Yeni Üyelik
96.
Bölüm

95.BÖLÜM "ÖLÜ KADININ OYUNU"

@gizzemasllan

Selam suç ortaklarım :)

Bir önceki bölüme gelen yorumlarınız için çok teşekkür ederim.♡ Bu bölüm için yorumlarınızı da sabırsızlıkla bekliyorum.

Başlamadan önce yıldıza dokunarak bana destek olabilirsiniz.

Ben de buraya sizin için bir yıldız bırakıyorum.⭐ Sizinkileri de bekliyorum :)

Keyifli okumalar.♡

95. BÖLÜM "ÖLÜ KADININ OYUNU"

Hayat, bir rüzgâr gibidir. O rüzgârın ne zaman çıkacağını, bizi nereden nereye sürükleyeceğini hiçbir şekilde bilemeyiz. Aniden çıkar, bizi öyle bir yere savurur ki neye uğradığımızı şaşırırız. Tıpkı şimdi olduğu gibi. Bir rüzgâr çıktı, bizi bu hastaneye savurdu ve bizi sürüklediği bu hastanede, emniyet müdürü tarafından köşeye sıkıştırıldık. Bu yaşadığımız şey ya büyük bir tesadüftü ya da büyük bir oyuna düşmüştük.

"Sonunda karşımdasınız," dedi Tufan Müdür ve gözlerini bir bir hepimizin üzerinde gezdirdi. Bunu yaptıkça yüzünde oluşan o memnun ifade, biraz daha arttı, keyfi biraz daha yerine geldi ve bu ifadeyle kazanmış olduğunu, gözlerimize soktu.

"Bir gün bu durumda olacağımızı çok iyi biliyordum,” diye ekledi, eşzamanlı olarak arkamdakilerin hepsinin silahlarını çektiğini duydum. Gözümün ucuyla arkama baktığımda da hepsinin silahlarını Tufan Müdür'e doğrulttuğunu gördüm, bir tek benim silahım yoktu. Bunu hiç umursamayıp Tufan Müdür'e döndüğümde afallamış olduğunu gördüm.

"Ne yapacaksınız? Beni vurup kaçacak mısınız?" diye sordu, verecek cevap bulamadım, sessiz kaldım.

"Siz ne yapacaksınız? Bizden birini mi vuracaksınız?" diye sordu Ateş, Tufan Müdür'ün gözleri bir kez daha üzerimizde gezindi, hiçbir şey diyemedi.

"Bizim bir suçumuz yok." Bunu diyen de Cansu oldu, Tufan Müdür, ona odaklandı. "Her şey bunun ve bunun birlikte çalıştığı adamların suçu!" diye eklerken baygın olan Taner'i gösterdi. Gözümün ucuyla koltukta baygın olan polislere baktım, vaktimiz çok fazla yoktu. Artık Taner'i kaçırmak gibi bir şansımız yoktu zaten. Tek derdimiz, kendimizi kurtarmaktı.

"Bunu siz de çok iyi biliyorsunuz." Bu cümle Doğan'ın dudaklarından döküldü.

"Gönderdiğimiz o videoda suçsuz olduğumuzu açıkça söylüyor." Bunu da Savaş dedi, Tufan Müdür, tüm bunlar karşısında hiçbir şey diyemezken Savaş devam etti. "Oyuna düştük, sizin de bunu artık anlamış olmanız gerekiyordu." Savaş'ın bu cümlesiyle Tufan Müdür, gözlerini Ateş'e çevirdi.

"Kardeşin genç bir kızı öldürdü,” dedi, hemen araya girdim.

"Öldürmedi." Sonunda ağzımdan bir şeyler çıkmış oldu, Tufan Müdür'ün gözleri beni buldu. "Onu tanımıyorsun, tanısan sen de bunu yapmayacağını bilirsin. Çok küçükken kaçırmışlar, ilaçlarla büyümüş ve şu an küçük bir çocuk gibi. Kızı öldürmüş, eline bir silah vermişler çocuğun ve kızın yanına götürüp videosunu çekmişler. Uras, katil değil. Bunu yapacak durumda da değil zaten." Uras'ı savundum, Tufan Müdür konuşacak gibi oldu ama devam edip engel oldum ona.

"Eğer Uras o kızı öldürmüş olsaydı bunun da videosu olurdu elinizde, sadece başında dururken çekilmiş kısacık bir video olmazdı. Her şeyin oyun olduğu, büyük bir tuzağa düşmüş olduğumuz bu denli açıkken bulunduğumuz durum bize yaptığınız haksızlıktan başka hiçbir şey değil,” dedim, Tufan Müdür,yine hiçbir şey diyemedi ve sustu.

"Haklı olan taraf biziz,” diye girdi konuya Cansu. "Asıl haksız olanlar bizi bu duruma düşürenler. Bunu da kanıtlamaya çalışıyoruz!" İsyan etti, Tufan Müdür, onda olan gözlerini bana çevirdi ve gözlerimin içine baktı. O an konuşmam gerektiğini hissettim.

"Ben polistim,” dedim, bu dediğimle diğerlerinin de gözleri bir bir beni buldu. "Polis olmaya âşıktım,” diye ekledim, kimseden ses çıkmadı. "Sırf bu yüzden babamı şikâyet ettim. Sonrasında sevdiğim adama ihanet ettim. Adalet yerini bulsun diye en sevdiklerimi yaktım. Buna en yakından şahit oldun Tufan amca. Hiç kimse yokken vardın yanımda, hiç kimse anlamıyorken anladın beni ve hep doğrusunu yaptığımı söyledin." Yine sessiz kaldı, yine hiçbir şey diyemedi.

"Onlar artık benim kardeşim,” dedim, arkamda duran Doğan'ı, Erdem'i, Savaş'ı ve Cansu'yu gösterdim. "O da âşık olduğum adam,” diyerek Ateş'i de gösterdim. "Buna rağmen bir yanlış olsaydı yemin ederim ki bunun içinde yer almazdım. Sen de bunu çok iyi biliyorsun Tufan amca,” dedim, yanına gittim. Aramızda çok az bir mesafe varken gözlerinin içine baktım.

"Bir suçlu olmadığımıza sen de inanıyorsun, biliyorum,” dedim, bu kez yanıtladı.

"Kaçarak tüm suçları kabul ediyorsunuz. Eğer en başından kaçmamış olsaydınız..." Sözünü kestim.

"Tutuklanacak, cezavine gidecek ve adaletin yerini bulmasını bekleyecektik,” dedim, konuşmak için bir hamle yaptı ama hemen devam edip engel oldum ona. "Peki ne zaman yerini bulacaktı o adalet? Yıllar sonra mı? Kim bizim için çabalayacaktı bizim kadar? Siz mi? Dosyamızı kapattıkları an mahkûm olacaktık, sizin de elinizden bir şey gelmeyecekti. Bize ancak biz yardım edebilirdik ve bunu yapıyoruz. Hakkımızı arıyoruz, kaçıp gitmek yerine suçsuz olduğumuzu ispatlamaya çalışıyoruz,” dedim, sustum. Söyleyecek başka bir şeyim yoktu artık, bu sözlerimden sonra bizi anlamazsa devam etmenin bir anlamı da yoktu.

"Şimdi niye buradasınız?" diye sordu, ona cevap veren Ateş oldu bu kez.

"Taner'in bildiği bir şeyler var ve tüm bunlara sebep olan adam bizden onu getirmemizi istedi. O adama ulaşmak için de Taner'i almaktan başka şansımız yok ve bizim o adama ulaşmamız lazım. Çünkü eğer bir yerlerde suçsuz olduğumuzu kanıtlayacak bir şeyler varsa ona ulaşmanın yolu o adamdan geçiyor, o adamı bulmanın yolu da Taner'den. Biz de tam olarak bu yüzden buradayız,” dedi, Tufan Müdür gözlerini kapattı ve derin bir nefes aldı. Dikkatle ona bakarken bakışları yeniden beni buldu. Yetinmeyip yine diğerlerine baktı. Bir karar vermeye çalışıyor gibi bir hâli var diye içimden geçirirken hâlâ elinde olan silahını beline yerleştirdi.

"Bu işi çabuk halledeceksiniz!" dedi, anlamsız bakışlar atarken de devam etti. "En kısa zamanda her şeyi ortaya çıkaracaksınız ve bunu yeniden adalete teslim edip siz de başınız dimdik ortaya çıkacaksınız!"
Söyledikleri karşısında şaşkınca kaldım, ciddi miydi?

"Siz bizi bırakıyor musunuz?" diye sordu Savaş,

Tufan Müdür başını salladı. Bırakıyorum, hiç görmemiş gibi yapacağım."

Bu cevapla dudaklarım yana kıvrıldı. "Taner'i de mi vereceksiniz?" Emin olmak istercesine sordum.

Yine başını salladı. "Sizi görmediğime göre onu götürüyor olduğunuzu da görmemişim demektir,” dedi, keyfim daha da yerine geldi. "Suçsuz olduğunuza, o kadar insanı öldürmemiş olduğunuza emindim,” dedi, bana doğru birkaç adım attı ve gözlerimin içine baktı.

"Gönderdiğiniz videoyla daha da emin oldum ama yine de sizi aramaya devam ettim. Çünkü ben de mesleğime aşığım, işimi yapmam gerekiyordu." Yüzümde buruk bir tebessüm oluşurken ekledi. "Yapıyorum da, benim mesleğim suçsuzları demir parmaklıkların arkasına göndermek değil, suçluları göndermek ve o suçlulara siz ulaşacaksınız. Bir gün her şey ortaya çıktığında ve siz de kendinizi ortaya çıkardığınızda arkanızda gururla duracağım,” dediğinde mutluluktan gözlerim doldu ve içimdeki duyguları bastıramadım, ona doğru atılıp boynuna sarıldım.

"Teşekkür ederim,” dedim, sımsıkı sarıldım ona. "İnandığın için çok teşekkür ederim Tufan amca,” derken sesim boğuklaşmıştı, utanmasam bir de ağlayacaktım.

"Tamam tamam,” dedi Tufan Müdür, ondan uzaklaştım. "Şimdi hadi çabucak halledin işinizi, burada şimdilik benden başka kimse yok, bir süre de gelmelerine engel olurum,” dedi, bize arkasını döndü ve kapıya doğru yürüdü, tam odadan çıkacakken aklıma gelen şeyle konuştum.

"Güvenlik kameraları,” durdu ve bana döndü. "Taner'in kaybı için kontrol edilecektir. Bizim görünmemiz sorun değil ama senin görünmen hiç iyi olmaz."

"Hallederim ben, siz hiç merak etmeyin. İşinizi doğru dürüst yapın, yeter,” dedi ve başka bir şey dememe fırsat kalmadan odadan çıkıp gitti. O giderken arkamı döndüm, şaşkınca duran bizimkileri gördüm.

"Az önce emniyet müdürüyle iş birliği yaptık." Cansu bunu şaşkınca söyledi.

"Aynen öyle,” dedim keyifle, hâlâ herkes çok şaşkındı. "Neyse, bunu sonra konuşuruz. Hadi şunu çıkaralım artık, bir kez daha yakalanmadan,” dedim, hepsi beni onayladılar ve az önce yapamadıkları şeyi yaptı, Taner'i tekerlekli sandalyeye oturttular. Vücudunun dik durmasını sağladıktan sonra da serumu asılı olduğu yerden aldılar. Doğan, serumu havada tutarken Ateş tekerlekli sandalyeyi ittirdi ve odadan çıktık.

Geldiğimiz gibi yangın merdivenlerine yöneldik. Hastane koridorundan ayrılıp da merdiven boşluğuna ulaştığımızda Erdem ve Ateş, Taner'i kaldırdı, merdivenleri indirdiler. Doğan hemen yanlarında serumu dikkatle tutuyordu. Savaş da tekerlekli sandalyeyi kaldırdı ve merdivenden indi. Cansu en öndeydi, alt katları kontrol ediyordu. Ben de en arkadan iniyor, arkamızda kalan katlara bakınıyordum. Bu şekilde en alt kata sorunsuz bir şekilde indiğimizde Taner'i yeniden tekerlekli sandalyeye oturttu ve hastane bahçesinde bu şekilde hiç dikkat çekmeden ilerledik.

Hastaneden çıktık, arabalara bindik. Taner bizim olduğumuz arabanın arka koltuğundaydı, yanında da Cansu vardı ve hâlâ takılı olan serumu havada tutuyordu. "Hep kan oldu,” dediğinde serumun ince hortumuna baktım ve yarısına kadar kan olduğunu gördüm.

"Daha havada tutman lazım." Ateş'in söylediği bu şeyle Cansu, kolunu biraz daha havaya kaldırdı. Araba çalışıp da hastanenin önünden uzaklaşırken ön bahçede Tufan Müdür'ü gördüm ve dudaklarım yana kıvrıldı. Artık kendimi daha güçlü, daha iyi hissediyorum.

Son hız eve ulaştık, yol on beş dakika falan sürdü sanırım. Yaklaşık beş dakika kadar önce de serum bitmiş olduğu için Cansu serumu çıkarmıştı. Eve ulaştığımızda yine hep beraber Taner'i arabaya bindirdi ve eve götürdüler. Salondaki koltuğun üzerine bıraktıktan sonra da hepsi kendini bir yere attı. "Sonunda,” dedi Erdem, başını koltuğun arkasına yasladı.

"Kaç kilo lan bu herif? Hepimiz felç kaldık resmen,” Doğan yine söylenirken Ateş ve Savaş sessizdi. Mutfağa gitmiş olan Cansu elinde bir şişe su ve bardaklarla döndü. Herkese bir bardak verip kendisi de aldıktan sonra bu kez yarısını kazanmış olduğumuz savaşın üzerine birer bardak su içtik ve rahatladık.

"Şimdi ne olacak?" diye sordum elimdeki bardağı sehpaya bırakırken.

"Ekin'le iletişime geçeceğiz,” dedi Ateş.

"Hemen vereceğiz yani Taner'i?" diye sorduğumda Erdem araya girdi.

"O Eva'yı henüz daha biz Taner'i kaçırmadan vermişti,” dediğinde sıkıntıyla ofladım.

"Evet, sözünde durdu ama bunun karşılığını ödememiz gerekmiyor. Ne de olsa bize bir iyilik yapmadı, yaptığı kötülüğü telafi etti,” dedim, Cansu hemen atıldı.

"Evet, kız haklı. Onun için bir şeyler yapmak zorunda değiliz. Her şey bizim için çok zor, burnumuz boktan çıkmıyor. Kimse için değil, kendimiz için bir şeyler yapmalıyız." Benim gibi düşünüyor olmasından dolayı mutlu olurken konuştum.

"Ayrıca Tufan Müdür'e de söz verdik, Taner'i yeniden adalete teslim edeceğiz diye. Ne yapacağız Ekin'in derdini öğrendikten sonra bir de Taner'i emniyet için mi kaçıracağız? Bizim hayatımız birileri için Taner'i kaçırmakla mı geçecek?" Bu sorumla hepsi birbirinin yüzüne baktı, sessizliği ilk bozan Savaş oldu.

"Bana göre iki taraf da haklı. Bu yüzden en iyisi Taner ayılınca onu konuşturmak olacak. Bu herifin ne Eva'dan ne de Ekin'in kendisine ulaşmak istediğinden haberi var. Her şeyden bihaber, küçük bir oyunla konuştururuz. Sonra da Ekin'e teslim ederiz,” dedi Ateş'e bakarak ve bakışlarını yeniden bana çevirdi. "Onun anlatacaklarını öğrendikten sonra zaten Ekin işini halledeceğiz, bunu yaparken de Taner'i yeniden alır ve polise teslim ederiz,” diye tamamladı konuşmasını.

"Olmaz,” diye araya girdi Doğan, ben dahil olmak üzere herkes ona baktığında da devam etti. "Nereden bileceğiz Ekin'in Taner'i aldığı ilk an kafasına sıkmayacağını?" İşte bu akıllıca bir düşünceydi. Böyle bir risk alamazdık, mümkün değildi.

"Bilemeyiz." Bunu diyen Erdem oldu ve Ateş'e baktı. "Ne diyorsun?" diye sordu, Ateş hemen cevapladı.

"Bu geceye kadar gözümü kırpmadan verirdim bu piçi, o herife. Öldürecek olması zerre umurumda olmazdı ama şimdi Tufan Müdür'e söz verdik, yapamam." Bu cevapla rahat bir nefes aldım. Sırf kaçırdığı çocuğu kendi isteğiyle yeniden bize gönderdi diye ona iyilik yapmak, istediğini vermek zorunda değildik. Hani bir söz vardır ya aşkta ve savaşta her şey mübahtır diye, işte tam olarak şimdi öyle bir andayız ve verilmesi gereken en doğru kararı alıyorlardı.

"Ne yapacağız peki? Ekin belasından nasıl kurtulacağız?" diye sordum, bakışlarını bana çevirdi ve hiç düşünmeye gerek duymadan cevapladı.

"Taner'i konuşturacak, bildiği şeyi öğreneceğiz. Sonra Ekin'i bulacak, hayatımızdan çıkaracağız." Öyle bir şekilde söyledi ki sanki bunu yapmak dünyanın en basit şeyiydi. "Bakmayın bana öyle, yapılacak tek şey bu. Belki söylediğim kadar kolay olmayacak ama olacak,” dedi, Cansu araya girdi.

"Peki kendimizi nasıl aklayacağız?" Bu soruyla Ateş, ona döndü.

"Tufan Müdür'e karşı fazla emin konuşmuş olsam da bu çok düşük bir ihtimal. O gece o evdeki kamera kayıtlarına montaj yapılmış ve suçlu gösterilmiştik. O kayıtların orijinaline ihtiyacımız var ama bu sadece kimseyi öldürmediğimizi kanıtlayacak. Ne de olsa o eve gireceğiz diye herkesi yaralayan biz olduk, bu yalan değil. Bunun da bir cezası var, bu işten hiçbir zaman tertemiz çıkamayacağız." Gerçekçi oldu, bu konu biraz zordu.

"Uras için zaten lazım olan tek şey kesilmiş olan o videonun tamamı. Belki çoktan yok edildi, belki sadece o kısım çekildi bilerek. Onun için de bir çıkış yolu yok, bizim için de. Sadece bilindiği kadar cani olmadığımızı kanıtlayacak, adamları yaralamak zorunda olduğumuzu ortaya çıkaracak, geride bırakacağımız herkesi ve her şeyi güvene alacak, hatta belki de onları da yanımıza alacak ve gideceğiz buradan,” dedi.

Başımı önüme eğdim. Burada kalmış olmamızın tek nedeni zaten son madde olmuştu.

"Sakın her şeyin eskisine döneceğini, hayatımızın eskisi gibi ilerleyeceğini düşünmeyin. Böyle bir hataya düşmeyin, hayal kırıklığı yaşarsınız. Gerçekler az önce söylediğim şeyler, bizim için hiçbir şey eskisi gibi olmayacak,” dedi, elimi yüzüme bastırdım ve yüzümü ovaladım. Ne zaman canım sıkılsa bunu yapardım zaten ve şu an canım sıkkındı, hem de fazlasıyla.

"Cansu abla!" Duyduğum bu ince sesle elimi yüzümden çektim, salona doğru koşan Eva'yı gördüm. Cansu'nun yanına geldi ve boynuna sarıldı. Cansu da ona sımsıkı sarılırken kucağına aldı, tebessüm ettim. "Çok özledim seni,” dedi Eva ve ikisi hasret gidermeye başladılar.

"Sahi hiç sormadık, bu çocuk buraya nasıl geldi?" diye sordu Erdem, cevap verdim.

"Ekin'in adamlarından biri getirdi,” dedim, Ateş araya girip devam etti konuşmaya.

"Yanınıza gelmeden bir saat önce,” dedi, kocaman bir sessizlik oldu. Getiren adamı düşündüm, Eva'yı düşündüm, Ekin'i düşündüm. Her şey bir bir aklıma gelirken tüm bu karmaşanın içinde fark edemediğim şeyi fark ettim, gözlerim aniden büyürken başımı Ateş'e çevirdim ve onun da aynı şeyi fark ettiğini korkunç yüz ifadesinden anlayabildim.

"Siktir!" dedi ve ayağa kalktı, ardından da ben kalktım hemen.

"N'oluyor lan?" diye sordu Erdem, Ateş'le göz göze geldik yine. Şu an ikimizin de aynı şeyi düşündüğünden emindim.

"Lan ne olacak?" Ateş biraz bağırarak sordu ve Erdem'e baktı. "Herifin adamı geldi lan buraya kadar!" dedi, öfkeyle elimi alnıma vurdum. "Adam bizi yakalatıp cezavine göndermek için elinden geleni yapıyor, biz de köşe bucak saklanıyoruz ama herifin adamı kapıya kadar geliyor!" Ateş'in bu cümlesiyle herkes bir anda yeniden ayaklandı.

"Siktir!" dedi Erdem de ve gözünün ucuyla Eva'ya baktı, yeniden bize döndü. O sırada Cansu, Eva'yı yanımızdan uzaklaştırdı.

"Ben bunu nasıl daha önce düşünemedim lan! Nasıl?" Ateş kendine kızdı.

"Kendini suçlama,” dedim. "Benim de aklıma gelmedi, Taner'i kaçıracağız diye aklımız doluydu. O an için düşünemedik bunu,” dedim, onu sakinleştirmeye çalıştım.

"Buradan hemen çıkmalıyız,” dedi Savaş, tam onu onaylayacakken bir başka ses araya girdi.

"Neredeyim lan ben?" Başımı çevirdim ve bunu diyen Taner'e baktım. Zamansız bir uyanış olmuştu.

"Sen bir sus,” dedi Doğan ve bize döndü. "Taner buradayken polislerin burayı basacağını hiç sanmıyorum. Ekin salak değilse bunu düşünür herhalde,” dedi, Ateş araya girdi.

"Biz de salak değiliz ama düşünemedik,” dedi, Doğan hemen yapıştırdı cevabı.

"Sizin o an için bir salaklığınız tutmuş gibi geliyor bana,” dedi, Ateş onun üstüne doğru bir adım attı, Doğan hemen geri gitti.

"Hop şampiyon, sakin ol!" dedi, Ateş sabır dileyip geri çekilirken de yine Taner'in sesi araya girdi.

"Nasıl girdim lan ben buraya? Siz niye beni kaçırdınız lan?" Oturduğu yerde üst üste sıraladı sorularını.

Doğan yeniden ona döndü ama bu kez yanına da gitti. Şimdi susturur diye düşünürken henüz tam olarak kendine gelememiş olan Taner'e doğru eğildi ve cebinden çıkardığı pamuğu Taner'in burnuna bastırdı.

"Ne yapıyorsun lan?" diye bağırdı Erdem, Doğan hiç onu umursamadan elinin altında çırpınan Taner'in yüzüne biraz daha baskı uyguladı, bunu el hareketinden anlayabildim. Çok geçmeden Taner kendinden geçti, oturduğu koltuğa doğru düştü, Doğan da bize döndü.

"Susturdum, devam edebiliriz,” dedi, yanımıza geldi ve ellerini arkasında birleştirdi.

"Niye bayılttın lan adamı?" diye sordu Ateş, Doğan omuz silkti.

"Bununla mı uğraşacağız oğlum? Kurtulduk işte,” dedi, gözünün ucuyla Taner'e baktı ve fark ettiğim kadarıyla yaptığı şeyle gurur duyup yeniden bize döndü. "Ayrıca konumuz şu an bu herif değil, bulunduğumuz ev. Çok riskli bir yerdeyiz,” dedi, konu yeniden Ekin'e gelmiş oldu.

"Burada olduğumuzu aniden bugün öğrenmemiştir herhâlde bu adam, daha önce de biliyordur. Hatta muhtemelen geldiğimiz ilk andan beri biliyordur bunu ama neden hiçbir şey yapmadı?" Bunu soran Erdem oldu.

"Vardır elbet bir bildiği,” dedi Ateş ve elini saçlarına geçirdi. "Şu an için asıl önemli olan nasıl öğrendiği. Bu adam burayı nasıl öğrendi?" diye sordu, hemen cevapladım.

"Bir hain var." Bakışları beni buldu. "Adamların içinden biri bize ihanet ediyor. Eva kaçırıldıktan sonra onun başında olan adamlar doğrudan buraya gelmişlerdi senin emrinle. Muhtemelen Eva'nın kaçırılmasına biri yardım etti ve o biri burayı da söyledi,” dedim, Ateş işaret parmağını doğrulttu.

"Aynen öyle, başka bir ihtimal söz konusu olamaz,” dedi, Erdem araya girdi.

"Sadece altı kişiydiler, haini bulmak kolay olacak. Hâlâ da buradalar, o iş bende,” dedi, gidecekken Ateş onun kolundan tuttu.

"Hayır hayır şimdi değil,” dedi, bir şeyler düşünür gibi bir hâli vardı.

"Aklına bir şey gelmiş gibi,” dediğimde bakışları beni buldu.

"Bunu kullanabiliriz." Kaşlarımı çattım, bunu kullanmak? "Ekin'i ayağımıza getireceğiz,” dedi, keyifle kıvrıldı dudakları yana ve ekledi. "Öyle bir şey yapacağız ki avlanmaya gelirken av olacak. Öyle bir şey yapacağız ki her şey son bulacak,” dedi, aklındaki şey her neyse beni korkuturken o biraz daha keyiflendi.

"Ne yapacağız onu da söyleyecek misin?" Erdem sordu, Ateş'in derin bir nefes aldığını fark ettim.

"Taner'i öldüreceğiz,” dediği an gözlerim büyüdü, bu tepkiyi veren yalnızca ben değildim. Hatta bu söylediği salonda öyle bir şoka yol açtı ki ne zaman geldiğini fark etmediğim Cansu'nun elindeki bardak yere düştü, parçalandı. Kimse dönüp oraya bile bakamazken Doğan hâlâ elinde olan pamuğu Ateş'e gösterdi.

"Bundan biraz da sen mi kokladın ne yaptın?" diye sordu, şu an onun esprisine gülecek durumda olmadığımdan tepki vermezken Ateş sıkıntıyla ofladı.

"Gerçekten öldürmeyeceğiz herhâlde, öldürecekmişiz gibi davranacağız,” dedi, Erdem'in alay dolu gülmesini duydum.

"Davranalım kardeşim, davranalım ki adam beş dakika sonra polisleri yollasın kapıya. Hepimiz enselenelim,” dedi, Doğan başını salladı ve konuştu.

"Erdem haklı, yapacağı ilk şey polise haber vermek ve bizi yakalatmak olacak. Lan zaten adamın yaşama amacı bu, bizi yakalatmak."

"Haklılar,” diyerek Savaş da onları onayladı.

"Abi bir sakin olun,” dedi Ateş ve devam etti. "Öldürmüş gibi davranalım demedim, öldürecekmişiz gibi davranalım dedim. Sanki Taner'den bir şeyler öğrenmişiz, işimiz bitmiş ve öldürecekmiş gibi,” dedi, Erdem yine araya girdi.

"Şu piç için bu kadar şey yapan adam bu olmasın diye topla tüfekle basar evi,” dedi, Ateş onun omzuna dokundu.

"Ben her şeyi düşündüm." Afalladım, ne ara düşünmüştü? Bu fikir bile sadece beş dakika önce gelmişti aklına. "Taner'in burada oluşu bize istediğimizi verecek hiç merak etme,” dedi, ve sıkıntıyla ofladı. "Aslında şu herifi arayacak bir numara olsa bunun hiçbirine gerek kalmayacak ama neyse,” dedi, gözleriyle kapıyı gösterdi.

"Şimdi hadi gel sen benimle de başlayalım,” dedi, kendisi önden yürüdü ve gitti. O giderken Erdem'in bakışları beni buldu.

"Vardır bir bildiği,” dedim, uzunca bir nefes aldı ve o da çıktı evden.

"Umarım bildiği şey iyi bir şeydir,” dedi Doğan, omuz silktim.

"Bilmiyorum,” dedim ve arkamdaki koltuğa oturdum. Kolunu koltuğun kenarına, elimi de yüzüme koydum ve beklemeye başladım. Peşlerinden çıkmak gibi bir şeye kalkışmadım, canım istemedi ama benim aksime Cansu çıktı. Çıktıktan yaklaşık üç dakika sonra da yeniden döndü salona.

"Normal bir şekilde konuşuyorlar. Yok işte istediğimizi öğrendik öldürelim falan diyorlar,” dedi, anladım dercesine başımı salladım. Cansu başka bir şey demeden geçip bulduğu bir yere oturdu. Yaklaşık on dakika sonra da zaten Erdem ve Ateş salona yeniden döndüler.

"Ne yaptınız?" Savaş sordu, Erdem kısaca anlattı. Cansu'nun söylediklerinden farklı hiçbir şey söylemezken ne olacağını bile bilmeden beklemeye başladık.

"Tam olarak neyi bekliyoruz?" Doğan sordu, bu çocuğun artık zihnimi okuduğunu düşünüyordum. İçimden ne geçirsem hemen dile getiriyordu.

"Aramasını,” dedi Ateş bir tek, zaten birkaç dakikadır yaptığı tek şey telefonuna bakmaktı.

"Arayacağından emin misin?" Bunu soran da Savaş oldu.

"Eminim,” dedi Ateş.

"Belki de adamlardan biri hain değildir, buna inandık hemen ama..." Cansu'nun sözünü kesen şey, Ateş'in telefonunun çalması oldu. Ateş ekrana baktıktan sonra bize çevirdi ve yabancı bir numara olduğunu gördük.

"Adamlardan biri gerçekten de hain,” dedi, bunu şu an hepimize kanıtlamış oldu ve aramaya yanıt verdi, sesi de hoparlöre verdi.

"Taner'i almışsınız,” diyen Ekin'in sesi gergindi.

"Aldık,” dedi Ateş.

"Güzel, işiniz olmadığı hâlde aldığınıza göre bana vereceksiniz. O adamı hemen..." Ateş devam etmesine izin vermedi.

"Sana vermeyeceğiz,” dedi, sesi şu an çok rahat çıkıyordu. "Bunu hiçbir zaman yapmayacağız Ekin."

"Ne demek yapmayacağız lan? En başında böyle anlaştık!" Kızdı.

"Evet, anlaştık ama sonra sen bize istediğimizi erkenden gönderdin ve bizim de anlaşmaya uymak için bir nedenimiz kalmadı. Taner'den de istediğimizi öğrendik, işimiz bitti. Niye bizi cezavine göndermek isteyen birinin istediğini yapalım ki?" diye sordu, dudaklarım yana kıvrıldı. İyi gidiyordu.

"Lan çocuk hastaydı hasta! İnsanlık yaptım, sizin aksinize!" dediğinde sesinden ne denli öfkeli olduğunu anlayabiliyordum.

"Yapmasaydın o zaman, senden bunu isteyen olmadı,” dedi Ateş ama bunu derken rahatsız olduğu da belliydi. Ona kalsaydı Taner'i verecekti.

"Senin bir derdin var Demirkan,” dedi Ekin. "Yoksa bu aramayı açmazdın, umurunda bile olmazdı. Taner karşılığında bir şey isteyeceksin, uzatma ve söyle. Ne istiyorsun?" İşte duymayı istediğim cümleler tam olarak bunlardı.

"Yanında tek bir adam bile olmadan buraya geleceksin,” dedi Ateş, Ekin gülmeye başladı.

"Bunun mümkün olduğunu mu düşünüyorsun?" diye sordu, Ateş anında yanıtladı.

"Mümkün olacak,” dedi kendinden emin bir şekilde. "Aksi hâlde Taner'i alamazsın."

"Lan tek geldikten sonra yine alamayacağım zaten! Çay içmeye çağırmıyorsun herhalde beni oraya! Ben öldükten sonra ne anlamı kalacak lan!"

"Seni öldürmek gibi bir niyetimiz yok. Bizden birine zarar vermedin, bizden de sana zarar gelmez." Ateş'in verdiği cevaptan memnun oldum.

"Niye çağırıyorsun lan o zaman?"

"Derdini anlamaya,” dedi Ateş anında.

"Salak değilim, çocuk hiç değilim Demirkan. Oraya geldiğim zaman sonumun ne olacağını çok iyi biliyorum." Ekin yine kendi bildiğini söyledi.

"Karar senin Ekin, bir saatin var. İstersen topla adamlarını, saldır bize ama unutma ki bunu yaşadığımız ilk an yapacağım ilk şey Taner'in kafasına sıkmak olacak. İstersen de istediğimizi yap ve tek başına çık, gel. O zaman bir şansın olur hiç değilse,” dedi ve telefonu Ekin'in yüzüne kapattı.

Bundan sonra geriye, sadece beklemek kalıyordu.

***

İki buçuk yıl önce hep beraber bir yola sürüklenmiştik. Zorla bir oyunun içine çekilmiştik. Canımız yanmış, düşmüş ama bir şekilde kalkmış ve savaşarak yol almaya çalışmıştık. O yolda çok şey yaşandı; ayrılıklar, ölümler, ihanetler, acı, hüzün, keder ve az da olsa mutluluk. Her şeyi, her duyguyu iliklerimize kadar hissetmiştik ve biz hep o oyunu kurallarına göre oynamaya çalışmıştık. Fakat bu her seferinde kaybetmemize neden olmuştu. Kazandığımız savaşlar çok olsa da biz kazanırken bile kaybetmiştik. Fakat şimdi, tam da bu gece artık o yolun sonundayız ve bu gece ya kazanacağız ve her şey bitecek. Ya da kaybedeceğiz ve biten sadece hayatlarımız olacak, yine her şey bitmiş olacak.

"Gönderdin mi?" Erdem'den gelen bu soruyla düşüncelerimden sıyrılıp ona baktım. Fakat bu soru bana gelmemişti, bahçe kapısında salona giren Cansu'ya gitmişti.

"Hı hı,” dedi Cansu Erdem'in yüzüne bile bakmadan ve bana doğru geldi. "Ateş'in ayarladığı adamlara gönderdim, umarım bir aksilik çıkmaz,” dedi endişeyle.

"Endişelenme, bir sorun çıkmaz. Emin ol burada olduğundan daha güvenli olacak,” dedim, Eva'dan bahsediyorduk. Her ihtimale karşı onu daha güvenli bir yere göndermişti Ateş.

"Umarım." Cansu bunu derken gözlerim istemsizce Erdem'i buldu ve Cansu'ya baktığını fark ettim.

Cansu'nun kendisine yüz vermemesi, umursamıyor gibi davranması, sorularına bile kısacık cevaplar verip geçiştirmesi sinirini bozuyor gibiydi ama hak etmişti de. Çünkü sadece birkaç gün öncesine kadar aynı şeyi kıza karşı kendisi yapıyordu. Aralarındaki sorun ne, ne yaşadılar da bu hâle geldiler bilmiyorum ama büyük bir şey olduğu belliydi. Ben bunları düşünürken Cansu salondan ayrılıp mutfağa gitti, o giderken Erdem de arkasından bakıyordu. Hem de büyük bir dikkat ve bir o kadar da öfkeli bir tavırla.

"Her ne yaptıysan onu kızdırmışsın,” diye girdim konuya, bakışları beni buldu.

"Hiçbir şey,” dedi anında, tek kaşımı kaldırdım.

"Bu hiçbir şey yapmamış hâlin mi?" diye sorduğumda başını salladı.

"Evet,” dedi hiç tereddüt etmeden, omuz silktim.

"O zaman sıkılmış,” dediğimde bu kez tek kaşını kaldıran o oldu.

"Sıkılmış? Benden mi?" Sesi çok sinirliydi şu an.

"Evet,” dedim ben de hiç tereddüt etmeden ve devam ettim. "Yaklaşık birkaç gün öncesine kadar peşinde koşuyordu kız. Seninle konuşmak, ona tek kelime etmen için kendini paralıyordu ama sen her seferinde onu görmezden geldin. Benim gözlerimin önünde bile defalarca kez yaptın bunu. Demek ki peşinde koşmaktan sıkılmış, belki de bir şeylerin düzeleceğine inanmıyordur ve hayatını düzene sokmaya çalışıyordur."

Bu söylediklerim,fazlasıyla gerilmesine neden oldu. Bu da benim fazlasıyla hoşuma gitti.

"Anladım,” dedi, sesi az öncekinden çok daha sinirli çıktı. "Çok iyi anladım,” diye ekledi, bu öfkesi beni korkuttu. Yanlış bir şey yapmamışımdır değil mi? Fakat yanlış gibi durmuyor ki, sadece doğruları söyledim. Hiçbir doğru dile geldiğinde yanlış olmazdı, buna güvenerek içimdeki korkuya son verdim. O sırada Erdem, bu konuyu çoktan kapatmıştı ama sanırım kendi içinde hâlâ bunu düşünüyordu.

"Ölüyorum yorgunluktan,” diyerek salona girdi Doğan ve kendini üçlü koltuğa attı, ayaklarını da orta sehpaya uzattı. "Allah aşkına bitsin şu gece artık, ıstırap çekiyorum yorgunluktan,” dedi, başını da koltuğun arkasına koydu.

"Daha gece uzun,” dedi Erdem, Doğan'ın yüzünden korkunç bir ifade oluştu. "Hem de çok uzun,” diye ekledi Erdem, Doğan bu kez bir tepki vermezken Savaş ve Ateş konuşarak eve girdiler.

"Arka bahçede kaç kişi oldu?" Bunu soran Ateş'ti.

"Yirmi beş,” dedi Savaş, sadece arka bahçedeki adam sayısı yirmi beşken kaç adamın etrafta olduğunu tahmin etmek çok da zor değildi. Bu kez alınan tedbirler çok iyiydi ve gerçekten çok kalabalıktık.

"Diğer adamlar geldi mi?" diye sordu Erdem, daha da çağırmışlardı sanırım.

"Gelmek üzereler,” diyen Ateş geçip tekli koltuğa otururken onlar nerede ve kaç tane adam olduğunu konuşmaya devam ettiler. Fakat onları dinlemeyi hiç istemedim, ayağa kalktım ve mutfağa gittim. Cansu'ya baktım ama yoktu, birkaç yere daha bakıp bulamayınca odasında olduğunu anladım. Belki de yalnız kalmak istiyordur diye içimden geçirdim ve salona dönmek istemeyip yatak odasına gittim.

Başımda şiddetli bir ağrı vardı ve gözlerimin içi yanıyordu. Belki elimi yüzümü yıkarsam kendime gelirim diye düşünüp banyoya girdim, elimi yüzümü soğuk suyla yıkadım. Eğmiş olduğum başımı lavabodan kaldırdım, havluyu aldım ve yüzümü kuruladım. Bu yaptığım kendimi daha iyi hissetmeme neden olurken duş almanın bana iyi geleceğini düşündüm ama şu an hiç sırası değildi. Fakat baş ağrım da her geçen dakika biraz daha artıyordu.

Gözlerimi kapattım, ellerimi lavabonun kenarına koydum ve başımı hafifçe öne eğdim. Bir ağrı kesici mi alsam diye düşünürken bir çift kolun beni sardığını hissettim. Aniden olunca ilk an irkildim ama eşzamanlı olarak boynuma bastırmış olduğu dudakları tüm korkularımı yok etti.

"Güzelim,” diye fısıldadı kulağıma, tebessüm ettim. Dudaklarını bu kez de omzuma, ardından bir kez daha boynuma ve yanağıma bastırdı gülümsemem daha da büyüdü. "İyi misin?"

"Başım ağrıyor sadece biraz,” dediğimde başını boynumdan kaldırdı ve dudaklarının adresi bu kez de sağ şakağım oldu. Sanki o an tüm acılarım yok oldu.

"İlaç alalım sana,” dedi, bu iyi geleceği için başımı salladım ve arkamdan bana sarılıyor olmasına rağmen ona dönmeye çalıştım. Bunu fark edince ellerini gevşetti, dönebildim. Fakat ona döndüğüm ilk an elleri yeniden sımsıkı tuttu beni. Kalçam arkamda kalan lavaboya değerken onun kehribar rengi gözlerinin içine baktım.

"Biraz uyu, dinlen diyeceğim ama durum böyleyken bunu kabul etmeyeceğini biliyorum."

Dudaklarım yana kıvrıldı. "Beni çok iyi tanıyorsun,” dediğimde dudaklarımın kenarından öptü ve boğuklaşan sesiyle fısıldadı.

"Çünkü seni çok seviyorum." Var olan gülümsemem daha da büyüdü. "Her şeyden ve herkesten çok." Bu cümleyle içim sıcacık oldu, kalbim yumuşadı.

"Ben de,” dedim ellerimi boynuna doladım ve ensesinde birleştirdim. "Çok seviyorum seni. Her şeyden ve herkesten çok,” diye ekledim.

Onun da dudakları yana kıvrıldı ve başını hafifçe sağa doğru eğdi. Ardından da yüzünü, yüzüme yaklaştırdı. Nefesini dudaklarımda hissederken gözlerimi kapattım. Dudakları dudaklarıma temas ettiği ilk an damarlarımda akan kanın ısındığını, yüzümün yandığını hissettim ve midemde kelebekler uçuşmaya başladı. İlk değildi ama beni her öptüğünde vücudum aynı hislerle yanıp kavruluyordu. Dudaklarının baskısı biraz daha arttığında gözlerimi usulca kapattım ve dudaklarımı araladım, öpüşüne karşılık verdim. Tenini, öpüşünü, dudaklarının sıcaklığını her zerremde hissederken usulca geri çekildi ve gözlerimin içine baktı.

"Bazen bu karmaşanın içinde çok uzak kalıyoruz,” dedi ve iç çekti. "Gözlerine bakmayı çok özlüyorum,” deyip yüzüme dokundu, yüzümü avuçlarının arasına aldı. Sanki birkaç gün önce konuşup aşkı erteleyen ve bunun en doğrusu olduğuna karar veren biz değilmişiz gibi şu an bu hâldeydik.

"Haklısın,” dedim, ben de yüzüne dokundum. Parmaklarım kirli sakallarına okşarken gözlerinin içine bakarak "Gözlerime bakmanı çok özlüyorum,” dedim, yüzünde buruk bir tebessüm oluştu. Şu an onu mutlu etmiştim, bunu hissetmiştim. Bunu hissetmek de bana iyi geliyordu. Fark ettim de biz sadece birbirimize iyi geliyorduk.

"Bu gece geçsin, her şey bitecek,” dedi, yüzümde var olan o buruk tebessüm daha da arttı.

"Bitecek,” dedim, artık buna tüm kalbimle inanıyordum.

"Sonra sadece biz kalacağız. Sen ve ben."

"Sen ve ben, biz,” dedim, içimden gelen şeyi yaptım ve boynuna sarıldım. Öyle bir sarıldım ki sanki bunu yıllar sonra ilk defa yapıyor gibi. O da ellerini belime doladı, beni kendine biraz daha çekti ve o da sımsıkı sarıldı bana.

"Seni seviyorum, çok seviyorum,” dedim bir kez daha ve tam da bu an kendime söz verdim, bu cümleyi daha sık kuracağım ona karşı ve kurmak için onun bana bunu söylemesini asla beklemeyeceğim.

"Ben de sevgilim, ben de çok seviyorum seni." Başımı boynuna gömdüm ve gözlerimi kapattım. Eğer bir şansım olsaydı hayatımı tam bu noktada geçirirdim, bir saniye bile olsun ayrılmazdım ve eğer bir şansım olsaydı zamanı şu an durdurur, onunla birlikte bu anda kalırdım.

"Çıkmamız lazım,” dediğinde biraz daha sıkı sarıldım ona. Dışarıda bizi çok şey bekliyordu ama ayrılmak da bana acı veriyordu.

"Biliyorum,” diye mırıldandım, kolları beni daha sıkı sardı. Şu an öyle bir durumdaydık ki birbirimizin kemiklerini kıracak derecede sarılıyorduk. "Ama istemiyorum,” dedim, başımı boynuna biraz daha yerleştirdim. "Hiç değilse biraz daha böyle duralım,” derken mayışmış durumdaydım. Biraz daha zorlasam tam da şu an başım onun boynundayken uyuyakalacaktım.

"Güzel sevgilim benim,” dedi Ateş ve saçlarımı okşadı. Bunun hoşuma gittiğine dair mırıltılar çıkarırken yanağımdan öptü. "Başın ağrıyor mu hâlâ?" diye sorduğunda neredeyse kollarının arasında uykuya dalmak üzereydim.

"Geçti,” dedim, dudaklarını bir kez daha yanağıma bastırdı. Tam o sırada odanın kapısına vuruldu ve içimi derin bir sıkıntı kapladı. Buradan çıkmak istemiyorum. Burada, onun kollarının arasında kalmak istiyorum. Çünkü dışarıda olanlar bana iyi gelmiyor, artık karmaşa istemiyorum hayatımda. Sakinlik, sessizlik ve huzur hissediyorum. Bunu ise hissedebildigim tek yer, onun kolları.

"Ateş." Savaş'ın sesini duydum, Ateş benden usulca ayrıldı ve yeniden yüzümü avuçlarının arasına aldı.

"İyi misin?" diye sordu, bir şey olduğunu düşündüğü belliydi.

"Artık daha iyiyim,” dedim, tebessüm etti ve dudaklarıma küçük bir buse bıraktı.

"Gidip bitirelim artık şu işi,” dediğinde başımı salladım, o esnada Savaş'ın sesini bir kez daha duydum.

"Ateş hadi, acele edin,” dedi, birilerinin geldiğinden bu cümleyle emin oldum. Ateş yüzümdeki elini çekip son kez gözlerime baktıktan sonra hiçbir şey demeden banyodan ayrıldı.

O gidince yalnız kaldım ve derin bir iç çektim. Aşk için yaşayabildiğimiz her şey bu kadardı. Gerisi karmaşa, cinayet, kan, savaş, kavga, tehdit ve daha onlarca kötü şeydi. Hayatımız tam anlamıyla bir bok çukuruna dönüyordu ve ben bunun farkına şu an biraz daha vardım.

"Bitecek,” diye mırıldandım kendi kendime ve banyodan çıktım, ben de salona geçtim. Fakat salonda hiç kimse yoktu. Silahımın belimde olduğundan emin olduktan hemen sonra bahçeye çıktım ve bizimkilerin yan yana durmuş, demir kapıya doğru baktıklarını gördüm.

Oyalanmadan yanlarına gittim, Ateş'in yanındaki yerimi aldım. Başını hafifçe çevirdi, omzunun üstünden baktı bana ve göz kırpıp gözlerini yeniden kapıya doğru çevirdi. Tebessüm ettikten hemen sonra ben de hepsinin baktığı demir kapıya baktım. Kapının girişinde üç adam vardı, onlardan bir metre uzakta da iki adam duruyordu, onların uzağında da adamlar vardı. Hepsi bir şey olsa da saldırsak diye bekliyorlardı.

"Tek başına mı gelmiş?" diye sordum, sağımda duran Cansu cevapladı.

"Görünürde tek gelmiş ama yine de belli olmaz tabii ki,” dedi, o bunu derken büyük demir kapı adamlardan biri tarafından açıldı ve daha önce hiç görmediğim, simasına aşina olmadığım bir adam girdi bahçeye. Uzun boylu, iri yapılıydı. Geniş omuzları, simsiyah saçları ve beyaz teni vardı. Açık mavi bir gömlek, siyah kot pantolon ve siyah bir mont giymişti. Görünüş olarak hoş bir adamdı, ben bunu düşünürken adamlardan biri yaklaştı ona ve üstünü aradı. Bunu yapması bir dakika kadar sürdü, o bir dakikanın ardından da bize döndü.

"Temiz,” dedi, Ateş elini kaldırdı ve gelmesini işaret etti. Bu işaretle Ekin bize doğru yürüdü. Bir metre kadar uzağımızda, tam karşımızda durdu ve konuşmadan hemen önce hepimize bir bir baktı.

"Karşı karşıyayız sonunda,” dedi, gergin ve endişeli olduğu ses tonundan da yüz ifadesinden de fazlasıyla belli olurken Ateş cevap verdi.

"Sonunda,” dedi ve ona doğru bir adım attı, şu an ikisi de karşı karşıyaydılar ve ikisi de birbirine fazlasıyla öfkeli bir ifadeyle bakıyorlardı.

"İstediğini yaptım, karşında duruyorum. Ne adamlarımı getirdim ne de tek bir silah. Çıktım ve bir başıma geldim yanına. Şimdi öldüreceksen öldür, öldürmeyeceksen de ver Taner'i gideyim,” dedi, Ateş ellerini cebine koydu.

"O kadar basit değil Ekin, önce konuşacağız,” dedi Ateş, o sırada Erdem de yanlarına gitti.

"Sen bize, bizimle derdin ne onu anlatacaksın. Hemen şimdi anlatacaksın, yalansız ve eksiksiz bir şekilde,” dedi Erdem, Ekin ona baktı ama sessiz kaldı. Dayanamadım ve ben de yanlarına gittim.

"Konuş,” dedim, bakışları bu kez de beni buldu. Diğerleri de bir bir yanımıza gelip onun etrafında dururlarken Ekin bir kez daha hepimize bir bir baktı ve derin bir nefes aldı.

"Ne öğrenmek istiyorsunuz?" diye sordu, diğerlerini beklemeden soran ben oldum.

"Bizden ne istediğini. Tek derdin annenin ölümü mü? Bu yüzden mi bizi yakalatmak istiyorsun?" Bu sorumla ellerini arkasında birleştirdi ve gözlerini yere odaklayıp uzun uzun düşündü. Her ne söyleyecekse canını sıkıyor olduğu besbelliydi.

"Düşünmek için zaman vermedik, anlat,” dedi Savaş dişlerini sıkarak. Acele ediyoruz çünkü hiç kimsenin sabrı kalmadı daha fazla beklemeye, vakit kaybetmeye.

"Sizden hiçbir şey istemiyorum, aslında eğer mecbur olmasaydım yakalanıp yakalanmamanız umurumda bile olmazdı,” dedi, kaşlarımı çattım. Mecburiyet mi? Bir insanın neden böyle bir mecburiyeti olsun ki?

"Ne mecburiyetinden bahsediyorsun lan?" diye çıkıştı Ateş, Ekin histerik bir şekilde güldü.

"Ne zannediyorsunuz? Bu boktan hayatınızın içine kendimi bilerek attığımı mı?" Kurduğu bu cümleyle gözlerimi kapattım ve derin bir nefes aldım.

"Sikerim lan böyle işi! Bunun da patronları çıktı iyi mi?" diye söylendi Erdem ve bu cümlesinin ardından sert bir küfür daha etti.

"Sakin olun, başka biri yok,” dedi Ekin fazlasıyla rahat bir tavırla ve devam etti.

"Şu işi doğru düzgün anlat!" Yine kızdı Ateş, Ekin konuşmaya başladı.

"O benim öz annem değildi,” dedi, Beril'den bahsetti. O kadar çok şey yaşadık, duyduk, gördük ki buna hiç şaşırmadım. Bu bizim için küçük bir bilgiydi, gözümün ucuyla diğerlerine baktığımda da onların da benden bir farkı olmadığını gördüm. "Ben küçükken almış beni yetimhaneden." Yine bir yetimhane vakasıyla mı karşı karşıyayız diye düşünürken devam etti konuşmaya.

"Annem olarak bildim onu, on bir yaşında evlatlık olduğumu öğrendim. Sonra..." Onun sözünü kesen Cansu oldu.

"Kusura bakma da sana hayat hikâyeni anlat demedik. Asıl konuya gel,” dedi, ona destek vermek için başımı salladım.

"Asıl konuya geliyorum zaten,” dedi Ekin Cansu'ya karşı ve yeniden Ateş'e döndü. "Sizden bihaber büyüdüm, tüm intikam planından çok uzaktaydım, hiçbir şeyden haberim yoktu. Her şeyi annem ölmeden bir ay önce öğrendim. Sizi, olanları, geçmişi, intikam planını. Engel olmaya çalıştım, inanmayacaksınız ama yemin ederim olanlara engel olmaya çalıştım çünkü bunu hak etmediğinizin farkındaydım,” dedi, Ateş'in gözlerinin içine baktı.

"Bana göre ne sen suçlusun ne de geçmişte olanlardan dolayı ailen. Hatta mağdur olan sizsiniz, benim annem senin kardeşini çok küçükken kaçırmış. Bu, affedilecek bir şey değil,” dedi, duyduklarım karşısında şaşırdım çünkü bir insanın düşmanından bunları duyması çok da mantıklı bir şey değildi.

"Lan madem bize bu kadar hak veriyorsun, madem bizi anlıyor ve suçsuz olduğumuzu biliyorsun tüm bunları neden yapıyorsun?" Bunu soran Doğan olduğunda Ekin'in gözlerine hüzün çöktü.

"Evladım için,” dedi, sesi bu kez çok kötü çıktı. "Oğlum için." Kaşlarımı biraz daha çattım, oğlum mu? Oğlu mu vardı? Ayrıca kim oğlu için birilerini hapse göndermek zorunda olabilirdi ki?

"Ben her şeyi öğrenince annemin yaptığı ilk şey oğlumu kaçırmak oldu. Eşimi birkaç yıl önce bir kazada kaybettim, hayatımda geriye bir oğlum kalmıştı. Onu da annem kaçırmış. Bir gün uyandım, odasında değildi. O günden beri her yerde onu aradım, biliyor musunuz polise bile gittim." Sesindeki hüznü fark etmemek mümkün değildi. "Bulamadım onu hiçbir yerde. En ufak bir iz bile yoktu. Bununla ilgilenirken annemin size yapacaklarına engel olamadım, o sıralar oğlumun kaybının sebebinin annem olduğunu da bilmiyordum. Hatta bana onu bulmak için yardım ediyormuş gibi yapıyordu, meğerse yaptığı tek şey sizinle ilgilenmekmiş."

Boğazım düğümlendi, belki de bizi kandırmak için uyduruyordu şu an bunları ama gerçek de olabilirdi. Onun için içten içe üzülürken de gözlerine bakıyordum. Bir insanın sözleri yalan olabilirdi ama gözleri olmazdı, onun gözleri hüzünlüydü.

"Annem öldükten sonra bir mektup aldım onun ağzından. Her şeyin sorumlusunun kendi olduğu, bunu yapmak zorunda olduğu, yoksa kendisine engel olacağımı bildiğini yazıyordu. Oğlumu kaçırdığını itiraf etmiş ve iyi olduğunu yazmıştı ama nerede, kiminle olduğu yazmıyordu. Bu konuda yazdığı tek şey yarım kalan işini bitirirsem oğlumun bana gelecek olduğuydu." Bunu dedikten sonra sustu ve derin bir nefes aldı. Eşzamanlı olarak üst dudağını sertçe ısırdı. Hepimiz susmuş, pür dikkat ona bakarken de kendini daha iyi hissetmiş olacak ki konuşmaya devam etti.

"O mektupta Taner'e güvenebileceğim, onun bu işi bitirmek için bana yardım edeceği ve iş bittikten sonra ona yüklü bir ödeme yapacağım da yazıyordu. Hatta annem bana ona ödeyeceğim paranın yerini bile yazmıştı,” dedi, başını hafifçe kaldırdı ve gökyüzüne bakarken derin bir nefes aldı. Ardından bakışları yeniden bizi buldu.

"Oğlumu bulmam için annemin sizinle olan işini bitirmem gerekiyordu. Sizinle iletişime geçtiğim o ilk günden beri de yaptığım her şeyin tek sebebi buydu,” dedi, hemen araya girdim.

"Peki ya Taner? Onun bu konuyla ne ilgisi var?" Bakışları beni buldu.

"İlk zamanlar onunla iş birliği yaptık. Babanın cezaevinde fotoğrafının çekilmesini, seninle iletişime geçmesini isteyen ben oldum ondan. Çünkü bir tek seni kullanarak hepinize ulaşabilirdim ve bunu yaptım. Sonra bir şekilde işler karıştı, ondan şüphelenmeye başladım. Oğlumun yerini biliyor gibiydi, bundan şüphe ettiğimi fark edince polis oluşunu kullanmaya başladı. Seninle limanda buluşacağından haberim yoktu, tek geldi yanınıza ve yakalandı. O günden beri de sizi cezavine göndermek için değil, Taner'i almak için uğraşıyorum. Çünkü Taner'i alırsam ve şüphe ettiğim gibi bir şeyler bildiğinden emin olur, bunu da öğrenirsem sizinle işim kalmayacaktı. Bir nevi Taner'i alarak kendinize de iyilik yaptınız."

O bunları anlatırken düşündüğüm tek şey Eva'ya olan tavrı olmuştu. Belki de yaşadıkları yüzünden çocuklara karşı bu denli hassastır.

"Buraya geldim, çünkü artık tek başıma devam edecek gücüm kalmadı. Ölmüş olan annemin bana bıraktıkları beni çok yordu ve tek istediğim, oğlumu sağ salim bulmak. Şimdi öldürecekseniz sıkın kafama, benim de çilem bitsin ama sizden istediğim tek bir şey var. Beni öldürecekseniz bile oğlumu bulun ve ona her şeyi yaptığımı ama başaramadığımı söyleyin,” dedi ve konuşmasını tamamladı, sustu.

Yaklaşık iki dakika süren bir sessizlik oldu ve o sessizliğin sonunda biz kendimizi evin salonunda Ekin'le karşı karşıya otururken buldum.

"Abi ben böyle şansın içine sıçayım, gruptaki kadın sayısı artması gerekiyorken her geçen gün yeni bir erkek geliyor aramıza." Hemen yanımda oturan Doğan diğer tarafında oturan Savaş'a sessizce bunu söyledi, bu sessizliğe rağmen bunu duyunca gülmek istedim ama kendime engel oldum.

"Sizden korkulur,” duyduğum bu sesle arkamı döndüm, eve giren Ceyhun'u gördüm.

"Aha geldi bizim saplar derneğinin üyesinin de bir tanesi." Doğan bu kez de sessizce bunu söylerken Ceyhun yanımıza doğru geldi ve ilk girdiği an kurmuş olduğu cümleye devam etti.

"Tufan Müdür'le iş birliği yaptığınıza inanamıyorum,” derken hepimiz birbirimize baktık, ona bunu kimin söylediğini sorguladık.

"Ben söyledim,” dedi Cansu, o sırada Ceyhun da Ekin'i fark etti. Yüz ifadesinden anladığım kadarıyla onun kim olduğunu sorguladı.

"Ekin,” dedim, şaşkın gözleri beni bulduktan yalnızca birkaç saniye sonra yeniden Ekin'e döndü.

"Yok artık,” dedi, bakışlarını bize çevirdi. "İki saat haberleşmedik lan, hangi ara oldu bu kadar şey?" dedi ve Ekin'i gösterdi. "Ne zaman yakaladınız bunu?"

"Yakalamadılar, kendim geldim,” dedi Ekin, Ceyhun ona şaşkın şaşkın bakarken de Cansu olanları kısa bir şekilde açıkladı. Daha sonra da Savaş, Ekin'in bize anlattıkları özet geçti, o sırada Ceyhun da bulduğu bir yere oturdu ve şu an hep beraber sessizce oturuyorduk.

"Eee ne olacak şimdi?" Erdem bunu sorarken cevap veren Ateş oldu.

"Taner'i konuşturacağız, bir şey biliyorsa söyleyecek ve o çocuğu bulacağız,” dedi Ateş ve Ekin'e bakarak devam etti. "Oğluna bir şey olmayacak, annen ölmeden önce onu kime bıraktıysa bulacağız,” dedi, derin bir nefes aldım.

İşler ne ara buraya geldi, biz ne ara bize düşman olan bir adamla anlaşma yaptık hiç bilmiyorum ama hayat bizi bu kez de bambaşka bir yöne sürüklemişti.

"Ama senin de yapman gereken şeyler var,” dedi Ateş kendinden emin bir şekilde ve arkasına yaslandı, erkeksi bir tavırla ayak ayak üstüne attı. "Her şey karşılıklı sonuçta."

"Neymiş o?" Ekin sordu, Ateş hiç tereddüt etmeden cevapladı.

"Bizi aklayacaksın bir şekilde,” dedi, Ekin'in tek kaşı kalkarken de devam etti. "Bizim de kardeşimin de suçsuz olduğunu, her şeyin annenin bir oyunu olduğunu ve bizim o oyuna düştüğümüzü kanıtlayacaksın." Bu cümleri, Ekin'in yüz ifadesinin değişmesine neden ola
madı.

"Bunu yapabilecek misin?" diye sordum, Ekin bana baktı ama cevap vermedi

"Yapabilecek, yapmak zorunda,” dedi Ateş, Ekin başını hafifçe önüne eğdi ve sessiz kalmaya devam etti.

"Bir şey demeyecek misin?" Yine sordum, ondan bir cevap duyana kadar sormaya da devam edecektim. Ekin usulca başını kaldırdı ve bana baktı.

"Diyecek hiçbir şeyim yok,” dedi, kaşlarımı çattım. Bu da ne demekti şimdi? Yapamayacak mıydı? "Size buna dair söz veremem. Elimden gelen her şeyi yaparım, istediğinizi yapmaya çalışırım ama söz veremem." Gözlerimi kapattım, sıkıntıyla ofladım. Bu da demek oluyordu ki elinde bir kanıt yoktu. Eğer onda bile böyle bir şey yoksa hiçbir yerde ve hiç kimse de olmazdı.

"Eğer bu şekilde bir anlaşmayı kabul ediyorsanız ben varım. Sizinle savaşmak yerine yan yana olmayı tercih ederim ama yok, illa benden bunu yapmamı istiyorsanız maalesef size bir garanti veremem. Oğlum ortada yokken, nerede ve nasıl olduğunu bilmiyorken de onu bırakıp sizin için bir şeyler arayamam."

Dürüst olması hoşuma gitti, yaparım deyip kesin konuşarak bizi kandırmayı da tercih edebilirdi ama yapmamıştı. Bu bile ona güvenmemiz için iyi bir nedendi benim için.

"Bir şeyler yapabilme ihtimalin var mı peki? Bir şeyler bulacağına az da olsa güveniyorum diyebiliyor musun?" Sordum, bakışları yeniden beni buldu.

"Bir şeyler yapabilirim, şüphe ettiğim şeyler var aslında ama buna gerek olmadığı için hiçbir zaman peşine düşmedim. Eğer oğlumu bulmama yardım ederseniz ben de sizin için elimden geleni yaparım." İşte bu, küçük de olsa iyi bir haberdi.

"Güzel,” dedi Ateş ve ayağa kalktı, Ekin de onunla birlikte kalktığında ikisi yeniden karşı karşıya geldi.

"Oğlunu bulacağız sen de bizi aklamak için elinden geleni yapacaksın,” dedi Ateş, Ekin hiç tereddüt etmeden kabul etti.

"Ban varım,” dedi ve elini uzattı Ateş'e. "İkimizin de amacı belli, eğer iş birliği yaparsak düşman olmamıza gerek yok. Düşman olacağımıza, dost olalım,” dedi.

Ateş, Ekin'in uzattığı eline baktıktan sonra bakışlarını Erdem'e çevirdi. Ben de Erdem'e döndüğümde gözünü kapatıp açarak Ateş'i onayladığını gördüm. Ateş bu kez de Doğan'a döndü, ardından sırayla Savaş'a, Cansu'ya ve bana baktı. Hepimizden onay aldı, bir tek Ceyhun'u hesaba almadı ve Ekin'e döndü, uzattığı elini tuttu ve sıktı.

"Eyvallah,” dedi, Ekin'in yüzünde buruk bir tebessüm oluşurken ben de dahil olmak üzere herkes şu an yapılan iş birliğinden memnundu. Bu iş birliğinin sonunda ne olur bilmiyorum ve şu an için her şeyin yolunda gitmesini umut etmek dışında elimden hiçbir şey gelmiyordu.

***

Kimin dost, kimin düşman, kimin iyi, kimin kötü olduğunu bilmediğimiz bir hayatın içindeydik artık. Dost dediklerimiz düşman çıkıp bize ihanet edebilir, düşman dediklerimizin sebeplerini öğrenip dost olabilirdik. Tıpkı Ekin'le olduğu gibi. Daha düne kadar ondan tüm kalbimle nefret ederken onun da bunları yapmak için bizim gibi bir sebebi olduğunu öğrenmek ve o sebebin güçlü olduğuna inanmak ona olan tüm nefretimi söndürdü. Hatta onu anlamaya bile başladım. Ben nasıl ki ailem için her şeyi göze alıp gitmekten vazgeçtiysem ve diğerlerini de peşimden sürüklediysem o da bu zamana kadar yaptığı her şeyi oğlu için yapmıştı.

"Bu ne saçma bir hayat lan?" diye sordu Doğan, gözlerimi ona çevirdim. Tekli koltuğa bayağı yayılarak oturmuş, dirseğini koltuğun kenarına elini de yüzüne koymuştu ve bize değil de yere bakıyordu. Sanki bizimle değil de kendi kendine konuşuyor gibi bir hâli vardı. "Çok saçma oğlum,” diye devam etti cümlesine, bunun sonunu nereye bağlayacağına dair bir merak sardı içimi ve dikkatle ona bakmaya devam ettim. "Daha dün yakalasak gebertecek olduğumuz herifin bugün elini sıktık, anlaşma yaptık." Onun da benim düşündüklerimi düşündüğünü fark edince gözlerimi önüme çevirdim.

"Onun da kendince haklı sebepleri varmış." Bunu diyen Cansu oldu.

"Yine de dikkatli olmak lazım." Bu da Savaş'ın sesiydi, söylediği şey dikkatimi çekince ona baktım. "Nereden bileceğiz yalan söylemediğini? Belki de duygu sömürüsü yaparak istediğini almaya çalışıyordur. Sonuçta onu buraya yalnız çağırdık ve elimizde Taner gibi bir koz varken risk alamadı, yalnız geldi. Az önceki her şey şov olabilir." Söyledikleri mantıklı gelince içimi korku sardı, kalbim bu korkuyla hızlandı. Ya doğruysa? Ya yalan söyledi ve bizi kandırdıysa? Bunu düşünmek bile istemiyorum.

"Gerçekten bir oğlu var mıdır ki?" diye sordu Cansu. Haklıydılar, belki de bir çocuğu bile yoktu. En başta da dediğim gibi kimin dost kimin düşman olduğunu bilmediğimiz bir hayatın içindeydik. Belki de Ekin'in kurduğu bir oyuna düşmek üzereyizdir.

"Benim de aklıma geldi bu ama söyleyip sizi korkutmak istememiştim." Doğan söyledi bunu, hemen araya girdim.

"Yalnız sessiz kalsaydın bu ihtimalin gerçek olması daha korkunç bir durum olurdu,” dedim, aklımıza gelen her şeyi, her ihtimali dile getirmeli ve tedbir almalıydık ki başarılı olabilelim.

"İlk önce Erdem ve Ateş'e anlatmayı düşünüyordum,” diye açıkladı kendini, ona bir şey demezken Cansu yine araya girdi.

"Benim aklımın ucundan bile geçmedi bu ihtimal ama Erdem ve Ateş'in aklına gelmiş olabileceğini düşünüyorum,” dedi, tıpkı benim de onun gibi aklımın ucundan dahi geçmemişti. Bir an için eskiyi düşündüm de eskiden böyle bir şey ilk benim aklıma gelir, her ihtimali düşünen ilk ben olurdum. Fakat şimdi bir başkası bir şeyler demeden aklıma hiçbir şey gelmiyor, mantıklı düşünme yetimi kaybetmiş gibiyim. Yapabildiğim tek şey birilerini dinlemek ve onlara hak vermek. Birilerinin bana hak vereceği fikirler ortaya sunamıyorum. Belki de sağlıklı düşünemiyor olduğumdandır diye içimden geçirirken iç de geçirdim. Bu, biraz korkutucu bir durumdu benim için ve bunun böyle devam edecek olması da kötü bir ihtimaldi.

"Belki de,” dedi Savaş Cansu'nun az önce söylediği şeye yönelik. O sırada yaklaşık on beş dakika kadar önce Ekin'le birlikte evden çıkan Ateş ve Erdem de salona döndü. Onlara hemen bu ihtimalden bahsedip düşüncelerimizi söylemek istediğim hâlde bunu bir başkasının yapmasını beklemek daha cazip geldi ve sustum.

"Ne yapıyorsunuz burada böyle oturmuş?" diye sordu Erdem ve salona gelip diğer tekli koltuğa da kendisi oturdu. Ateş hemen yanımdaki yerini alırken Erdem'in sorusuna cevap veren Doğan oldu.

"Konuşuyorduk,” dedi, Ateş araya girdi.

"Ne konuşuyordunuz?" diye sordu, ona cevap veren de Savaş oldu.

"Her seyin bir oyun olabileceğini." Savaş'ın kurduğu bu cümlenin Erdem ve Ateş'in kaşlarını çatmasına neden olduğunu fark ettim. Devam edip düşündüklerimizi ben açıklamak istedim ama yine sustum, sessiz kalmak yine cazip geldi ve istediğim şeyi yapmaktan vazgeçtim.

"Ne demek bu?" Ateş yine sordu, bu ihtimal onların da aklına gelmemiş diye içimden geçirirken Savaş hemen konuya girdi.

"Ekin'in bize oyun kurmuş olabileceğinden şüphe ediyoruz,” dedi, Erdem ve Ateş arasındaki bakışmayı fark ettim. "Az önce söylediği şeylerin yalan olabileceğini düşünüyoruz. Bir oyun kurmuş olabilir. Bize istediğini yaptırmak için mağdur ayağına yatmış olabilir. Bu ihtimali düşünmemiz lazım,” dedi, bu söylediklerinin Ateş'i şaşırtmasını ya da büyük bir endişeye düşürmesini bekledim ama beklediğim tepkiyi vermedi.

"Biz de bahçede bunu konuşuyorduk,” dedi Erdem, o an neden şaşırmadıklarını ve endişeye düşmediklerini anlamış oldum.

"Sizin de aklınıza geldiğinden emindik zaten,” dedi Cansu, hemen yanımda duran Ateş'e baktım.

"Ne yapacağız peki?" Sordum, bakışları beni buldu. "Risk alacak değiliz değil mi?"

Dilini damağına çarpıtarak cıkladı. "Risk almayacağız,” dedi, bakışlarını önüne çevirdi ve hafifçe öne doğru eğildi. Şu an dirseklerini bacaklarının üzerine koymuş, ellerini dizlerimin önünde birleştirmişti. "Ama ne yapacağımızı da bilmiyorum. Bir şekilde doğruyu söyleyip söylemediğinden emin olmamız lazım. O zamana kadar da ona güveniyor gibi yapacağız ama asla güvenmeyeceğiz." Risk almamak bu kez hoşuma gitti.

"Muhtemelen o da bunun farkında olacak,” dediğimde başını çevirdi, gözleri gözlerimi buldu. "Eğer gerçekten bir oyun kurduysa kendisine inanmayacak olmamızı da hesaba katmış olmalı ve inanalım diye elinden geleni yapacaktır,” dedim, başını salladı.

"Aynen öyle, bu yüzden dikkatli olacağız,” dedi ama henüz daha ne yapacağımızı bile bilmiyordum. Ne yaparken dikkatli olacaktık? Bu kadar iyi rol yapan bir insanın doğru söyleyip söylemediğini nasıl anlayacaktık ki?

"Yakınında olmalıyız." Erdem'in söylediği şeyi duyunca bakışlarımı ona çevirdim. "Salak rolü yapacağız kısacası. Söylediği her şeye inanan altı aptalmış gibi davranacağız ve bir şekilde bir şeyler yapmaya çalışacağız,” diye devam etti konuşmasına, o sırada aklıma gelen şeyle araya girdim.

"Aslında basit bir yol var,” dedim, hepsinin bakışları bir bir beni buldu.

"Neymiş o basit yol?" diye sordu Ateş, hemen cevapladım.

"Taner,” dedim, hepsinin yüzünde anlamsız bir ifade oluştu. "Eğer Ekin'in anlattığı şeyler doğruysa bu olanlardan ve ortada kayıp bir çocuk olduğundan onun da haberi var demektir. Fakat eğer böyle bir şey yoksa Ekin bu oyunu kurup yalanları söylerken Taner'le hiç iletişime geçmedi, bu da demek oluyor ki Taner'in bu oyundan hiçbir şekilde haberi yok." Hepsinin yüzündeki o anlamsız ifade yok olurken devam ettim. "Taner'i konuşturabilir miyiz bilmiyorum ama her şeyden bihaberken böyle bir konuda ağzından laf alıp şüphelerimize bir son verebiliriz."

"Çok doğru,” dedi Ateş, bana hak vermiş olmasından dolayı içten içe mutlu olurken devam etti. "Taner bunu anlamamız için çok iyi bir fırsat, değerlendirmekten başka şansımız yok,” dedi ve beklemediğim kadar hızlı bir şekilde ayaklandı. "Gidip konuşturalım şu piçi,” dedi, onun ardından diğerleri de tek tek ayaklandı ve peşine düştüler. Burada oturmak yerine ben de kalktım, peşlerinden gittim ve hep birlikte evden çıkıp evin arkasına gittik. Taner, evin arkasındaki bodrumdaydı. Bodrumun kapısının önündeki iki adam kapıyı açtı, yolu açtılar. Tek tek girdik içeriye, Ateş ışığı açtığında ışığın rengi yüzünden her yer sarardı ve içeride loş bir hava oluştu.

"Ooo kimleri görüyorum kimleri,” dedi Taner, çoktan kendine gelmişti. Ekin gelmeden önce Doğan ve Savaş onu buraya getirmiş, bağlamışlardı ama tüm bunlar olurken Taner baygındı.

"Gelmişsin kendine,” dedi Ateş sakince ve bir sandalye çekti, Taner'in karşısına oturdu.

"Neden kaçırdınız beni?" diye sordu Taner ve doğrudan konuya girmiş oldu.

"Çünkü Ekin, Eva'yı kaçırdı,” diye açıkladı Ateş, bu kadar sakin olmasını beklemiyordum doğrusu.

"Eva kim lan?" diye sordu Taner, tanımıyor muydu?

"Gamze'nin kızı." Ateş yine açıkladı, Taner'in yüzünde alaylı bir ifade oluştu.

"Anladım,” dedi alaylı bir tavırla ve ekledi. "Şu Mira'nın öldürdüğü sevgili eşinden bahsediyorsun."

Sinirlendim, üzerine yürüdüm. "Hiç kimseyi öldürmedim ben!" dedim, yüzündeki o alaylı ifade arttı.

"Kıskançlık..." Ve devam etmesine tahammül edemedim, öfkeyle yüzüne vurdum.

"Ben hiç kimseyi öldürmedim!" Bağırdım, vurduğum için yana dönmüş olduğu başını yeniden bana çevirdi ve kahkaha attı. "Ne gülüyorsun lan yüzüme baka baka!" Yine bağırdım, bu söylediğim daha çok gülmeye başladı, yüzüne bir tane daha geçirdim.

"Mira tamam,” dedi Cansu ve beni geriye doğru çekti. Fakat o sırada Taner hâlâ gülüyor ve sinirlerimi biraz daha bozuyordu.

"Bak hâlâ gülüyor! Yemin ederim şimdi..,” dedim, yeniden üzerine yürümek istedim ama Cansu da Doğan da buna engel oldu. O sırada Ateş'in bakışları beni buldu.

"Mira, güzelim sakin,” dedi, gözlerindeki uyarıcı ifadeyi fark ederken Cansu'nun kulağıma söylediği şeyi duydum.

"Lütfen sakin ol, hadi gel biz biraz dışarıya çıkalım,” dedi, tutuyor olduğu kollarımı ondan kurtardım.

"Gerek yok, sakinim ben,” dedim ama sakin falan değildim. Fakat sakin olmam gerektiğinin de farkındaydım, bu yüzden birkaç adım geri gittim ve arkamdaki duvara yaslandım. Ellerimi göğsümün altında birleştirdim, öfkeyle Taner'e baktım. Ne derse desin asla gaza gelmeyecek, öfkeme yenik düşmeyeceğim.

Öfkeyle Taner'e bakmaya devam ederken başka bir bakış hissettim üzerimde ve Ateş'e baktım. Gözleriyle hâlâ bana sakin olmamı söylerken bunun olacağından emin olmuş olacak ki önüne döndü, Taner'e baktı.

"Kimin kimi öldürdüğü, kimin ne yapıp ne yapmadığı seni ilgilendirmez Taner. Ayrıca bu benim sevdiğim kadınla ilgiliyse hiç ilgilendirmez,” dedi, bunları az öncekinin aksine sakin bir tavırla değil de dişlerini sıkarak söylemişti. "Bunu sakın aklından çıkarma, eğer çıkarırsan sana öyle bir hatırlatırım ki bir daha asla unutmazsın." Yine aynı tavırla söyledi bunları, hem bana sakin olmamı söylüyor hem de kendisi olamıyordu. "Şimdi gelelim asıl konumuza,” dedi, arkasına yaslandı ve sakince devam etti. "O kız bizim için çok değerli ve Ekin onun karşılığında bizden seni istiyor,” dedi, oysa bu konu artık çok eskide kalmıştı ama Taner'in haberi olmadığından bunu kullanmamız da hiçbir sorun yoktu.

"Bunun için mi kaçırdınız beni?" diye sordu Taner, o kadar rahattı ki bu rahatlık bile fazlasıyla sinir bozuyordu.

"Aynen öyle, seni ona vereceğiz ve çocuğu alacağız,” dedi Ateş, Taner'in yüzündeki gülümsemenin zoraki olduğunu fark ettim. Sanki rahat olmadığı hâlde öyle göstermek ister gibiydi. İşte bunun farkına varmak keyfimi fazlasıyla yerine getirdi.

"Bir derdiniz olmalı,” dedi Taner, ses tonu bile değişmişti. Az önceki kadar rahat çıkmıyordu. "Beni hemen Ekin'e vermeyip buraya getirmeniz ve böyle karşımda durmanız bir derdiniz olduğunu gösteriyor. Beni Ekin'e vermek yerine başka bir şey düşünüyor olmalısınız. Söyleyin bakalım, derdiniz ne?" Sordu, sanki yeniden rahatlamış gibiydi.

"Aslında bir derdimiz yok, bizlik bir sıkıntı yok yani,” dedi ve Ateş ayağa kalktı, ellerini arkasında birleştirdi. "Tek sorun ellerimizle birini ölüme gönderecek olmamız. En iyi sen biliyorsun ki biz bunu yapacak insanlar değiliz Taner. Bu hâlde olmamıza sebep olan cinayetleri bile biz değil, sen işledin,” dedi, bunu derken ellerini yumruk yaptığını fark ettim. Sanki şu an ona engel olan hiçbir şey olmasa Taner'i döverek öldürecek gibiydi. Öfkesinin bu denli güçlü olduğunu hissettim. "Seni kaçırarak onu biraz oyaladık, hiç değilse çocuğa zarar vermeyecek artık. Eğer..." Ateş devam edecekken Taner ona izin vermedi.

"Derdinizi şimdi çok iyi anladım,” dedi ve kendinden emin bir şekilde devam etti konuşmaya. "Beni vermeyecek ama verecek gibi davranacak ve çocuğu ondan alacaksınız,” dedi, yüzünde alaylı bir ifade oluştu. "Anlamadığım tek şey benim sonumun ne olacağı? Benim sonum nasıl olacak Demirkan? Benim hakkındaki planlarınız neler?"

"Seni yeniden teslim etmek,” dedi Ateş de kendinden emin bir şekilde.

"Benden öğreneceğiz şeyler varken bunu yapamazsınız,” deyince sırf onu sinir etmek için kısacık da olsa güldüm, bana baktığında da bozulan yüzü keyfimi yerine getirdi.

"Konuşmadığın ve konuşmayacağını söylediğin sürece sen umurumuzda bile olmazsın Taner. Bu kadar işin gücün içinde bir de seninle uğraşamam. Eva kaçırılmamış olsaydı polise vermiştik zaten seni, işimiz bitmişti. Bu bir kere daha yapmaktan hiç çekinmeyiz."

"Konuşmadığım sürece beni polise vereceksiniz, onu anladım,” dedi, kaşlarını çattı ve ekledi. "Peki konuşursam ne olacak? O zaman sonum farklı olmalı ki konuşmuş olmamın bir anlamı olsun,” dedi, dudaklarım yana kıvrıldı. Bu bile konuşmayı düşünüyor olduğunu anlamama neden olurken Ateş anında yanıtladı.

"Seni bırakırım Taner,” dedi, bunu yapmayacağını en iyi ben biliyordum. Buna rağmen konuşmayı merakla dinlemeye devam ettim.

"Bunu yapacağınızı hiç sanmıyorum. Hepiniz ölesiye nefret ediyorsunuz benden. Özgür bırakmak istemeyecek kadar büyük bir nefret bu,” dedi, neyse ki bunun farkındaydı. "Nasıl güveneceğim size?"

"Senden nefret ediyoruz Taner ama dışarıda da olsan içeride de umurumuzda olmayacaksın. Hiçbir şekilde bize faydan olmayacak,” dedi Ateş, Erdem araya girdi.

"Kısacası hiçbir şekilde umurumuzda değilsin Taner ama bir şeyler anlatırsan hiç değilse işimize yaramış olacaksın. Bu da sana özgürlüğünü verecek. Bir firariyken ne denli özgür olabilirsen olacaksın, sana vaad ettiğimiz şey bu. İster kabul et, ister etme,” dedi, o konuşmasını tamamladığında Savaş araya girdi.

"Karar senin Taner ya bizimle konuşursun ya da seni kullanıp kızı kurtardıktan sonra ait olduğun yere göndeririz,” dedi, Taner dikkatle ona baktı ve düşüncelere daldı. Uzun uzun düşündü, bir karar verme aşamasındaydı.

"Zamanın çok yok Taner, birkaç saat içinde o kızı almış olacağız. Vaktin çok az, kararını çabuk ver,” diyen Ateş bize baktı ve çıkmamızı işaret etti. Burada bir dakika bile kalmaya tahammülüm olmadığından kapıya yöneldim, ilk giden ben olurken diğerlerinin geliyor olduğundan da emindim. Tam bodrumdan çıkacakken Taner'in sesini duydum.

"Durun bir dakika,” dedi, istediğimizi vereceğini tahmin ettim, dudaklarım yana kıvrıldı. Çıkmak yerine durdum ve ona döndüm, diğerlerinin de çoktan bunu yapmış olduğunu fark ettim. "Dinleyin beni önce,” dedi, Ateş ona doğru yürüdü. Hemen peşinden Erdem de giderken ben olduğum yerde kaldım.

"Söyle,” diye emir verdi Ateş.

"Bilmediğiniz çok şey var,” diye konuya girdi Taner.

"Anlat lan o zaman! Neyi bilmiyoruz?" Erdem'in sesi sinirli çıktı.

"İşin içinde tahmin edemeyeceğiniz bir sürü şey var." Gizemli konuşuyor olmasından dolayı göz devirdim.

"Lan bilmediğiniz deyip duracağına anlatsana! Sen bizimle dalga mı geçiyorsun? Yemin ederim şimdi öfkeme yenik düşeceğim!" diye çıkıştı Erdem.

"Anlatacağım,” dedi Taner ve derin bir nefes aldı. "Ama önce şu ellerimi açın, bileklerim acıdı. Bu şekilde konuşamam." Söylediği şey hepimizin yüzünde alaylı bir ifade oluştururken göz devirdi. "Altı kişinin arasından kaçacak değilim. Ayrıca bahcede de kaç adam var az çok tahmin ediyorum. Amacım kaçmak falan değil yani, ayaklarım bağlı kalsın hatta ama şu ellerimi açın artık,” dedi, Ateş tek kelime bile etmeden Erdem'e baktı, aralarında geçen kısa bir bakışmanın ardından Erdem Taner'in arkasına geçti ve ellerini çözdü. "Ve bir bardak su, sussuzluktan ölmek üzereyim,” deyip kuruyan dudaklarını yaladı.

"Bir buna hizmet etmediğimiz kalmıştı." Doğan söylene söylene bodrumdan çıktı. Erdem sıkı sıkı bağlanmış olan ipi açana kadar da suyu getirmiş oldu. Taner suyunu da içtikten sonra Ateş konuştu.

"Anlat artık ne anlatacaksan!" Çıkıştı, Taner eğilip su bardağını yere koyduktan sonra derin bir nefes aldı ve arkasına yaslandı. Bir yandan ipin kesmiş olduğu ellerini ovalarken bir yandan da konuşmaya başladı.

"Beril,” diye girdi konuya, hepimiz pür dikkat ona bakıyorduk. "Ölmeden önce büyük bir kumar oynadı, büyük bir oyun kurdu ve hepimizi içine attı." Söylediği şey zaten bildiğimiz bir şeydi. "Öz oğlu olmasa da büyüttüğü oğluna bile acımadı,” dedi, işte asıl meseleye geliyorduk sanırım.

"Ekin, Beril'in evlatlık aldığı oğlu,” dedi, Ateş'in gözlerinin içine bakarak anlatmaya devam etti. "Onun hiçbir şeyden haberi yoktu. Daha doğrusu yokmuş, ben de sonradan öğrendim. Adamın annesinin planlarından habersiz kurduğu bir ailesi var hatta. Karısını bir kazada kaybetmiş. Bir oğlu var, dört yaşında olmalı. Annesi oğlunu kaçırdı adamın ve çocuğa şu an bakan kişiler siz cezavine girmediğiniz sürece çocuğu ortaya çıkarmayacaklar, Ekin böyle biliyor ve sizinle tam da bu yüzden uğraşıyor." Ateş bana baktı, Ekin'in söylediği her şey doğrulanmıştı artık. Ondan boşuna şüphe etmiştik.

"Bu kadar şeyi biliyorsan çocuğun kimin yanında olduğunu da biliyor olman gerekiyor." Ateş'in söylediği şeyle dikkatle Taner'e baktım ve işe yarar bir şeyler söylemesini bekledim.

"Bilmiyorum, öğrenemedim. Öğrenecek kadar çok kalamadım içlerinde."

Dayanamayıp araya girdim. "Yalan söyleme! İlk günden beri Ekin'in seni kurtaracağını bildiğin için rahattın! Bu da demek oluyor ki bir şeyler biliyorsun!"

Bakışları beni buldu. "Bilmediğiniz kısım da tam olarak bu zaten,” dedi, şüpheyle yüzüne bakarken devam etti. "İlk günden beri güvendiğim şey beni Ekin'in kurtaracak olması değildi, hiçbir zaman da olmadı. Çocuğunun yerini bildiğimi düşünürken bana çok da yardımcı olamazdı, işi bittiğinde işimi de bitirirdi,” dedi, Savaş araya girdi.

"Neye güveniyordun o zaman sen?"

"O çocuğa şu an bakanlara,” diye yanıtladı hemen. "İlk günden beri beni kurtaracağına inandığım kişiler onlardı. Hâlâ da inanıyorum, bunu yapacaklar. Yapmak zorundalar." Afalladım, bu ihtimal hiç aklımıza gelmemişti. Hem nasıl gelsin ki? Bu çok saçma.

"Neden seni kurtarsınlar? Bundan ne gibi bir kazançları olacak?" Sordum, bakışları yine beni buldu. Cevap verecek gibi oldu ama Doğan araya girip buna engel oldu.

"Hem seni kurtaracaklarına hâlâ inanıyorsan şu an neden ötüyorsun?" diye sordu, doğru bunun da bir nedeninin olması gerekiyordu.

"Çünkü anlatacağım şeyleri bilseniz bile elinize hiçbir şey geçmeyecek. Fakat benim geçecek, küçük bir anlaşmayla daha fazlasını sizden alabilirim." Kaşlarımı çattım, işin içine para girmiş gibiydi.

"Daha açık ol, bir bok anlamadık,” diye kızdı Ateş, Taner devam etti.

"Bakın, Beril torununu kaçırdı ve dört adamın korumasına verdi. Bunlardan diğer üçü kim bilmiyorum ama biri benim,” dayanamadım ve yine araya girdim.

"Çocuğun korumasından sorumlu olanlardan biri sensin ama çocuğun nerede olduğunu da diğer üç korumanın kim olduğunu da bilmiyorsun öyle mi? Sence de bu çok saçma değil mi?"

"Aynen öyle ama saçma değil,” dedi, bileğini ovalarken yüzünü buruşturdu ve devam etti. "Hatta çocuğu bir kez bile görmedim. Sadece bu işin içinde dört kişi olduğumuzu biliyorum,” dedi, aklım tamamen karışmış durumdaydı artık.

"Aradığınız o çocuğun hesabında tam üç yüz milyon dolar var,” dedi, gözlerim büyüdü. "Ve ön sekiz yaşına girmeden önce hiçbir şekilde o paraya dokunamaz. On sekiz yaşına girdiğinde paranın yüz milyon dolarını bu dört kişiye vermek şartıyla onu kullanabilir,” dedi, şaşkınca kaldım söyledikleri karşısında.

"Beril ölmeden önce bu konudaki her şeyi ayarladı. Bıraktığı yasal vasiyetinde böyle bir madde var. Bu sayede çocuğun öldürülmesine engel oluyor. Çünkü eğer çocuk ölürse üç yüz milyon doların hepsi yetiştirme yurtlarına bağışlanacak. Vasiyette böyle belirtilmiş." Gözümün ucuyla diğerlerine baktım ve onların da şaşkın olduğunu gördüm.

"Dört kişiyiz demiştim, üç yüz milyon doların yüz milyon doları da bizlere ait. Kişi başı yirmi beş milyon dolar düşüyor. Bu yüzden parayı daha erken almak için ne çocuğa zarar verebiliriz ne de daha çok almak için birbirimize. Çünkü bankadan o para beş imza bir arada olursa çekilebilir. Dördümüzün ve çocuğun imzası yani,” dedi, söyledikleri mantıklı geliyordu ama tutarsız olan şeyler de vardı içinde.

"Ben doğru mu anladım?" diye araya girdi Erdem ve devam etti. "Sen ve üç adam Ekin'in oğlunu on sekiz yaşına kadar koruyacak, kimsenin ona zarar vermesine izin vermeyeceksiniz. Çocuk on sekiz yaşına geldiğinde de onun ve dördünüzün imzasıyla bankadaki üç yüz milyon doları kullanma hakkına sahip olacaksınız. Bu paranın iki yüz milyon doları çocuğa, yüz milyon doları da eşit olarak dördünüz arasında paylaştırılacak." Erdem işi özetledi, Taner başını salladı.

"Aynen öyle,” dedi, aklıma takılan şeyi sormak için araya girdim.

"Peki Ekin ne olacaktı? Sonuçta annesi ona bıraktığı mektupta eğer bizi cezavine yollarsa çocuğu tutan adamların çocuğu ona teslim edeceğini yazmış. Yani biz cezavine girseydik, çocuk teslim edilecekti. Bu da demek oluyor ki babasının korumasında olacaktı. Belki de babası parayı yok sayıp bir daha asla bir araya gelmemenizi sağlayacaktı,” dedim, Taner beni sonuna kadar dikkatle dinledikten sonra konuştu.

"Ekin istenileni yapmış olsa da çocuğunu on sekiz yaşından önce göremeyecekti Mira. Beril oğluna istediğini yaptırmak için torununu kaçırdı. Kendisi öldükten sonra torunu güvende olsun diye yüklü bir miktarı gözden çıkardı ve üç yüz milyon dolar oyununu kurdu. Tüm bunları yaparken de göze aldığı en büyük şey oğlunun, oğlundan yıllarca ayrı kalmasıydı. Ekin ne yaparsa yapsın o çocuğu on sekiz yaşına kadar göremeyecekti."

Kalbim öyle bir acıdı ki içimden ağlamak geldi.

"Benim de bu olayın içindeki görevim tam olarak buydu zaten. Çocuğun korumasından sorumlu olmak, hiç görmesem de bunu hep yapacaktım. Babasının ona ulaşmasına engel olarak." Ellerimi yumruk yaptım, ağzının üstüne bir tane vurmamak için kendimi çok zor tuttum.

"Diğer üçü beni cezaevinden de bir firari olmaktan da kurtarmak zorundalar. Beni temize çıkarmak için ellerinden gelen her şeyi yapacaklardı. Çünkü o beş imzadan biri bana ait, bir firari olarak o imzayı atamam. Rahatlığım tam olarak bu yüzdendi,” dedi ve sustu, sanırım her şeyi öğrenmiştik. Aklımdaki soru işaretleri yok olmuş, taşlar bir bir yerine oturmuştu artık.

"Peki Beril?" diye sordu Erdem. "Bu kadar güçlü bir kadın kendini o evden de bizden de kolaylıkla kurtarabilecekken neden kendini öldürdü o gün? Herhâlde üzerimize cinayet yıkmak için değil, değil mi? Bunu bir başkası üzerinden de yapabilirdi ama gitti ve dünyanın en saçma şeyini yaptı, kendini öldürdü. Neden oyunu yönetmek varken oyunu kurdu ve ölmeyi tercih etti?" diye tamamladı sorusunu Erdem, az önceye kadar bunu sorgulamayan benim de içime merak düştü.

"Kadın çok hastaydı, o gün kendini öldürmemiş olsaydı bile şimdiye çoktan hastalıktan ölmüş olacaktı. Tedavisi olmayan bir hastalığı vardı, her gün yavaş yavaş ölüyordu zaten. İşleri de bildiğim kadarıyla bu yüzden hızlandırdı, buna rağmen size karşı kazanamadan ölüme yaklaştı. Bu yüzden de oyunu kurdu ve ölmeyi tercih etti. Onunla uzun zaman geçirmedim ama hakkında çok şey öğrendim, onu kısacık bir zamanda çok iyi tanıdım. Bir hastalıktan dolayı ölmeyi kendine yediremedi, acizce buldu bunu. Ölümünün bile bir işe yaramasını istedi. Siz Bahadır'ı buldunuz, onu aldınız ve konuşturdunuz. Bunu fark etti, o her şeyi fark eden biriydi zaten. Bunu fark edince sizin onu bulacağınızı da anladı. Kaçmak varken bu oyunu kurdu, o gün intihar etti. Siz oraya gitmeden önce telefonla konuştuk, o gün bana tam beş milyon dolar gönderdi. Bunun karşılığında o gün polis olmayı bir kenara bıraktım ve sizin yaraladığınız herkesi öldürdüm. Sonra da yeniden bir polis gibi davrandım, ortalığı ayağa kaldırdım ve sizi ülkece aranan suçlular hâline getirdim." Söyledikleri sinirimi bozdu.

"Beş milyon dolar için öyle mi?" diye sordum, bakışları beni buldu.

"Yapma Mira, ben sıradan bir polistim. Ölene kadar çalışacak olsam bahsettiğin o parayı bir araya getiremezdim. Sonrasında gelecek olan bir yirmi beş milyon dolar da var tabii ki. Ben de hayatımın sonuna kadar katillerin, hırsızların, sapıkların peşinde koşmak istemedim. Gecemi gündüzüme katıp canımı ortaya koyarak hayatıma devam etmek istemedim. Suçlu olan tarafa geçip hayal edemediğim o parayı almak istedim. Geçtim ve aldım da,” dedi, bana göre kutsal olan bu meslekten böyle bahsediyor olmasından dolayı daha da büyük bir nefret duydum ona.

"Her şey bu kadar Demirkan. Ne başka bir düşman var hayatınızda artık ne de bir katil. Bu işin sonundasınız ve bu işin kilit noktası dört yaşında bir çocuk. Onu bulursanız Ekin tarafından cezavine gönderilmeyeceksiniz, o adamın sizinle hiçbir derdi kalmayacak. O çocuğu bulmak, zincirin diğer üç halkasına ulaşmak için de benden başka şansınız yok. Ya benimle iş birliği yapacaksınız ve bana yıllar sonra alacağım o yirmi beş milyon dolardan fazlasını hemen vereceksiniz, bu işten vazgeçeceğim. Ya da beni teslim edeceksiniz, her şey Beril'in istediği gibi ilerleyecek,” dedi, arkasına yaslandı.

"Hatta bir seçenek daha var; beni burada öldürecekseniz. Sonra bunu öğrenen diğer üç adamın dört yaşındaki bir çocuğu öldürüp ortadan kaybolmalarına neden olacaksınız. O çocuk ölünce Ekin bunun öfkesiyle sizden kaçırdığı küçük bir çocuğu öldürecek. İki çocuk da ölmüş olacak. Yine her zamanki gibi büyüklerin oyununun içinde kaybeden tek taraf çocuklar olacak."

Ateş'in bakışları beni buldu, düz bir ifadeyle bakıp tepkisiz kaldım. Gözlerini Erdem'e ve sonra da bir bir diğerlerine çevirdi. En sonun da önüne döndü ve derin bir nefes aldı.

Bir karar vermek artık onun için de bizim için de zordu. Hani başta demiştin ya öyle bir hayatın içindeyiz ki dostumuz düşman, düşmanımız dost oluyor diye? Fakat bu kez düşmanımız dost olmamış ama hayat bizi öyle bir noktaya savurmuştu ki düşmanımızın elini sıkıp iş birliği yapmaktan başka şansımız yoktu.

Resmen hayat bizi ölü bir kadının kurduğu bir oyunun içinde bir sağa bir sola sürükleyip duruyordu ve maalesef ki hiçbirimiz ne o oyunun ne zaman biteceğini ne de o oyunun son anında bizi nelerin beklediğini biliyorduk.

Bölüm Sonu!

Selammmmmm :) nasılsınız? Neler yapıyorsunuz?

Beril'in böyle bir oyun kurmuş olabileceğini düşünmüş müydünüz?

Sizce Taner'le de iş birliği yapacaklar mı?

Bu işin sonu nereye varır dersiniz?

Ekin'i sevdiniz mi? Böyle biri çıkmasını bekliyor muydunuz?

Ekin bizimkilere yardım edecek bir şeyler bulabilecek midir?

Bölümde en sevdiğiniz sahne hangisi oldu?

Bölümü en iyi anlatan emojiyi buraya bırakabilirsiniz.

Yeni bölümde görüşmek üzere:) iyi bakın kendinize güzellerim ♡

Duyuru ve alıntılar için de sosyal medya hesaplarımı bırakıyorum, oradan da takip edebilirsiniz beni.

Instagram: gizzemasllan / sucortagimofficial

Twitter: gizzemasllan

ÇOK SEVİLİYORSUNUZ.♡

Loading...
0%