Yeni Üyelik
94.
Bölüm

93.BÖLÜM "BİLİNMEZLİK"

@gizzemasllan

Selam suç ortaklarım :)

Bir önceki bölüme gelen yorumlarınız için çok teşekkür ederim.♡ Bu bölüm için yorumlarınızı da sabırsızlıkla bekliyorum.

Başlamadan önce yıldıza dokunarak bana destek olabilirsiniz.

Ben de buraya sizin için bir yıldız bırakıyorum.⭐ Sizinkileri de bekliyorum :)

Keyifli okumalar.♡

93. BÖLÜM "BİLİNMEZLİK"

Hayatta bazen kararlar almamız gerekir. Hayatımızı daha kolay yaşamak, her şeyi kendimiz için kolaylaştırmak için alınan kararlar vardır. Ateş'le almış olduğumuz bu aşkı ertleme kararı da bunlardan biriydi ve ben bunun bizim için çok iyi olacağına inanıyorum. Çünkü hayatımız bu kadar yoldan çıkmışken ve her şey bizim için bu kadar zorken birbirimizi yanlış anlayıp buna rağmen aşkı yaşamaya devam etmek ikimize de zor geliyor, ikimizi de yoruyordu. Bunun o da farkındaydı ben de.

"İyi misin?" Duyduğum bu soruyla başımı çevirdim ve mutfağa giren Cansu'ya baktım. Bu karara rağmen Ateş'le birleşen dudaklarımız onun telefonu yüzünden mecburen ayrılmak zorunda kalmış, o işe dalmış, ben de mutfağa geçmiştim.

"İyiyim," dedim, Cansu yanıma geldi. Ben tezgâhın önünde durmuş, tezgaha yaslanırken o benim tam karşımda duran yemek masasına gitti, masaya yaslandı ve gözlerini üzerime dikti. "Beni bırak da sen iyi misin?" diye sordum, çünkü o da pek fazla iyi görünmüyordu. Derin bir iç çekti ve gözlerime baktı.

"Sanırım değilim," dedi, duyduğum bu cevap beni hiç şaşırtmadı.

"Konuşmak ister misin?"

Başını olumsuz anlamda salladı. "Hayır."

Anlayışla başımı salladım. Çünkü en iyi ben bilirdim konuşmak istemediğin zaman birinin ısrarla bunu yapmaya çalışmasının sinir bozucu olduğunu.

"Ateş'le nasıl gidiyor?" diye sordu bir anda, onların aksine ilişkimizi fazla göz önünde yaşadığımız için herkes her şeyin farkındaydı.

"Gitmiyor," dedim, afalladı. "Ama aramız kötü değil, işe yoğunlaştık sadece."

Yüzündeki o anlamsız bakış yok oldu, anladım dercesine başını salladı. "İyi olmanıza sevindim." Canının bir şeye sıkkın olduğu çok belliydi ama soramadım. Bir kez sormuştum zaten ve açıkça konuşmak istemediğini söylemişti. Üzerine gitmenin bir anlamı yoktu, fakat onu yalnız bırakmak da istemedim.

"Biraz yürüyelim mi? Hava almak ister misin?" diye sordum, bulunduğumuz ev bunu yapabileceğimiz bir yerdeydi.

"Aslında yorgunum biraz, daha sonraya erteleyelim," dedi, yine başımı salladım. Ona hiçbir şekilde ulaşamıyorken ve bu çabam her seferinde bu şekilde geri püskürtülüyorken sanırım onun için elimden pek de bir şey gelmezdi. "Neyse," dedi, masadan uzaklaştı. "Ben bir bardak su içeyim," deyip dolaba yöneldi ve suyu aldı, ardından da raftan bir bardak alıp su içti. O bunu yaparken ben de mutfaktan ayrıldım, salona döndüm ve bir tek Uras'ın burada olduğunu gördüm. Her zamanki gibi yine bilgisayarı ile ilgileniyordu. Ben de salona gittim, karşısına oturdum.

"Ne yapıyorsun?" diye sordum ne yaptığını bildiğim hâlde, amacım sadece onunla konuşmaktı.

"Görmüyor musun? Oyun oynuyorum!" Kızdı, birinin onu önceden kızdırmış olduğunu hemen anladım. Birimize kızdığı zaman bir diğerimize karşı da sinirli oluyordu.

"Biri seni kızdırmış," dediğimde başını kaldırdı ve bana baktı.

"Bu evden nefret ediyorum! " dedi bir anda, şaşkınca kaldım. Böyle bir cümleyi ilk defa kurmuştu. "Hepinize bilgisayarıma dokunmayın diyorum ama her seferinde saklıyorsunuz!" diye kızmaya devam etti, onu tanıdığım ilk günden beri ağzından düşürmediği tek şeyi bilgisayardı.

"Sakin ol, bilgisayarını çok seviyorsun farkındayız ve biz de ortada durup başına bir şey gelmesin diye kaldırıyoruz sürekli." Kaşlarını çattı.

"Yapmayın! Sizden bunu isteyen olmadı!" Yine kızdı ve laptonunu kapattı, ayağa kalktı. O sırada Ateş de salona geldi.

"Ne oluyor?" diye sordu, bir sorun olduğunu Uras'ın yüzündeki fazla öfkeli ifadeden anlamıştı hemen. Ona cevap vermek istedim ama Uras buna izin vermedi ve gidip tam karşısında durdu, abisinin gözlerinin içine baktı.

"Bana yeni bilgisayar al!" dedi ters bir tavırla ve laptonunu kolunun altına koydu. Ateş gözünün ucuyla ne oluyor dercesine bana baktı, omuz silktim. Benden cevap alamayınca anlamsız bakışlarını Uras'a çevirdi.

"Alayım," dedi bir tek ve fazlasıyla şaşkın bir tavırla.

"İyi," dedi Uras ve gitti, aralarında geçen bu kısacık sohbet absürt geldi, gülesim de geldi ama bunu tabii ki yapmadım. Uras gözden kaybolurken Ateş yeniden bana döndü ve az önce kardeşinin oturduğu yeri kendisi aldı.

"Ne oluyor?" diye sordu, omuz silktim.

"Bilmiyorum, anlamadım," dedim ve salona geldikten sonra onunla aramızda geçen konuşmayı kısa bir özet geçtim, sinirli olduğundan falan bahsettim. Ateş beni dikkatle dinledikten sonra yüzündeki o anlamsız ifade daha da arttı.

"Yine kim kızdırmıştır kim bilir," dediğinde de yüz ifadesini toparlamıştı. "Ne zaman düzelecek çok merak ediyorum," dedi ve başını hafifçe öne eğdi, dudaklarından bıraktığı o sıkıntılı nefesi fark ettim. "Tabii düzelme ihtimali varsa," diye eklemeyi de ihmal etmedi.

"Doktor zamanla iyi olacağını söyledi," dedim, gerçekten de onu tedavi eden doktor her seferinde bunu söylüyordu.

"Doktor her şeyin ilaçların etkisi olduğunu da söyledi ve o ilaçları nereden baksan iki aydır kullanmıyor. Hâlâ mı geçmedi etkileri?" diye sordu, ona da hak verdim. Çoktan bir sonuç alınmış olması gerekiyordu.

"Başka bir doktor mu bulsak?" diye sordum ben de. "Daha iyi bir doktor," dedim, oysa Uras tedaviye başlarken Ateş zaten en iyi doktoru bulduğunu da söylemişti.

"Araştıracağım biraz," dedi, başımı salladım. Uras konusu kapanırken odada telefonunun çaldığını hatırladım.

"Kim aradı?" diye sordum, anında gerildi ve buna bir anlam veremedim. Neden şimdi böyle oldu diye düşünürken hareket eden âdemelmasından yutkunduğunu fark ettim ve kaşlarımı çattım. Bu da neydi şimdi?

"Adamlardan biri," dedi, çok rahat davrandı ve bu rahatlığı bile yalan söylediğini anlamama neden oldu. Adamlardan biriyle konuşmuş olması mı gerilmesine neden olmuştu yani?

Bunu düşünürken aklıma Ceyhun'un evinde kalırken gece evden çıktığı ve bir kadınla gittiği geldi ve keyfim kaçtı. Kendisini gizlice izlemiş olduğumu anlamasın diye bunu dile getirmemiş, soramamıştım ama meraktan da delirmek üzereyim. Kimdi o kadın? Şimdi de onunla mı konuştu? Bu yüzden mi bu kadar gergin?

"Öyle mi?" diye sordum birkaç dakika önce vermiş olduğu cevaba yönelik ve devam ettim. "Ne dedi ki sana? Hem çok uzun konuştun hem de sanki biraz gerilmiş gibisin," dedim, gördüğüm şeyi dile getirdim.

"Boş ver, çok da önemli bir şey değil," dedi ve konuyu kapattı. Buna rağmen ısrarla sormaya devam edecekken de bunu fark etmiş gibi başka bir konu açtı. "Abin hakkında araştırma yapılıyor." Abimle aklımı dağıtmaya çalıştı ve maalesef ki başarılı oldu. Çünkü şu an bu hayatta benim için en önemli olan konu tam olarak buydu ve o da bunu çok iyi biliyordu. "Yakında bir şeyler çıkacaktır elbet."

"En fazla ne çıkabilir ki? Hangi sebep bunu yapmasına neden olabilir Ateş? Biz yıllarca o öldü diye üzüldük, ağladık, annem ne hâle geldi ya! Bizim hayatımız mahvoldu ondan sonra ve o hayatına başka bir yerde devam ediyormuş resmen! Aklım almıyor! Hiçbir sebep bunu açıklayamaz!" Sanki onun suçu varmış gibi ona kızdım. Ateş söylediklerime karşılık bir şey demezken salona Erdem, Doğan ve Savaş üçlüsü girdi. Onlar bir yerlere otururken de Cansu mutfakta çıktı ve o da salona geldi.

"Eee ne yapıyoruz bir karar alındı mı?" diye sordu Erdem ve Ateş'e baktı. "Taner konusunda ne yapıyoruz?"

"Kaçıracağız, başka şansımız yok. Yolda olmaz ama, o zaman polisle çatışmaya girmemiz gerekir. Bizim amacımız bu değil, yanlışlıkla bile birine sıksak gerçek bir suçlu oluruz o zaman. En iyi yöntem olaysız almak. Cezaevinden çıkaracağız onu bir şekilde," dedi, duyduğum bu şeyden memnun oldum. Hiç değilse polisle çatışmaya girmek zorunda kalmayacaktık. Bu kadarı biraz fazla olurdu çünkü.

"İyi, ara şu seni arayan numarayı ve Taner'i alacağımızı söyle," dedi Erdem, Ateş arkasına yaslandı.

"Denedim, numara kullanılmıyor. Muhtemelen gece kendisi arayacak, bekleyeceğiz," dedi, Erdem ayağa kalktı ve ellerini arkasında birleştirdi.

"İyi, bekleyelim ama boş boş durarak değil. O çocuğu bir an önce onun elinden almak istiyorsak Taner'i de bir an önce oradan almamız lazım. Bunun için de iyi bir plana ihtiyacımız var," dedi, atıldım hemen.

"Gardiyanlarla anlaşmamız gerekiyor." Herkes bana baktı bu cümlemle. "Başka hiçbir şekilde ona ulaşamaz, onu oradan çıkaramayız."

Cansu hemen atıldı. "Bu çok riskli olacak." dedi, herkes bu kez de ona döndü.

"En başından beri risk almaktan başka şansımız olmadığını zaten çok iyi biliyorduk," dedi Doğan, arkasına yaslanıp iç geçirdi. "Risk alacağız yine, başka şansımız yok."

Savaş araya girdi. "Fakat bu riskin sonuçlarını toparlayabileceğimizi düşünmüyorum. Gardiyanlardan biri onlarla iletişime geçtiğimizi ihbar ederse peşimizdeki o ordu kadar polis tarafından köşeye sıkışmış oluruz." Bu fikri sunan ben olmuş olsam da Savaş'a hak verdim.

"En iyisi zehirlemek," dedi Erdem, bakışlarım onu buldu. "Hatırlamıyor musunuz Mira'nın babası zehirlendiğinde hemen hastaneye kaldırıldı. Yine öyle olacaktır. Hastaneden çıkarmak cezaevinden çıkarmaktan çok daha kolay."

Ateş araya girdi. "Çok dikkat çeker. Kaçırılacağını hemen anlar, o hastaneyi polis doldururlar. Taner'i kaçıralım derken bizi onun yanına götürürler," dedi, oysa Erdem'in fikri benim aklıma yatmıştı. "Zehirlemek değil de başka bir sebepten hastaneye götürmelerini sağlamak lazım. Dikkat çekmeyecek bir şekilde," dedi, neyse ki hastane fikrine sıcak baktı. Sadece yolu biraz değiştirmek istedi.

"Başka ne için götürürler ki hastaneye?" diye sordu Cansu, uzun uzun düşündüm ama aklıma başka hiçbir şey gelmedi.

"Basit şeyler revirde halledilir," dedi Erdem ve kalktığı yere yeniden oturdu. "Hem büyük bir şey yapmalı hem de kendiliğinden olmuş gibi göstermeliyiz," dediğinde Ateş araya girdi.

"Aynen öyle, öyle bir şey yapmalıyız ki hiç kimse bunun bir başkası yüzünden olduğunu anlamamalı," dedi, düşündüm ve böyle bir şey bulmaya çalıştım. Fakat zihnim bana hiç yardımcı olmadı, aklıma hiçbir şey gelmedi.

"Benim aklıma bir şey geliyor," dedi Savaş, herkes ona döndüğünde de devam etti. "Erdem'in söylediği yoldan ilerleyeceğiz ama küçük bir farkla," dedi, arkasına yaslandı. Merakla ona bakarken de devam etti. "Taner'i zehirleyeceğiz ama sadece Taner'i değil, herkesi zehirleyeceğiz," dediği an şaşkınca kaldım karşısında. Bu tamamen saçmalıktı, bunu dile getirmesi bile hataydı.

"O kadar da değil," dedi Cansu, Savaş devam etti.

"Gidip adamları öldürecek kadar zehirleyelim demiyorum size. Gıda zehirlenmesi gibi bir şey, bir serumla toparlanır hepsi. Fakat Taner'i biraz daha abartırsak onu hastaneye götürürler. Kısacası bir kişiyi değil, hepsini zehirleyelim. Taner aralarında dikkat çekmez," dedi, bir yandan söylediği şey çok saçma gelirken bir yandan da mantıklı geliyordu aynı zamanda.

"Aslında mantıklı ama..." dedi Ateş, devam edemedi.

"Aması ne?" diye soran Doğan oldu, onun aklına yatmış gibiydi.

"Bilmiyorum, suçsuz insanları zehirlemek doğru değil," dedi Ateş, herkes ona tuhaf bakışlar attı, ben hariç.

"Lan bakmayın bana öyle tamam adamlar suçlu oldukları için cezaevindeler zaten ama sonuçta cezalarını çekiyorlar," dedi, ben de onun gibi düşünüyordum. Hiç kimseye bunu yapmaya hakkımız yoktu.

"Öldürmeyeceğiz hiç kimseyi," dedi Erdem ve devam etti. "Bunu yapmazsak birileri ölecek asıl ve bu bizim için hiç iyi olmayacak. Bu yüzden yapalım, ben varım. Gıda zehirlenmesinden hiçbir şey olmaz," dedi, hiç kimseye değil sadece Ateş'e baktım. Gözlerini yere odaklayıp uzun uzun düşündü. O an aklıma babamın zehirlendiğinde hissettiklerim geldi, şimdi bunu onlarca kişiye hissettirecek bir karar alınıyordu ve bu fazlasıyla canımı sıkıyordu. Fakat başka bir yol olmadığının ben de farkındayım.

"Siz ne diyorsunuz?" diye sordu Ateş ve gözlerini yerden kaldırdı. Cansu'ya, bana ve Doğan'a baktı.

"Benlik bir sıkıntı yok, ne derseniz tamamdır benim için," dedi Doğan, Cansu devam etti.

"Kimse ölmediği sürece sıkıntı olmaz. Çünkü gerçekten de bunu yapmazsak küçücük bir çocuk zarar görecek," dedi, Ateş bana döndü. Babamı, hissettiklerimi düşündüm ve olur demek içimden gelmedi ama tüm bunların yanı sıra o küçücük çocuğu düşününce de hayır demek de istemedim ve ağır gelen taraf çocuk olunca kararımı verdim.

"Küçücük bir kızın hayatı söz konusu, yapalım," dedim ve ekledim. "Fakat kimseye ölümcül bir zarar vermek yok."

"Bizim de öyle bir niyetimiz yok zaten," dedi Erdem ve ayağa kalktı. "Madem herkes için tamam, gıda zehirlenmesi üzerine gideceğiz. Taner'in gönderileceği cezaevi belli zaten. Yapmamız gereken ilk şey cezaevinin yemeklerini kimin yaptığını ya da hangi şirketle anlaşma içinde olduklarını öğrenmek olacak," deyip cebinden telefonunu çıkardı. "Bu iş bende," dedikten sonra birini aradı ve salondan uzaklaştı, bahçeye çıktı. O giderken Doğan ayağa kalktı.

"Ben de şu hastane işiyle ilgileneyim. Mutlaka daha önce birileri götürülmüştür oradan hastaneye. Hangi hastaneye gideceklerini öğrenmeye çalışayım ki orası için de bir plan yapalım," dedi, uzanıp orta sehpanın üzerinde duran araba anahtarını aldı.

"Biz ne yapalım?" diye sordu Cansu, Ateş ayağa kalktı.

"Şimdilik yapacak bir şey yok, bekleyeceksiniz," dedi, o an aç olduğumu hissedip bir şeyler yemek istedim ve ben de ayağa kalktım. Evden çıkacak gibiydik, bir şeyler yemeden çıkmam benim için pek de iyi olmayacak diye içimden geçirirken mutfağa doğru yürüdüm. O sırada Ateş'in telefonu çaldı. Durdum, ona döndüm. Telefonu cebinden çıkardı, fark ettiğim kadarıyla yan tuşuna bastı ve sesi kapattı. Merakla ona bakarken gayet rahat bir tavırla yanıma geldi.

"Yemek yiyeceğim," dedim, anladım dercesine başını salladı ve hiçbir şey demeden yatak odasına doğru yürüdü. Mutfağa girmek yerine durup ona bakmaya devam ettim. Yatak odasına girdiğinde merakıma yenik düştüm ve peşinden gittim. Yatak odasının önünde durdum, içeriye giremedim. Kapı kapalı olduğu için biraz yaklaştım ve bir şeyler duymayı bekledim.

"Hayır, bugün olmaz," dediğini duydum Ateş'in, kaşlarımı çattım. Ne bugün olmazdı? Neyden bahsediyor bu? "Peki, öyle olsun," dedi bu kez de. Bir şeyler anlamak için zihnimi zorlarken söylediği diğer şeyi duydum. "Yarın akşam diyelim." Öfkelendim, yine mi gizli gizli bir kadınla bulaşacaktı?

Öfkeme sahip çıkmak için ellerimi yumruk yaparken ayak sesleri duydum, kendimi toparladım ve odanın önünden uzaklaştım. O sırada ayak sesinin Savaş'a ait olduğunu fark ettim, yanımdan geçip odasına doğru yol aldı. O giderken ben de mutfağa girdim, bir sandalye çekip oturdum. Yemek yemek için iştah falan kalmamıştı, canım sıkılmış ve keyfim kaçmıştı. Kimdi bu kadın? Neden sürekli bu şekilde gizli gizli buluşuyor? İşlerle mi ilgili yoksa çok farklı bir şey mi?

"Sakin ol Mira, sakin," dedim kendi kendime, hemen kötü şeyler düşünüp de kendimi üzmemin hiçbir anlamı yoktu. Sakin olmalı, mantıklı düşünmeliydim. Belki de bu işlerle ilgili bir kadındır ve bunu bizden saklaması için iyi bir sebebi vardır. Böyle düşünüp kendimi rahatlatırken mutfağa girdiğini gördüm.

"Yemek yiyecektin hani?" diye sordu

Omuz silktim."Canım istemiyor, bir anda iştahım kaçtı." dedim, yanıma geldi ve bir sandalyede kendisi çekti.

"Sebep? Ne oldu da iştahın kaçtı bir anda?" diye sorunca omuz silkmekle yetindim, şüpheli bir ifadeyle yüzüme bakarken de her şey yolundaymış gibi davrandım.

"Çok sıcak burası, salona geçelim," dedim ve ayağa kalktım, onunla yalnız kalmak istemedim. Çünkü yalnız kalırsak çok iyi biliyorum ki kendime engel olamayacak ve soracağım. Fakat sormadan öğrenmek benim için çok daha iyi olacak gibi.

Salona geçtiğimizde Cansu'yu gördüm. İkili koltuğun sağ tarafına oturmuş telefonuyla ilgileniyordu. Sessizce geçip bir köşeye oturduğumda Ateş de geldi ve tekli koltuğa oturdu. Çok geçmeden Doğan yeniden döndü, çabuk dönmüş olmasından dolayı şaşırırken konuştu. "Pek fazla araştırılacak bir şey yokmuş," dedi, yanımıza geldi. "Cezaevine yakın tek bir hastane var. Diğerleri çok uzakta. 112 arandığı an o hastaneden ambulans yola çıkıyor ve yeniden oraya dönüyor," dedi, arkasına yaslandı. "Hastane belli oldu yani," dedi, o sırada Erdem de salona girdi.

"Cezaevi herhangi bir yemek şirketiyle anlaşmalı değilmiş. İçeride çalışan mahkumlardan aşçı olan bir adam varmış. O ve yemekten anlayan birkaç mahkum tarafından yapılıyormuş," dedi, Ateş hemen atıldı.

"Çok güzel, bu şekilde çok daha kolay olacak," dedi, Erdem salona gelip de otururken de devam etti. "İçeriden birileriyle anlaşmak daha kolay olacak," dedi ve devam etti. "O aşçı mahkûm ve yardımcıları araştıralım. Aileleri hakkında ne varsa öğrenin. Adamlara ailelerine para vereceğimizi daha iyi şartlarda yaşatacağımızı söylersek ve yaparsak adamlar da her şeyi yaparlar bizim için," dedi, birkaç dakika önce salona gelmiş olan Savaş konuştu.

"O zaman bunu araştırma işini ben alıyorum. Zaten dışarıda işim var, hallederim ben," dedi, Ateş ona döndü.

"Hayırdır kardeşim ne işin var?" diye sordu merakla, Savaş montunu giyerken cevapladı. "Önemli bir şey değil, boş verin. Birkaç saate haber ederim size," dedi, kimse ona bir şey demezken de evden çıktı.

"Bunda bir şeyler var," dedi Erdem, hepimiz ona döndük. "Bu çocuk kaç gündür böyle sessiz, gergin. Gizli gizli bir yerlere gidip duruyor. Bir derdi var belli," dediğinde gözlerim istemsizce kapıya doğru gitti, Savaş'ın çoktan gitmiş olduğunu gördüm.

"Ben dün gece konuştum," dedi Doğan, ne yani o da mı bunun farkındaydı? Ben bir şeyler olduğunu fark etmemiştim. "Bir şey yok deyip geçiştirdi beni ama bir şey olduğu çok belliydi," dedi ve sıkıntıyla ofladı. "Hiçbir şey söylemiyor ama, içine kapandı adam resmen."

"Olanlar belki onun da canını sıkmıştır," dedim, hepsi bana döndüler. "Kolay şeyler yaşamıyoruz, hepimiz artık sıkıldık ve o da sıkıldı." Ben bunu derken dışarıdan araba sesi geldi, Savaş'ın evden ayrıldığını anladım.

"Böyle basit bir şey olduğunu sanmıyorum, döndüğünde konuşsak iyi olacak," dedi ve ayağa kalktı Ateş. O sırada telefonu yine çaldı, kaşlarımı çattım. Ellerimi yumruk yaptım, öfkem arşa çıktı. Her kimse iki dakikada bir arıyor diye düşünürken cebinden telefonunu çıkardı, sinirle ona bakarken konuştu.

"Arıyorlar," dedi, tüm öfkem yok olup gitti. Ateş aramaya yanıt verip sesi de dışarıya verdiğinde Ekin'in sesi duyuldu.

"Demirkan," dedi yine tonlayarak. Sesi o kadar sinir bozucuydu ki yanımda olsa bir kaşık suda boğardım onu. "Beni aramışsın." Kaşlarımı çattım, nasıl öğrenmişti bunu? "Ulaşamamışsın, ben de yeniden arayayım dedim." Arkama yaslandım, ellerimi göğsümün altında birleştirdim. Sadece dinlemek istedim, konuşmak için herhangi bir şey yapmak istemedim.

"Aradığına göre kararını vermiş olman gerekiyor."

Ateş hemen yanıtladı.

"Verdim, Taner'i kaçıracağız ve sana getireceğiz," dedi hiç tereddüt etmeden ve devam etti. "Fakat önce beni Eva'yla konuştur. O çocuğun iyi olduğundan emin olmam lazım," dediğinde heyecanlandım, Ekin'in bunu kabul etmesini umut ederken gülme sesi geldi.

"Peki," dedi güldükten sonra ve son harfi uzatarak. "Çocuğu getirin buraya," dediğinde adamlarına emir vermiş olduğunu anladım. Sabırla beklerken birkaç dakika içinde telefondan sesler gelmeye başladı, çok geçmeden de Ekin'in sesi duyuldu.

"Gel Eva'cığım, bak Ateş abin seninle konuşmak istiyor," dedi, hemen ardından da Eva'nın sesi duyuldu.

"Ateş abi!" diye bağırdı heyecanla. Sesi çok iyi çıkıyordu ve tuhaf bir şekilde keyfi yerinde gibiydi. Şu an iyi bir durumda değildi ama bunun farkında olamayacak kadar da iyiydi. Bu durum da beni rahatlattı ve mutlu etti.

"Abiciğim, nasılsın?" diye sordu Ateş, sesi çok yumuşak çıktı.

"Çok iyiyim, biz az önce parka gittik. Arkadaşını çok sevdim," dediğinde kaşlarımı çattım, Ateş de aynı tepkiyi verirken Eva devam etti. "İşlerin bitince gelecekmişsin, ne zaman bitecek işlerin?" diye sordu Eva, o an Ekin'in onu Ateş'in arkadaşıyım diye kandırdığını anlamış oldum.

"Az kaldı abiciğim, birkaç güne bitecek işim. Geleceğim yanına," dedi Ateş, hâlâ sesi çok yumuşak ve sakin çıkıyordu ama öfkesi de her şekilde belli oluyordu.

"Tamam Ateş abi," dedi Eva, Ateş ondan telefonu Ekin'e vermesini istediğinde de Ekin'in sesi duyuldu.

"Çocuk katili ya da çocuklara zarar veren biri değilim Ateş. Hiçbir zaman da olmayacağım. Küçük arkadaşınızın burada keyfi yerinde. Çok da iyi bakılıyor ve emin olun Taner bize ulaşmış olduğunda o da size sağsalim ulaşmış olacak," dedi, öyle bir konuşuyordu ki sanki iyilik meleğiydi. "Size kolay gelsin, işiniz bayağı zor çünkü," dedi ve telefonu kapattı. Eşzamanlı olarak Ateş sert bir küfür etti ve sıkıntıyla ofladı.

"Hiç değilse sesini duyduk, iyi olduğunu öğrendik," dedi Cansu, sesi ağlayacakmış gibi çıktı.

"Ağlamak yok, vaktimiz yok çünkü," dedi ve Ateş yeniden ayaklandı.

"Hadi, kalkın başlıyoruz," dediğinde hep beraber ayaklandık.

"Şu iş bitsin o zaman bir an önce," dedi Erdem ve yanımıza geldi. "Bu kez hata yapmak yok, ağlayıp sızlamak da yok," derken Cansu'ya laf çarptı, Cansu'nun göz devirdiğini gördüm.

"Bana laf çarpmayı bırak," dedi, Cansu ve Ateş'e döndü.

"Söyle o zaman bir şeyler yapalım, biz de bir an önce bitsin istiyoruz."

"Söyleyecek hiçbir şey yok, önce Ceyhun'dan haber almamız lazım. Taner ne zaman tutuklanacak bilmemiz gerekiyor," dediğinde telefonumu çıkardım.

"O iş bende," dedim, hepsi bana bakarken Ceyhun'u aradım. Birkaç çalıştan sonra telefonu açtı.

"Efendim Mira." Sesi fısıltı gibi çıktı.

"Uygun bir zamanda aramadım sanırım," dedim, anında yanıtladı.

"Kalabalık biraz burası," dedi, hâlâ sesi kısık çıkıyordu. "Ama söyle sen, dinliyorum seni." dedi, Ateş konuşmamı işaret edince konuşmaya başladım.

"Taner konusunda ne oldu?"

"Ağzından tek kelime bile çıkmadı. Video hakkında bile bir şey söylemedi. Suçlamayı ne reddetti ne de kabul etti. Avukat falan da istemiyor. Hiçbir şey umurunda değil adamın. Kırk sekiz saat işinden vazgeçtiler durum böyle olunca. Savcılığa sevk edecekler hemen. Bu video yüzünden de kesin tutuklanır, dava açılır hakkında ve tutuklu yargılanır," dedi, Ateş konuştu.

"Başka bir delil var mı hakkında?" diye sordu, Ceyhun hemen yanıtladı.

"Başka hiçbir delil yok hakkında, dedim ya ağzından tek bir kelime bile çıkmadı."

Ateş telefonu elimden usulca aldı. "Eğer savcılığa gönderirse hemen bize haber et, biz diğer kalan işleri halledeceğiz." İkisi de birbirini hiçbir şekilde sevmiyor ama buna rağmen çok iyi anlaşıyorlardı bazı konularda.

"Siz burayı hiç düşünmeyin, ben bir şey olursa sizi ararım hemen," dedi, o an başka birilerinin sesini duydum. Ceyhun'un sesi o sesi bastırdı.

"Tamam anne, arayacağım ben seni sonra. Toplantıya girmem lazım, hadi görüşürüz," dedi ve telefonu kapattı. Ateş'e anne demiş olması biraz komik gelirken Ateş telefonu uzattı bana.

"Biri geldi," dedi sanki biz duymamışız gibi ve orta sehpanın üzerinde duran silahını aldı, beline yerleştirdi.

"Hadi çıkıp diğer her şeyi ayarlayalım, Taner o cezaevine girdiği gibi çıkacak," dedi, hep beraber evden çıktık ve yepyeni bir maceraya doğru yola çıktık.

Bu kez ne gittiğimiz yol belliydi ne de ulaşacağımız sonuç. Bir bilinmezliğe gidiyor, hayatımızın en büyük riskini alıyorduk ve o bilinmezliğin riskinin sonuçlarının ne olacağı tam bir muammaydı.

Bölüm Sonu!

Selammmm <3 Nasılsınız, neler yapıyorsunuz?

Bölümde çok büyük iki spoi vardı :) sonraki bölümlerin içeriğine dair size iki büyük spoi bıraktım. Bunları yakalayan oldu mu?

Sizce bu sefer aldıkları riskin sonuçları neler olacak?

Taner'i kaçırabilecekler mi dersiniz?

Şu gizemli kadın kim çıkacak dersiniz?

Bölümde en sevdiğiniz sahne hangisi oldu?

Bölümü en iyi anlatan emojiyi buraya bırakabilirsiniz.

Yeni bölümde görüşmek üzere:) iyi bakın kendinize güzellerim ♡

Duyuru ve alıntılar için de sosyal medya hesaplarımı bırakıyorum, oradan da takip edebilirsiniz beni.

Instagram: gizzemasllan

Twitter: gizzemasllan

gizzemasllan

ÇOK SEVİLİYORSUNUZ.♡

Loading...
0%