Yeni Üyelik
92.
Bölüm

91.BÖLÜM "KÖTÜ HABER"

@gizzemasllan

Selam suç ortaklarım :)

Bir önceki bölüme gelen yorumlarınız için çok teşekkür ederim.♡ Bu bölüm için yorumlarınızı da sabırsızlıkla bekliyorum.

Başlamadan önce yıldıza dokunarak bana destek olabilirsiniz.

Ben de buraya sizin için bir yıldız bırakıyorum.⭐ Sizinkileri de bekliyorum :)

Keyifli okumalar.♡

91. BÖLÜM "KÖTÜ HABER"

Benim için dünyanın en kolay şeylerinden biri risk almaktı. Risk almak, kolaydı. Zor olan alınan o riskin sonuçlarına katlanmak, onlarla başa çıkabilmekti ve biz alacağımız riskin sonuçlarının her detayını düşünmüş, olacak olumlu ve olumsuz her şeyi göz almıştık. İşin zor kısmını kendi içimizde halletmiştik yani ama kolay kısmını yapıp da o riski hâlâ alamamıştık.

"Emin değilim," dedi Cansu, başını hafifçe önüne eğdi ve derin bir nefes aldı. Çoktan eve dönmüştük, salonda oturuyor ve işin kolay kısmını da halletmeye, o riski almaya çalışıyorduk.

"Sanırım hiçbirimiz emin değiliz," dedi Doğan, Ateş hemen araya girdi.

"Ben eminim," dedi gerçekten de kendinden emin bir şekilde ve devam etti. "Zerre şüphem yok bundan, çünkü başka şansımız yok bir şeyler öğrenmek için ve yapmamız gerekiyor. Fakat bu işin içinde hep birlikteyken tek başıma karar alamam. Bunu sizin de istemeniz gerekiyor," dedi, söze girdim.

"Benim için sorun yok," dedim, hepsinin bakışları beni buldu. "Bana göre de başka şansımız yok ve onu teslim ederek neler olacağını izlememiz gerekiyor. Ben de eminim yapacağımız şeyden," dedim, Ateş söylediğim şeyden memnun olurken Erdem konuştu.

"Benlik de bir sıkıntı yok," dedi, hepimiz ona baktık bu kez de. "En başından doğru buluyorum bunu, yapmaktan da eminim," dedi, Doğan atıldı.

"Madem siz böyle düşünüyorsunuz, ben de tamamım." dedi, o da bize katıldı.

"Risk almadan doğru yol bulunmaz, risk alalım ve yapalım," dedi Savaş da ve geriye bir tek Cansu kaldı, herkes ona baktı. "Bakmayın bana öyle," dedi ve arkasına yaslandı. "Madem hepiniz aynı yoldasınız, ben de sizdenim. Ne yapılacaksa yapalım," dedi ve sonunda ortak bir karar alınmış oldu.

"Herkes aynı fikirde olduğuna göre başlayabiliriz," dedi ve ayağa kalktı Ateş. "On beş dakikanız var. Hazırlanın, on beş dakika sonra yeniden burada olun. Çıkacağız ve muhtemelen uzun süre dışarıda olacağız. Kendinizi ona göre ayarlayın," dedi, kimsenin cevap vermesini beklemeden yatak odasına doğru gitti. Herkes bir anda ayaklanıp odalara dağılırken ben de kalktım ve Ateş'le birlikte kaldığımız odaya girdim. Hazırlık yapmam gereken bir durum yoktu, ben zaten hep hazırdım bu işe. Hatta belki bana iyi gelecek olan şey bu bile olabilirdi.

"Nereye gideceğiz ilk olarak?" diye sordum, beline silahını yerleştiren Ateş bu sorumla bana döndü.

"Biz seninle ve Savaş'la Taner'in olduğu eve yeniden döneceğiz. Taner'in tutuklanmasını sağlayacak, bundan emin olacağız," dedi, yeniden önüne döndü ve beline bir silah daha yerleştirirken devam etti. "Bir kişi Ceyhun'un yanına gidecek, durumu anlatacak. Mutlaka karakolda olması ve olacakları bize aktarması gerekecek," dedi, bir başka silahı daha aldı ve bana döndü, bu kez uzakta durmayıp yanıma geldi.

"Senin," dediğinde elindeki silaha baktım, yüzümde buruk bir tebessüm oluştu. Yeniden başlıyorduk, ciddi ciddi hem de ve ben bundan fazlasıyla memnundum. Uzattığı silahı aldım, belime yerleştirdim. "Diğerlerini de anlatacağım, hadi çıkalım," deyip önden yürüdü.

Çıkmadan önce dolaptan mont aldım ve üzerime geçirdim. Bu montumun cebinde babamın gönderdiği mektup vardı ve o yanımda olsun istedim. Ben montumu giyerken odadan çıkmak üzere olan Ateş durdu, bana baktı, yanına gittim.

"Hazır mısın?" diye sordu, başımı salladım. Uzanıp elimi tuttu ve birlikte çıktık odadan, salona gittik. Biz gittiğimizde hiç kimse yoktu salonda ama beş dakika içinde hepsi tek tek döndüler.

"Ne yapıyoruz?" diye sordu ilk olarak Doğan, Ateş anlatmaya başladı.

"Ben, Mira ve Savaş, Taner'in yanına gideceğiz. Bir sorun çıkmadan, bir aksilik olmadan tutuklandığından emin olacağız. Olur da bir aksilik çıkarsa diye üç kişi gitmeyi doğru buldum," dedi, herkes onu onaylarken de Cansu'ya döndü. "Sen Ceyhun'la buluşacaksın, karakolun oralarda bul ve konuş onunla. Taner'in karakola girdiği ilk andan itibaren ne olduğunu bize anlatabilecek kadar yakın olsun olaya," dedi, Cansu onu onaylarken de Ateş, Doğan ve Erdem'e döndü.

"En zor görev ikinizin," dedi, anında onlara ne söyleyeceğini anladım. Herkesten çok Erdem'e güveniyordu, hatta benden bile daha çok güveniyordu ona. Daha önce de bahsettiğim gibi aralarında çok farklı bir bağ vardı. Bu güven de Erdem'e en zor olan şeyi vermesine neden oluyordu.

"Olur da Taner bildiği her şeyi anlatırsa, Ceyhun bize böyle bir haber verir ve anlattıklarından bahsederse Taner'in vereceği isimlere polislerden önce ulaşmamız gerekiyor. Bunun da tek yolu bizden birilerinin ortaya çıkacak olması," dedi, Erdem Ateş'in devam etmesine izin vermedi.

"Sen hiç merak etme kardeşim, plan bu yönde ilerlerse on dakika içinde teşkilatın hepsini peşime takarım," dedi Erdem ve ellerini arkasında birleştirdi, gözlerini Doğan'a çevirdi. "Takarız daha doğrusu," dediğinde Doğan da ellerini arkasında birleştirdi, omuzlarını dikleştirdi ve kendinden emin bir şekilde durdu karşımızda.

"Hiç şüpheniz olmasından bundan," dedi, keyfi yerindeydi. Aldığı görev zor olmuş olsa da onu memnun etmişti, çok belliydi.

"En iyisini yapacağınızdan şüphem yok zaten, işin sonunda peşinize takacağınız o polislerden kurtulun, yakalanmayın yeter bize," dedi Ateş, Erdem'in dudakları yana kıvrıldı.

"Bu mümkün bile değil kardeşim, on dakikada peşimize takar, iki dakikada kurtulurum," dedi biraz kibirli bir şekilde, herkes onun bu söylediğine güldü.

"İyi, hadi o zaman herkes işinin başına," dedi Ateş, hep birlikte evden çıktık. Biz çıkarken bahçeye bir araba durdu, kimin gelmiş olabileceğini düşünürken arabadan Ateş'in adamlarından iki tanesi indi, arkadan da Uras'ı indirdiler. O tamamen aklımdan çıkmıştı ama Ateş tabii ki de unutmamış ve kardeşini de yanımıza getirmişti.

"Yanında kimse kalmayacak mı?" diye sordum bize doğru gelen Uras'a bakarken.

"Adamlar olacak, hem eskisi kadar kötü durumda değil artık. O da bazı şeylerin farkında, bir şey olacağını sanmıyorum," dedi hemen yanımda duran Ateş, o sırada Uras yanımıza ulaştı zaten. Bazen iyi oluyordu, Ateş'i tanıyor ve onu anlamaya, abisi olduğunu idrak etmeye çalışıyordu. Bazen ise çok kötü oluyordu, geldiği ilk güne dönüyor ve hiçbirimizi hatırlamıyor, olay çıkarıyordu. Tedavisi devam ediyordu, düzenli olarak bir psikiyatrist ile de görüşüyordu ve bunun faydasını görüyordu ama sanırım tam anlamıyla iyileşmesi için biraz daha zaman vardı.

"Nereye?" diye sordu Uras gelir gelmez, Ateş'e bakıyor olduğundan ona cevap veren de o oldu.

"Biraz işlerimiz var." dedi Ateş bir tek, detaya girmedi ve sanırım en doğrusunu yaptı.

"Onun yanına mı?" Uras'tan gelen soruyla Ateş bana döndü, anlamsız bakışlar attı ama ona yardımcı olamadım, çünkü Uras'ın kimden bahsettiğini anlayamadım.

"O kim?" diye sordu Ateş, Uras ona yaklaştı ve bir sır veriyormuş gibi fısıldadı kulağına.

"Mavi gözlü kadın," dediğinde hâlâ Beril'den bahsediyor olduğunu anladım. "Yüzü yaralı olan," diye ekledi Uras.

"Hayır," dedi Ateş tereddüt etmeden. "Onun yanına gitmiyoruz, hem sana anlattım daha önce Uras. O yok, öldü," dedi Ateş, Uras birkaç adım geri gidip bizden uzaklaştı.

"O ölmez," dedi, yüzünde korku dolu bir ifade oluştu. "Onu kimse öldüremez. Ben de siz de başkası da," dediğinde Beril'in intihar etmiş olduğundan bihaberdi. İntihar ederken de düşündüğü tek şey kendisi ve diğerlerinin ölümlerinin bizim üstümüze kalması, hepimizin tutuklanması ve ayrı düşmemizdi. Fakat planının sadece bir kısmı tutmuştu. Suç bizim üstümüze kalmıştı ama tutuklanmamıza ve ayrı düşmemize neden olamamıştı. Böyle bir şey için ölmüştü ama ölümü pek bir işe yaramış sayılmazdı.

"Siz bunu hiçbir zaman anlamayacaksınız," diye ekledi Uras ve uzaklaştı yanımızda. Beril'in öldüğünden emindim, hatta diğer herkes de benimle birlikte emindi ama şimdi Uras öyle bir konuşuyordu ki sanki Beril hâlâ yaşıyordu.

"Ne kadar tedavi görürse görsün bir tek o kadını unutmuyor, bir tek onu hatırlıyor," dedi Ateş, koluna dokundum.

"Zamanı geldiğinde tamamen iyileşmiş olacak," dedim, bakışları beni buldu. "Her şey düzelecek zamanla."

Derin bir nefes aldı. "Umarım," dedi bir tek ve arabaya doğru yürüdü, o giderken Erdem ve Cansu'nun bir köşede konuştuklarını gördüm ama pek konuşuyor gibi değillerdi, kavga ediyorlardı. Daha doğrusu Cansu kavga ediyor, Erdem de durmuş onu dinliyordu. Aralarındaki ilişkiyi anlamak güçtü. Onları izlemek yerine Ateş'in peşinden gittim. Ateş şoför koltuğuna otururken Savaş da ön koltuğa geçmiş, bana da arkası kalmıştı. Arkaya geçip emniyet kemerimi takarken olacaklar beni şimdiden heyecanlandırıyordu ve fazlasıyla gergindim.

Yol boyunca hiç konuşmadık, kimse tek kelime etmedi. Sanırım benim üzerimde olan gerginlik herkeste vardı. Diğerlerinin de şu an bizden farksız olduklarını çok iyi biliyordum. Arada bir Ateş'in dikiz aynasından bakışlarını yakaladım, fakat hepsi birkaç saniye sürdü ve gözlerini önüne çevirip sessizliğini korumaya devam etti. Bu şekilde sadece birkaç saat önce ayrıldığımız o izbe mahalledeki eve yeniden gelmiş olduk. Arabadan inip de eve girdiğimizde Taner hâlâ aynı yerde bağlıydı ve başında hâlâ aynı adamlar vardı. Adamlar bizi görünce ayaklanıp salondan ayrıldılar, Taner de güldü.

"Ooo," dedi keyifle Taner ve devam etti. "Çok çabuk döndünüz, sizden bu kadar çabuk bir dönüş beklemiyordum. Yeniden gelmeniz için aradan bir yirmi dört saat geçer diyordum." Kendisiyle konuşmaya geldik zannetti ve alay etti bizimle.

"Seni polise teslim etmeye karar vermek kolay oldu diyelim," dedi Ateş, Taner şaşkınca kaldı.

"Ne?" Verdiği tepki bu olurken Ateş devam etti.

"Artık özgür değilsin Taner, bize yapmak istediğin şey senin başına geldi. Hayatının sonuna kadar dört duvar arasında kalmaya hazır ol," diyen Ateş ona doğru eğildi ve bağlı olduğu iplerin düğümlerini güçlendirdi. "Yarım saat sonra bileğinde kelepçeler olacak Taner, bakalım o zaman da böyle gülebilecek misin?" Ateş bunu söyledikten sonra bile Taner güldü.

"Bunu yapabileceğini hiç sanmıyorum Demirkan. Böyle bir risk alıp da beni polise asla teslim etmezsin," dediğinde Ateş yanından kalktı ve kendinden emin bir şekilde konuştu.

"Seni tutmak için hiçbir sebebim yok Taner. Sana birkaç saat önce de söylediğim gibi sen bir maşasın ve senin gibi kullandıkları onlarca adam var. Onlardan birine ulaşmak zor olmadı, seninle işimiz tamamen bitti." Yalan söyledi, elimizde öyle biri yoktu ama Taner'in buna inanması gerekiyordu.

"Yapamazsınız," dedi Taner yine, hâlâ buna inanıyordu ama korkmaya başlamış olduğu her hâlinden belli oluyordu. "Blöf yapıyorsunuz," diye eklediğinde Ateş ona açıklama yapmak yerine cebinden telefonunu çıkardı. Biraz eğilip ekrana baktığımda limanda Taner'e söylediğim her şeyin kayıtlı olan videoyu Tufan Müdür diye kaydettiği numaraya gönderiyordu. Bunu yaparken de eli bile titremedi, tereddüt etmedi. Ardından da o numarayı aradı, sesi hoparlöre verdi. Telefonun takip edilemeyeceğine ve sorun olmayacağına fazlasıyla güveniyordu.

"Ne yapıyorsun lan sen?" diye sordu Taner telefon çalarken, Ateş ona cevap vermezken Tufan Müdür telefonu açmıştı.

"Alo," dedi açar açmaz, Ateş hemen konuya girdi.

"Ben Ateş Demirkan." Kendini tanıttı, günler sonra ilk kez bize karşı olan biriyle iletişim kurmuş olduk.

"Ateş." Tufan Müdür'ün söylediği ilk şey bu olduktan hemen sonra şaşkınlığını üzerinden atmış olacak ki öfkeyle konuşmaya başladı. "Siz ne yaptığınızı zannediyorsunuz!" diye bağırdı. "Bu duruma nasıl geldiniz! Zamanında polisken şimdi tüm ülkeca aranan..." Ateş, Tufan Müdür'ün devam etmesine izin vermedi.

"Her şeyin farkındayız, neyin ne olduğunu da çok iyi biliyoruz. Fakat emin ol ki bizim suçumuz yok ama senin için de bu cümlenin pek bir önemi yok, biliyorum. Zaten seninle bunları konuşmak için aramadım, çok daha önemli bir mesele var," dedi, Tufan Müdür'ün öfkeli sesi girdi araya.

"Lan sen benimle dalga mı geçiyorsun! Daha önemli mesele varmış! Şimdi hemen..." Ateş adamın yine devam etmesine izin vermedi.

"Taner Başkomiser yanımızda, elimize düştü ve artık bizimle," dedi, Taner olanları büyük bir şaşkınlıkla dinliyordu. Hâlâ bunu yapabilmiş olmamıza anlam veremiyor gibiydi.

"Onu da mı siz yaptınız lan?" diye bağırdı Tufan Müdür, Taner'in kayıp olduğu yayılmıştı muhtemelen. "Artık çok ileri gittiniz Ateş! Bu işin bir sonu yok! Baskomiseri rehin almak ne demek lan? Aklınızı başınıza toplayın, hepiniz hemen teslim olun!"

"Birincisi; ne bugün ne de başka herhangi bir zaman için teslim olmak gibi bir niyetimiz yok. Bir suç işlemiş olsaydık, cezasını çekmeye de razı olurduk ama suçsuzken bunu asla kabul etmeyiz ve suçsuz olduğumuzu ispatlamak için her şeyi yapacağız. İkincisi; baskomiseri rehin almadık, çünkü o artık bir baskomiser sayılmaz. Bu da tam olarak üçüncü oluyor zaten. Taner aranızdaki hain, sandığınız gibi bir polis değil. Bunun kanıtı da sana gönderdiğim video. O videoyu izle, söylediklerimi daha iyi anlayacaksın," dedi, çok uzun bir konuşma yaptı ve Tufan Müdür'ün araya girmesine izin vermedi.

"On dakika içinde Taner'in olduğu evin konumunu atacağım, gelin ve alın onu buradan. O videoyu izledikten sonra zaten buraya onu kurtarmak için değil, tutuklamak için geleceksiniz," dedi, Tufan Müdür'ün yüzüne telefonu kapattı.

"Sana blöf yapacak kadar muhtaç durumda değiliz daha Taner," dedi Taner'e bakarak Ateş ve ekledi. "Artık kendi başının çaresine de kendin bakarsın," deyip bir saattir hiçbir şeye karışmayan bana ve arkamda olan Savaş'a döndü. "İşimiz bitti, çıkalım," dediğinde dediğini yaptık ve evden çıktık. Taner arkamızdan bağırdı, çok bağırdı hatta ama dönüp arkamıza bakmadık, arabaya bindik.

"Çok telaşlandı," dedim, ön tarafta olan Ateş ve Savaş bana döndüler. "Şimdi bile ne sorsak cevap verecek gibi, risk almasak mı?" diye sordum, şu an bunu yapmak mantıklı geliyordu çünkü.

"Yalan söyler," dedi Ateş anında. "Kendini kurtarmak için kandırmaya çalışır bizi. Zaten girdik bir kere bu yola, devam edeceğiz artık," dedi, telefonunu çıkardı cebinden ve fark ettiğim kadarıyla konum attı. Bunu henüz evin hemen önündeyken yaptığından biraz endişelendim ama o konumu atar atmaz telefonu cebine koydu, arabayı çalıştırdı ve gaza bastı.

"Umarım her şey yolunda gider," dedi Savaş sıkıntılı bir ses tonuyla ve ekledi. "Erdem'le Doğan ortaya çıkmak zorunda kalmadan hallolsun şu iş," diye de ekledi, içimden umarım diye geçirdim. En zor kısım onlara kalmıştı ve tek riskli durumda olan onlardı. Küçücük bir aksilikte Taner'i göndermek istediğimiz cezaevine onlar da giderlerdi ve işler bizim için o zaman tamamen çıkmaza girmiş olurdu. Bunu kaldırabilecek durumda olan da yoktu aramızda.

"Sorun çıkmayacak, endişelenmeyin," dedi Ateş ama bizden çok kendisinin endişeleniyor olduğu da her hâlinden belli oluyordu. Umarım bu endişe bize hata yaptırmaz diye içimden geçirirken dikiz aynasından bana baktı, bakışlarımız kesişti. Neler düşündüğümü hissetmiş gibi iç geçirip gözlerini yeniden yola çevirdi ve biraz daha gaza yüklendi, mahalleden çıktık. Cadde üstünde bir yerde sağa çekti ve durdu Ateş.

"Çok yakın olmadı mı?" diye sordum, dikiz aynasından baktı yine ve tam cevap verecek gibi oldu ama Savaş ondan önce davrandı.

"Aldıklarından emin olmamız lazım, bir aksilik çıkarsa her şey mahvolur," dedi, tamam haklıydı ama yine de çok yakın kalmış gibiydik. Böyle düşündüğüm hâlde ses çıkarmadım ve beklemeye başladım. O sırada cebimdeki telefon titredi, cebimden çıkardım ve Ceyhun'dan mesaj gelmiş olduğunu gördüm. O da bu planın içinde olduğundan telaşla açtım ekranı ve yazdığı mesajı okudum.

Ceyhun: Her şey yolunda mı?

Bir tek bunu yazmıştı, gözümün ucuyla Ateş'e baktım. Dikkatinin bende olmadığından emin olduktan sonra cevap yazdım Ceyhun'a. Çünkü o fark ederse kim olduğunu soracak, doğru cevap vermek zorunda kalacağım ve yine Ceyhun'u yanlış anlayacaktı.

Mira: Şimdilik yolunda, ekibin gelip Taner'i almasını bekliyoruz.

Bunu yazıp gönderdim, hemen görüldü oldu. Cevap vermesini bekledim ama yazıyor ibaresi bile çıkmadı. Cevap vermeyeceğini anlayınca ekranı kapattım, telefonu cebime koyarken başımı kaldırdım ve tam o anda dikiz aynasında beni izleyen Ateş'le göz göze geldim. Ne olduğunu anlamışcasına düz bir ifadeyle bana baktıktan sonra gözlerini üzerimden çekti, bu konu hakkında tek kelime bile etmedi. Gözlerimi kapattım, sıkıntıyla iç geçirdim. Aramız çok iyiymiş gibi şimdi bir de bu olmuştu ve artık bundan sıkılmaya başlamıştım. Ceyhun'un bu zamana kadar ne ona ne de bana yaptığı yanlış tek bir hareket bile olmamıştı. O da bunun farkındaydı. Onunla iş birliği yapacak kadar da güvenmeye başlamıştı hatta ama buna rağmen ondan rahatsız oluyordu. Bu tamamen saçmalıktı. Olanlar yüzünden ben iyi değildim ve kabul ediyorum bunu artık ama maalesef ki o da normal bir psikolojide değildi artık.

"On beş dakika oldu," dedi Savaş ve kolundaki saaten başını kaldırıp bize baktı. "Çoktan gelmiş olmaları gerekiyordu." O endişeyle bunu söylerken on beş dakikanın çok çabuk geçmiş olduğunu düşündüm.

"Karakol buraya yakın değil," dedi Ateş ve arkasına yaslandı, ellerini göğsünün altında birleştirdi. "Bekleyelim biraz daha," dedikten sonra da zaten yine sessizlik oldu, beklemeye devam ettik. Yirmi dakika, yirmi beş dakika derken yarım saati geçirdik. Bu durum artık şüphe etmeme neden olurken polis arabalarının siren sesleri duyulmaya başlandı.

Koltuğa bayağı yayılmış olan Savaş bu seslerle doğrulurken "Başlıyoruz," dedi heyecanla. Arabanın filmli camlarının rahatlığıyla dikkatle izledim dışarıyı. Çok geçmeden yanımızdan art arda beş polis arabası, iki sivil araba geçti ve gitti. Az önce bizim çıkmış olduğumuz mahalleye girdiklerinde siren sesleri uzaklaştı. Sonra yine beklemeye başladık. Gidip bakamayacağımız için başka şansımız yoktu zaten. Yaklaşık bir on dakika bekledikten sonra Ateş'in telefonu çaldı, elindeki telefonu hemen açtı.

"Söyle," dedi, karşısındaki kendisine her ne söylediyse keyfi yerine geldi ve cevap bile vermeden telefonu indirdi kulağından.

"Tamamdır, yakalandı," dediği an rahat bir nefes aldım, şimdiye kadar her şey yolunda gitmişti. Ateş burada beklememiz için artık bir neden olmadığından ve riskli olmaya başladığından arabayı çalıştırdı, gaza bastı ve uzaklaştık bulunduğumuz yerden. Fakat yaklaşık yarım saat sonra durduğumuz yer yüzünden artık çok daha riskli bir durumdaydık.

"Bizi buraya getirdiğine inanamıyorum," dedim, çünkü şu an resmen karakolun önündeydik. Ateş dikiz aynasından bana baktı. "Geldiklerinden emin olmalıyız," dedi, Savaş araya girdi.

"Umarım yolda bir aksilik çıkmaz. Taner'in güvendiği kişiler onu yolda almaya çalışırlarsa bizim için hiç iyi olmaz." Söylediği şeyle sıkıntıyla ofladım, mantıklı şeyler söylüyordu ama söylediği her şey olumsuz oluyordu. Her olaya olumsuz tarafından bakmaktan hiçbir zaman yorulmayacak gibiydi.

"O kadarı da bizim şansımıza kalmış bir şey. Eğer olur da yolda böyle bir şey yaşanırsa o kadar polisin içine girip de müdahele edemeyiz." Ateş gerçekçi oldu, hem de uzun zaman sonra ve ekledi. "Ama Taner'i polise saldırıp da kimliklerini ortaya çıkaracak kadar da önemsediklerini hiç sanmıyorum," dediğinde ona ben de hak verdim. Taner'in arkasında kim var bilinmiyor ama bu zamana kadar uğraştığımız hiç kimse tek bir kişi için kimliği ortaya çıkarmadı. Onların da bunu yapacaklarını hiç zannetmiyorum.

"Bu adamlardan her şey beklenir," diye mırıldandı Savaş, o an onu rahatsız eden çok başka bir şey olduğunu anladım. Belliydi başka bir şey olduğu ama ne olduğunu anlayamadım. Fakat onu bu kadar geren şey her neyse bir an önce ondan kurtulsa çok iyi olacak. Çünkü onun bu hâli bizi de etkilemeye başlamıştı yavaş yavaş.

"Sakin ol," dedi Ateş, tam o anda bir anda arabanın kapısı açıldı, irkildim. Hızla kendimi geri çekip elimi belime atarken arabaya binen kişinin Cansu olduğunu fark edip rahatladım ve elimi belimden çektim.

"Sonunda gelebildiniz," dedi, soğuktan kıpkırmızı olmuş olan ellerini birbirine sürdü ve avuçlarına üfledi. "Bir taraflarım dondu burada," diye söylenirken Savaş ona döndü.

"Sen buraya arabayla gelmedin mi?" Bu soruyla ben de merakla ona baktım.

"Yok, Erdem ve Doğan bıraktı beni. Ceyhun'a sahilde olanı biteni anlattım. O hemen karakola yeniden geçti, ben kaldım. Yakalanacağım diye ödüm kopuyor kaç saatir. Neyse ki hava çok soğuk da yüzümü kapatmam dikkat çekmedi." Hâlâ konuşurken dişleri titriyordu. "Siz ne yaptınız? Halolldu mu?" diye sorduğunda ona her şeyi anlatan Savaş oldu. O neler olduğunu anlatırken de karakolun bahçesine polis arabaları ve gördüğüm o iki sivil araba girdi. Yüksek duvarlar yüzünden hiçbir şey görünmezken Ateş konuştu.

"Sonunda getirdiler piçi," dedi ve arkasına yaslandı, ellerini göğsünün altında birleştirdi. Şu andan itibaren beklemekten başka yapacak bir şeyimiz yoktu. Aslında saatlerdir yaptığımız tek şey de zaten buydu ama şimdi daha da çok beklememiz gerekiyordu. Taner'in işleri çabuk hallolmayacaktı.

"Umarım çok uzamaz." Cansu bunu derken cebimdeki telefon yine titredi ve çıkardım. Yine Ceyhun'dan mesaj geldiğini görüp açtım, bu kez fotoğraf göndermişti. Gönderdiği fotoğrafın üstüne tıkladım ve sonunda görmek istediğim o manzarayı gördüm. Taner, bileklerinde kelepçeyle sorgu odasına doğru giderken Ceyhun gizlice çekmişti fotoğrafı.

"Ceyhun mesaj attı," dedim, Ateş'in ne düşüneceği o an için aklıma gelmedi ve telefonu öne doğru uzattın. "Bakın," dememe kalmadan telefon zaten Ateş tarafından elimden bir çırpıda alındı, Savaş da ona doğru eğilerek baktı ekrana.

"Ne yazmış?" diye sordu Cansu görmediği için.

"Taner'in fotoğrafını atmış," dedim, merakına yenik düşmüş olacak ki öne doğru eğildi ve o da baktı fotoğrafa. O an aklım tüm bu olanlardan önceye gitti. Hepimizin gerçek bir polis olduğu, kendi meselelerimizle değil de cinayetlerle ilgilendiğimiz o zamanlar geldi aklıma. Ne Barış'ın Ateş olduğunu ne böyle bir geçmişi olduğunu ne de diğerleri hakkında öğrendiğim diğer şeyleri biliyordum o zamanlar. Bildiğim tek şey çalışmaktı. Aldığımız her önemli kararı böyle bir arabanın içinde alıyor, heyecanlanıyor ve olay çözüyorduk. Eskiden her şey bizim için çok daha farklıydı ve sanırım eskiden çok daha güzeldi.

Düşündüğüm şeyler canımı sıkarken başımı önüme eğdim ve derin bir iç çektim. Onlar hâlâ gelen fotoğrafla ilgilenip olanlar hakkında konuşurlarken ben çoktan kendi içimde geçmişe gitmiş ve yine bulunduğum bu duruma lanet etmeye başlamıştım bile. Ta ki Ateş'in almış olduğu telefon yeniden arkaya uzatılana kadar. Telefonu alıp fotoğrafa yeniden bakmaya gerek duymadan cebime koydum ve arkama yaslandım.

"Sonunda şu adamı da şöyle gördüm ya ölsem de gam yemem artık," dedi Savaş saatlerdir olduğunun aksine fazlasıyla keyifli bir ses tonuyla ve devam etti. "Tanıdığım ilk günden beri hiç sevmiyordum bu adamı," dedi ve bana döndü. "Hatırlıyor musun katil bileklere harf yazarken ilk ondan şüphe etmiştin," dedi, doğru ya böyle bir şey de olmuştu zamanında.

"T, E ve A harflerini görünce bir tek o aklıma gelmişti. Nereden bilebilirdim ki Barış diye tanıdığımız kişinin gerçek adının Ateş olduğunu," dediğim an Ateş bana döndü.

"Şu an bana laf sokmaya çalışıyormuşsun gibi hissediyorum."

Güldüm ve omuz silktim. "Hayır, neden böyle bir şey yapayım ki? Yaşadığımız şeyleri anlatıyorum sadece." Tek kaşını kaldırdı, imalı bir bakış attı. "Hiç bakma öyle Ateş. Yaklaşık sekiz-dokuz ay boyunca seni Barış olarak bildim ben. Sonrasında öğrendim Ateş olduğunu. Eğer öğrendiğim o ilk gece şüphelenip takip etmemiş olsaydım muhtemelen hâlâ da Barış olarak bilmeye devam edecektim," dedim ve hatta ekledim. "Daha doğrusu edecektik."

"Kız doğru söylüyor," dedi Cansu ve bana destek oldu, gözünün ucuyla da bana bakıp göz kırptı ve yeniden Ateş'e döndü. "Zamanında hepimizi kandırmış olduğunu unutmamak lazım."

"Mecburdum," diye savundu Ateş de kendini ve önüne dönerken ekledi. "Hepsi hiç oldu ama," dedi, neyden bahsettiğini anladığım an keyifli hâlim yok oldu, hüzün çöktü üzerime. Ona engel olan ben olmuştum. Şu an ima ettiği şey de tam olarak buydu.

Boğazım düğüm düğüm olurken tek kelime bile edemedim. Daha önceleri bunu hiç yapmazdı. Ne ufak bir imada bulunur ne de konusunu açardı ama artık bunu sürekli yapıyordu. Beni üzmekten ve kırmaktan hiç çekinmeden. Gözlerim dolarken başımı çevirip dışarıya baktım. Onu kaybediyor olduğum gerçeği bir kez daha yüzüme çarptı. İnsan sevdiği, değer verdiği insanlar üzülmesin diye ellerinden geleni yaparlardı ve zamanında o üstüme titrerken şimdi umurunda değildim. Bu kaybetmek değil de neydi?

Gözümden akan bir damla yaşı hızla sildim. Hayatımız bu kadar karmaşıkken ve şu an o karmaşık hayatın en önemli saatlerini yaşıyorken bunları düşünmek, bu yüzden üzülmek ve gözyaşı dökmek doğru değildi ama bunu yapmaktan da kendimi alamıyorum.

"Mira yazsana Ceyhun'a, neler oluyormuş anlatsın," dedi Savaş ve heyecanla bana döndü, yüz ifademi gördüğü an heyecanı soldu. Onun bu hâli Ateş'in dikkatini çekmiş olacak ki o da bana döndü, fakat o bana dönene kadar kendimi toparladım, cebimden telefonumu çıkardım ve ekranı açıp Ceyhun'a mesaj yazdım.

Mira: Neler oluyor? Bir gelişme var mı?

Yazdım ve gönderdim, beklemeye başladım. Fakat mesaj görüldü bile olmadı. Yine de sabırla bekledim ama geçen birkaç dakikaya rağmen değişen bir şey olmadı. "Görmüyor," dedim, Ateş eline bahane geçmiş gibi atıldı hemen.

"Şu güvendiğimiz herife bak! Mesajı bile görmüyor!" Hiçbir şey demedim, Ceyhun'u savunmak gibi bir hataya düşmedim ve zaten konu da Ateş'in telefonuna gelen mesaj yüzünden kapanmış oldu. Kimin ona mesaj attığını merak ederken cebinden çıkardığı telefona uzun uzun baktı. Meraklı gibi eğilip de bakmak yerine sabırla bekledim.

"Siktir!" dedi bir anda, telaşlandım. Verdiği bu tepki alacağımız kötü bir haberin ilk adımıydı.

"Sakın kötü bir şey oldu deme bana Ateş!" dedi Savaş sanki bu Ateş'in elindeymiş gibi.

"N'olur kötü bir şey olmasın artık!" diye ekledi Cansu da, ben ise sessizce Ateş'e baktım ve sabırla bir açıklama bekledim. O da bizi bekletmeden zaten karışık olan hayatımızı biraz daha karıştıracak, her şeyin bir kez daha altüst olmasına neden olacak olan o kötü haberi verdi.

"Gamze'nin kızını, Eva'yı, kaçırmışlar!"

Bölüm Sonu!

Merhabaaaaaa <3 nasılsınız, nasıl gidiyor hayat?

Eva'yı unutan var mı aranızda? Bence ikinci perdenin önemli isimlerinden olan Gamze'nin kızını unutmuş olamazsınız :)

Sizce küçük kızı kaçıran kim oldu?

Bu bölümde küçücük bir sahne de olsa Uras'ı gördünüz ve emin olun bundan sonra ona daha çok yer vereceğim kitapta. Önemli bir karakter ve hikâyesini işleyeceğim <3

Ateş neden hâlâ böyle dersiniz? Neden Mira'ya karşı böyle davranıyor sizce? Ve haklı mı?

Bu bölüm bir tık kısa oldu ama sınır dolunca bekletmeden hızlıca yazıp paylaşmak istedim ♡

Bölümde en sevdiğiniz sahne hangisi oldu?

Bölümü en iyi anlatan emojiyi buraya bırakabilirsiniz.

Yeni bölümde görüşmek üzere:) iyi bakın kendinize güzellerim ♡

Duyuru ve alıntılar için de sosyal medya hesaplarımı bırakıyorum, oradan da takip edebilirsiniz beni.

Instagram: gizzemasllan

Twitter: gizzemasllan

gizzemasllan

ÇOK SEVİLİYORSUNUZ.♡

Loading...
0%