Yeni Üyelik
97.
Bölüm

96.BÖLÜM "CİHAN AKSOYLU"

@gizzemasllan

Selam suç ortaklarım :)

Bir önceki bölüme gelen yorumlarınız için çok teşekkür ederim. Bu bölüme gelecek olan yorumlarınız bekliyorum.♡

Bölüme başlamadan önce yıldıza dokunarak bana destek olabilirsiniz.

Buraya ben de sizin için bir yıldız bırakıyorum.⭐ Sizinkileri de bekliyorum.❥

keyifli okumalar.♡

Instagram: gizzemasllan/ sucortagimofficial

.

.

.

96. BÖLÜM "CİHAN AKSOYLU"

Bazı kararlar vardır, aslında hiç alınmaması gereken ama başka çaremiz olmadığı için almak zorunda olduğumuz kararlar. Bugün anladım ki bunu yapmak zorunda olmak, bu denli çaresiz kalmak, insanın canını çok yakıyormuş. Şimdi canım o kadar çok yanıyordu ki çaresizliğimi bile gölgede bırakıyor bu acı. Bizi bu hâle getiren, utanmadan gözlerimizin içine bakarak da yaptığı şeyi anlatan ve bununla alay eden bir adamla iş birliği yapmak zorunda olmak, gururuma dokunuyordu.

"Ne yapacağız?" diye sordu Doğan, gözümün ucuyla ona baktım. Taner'in iş birliği teklifinden sonra Ateş'in vereceği cevabı az çok tahmin ederek duymak istememiş ve oradan ayrılmıştım. Salona dönmüş, tek başıma otururken diğerleri de gelmişti bir bir ve henüz bir cevap vermediklerini söylemişlerdi. Fakat buradaki herkes çok iyi biliyor ki o teklifi kabul etmek dışında bir şansımız yoktu.

"Ekin'le anlaşma yaparken böyle hissetmemiştim" dedim, içimden geçirdiğim şeyi söylemem hepsinin bana bakmasına neden olurken de devam ettim. "O da bize kötü davrandı, hak etmediğimiz bir şeyi yapmaya çalıştı. Hatta beni ailemle tehdit ettirdi ama yine de onunla iş birliği yaparken kötü hissetmedim. Çünkü ona hak verdim. Bir insan ailesinden biri için, özellikle de bu çocuğuysa her şeyi yapar dedim. Onu anladım, gerçekten anladım ama Taner çok farklı. O para uğruna hepimizin hayatını mahvetti. Eğer şimdi bu hâldeysek, bunları yaşıyorsak bunun hâlâ hayatta olan en büyük sorumlularından biri o ve onunla anlaşma yapmak zorunda kalmayı gururuma yediremiyorum." Bunları derken bile o pisliğin daha bir saat kadar önce Gamze hakkında söylediklerini düşünüyor, yüzündeki o pis sırıtışı hatırlıyordum. Bu da sinirlerimi biraz daha bozuyordu.

"Hepimiz aynı şeyi düşünüyor ve hissediyoruz," dedi Cansu, bakışlarım onu buldu. "Buradaki hiç kimsenin Taner'le isteyerek ve zevkle anlaşma yaptığını hiç sanmıyorum ama hepimiz de başka şansımızız olmadığını çok iyi biliyoruz," dedi, arkasına yaslandı ve ellerini göğsünün altında birleştirken sıkıntıyla ofladı.

"Farkındayım," dedim, farkında olduğum en sinir bozucu şeydi zaten bu.

"Uzatmaya gerek yok, gidecek ve kabul edeceğiz," dedi Erdem, o an aklıma çok başka bir şey takıldı.

"Adam yirmi beş milyon dolardan fazlasını istiyor ve hem de hemen. Bunu nasıl vereceğiz?" Sordum, tamam maddi olarak sıkıntı çeken insanlar değildik ama bu kadarı da çok fazlaydı. Hem de bu şekilde ülkenin içinde adım atarken bile dikkatli olmamız gerekiyorken.

"Para işi kolay," dedi Ateş, kaşlarımı çattım.

"Yirmi beş milyon dolardan fazladan bahsediyoruz Ateş. O kadar da kolay olmamalı," dedim, başını çevirip bana baktı. Konuşacak gibi oldu ama izin vermeyip devam ettim. "Hiçbir zaman kendimizi tam anlamıyla temize çıkaramayacağımızı, bu iş bittiğinde yine buradan gitmek zorunda kalacağımızı söyleyen sen oldun. Orada gidip de çalışabileceğimizi hiç sanmıyorum. En çok ihtiyacımız olan şey para olacak. Şimdi otuz milyon dolara yakın bir parayı bu adama mı vereceksiniz?"

Bahsedilen para onlara aitti. Buna karışmak benim haddime değildi ama endişelerimi dile getirmekte bir sakınca görmedim.

"Para işini abim halleder," dedi Erdem.

Bakışlarım onu buldu. "Pars mı?"

Başını salladı ama cevap vermedi.

"Ben Mira'ya hak veriyorum," diye araya girdi Cansu ve devam etti. "Bu adama o kadar parayı vermemiz doğru değil."

Ateş'in uzunca bir nefes aldığını fark ettim. "Farkındayım onunla iş birliği yapmayı istemiyorsunuz ama yapacağız ve bu işin sonunda onu teslim edeceğiz. Evet, parayı hiç düşünmeden vereceğiz ama zamanı geldiğinde de yeniden almasını bileceğiz. Gözünü boyayacağız yani. Diyelim ki bir aksilik çıktı, alamadık o parayı. Yine de kullanamayacak, çünkü cezaevinde olacak ve emin olun gidecek olan para zerre kadar umurumda değil. İstediğim tek şey, şu saçma işlerden kurtulmak arık," dedi Ateş ve ayağa kalktı. "Bu yüzden şimdi boş verin para düşünmeyi," dedi, Erdem'e baktı. "Gidip şu piçle konuşalım, kabul ettiğimizi söyleyelim."

Erdem, onun söylediği şeyle hemen ayağa kalkarken Ateş gözlerini Doğan'a çevirdi. "Ekin'i arayın, o da bir an önce kanıt aramaya başlasın. Çünkü biz çocuğunu bulacağız," dedi, Doğan onu onayladığında da Erdem'le birlikte evden çıktı.

Sonrasında her şey çok hızlı gelişti. Doğan, Ekin'i aradı ve ona bir şeyler yapmaya başlamış olduğumuzdan bahsetti. Ondan da bir şeyler yapmaya başlamasını ve bize o güne dair kanıt bulmasını istedi. Ekin'den de fark ettiğim kadarıyla olumlu bir cevap aldı ve telefonu kapattı. O sırada Savaş ve Cansu, Taner hakkında konuşuyorlardı, sessiz kalıp dahil olmadım muhabbete. Zaten çok geçmeden önde Erdem, onun arkasında Taner, onun da arkasında Ateş eve girdiler. Taner yüzündeki aptal sırıtışla bana baktı, beni sinir etmek için göz kırptı ve geçip karşıdaki tekli koltuğa oturdu.

"Eee ne yapıyoruz?" diye sordu, kalkıp bir tane vurmamak için kendimi çok zor tuttum. Hâlâ onu aramıza almış olduğumuza inanamıyorken yanımda oturan Ateş'in bana doğru eğildini fark ettim. Kulağıma fısıldadı.

"Ceyhun'a mesaj at, sakın buraya gelmesin. Bu herifin onun da bizimle olduğunu bilmesine hiç gerek yok," dedi, başımı salladım. O, geri çekilirken de başımı çevirip ona baktım. Öncesinde iş için bile olsa Ceyhun'la konuşmamı kıskanan, bundan nefret edip de rahatsız olan adam şimdi kendisi bunu yapmamı istiyordu. Ya artık beni kıskanmamaya başlamıştı ya da Ceyhun'u sevmeye. İkinci ihtimalin olmasını umut ettim, birincisi bizim için çok büyük bir çıkmaz olacaktı çünkü.

Gözlerimi kapatıp açtım, bu saçma şeyi düşünmeyi bıraktım ve Ceyhun'a olanları kısaca özetleyen bir mesaj attım. Ben bunu yaparken Taner konuşuyordu. "Eee konuşamayacak mısınız? Nereden başlıyoruz?" diye sordu bir kez daha, telefondaki gözlerimi bir anlığına ona çevirdim yüzümü buruşturdum. Yüzünü görmek bile midemi bulandırıyordu.

"O adamlarla iletişime geçeceksin," dedi Ateş, o sırada telefonumu yeniden cebime koydum ve arkama yaslandım. Ellerimi göğsümün altında birleştirdim, dikkatle Taner'i izledim. Çünkü eğer aklında bir oyun varsa bunu ancak bu şekilde anlayabilirdim.

"Yapamam," dedi Taner, kaşlarımı çattım.

"Ne demek yapamam lan? Anlaşmadık mı?" diye sordu Erdem, Taner gayet rahat bir şekilde devam etti konuşmaya.

"Anlaştık ama ben size onları tanımıyorum demiştim," dedi, anlamsızca baktım ona.

"Lan anladık tanımıyorsun ama telefonla falan da mı hiç konuşmadın?" Doğan sordu, Taner kaşlarını kaldırdı.

"Konuşmadım," dedi, öfkelendim. Bu, bizimle dalga mı geçiyordu? "Bildiğim tek şey bana ihtiyaçları olduğu ve beni bir sekilde kurtaracakları. Ben onlara ulaşamam yani, onlar bana ulaşacaklar," dedi, başımı önüme eğdim ve elimi yüzüme bastırdım. Elimden geldiği kadar sakin kalmaya çalışırken devam etti. "Beni bırakacaksınız, onlar da gelecek ve beni bulacaklar. Ancak o zaman..." Erdem devam etmesine izin vermedi.

"Bok bırakırız seni!" diye çıkıştı, sesi biraz yüksek çıktı. Elimi yüzümden çektim, onlara baktım. "Salak mı zannediyorsun lan bizi? Seni bırakalım da arkamızdan çevirmediğin oyun kalmasın değil mi? Bu evden dışarıya adım bile atamazsın," dedi, Taner'in yüzünde alaylı bir ifade oluşurken arkasına yaslandı ve ayak ayak üstüne attı. Şeytan diyor ki ayağa kalk, şunun ayaklarını kır da içinin rahatlat ama şeytan diyor işte, dinlememek lazım.

"O zaman anlaşma yapmamızın hiçbir anlamı yok. Çünkü hiçbir işinize yaramam," dedi, haklı olduğunun farkında olmak sinirlerimi bozdu. "Ayrıca size oyun oynamak için bir sebebim yok. Eğer bana yirmi beş milyon dolardan fazlasını verirseniz sizin tarafınıza geçerim. Yıllarca beklemek yerine hemen parayı almak daha cazip geliyor. Hem ben bir firariyim, o parayı bankadan çekmelerine yardım etmem mümkün değil. O paranın alınacağına dair bir inancım kalmadı. Bu da sizinle yaptığım anlaşmaya sadık kalacağım demek," dedi, hemen araya girdim.

"Senin gözün doymaz," dedim, bakışları beni buldu. "Hiçbir zaman doymayacak. Bizden parayı alır, bizim tarafımıza geçmiş gibi yaparsın ama seni bekleyen diğer paradan da asla vazgeçmezsin," dedim kendimden emin bir şekilde, söylediğim şeyi düşündüğüne yemin bile edebilirdim şu an.

"Söylediğin çok mantıklı Mira ama normal bir insan için mantıklı, benim için değil. Özgür olmadıktan sonra o kadar para hiçbir işime yaramaz. Ben, sizden parayı alacak ve bu ülkeyi terk edeceğim. Başka da hiçbir amacım yok. Tek amacım o parayı almak ve buradan kurtulmak. Kendime yeni bir hayat kurmayı düşünüyorum. Belki ticarete atılırım, ne dersiniz?" Son iki cümleyi alay edercesine kurdu.

"Ne yapacağınla ilgilenmiyoruz Taner, sus iki dakika," dedi Savaş ve Ateş'e baktı. Sessizliğini koruyan Ateş'in bu konudaki yorumunu merak ederken konuştu.

"Buna güvenemeyiz, başka bir şey bulmalıyız," dedi, Taner'in kaşlarını çatmasına neden oldu.

"Bari arkamdan konuşun, yüzüme karşı biraz ayıp oluyor artık," diye sitem etti, Doğan hemen cevapladı.

"Yüzsüzsün zaten, sıkıntı olmaz," dedi, Taner'in bozulmuş olan yüz ifadesine gülmemek için kendimi zor tutarken Ateş ayağa kalktı, bahçeden birilerini çağırdı.

"Size söylediğim yere götürün," diye emir verdi adamlara, adamlar bu emri ikiletmeden Taner'e yaklaştı ve götürdüler onu. Taner, başına bir şey gelmeyeceğinden emin olduğundan sorun çıkarmadan giderken Ateş konuştu.

"Düşünün, ben de düşüneceğim. Bunu bırakmadan o adamlara ulaşmanın bir yolunu bulacağım. Sizin aklınıza bir şeyler gelirse haber edersiniz bana, başım ağrıyor biraz. Dinleneceğim," dedi ve arkasına bakmadan yatak odasına doğru gitti. Diğerleri onun gidişiyle pek ilgilenmeyip kendi aralarında konuşmaya başlarlarken ben dayanamadım ve peşinden odaya gittim. Odaya girdiğimde üzerini değiştirmeden yatağa uzandığını fark ettim. Kolunu yüzüne koymuş, gözlerini kapatmıştı.

"İyi misin?" diye sorup kendimi fark ettirdim, yanına gittim ve yatağın kenarına oturdum.

"İyiyim, başım ağrıyor biraz," dedi, kolunu yüzünden indirmedi.

"Perdeleri kapatayım, daha rahat edersin," dedim ve ayağa kalktım. O bir şey demezken odanın perdelerini kapattım. İçerisi zifiri karanlık olduğunda da "Ben salondayım, sen rahat rahat uyu," dedim, beni onaylayan mırıltılar çıkardı sadece. Sessizce odadan çıktım.

O gün tüm gün nasıl bir yol izleyebiliriz diye düşündük ama mantıklı hiçbir şey bulamadık. Hava karardı, akşam oldu ve birlikte yemek yedik. Fakat Ateş odadan hiç çıkmadı. Yemekten sonra salonda oturduk, konuşmaya devam ettik ama yine elimiz boş kaldı. Herkes bir bir odalara dağıldı, ben de yatak odasına gittim. Olabildiğince sessiz oldum ve telefonun ışığıyla Ateş'e baktım, çok derin bir uykuda olduğunu fark ettim. Sessizce üzerimi değiştirip yatağın bir diğer ucuna da ben girdim. Zaten girer girmez ne kadar çok uykum olduğunu hissettim. Gözlerim hemen kapanırken uykuya ne ara daldım hatırlamıyorum bile.

Duyduğum tıkırtılarla gözlerimi araladım. Karanlıktan dolayı pek bir şey göremezken sessizce atılmaya çalışılan adım seslerini duydum. Gözlerim yeniden kapanırken banyonun kapısı açıldı, gözlerimi açıp o tarafa baktım ve Ateş'in banyoya girdiğini fark ettim.

Kapı kapandıktan sonra kapının altından odaya sızan beyaz ışık sayesinde tamamen kendime geldim. Telefonumu alıp saatte baktım ve gecenin üçü olduğunu gördüm. Ateş'in bu saate neden uyandığını anlayamazken belki de tuvalete girer ve yeniden döner diye içimden geçirdim, gözlerimi kapattım ve yeniden uykuya dalmaya çalıştım.

Az sonra kapının açılma sesiyle yeniden ayıldım uykumdan ama gözlerimi açmadım bu kez ve Ateş'in yanıma gelmesini bekledim. Fakat beklediğim şey olmadı, dolabın açılma sesini duydum. Dayanamayıp açtım gözlerimi, montunu giydiğini fark ettim. Nereye gidiyor diye düşünürken bana doğru döndü, hemen yeniden kapattım gözlerimi. Bana yaklaştığını ayak seslerinden anladım. Tamamen yaklaşınca üzerimi örttü, bu çok iyi hissettirirken geri çekildiğini hissettim. Zaten çok geçmeden de odadan çıktı, sesler kesildi.

Hemen gözlerimi açtım, birkaç dakika bekledim ve gelmeyeceğinden emin olup ayağa kalktım, pencereye gittim ve tül perdenin ardından bahçeye doğru baktım. Ateş çoktan bahçeye çıkmıştı ve bir adamla konuşuyordu. Dikkatle izlemeye devam ettim onu, bir süre sonra cebinden telefonunu çıkardı ve birini aradı.

"Geliyorum," dediğini kısık da olsa duydum. "Bir saate orada olurum," diye ekledi, o an o kadınla konuştuğunu anladım. Öfkem de kıskançlığım da gün yüzüne çıkarken arabasına bindi ve gitti. İlk başta onu takip etmeyi düşündüm ama bunu yapmadım. Kendime bunu yakıştırmadım. Yatağa döndüm, içine girdim ve arkama yaslandım. Dizlerimi karnıma çektim, başımı da dizlerimin üzerine koydum.

O kadının yanına gittiğinden eminim, çünkü gideceğine dair yapmış olduğu telefon görüşmesine de şahit olmuştum. Buna rağmen, gecenin bir yarısı bir kadının yanına gitmesine rağmen ona güveniyorum. Çünkü onu tanıyorum, sevdiğim adamı çok iyi tanıyorum ve beni üzecek bir şey olmayacağından eminim. Hatta muhtemelen bir iş için görüşüyor o kadınla. Bizden bile sakladığı bir iş olabilir ya da çok başka bir şeydir ama yine de mantıklı bir açıklaması vardır. Aksini düşünmeyeceğim, ihtimal vermeyeceğim. Ona güveniyorum, tüm kalbimle hem de.

"Güveniyorum," diye mırıldandım kendi kendime, bunu kendime söylemek istedim. "Güveniyorum," diye yineledim, aradan saatler geçti. Güneş doğdu, gün ışığı odayı aydınlattı. Odada duramadım daha fazla ve kalkıp elimi yüzümü yıkadıktan sonra salona geçtim. Salonda otururken diğerleri de tek tek uyanmış, salona gelmişlerdi. Hepsi uykulu uykulu kendini bir köşeye bırakırken hepimizin aksine fazla dinç görünen Erdem sordu.

"Ateş nerede? Uyanmadı mı daha?"

"Sabah uyandım, yanımda değildi. Nerede bilmiyorum," dedim, o da diğerleri de şaşırdılar.

"Aramadın mı?" Cansu sordu, bakışlarım onu buldu.

"Hayır, bir işi vardır elbet. Gelir birazdan," dedim ve çok sıradan bir durummuş gibi davrandım.

"Kız haklı, adam çocuk değil ya. Gelir birazdan," dedi Doğan da, Erdem'in telefonunu çıkardığını fark ettim. Arayacak olması benim de işime gelirken telefon kulağında birkaç dakika kaldı, indirdi.

"Açmıyor," dedi, bahçeye çıktı. O giderken ben de ayağa kalktım.

"Kahvaltı hazırlayalım, bir şeyler yiyelim," dedim ve mutfağa gittim. Salonda ne konuştukları umurumda olmazken düşüncelerimi yok saydım, hiçbir şey düşünmemeye çalışırken kahvaltı hazırladım. Çok geçmeden Cansu da geldi, bana yardım etti ve güzel bir kahvaltı masası kurduk. Herkes bir bir geldi masaya, kahvaltıya başladık.

"Açtı mı telefonu?" diye sordum, Erdem'in bakışları beni buldu.

"Açmadı hâlâ," dedi, anladım dercesine başımı salladım ve kahvaltıya devam ettim. İçten içe endişe duymaya başlamıştım, ya bir şey olduysa? Acaba geceden evden çıkmış olduğunu Erdem'e anlatsa mıydım? Bunu düşünürken çoktan masadan kalkmış, masayı toplamış ve salona geçmiştik bile.

Zaman geçtikçe Erdem'le konuşma fikri daha baskın gelmeye başlarken geçen bir yarım saatin ardından da daha fazla dayanamadım ve konuşmaya karar verdim, evden çıktım. İleride duran Erdem'in yanına yürüdüm, yanına ulaşınca kendimi fark ettirmek için konuştum.

"Erdem," dedim, başını çevirip bana baktı, hiçbir şey demedi. "Benim sana söylemem gereken bir şey var."

Tamamen bana döndü, ellerini cebine koydu. "Dinliyorum," dedi, derin bir nefes aldım. Nereden başlasam, nasıl konuya girsem diye düşünürken bir araba sesi duydum, gözlerimi hemen o tarafa çevirdim ve Ateş'in arabasını gördüm.

"Sonunda evin yolunu bulabildi," dedi Erdem ve uzaklaştı yanımdan. Fakat sadece birkaç adım gitmişken, durdu ve bana baktı. "Sen ne diyecektin bana?"

Gözümün ucuyla arabadan inen Ateş'e bakıp yeniden ona döndüm. "Önemli bir şey değildi, boş ver," dedim ve yürüdüm, yanından geçip Ateş'e doğru gittim. Yanına ulaştığımda kaşlarım çatıktı.

"Neredesin?" Doğrudan sordum ve net bir cevap vermesini bekledim. Kabaran göğsünden aldığı derin nefesi fark ettim. "Seni dinliyorum," dedim, o sırada Erdem de yanımıza geldi.

"Neredesin oğlum sen?" Sesi kızgın çıktı. "Sabah bir uyandık, yoksun. Kaç saattir seni arıyoruz, telefonun kapalı," dedi, ikimiz de karşısında dikildik ve bir cevap bekledik.

"İşim vardı, halledip geldim. Telefonumun şarjı bitmiş, önemli bir şey yok," dedi Erdem'e bakarak. Ardından gözünün ucuyla bana bakıp yeniden ona döndü. "Kardeşim, sen bizi bir beş dakika yalnız bırakır mısın?"

Erdem başka hiçbir şey demeden yanımızdan ayrılırken Ateş'in bakışları yeniden beni buldu.

"Sana yalan söylemeyeceğim," diye konuya giren ben oldum.

Kaşlarını çattı. "Ne konuda?"

"Ceyhun'un evinde kalırken bir sabah uyandık, yine yoktun. Daha doğrusu diğerleri uyandı, ben zaten uyanıktım ve o gün gece seni bir kadınla konuşurken gördüm. Sonra da o kadınla birlikte arabaya bindin, gittin. Sana bunu hiç sormadım, çünkü sana güveniyorum. Yanlış bir şey olmadığından emindim ve zamanı gelince bana ya da bize anlatacağından da emindim."

Söylediklerim karşısında şaşırdı, devam ettim.

"Dün gece banyoya girdiğinde uyandım, yeniden yanıma dönmeni bekledim ama hazırlanıp çıktın. Pencereden baktım, telefonla konuştun ve gittin. Birkaç gün önce o kadınla olan konuşmana şahit oldum, yanına geleceğim dediğini duydum ve dün gece onun yanına gittiğinden eminim."

Hiçbir şey demedi, sadece sustu ve şu an çok şaşkındı.

"Beni yanlış anlama, hesap sormuyorum sana ya da saçma şeyler düşünmüyorum. Tamam, başta biraz kıskandım ama sonra bu his yok oldu. Şimdi sadece o kadının kim olduğunu merak ediyorum ve bunu öğrenmeye hakkım olduğunu düşünüyorum," dedim, bence çok sakin ve çok düzgün bir şekilde sormuştum. Ne suçlamada bulundum ne de kızdım. Bu sorunun aramızda bir sorun olacağını hiç zannetmiyorum.

"Hakkın var tabii ki," dedi, onun da sesi çok sakindi ve hiç de gerilmiş gibi bir hâli yoktu. O an bir sorun olmadığından emin oldum. Bir sorun olsaydı ya da büyük bir sır olsaydı gergin olurdu herhalde değil mi? "O kadını anlatacağım sana, söz veriyorum ama şimdi değil."

Kaşlarımı çattım, ne demekti şimdi bu? Bunun zamanı mı olurdu? "Neden şimdi değil?"

Elimi tuttu. "Anlatacağım güzelim, gel benimle," dedi ve eve doğru çekiştirdi. Birlikte eve girdik, salona girdiğimizde elimi bıraktı.

"Kimse yok mu? Salona gelin," diye seslendi, neden bu kadar heyecanlı olduğunu anlayamazken herkes bir bir salona toplandı. Kimse oturmuyor, herkes ayaktaydı.

"Söyleyeceğim şey belki size delice gelecek ama Taner'i bırakacağız," dedi, şaşkınca kaldım. Bunu yapmamak için dün geceden beri plan yapmaya çalışıyorduk ama o planı bu yönde yapmıştı. Bu, mantıklı mı?

"Gerçekten deliceymis," dedi Erdem ve ekledi. "Sen gelirken kaza yapıp başını bir yere mi çarptın? Yoksa başına bir şey mi düştü?" diye sordu.

"Hiçbir şey olmadı, sadece düşündüm ve bunun doğru olduğuna karar verdim. Oyunu kurallarına göre oynayacağız bu kez," dedi, konuşmak istedim ama bunu fark etmeyip devam etti. "Doğan ve Savaş, siz ikiniz Bursa'ya gidiyorsunuz bu akşam," dedi, şaşkınca kaldım. Bursa mı?

"Orada ne işimiz var lan?" diye sordu Savaş.

Ateş cebinden çıkardığı kağıdı ona uzattı. "Burada bir adres var, buraya gittiğiniz zaman altmışlı yaşlarda bir kadın bulacaksınız," dedi, kaşlarımı çattım. Ne anlatıyordu bu? Hiçbir şey anlamıyorum.

"Kadın kim?" diye sordu Doğan, Ateş hemen cevapladı.

"Taner'in annesi, kadını alın. Canını yakmadan, korkutmadan. Hatta bizi oğlun gönderdi, sizi koruyacağız falan deyin," dedi, şaşkınlığım daha da arttı. "Annesinin bizimle olduğunu bilmesi bize ihanet etmesine engel olacak." Kendinden emin bir şekilde söyledi bunu, biraz düşününce aslında mantıklı bir yol diye geçirdim içimden. "Çok dikkatli olacaksınız ama çünkü Taner firari bizim gibi ve muhtemelen polisler annesini de takibe almışlardır," dedi, Doğan ve Savaş onu onayladığında da Erdem'e döndü.

"Erdem ve Cansu siz ikiniz de Tufan Müdür'e ulaşın bir şekilde ve buluşun onunla. Olan biten her şeyi anlatın. Beril'i, Ekin'i, Ekin'in oğlunu, Taner'i, Taner'in anlattıklarını, annesini falan her şeyi eksiksiz bir şekilde anlatın ve neler olduğundan haberi olsun," dedi, Tufan Müdür'e bu denli güveniyor olması beni mutlu ederken devam etti. "Neyi neden yaptığımızı açıklayın, kısa sürede her şeyin biteceğini söyleyin," dedi, Erdem başını salladı.

"Tamam, o iş bizde de, peki siz?" diye sordu Erdem ve bir bana bir de Ateş'e baktı.

"Biz Mira'yla bir yere gideceğiz, döndüğümüzde anlatırım, şimdi çok uzun mesele," dedi, nereye gideceğimizi merak ettim. "Muhtemelen yarın sabah ancak döneriz, telefonum hep açık olacak. Bana ulaşamazsınız da Mira'yı arayın, haberleşelim," dedi, hiç kimse tepki vermedi. Ne nereye gideceğimizi ne de ne yapacağımızı sormadılar. "Başınıza iş almadan halledin hadi şu işleri," dedi ve bana döndü, elimi tuttu. "Gidelim," deyip kapıya doğru yürüdü, evden çıkıp arabasına bindiğimizde merakla sordum.

"Acaba nereye gittiğimizi bana da söyleyecek misin?"

Önce arabayı çalıştırdı, ardından da cebinden çıkardığı telefonunu şarja taktı ve başını çevirip bana baktı. O an içime tuhaf bir his düştü, duyacağım şeyin ne olduğunu bilmediğim hâlde mideme bir yumruk yemiş gibi hissettim ve tam da o an tüm bu hisleri tamamlayan o cümle döküldü Ateş'in dudaklarından.

"Abinin, Cihan'ın, yanına gidiyoruz Mira."

Altüst olmak, içinde bulunduğum hayatımda yaşadığım şeyi en iyi anlatan tamlamaydı bu. Peki insan ne zaman altüst olurdu? Onu altüst eden ne olurdu? Yaşadıkları mı, yalanlar mı, gerçekler mi yoksa hepsi mi? Sanırım bazen gerçekler yıkar bizi bazen yalanlar. Bazen yaşadıklarımız darmadağın eder bizi bazen de yaşayamadıklarımız. Ben ise şu an öyle bir durumdayım ki hepsini aynı anda yaşıyorum ve bu doğrultuda hissettiğim şeyler beni altüst ediyor, aklımı karıştırıyor. Yetmezmiş gibi bir de canımı yakıyordu.

Yalan, şu an hissettiğim en gerçekçi şeydi. Abim, kendini ölü olarak göstermişti. Altı yıldır yaşadığımız her şeye rağmen hep aklımdaydı o benim. Kötü hissettiğim an soluğu yanında alırdım. Bana cevap vermeyeceğini, benimle konuşmayacağını çok iyi bildiğim hâlde giderdim yanına. Nereden bilebilirdim ki aslında boş bir mezara gittiğimi, abimin orada olmadığını ve bir yerlerde nefes aldığını? Bilemezdim, sanırım bu yaşananlar olmasaydı hiçbir zaman da bilemeyecektim.

Gerçeklik, hissettiğim şeylerden biri de tam olarak buydu. Yıllarca içinde bulunduğum bir yalandan çekip almıştı birileri beni. Ortada sadece gerçeklik kalmıştı. Abim yaşıyordu, ölümü bir yalandı. Bu gerçeklik beni tıpkı yalan ölümü gibi altüs eden şeylerden biriydi.

Yaşananlar da vardı, son iki buçuk yıldır başımıza gelen her şey her birimizin altüst olması için güçlü bir nedendi.

Tabii bir de yaşanmamışlıklar vardı. Sanırım geçen zaman içinde beni yıkan, canımı yakan, kısacası altüst eden en büyük şeydi bu; yaşanmamışlık. Yaşayamadığım bir aşk, yapamadığım bir meslek, görüşemediğim bir ailem vardı. Her şey benim için yarım kalıyor, her şey eksik hissettiriyordu ve şimdi bu eksiklik büyük bir korkuyla sarmalanmıştı.

Ben, sanırım yanına gittiğim gerçekle yüzleşmeye cesaret edemeyecektim.

"Ateş dur!" dedim, telaşla bu yüzden. Gözünün ucuyla bana bakarken "Lütfen dur," diye ekledim, gözlerini yola çevirdi ve arabayı sağa çekip durdurdu.

"Ne oldu?" Endişeyle sordu. "İyi misin?" Sormaya da devam etti, başımı olumsuz anlamda salladım.

"Değilim." Yüzündeki endişesi daha da arttı. "Gitmek istemiyorum," dedim, çünkü buna gerçekten cesaret edemeyecektim. "Lütfen geri dönelim, istemiyorum." Afalladı, çünkü o bunun tam aksine büyük bir istekle gideceğimi düşünüyordu. Belki eski Mira olsaydı, içimde bir yerlerde hâlâ o kadın yaşıyor olsaydı onun beklediği şeyi yapar ve büyük bir istekle giderdim ama şu anki Mira böyle bir gerçekle karşı karşıya gelmeye hazır değildi.

"Neden?" Şaşkınca sordu, hemen cevapladım.

"İstemiyorum işte, ben..." Sustum, dikkatle bana bakıp cümlemi tamamlamamı beklerken derin bir nefes aldım ve "Hazır değilim," dedim, doğruyu söyledim. "Ben onu görmeye de sebeplerini duymaya da hazır değilim Ateş. Belki başka bir zaman belki hiçbir zaman olmaz bilmiyorum ama şu an olmayacağını biliyorum. Onu görmek, karşısına çıkmak, konuşmak istemiyorum. Bu, kendimi iyi hissetmeme neden olmayacak. Aksine biraz daha kötü hissedeceğim," düşündüğüm her şeyi söyledim, hissettiğim şeyler tam olarak bunlardı ve ben, bunları ona karşı dile getirmekten hiç çekinmedim.

"Güzelim," dedi Ateş, eli bana doğru uzandı ve elimi tuttu. Sıcacık ellerinin arasında kalan ellerim ısınırken bu hisle midemde kelebekler uçuşmaya başladı. "Kaçmak hiçbir zaman çözüm olmadı, yine olmayacak." Başımı olumsuz anlamda salladım.

"Kaçmıyorum," dedim kendimden emin bir şekilde, emin misin dercesine baktı yüzüme ve ekledim. "Sadece erteliyorum." Anlamsız bakışlar atarken devam ettim. "Gerçekle yüzleşmekten kaçmıyorum Ateş, bunun elbet bir gün olacağını biliyorum ama o gün, bugün olsun istemiyorum, erteliyorum," dedim, başımı önüme çevirdim. "Lütfen geri dönelim, gitmek istemiyorum."

"Peki, dönelim," dedi ama buna rağmen arabayı çalıştırmadı. "Ama eğer bana sorarsan hata yapıyorsun." Bakışlarım yeniden onu buldu, devam etti. "Yaşadığını öğrendiğimiz ve bundan emin olduğumuz ilk günden beri abini takip ettiriyorum. Bugün, en uygun zaman olduğu için alelacele yanına geldim ve gidelim dedim. Aniden aklıma estiği için değil."

Gözlerimi önüme çevirdim, hiçbir şey demek istemedim. Sessizlik cazip geldi ve sessiz kaldım.

Ateş, fikrimi değiştirmeyeceğimden emin olmuş olacak ki elimi usulca bıraktı. "Peki, sen nasıl istersen o zaman," dedi, arabayı çalıştırdı. "Buradan dönemeyiz, ileride bir kavşak var oraya kadar gitmeliyiz," deyip ilerlemeye devam etti.

Başımı hafifçe önüme eğdim ve söylediklerini düşündüm. Az önce gitmemek konusunda kararlıyken onun hata yaptığımı söylemesi bu kararımı sorgulamama neden oldu. Bu yüzden sıkıntıyla oflarken Ateş'in normalden çok yavaş gittiğini fark ettim. Kavşaktan dönecekti ve o zamana kadar düşünmem için bana zaman vermek ister gibiydi.

"Oraya kadar gitsek, karşısına çıkmasak ve sadece uzaktan görsek olur mu?" diye sordum, karşı karşıya gelmek istemedim ama onu görmek istedim.

"Sen bilirsin, sen ne dersen o benim için. Dön dersen dönerim, gidelim dersen gidelim. Gidip konuşalım dersen, gelirim. Uzaktan bakalım dersen de dururum yanında." Söyledikleri yüzümde buruk bir tebessüm oluşturdu. "Son karar senin güzelim."

Bu cümleyle derin bir iç çektim ve kararımı söyledim.

"Gidelim ama uzaktan bakalım sadece," dedim, beni onayladı ve yeniden hızlandı. Oraya gittiğimiz zaman ne olur bilmiyorum. Kendimi tutamayıp karşısına mı çıkarım yoksa uzaktan bile bakmaya cesaret edemeyip kaçar mıyım emin değilim ama yarı yoldan dönmek yerine kalbimin dayanabildiği son noktaya kadar gitmek istiyorum. Bir kez daha altüst olacak olmama rağmen gitmek istiyorum.

Düşünceler arasında savrulup her dakika farklı bir karar alırken yol ne ara geçti de abimin yaşadığını öğrendiğimiz o küçük kasabaya geldik anlayamadım. Buraya gelmek, içimdeki korkunun büyümesine neden olurken arabadan inen Ateş'in peşinden ben de indim ve yanına gittim. O sırada bir apart otelin önünde durduğumuzu fark ettim. "Burada mı kalıyormuş?"

"Hayır, biz burada kalacağız bu gece," dedi, etrafa bir göz attıktan sonra yeniden bana çevirdi bakışlarını. "Abinin burada düzenli bir hayatı varmış. Bir evi, işi falan var yani." Şaşırdım, işi mi? Ciddi ciddi hayatına burada devam ediyormuş yani.

"Hâlâ inanamıyorum," dedim, inanması güç bir durumdu. "Çok saçma, bizden kaçması için hiçbir sebebi yokken bu şekilde saklanıp kendine bambaşka bir hayat kurması gerçekten çok saçma."

Kendi kendime söylenirken Ateş, elimi tuttu. "Belki de haklı bir sebebi vardır."

Bu cümle, sinirle gülmeme neden oldu. "Böyle bir şey için geçerli bir sebebi olabileceğine inanmıyorum. Hiçbir sebep ona bu hakkı vermez." Fazla net oldum, çünkü bu konudaki düşüncem, hiçbir şekilde değişmeyecekti.

"Neyse, gidip neler olduğunu öğrenmeye çalışalım," dedi, başımı salladım. Muhtemelen gece döneceğimiz otelin önüne arabayı bırakıp yürümeye başladık.

"Neden arabayla gitmiyoruz?" diye sordum, etrafa bakınırken yanıtladı.

"Gideceğimiz yer uzak değil. Hem sokaklar çok dar, arabayla devam edebileceğimizi sanmıyorum."

Anladım dercesine başımı salladım ve onunla yürümeye devam ettim. Birkaç dakika sonra ulaştığımız yer, bir park oldu. Buraya neden geldiğimizi anlayamazken sormak istedim ama daha buna fırsat bulamadan ileriden bize doğru gelen adamı gördüm ve bekledim. Ateş de adamı görünce durdu, ben de onunla birlikte dururken adam yanımıza ulaştı.

"Daha geç gelirsiniz diye düşünmüştüm," dedi adam ve cebinden bir kâğıt çıkardı.

O sırada Ateş, "Erken çıktık yola," dedi.

Adam, çıkardığı kâğıdı Ateş'e uzattı."Cihan Aksoylu'nun kaldığı evin adresi burada yazıyor abi," dedi, Ateş kağıdı alırken de adam devam etti. "Şu an kullandığı isim Emirhan Duru."

Gözlerim doldu. Emirhan Duru olarak hayatına devam ediyormuş demek ki. Beni karşısında gördüğünde ne yapacak, bu durumu nasıl açıklayacak çok merak ediyorum.

"Tamamdır," dedi Ateş, adres yazan kâğıdı cebine koydu.

"Abi, evinin adresi o ama adam şu an evinde değil," dedi, devam etmesi için merakla ona bakarken eliyle sağ tarafı gösterdi. "Şu yolun sonundan sağa döndüğünüzde market göreceksiniz. Şu an orada, diğer adam da peşinde. Çıkarsa yazarım sana dedi ama henüz mesaj gelmedi, muhtemelen hâlâ oradadır."

Gözümün ucuyla gösterdiği yola doğru baktım. O yolun sonunda beni yıllar önce ölen abimin bekliyor olduğuna inanamıyorum.

"Tamam, sen işine bak." Ateş'in söylediği bu şeyle adam yanımızdan uzaklaştı. O giderken de bakışları beni buldu. "Gidelim mi?"

Başımı salladım ve uzattığı elini tuttum. El ele az önce adamın gösterdiği yere doğru gittik. Yürürken hiç konuşmadık, konuşacak durumda değildim zaten şu an. Sadece kendi iç savaşımla uğraşmakla meşguldüm. O yolun sonuna ulaştık, adamın tarif ettiği gibi sağa döndük. Döner dönmez ilerideki marketi gördüm, anında kalp atışım hızlandı. Ellerimin titrediğini hissettim.

"Titriyorsun," dedi Ateş, elimi tuttuğu için bunu kolaylıkla hissedebildi.

Kendimi kasıp titrememe engel olmaya çalışırken konuştum. "Heyecanlandım sadece biraz."

Duraksadı. "Eğer istersen bekleyelim burada, marketten çıktığında uzaktan görmüş olursun."

Bunu kendi içimde ölçüp biçtim ve hızlı bir karar aldım. "Hayır, gidelim. Marketin içinde bizi görmez zaten hemen, uzaktan bakalım."

"Peki, gidelim o zaman," dedi, elimi daha sıkı tuttu. Birlikte markete doğru yürüdük, markete girdiğimizde kalp atışım öyle bir hızlandı ki birazdan göğüs kafesimin içinden fırlayıp çıkacak gibiydi. Marketin içinde attığım her adım, heyecanımı biraz daha arttırırken dizlerimin titrediğini hissettim. Ateş'in elimi tutuyor olmasından destek alıp yürümeye devam ettim ve çok geçmeden gördüğüm kişiyle olduğum yere çivilenmiş gibi kalakaldım.

Oradaydı, abim karşımda kanlı canlı duruyordu. Nefesimi tuttum, nefes alamadım. Göğsüme biri baskı uyguladı ve boğazımı sıkıyorlarmış gibi hissettim. Dakikalardır heyecandan atan kalbim durdu sanki. Midemde uçuşan kelebekler bir bir öldüler. Hissizlik, yavaşça ele geçirdi beni. Tüm vücudumu sardı duygusuzluk. Aklım karıştı, ne hissedeceğimi bilemedim. Ne geri adım atıp beni görmesin diye kaçabildim ne de yanına gidip bunu neden yaptın diye sorabildim. Olduğum yerde kaldım ve o, bunu fark etmeden marketteki dolaptan küçük bir şişe su aldı, diğer tarafa doğru yürüyüp rafların arasında kayboldu.

"Çıkalım mı?" diye sorduğunu duydum Ateş'in. Buraya o istediği için gelmiş olsam da şimdi hiçbir şey olmamış gibi gidemiyordum. Hani demiştim ya arkamı dönüp kaçarım belki diye? İşte onu yapmak o kadar da kolay değilmiş meğerse.

"Hayır," dedim, titreyen bacaklarımı zorlayıp birkaç adım daha attım ve abimin gittiği yöne doğru yürüdüm. Ben de rafların arkasına ulaştığımda yine onu gördüm, duraksadım.

Şampuanlara bakıyordu, birkaç tanesini eline alıp inceledikten sonra en sonunda bir tanesinde karar kıldı ve onu da alıp yürümeye devam etti. Onunla bir mekanizmaya bağlıymış gibi ben de yürümeye devam ettim. Kendisi için bir de diş macunu aldı, aynı yönde ilerlemeye devam edecek diye düşünürken hiç beklemediğim bir şey oldu ve aniden bana doğru döndü.

İşte tam da o an karşı karşıya geldik. Abim, gözlerimin içine baktı. Onun bu bakışıyla olduğum yerde kaldım, hissizlik vücudumu biraz daha sardı.

Gözlerimi çekemedim ondan, gözlerinin içine bakmaya devam ettim. Değişmişti biraz, tanıdığım gibi genç değildi artık. Ne de olsa aradan koskacaman altı yıl geçmişti ve bu altı yıl, onda çok şeyi değiştirmişti. Bunları düşünürken ona söylemek istediğim çok şey olduğunun farkına vardım. Onunla konuşmak, hesap sormak, neler olduğunu bilmeyi istiyordum ama bir robot gibi karşısına durmaya ve hiçbir şey yapmamaya devam ettim. Ben yapamıyorum, bari o yapsın dedim kendi kendime. Ben konuşamıyorum, o konuşsun. Ben gidemiyorum ama o gelsin. Fakat beklediğim şeyi yapmadı, uzun bakışmamızı bozdu ve gözlerini çekti benden. Ne yanıma geldi ne beni gördüğüne şaşırdığını belli edecek bir şey yaptı. Yaptığı tek şey; biraz ilerisinde duran ıslak mendillerden bir tanesini almak, bana doğru gelmek ve sanki hiç tanımıyormuş gibi yanımdan geçip gitmek oldu. Ben de öylece baktım arkasından, hiçbir şey yapamadım.

"Bu neydi şimdi?" diye sordu Ateş.

Şaşkın bakışlarımı ona çevirdim. "Görmezden geldi beni. Gözlerimin içine baktı, uzun uzun baktı ve görmezden geldi beni," dedim, Ateş'in kaşları çatık ve gözleri şüpheyle yanıyordu. "Gördün sen de değil mi? Yok saydı beni, tek kelime bile etmedi. Gördü ama geçip gitti yanımdan," dedim, bunları söylerken aslında bunların çok mantıksız olduğuna kanaat getirdim. "Bu çok saçma, kendisini tanımadığımı düşünecek hâli yok değil mi?" diye sordum, Ateş hemen cevapladı.

"Kendisini tanımadığını düşünmedi Mira," dedi, iç geçirdi ve ekledi. "Muhtemelen o seni tanımadı."

Şaşkınca kaldım, böyle bir şey mümkün müydü?

"Bu da çok saçma," dedim, kendimi gösterdim ve devam ettim. "Tamam altı yıl geçti, biraz değiştim belki ama beni tanımayacağı kadar da değil Ateş," dedim, aklıma çok kötü şeyler gelmeye başlarken peşinden gitmek istedim. "Gidip konuşacağım," dedim, yanından uzaklaştım.

"Mira dur!" dedi, ona rağmen yürümeye devam ettim. "Mira dur, doğru değil bu!" dedi ama dinlemedim ve daha hızlı yürüdüm. "Mira dursana!" dediğinde tam marketten çıkacaktım ki birine çarptım, geriye savruldum ve arkamda olan Ateş beni yakaladı, düşmeme engel oldu. Kendimi toparlayıp çarptığım kişiye baktığımda abim olduğunu gördüm. Gitmişti ama geri de dönmüştü.

"Özür dilerim hanımefendi, benim hatam," dedi, yere düşürmüş olduğu poşetlerden birini aldı. Hanımefendi mi? Bana mı dedi o? Ciddi ciddi tanımadı mı beni? Hayır hayır bu çok saçma, doğru olamaz. Başka bir iş var bu işin içinde.

"Önemli değil," dedi Ateş benim yerime, onun aksine susup kaldım. Ne diyeceğimi bilemezken abim gözlerini Ateş'ten bana çevirdi.

"Beni yanlış anlamanızı hiç istemem ama size bir şey sormak istiyorum." Hâlâ benimle resmi bir şekilde konuşuyordu. Neler olduğunu anlayana kadar bozuntuya vermek istemedim.

"Tabii." Sesimin elimden geldiği kadar düzgün çıkmasına dikkat ettim, o da bir şeyden şüphe etmiş gibi durmuyordu.

"Neden bana öyle baktınız?" Bir anda sordu, ne diyeceğimi bilemedim. Neden şimdi böyle bir şey sormuştu? "Daha önceden tanışıyor muyduk?" diye de ekledi sorusuna, doğru olanın ne olduğunu bilemeyip Ateş'e baktım. Yardımcı olmasını istedim ama onun da benden bir farkı yoktu, o da ne yapacağını bilmiyor gibiydi. "Sanki sizi daha önce görmüş gibiyim, bir yerlerden hatırlıyor gibi." Kurduğu son cümleler bu oldu ve karşımızda durup bizden bir cevap bekledi. Bu, tanımamak değildi. O, beni hatırlamıyordu. Bir şey olmuştu ve abim beni hatırlamıyordu. Karşımda durup merakla bana bakmaya devam ederken daha fazla şüphe çekmek istemedim.

"Ben..." Sustum, doğruları bilmeden ona doğruları söylemek istemedim. Ortada bilmediğimiz şeyler varsa hiç kimseye ve hiçbir şeyi tehlikeye atmak istemedim. "...sizi tanımıyorum." Yalan söyledim, gözümün ucuyla Ateş'e baktım. Doğru şeyi yaptığımı düşündüğünü fark etmek biraz olsun rahatlamama neden olurken yeniden abime bakıp devam ettim.

"Ben de sizi çok eskiden tanıdığım birine benzettim, o yüzden dikkatli baktım ama şimdi yakından görünce o olmadığınızı anladım," dedim, tebessüm etti ve anladım dercesine başını salladı. Yaşadığım bu an yüzünden boğazım düğüm düğüm olurken buna rağmen devam ettim. "Ama gerçekten çok benziyorsunuz ona." Bunu derken Ateş'in bana dikkatle baktığını fark ettim. Ne yapmaya çalıştığımı anlamak ister gibiydi.

"Öyle mi?" diye sordu ve ekledi. "İnsan insana benzer diyelim o zaman." Onun gibi gülümsemek istedim ve bu yüzden yüzümde zoraki bir tebessüm oluştu. O an içimden gelen şeyi yapmak istedim. Çünkü bazı şeyleri anlamak için tam da şu an bunu yapmam gerekiyordu.

"Cihan Aksoylu," dedim, bir tepki vermesini bekledim ama tepkisiz kaldı. "Polis memuru Cihan Aksoylu," diyerek daha açık oldum. "Eski bir arkadaşım ve siz ona çok benziyorsunuz," dediğimde biraz düşündü ve gayet rahat bir tavırla cevap verdi.

"Tanımıyorum, daha önce hiç duymadım," dedi, başımı sallamakla yetindim. "Cihan değilim yani, Emirhan'ım," deyip kısacık da olsa güldü, ben de ona eşlik etmeye çalıştım ama pek de olmadı sanırım.

"Ben de Mira," diyerek kendimi tanıttım.

"Tanıştığıma memnun oldum Mira Hanım," dedi ve Ateş'e baktı. Ateş, hemen ona elini uzattı.

"Barış," dedi, şaşırdım. Evet, kimlikteki adı Barış'tı ama şu an kendini Barış diye tanıtması için hiçbir sebep yoktu.

"Memnun oldum Barış Bey," dedi abim ve Ateş'in uzattığı elini tutup sıktı. İkisinin elleri ayrıldığında abim devam etti. "Burası tatil köyü değil, tatil için gelen hiç kimse de olmaz genelde ve küçük bir yer olduğu için herkes birbirini tanır. Fakat sizi ilk defa gördüm buralarda, belli ki bir şekilde yolunuz düşmüş. O zaman kasabamıza hoş geldiniz diyelim," dedi, benim yerime Ateş konuştuk.

"Hoşbulduk," dedi, abimin gözleri ikimizin arasında gidip geldikten sonra konuştu.

"İki sokak aşağıda kasabanın meydanı var, meydanın sağ tarafında bahçesinde elma ağaçları olan bir ev var. Orası benim evim, bir şeye ihtiyacınız olursa eğer gelmekten hiç çekinmeyin."

"Peki, teşekkür ederiz," dedim, ilk anın aksine daha iyi durumdaydım ama hâlâ şaşkınım ve hâlâ neler olduğuna dair hiçbir fikrim yoktu.

"İyi günler o zaman size," dedi, ona cevap veren Ateş olurken de gitti. Bakışlarımı hemen Ateş'e çevirdim.

"Senin de dediğin gibi; tanımadığı için değil hatırlamadığı için böyle davranıyor," dedim, numara yapmış olabilir mi diye bir an için sorguladım ama kendime hayır cevabını vermem çok da uzun sürmedi. Bu denli iyi numara yapabileceğini hiç sanmıyorum. Bu işin içinde başka bir iş vardı.

"Abin, göğsünden iki kurşun yediği için hayatını kaybetmişti," dedi, bunu onun biliyor olmasından dolayı şaşırırken devam etti. "Bir hırsızlık olayına denk geldi, polis olduğu için müdahale etmek istedi, çıkan arbedede göğsüne iki kurşun yedi ve şehit oldu," dedi, her ayrıntıyı biliyordu.

"Sen bunları nereden biliyorsun?" Merakla sordum, hemen cevapladı.

"Ben, sıradan bir polis olarak girmedim aranıza Mira. Aranıza girmeden önce hakkınızda her şeyi bilmem gerekiyordu. Sizi araştırırken de bunları öğrenmiştim," dedi, yüzümde buruk bir ifade oluştu.

"Doğru ya babamın suçlulara iş birliği yaptığını, annemi aldattığını biliyordun. Annemin davalarını bile araştırmış, beni o davalardan biri sayesinde annemin mesleği üzerinden tehdit etmiştin. Hatta ve hatta izinli olduğum zamanlarda evde değil de dedemin otelinde kaldığımı, her kaldığımda kırmızı şarap içtiğimi de öğrenmiş, her seferinde de yanıma geliyordun," dedim, söylediklerim karşısında afalladı.

"Şu an konumuz bunlar mı?" diye sordu.

Omuz silktim. "Aklıma geldi de söyleyeyim dedim."

"Yok, bence aklına geldi de bir laf sokayım dedin."

Güldüm. "Ne oldu Barış Bey, yaptıklarınızı hatırlatınca pişman mı oldunuz?" Barış isminin üstüne basa basa kurdum bu cümleyi.

Kaşlarını çattı. "Barış değil, Ateş Mira."

Gülmemek için kendimi tutarken omuz silktim. "Sen de kendini Barış diye tanıtıyorsun."

"Sen, Ateş olduğumu biliyorsun ama," dedi, onu kendi cümlesiyle vurma fırsatı elime geçince keyiflendim.

"Şu an konumuz bu mu Barış?" dedim ve alttan alttan gülerek yanından uzaklaştım ama abim aklıma gelince keyfim kaçtı.

"Sen insanı delirtirsin," dedi arkamdan ve çok geçmeden yanıma ulaştı. "Neyse, asıl konuya gelelim; abin göğsünden vurularak şehit olmuş ve ben eminim ki annen de baban da onu morgda görmüşlerdir."

Kurduğu son cümle damarlarımda akan kanın soğumasına neden olurken cevapladım.

"Ben görmedim, yanına girmeye cesaret edememiştim ama annemle babam girmişlerdi. Bir gün konuşurlarken de duymuştum, göğsünden vurulmuştu da sen şimdi neden bunu sorguluyorsun anlamadım."

"Nedeni mi var? Adam başına darbe almamış. Ben daha önce göğsünden vurulup da hafızasını kaybeden bir başkasını görmedim." O bunları söylerken yürüyorduk. "Başka bir şey olmuş olmalı," dedi, böyle düşününce ona hak verdim.

"Ben artık hiçbir şeye şaşırmıyorum Ateş," dedim, üşüyen ellerimi montumun cebine koyup yürümeye devam ederken konuştum. "Onun burada, bu şekilde yepyeni bir hayat kurmasına kim neden olduysa her şeyi unutmasına da o neden olmuştur." Gayet rahat bir şekilde söyledim bunları ve Ateş, bu rahatlığımdan dolayı şaşkınca kaldı.

"Senin bu kadar rahat olmanı neye borçluyuz"

Omuz silktim. "Hiçbir şeye, dediğim gibi sadece artık olanlara şaşırmıyorum. Üzerimde öyle bir hissizlik var ki anlatamam. Şu an karşımıza şu iki yıl önceki katille Gamze çıksa bile şaşırmam vallahi. Hatta 'Aaa bu zamana kadar neredeydiniz, niye bu kadar geç kaldınız?' diye sorardım. Hatta bir çay ısmarlar, sonra devam edelim falan derdim," dedim, gözlerimi Ateş'e çevirdim. Söylediklerim durmasına neden olurken onunla birlikte ben de durdum.

"Sen iyi değilsin gerçekten."

Güldüm. "İyi olduğumu iddia etmedim zaten," dedim, yürümeye devam etti.

"Bu arada az önce abin olduğunu bilmeyen bir adamla tanıştık. Mira ve Barış olarak. Her akşam haberlere çıkıyoruz, sanırım yakalanma ihtimalimiz var artık burada." O da benim gibi rahat bir tavırla söyledi bunu.

"Olabilir," dedim ve aklıma gelen şeyle yeniden durdum. "Abimin bu hâlde olmasına neden olanları nasıl bulacağız?" Bilmiyorum anlamında omuz silkince sıkıntıyla ofladım. "Belki de buna sebep olan hiç kimse yoktur ve her şey kendiliğinden bu hâle gelmiştir," dedim, buna inanmak istedim. Çünkü buna inanmak bir başkalarının varlığıyla uğraşmaktan çok daha kolay olacaktı benim için.

"Bunun mümkün olduğuna inanıyor musun?" diye sordu.

Omuz silktim. "Mümkün olmasını istiyorum, başka hiç kimse çıksın istemiyorum," dedim ve ekledim. "Çünkü zaten uğraştığımız bu kadar şey varken yeni bir şey daha çıksın istemiyorum. Kısacası korkuyorum," dedim, arkamdaki duvara yaslandım ve ellerimi göğsümün altında birleştirdim. "Ama bunun bir faydası olmayacağını, tüm bunların altından da bir başkasının çıkacağını çok iyi biliyorum," dedim, o sırada ileriden bize doğru bakan bir kız gördüm. Bir bize bir de elindeki telefona bakıyordu.

"Bizi tanıdı." Gayet sakince söyledim bunu.

Ateş gözünün ucuyla baktığım yere baktı ve yeniden bana döndü. "Uzaklaşalım," dedi, başımı salladım. Kıza bir kez daha baktım, el hareketlerinden birine mesaj yazdığını anladım ve yürüyüp uzaklaştım. Ateş hemen peşimden gelirken bulunduğumuz sokaktan çıkar çıkmaz koşmaya başladım, Ateş de yanımda koşarken gittiğimiz yoldan gelen polis sirenlerinin sesini duydum, duraksadım.

"Siktir!" diyen Ateş'e baktım. "Hangi ara lan?" diye çıkıştı, bir sağa bir sola bakındı. O sırada az önce koştuğumuz yönden gelen polis arabasını gördüm ve eşzamanlı olarak Ateş'i bileğinden tuttum, hemen yanında olduğumuz ağacın arkasına çektim. Ben de aynı şekilde ağacın arkasına saklanırken iki polis arabası arka arkaya geçti caddeden.

"Hemen arabaya gidelim," dedim, Ateş beni onaylarken telaşla arabaya doğru yürüdük. Dikkat çekmemek için koşmadık, yanından geçtiğimiz insanlar yüzümüzü görmesin diye elimizden geleni yaptık ve en sonunda bir aksilik olmadan arabayı bıraktığımız yere ulaştık. İşte tam da o an çok büyük bir sorunla karşı karşıya kaldık.

"Araba yok," dedi Ateş ve o sorunu dile getirmiş oldu. "Arabaya ne oldu?" diye de sordu, tam o an önünde durdugumuz apart otelin girişindeki polisleri gördüm. Onların arkası bize dönük olduğundan bizi görünüyorlardı.

"Araba yok ama polis var," dememle Ateş'in arkasını dönüp polislere bakması, yeniden bana dönüp elimi tutması ve hemen yandaki evin bahçesine sokması bir oldu. Biz o bahçeye girerken polisler aparttan çıktı, hemen yere çöküp saklandık.

"Başkomisere haber ver. Apart otelde iki kişilik bir oda ayrıltılmış, henüz sahipleri de gelmemiş de. Otelde kalan herkesin kontrol edildiğini de söyle."

Bizi arıyorlardı, sıkıntıyla ofladım.

"Sahte isimle kayıt yaptırdın değil mi?" diye sordum sessizce, Ateş gözleriyle onayladı beni. O sırada saklandığımız duvarın arkasında duran polisler konuşmaya devam etti.

"Kasabanın tüm giriş çıkışları kapatıldı, ormanlık alana bile polisler dağıldı. Jandarma da desteğe geldi, kaçacak hiçbir yerleri kalmadı. Köşeye sıkıştılar bu kez, bu gece ikisini yakalamış olacağız."

Polislerden birinin söylediği şey, kalbime korkuyu saldı.

"Bu kez ihbarın kaynağı sağlamdı." Gözlerim büyüdü, ihbar mı? Buraya geldiğimizi bizimkilerden başka bilen yok ki ihbar etsin.

"Biz burada mı bekleyeceğiz?" diye sordu bir başka memur.

"Şu üniformaları çıkaralım, sivilleri giyelim. Eğer otele dönerlerse dikkat çekmeyelim, enseleriz." Çoktan dikkat çekmişlerdi bile. "Ama sen yine de başkomisere haber ver," dedi, konuşarak uzaklaştıklarını uzaklaşan ayak seslerinden anlarken gözlerimi Ateş'e çevirdim.

"Ne yapacağız? Her yerde polis var diyorlar." Fısıltı gibi çıkan sesimle sordum, Ateş göz kapaklarını indirdi ve uzunca bir nefes aldı. Kehribar gözleri yeniden gözlerimi bulduğunda da konuştu.

"Teslim olmak yok Mira, bu cehennemden çıkacağız!"

Cehennem...

Evet, doğru bir tabirdi.

Bu kez altüst olduğumuz yer cehennemin ta kendisiydi.

Hayatta bazen olacaklara engel olamayız. Onun olması gerekiyordur ve olmuştur. Yapacağımız herhangi bir şeyin, atacağımız bir adımın ona engel olacağına hiç inanmıyorum. İnandığım tek şey; eğer bir şeyin olması gerekiyorsa, olacağıdır . Nerede, nasıl, ne durumda olduğumuz olacak olan şey için hiç önemli değildir ve olan şeyin bize ne gibi bir sonuç vereceğini de bilemeyiz.

Başımıza kötü bir şey geldi deriz, isyan ederiz ama bir bakarız ki sonuçları bizim için iyi olmuş. Bazen de başımıza iyi bir şey geldi diye seviniriz, mutlu oluruz, hatta etrafımızdaki insanları da mutlu ederiz ama bir bakarız ki o iyi şeyin sonucu canımızı yakıyor, kalbimizi kırıyordur. İşte tam da bu yüzden hayatı bir kumar olarak düşünürüm. Oynarız ama sonunda ne olacağı, kimin kazanacağı, kimin kaybedeceği belli değildir. Her şey, son kartlar da açıldıktan sonra belli olur ve şimdi karşı tarafın açtığı bir kart bizi köşeye sıkıştırdı, kaybetmeye doğru itti.

Peki bu oyun buradan döner miydi? İşte onu hiçbirimiz bilmiyoruz.

"Çok kalabalık burası Mira," dedi Ateş, gözlerimi ilerideki kalabalıktan ona çevirdim.

"Bir şekilde çıkmamız lazım buradan," dedim, gözleri etrafta geziniyordu. "Yoksa daha da kalabalık olacak, elbet biri görecek ve yakalanacağız," dedim, başını salladı.

Abim kasaba küçük bir yer demişti, haklıymış. Gerçekten de küçük bir yermiş ve burada kalan suçluları duyan herkes apart otelin birkaç dakika içinde gelmişlerdi. Kısacası, yakalanmamız an meselesiydi, her an bahçesinde olduğumuz evin kapısı açılabilir ve ev sahibi bizi görebilirdi. Ya da biri başını eğip bahçeye bakıp yine bizi görebilirdi.

"Hepsi birkaç metre ileride duruyor, nasıl çıkacağız?" diye sordu, düşündüm ama aklıma mantıklı hiçbir şey gelmedi. Resmen burada köşeye sıkışmıştık. "Bilmiyorsun," dedi Ateş düşündüğüm şeyi fark etmiş gibi, sıkıntıyla ve sessizce ofladım.

"Bilmiyorum," dedim, etrafa bir kez daha bakındı. Ben de bakındım ama kaçacak hiçbir yer yoktu işte. Evin sadece ön bahcesi vardı, arkaya geçilen bir yol yoktu. Tek çıkışımız ön kapıydı yani ve oradan çıktığımız an, birileri bizi görürdü.

"En iyisi..." diye konuya girdi Ateş ama devam etti.

"En iyisi ne?" Merakla sordum, bana cevap vermek yerine eğildi ve arkamdan bir şey aldı. "Ne yapıyorsun?"

Cevap vermeyip geri çekildiğinde elindekinin fatura olduğunu gördüm. "Su faturası," dedi, ne yani şu an oturup fatura mı inceleyecektik?

"Ateş boş ver şunu, bizim şu an buradan nasıl çıkacağımızı düşünmemiz lazım," dedim, bunu dedim ama buna rağmen elindeki faturayı incelemeye devam etti. "Ateş, vaktimiz yok!"

Kızdım, sonunda bakışları beni buldu. "Güzelim, bu bizim kurtuluşumuz olacak," deyip elindeki faturayı gösterdi.

"Ne yapacaksın Ateş, sucu kılığına girip faturalara mı bakacaksın?" diye sordum, yüzünde alaylı bir ifade oluştu.

"Hayır, şunun tarihine bak," deyince elinden aldım ve faturanın kesildiği tarihe baktım. Üç gün öncesine ait olduğunu görüp gözlerimi yeniden ona çevirdim.

"Yani?" Sordum, hemen açıkladı.

"Yanisi şu; fatura üç gün önce kesilmiş. Buna rağmen posta kutusundan kimse almamış, bu şekilde etrafta geziniyor. Baksana faturanın üstündeki adresle burası aynı yer, bu eve ait olduğu belli." Hâlâ konuyu nereye bağlayacağını anlayamazken devam etti. "Posta kutusuna bak," dediğinde gözlerimi bahçede gezdirdim, posta kutusunu gördüm. Yarı açık olan kutunun içi postayla doluydu. Buradan bile belli oluyordu.

"Evin bahçesi de çok kirli, her yer kurumuş yaprak olmuş. Gelen su faturası da sadece sekiz lira. Kısacası bu evde şu an hiç kimse yok. Hatta uzun zamandır kimse yok. Su kullanılmıyor, bahçe temizlenmiyor, posta kutusu boşaltılmıyor."

Dudaklarım yana kıvrıldı, ne söylemek istediğini bu kez anlayabildim. "Eve gireceğiz," dedim.

Başını salladı. "Aynen öyle, bahçeden çıktığımız an yakalanırız ama eve girersek bir şansımız olur hiç değilse." Ona hak verdim, şu an için en mantıklı yol buydu ama aklıma takılan şeyler de vardı.

"Eğer ev sahipleri evde değilse her yer kapalıdır, eve girmek çok kolay olmayacak. Kim bilir kapı kaç defa kilitlenmiştir," dedim ve ekledim. "Dışarıda onlarca insan bizi ararken kapı açabileceğimizi hiç sanmıyorum."

Gözlerini eve doğru çevirdi. Pencerelere ve kapıya doğru baktı. "Bir yolunu bulmalıyız," diye mırıldandı kendi kendine, merakla ona bakarken o da eve bakınmaya devam etti. "Şurada küçük bir kapı var," deyince gösterdiği yere baktım. Evin sağ tarafında bir kapı vardı, muhtemelen bodrum gibi bir yerdi.

"Bodrumdur muhtemelen, oradan eve giriş var mıdır ki?"

Elini cebine attı. "Deneyeceğiz artık," dedi ve ekledi. "Olmadı, oraya saklanacağız, vaktimiz yok," dediğinde cebinden çıkardığı şey bir kart oldu. "Ucu sivri bir şey lazım bana, kapı kilitliyse kartın bir faydası olmaz."

"Tamam, sen kartı dene. Ben sivri bir şeylere bakınayım." Başını salladı, ayağa kalkmadan dizlerinin üzerinde bodrum kapısına doğru gitti. O giderken etrafa bakındım, sivri ne bulabilirdim ki? Bulamayacağımı düşündüğüm hâlde dizlerimin üzerinde ilerledim ve etrafa bakındım. En ufak bir şey bile olur diye içimden geçirirken ilerideki bahçe aletlerini gördüm ve o tarafa doğru gittim. Kazmayı, küreği, tırmığı bir kenara itip diğerlerine baktım. Burada yeterince sivri şeyler vardı. Budama makası, aşı bıçağı gibi. İşimize yarayabilecek olan birkaç parça şeyi aldıktan sonra dizlerimin üzerinde süründüm, Ateş'in yanına gittim.

"Bunları buldum," dedim, getirdiklerime baktı ve makasla bıçağı eline aldı. İkisi arasında göz gezdirip bıçağı aldı, kapıya döndü. O kapıyla uğraşırken ben etrafa bakındım, kimseler olmadığından emin oldum.

"Oluyor mu?" diye sordum, bakışlarımı yeniden ona çevirdim.

"Olacak gibi, sen etrafa bak," dedi, cevap vermeden dediğini yapıp etrafa bakındım. Hâlâ hiç kimse yoktu, daha doğrusu görünürde hiç kimse yoktu. Dışarısı hâlâ kalabalıktı, hatta sanırım daha da kalabalık olmuştu. Çünkü gelen ses seviyesi artmıştı, artık bu eve girmekten başka şansımız yok diye içimden geçirirken duyduğum sesle hemen Ateş'e döndüm.

"Açıldı," dedi, açmış olduğu kapıya baktım ve kocaman gülümsedim.

"Süper," dedim, anında kapıyı itti.

"Geç hadi," deyince bir saniye bile olsun düşünmeden içeriye girdim. Peşimden de hemen kendisi girdi, kapıyı kapattı. Telefonumun ışığını açtım, içeriyi aydınlattım. Ateş hemen ileride duran eski, ahşap çekmeceyi aldı ve kapının arkasına koyup kapıyı sabitledi.

"İşte bu kadar," dedi, etrafa bakınırken ayağımın dibinde gördüğüm bir böcekle irkildim, hemen geri geri gittim.

"İğrenç bir yer burası," dedim, ileriden geçen bir fareyi gördüm ve midem bulandı. "Fare de var," diye ekledim.

Ateş, benim aksime rahatça konuştu. "Bodrum kattayız Mira, baksana şuranın pisliğine. Tabii ki fare, böcek olacak," dedi, o an yanımdan geçen böcek yüzünden yine kenara kaydım ve hemen buradan çıkmak istedim. Hayvanlarla bir derdim yoktu, korktuğum da yoktu ama onları gördüğüm zaman kaşınmaya başlıyorum. Tıpkı şimdi olduğu gibi.

"Biraz sabredeceğiz," dedi Ateş, o bunu derken ben çoktan kollarımı kaşımaya başlamıştım bile. "Havalandırma yok, başka bir kapı da yok. Eve geçmemiz mümkün değil ama burası bahçede durmaktan iyidir," dedi, haklıydı. Hiç değilse birinin tesadüfen bizi burada görme ihtimali yoktu.

"Dışarısı biraz sakinleşince, kalabalık dağılınca hemen buradan çıkalım. Çünkü eğer burada yakalanırsak bu kez gerçekten fena bir şekilde köşeye sıkışmış olacağız," dedim, Ateş beni onaylarken bir yandan da kapının deliğinden dışarıya doğru bakmaya çalışıyordu. Ben de etrafa bakınıp böceklerden uzak durmaya çalışıyordum.

"Erdem'i ara," dedi bana dönerken ve ekledi. "Olanları anlat, hemen gelsinler," dedi, buraya gelmeleri demek onların da kendini tehlikeye atmaları demekti. Bunu istemedim, düşündüğüm şeyi ona söylemek istedim ama sanki bunu fark etmiş gibi hemen engel oldu. "Muhtemelen arabayı polisler çekti, taksiye de güvenemeyiz. Gelip birilerinin bizi buradan alması gerekiyor."

Böyle söyleyince ona hak verdim. Dışarı çıkmak ayrı bir mesele, kasabadan çıkmak çok daha ayrı bir meseleydi.

"Tamam, arıyorum hemen," dedim ve cebimden telefonumu çıkardım, Erdem'i aradım. Telefon birkaç çalıştan sonra hemen açıldı.

"Efendim Mira?" dediğinde ona olan biteni çok kısa bir şekilde anlattım. Hemen gelip bizi almasını söyledim, gelirken de mutlaka tedbirli olmasını tembih ettim. Konum atmamı söyledi, en geç iki saate kadar burada olacağını belirtti ve aramayı sonlandırdı. Ben de hemen bunun ardından istediği şeyi yapıp konum attım. Gördüğünden emin olduktan sonra da telefona cebime koydum ve Ateş'e Erdem'in geldiğini söyledim. Tüm bunlar olurken Ateş, hâlâ kapının deliğinden dışarıya bakmaya çalışıyordu.

"Bir şeyler görebiliyor musun?" diye sordum, yüzünü kapıdan uzaklaştırıp doğruldu.

"Hayır, sadece sesler geliyor ve hâlâ dışarıdalar," dedi, dışarısı bu kadar kalabalıkken doğrusu Erdem'in gelmesi de pek bir etki etmezdi. Çünkü ne o kalabalığı aşıp yanımıza gelebilirdi ne de biz buradan çıkıp arabaya gidebilirdik. Bu da geriye iki seçenek bırakıyordu; ya Erdem gelene kadar kalabalık kendiliğinden dağılacaktı ya da Erdem geldiğinde bir şeyler yapacak ve buradaki herkesi başka bir yere yönlendirecekti. Neyse ki bu konuda ona güveniyorum da çok da düşünmeme gerek kalmıyor.

"Sen istersen otur bir yere diyeceğim ama sanırım burada oturabileceğin herhangi bir yer yok." Onun bu söylediği ile gözlerimi bir kez daha bodrumun içinde gezdirdim. Duvarlar da yerler de tamamen betondu. Her yerde eski eşyalar vardı ve çok karmaşıktı. İçeride gezinen fare ve böcekler de her şeyin cabasıydı.

"Yok, iyiyim ben böyle," dedim, Ateş buna hiçbir şey demezken bir kez daha kapıya doğru eğildi. Bu kez bakmak gibi bir çaba sarf etmeyip kulağını kapıya yasladı ve dinlemeye başladı.

"Birileri gelecek olursa duyarız hiç değilse," dedi, o an aklıma gelen şeyle derin bir iç çektim.

"Keşke yoldayken geri dönelim dediğimde geri dönseydik, o zaman bunların hiçbiri olmazdı." Ateş, gözünün ucuyla bakarken de mahçup bir tavırla konuşmaya devam ettim. "Buraya benim yüzümden geldik, eğer şimdi bu durumdaysak bu sadece benim suçum."

Kaşları çatıldı, kulağını kapıdan uzaklaştırdı ve fazlasıyla sert bir tavırla gözlerimin içine baktı.

"Yine kendini suçlamaya başlama Mira. Birincisi; şu an için başımıza gelen hiçbir şey yok, sadece saklanıyoruz ve buradan bir şekilde kurtulacağız. İkincisi; buraya gelmeyi sen değil, ben istedim. Aniden eve gelip de elinden tutup seni arabaya bindirerek buraya getiren ben oldum. Ayrıca yoldayken geri dönmeyi istediğinde seni bundan vazgeçiren de ben oldum. O zaman oturayım ben de kendimi suçlayayım, olur mu?"

Başımı olumsuz anlamda salladım. "Hayır, olmaz," dedim, hemen cevapladı.

"Aynen öyle, bu yüzden sen de kendine suçlamayı bırak. Zaten bu şu an için ne sana ne de bana faydalı. Buradan çıkmaya odaklansak daha iyi olacak," dedi, söylediklerine cevap vermemeyi tercih ettim ve konuyu değiştirmek istedim.

"Tamam, çıkmaya odaklanalım da bizim yapabileceğimiz hiçbir şey yok. Ya dışarıdaki kalabalık dağılacak ya da Erdem gelecek ve onları bir şekilde dağıtıp bizi buradan çıkaracak. Başka bir şansımızın da yolumuzun da olmadığının farkındasın zaten."

Bu söylediklerimle ellerini göğsünün altında topladı ve dakikalardır kulağını yaslıyor olduğu kapıya bu kez sırtını yasladı.

"Haklısın," dedi, o an yüzümde buruk bir tebessüm oluştu. Uzun zaman sonra ben birini değil de biri bana hak vermişti. Evet, şu an için takıldığım tek nokta buydu. Olamaz mı yani?

"Şarjın var mı?" diye sorduğunda hemen telefonumdan şarja baktım ve yetmiş yedi olduğunu gördüm.

"Yeterince var," dedim, kendi telefonunu çıkardı ve sanırım kendisi de şarjına baktı.

"Benimki de var, neyse ki bu konuda bir sorunumuz olmayacak," dedi, telefonunu yeniden cebine koydu. Sonra sessizlik oldu, ne konuştu ne de ben. İkimizin de söyleyecek hiçbir şeyi yokmuş gibi sustuk. Yaklaşık bir beş dakika sonra bu durum gergin ve rahatsız edici bir hâle gelince dayanamadım ve bunu bozan ben oldum.

"Sence de bana anlatman için en uygun zaman değil mi?"

Bu sorum, tek kaşını kaldırmasına neden oldu. "Neyi?"

Bilmemezlikten mi geldi yoksa gerçekten bu durum unutmasına mı neden oldu bilmiyorum ama bozuntuya vermeden gayet rahat bir tavırla açıkladım.

"Dün gece ve daha önce yine bir gece yarısı gördüğüm o kadının kim olduğunu sence de anlatmanın zamanı değil mi? Zaten burada yapabileceğimiz başka hiçbir şey yok, konuşmayalım mı bunu?"

Gerildi, neden gerildi anlayamadım. Oysa aniden beni alıp buraya getirmeden önce bu konuyu açmıştım ve tepkisiz kalmıştı. Sadece bilmeye hakkım olduğunun kendisinin de farkında olduğunu söylemiş, doğru zaman geldiğinde anlatacağını belirtmişti ve bana göre şu an bir şeyleri konuşmak için gerçekten de doğru bir zamandı.

"Anlatmak istemiyor musun?" Açıkça sordum, bu kadar açık olmam onu afallatmış gibiydi ama yalanlardan ve dolanlardan o kadar çok sıkıldım ki başka hiçbir şeyin aramızda gizli kalmasını istemiyorum. Bunun içinde ne kadar açık olmam gerekiyorsa o kadar açık olmaya çalışıyorum ama o benim aksime bir şeyleri gizlemeyi düşünüyor gibi. "Cevap vermeyecek misin?" diye sordum hâlâ karşımda susuyor olduğu için.

"Anlatmak istememek değil," diye girdi konuya, merakla ona bakarken de kendinden emin bir şekilde devam etti. "Sadece doğru zaman olduğunu düşünmüyorum."

Kaşlarımı çattım ve anında cevapladım. "Ben de senin aksine bunun tam zamanı olduğunu düşünüyorum," dedim, söyleyeceklerini ağzına tıkmış oldum.

"Peki, madem öyle diyorsun anlatayım."

İşte sonunda beklediğim o cümle geldi. "Dinliyorum," dedim, tıpkı onun gibi ellerimi göğsümün altında birleştirdim ve yine onun gibi ben de kapıya yaslandım. Bunu yaparken bir böceğe temas etmekten korktum ama yine de yaptım.

"O gece, Ceyhun'un evinde kaldığımız gece," diye girdi konuya, merakla baktım ona. "Bir telefon geldi, bana..." Sözünü kesen şey ikimizin de sırtının yaslı olduğu kapıya birkaç defa vurulması oldu. Eşzamanlı olarak tamamen bu konudan sıyrıldım, gözlerim yerinden çıkacakmış gibi büyüdü ve hemen elimi belime atıp silahımı çıkardım.

"Yakalandık," dedim, Ateş benden farklı hiçbir şey yapmadı. O da benim gibi elini beline atıp silahını çıkardı ve sürgüsünü çekti.

"Sakin ol," dedi ama şu an sakin olmam pek de mümkün değildi. Erdem bu kadar çabuk gelmiş olamazdı, dışarıdaki ya bir polisti ya da o kalabalıktan birisi bizi fark etmiş ve buraya gelmişti. Birinin fark etmesi diğerlerinin de fark etmek üzere oldukları demekti. "Korkma," dedi Ateş bu kez de ve silahını kapıya doğru tuttu.

"Suçsuz birine mi sıkacaksın?" diye sordum, hemen cevapladı.

"Sıkmamak için son ana kadar bekleyeceğim ama işler başka türlü ilerlerse başka şansımız yok." Fısıldayarak söyledi bunu, kurduğu bu cümle beni büyük bir korkuya düşürürken kapıya birkaç kez daha vuruldu ve kapının ardındaki her kimse kapıyı iterek zorlamaya başladı. Başka şansım olmadığı için istemeye istemeye ben de silahını sürgüsünü çektim ve kapıya doğru tuttum. Fakat çok iyi biliyorum ki yakalanacak olsam bile bu silah asla patlamayacaktı. Belki bunu Ateş bizi korumak için yapabilirdi ama ben yapamazdım.

"Hey! İçeride misiniz?" Birini sesi fısıltı gibi geldi kulaklarıma ve bu sesi tanıyamadım. Fısıldadığı için tanımam zaten mümkün değildi. "Benim, Emirhan. Şikâyet etmeyeceğim sizi açın kapıyı."

Şaşkınca kaldım, gözlerim iri iri oldu. Ne yani kapının önünde duran abim miydi? Eğer yakalanmam onun yüzünden olursa sanırım canım daha çok acıyacaktı.

"Abin," dedi Ateş, ne yapacağını bilmez bir şekilde baktı bana. Fakat şu an için benim de ondan bir farkım yoktu. Ben de ne yapacağımı bilmiyorum. Tamam, o benim abimdi ama bunu bilmiyordu. Bu yüzden de sıradan birinden hiçbir farkı yoktu. Yani bizi polise şikâyet etmemesi ve yardım etmesi için pek bir sebebi yoktu.

"Duymuyor musunuz beni? Dikkat çekeceğiz şimdi, açın şu kapıyı," dedi, Ateş yine dönüp bana baktı. Kararı benim vermemi istiyor gibiydi ve sanırım yapılması gereken en doğru tek bir şey vardı.

"Başka şansımız yok," dedim ve kapının arkasındaki çekmeceyi itmeye çalıştım. Ağır çekmece beni biraz zorlarken Ateş de bana yardım etti ve birlikte çekmeceyi ittik. Bunu yapmamızla eşzamanlı olarak küçük demir kapı kendiliğinden açıldı, yavaş açılan kapı hızlıca itildi ve abim içeriye girdi. Sonrasında ise yaptığı tek şey kapıyı yeniden kapatmak ve eliyle açılmaması için tutmak oldu.

"Seni burada ne işin var?" diye sordum sanki ben çok normal bir yerdeymişim gibi.

"Emin olun burada değil de başka bir yerde olsaydınız ben de şu anda orada olurdum," dedi, kaşlarımı çattım. Bizi takip ettiğini açıkça söylemişti şu an ama bunun için hiçbir nedeni yoktu ki.

"Sen bizi mi takip ettin?" Ateş açıkça sorunca dikkatle baktım abime ve mantıklı bir cevap vermesini bekledim.

"Evet," dedi hiç tereddüt etmeden ve bakışlarını bana çevirdi. "Çünkü seni bir yerden tanıdığıma adım kadar emindim."

Bu cümle bana absürt gelirken gülmek de istedim ama tabii ki bunu yapmadım. Adım kadar eminim demişti ama adının Emirhan olmadığından bihaberdi. Fakat beni tanıdığına dair yaptığı tahminler de doğruydu.

"İnsan insana benzer demiştik. Ne de olsa..." Yine aynı yalanı söyleyecekken bu kez buna izin vermedi.

"Hayır, tanıdığım hiç kimseye benzemiyorsun. Seni daha önce haberlerde görmüştüm, tanıdık gelmenin sebebi de buydu ama hiçbir şekilde günlerdir aranan suçlulardan ikisinin kasabamıza kadar geleceğini tahmin edemedim," dedi, bunu öyle sinirli bir tavırla söyledi ki sanki birazdan bizi ele verecek gibiydi.

"Ancak yanınızdan ayrıldıktan sonra kim olduğunuzu hatırlayabildim. Marketten çıktığınızı görünce de takip ettim. Kaçtığınızı fark edince de zaten emin oldum. Bahçeye girdiğinizi, bahçeden de buraya geçtiğinizi gördüm," dedi, biz de aptal gibi tüm bunları yakalanmadan yaptığımızı düşünüyorduk.

"Neden polise söylemedin peki?" Ateş sordu, abim hemen cevapladı.

"Çünkü sizi polise vermek için hiçbir nedenim yok," dedi bu düşüncesini saçma olduğunu söylemek için dudaklarıma araladım ama bunu fark etmeyip devam etti ve bana engel oldu. "Ama buradan kurtarıp evime götürmek için güçlü nedenlerim var."

Şaşkınca kaldım, ne yani bize yardım edecek miydi? Biraz düşününce bu bana çok da mantıklı gelmedi.

"Bunun için ne gibi bir nedenin olabilir ki?"

"Gidince öğrenirsiniz."

Verdiği bu cevaptan hiç memnun olmadım. "Seninle geleceğimizi nereden biliyorsun?"

Dudakları, serseri bir tavırla yana kıvrıldı. "Çünkü ben, sizin tek şansınızım. Eğer benimle gelmezseniz yarım saat içinde yakalanacaksınız. Dışarıdaki polisler beklemekten çok sıkıldılar. Hatta yavaş yavaş kendilerini fark edip kaçmış olacağınızı bile düşünüyorlar. Bu da demek oluyor ki yakında etrafı aramaya başlarlar ve ben, eminim ki buraya bakmadan geçmeyeceklerdir. Ayrıca kasabanın her yerinde polis ve jandarma var. Düne kadar muhtemelen buradaki hiç kimsenin ilgisini çekmiyordunuz ama burada olduğunuzu öğrenen kasaba halkının yaptığı ilk şey fotoğraflarınıza bakmak oldu. Herkes kahhraman olmaya çalışıyor. Kısacası tek başına gidebileceğiniz en uzak yer, sokağın başı olacak ve elbet biri tarafından görünüp şikâyet edileceksiniz. Yani tekrar ediyorum; şu an için benden başka şansımız yok."

Tüm bunları kendinden emin bir şekilde söyledi. Haklı olmasından dolayı ağzımı açıp da tek kelime bile edemezken bunu benim yerime Ateş yaptı.

"Sen nasıl çıkaracaksın bizi buradan?" diye sordu, abim hemen cevapladı.

"Orasını bana bırakın, siz geliyor musunuz gelmiyor musunuz bana onu söyleyin yeter," dedi, Ateş'le aramızda kısa bir bakışma yaşandı ve ona cevap veren Ateş oldu.

"Geleceğiz," dedi.

Abimin dudakları yana kıvrıldı. "Güzel, bekleyin o zaman burada. Her şeyi halledip geldiğimde kornaya basacağım," dedi, ikimiz de onu onayladığımızda bodrumdan çıktı.

"Ona güvenilir miyiz?" diye sordum hemen, Ateş anında yanıtladı.

"O senin abin Mira," dedi, ben de anında cevap verdim.

"Abim olduğunu bilmeyen abim," dedim, bunu bilmediği taktirde bize her şeyi yapabilirdi. Çok da güvenmemek lazımdı.

"Peki, o zaman şöyle sorayım; abin bu şekilde iyi davranıp birilerini kandıracak bir adam mı?"

"Değildi," dedim hiç tereddüt etmeden ve ekledim. "Fakat şu an karşımda duran adamı tanımıyorum Ateş. Yine de dikkatli olmamız lazım."

Başını salladı. "Tamamdır, dikkat ederiz," dedi, sustuk ve dışarıyı dinledik.

Delicesine dışarıdaki kalabalığı nasıl dağıtacağını merak ediyordum. Tabii bir de neden bize yardım ettiğini. Bunun için gerçekten çok güçlü bir sebebinin olması gerekiyordu. Bunu düşünürken aradan dakikalar geçti, hiçbir şey olmayışı sıkılmaya başlamama neden olurken biraz daha zaman geçti. Acaba gelmeyecek mi diye düşünürken de dışarıdan gelen korna sesini duydum.

"Geldi," dedi Ateş ve kapıyı açtı. "Hadi Mira," dedi, elini belime koydu ve beni yönlendirdi. Dışarıya çıktım, ardımdan da kendisi çıktı. Koşarak kapıya gittik, bunu yaparken etrafa bakındım. Gerçekten de hiç kimse kalmamıştı. Bu, ona biraz olsun güvenmeme neden olurken arkamdan gelen Ateş yanıma ulaştı. O öne ben arkaya alelacele bindik. Kapılar kapanır kapanmaz abim gaza bastı, sonunda evin önünden uzaklaşabildik.

"Nereye?" diye sordu Ateş, abim cevapladı.

"Kasabadan çıkamayız, her arabaya bakarlar muhtemelen. Bu yüzden ortalık sakinleşene kadar benim evde kalacaksınız."

Ateş omzunun üstünden bana baktı, onay almak ister gibiydi. Gidebiliriz anlamında başımı salladım, bakışlarını yeniden abime çevirdi ama hiçbir şey demedi ve sessiz kaldı. Yaklaşık on dakika sonra köy meydanında birkaç dakika sonra da bahçeli bir evin önündeydik. "Etrafta hiç kimse yok, inin hadi," deyip kendisi indi, pek emin olamasam da ben de indim arabadan. Ateş de indiğinde hep beraber önce bahçeye sonra da eve girdik. Eve girer girmez bizi küçük bir salon karşıladı. Her şey ahşaptı ve ortamda loş bir hava hakimdi.

"Geçin, oturun hadi," dedi abim, şömineye doğru yürüdü ve içine birkaç odun attı. Sonra da ellerini birbirine vurdu, temizledi ve gelip karşımıza oturdu, erkeksi bir tavırla ayak ayak üstüne attı.

"Şimdi sıra sende," diye konuya girdi Ateş. "Söyle bakalım; niye bize bu kadar yardım ettin? Ne konuşacaksın bizimle?" Bu soruyla abim, ellerini göğsünün altında birleştirdi.

"Ne istiyorum sizden?" Soruyu yineledi, merakla ona bakarken konuştu. "Konuşmanızı," dedi sadece, hiçbir şey anlamadığımı belli edecek bir şekilde baktım. "Kim olduğunuzu anlatın bana," dedi, gözleri ikimizin arasında gezindi. "Ve buraya yolunuzun neden düştüğünü?"

"Düştü işte bir şekilde," dedi Ateş, o da arkasına yaslandı ve o da çok rahat davrandı.

"Geçiyordunuz uğradınız yani, başka bir şey yok öyle mi?" Sordu, hemen araya girdim.

"Sen bize bu soruları neden sorduğunu söyleyene kadar evet, başka bir şey yok."

Yüzünde muzip bir ifade oluştu. "Anladım, gerçek çok başka bir şey," dedi, gözleri bir kez daha Ateş'le aramızda gezindi. "Peki, madem açık olmamı istiyorsunuz ben de açık olacağım," dedi, merakım daha da artarken devam etti. "Öldürdüğünüz kadın, Beril..." Sözünü kestim.

"Biz hiç kimseyi öldürmedik, o kadın intihar etti," dedim, arkama yaslandım. "Hiç kimse inanmasa da gerçek, tam olarak bu!" dedim, başını salladı.

"Peki, siz nasıl diyorsanız öyledir," dedi, ortamı yumuşattı. O an yanlış yere takılmış olduğumu fark ettim, abimin Beril'le ne işi olabilirdi? Onu nereden tanıyordu? "Beril, o kadınla ilgili hayatımda tuhaf şeyler oluyordu."

Kaşlarımı çattım. "Ne gibi şeyler?" Hafifçe öne doğru eğildi, dirseklerini dizinin üzerine koydu ve gözlerimin içine baktı.

"Bazen bazı şeyler olur, birilerinin hayatımızda ciddi bir yeri olduğunu hissederiz ama ne olduğunu bilmeyiz ya? İşte tam olarak öyle bir şey. O kadının hayatımda bir yeri var ve ben bunun ne olduğunu bilmiyorum."

"Saçmalık," dedim, kaşlarını çattı. "İnsanın tanımadığı biriyle ne derdi olur ki?"

"Haklısın, kadını tanımıyorum ama yanındaki adamlardan birini tanıyorum," dedi, aklımı tamamen karıştırdı. "Bahadır Akyol, tanıyor musunuz?"

Bu isimle Ateş'le birbirimize baktık. Bahadır, bize her şeyi anlatan adam olmuştu. Onu yakaladıktan sonra bu işteki düğümler birer birer çözülmeye başlanmıştı. En sonunda da bize Beril'in yerini söylemişti, o olayın yaşandığı gece kendisi de o evdeydi ve ölen insanların içinde ismi de vardı. Taner, onu da öldürmüştü.

"Tanıyoruz, öldü Bahadır," dedi Ateş, abim devam etti.

"Biliyorum, her şey benim için onun ölümünden sonra başladı zaten," deyip başını önüne eğdi, derin bir nefes aldı. Başını yeniden kaldırdığında gözlerine hüzün çökmüştü. "Bakın gençler," dedi, ellerini dizlerinin önünde birleştirdi. "Benim hatırladığım şeyler sınırlı. Otuz dört yaşındayım ama hayatımın sadece son altı yılını hatırlıyorum." Bu cümlesiyle boğazım düğümlendi. "Hatırladığım en eski şey, bir hastanede uyanmış olduğum. Başımda hemşireler, doktorlar vardı." Ona gerçeği söylememek için kendimi çok zor tuttum.

"Hafızamda sadece o günden sonrası var, daha öncesi yok. O gün doktorlar odadan çıktıktan sonra o adam geldi yanıma, Bahadır." Ellerimi yumruk yaptım, bu da onların başının altından çıkmıştı. Zaten abime de onlardan aldığımız bir flash bellek sayesinde ulaşmıştık, farklı bir şey beklemek saçmalık olurdu. "Bana ismimin Emirhan Duru olduğunu söyledi, kimliğimi verdi. Annemle babamın ben küçükken vefat ettiğinden, yetimhanede büyüdüğümden, ordudan çıkan bir kavgada vurulduğumu ama suçlu olan ben olduğum için o ordudan atılmış bir asker olduğumdan bahsetti."

Tırnaklarımı avucuma batırdım, öfkeme sahip çıkmaya çalıştım.

"Kendisi de bir aile dostumuzmuş, beni yanına alamamış ama hep yanımda olmuş. Bildiğim her şeyi o adam anlattı bana. Sonra iyileştim, geçmişimi o hastanede bırakıp çıktım. Kendime burada onun sayesinde yeni bir hayat kurdum ama hep bir şeylerin eksik olduğunu hissederdim," dedi, Ateş araya girdi.

"Bunların doğru olup olmadığını hiç araştırmadın mı?"

"Araştırdım ama o adamın bana anlattığından farklı hiçbir şey bulamadım. Bir süre sonra ona inanmaya başladım, buradaki hayatıma alıştım. Ta ki o geceye kadar, herkesin öldüğü geceye kadar."

Kaşlarımı çattım,

"Ne oldu o gece?" Sordum, hiç itiraz etmeden anlatmaya devam etti.

"O gece Bahadır'ın o kadının evinde öldüğünü öğrendim. O kadını gördüm, televizyonda sizleri gördüm, daha doğrusu seni," dedi, gözlerimin içine baktı. "İnsan tanımıyor olsa da bazen tanıdık bir şeyler hissediyor. Se, bana tanıdık bir şeyler hissettirdin. Dedim ya hep bir şeyler eksikti diye, seni görmek o eksikliğin azalmasına neden oldu."

Gözlerim doldu, ağlamamak için kendimi çok zor tuttum.

"Sonra saçmaladığımı düşündüm ve her şeyi yok saydım. Ben yok saydım ama zihnim bunu yapamadı. Geçmişe dair bir şeyler hatırlamaya başladım. Her gözümü kapattığımda hayal meyal bir şeyler geldi gözlerimin önüne. Bazen bir kadın, bazen bir adam." Son cümlesinde sesi boğuklaştı, ağlayacak gibiydi. Onun bu sesi yüzünden gözümden bir damla yaş aktı.

"En çok da sarışın bie çocuk gelirdi gözlerimin önüne. İsmini bilmediğim, masmavi gözleri olan bir çocuk ve sen, o çocuğa çok benziyorsun."

Bakışlarımı kaçırdım, bakamadım ona. Gözümden birkaç damla daha yaş akarken hemen sildim onları.

"Bazen de hiçbir şey gelmezdi. Kendimi çok zorlardım ama sadece karanlığı görürdüm. O karanlığın içinde kaybolurdum, tek başıma olduğumu hissederdim. O eksiklik daha da artardı o gecelerde." Gözyaşlarım hızlandı, abim çatallanan sesiyle devam etti.

"Doktora gittim hatta, bana bunların normal olduğunu söyledi. Hayatım boyunca da hep olmaya devam edeceğini söyledi. Sonra yine boş verdim, yok saydım. Zihnim sürekli bana bir oyun oynasa da yok saymayı başardım. Ta ki bugün sizi o markette görene kadar. Başta tanımadım, televizyonda görmüş olduğum aklıma gelmedi ama o his, eksiklik hissi kendini yine belli etmişti. Yine de yok saydım, kızdım hatta kendime ve marketten çıktım ama dayanamayıp geri döndüm," dedi, sesi düzelmişti.

"Sen, ben birine benzettiğini söyleyince içim umutla doldu ama tanıdığın kişi olmadığımı söyleyip o umudu aldın elimden. Eski bir polis memuru olan Cihan Aksoylu'dan bahsettin. Bu da ordudan atılmış eski bir asker olan Emirhan Duru'nun, yani benim dikkatimi çekti. Buna bile tesadüf dedim ve ayrıldım yanınızdan. Çok uzaklaşmadan sizi televizyonda gördüğümü hatırladım. Bahadır'ın Beril'in ve diğer onlarca kişinin katilleri olarak aranan altı kişiden ikisi olduğunuzu fark ettim. Taşlar bir şekilde yerine oturdu bende. Sizin bugün buraya benim için geldiğinizi anladım, tesadüf olması mümkün değildi. Yanınıza yeniden gelmek yerine takip ettim ve olanları gördüm. Şimdi de buradasınız işte ve hikâyemi biliyorsunuz. Şimdi sıra siz de bana neden burada olduğunuzu anlatın! Neden buraya geldiniz ve karşıma çıktınız?" Sordu ve yeniden arkasına yaslandı.

"Sizi dinliyorum." Başımı çevirdim, Ateş'e baktım.

Bu, öylesine bir bakıştı. Çünkü kararımı çoktan vermiş, ona her şeyi anlatacaktım. Onun daha fazla karanlıkta kalmasına da boşlukta yaşamasına da eksik hissetmesine de izin vermeyecektim.

Ateş, bunu yapmamam için herhangi bir şey yapmazken onun da istediği şeyin bu olduğunu anladım ve abime çevirdim gözlerimi, gözlerinin içine bakarken gülümsedim. İşte tam o an anlatmaya başlayacakken buna engel olan şey, ahşap kapıya sertçe vurulması oldu.

"Kim geldi?"

Telaşla sordum bunu, o sırada kapıya birkaç kez daha vuruldu ve o ses duyuldu. "Jandarma!"

İşte o an kalbimi, büyük bir korku sardı. Hani en başta demiştim ya; bazen bir şeyler olur ve biz engel olamayız, çünkü onun olması gerekiyor diye? Şimdi tam da olacaklara engel olamayacağımız ve yaşanması gereken şeyin yaşanacağı o anın tam içindeydik.

Bölüm Sonu!

Selammmmmm :) nasılsınız? Neler yapıyorsunuz?

Jandarmadan kurtulabilecekler mi dersiniz?

Sizce Mira Cihan'a abisi olduğunu söyleyebilecek mi?

Buraya bölümü en iyi anlatan emojiyi bırakabilirsiniz.

Bölüm hakkındaki yorumlarınızı buraya yazabilirsiniz.✨

Yeni bölüm alıntısını okumak ve duyurulardan haberdar olmak için beni sosyal medyadan da takip edebilirsiniz.💫

Bir sonraki bölümde görüşmek dileğiyle... Kendinize çok iyi bakın, sevgiyle ve sağlıkla kalın.♡

Instagram: gizzemasllan

Twitter: gizzemasllan

SİZİ ÇOK SEVİYORUM.♡

Loading...
0%