Yeni Üyelik
91.
Bölüm

90.BÖLÜM "RİSK"

@gizzemasllan

Selam suç ortaklarım :)

Bir önceki bölüme gelen yorumlarınız için çok teşekkür ederim.♡ Bu bölüm için yorumlarınızı da sabırsızlıkla bekliyorum.

Başlamadan önce yıldıza dokunarak bana destek olabilirsiniz.

Ben de buraya sizin için bir yıldız bırakıyorum.⭐ Sizinkileri de bekliyorum :)

Keyifli okumalar.♡

90. BÖLÜM "RİSK"

Hayatım gün geçtikçe daha da zorlaşıyordu ve o zorluklar her seferinde sırtıma bir yük misali biniyor, omuzlarımı çökertiyordu. Düşüyorum, kalmak için çaba sarf ediyorum ama henüz daha başaramamışken omuzlarıma yeni bir yük yükleniyor ve bir kez daha düşüyordum.

Tıpkı şimdi olduğu gibi.

Erdem'in dudaklarından dökülen o tek bir cümle hayatımın en ağır yüklerinden biri olmuştu ve eğer küçük de olsa bir doğruluk payı varsa artık kalkmak benim için çok daha zor olacaktı.

"Belliydi zaten," dedi Ateş şaşkınlığını üzerinden attıktan sonra. İkisi de hâlâ beni fark etmezken buna daha fazla dayanamadım.

"Ne dedin sen?" diye sordum, eşzamanlı olarak ikisi de bana döndüler ve şaşkınca kaldılar. Ateş'e bakmadım, bakamadım. Çünkü şu an ilgi alanımda bir tek Erdem ve onun söyledikleri vardı.

"Mira," dedi Ateş şaşkınca, onlara doğru bir adım daha attım ve Erdem'in gözlerinin içine bakarak konuştum.

"Ne dedin diye sordum sana!" Cevap vermediği için kızdım, ikisi de ayağa kalktığında yanına gittiğim kişi Erdem oldu. Tam karşısına durdum ve hâlâ konuşmuyor olmasından dolayı omzuna vurdum. "Tekrar et söylediğin şeyi!" Bağırdım, bir kez daha vurdum omzuna. "Konuşsana be adam!" Daha yüksek sesle bağırdım.

"Mira sakin ol," dedi Ateş, ona döndüm.

"Ne zamandır araştırıyorsunuz siz bunu?" diye sordum, konuşmayan Erdem'in yanından uzaklaşıp onun yanına gittim. "Nereden çıktı bu saçmalık aniden?"

"Saçmalık değil," deyince sinirle güldüm.

"Saçmalık değil öyle mi? Ne yani benim abim yaşıyor mu? Buna inanacak mıyım zannediyorsunuz?" Öfkeyle sordum, oysa en iyi ben biliyordum bu konuda yalan söylemek ya da beni kandırmak için herhangi bir nedenleri olmadığını.

"Biraz sakin ol," dedi bu kez de Erdem ve gözlerimi ona çevirdim.

"Bana sakin ol deyip durmayın! Mantıklı bir şeyler söyleyin!" Yine bağırdım, o sırada sesleri duymuş olacaklar ki Doğan, Savaş ve Cansu evden çıkıp yanımıza geldiler.

"N'oluyor burada?" diye sordu Cansu, hiç kimse ona cevap vermezken de devam etti. "Niye bağırıyorsun Mira?" Bana bakarak sordu ama ona cevap vermek yerine Ateş'le konuşmaya devam ettim.

"Bana doğru düzgün bir açıklama yap!" Gözünün ucuyla Erdem'e baktı. Bu bakışı fark ettiğim ilk an ben de Erdem'e baktım. Ne yani benimle konuşmak için ondan onay mı alıyor diye düşünürken Erdem tepkisiz kaldı. Tam bunun için ikisine de kızacakken Ateş konuştu.

"Uzun zaman oldu." Gözlerimi hemen ona çevirdim, kendinden emin bir şekilde konuşmaya devam etti. "Sana anlatmak istedim ama bana bilmek istemediğini söyledin." Şaşkınca kaldım, zihnimi zorlayıp böyle bir şey hatırlamaya çalıştım ama zihnimin bana sunduğu herhangi bir anı olmadı. Ateş hiçbir şey hatırlamıyor olduğumu fark etmiş olacak ki devam etti konuşmaya.

"Mete Saral," dedi, ölümü üzerime kalmış olan ve bundan bir şekilde kurtulmuş olduğum Gamze'nin eski kocasından bahsetti. "Onun sayesinde bir flash belleğe ulaşmıştık," diye devam etti cümlesine.

Haklıydı, ulaşmıştık ve o flash bellek bize düşmanımız hakkında bir sürü bilgi vermişti. Hatta verdiğimiz savaşı kazanmamızı bile sağlamıştı. Fakat o flash bellekteki bilgilerin sadece bir kısmına ulaşmıştık, sonrasında Ateş ortadan kaybetmişti bir şekilde.

"Baktığımız dosyalar dışındaki diğer dosyaların boş ve karmaşık olduğunu söylemiştin bana," dedim, Ateş konuşacak gibi olduğunda da onu beklemeyip devam ettim. "Birkaç gün sonra sorduğumda da içinde benim hakkımda bir şeyler gördüğün için ortadan kaybettiğini itiraf etmiştin." Hatırladığım şeylerle gözlerim doldu, Ateş doğru şeyi hatırlamış olacağım ki müdahele etmezken devam ettim. "Ben de sana her ne olduysa bilmek istemediğimi, bunu kaldıracak güçte olamadığımı söyledim."

Başını sallayarak beni onayladı. "Öyle oldu." Bu cümlenin ardından sessizlik oldu. Ne onlar bir şey söylediler ne de ben. Ayakta daha fazla duramadım, arkamda kalan koltuğa çöktüm. Konuşmak, bir şeyler söylemek ya da sormak çok istedim ama yapamadım bunu. Alacağım cevaplar, duyacağım şeyler beni çok korkuttu.

Nasıl olurdu bu? Böyle bir şey mümkün müydü? Abim gerçekten de yaşıyor olabilir miydi? Madem yaşıyor, neden kendini saklıyor? Madem hayatta, neden bizi üzüyor? Neden ortaya çıkmıyor? Ona engel olan şey ne? Sorular zihnimin bir fare misali kemirirken onun şu an bir yerlerde nefes alıyor olduğunu düşündüm, gözlerim doldu.

Başımı önüme eğdim, dolan gözlerimi saklamak istedim. O an birileri bir şeyler söyledi ama kim, ne dedi anlamadım. Zihnim bu kadar meşgulken başka birinin sesi zihnimde yer edinmedi ve abimi düşündüm. Onun vefat etmesinin üzerinden dört yıldan birkaç ay fazla oldu. Madem yaşıyordu bu süre içinde neredeydi? Anneme, babama, bana neden bunu yaptı? Defterleri çoktan kapanmış, işimizin çoktan bitmiş olduğu o adamlarla ne işi var? Nasıl olur da onlar yaşadığını bilirler?

"İyi misin?" Birinin bunu sorduğunu duydum, zihnim bu sesin kime ait olduğunu bile sorgulayamazken gözümden bir damla yaş aktı ve yanağımdan süzüldü. O yaşı hiç kimse görmesin istedim, hemen sildim.

"Bilmiyorum," dedim daha soruyu kimin sorduğunu bile bilmiyorken. Sahi nasıldım ben? İyi mi? Kötü mü? Onun yaşadığına sevinmeli miyim yoksa bu kadar zaman bizden saklanmış olduğuna kızmalı mıyım? Ne hissedeceğimi bilmiyorum artık ve aklım çok karışık. Bu karışıklık beni boğuyor, nefesimi kesiyor.

"Mira," dedi Ateş, onun sesini hemen tanıdım. Zaten ismimi söyledikten hemen sonra da dizimin üzerindeki elimi tuttu. "Güzelim," diye devam etti konuşmasına, dönüp ona bakamadım bile. Oysa gerçekten de sormak istediğim onlarda şey vardı. Ben ona bakmayınca çeneme dokundu, usulca başımı kendisine çevirdi ve o kendisine bakmamı sağladı. Dolu gözlerimle gözleri temas ettiğinde şefkati ve huzuru aynı anda hissettim.

"Neler olduğunu birlikte öğreneceğiz," dedi, o konuşurken diğerlerinin gitmiş olduğunu fark ettim. Muhtemelen o göndermişti.

"Korkuyorum," dedim, bu kelimem kaşlarını çatmasına neden olurken de devam ettim. "Öğreneceklerim beni korkutuyor," dediğimde beni usulca kendine çekti ve elleri saçlarımda gezindi.

"Korkman gereken hiçbir şey yok Mira," dedi, aksine korkmam gereken çok şey vardı ama ne o ne de bir başkası artık bu konuda beni anlayamazdı. "Ben yanındayım, ben yanındayken hiç kimse sana zarar veremez." Haklıydı, o varken ben kendimi korumasam bile hiç kimse bana zarar veremezdi ama benim korkum biri bana zarar verecek diye değildi. İçimdeki korku, çok başka bir şey içindi. Henüz nedenini tam olarak ben de anlayamıyor olsam da bu olmadığını biliyordum.

"Her şey düzelecek, söz veriyorum," diye devam etti cümlesine Ateş. İşte bu doğru değildi, hiçbir şey düzelmeyecek ve yoluna girmeyecekti. Artık bunun olacağına dair tüm umutlarını kaybettim ve yeniden kazanmam mümkün gibi durmuyordu.

"Onu gördün mü?" diye sordum, şu an merak ettiğim tek şey buydu.

"Hayır," dedi anında, hiç tereddüt etmedi ve yalan söyler gibi bir hâli yoktu. "Zaten emin bile değildim. Sadece araştırıyordum, ben Taner'le meşgul olunca da Erdem'den bunu benim için yapmasını istedim. Sen de duydun zaten, daha az önce bana yaşadığından emin olduğunu söyledi. Onu görmedim yani." Haklıydı, o da yeni öğrenmiş sayılırdı.

"Erdem gördü o zaman," dedim, buna cevap veremedi. Çünkü ben geldiğim için konuşmaya fırsatları olmamıştı ve o da bu sorunun cevabını bilmiyordu. "Onunla konuşmam lazım," dedim ve hızla ayağa kalktım. Gitmek istedim ama elimden tutan ve benden sonra ayağa kalkan Ateş buna izin vermedi. "Erdem'le konuşacağım," dedim, bırakmasını bekledim ama istediğim şeyi yapmadı.

"Bu sana iyi gelecek mi?" diye sordu, sanki bunun aksini düşünüyor ve benim de fark etmemi bekliyor gibiydi.

"Gelmeyecek." Doğruyu söyledim, Ateş dürüst olmamdan dolayı memnun olurken de devam ettim. "Fakat hiçbir şey bilmemek de iyi gelmeyecek. Bir şeyler öğrenmeliyim," dedim, anladım dercesine başını salladıktan sonra elimi bıraktı.

"Peki, sen bilirsin," dedi, anlayışlı olmasından ve beni bundan bile uzak tutmaya çalışmamasından dolayı ben de memnun olurken birlikte eve girdik ve herkesin salonda oturduğunu gördüm. Biz gelmeden önce bir şey konuştukları ve bizi görünce sustuklarını fazlasıyla belli ediyorlardı. Bunu anlamamış gibi yaptım ve Erdem'in oturduğu koltuğun karşısında kalan tekli koltuğa oturdum, gözlerimi üzerine diktim. Okların kendisine çevrilmiş olduğunu anlayınca gözünün ucuyla Ateş'e baktı, sanki ondan bir şeyler bekliyormuş gibi.

"Abimi gördün mü?" diye sordum, Ateş bakışlarıyla ona bir şeyler söyledi mi bilmiyorum ama onda olan gözlerini bana çevirdi. Fakat bir şeyler söylemesi gerekirken sustu, ne yapacağını bilmiyor gibi bir hâli vardı. İlk kez onu bu denli gergin gördüm.

"Sadece evet ya da hayır diyeceksin Erdem. Beni görmeden önce Ateş'e abimin gerçekten de yaşadığını söylüyordun ve kendinden çok emindin. Şimdi senden sadece bir cevap bekliyorum, abimi gördün mü görmedin mi?" diye sordum, bana doğru düzgün bir cevap vermesi gerekiyordu. Hem de bir an önce. Yoksa düşünmekten delireceğim o olacak.

"Görmedim," dedi aniden, dikkatle baktım yüzüne ve doğruyu söyleyip söylemediğini anlamaya çalıştım. Çünkü bu soru onu o kadar germişti ki yalan söylemesi de ihtimaller arasındaydı.

"Emin misin?" diye sordum, asıl emin olmak isteyen bendim oysa.

Erdem'in kaşları çatıldı. "Bir şeyi ya görmüşsündür ya da görmemişsindir Mira. Görmediğim dediğime göre görmemişim herhâlde değil mi?" diye sordu o da biraz ters bir tavırla ama şu an bu ters tavırları benim pek de umurumda değildi.

"Haklısın," dedim yine de, çok da kızdırmak istemedim. Çünkü ondan alacağım daha çok cevap vardı ve onu biraz olsun tanıyorsam kızdığı ilk an kalkar gider, bir daha da sorularıma cevap vermezdi.

"Peki, onun yaşadığından nasıl emin oldun?" Merakla sordum, kendisini sorguya çekiyormuşum gibi hissetmiş olacak ki kaşlarını çattı. "Ben de emin olmak istiyorum," dedim ve sinirli bir ses tonuyla devam ettim. "Ortadaki bu mesele küçük bir şey değil! Resmen dört yıldır ölü olarak bildiğim abimin yaşıyor olduğunu söylüyorsunuz. Biliyorum bu konuda yalan söylemek için bir nedeniniz yok ama beni de anlayın. Böyle bir şeye inanmak kolay değil ve ben de inanmak için emin olmaya çalışıyorum." Kendimi doğru düzgün açıkladım, Cansu hemen araya girdi.

"Kız haklı," dedi, sonunda beni anlayan birilerinin çıkmış olmasından dolayı memnun olurken de devam etti. "Burada hepimizden çok tüm detayları bilmeyi hak eden ve ihtiyacı olan o iken ondan bir şeyler saklamaya çalışmanız haksızlık." Bunu derken Erdem'in yüzüne bile bakmıyordu ve sanki bana hak vermiş olmasından çok ona muhalefet olmak için konuya dahil olmuş gibi bir hâli vardı. Fakat bu benim için çok da önemli bir şey değil. Sonuç olarak söyledikleri şu anlık işime yarıyordu.

"Abini görmedim," dedi Erdem Cansu'nun söylediklerinin ardından ve devam etti. "O flash bellekteki bilgiler doğrultusunda yeni kimliğine ulaştım." Kaşlarımı çattım, şaşkınca kaldım. Ne yani bir de başka kimliği mi vardı? Bu denli mi kendisini bulmamızı istemedi? Ama neden? Neden böyle bir şey yapıyor? "Yeni kimliğine ulaşınca da zaten ona ulaşmak zor olmadı. Gidip bizzat onu görmedim, vaktim yoktu ama adamlardan birini gönderdim. Gitti, baktı ve emin oldular." İşte burada şüpheye düştüm. Ya abim değilse? Ya ona benzeyen biriyse?

"Abim olmayabilir," dedim, şu an sanki yaşıyor olmasından çok ölmüş olmasını istiyor gibi görünüyordum ama diğer türlüsünü mantıklı hiçbir sebebe bağlayamıyordum. "Ona benzeyen biri olabilir," diye de ekledim, Erdem cebinden telefonunu çıkardı. Merakla ona bakarken telefonundan bir şeyler yaptı, o sırada Savaş araya girdi.

"Adam yaşıyorsa neden kendini öldü olarak göstermiş? Kimlik değiştirecek kadar niye saklamış kendini? Bunu da düşünmek lazım," dedi, başımı salladım.

"Evet, ben de öyle düşünüyorum. Abimin bizimle hiçbir sorunu yoktu, bize bunu yapması için herhangi bir nedeni de yoktu. Böyle olması çok saçma geliyor bana." Düşündüklerimi söyledim, Doğan araya girdi bu kez de.

"Sorun seninle ya da ailenle ilgili bir şey olmayabilir Mira." Bakışlarım onu buldu. "Bilmediğiniz, hatta hiçbirimizin bilmediği bir şey olabilir. Tek bir yönlü değil, her taraftan düşünmek lazım." Böyle deyince ona da hak verdim. O benim abim olsa da, vefat etmiş olduğu güne kadar birlikte yaşamış, her an yan yana olmuş olsak da onun kendi hayatında neler yaşadığını ne ben ne de bir başkası bilemezdi. Bu yüzden de tek yönlü değil, çok yönlü düşünüp onun açısından da bakmam lazımdı ama yine de bu saçmalık geliyordu bana.

"Kendini ölü olarak göstermiş olmasını bir şekilde bir sebebe bağladık diyelim," dedim, Erdem hariç herkes beni dikkatle dinlerken de ekledim. "Fakat bu sebep dört yıldır bitmemiş mi? Bu adamı biz dört yıldır ölü olarak bildik, kabullendik. Hangi sebep onu bizden bu denli uzaklaştırmış olabilir?" Sordum, yüzlerinde öyle bir ifade oluştu ki hepsinin bana hak verdiğini anladım ve bir saatir telefonda ne yaptığını çözemediğim Erdem'e döndüm.

"Bir şey söylemeyecek misin?" diye sordum, cevap vermedi ve bir on saniye daha ilgilendi telefonuyla ve en sonunda bakışları beni buldu. Merakla ona bakmaya devam ederken de uzandı ve telefonunu orta sehpaya bırakıp bana doğru itti.

"Kendin bak," dediğinde ne olduğunun anladım ve anında telefonu elime aldım. Ekranda açık olan fotoğrafa baktığım an kalakaldım, içimdeki tüm şüpheler bir bir yok oldu ve sadece elimdeki gerçekliğe baktım. Bu abimdi, bir kafede oturmuş çayını içerken gizlice çekilmişti fotoğrafı.

"Abi." Dudaklarımdan döküldü bu kelime ve gözlerim doldu.

"Birkaç dakika önce çekildi o fotoğraf. Abinin peşinde olan adama yazdım, çekip attı hemen fotoğrafı bana." Erdem açıkladı, telefonun ekranına gözümden akan bir damla yaş düşerken ne hissedeceğimi gerçekten de bilmiyordum. Karışık olan aklım biraz daha karışmıştı ve zihnim artık yepyeni sorularla meşguldü.

"Abi dediğine göre adam gerçekten de yaşıyor," dediğini duydum Savaş'ın ve fotoğrafa daha fazla bakamadım, telefonu aldığım yere bıraktım.

"İyi misin?" Ateş yine aynı şeyi sordu ve ben bu kez bu sorunun cevabını çok iyi biliyorum. Hayır, iyi değilim. Hem de hiç iyi değilim.

"Değilim." Ve yine dürüst oldum, doğruyu söyledim. Kendime de onlara da söylediğim gibi iyi değildim ama artık hiç değilse kendim gibi davranabilmeye başlamış, yalan söylemiyordum. "Gidip onu görmek istiyorum," dedim ve yine yeniden Mira olabilmek için bir adım atmış oldum. Kaçmak, göz ardı etmek bana göre değildi. Gitmeli ve abimle yüzleşmeliydim. Bunun sonuçları çok kötü olacak olsa da, istemediğim şeyler görecek, duyacak ya da karşılaşacak olsam da gitmeliydim.

"Bu doğru değil," dedi Ateş, hemen bakışlarımı ona çevirdim. Buna engel olmasına izin veremezdim.

"Bilmiyorum ama yine de gidecek ve onunla konuşacağım," dedim kendimden emin bir şekilde, başını olumsuz anlamda salladı.

"Yapamazsın." İşte bu cümleyle kaşlarımı çattım, bu denli kesin konuşuyor olması beni kızdırdı.

"Ateş..." Sözümü kesti.

"Adamın neden böyle bir şey yaptığı belli değil Mira. Onun hakkında şu an bizim de senin de bildiğimiz tek şey farklı bir kimlikle yaşıyor olduğu. Bir anda onunla karşılaşman ona da sana da hatta bize bile zarar verebilir." Söyledikleri doğru gelince ısrar edemedim, haklıydı çünkü.

"Araştıracağız ama değil mi?" diye sordum, bu konuda bana destek olmalarına ihtiyacım vardı. Her şey bu durumdayken tek başına bir seyler yapmam mümkün bile değildi.

"Tabii ki de," dedi Ateş anında, düşünmeye gerek bile duymamıştı. "Bunu göz ardı edecek değiliz zaten Mira, hiç endişen olmasın." İşte bunu duymak hoşuma gitti.

"Bir yerden başlamak lazım o zaman," diye atıldı Doğan.

"Öyle ama önce yapmamız gereken çok daha önemli bir şey var," deyip Ateş ayağa kalktı. "Taner meselesini halletmeliyiz. Önce buna yoğunlaşalım hep birlikte, zaten Cihan'la ilgili şeyleri de ancak bu sayede öğenebiliriz. Taner işi bittikten sonra da tamamen Cihan'a odaklanırız." Ateş planı anlatırken Savaş araya girdi.

"Kardeşim iyi söylüyorsun güzel söylüyorsun da bunları yarına bırakalım. Hepimiz çok yorgunuz, günlerdir duş bile almadık. Bu gece dinlenelim bir," dedi, hepsine bir bir baktım ve gerçekten de çok yorgun göründüklerini fark ettim.

"Haklılar," dedim ve ayağa kalktım. "Hepimizin dinlenmeye ihtiyacı var. Bu geceyi kendimize ayırsak daha doğru olacak." Söylediğim şeyden memnun oldular, sonra da herkes bir bir odalara dağıldılar.

Yaklaşık bir saat sonra hepimiz için eşyalar geldi. Kıyafet, kişisel bakım ürünleri gibi şeylerdi bunlar. Yeni kıyafetleri görmek kendimi hemen duşa atmama neden oldu. Sıcak bir duş kendimi çok iyi hissettirirken hiç çıkmak istemesem de Ateş beklediği için çıktım. Ben üzerimi giyinirken Ateş de banyoya girdi. Ben saçlarımı kurulayana kadar o da banyodan çıkmış oldu. O üstünü giyerken bekledim, giyindiginde de birlikte odadan çıktık. Neredeyse iki saat önce ayrıldığımız salonda yine toplanmışlardı ve fark ettiğim kadarıyla herkes duş almıştı. Çünkü gerçekten de ihtiyacımız olan tek şey buydu son günlerde.

Hep beraber salonda güzel bir akşam yemeği yedik. Masa toplandıktan sonra da herkes odasına dağıldı, dinlenmeye gittiler. Duştan sonra eşofman giymiş olduğum için üzerimi yeniden değiştirmeye ihtiyaç duymadan odaya girer girmez yatağa geçtim, uzandım. Benden sonra peşimden odaya giren Ateş de hemen yanıma geldi, yatağa girdi ve uzanıp bana döndü.

"Eminim ki her şeyin mantıklı bir açıklaması vardır," diyerek kendince beni teselli etmeye çalıştı.

"Ben bundan emin olamıyorum ama," dedim, sırt üstü uzandım ve odanın tavanına bakarken ekledim. "Kendimi onun yerine koyuyorum da sanki o durumda ben olmuş olsaydım başıma ne gelmiş olursa olsun kimseye böyle bir şey yaşatmazdım," dedim, başımı çevirdim ve Ateş'e baktım. "Bunun bencillik olduğunu düşünüyorum. Sence de öyle değil mi?" diye sordum, cevap veremedi. Belki de benim gibi düşünmüyordu, bu yüzden susmuştu. O susunca ben de sustum, başka bir şey söylemedim ve o geceyi sessizce geçirdik. Zaten çok geçmeden bana sarıldı, onun kolları arasında ve düşünceler içinde yorgunluktan uykuya daldım.

Ertesi gün öğlene doğru ancak uyandık. Yorgunluğu üzerimizden ancak böyle atmıştık. Zor uyanan bir tek biz değildik, diğerleri de öyleydi. Kahvaltı masasında hâlâ herkes uyukluyordu hatta ama neyse ki bu durum uzun sürmedi, uyku hâlini üzerimizden atmayı başardık. Kahvaltıdan sonra hep beraber evden çıktık.

Ateş ve ben aynı arabadayken diğerleri neye ve nasıl bindiler bilmiyordum, bakmaya da gerek duymadım. Yol boyunca Ateş'le hiç konuşmadık, söyleyecek bir şeyim yoktu çünkü. O da sormadı, bir konu açmadı ve sessiz kaldık. Yaklaşık bir saat sonra izbe bir mahallede, eski evlerin olduğu bir yere geldik. O evlerden birinin önünde durup da içeriye girdiğimizde Taner'in burada olduğunu gördüm. Yanında da beş adam vardı. "Siz çıkın," dedi Ateş, adamlar çıktı. O sırada bizimkiler de geldiler.

"Ne o beni öldürmeye mi geldiniz?" diye sordu elleri ayakları sandalyeye bağlı olan Taner.

"Onun da sırası var Taner," dedi ve Ateş ilerideki bir sandalyeye uzandı, altına çekti ve Taner'in karşısına oturdu. "Ama önce bize anlatman gereken şeyler var," dedi, arkasına yaslandı ve ellerini göğsünün altında birleştirdi. Diğerleri de gayet rahat bir tavırla buldukları yere oturdu ve film izlercesine Ateş'in sorgusunu izlemeye başladılar. Ben ise hemen yanlarında durdum.

"Değil beni öldürecek olmanız, aylarca hatta yıllarca bana işkence edecek olsanız bile tek kelime etmem size," dedi Taner Ateş'in gözlerinin içine bakarak ve başını kaldırdı, bana baktı.

"Ooo Mira Hanım da buradaymış," dedi alay edercesine ve devam etti. "Beni yakaladığın için çok mutlu olmanı beklerdim ama sen resmen çökmüşsün, bu ne hâl böyle?" diye sordu ve güldü, onun bile alay edeceği kadar kötü bir durumdayım diye içimden geçirirken Ateş Taner'in yüzünü tuttu, kendisine çevirdi.

"Bana bak bana!" dedi, yüzünü sıktığının farkındaydım. "Seninle konuşan benim burada!" diye de ekledi ve sinirine sahip çıkamamış olacak ki Taner'in yüzüne yumruğunu geçirdi. Taner acıyla inledikten hemen sonra yumruk yiyen kendisi değilmiş gibi gülmeye başladı, sinirlerim bozuldu.

"Bu iyiydi çakma polis," dedi Ateş'e ve gülmeye devam etti. Yumruğun etkisiyle burnu kanarken o bunu hiç umursamadı ve hepimize bir bir baktıktan sonra devam etti. "Ya da polisler mi deseydim?"

"Artık senin de bizden bir farkın yok çakma başkomiser," dedim, gözleri beni buldu. Gözlerindeki alaylı ifade hemen yok olmuş ve öfkeyle bakıyordu şu an bana.

"Yaptığın itirafların hepsi kayıt altındaydı ve şu an o videolar bizim elimizde. O videolar gerçek polislerin eline ulaştığında ne olur biliyorsun değil mi?" diye sordum, ona yaklaşıp eğildim ve bir sır veriyormuş gibi fısıldadım.

"Teşkilatta atılırsın, hakkında soruşturma başlatılır ve tutuklama kararının verilmesi de çok uzun sürmez. Tabii bizim elimizde olduğundan da teslim olmayacağın için doğal olarak firari durumuna düşeceksin," dedim ve geri çekilip güldüm. "Bulunduğumuz duruma bakıyorum da bizden hiçbir farkın kalmayacak gibi." Söylediklerim onu kızdırdı, gerçekleri duymak hoşuna gitmedi ve ben de bundan fazlasıyla memnun oldum.

"Hiçbir zaman ismimiz yan yana anılmayacak," dedi kendinden emin bir şekilde ve tıpkı onun yaptığı gibi sinir bozucu bir şekilde güldüm. Fakat kendimi toparlamam da uzun sürmedi.

"Aslında haklısın," dedim fazlasıyla ciddi bir tavırla ve devam ettim. "O video ortaya çıktığında o gece işlenen o cinayetleri bizim işlemediğimiz ortaya çıkacak. Biz sadece kendimizi korumak için oradakileri yaraladık, sen ise hepsini öldürdün ve bunu itiraf ettin. Uras konusunda da itirafların oldu. Kısacası gerçekten de sen bizim bulunduğumuz durumda anılmaya başladığında biz de doğal olarak suçsuz olduğumuzu ispat etmiş olacağız. Yani isimlerimiz yan yana anılmış olmayacak." Söylediklerimle eşzamanlı olarak gülmeye başladı.

"Yapma Mira," dedi gülmesinin arasından ve devam etti. "Belki beni suçlayabilirsiniz ama masum olduğunuzu hiçbir şekilde kanıtlayamayacaksın. İşleyişi ne çabuk unuttun? Sen de çok iyi biliyorsun ki elinizdeki o video çok da işinize yaramayacak." Maalesef ki haklıydı, daha büyük delillere ihtiyacımız vardı.

"Olmadığını nereden biliyorsun?" diye sordu Ateş hiç bozuntuya vermeden gayet rahat bir tavırla ve devam etti. "Belki de elimizde o deliller vardır?" diye de ekledi, Taner güldü.

"Öyle bir şey olsaydı buraya benimle konuşmak yerine çoktan kendinizi bu işin içinden sıyırmış, benim de bileğime kelepçeleri takmış olurdunuz. Buraya kadar gelip de şu an tam karşımda durduğunuza göre elinizden hiçbir şey gelmiyor." Sinirlendim, her şeyin farkında olması bizim için pek de iyi bir şey değildi ve maalesef ki o her şeyin farkındaydı.

"Bizi çok hafife alıyorsun Taner," dedi Ateş, sanki gerçekten de elimizde bir şey varmış gibi davrandı. Bunu doğru bulmadım, hata gibi geldi bana.

"Öyle mi? O zaman sizi hafife almayacağım şeyler yapın ben de kim olduğunuzu göreyim. Karşımda böyle durup da ağzımdan çıkacak olan birkaç kelimeye muhtaçken sizi ciddiye almam ve sizden korkmam pek de mümkün değil. Bunu siz de çok iyi biliyorsunuz." O cümlesini tamamlar tamamlamaz Doğan gülerek araya girdi.

"Abi bu adam kendini ne çok önemsemeye başlamış görmeyeli," dedi alay edercesine, Savaş devam etti.

"Bu piç hep böyleydi zaten, ilk günden beri hiç sevmemiştim bunu. Neyse ki gerçek yüzü ortaya çıktı." O ikisi Taner'i sinirlendirmek adınla böyle konuşurlarken Erdem sessizdi her zamanki gibi ve her şeyi Ateş'e bırakmış gibiydi.

"Taner," dedi Ateş, herkesin dikkati yeniden onu bulurken de devam etti. "Benim ne seninle ne de senin gibi bu işin arkasındaki adamların maşa olarak kullandığı diğerleriyle işim olmaz. Benim işim en tepedekiyle ve ona ulaşmadan durmayacağım. Bu yolda da önüme kim çıkarsa ezer geçerim," dedi, hafifçe Taner'e doğru eğildi.

"Sen de benim ezeceklerim arasındasın Taner ve tam da şu an sana iki şans veriyorum," dedi, ayağa kalktı ve ellerini arkasında birleştirip Taner'in bağlı olduğu sandalyenin etrafında dönmeye başladı. "Ya bana bildiğin ne var ne yoksa anlatacaksın ya da susacaksın ve ben seninle uğraşmak yerine elimdeki videoyu gereken yerlere göndereceğim, seni de teslim edeceğim ve Taner konusu bizim için kapanacak," dedi, tam karşısında durdu Taner'in.

"Sadece on saniyen var Taner, kararını ver," dedi, geri sayım yapmaya başlar diye düşündüm ama yapmadı ve sustu. Onun aksine ben içimden geri sayıma başladım. O on saniye on gün gibi gelirken tüm dikkatim Taner'deydi ve bir şeyler söylemesini bekliyordum.

"Söyleyecek hiçbir şeyim yok!" dedi Taner henüz daha içimden saymaya başladığım geri sayımı tamamlamamışken.

"Madem öyle sen bilirsin," dedi Ateş ve Erdem'e baktı. "Ara çocukları videoyu Tufan Müdür'e göndersinler. Buranın adresini de verin, gelip alsınlar bu piçi. Uğraşamam bununla, daha çok işimiz var hadi gidelim," dedi Ateş, bunun küçük bir blöf olduğunun farkındayım ama bunun farkında olan bir tek ben değildim, Taner de farkındaydı. Sanırım tam da bu yüzden gülmeye başlamıştı.

"Bunu yapamayacağını ikimiz de biliyoruz Demirkan," dedi Taner ve daha güçlü bir kahkaha atıp devam etti. "Bana ihtiyacın varken bir daha hiçbir zaman ulaşamayacağın bir yere gönderemezsin." Onun bu sözleri sinirimi tamamen altüst etti, artık haklı olmasına tahammül edemiyordum ama elimden de pek bir şey gelmiyordu.

"Doğan'ın da dediği gibi sen kendini çok önemsiyorsun Taner. Tüm bu olanların içinde kullandıkları sıradan birisin sen. Senin gibi onlarcası var ve onlardan birine ulaşmamız çok kolay. Durup burada seninle vakit kaybedeceğime senin gibi birini daha bulur, onu konuştururum." Ateş'in söylediği şeylere pek de inanmadım. Bu söylediklerini yapmak bu kadar kolay bir şey değildi.

"Sadece blöf yapıyorsun," dedi Taner ve gülmeye devam etti. Ateş ise hiç onu umursamadan yeniden Erdem'e döndü.

"Gelsin şunu bir an önce alsınlar Erdem, yoksa elimde kalacak," dedi, diğerlerine baktı. "Hadi siz de çıkın, onlar gelmeden bizim gitmemiz lazım." O kadar gerçekçi davranıyordu ki gerçekten de gidiyormuşuz gibiydi. Bir dakika ya oyun yapmıyorsa? Böyle bir hataya düşmez değil mi? Ben daha bunu düşünürken herkes bir bir salondan ayrıldı.

"Hadi Mira," dedi Ateş, ne yani gerçekten de onu burada bırakıyor ve gidiyor muyduk? Bir planı varsa bunu bozmamak adına hiçbir şey demedim ve istediğini yapıp ben de salondan çıktım. Daha sonra da evden çıktım, kapıdakilerin yanına gittim.

"Siz bir şey anladınız mı?" diye sordum, başlarını olumsuz anlamda salladılar. Ellerimi göğsümün altında birleştirdim ve arkamdaki arabaya yaslandım, sabırla bekledim. Çok geçmeden Ateş de evden çıktı, gözleri hepimizin üzerinde gezindi.

"Açıklayacak mısın?" diye sordum, bakışları beni buldu.

"Açıklayacak bir şey yok," dedi gayet rahat bir tavırla.

"Ne yani gerçekten de Taner'i teslim edecek miyiz?" Sormak istediğim soruyu sordu Cansu, Ateş hemen yanıtladı.

"Eğer bir şeyler anlatmaya karar vermezse, evet. En doğrusu bu olacak," dedi.

"Olmaz," dedim, bakışları beni buldu. "Konuşturmak için çaba sarf etmeden bırakamayız onu."

"Taner tahmin ettiğimizden çok daha fazla şey biliyor," diye girdi konuya Ateş ve devam etti. "Yoksa bu kadar rahat olmazdı. Başına gelecekleri göz alamaz ve her şeyi anlatırdı. Şimdi onu teslim edeceğimizi bile göze aldığına göre güvendiği bir şeyler olmalı," dedi, hemen araya girdim.

"Ben de bundan bahsediyorum işte Ateş! Bu adam bu kadar şey biliyorken onu bırakamayız!"

"Mira biraz mantıklı düşün," dedi Ateş ve hepimize baktıktan sonra devam etti konuşmasına. "Bu adam bir şeye güveniyor. Kendisi için iyi olacağını düşündüğü bir şeyler var ve bunu bekliyor. Biz de onu buradan vuracağız." Söylediklerinden bir şey anlayamadım, diğerlerine baktığımda da onu anlayan tek kişinin Erdem olduğunu fark ettim. Aralarındaki bağ hepimizkinden çok farklıydı.

"Hiçbir şey anlamadım." Doğruyu söyledim, Ateş hemen açıkladı.

"Taner'i bırakacağız, polisler teslim alacak onu. Sonrasında da ne olacağını adım adım takip edeceğiz. Muhtemelen sorguda da hiçbir şey itiraf etmeyecek ve gönderdiğimiz videoyla yargılanacak. Tüm bunlar olurken de güvendiği o şey her neyse ya da kimse ortaya çıkacak ve o şey ya da dediğim gibi kişi bizi en tepedekine götürecek. Bu kez bu işi kökünden halledeceğiz," dedi ve derin bir iç çektikten sonra ekledi. "O tepedeki kişi de bize abin hakkında daha çok bilgi verebilir." İşte bu plan aklıma yatmıştı.

"Peki ya ortaya çıkmazsa?" diye sordu Savaş. "O zaman ne olacak? Taner'i de elimizden kaçırmış olmayacak mıyız?" Haklı olarak geldi bu soru ve herkes yeniden Ateş'e döndü.

"Risk almaktan başka şansımız yok." Söylediği tek şey bu oldu, risk...

"Bana tehlikeli geliyor," dedi Cansu, o an benim de içime bir şüphe düştü. Fakat yapmaktan başka şansımız olmadığını da çok iyi biliyordum.

"Risk zaten tehlikeli durumlarda alınır," dedi Erdem Cansu'ya hiç bakmadan ve devam etti. "Ayrıca diyelim ki olmadı ve Taner hiçbir şey itiraf etmeden parmakların ardına gitti. İşte o zaman da onun orada oluşunu kullanacağız." O devam edecek gibi dururken Ateş araya girdi.

"Her şeyi anlatması karşılığında onu oradan çıkaracağız." Gözlerim büyüdü, cezaevinden birini kaçırmak mı? Başımız yeterince belada değilmiş gibi bir de böyle bir plan kurmuşlardı.

"Peki ya hiçbir şey ortaya çıkmadan Taner polise her şeyi anlatırsa? Bu da bir ihtimal," dedi Cansu, bu kez ona cevap veren Doğan oldu.

"İşte o zaman da Ceyhun devreye girecek. O adamın nasıl bir ifade verdiğini bize bir şekilde ulaştıracak," dedi, gözlerimi Ateş'e çevirdim. Bu cevaptan pek memnun olmadı ama itiraz da etmedi.

"Sonrasında da polisten önce davranacak ve her şeye ulaşan biz olacağız öyle mi?" diye sordu Savaş, aklıma gelen şeyle ona cevap veren ben oldum.

"Taner meselesi doğrudan bizi ilgilendirdiği için iki olayla da aynı ekip ilgilenecek. Videoyu başka bir ekibe göndermiş olsak da günün sonunda olayları birbirine bağlayacak ve işi aynı ekibe verecekler. Eğer olur da Taner itirafçı olur ve her şeyi itiraf ederse önceden uyarmış olduğumuz Ceyhun bize haber uçuracak ve o sorgu bittiğinde açığa çıkacağız," dedim, yüzümde sinsi bir ifade oluşurken de devam ettim. "Doğal olarak Taner'in anlattıkları için bir plan yapmadıkları için bunu ikinci plana atacak ve bizim peşimize düşecekler," dedim, Ateş devam etti konuşmaya.

"O olaydan uzaklaştıları birkaç saat içinde de Taner'in ifadesinde bahsettiği kişi ya da kişilere polislerden önce ulaşacak ve onlarla birlikte yeniden ortadan kaybolacağız." Ben de bunları söyleyecek olduğumdan itiraz etmedim, aksine onu onaylamak için başımı salladım.

"Sonuç ne olursa olsun gidecek hep bir yolumuz olacak," dedi Erdem, herkes onu onayladığında da ekledi. "Geriye yapmamız gereken tek bir şey kalıyor," dediğinde hepimizin arasında kısa bir bakışma yaşandı ve anlaşmış gibi hep bir ağızdan aynı şeyi söyledik.

"Risk almak!"

Bölüm Sonu!

Selammmm <3 ne yapıyorsunuz? Nasıl gidiyor hayat?

Yine ve yepyeni bir plan kuruldu, sizce bu plan tutacak mı?

Ya ben bu kitabı yazarken, bu planları yapıp her şeyi düşünürken kendimi FBI ajanı gibi hissediyorum sjjsjsjsjjs gaza geliyorum nedensizce ve en sevdiğim sahneler plan yaptıkları sahneler <3

Peki sizin bölümde en sevdiğiniz sahne hangisi oldu?

Bölümü en iyi anlatan emojiyi buraya bırakabilirsiniz.

Yeni bölümde görüşmek üzere:) iyi bakın kendinize güzellerim ♡

Duyuru ve alıntılar için de sosyal medya hesaplarımı bırakıyorum, oradan da takip edebilirsiniz beni.

Instagram: gizzemasllan

Twitter: gizzemasllan

gizzemasllan

ÇOK SEVİLİYORSUNUZ.♡

Loading...
0%