden ben, neden?" Diyerek iç çektim ve boynuna doğru baktım. Tırnak izi vardı. Herkesin gözleri üzerimdeyken onu biraz yan çevirip omzuna doğru baktım ve yaralı olduğunu gördüm.

Onu yeniden eski pozisyonuna getirdim ve ayağa kalktım. Önce Savcı gelecek, sonra da olay yeri inceleme ekibi işe başlayacaktı. Şimdilik burada yapılacak hiçbir şey yoktu. Arkamı dönüp kendimi toparlamak için yanlarından uzaklaşacakken duyduğum şeyle durdum.

"Cebinden notlar çıktı." Hızla yeniden onlara döndüm. Üzerini arayan polislerden birinin elinde bize bıraktığı not kağıtlarının aynısını görünce yanlarına dönüp olay yeri incelemeden eldiven aldım. Hızlıca takıp not kağıtlarını polisten aldım. O sırada bir tarafıma Cansu diğer tarafıma da Savaş oturdu. Elimdeki ilk kağıdı beni duyacakları şekilde okudum.

"1 Ocak 1999 her şeyin mahvolduğu gece." Deyip kaşlarımı çattım ve diğer kağıda geçtim.

"Ateş, kendini kurtardı. Biz onun ardında yanıp kül olduk." Düşünmek yerine diğer kağıda geçtim.

"Yıldızlar, karanlığın ışıklarıdır Mira." Bu sefer diğer kağıda geçemedim, durup kaldım. Zihnimin içinde intihar etmeden önce duyduğum cümle yankılanmaya başladı.

Karanlığın ışıkları sence de bu gece çok güzel değil mi?

Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım ve yeniden açıp bir kez daha okudum elimdeki kağıdı.

Yıldızlar, Karanlığın ışıklarıdır.

"Devam et." Savaş'ın sesiyle düşünmek yerine diğer kağıda geçtim.

"Karanlığımızın ışığı ol." Bir kez daha kaşlarımı çattım ve oyalanmadan diğer kağıda geçtim.

"Karanlıkta olmak bizim tercihimiz değildi fakat senin karanlığında olmak benim tercihimdi." Hiçbir şey anlamayıp son kağıda geçtim.

"O karanlığı aydınlat Mira Aksoylu." Not kağıtlarını elinde eldiven olan Cansu'ya verip tek kelime bile etmeden ayağa kalktım ve yanlarından uzaklaştım. Katil ölmüştü, her şeyin bitmesi gerekiyordu ama içimde çok kötü bir his var.

Kendimi dipsiz bir kuyunun içine çekiliyormuş gibi hissediyorum.

Olay yerinden yeterince uzaklaşıp derin derin nefes aldım ve kendimi toparlamaya çalıştım. Bir ara caddeden geçen babamın arabasını görüp haberin ona da gittiğini anladım ama yeniden yanlarına dönmek istemedim.

"Bana bir şey anlatmaya çalıştı." Diye mırıldandım kendi kendime ve zihnimin içinde dönen her şeyi toparlamaya çalıştım. Telefonumu çıkardım ve birkaç dakika önce okuduğum not kağıtlarında yazan şeyleri unutmamak ve bir bütün olarak yazdım.

"Yıldızlar karanlığın ışıklarıdır. Karanlığımızın ışığı ol. Karanlıkta olmak bizim tercihimiz değildi fakat senin karanlığında olmak benim tercihimdi. O karanlığı aydınlat Mira Aksoylu."

Tüm notları birleştirince ortaya böyle bir paragraf çıkıyordu. O ölmüş de olsa bu gece bu dosyayı onun söylediği her şeye rağmen kapatacakta olsalar bu işin peşini bırakmaya hiç niyetim yok.

"Ne olursa olsun her şeyi çözeceğim. Kim ne derse desin çözeceğim." Kendi kendime mırıldanmaya devam ederken otelden çıkan Barış'ı gördüm. Otelden çıkıp durdu ve olay yerine doğru baktı. Dikkatle izledim ama hiç o tarafa uğramadan yoluna devam ederken koşarak peşinden gittim. Arabasına bindiğini görünce yetişemeyeceğimi anladım.

"Barış?" Beni duyabileceği kadar yüksek bir ses tonuyla seslendim ona. Durdu ve bana döndü. Koşarak yanına ulaştım.

"Bir şey mi oldu?" Diye sordu endişeli bir ifadeyle. Başımı sağa sola salladım.

"Hayır, sen iyi misin?" Tek kaşı kalktı.

"İyiyim, neden sordun?"

"Yukarıda pek iyi görünmüyordun da bir sorun mu var diye merak ettim." Dilini damağına çarpıtarak cıkladı.

"Yok." Deyip iç çekti. "Hiçbir sorun yok." Diye ekledi.

"Peki öyle olsun." Başını salladı.

"Öyle, hadi iyi geceler sana." Diyerek arkasını dönüp arabasına yönelince yine konuşarak ona engel oldum.

"Nereye gidiyorsun?" Durdu ve yeniden bana döndü.

"Evime." Şaşırdım.

"Evine mi?" Kaşlarını çattı.

"Niye bu kadar şaşırdın? Olay bitti, biraz dinlenmek bizim de hakkımız." Kalabalığı gösterdim.

"Gidip bir bakmayacak mısın? Günlerdir uğraşıyoruz bunun için ve sen orada neler olduğunu merak etmiyor musun?"

"Etmiyorum, çünkü adam öldü. Onunla beraber tüm cevaplarda öldü. Oradakiler bize bir cevap verecek olsaydı zaten adam ölmeden yakalamış olurduk. Yani kimse bizim bildiğimizden fazlasını bilmiyor ve ortaya çıkacak yeni bir şey yok. Ayrıca ben günlerdir uyumuyorum, çok yorgunum. Evime gidip dinleneceğim." Derin bir nefes aldım.

"Haklısın, iyi geceler."

"Sana da." Deyince arkamı döndüm ve olay yerine doğru yürüdüm. O sırada yeniden sesini duydum.

"Seni de bırakayım mı evine?" Yürürken ona döndüm.

"Kendi arabamla geldim." Bir ileride duran arabaya bir bana bakıp başıyla selam verir gibi yapıp yanında durduğu arabaya bindi. Ona bakmayı bırakıp yoluma devam ettim. Merak ettiğim son bir şey vardı. Onu da öğrenip bazı şeylerden emin olduktan sonra ben de artık eve döneceğim ve güzelce uyuyacağım.

"Savcı gelmedi mi daha?" Diye sordum. Cansu'nun gözleri beni buldu.

"Yoldaymış beş dakikaya burada olur." Onu onaylayıp yeniden cesedin yanına oturdum ve yeniden eldiveni taktım.

"Üzerinden telefon çıktı mı?" Diye sordum olay yeri inceleme ekibinden birine.

"Çıktı." Deyip delil poşetine koyduğu telefonu gösterdi. Elinden aldım ve telefonu çıkardım.

"Ne yapıyorsun?" Soru soran adama cevap vermeden ekranı açtım. Düşmenin etkisiyle ekranı kırılmıştı ama hâlâ çalışıyordu. Eldiven olduğu için telefonu kullanmakta zorlansam da mesaj kısmına girdim. Benim numaramı ve bana attığı mesajları görünce biraz daha emin oldum günlerdir peşinde olduğumuz adamın bu olduğuna. Telefonu yeniden delil poşetine koyup aldığım kişiye verdim ve ayağa kalktım. Etrafa bakıp babamı bulduktan sonra yanına gittim.

"Baba." Gözleri hemen beni buldu. Yüzünde memnuniyet vardı.

"Söyle kızım."

"Sence her şey bitti mi?" Diye sordum tek bir nefeste. Bir başkasından özellikle de güvendiğim birinden bu sorunun cevabını duymaya ihtiyacım vardı.

"Bitti, tamamen bitti. O, kendisini bitirdi. Kaçacak bir yeri olmadığı için öldürdü kendini. Bunun için de hiç üzülmedim." Cevap veremedim.

"Şerefsiz bir de her gün rahat rahat girip çıkıyordu yanımıza ama nereden bileceğiz katilin polis muhabiri çıkacağını?" Babam benimle değil de sanki kendi kendisiyle konuşuyormuş gibiydi.

"Sen de artık eve dön, zaten duydum izin almışsın, git güzelce dinlen artık. Annen seni özledi, senin yüzünden her gün ben azar işitiyorum ondan. Kızımı sen polis yaptın diye söyleniyor bana." Deyince güldüm, babam devam etti.

"İzin almakla iyi yapmışsın. Birkaç gün dinlen, biraz annenle vakit geçir. Sonra dönersin işine, merak etme bir şey kaçırmazsın. Çünkü böyle bir dünyada ne ceset biter ne de katil. Bu yüzden hayatının hepsini bu şekilde geçirme kızım. Sonra çok pişman olursun. Biraz da kendin için yaşa." Deyip yüzüme dokundu.

"Bu dünyada kötü insan bir tane değil. Tek polis de sen değilsin. Her şeye herkese yetişemezsin. Bu sadece senin için değil her polis için geçerlidir. Kendi hayatımızı bir kenara bırakıp insanlar için burada bir şeyler yapıyor olsak da yeri geldiği zaman bu işleri bir kenara bırakıp kendimiz için bir şeyler yapabilmeliyiz." Dedi ve gülümsedi.

"Anlıyorsun değil mi beni?" Başımı salladım.

"Anlıyorum." Eğildi ve yanağımdan öpüp geri çekildi.

"Hadi o zaman eve git güzelce uyu yarın da her şeyi unut ve annenle güzelce vakit geçir. Ben de zaten işlerim bitince geleceğim." Yine başımı salladım.

"Tamam." Deyip iç çektim. "İyi geceler o zaman sana."

"İyi geceler kızım." Deyince başka bir şey söylemeden yanından uzaklaştım. Arabaya doğru yürürken Savcı'nın olay yerini incelemeye geldiğini gördüm. O tarafa uğramadan arabama doğru yürürken Savaş'ın sesini duydum.

"Eve mi gidiyorsun?" Durdum ve ona bakıp başımı salladım.

"Evet, bizim yapacağımız çok fazla bir şey kalmadı burada." Ellerini cebine koyup yanıma geldi.

"Haklısın, bitti her şey."

"Bitti mi gerçekten?" Diye sormaktan kendimi alamadım. Savaş'ın yüzünde keyifli bir ifade oluştu.

"Bitti." Deyip göz ucuyla arkaya doğru bakıp iç geçirdi. "Yani umarım bitmiştir." Deyince gülmeden edemedim.

"Sen bile bundan emin değilsin hâlâ." Omuz silkti.

"Bazen insanın inanası gelmiyor ama bitti işte, aradığımız katil birkaç metre arkamızda cansız bir şekilde yatıyor." Yanına gidip aramızdaki mesafeyi kapattım.

"Kendini aşağıya atmadan önce söyledikleri neydi sence?"

"Bilmem, bana saçmalıyor gibi geldi." Başımı sağa sola salladım.

"Hayır, bana hiç de saçmalıyor gibi gelmedi. Sence de bize bir şeyler anlatmaya çalışmadı mı? Sanki birisi onu bunları yapmaya zorlamış gibiydi. Duymadın mı onlarda ölmek isteyecekti dedi. Ateş hepimizi yaktı ve sıra sizde dedi. Bunlar senin için bir şeyler ifade etmiyor mu?" Derin bir nefes aldı. Bana hak vermesini bekledim. Çünkü birinin şu an bunu yapmasına ihtiyacım vardı ama o hiç beklemediğim şeyler söyledi.

"Günlerdir sadece birkaç saat uyudum. İfade etmesi gerekiyorsa da şu an beyin hücrelerim ne ifade ettiğini algılayamıyor. Bence bunu sabah konuşalım. Çünkü şu an bir şeyler düşünecek hâlde değilim." Bıkkınca ofladım. Niye hiç kimse söylediğim şeyleri umursamıyor? Herkes olay kapandı diye mutlu ama hiç kimse asıl nedeni sorgulamıyor.

"Haklısın, sonra konuşuruz o zaman. İyi geceler."

"Sana da." Deyip yanımdan uzaklaşınca arabama bindim. İlk işim rahatsız eden saçlarımı rastgele toplamak oldu. Herkesin aniden bu kadar rahat davranmasını aklım almıyor. O adamın, Aren'in, söylediği ve yaptığı o kadar şey bir tek benim mi aklıma takılıyor yani? Niye hiç kimse bunun peşine düşmedi? Sanırım olayı kapatmak herkes için daha basit bir yol oldu. Onun söylediklerinin peşine düşmek hiç kimsenin işine gelmedi.

"Karanlığımızın ışığı ol. O karanlığı aydınlat Mira Aksoylu."

Zihnimin içinde bu cümle yankılanıp dururken ben herkes gibi hiçbir şey olmamış ve her şey bitmiş gibi davranamam ki. Bu olayın peşine düşmek neyi aydınlatmam gerekiyorsa onu aydınlatmak istiyorum ama korkuyorum da. Yalnız olmaktan da bu olayın peşine düştüğüm zaman ortaya çıkacaklardan da korkuyorum. Hem de çok korkuyorum.

Arabayı çalıştırıp dikkatimi yola verdim ve bir şeyler düşünmemeye çalışarak eve doğru sürdüm. Düşünmemeye çalıştığım hâlde duyduğum, okuduğum her şey zihnimin içinde dönmeye devam etti. Eve ulaştığımda gecenin bir yarısı olduğu için sessizce kapıyı açıp eve girdim.

Tüm ışıklar kapalı her yer karanlıktı. Ayakkabılarımı çıkarıp sessiz adımlarla evin içine doğru ilerledim. Annemle babamın yatak odalarının önünde durup sessizce kapıyı açtım ve anneme baktım. Derin bir uykudaydı. Onu rahatsız etmeden kapıyı yeniden kapatıp kendi odama gittim. Karnım acıkmıştı ama canım hiçbir şey yemek istemiyordu.

Odamın ışıklarını açıp üzerimi değiştirdim. Duş almayı sabaha bırakarak yatağa girdim. Hiçbir şey düşünmeden uyumam gerekiyordu ama son günlerde bunu sadece sarhoş olduğum zaman yapabiliyordum. Yastığımı yüzüme bastırıp gözlerimi kapattım ve uyumaya çalıştım.

"Buraya daha sık gelip sarhoş olmalısın." Hızla doğruldum ve kaşlarımı çattım.

"Seni öpmek için deliriyorum. Bir gün bunu yapmama sen bile engel olamayacaksın." Zihnimin içinde dönen cümleler beni fazlasıyla şaşırttı. Bu neydi şimdi? Gözlerimi kapatıp bir şeyler hatırlamaya çalıştım ama aklıma bu iki cümle dışında hiçbir şey gelmedi.

"Allah'ım delirdim galiba sonunda." Kendi kendime konuşup ellerimi başımın arasına aldım. Gözlerimi kapatıp bir şeyler hatırlamak için kendimi zorladım ama hiçbir şey hatırlamadım.

Bu daha önce de böyle olmuştu. Bir ay önce de, tüm bu olanlar daha başlamadan, o otel odasına gidip sarhoş olup uyumuş sonra da uyandığımda böyle şeyler hatırlamıştım.

"Neden hep aynı rüyayı görüyorum?" Deyip güldüm ve yeniden yatağa uzandım. Bu rüyayı ilk görüp hatırladığımda gerçek zannedip otelin güvenlik kamerası kayıtlarına bakmıştım ve hiçbir şey çıkmamıştı. O günden sonra da her otele gittiğimde aynı rüyayı görmüştüm ama gülüp geçmiştim. Fakat hâlâ neden sürekli aynı rüyayı görüyorum bir türlü anlam veremiyorum.

Düşünmeyi ve bir şeyler hatırlamaya çalışmayı bırakıp yorganın altına iyice girdim ve uykuya dalmaya çalıştım. Gördüğüm rüyayı hatırlamak katili unutmama neden olmuş bu yüzden de bu seferlik uykuya dalmam kolay olmuştu.

*****

Gözlerimi açmadan elimle yatağın içinde telefonumu yokladım. Birkaç dakikanın sonunda telefonu bulup tek gözümü açtım ve saate baktım. Çoktan öğlen olduğunu fark edince bıkkınca ofladım. Neden uyurken zaman bu kadar çabuk geçiyor?

"Kalkmak istemiyorum." Kendi kendime mırıldanırken bir anda yüzüme yastığı yedim.

"Ne oluyor ya?" Sesim normalden yüksek çıkarken gözlerimi açtım ve doğruldum. Başımda dikilen annemi görünce şaşırdım.

"Ne yapıyorsun anne ya?" Güldü.

"Kızımı uyandırıyorum." Kaşlarımı çattım ve attığı yastığı göstererek konuştum.

"Yastık fırlatarak mı?" Yine güldü.

"Öperek mi uyandırmam gerekiyordu?" Gülmemek için kendimi zor tuttum.

"Yani yastıktan daha iyi bir yöntem olabilirdi diye düşünüyorum. Sence de öyle değil mi?" Kaşlarını hayır anlamında kaldırarak konuştu.

"Değil!" Tek kaşım istemsizce kalktı.

"Sen bana biraz kızgın olabilir misin?" Anında yanıt verdi.

"Olmam mı gerekiyordu?" Derin bir nefes aldım. Dün katilin öldüğünü kendi gözlerimle görmemiş olsaydım bugün katilin annem olduğundan şüphelenebilirdim. Çünkü şu anda karşımda resmen katil gibi kelime oyunu yapıyordu.

"Hayır, bence hiç gerekmiyor." Dedim ve kendimi affettirmek için şirince gülümsedim.

"Kahvaltı hazır mı?" Bir kez daha kaşlarını çattı. Annem kaşlarını çattığı zaman babamdan daha sinirli görünebiliyordu.

"Kalk kendin hazırla!" Dedi ve cevap vermemi bile beklemeden odadan çıktı.

"Babam haklıymış baya kızgınmış gerçekten." Kendi kendime konuşarak yataktan çıktım. Banyoya gidip elimi yüzümü yıkadım ve dağınık saçlarımı toparladım. Daha sonra banyodan çıkıp pijamalarımı değiştirme gereksiniminde bulunmadan odadan da çıktım ve salona, annemin yanına, gittim. Televizyonun karşısında oturuyordu. Hiç oyalanmadan hemen yanına oturdum.

"Naber?" Diye girdim konuya. Yüzümdeki büyük ama yalan olan gülümsemeyle. Annemin gözleri beni buldu.

"Mira." Deyince tatlı görünmek için biraz daha gülümsedim.

"Söyle anneciğim." Yeniden önüne döndü.

"Yılışma." Kahkaha atmamak için kendimi zor tuttum.

"Ama anne ya şunun şurasında ayda yılda bir beraber vakit geçireceğiz, ben senin için izin alıp geliyorum ama sen bana küsüyorsun. Olacak iş mi bu?" Kaşlarını çattı.

"Belki de tam olarak bu yüzden küsüyorumdur kızım. Aynı evde yaşadığım kızımı ayda yılda bir kere gördüğüm için." Deyince cevap veremedim.

"Ne babanın ne de senin eve uğradığınız yok! Hayır babanı anladım ben zaten onu böyle kabul edip evlendim ama sen niye babana çektin kızım?" Yine sessiz kaldım.

"İşten başka bir şey düşündüğünüz yok. Evi resmen otel gibi kullanıyorsunuz. Gece yarısı gel uyu sonra sabah erkenden daha güneş doğmadan tekrar git. Hiç kimse beni düşünmüyor. Hadi anladık eve gelmiyorsunuz bari bir arayın nasılsın, iyi misin diye bir sorun değil mi?" Başımı öne eğdim. Fazlasıyla haklıydı ve haklı olması susmama neden oluyordu.

"Resmen tek başıma yaşıyorum ben bu evde. Ne vardı yani sen de çalışma saatleri belli olan bir iş seçseydin kendine. Niye illa babanın işi?" Derin bir nefes aldım ve başımı kaldırıp yüzüne baktım. Gerçekten sinirli görünüyordu ve şu an ona bu siniri tek bir şey anında unutturabilirdi. Ve ben her ne kadar bunu yapmayı çok fazla sevmesem de şu anda bunu yapmak zorundayım.

"Anne?" Dedim sakin bir ses tonuyla. Televizyondan gözlerini çekmeden benim aksime sinirli bir şekilde cevap verdi.

"Söyle." Derin bir nefes alıp söyleyeceğim şeyin işe yaramasını umut ederek konuştum.

"Beraber alışverişe gidelim mi?" Diye sordum merakla ve vereceği cevabı bekledim. Televizyondan gözlerini ağır ağır çekip bana baktı. Olumlu bir cevap vermesi için gülümsedim. Birkaç saniye yüzüme baktıktan sonra hiçbir şey demeden yeniden televizyona dönünce şaşırıp öylece kaldım. Konuşmak için dudaklarımı aralamışken gözleri yeniden beni buldu. Bir an için itiraz edecek gibi hissettim ama yine cevap vermedi.

Daha önce hiç bu kadar heyecanlandığımı hatırlamıyorum. Sunduğum teklifin işe yaramadığını düşünüp başka bir şey söylemek için yine hamle yaptım ama o benden önce davranıp bir anda ayağa kalktı.

"Tamam kız kalk gidelim hadi." Deyince güldüm. Her zamanki gibi alışveriş fikri yine işe yaramıştı. Annem ne zaman bana kızsa kullanabileceğim en iyi kozum alışveriş yapmayı teklif etmekti.

"Gidelim." Deyip ben de ayağa kalktım ve heyecanlı gibi görünmeye çalıştım. Oysa alışveriş yapmak benim için tam bir işkenceydi. Mağaza mağaza gezip sürekli bir şeyler denemek aşırı derecede yorucu geliyor bana ama bugünlük idare edeceğim işte. Yoksa annemin gönlünü başka türlü alamazdım.

"Ben üzerimi değiştiriyorum hadi sen de bir şeyler ye, çıkarız." Başımı olumsuz anlamda sallayarak konuştum.

"Hayır benim canım hiçbir şey istemiyor. Hem dışarıda beraber yeriz daha sonra ama ben de bir üzerimi değiştirsem iyi olacak." Beni baştan aşağıya süzdükten sonra konuştu.

"Sen böyle de gelirsin senin için hiçbir sıkıntı olmaz kızım." Söylediği şeyle başımı eğip ayıcıklı pijamalarıma bakıp yeniden anneme döndüm. İmalı bir ses tonuyla devam etti.

"Alışkınsın sen zaten böyle olmaya." Gözlerimi kıstım.

"Alışkın mıyım? Sen benim ne zaman pijamalarımla dışarıya çıktığımı gördün acaba anne?" Bir kez daha beni süzüp yüzünü buruşturdu.

"Pasaklı." Deyince ağzım açık kaldı. Bu kadın sinirli olduğu zaman ağzına ne geliyorsa söylüyordu gerçekten. Şimdi babamla her kavga etmelerinde babamın neden hep alttan alan taraf olduğunu çok iyi anlıyorum

"Anne ya!" Diye söylendim bıkkınca. Hoşuna gitmiş olacak ki güldü.

"Pasaklısın işte." Dedi ve arkasını dönüp odasına doğru yürüdü. Söylenmeye devam ettim.

"Beni ne zaman beğeneceksin çok merak ediyorum." Yatak odasının kapısını açtı ve odaya girmeden önce durup bana baktı.

"Böyle gidersen hiçbir zaman." Diyerek cevap vermemi beklemeden odaya girdi. Arkasından hem göz devirip hem de güldüm. Ne yapalım annem de böyle işte. Sinirlendiği zaman gözü hiç kimseyi görmüyor.

Alışverişe gidiyor olma fikri karnıma ağrılar girmesine neden olurken odama döndüm. Gardırobun karşısına geçip ne giysem diye düşünmeye başladım. Normal bir zamanda ne giysem diye düşünmeden rastgele elime geleni giyerdim ama annem bugün bana karşı bu denli açık sözlüyken biraz özen göstersem iyi olacaktı.

"Ne giyeceğim ben şimdi ya?" Kendi kendime konuşup bir yandan da düşünmeye devam ederken odanın kapısı aniden açıldı ve annem odaya daldı. Şaşkınca ona bakararak konuştum.

"Bir şey mi oldu?" Diye sordum ama zaten ifadesinden bir sorun olduğunu anlamak zor değildi. Hızla yanına gittim.

"Anne iyi misin bir şey mi oldu? Babama mı bir şey oldu, ne oldu?" Başını olumsuz anlamda sallayarak konuştu.

"Yok yok iyiyim ben, baban da iyi." Kaşlarımı çattım.

"Ne oldu o zaman niye bu kadar telaşlısın?" Ofladı.

"Benim gitmem lazım, alışveriş iptal." Alışverişin iptal olması hoşuma gitse de bunu belli etmedim.

"Neden?"

"Teyzen aradı deden çok sinirliymiş. Dün gece otelde sorun mu ne çıkmış tam olarak anlayamadım, ona sinirlenmiş. Teyzen çağırdı benim bir an önce oraya gitmem lazım." Dudaklarımı ısırdım. Dün gece otelde ne gibi bir sorun çıktı ben çok iyi biliyorum demek istesem de soru yağmuruna tutulmamak için sesimi çıkardım.

"Peki sen oraya git, alışverişe de sonra gideriz. Acelesi yok zaten." Annem gözlerini kıstı.

"Çok üzüldün değil mi alışverişe çıkamıyoruz diye." İç çekip başımı salladım.

"Ya üzüldüm." Deyince yavaşça başıma vurdu.

"Ben de buna inandım değil mi kızım?" Gülmemek için kendimi zor tuttum.

"İnanmadın mı?" Kaşlarını hayır anlamında kaldırdı, sessiz kaldı.
"Ama ben sonuçta teklif ettim. İşi çıkan sensin bunda benim suçum ne?" Durdu ve birkaç saniye yüzüme baktıktan sonra arkasını döndü.

"Gidiyorum ben." Deyip cevap vermemi bile beklemeden odadan çıktı. O çıkar çıkmaz rahat bir nefes aldım.

"Oh be." Diyerek hâlâ önünde durduğum gardırobun kapağını kapatıp kendimi yatağın üzerine attım.

"Bugün rahatım, tüm gün televizyonun karşısında..." Daha devam edemeden yatağın içindeki telefonum çalmaya başladı. Uzanıp telefonu aldım ve Cansu'nun aradığını görüp bıkkınca ofladım.

"Hayır ama ya hayır! İzinliyim ben bugün." Söylenerek telefonu açtım.

"Efendim Cansu." Sesimin kısık çıkmasına engel olamadım. Duyacağım şeyden fazlasıyla korkuyorum.

"Neredesin kızım sen? Kaçıncı arayışım bu seni?" Kaşlarımı çattım. Sanırım ben salondayken de aramıştı.

"Duymamışım, önemli bir şey mi var?" Yatağın içine yeniden yerleşmeye çalışırken Cansu cevap verdi.

"Yok aslında önemli bir şey değil, sadece seni merak ettim."

"Hem dün gece için hem de bugün için izin almıştım. Bugün gelmeyeceğim yani." Dedim ve yatağa uzandım. Telefon kapanır kapanmaz yeniden uyuyacağım.

"Gelmeyecek misin? Emin misin?"

"Eminim tabii ki. Herkesi ben mi kurtaracağım ya? Dinlenmek benim de hakkım. Hem şu saatten sonra yarın sabaha kadar hiç kimse beni bu yataktan çıkaramaz." Deyip güldüm.

"İyi, neyse ben seni daha fazla rahatsız etmeyeyim o zaman." Konunun uzamamış olması sevinmeme neden olurken bir ses duydum.

"Cansu aşağıdan birilerine haber ver buraya gelsinler hemen." Savaş'ın sesi meraklanmama neden oldu ve merakıma yenik düşerek sordum.

"Siz neredesiniz? Yeni bir olay falan mı var?" Cansu sorduğum soruyla gülmeye başladı.

"Aman boş ver herkesi sen mi kurtaracaksın?"

"Cansu!" Sesim uyarır gibi çıkınca gülmeye devam ederek konuştu.

"Tamam kızma hemen, yeni bir olay yok. Dün gece intihar eden katilin evindeyiz. Sonuçta o kadar cinayetin suç aletini bir yerlerde saklıyor olması gerekiyor. Biz de aramaya evinden başladık." Doğruldum ve merakla sormaya devam ettim.

"Eee bir şeyler çıktı mı bari?"

"Bilmek istediğine emin misin? Çünkü söylersem telefonu yüzüme kapatıp koşarak buraya gelirsin." Söylediği şey daha fazla meraklanmama neden oldu.

"Ya hadi söyle. Bir şeyler çıktı mı?"

"Bir şeyler mi? Kızım resmen suç mahali burası. Adam tüm cinayetleri burada planlamış olmalı. Elimizi nereye atsak altından bir şey çıkıyor." Dedi ve oradan başka birine bir şeyler söyleyip konuşmaya devam etti.

"Anlayacağın burada işimiz çok uzun. Her şey apaçık ortada. Dün geceye rağmen hâlâ içimde şüpheler vardı ama bu evi görünce hepsi yok olup gitti." Yataktan çıktım, gardırobun karşısına yeniden geçtim.

"Neyse kapatıyorum ben, işlerim var sonra yine konuşuruz olur mu?" Deyince telaşla konuştum.

"Dur sakın kapatma." Dedim ve telaşla konuşmaya devam ettim. "Konum at bana ben de hemen geliyorum." Diyerek kendime bir kot pantolonla gömlek çıkartarak yatağın üzerine bıraktım.

"Yapma Mira, hani bütün herkese sen..." Devam etmesine izin vermeden konuştum.

"Cansu!" Sesim yine uyarır gibi çıkmıştı. Cansu buna güldü.

"Tamam ya bir şey demedim, atıyorum hemen, gelince görüşürüz." Dedi ve cevap vermemi beklemeden telefonu kapattı. Telefonu yatağın üzerine atarak üzerimi değiştirdim. Saçlarımı da düzelterek çekmeceye bıraktığım silahımı da belime yerleştirdim. Montumu giyip telefonumu alarak koşarak odadan çıktım. Annemin çoktan çıkmış olması gerekiyordu.

"Anne." Diye seslendim, ses gelmeyince gittiğinden emin olup ayakkabılarımı giydim ve evden çıktım. Vakit kaybetmemek için koşarak arabanın yanına gittim ve bindim. O sırada Cansu'da konum atmıştı. Yakın bir yer olduğunu görünce sevindim.

Yarım saat kadar sonra Cansu'nun attığı konuma ulaşmıştım. Arabadan inip polislerin önünde durduğu eve bakıp gayet lüks bir yer olduğunu gördüm. Oyalanmadan eve girdim ve kaçıncı katta olduğunu bilmesem de merdivenleri çıkmaya başladım. İkinci kata ulaştığımda polislerin girip çıktığı evi görüp orası olduğunu anladım ve girdim.

"Her yeri didik didik edin, bulduğumuz her şey delil sayılıyor." Savaş herkese direktifler verirken arkası dönük olan Cansu'nun yanına gittim.

"Ne çıktı şimdiye kadar?" Gözleri hemen beni buldu.

"Ne ara geldin sen ya?" Omuz silktim.

"Şimdi." Dedim ve sorumu yineledim. "Ne çıktı?" Etrafa bir göz atıp konuştu.

"Her şey." Dedi ve yeniden bana döndü. "Cinayet aletleri, bize bıraktığı notların örnekleri, bu zamana kadar öldürdüğü herkesin fotoğrafı, onların bilgileri." Diyerek derin bir nefes aldı.

"Yani anlayacağın her şey çıktı." Deyip gözleriyle yanında durduğumuz odayı göstererek konuştu.

"Bence bir göz atmak istersin." Cansu'dan gözlerimi çekip odaya doğru baktım. "Al hadi." Cansu'ya dönüp uzattığı eldivenleri görünce cevap vermeden elinden aldım ve taktım. O kendi işine devam ederken odadan içeriye girdim. Girer girmezde öylece donup kaldım.

Odanın kırmızı duvarlarında maktüllerin fotoğrafları vardı. Hepsinin yanında da küçük beyaz not kağıtlarıyla notlar yapıştırılmıştı. Odanın en köşesinde hiçbir şey olmayan boş duvarın altında küçük bir masa vardı ve masanın üzeri kağıtlarla, dosyalarla doluydu.

Şaşırmayı bırakıp odanın içine doğru yürüdüm. Odaya kasvetli bir hava hâkimdi ve bu ürpermeme neden oluyordu. Yanına ulaştığım duvarda olan fotoğrafa dikkatle baktım ve ilk gün öldürdüğü kız olduğunu gördüm.

Kızın fotoğrafının yanında yapıştırdığı kağıda dokunmadan okudum.

"Eylül Bilgiç 25 yaşında." Gözlerimi o kağıttan çekip hemen alttaki kağıda baktım ve onu okudum.

"Özveren apartmanı ikinci kat." Kaşlarım çatılırken diğer kağıda geçtim.

"Ölüm tarihi: ayın 3'ü, gecenin bir yarısı." Yüzümü buruşturdum. Ölüm tarihlerini bile yazmıştı. Okuyacağım şeye kendimi hazırlayıp diğer kağıda geçtim.

"Unutma; her şey onun ölümüyle başladı. Sen de ondan başlayacaksın." Bıkkınca ofladım. Kız hakkında yazdığı diğer kağıtları da okuyup biraz ilerideki diğer fotoğrafın yanına gittim ve bu fotoğrafın da ikinci gün öldürdüğü adama ait olduğunu gördüm. Yazdığı şeyleri az çok tahmin etsem de fotoğrafın çevresindeki kağıtları okumaya başladım.

"Enes Demir 26 yaşında." Hemen diğer kağıda geçtim. "Alperen apartmanı üçüncü kat." Bir diğerine geçtim."Ölüm tarihi ayın 4'ü, gecenin bir yarısı." Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım ve diğer duvara doğru gittim.

Öldürdüğü bir diğer kişi olan Zeynep Tokgöz'ü, bir önceki gece cesedine ulaştığımız Mete Karakum'u ve otelde bulduğumuz Esma Güner'i de diğerleri gibi tek tek anlatmıştı. Hepsini nasıl ve ne zaman öldüreceğini ayrıntılı bir şekilde yazmıştı. Son duvarda ise Zeynep'in arkadaşı olan Gamze'nin ve maktüllerden biriyle aynı apartmanda bulduğumuz bir diğer kadının, Eda Işık'ın fotoğrafları vardı ve fotoğrafların altında büyük bir kağıtta tek bir şey yazıyordu.

"Ölmeye mecbur olanlar." Okuduğum şey tüm bedenimin ürpermesine neden oldu. Fotoğraflara bakmayı bırakıp masaya yöneldim. Masayı didik didik edip yazan her şeyi okudum ama önemli bir şey yoktu içlerinde. Maktüller hakkında öğrendiği bilgileri dosyalamıştı sadece. Onlarda zaten parça parça duvarda yazıyordu. Elimdeki dosyayı masanın üzerine bırakarak odadan çıktım. Herkes her yeri didik didik ederken Cansu yanıma geldi.

"Gördün değil mi içeridekileri?" İç çektim.

"Gördüm."

"Dışarıdan bakınca ne kadar masum görünüyordu. Daha önce birkaç defa merkezde görmüştüm. Masum görünen adam 8 kişinin katili çıktı. Bir de her şeyi en ince ayrıntısına kadar araştırıp tek tek not etmiş. Böyle birine böyle bir şeyi ne gibi bir sebep yaptırmış olabilir?"

"Bilmiyorum hiçbir şey bilmiyorum artık." Dedim ve etrafa bir göz attım.

"Barış nerede? Gelmedi mi? Geldiğimden beri hiç görmedim." Diyerek Cansu'ya döndüm.

"Bilmem az önce buralardaydı." Deyince başımı salladım ve cevap vermeden yanından uzaklaştım. Onlar salona bakmaya devam ederken ben bir başka odaya girdim. Girdiğim odanın yatak odası olduğunu gördüm. Etrafın dağınık olduğunu fark edince burada arama yapıldığını anladım ama yine de etrafa bir bakmak istedim.

Odanın en köşesinde küçük bir kitaplık vardı. Bu dikkatimi çekince doğrudan oraya yöneldim. Kitaplara tek tek dikkatlice bakarken en alttaki defterler dikkatimi çekti ve diz çöküp elime rastgele bir tanesini aldım.

Defterin üzerinde kırmızı bir not kağıdı yapıştırılmıştı. Kağıdın üzerinde de 2015-2016 yazıyordu. Defteri açıp ilk sayfasında yazanları okudum ve bunun bir günlük olduğunu anladım. Bu biraz şaşırmama neden olsa da elimdeki defteri bırakıp en sondakini defteri aldım. Üzerinde 2019-2020 yazdığını görünce hemen sayfaları karıştırdım. Bu cinayetleri neden işlediğini burada anlatmış olması gerekiyordu.

Sayfanın en üst köşesine tarih atmıştı. Bu yüzden rahatlıkla 1 Kasım'ı buldum. Sayfada yazanları dikkatle okudum ve sıradan şeyler yazdığını görüp 2 Kasım'a geçtim. Bu sayfada da normal şeylerden bahsetmişti. Bıkkınca oflayıp bir diğer sayfaya geçtim. 3 ve 4 Kasım'dan bir şey çıkmayınca ilk cinayeti işlediği 5 Kasım tarihli sayfayı açtım ve gördüğüm şeyle öylece kaldım.

Defterin ortasına büyük harflerle 'Esra bugün öldürüldü." yazmıştı. Bir diğer sayfaya geçtim ve orada da 'Enes bugün öldürüldü." Diğer sayfaları tahmin ettiğim için doğrudan dün geceyi açtım ve gördüğüm şey bir kez daha şaşırmama neden oldu. Çünkü dün gece ölmüş ve eve dönememiş olmasına rağmen dün geceya ait sayfada 'Ateş kurtuldu, Esma ve ben öldürürdük." Yazıyordu.

"Ne demek bunlar ya?" Kendi kendime konuşarak bir önceki aya, Ekim ayına, ait olan sayfalara tek tek baktım. Neredeyse her sayfaya sıradan şeyler yazmıştı. Toplam 10 defter vardı. Her defterde iki yılı anlatmıştı. 2000 yılından 2020 yılına kadar olan her şey defterlerde yazıyordu. Defterlerin tuhaf olan tek yanı ise 20 yılın içinde bulunan her ayın 3-4-5-6 ve 7'sinde aynı şeyler yazıyordu. Esra öldü, Enes öldü, Zeynep öldü gibi şeyler ve ben bunlardan hiçbir şey anlamamıştım.

Aklıma bir an için dün gece mesaj atarak söylediği tarih geldi. 1999'un Ocak ayı. Buradan çıkar çıkmaz ilk işim merkeze gidip 1999'un Ocak ayının 3-4-5-6 ve 7'sinde olan olayları didik didik incelemek olacaktı.

Bu adamın bu cinayetleri işlemesinin çok büyük bir sebebi olacağına inanıyorum. Elimdeki defteri yerine bıraktım. Bu defterleri dışarıdakilere de söyleyip bir tuhaflık olduğunu anlatmam lazımdı. Oturduğum yerden kalktım. Odada başka bir şeye bakmak istemeyip kapıya doğru yönelirken yatağın yanındaki çekmecenin üzerinde duran kitabı gördüm. Bir an önce odadan çıkmak istesem de merakıma yenik düşüp yatağa yaklaştım ve kitabı elime alıp ismini okudum.

"Cinayet romanı." Okuduğum şey gülmeme neden oldu. Kitabın isminin Cinayet romanı olması biraz tuhaf gelmişti. Gülerek yazarın ismine baktım.

"İbrahim Toker." Kaşlarımı çattım. Bu isim bana nereden tanıdık geliyor? Sanki daha önce de duymuşum gibi. Belki de başka bir kitabını da ben okumuşumdur diye düşünerek kitabın kapağını açtım ve el yazısıyla bir şeyler yazılmış olduğunu gördüm.

"Biz buradayız neden hiç kimse bizi görmüyor?" Kaşlarımı çattım. Bu dün sabah Azra'yı ararken kitapevinin karşısındaki duvarda gördüğüm yazıydı ve aynı zamanda katil de aynı mesajı atmıştı. Kitabın kapağını kapatıp yazarın ismine bir kez daha baktım.

"İbrahim Toker." Diye mırıldandım kendi kendime. Bu o adamdı işte, kitapevinin sahibi. Bu kitabı o mu yazmıştı yani? Kitabın kapağını yeniden açıp giriş sayfasını geçtim ve bir diğer sayfayı açtım. Yine el yazısıyla bir şeyler yazılmıştı.

"Biz buradayız işte, burada. Bu kitabın içinde. Her satırında her kelimesinde biz varız." Okuduğum şeyler yutkunmama neden oldu. Zihnimin içinde bir anda tek bir cümle dönmeye başladı.

"Bakmak ve görmek farklı şeylerdir. Bu yüzden bakma, gör."

Kitabı yatağın üzerine bırakıp eldivenleri çıkarıp cebime koydum ve telefonumu çıkardım. İnternete girip yazarın ismiyle kitabın ismini yazdım. Sonuçlar hemen çıkarken kitabın geniş özetini bulup okudum.

Okuduğum her satırda gözlerim biraz daha irileşti. Tüm bedenim okuduğum şeylerin etkisiyle titremeye başladı. Aklımdaki şeyin doğru olabilme ihtimali beni delirtirken odanın kapısı açıldı. Şaşkın gözlerimi telefondan çekip kapıya doğru baktım. Bizimkiler yorgun bir şekilde odaya girdiler. Hepsinin sıkılmış gibi bir hâli vardı.

"Ne yapıyorsun burada? Arama yapıldı burada bir şey yok yani, hadi gidiyoruz." Diyen Barış'a baktım. Ona cevap veremezken Cansu konuştu.

"Senin yüzün niye bembeyaz olmuş, bir sorun mu var?" Ona da cevap veremedim.

"Mira?" Savaş sorgular bir ifadeyle yüzüme bakarken kendimi toparlayıp konuştum.

"Azra Kevser'i buldum." Dedim tek bir nefeste. Hepsi esaslı bir şaşkınlık yaşarken elimde eldiven olmamasını umursamayarak yatağın üzerine bıraktığım kitabı aldım.

"Ne demek buldum, nasıl buldum?" Cansu'ya baktım cevap vermeden üçüne de gözlerimle elimdeki kitabı gösterdim.

"Kitap ne alaka Mira? Ne oluyor burada? Düzgünce anlat şu işi!" Savaş merakla sorarken ve diğerleri pür dikkat bana bakarken kitabın ismini göstererek konuştum.

"Bir cinayet romanının içindeyiz."

*****

Herkese tekrardan merhabalar, nasılsınız, neler yapıyorsunuz?💫

Sizce katil ne anlatmaya çalışıyordu? Bıraktığı tarihte ne gibi bir şey olmuş olabilir?

Mira gerçekten Azra'yı bulmuş olabilir mi? 'Bir cinayet romanının içindeyiz.' derken ne istemiş olabilir?

Ve son kez soruyorum; Ateş sizce kim? Çok yakın bir zamanda bu sorunuzun cevabını alacaksınız ve Ateş ortaya çıkacak. Her zaman söyledim yine söylüyorum asıl hikâye Ateş ortaya çıktığı zaman başlayacak. Çok güzel bölümler bizi bekliyor.♡

Bölümde yine ipuçları bıraktım size. Bu ipuçlarını yakalayabilen oldu mu?

Bölüm hakkındaki yorumlarınızı bekliyorum.❥

Buraya bölümü en iyi anlatan emojiyi bırakabilirsiniz. ✨

Bir sonraki bölümün alıntısını okumak duyurulardan haberdar olmak için beni sosyal medya hesaplarımdan da takip edebilirsiniz.💫

Yeni bölümde görüşmek dileğiyle... Kendinize çok iyi bakın, sevgiyle ve sağlıkla kalın.♡

Instagram: gizzemasllan

Twitter: gizzemasllan

SİZİ ÇOK SEVİYORUM...♡

Loading...
0%