Yeni Üyelik
98.
Bölüm

97.BÖLÜM "HATIRALAR"

@gizzemasllan

 

Selam suç ortaklarım :)

 

Bir önceki bölüme gelen yorumlarınız için çok teşekkür ederim. Bu bölüme gelecek olan yorumlarınız bekliyorum.♡

 

Bölüme başlamadan önce sol alt köşedeki yıldıza dokunarak bana destek olabilirsiniz.

 

Buraya ben de sizin için bir yıldız bırakıyorum.⭐ Sizinkileri de bekliyorum.❥

 

Keyifli okumalar.♡

.

.

.

 

97. BÖLÜM "HATIRALAR"

 

Korku, tüm bedenimi sardı. Üçümüz de hayalet görmüşcesine ahşap kapıya bakarken o kapıya birkaç defa daha vuruldu ve çıkan tok ses, gecenin sessizliğini bir kez daha bozdu.

 

"Emirhan Duru!" dedi kalın bir ses, jandarma olduğunu az önce belirtmiş olduğundan korkum daha da artarken kolumda abimin elini hissedip bakışlarımı ona çevirdim. İşaret parmağını dudaklarının üzerine koyup sessiz olmamızı işaret ettikten hemen sonra ilerideki odayı gösterdi.

 

"Saklanın,” diye de fısıldadı, bakışlarımız Ateş'le kesişti ve onun bir şeyler yapmasını bekledim.

 

"Başka şansımız yok,” diye fısıldadı o da, sessiz adımlarla odaya doğru yürüdük. Odaya girmeden hemen önce dönüp abime baktım ve hâlâ vurulan ahşap kapının önünde kendini hazırladığını gördüm. Onu izlemek yerine odaya girdim, kapıyı sessizce kapatıp kulağımı kapıya yasladım. Ateş de kapının hemen yanındaki duvara sırtını yaslamış, ellerini göğsünün altında birleştirmişti.

 

"Neden geç açtınız kapıyı?" diye sorduğunu duydum jandarmanın.

 

"Uyumaya hazırlanıyordum, kıyafetlerim yoktu,” dedi abim, o an içinde bulunduğumuz yatak odasında duyulan tek şey benim kalbimin sesiydi. Kalbim, sanki birazdan duracakmış gibi hızlı atıyordu. "Kıyafetlerimi giydim, ondan geç açtım,” diye açıklamaya devam etti abim. "Neden geldiğinizi öğrenebilir miyim?"

 

"Günlerdir aranan iki firari kasabaya gelmişler bugün, hâlâ kasabada olduklarını düşünüyoruz. Evlere tek tek bakıyoruz " Duyduğum bu şeyle telaşım arttı.

 

"Evlere tek tek bakıyoruz dedi." Fısıldadım, Ateş başını salladı.

 

"Duydum." Duydu ve bu kadar rahat öyle mi? Aman ne güzel! "Ama kaçacak bir yer yok." Gözlerim bulunduğumuz odanın içinde gezindi, küçük bir pencere vardı ama önünde demir parmaklıklar da vardı.

 

"Kahretsin!" deyip sinirle ayağımı yere vurdum. "Durup burada yakalanmayı mı bekleyeceğiz? Bir şeyler yapmamız gerekiyor, hemen."

 

Başını olumsuz anlamda salladı. "Hiçbir şey yapmayacağız." Kaşlarımı çattım, kendinden emin bir şekilde devam etti. "Abine güvenecek ve bekleyeceğiz,” dediğinde ona cevap vermek istedim ama abimin sesi araya girince bunu yapamadım.

 

"Duymuştum bugün öyle bir şey." Çok kısık gelmiş olsa da sesi bunu duydum ve söylediği diğer şeyleri daha net anlamak için kulağımı kapıya yasladım. "Hatta doğrusu bugün o ikisiyle markette karşılaştık." Gözlerim büyüdü, nasıl olur da böyle bir şeyi söyler? Endişeli gözlerimi Ateş'e çevirdim ama onun benim aksime çok rahat olduğunu gördüm. Abime ne ara bu kadar güvenmeye başladı hiçbir şekilde anlayamadım. "Ben de nereden tanıdık geldiklerini düşünüyordum, sonradan fark ettim suçlu olduklarını ama iş işten geçmişti,” dedi, gözlerimi kapattım ve sabırla onu dinlemeye devam ettim. Umarım, bu konuşmayı iyi bir yere bağlar ve bizi kurtarırdı.

 

"Ne konuştunuz markette?" diye sordu jandarma.

 

"Sarışın bir kadın vardı, mavi gözlü. Onu televizyonda görmüştüm ama o an çıkaramadım, fakat yine de bir yerden tanıdık geldi. Ben gittim yanlarına, onu bir yerden tanıyıp tanımadığımı sordum. Hiç bozuntuya vermeden konuştular benimle, hatta marketin güvenlik kameralarına da bakabilirsiniz. Konuştuktan sonra bir şeyden şüphe etmeden ayrıldım yanlarından ve ancak yanlarından ayrıldıktan sonra kim olduklarını hatırlayabildim. Emin olmak için peşlerine düştüm, çoktan kaybolmuşlardı. Otelin önünde polisler falan vardı." Uzun bir konuşma yaptı, sesi çok rahat çıkıyordu. Kendisi de bu kadar rahat mı yoksa oyun mu yapıyor bilmiyorum ama onun ve Ateş'in rahatlığı bu durum için pek de iyi bir şey değildi.

 

"Sonrasında gördün mü peki hiç?" Jandarma yine sordu, abim hemen cevapladı.

 

"Görmedim, görsem polislere haber verirdim zaten. Geç tanıyınca sonradan ben de çok pişman oldum ama maalesef iş işten geçmişti çoktan ve elimden hiçbir şey gelmedi." Şimdilik konuşma iyi bir yere gidiyor gibiydi. "Bu arada buyurun, arayabilirsiniz evimi." Gözlerim büyüdü, buna cidden izin verecek miydi? Buradayız ve o jandarmaları içeriye alıyordu.

 

"Saklanmamız lazım,” dedim telaşla ve nereye saklanabiliriz diye etrafa bakındım ama maalesef bu odada saklanacak hiçbir yer yoktu.

 

"Sakin ol Mira, bekleyelim,” dedi Ateş yine çok rahat bir tavırla ve bu rahatlık artık ciddi anlamda sinirimi bozmaya başladı.

 

"Bu kadar rahat olmanı neye borçluyuz çok merak ediyorum!" Dayanamayarak kızdım, o sırada jandarmanın sesini duydum.

 

"Kontrol etmemize gerek yok, biz sadece evinizde güvende olduğunuzdan emin olmak istedik." İçeriye girmeyeceklerinden bu cümleyle emin olurken abimin söylediği şeyi duydum.

 

"Bir çayımı içseydiniz Komutanım." Gözlerimi kapatıp sabır diledim, böyle şeyler beni gereksiz yere çok geriyordu.

 

"Belki başka bir zaman, şimdi göreve dönmem gerekiyor." Konuşma devam ederken dinlemek yerine geri çekildim.

 

"Ucuz yırttık,” dedim, Ateş sessiz kalırken aradan geçen birkaç dakikanın ardından abimin yeniden sesini duydum.

 

"Gençler çıkabilirsiniz." Bunu duyduğum an çıktım odadan, Ateş de hemen peşimden çıkarken abimin yanına gittim.

 

"Biz içerideyken jandarmaları çaya davet etmek ve gayet rahatça evi arayabilirsiniz demen büyük riskti."

 

Bu cümlemle ellerini arkasında birleştirdi. "Adamın yüzünden belli oluyordu bir şeyler bildiği, muhtemelen market olayını zaten biliyordu. Onlar sormadan ben anlattım, hem de doğru bir şekilde. Doğru söylediğimden emin oldular, eve girmelerini söyledim ve bunu yapmadılar. Çünkü yalan söylemeyeceğimi düşündüler. Küçük bir oyundu yani,” dedi ve salonu gösterdi. "Şimdi konuşmaya devam edebiliriz, bir daha gelmeyeceklerdir,” dedi, kendisi önden yürüdü ve gidip eski yerine oturdu. O gitti ama biz gidemedik, birbirimize bakıp kaldık.

 

"Daha orada durmaya devam mı edeceksiniz?" Bu soruyla Ateş gözlerini benden çekip gidip abimin karşısına oturdu. Benim de başka şansım kalmadı ve gidip yanına oturdum. "Sizi dinliyorum,” dedi abim, Ateş başını bana çevirdi ve benim konuşmamı bekledi. Doğrusu da buydu zaten. Konuşması, anlatması gereken bendim ama bunu yapabilecek miyim bilmiyorum. Doğru olduğundan emin olsam bir saniye bile olsun durmam ama emin değildim ve kötü şeylere sebep olmaktan korkuyorum.

 

"Mira,” dedi Ateş, gözlerim onu buldu ama o devam edemeden abim yine araya girdi.

 

"Bana anlatacağımız bir şeyler olduğundan eminim gençler ve size yalansız bir şekilde hayat hikâyemi anlattım. Kim olduğunuzu bilmeden, hatta sormadan anlattım. Çünkü artık benim de bir şeyler duymaya, bilmeye ihtiyacım var. Bunu da sizin yapabileceğinize inanıyorum. Bana benim hakkımda ne biliyorsanız anlatın, buraya neden geldiniz?"

 

Başımı önüme eğdim, kendimi onun yerine koydum ve bunu istemekte haklı olduğuna karar verdim. Karanlıkta ve boşlukta yaşıyordu. Kendisi hakkında hiçbir şey bilmiyordu ve bilmeye hakkı vardı. Başımı kaldırdım, Ateş'e baktım. Bana bunu yanlış olacağına dair en ufak bir şey yapsa anlatmayacaktım, bir bildiği vardır elbet diyecektim ama yapmadı ve konuşmama müsaade etti. Ben de zaten çok yanlış var hayatımızda, yanlışsa eğer bir de bu yanlış olsun diye içimden geçirdim ve anlatmaya karar verdim.

 

"Senin hakkında çok şey biliyorum, önceki hayatının nasıl olduğunu çok iyi biliyorum ve evet haklısın, bu kasabaya senin için geldik." Meraklandığını hissederken hafifçe bana doğru eğildi ve gözlerimin içine baktı.

 

"Bana da anlat,” dedi sesi boğuk boğuk çıkarken "Lütfen,” diye ekledi.

 

Başımı salladım. "Anlatacağım ama inanır mısın bilmiyorum."

 

"İnanırım,” dedi anında ve hiç tereddüt etmeden. "Çünkü bu zamana kadar inandığım her şey yıkıldı, tutunacak hiçbir şeyim kalmadı ve benim bir şeylere yeniden inanmaya ihtiyacım var." Gözlerim dolarken boğazım düğümlendi, yutkunarak bu histen kurtulduktan sonra konuştum.

 

"İsmin, Emirhan Duru değil." Hiç şaşırmadı, hatta tepki bile vermedi. Bunu duymayı beklediğini fark ederken devam ettim. "Gerçek ismin..." İşte o an sözümü kesti.

 

"Cihan,” dedi, şaşkınca kaldım karşısında. "Cihan Aksoylu mu?" Şaşkınlığım daha da arttı, az önce hiçbir şey hatırlamadığını söylüyordu oysa ki.

 

"Sen nasıl..." Yine sözümü kesti.

 

"Bugün bana markette bahsettin, eski bir polis memuru dedin. Dedim ya bu hikâye ordudan atılmış bir asker olan Emirhan'ın dikkatini çekti diye? Tahmin etmek zor olmadı." Bu sözleriyle taşlar yerine oturdu.

 

"Doğru tahmin, Cihan Aksoylu'sun sen. Ordudan atılmış bir asker değil, eski bir polis memurusun,” dedim, gözlerini çekti benden ve başını önüne eğip düşündü. "Cihan Aksoylu herkes tarafından şehit oldu diye biliniyor. Bir hırsızlık olayına denk gelmişsin, müdahale etmek istediğinde göğsünden iki kurşun yedin ve şehit oldun. Annenle baban seni morgda gördüler, bu yüzden yaşadığına dair hiç şüphe duymadılar hiçbir zaman. Sen onların şehit olmuş oğullarısın, hâlâ hiçbir şey bilmiyorlar,” dediğim an başını kaldırdı ve yeniden gözlerimin içime baktı.

 

"Hâlâ mı dedin sen?" diye sordu, başımı salladım. "Annemle babam yaşıyorlar mı?"

 

"Evet, ikisi de yaşıyorlar." Gözlerinin içindeki kızarıklığı fark ettim, kendini bıraksa ağlayacak gibiydi. "Bahadır tarafindan şimdilik nedenini bilmediğimiz bir şekilde kaçırılmışsın ve Emirhan Duru olarak hayatına devam etmişsin. Fakat sen Cihan Aksoylu'sun. Eski emniyet müdürü Sedat Aksoylu'yla, Cumhuriyet Savcısı Özlem Hankul'un oğlu Cihan Aksoylu'sun,” dedim, tıpkı onun gibi kendimi ağlamamak için zor tutarken nefes almadan devam ettim konuşmaya.

 

"Annen senden sonra toparlanamadı, hatta kendini öldürmeye bile çalıştı." Korkunç bir yüz ifadesine büründü. "Bu yüzden mesleğini bıraktı, bırakmak zorunda kaldı. Yeniden başlamak istedi birkaç kez ama fırsat bulamadı, olmadı bir şekilde. Baban, çok hata yaptı. Anneni aldattı, bu ortaya çıkmasın diye kendisini tehdit eden suçlularla iş birliği yapmış. Bu bir şekilde ortaya çıkınca cezavine girdi, hâlâ orada ve uzun süre de orada kalacak gibi. Annenle baban da boşandılar zaten. Bir de deden var, kendisi bir otel zincirinin sahibi. İsmi Cemal, seni çok severdi. Bir teyzen ve onun Amerika'da bir oğlu var, Serkan. Kardeşin gibiydi, çok severdiniz birbirinizi. Sen, polis olmayı da çok severdin. En büyük hayalindi hatta ve gerçekleştirdin. En sevdiğin yemek tavuklu pilav, en sevdiğin renk beyazdı. Tatillerde en çok Ege'ye gitmeyi seviyordun, orada arkadaşların vardı hatta. Her izin gününde günü birlik bile olsa giderdin. Hiç aşık olmadın, aşık olmayı isterdin ama,” dedim, daha devam etmek ve ona her şeyi anlatmak istedim. Bunu yapmak için de konuşmaya devam edecekken araya girip bana engel oldu.

 

"Sen kimsin?" Beklemediğim bir anda sordu. "Nasıl bu kadar iyi tanıyorsun Cihan'ı? Nasıl her şeyini biliyorsun ve neden onu aramak için buraya kadar geldin?" Biri sanki boğazımı sıkıyor gibi hissettim bu sorularla ve nefes alamadım. Gözümden akan bir damla yaşa da engel olamazken abim karşımda durup benden bir cevap beklemeye devam etti.

 

"Ben Mira," dedim bunu bildiği hâlde. "Mira Aksoylu." Tepki veremedi. "Kız kardeşinim." İşte bu cümleye tepki verdi, bozguna uğradı. Yaşadığı şaşkınlık onu ayağa kaldırırken ben de kalktım ve karşında durdum. "Sen benim abimsin. Ben, bu yüzden buraya geldim,” dedim, şaşkınca durdu sadece karşımda, başka hiçbir şey yapmadı. "Yaşadığını öğrendim bir şekilde, bir haftadan fazla oldu ama gelemedim buraya. Gelmemizin senin için tehlikeli olmayacağını öğrenmemiz gerekiyordu. Bundan emin olunca da geldik buraya." Birkaç adım geri gitti, şaşkın gözleri üzerimde gezindi. En ufak bir şey söylemesini bekledim. Küçük de olsa bir şey söylemesi gerekiyordu ama sustu. Şu an yalan söylüyorsun, bu doğru değil demesine bile razıydım.

 

"Bir şey söylemeyecek misin?" diye sordum, gözlerini Ateş'e çevirdi.

 

"Sen kimsin?" diye sordu ve beni yok saydı. Gerçekten de inanmadı ve beni görmezden geldi. Bu, kalbimi acıttı. Canımı o kadar çok yaktı ki bağırarak ağlamak istedim ama yapamadım, içime attım ve omuzlarım çökmüş bir şekilde durdum karşısında.

 

"Mira'nın arkadaşıyım sadece,” dedi Ateş, kendisini arkadaşım olarak tanıtmış olmasına bile takılmadım ve abime bakmaya devam ettim. Onun da gözleri beni bulduğunda hâlâ inanmaz bir şekilde bakıyordu ve gözleri üzerimde geziniyordu.

 

"Ben..." dedi, sonunda bana karşı bir şeyler söyledi ama devam edemeyip sustu ve iç geçirdi. "Ben...” dedi bir kez daha ve yutkunduğunu fark ettim. "Ne diyeceğimi bilmiyorum." Bunu derken bir adım daha geri gittiğini fark ettim. "Ne seni ne de anlattıklarını hatırlamıyorum."

 

"Senin suçun değil,” dedim, sesim tahmin ettiğimden çok daha düzgün çıktı. "Ne bizi unutmuş olman ne aradan geçen zaman hiçbir şey senin suçun değil,” deyip ona doğru birkaç adım attım, uzaklaşmak için hiçbir şey yapmadı. "Hiçbir şey söylemene de gerek yok, senin için ne kadar zor olduğunu az çok tahmin edebiliyorum ben zaten,” dedim, benim de ondan bir farkım yoktu ki benim için de bu durum çok zordu. "Sadece söylediklerime inanıp inanmadığını öğrenmek istiyorum."

 

Bakışlarını kaçırdı benden ve düşündü. Hem de hiç acele etmeden uzun uzun düştü. Gözleri yeniden beni bulduğunda da cevap verdi.

 

"Bana yalan söylemek için bir sebebin olduğunu düşünmüyorum,” dedi, dudaklarımda buruk bir tebessüm oluştu. "Ama inanmak da..." Sustu, devam edemedi.

 

"Çok zor biliyorum." Cümlesini tamamlayan ben oldum. "Senin yerine kendimi koyuyorum ve muhtemelen ben inanmazdım ama yemin ederim abi, doğruyu söylüyorum." Ona abi demiş olmak, içimdeki tanıdık hislerin yeniden gün yüzüne çıkmasına neden olurken devam ettim. "Eğer benimle gelirsen söylediğim her şeyin doğru olduğunu sana kanıtlayabilirim."

 

"Nereye?" diye sordu, hemen cevapladım.

 

"İstanbul'a, orada sana göstermek istediğim çok şey var abi. Belki yine hiçbir şey hatırlamayacaksın ama doğru söylediğimden, gerçek bir ailen olduğundan emin olacaksın. Az önce bahsettiğim her şey doğru, biliyorum kötü şeyler de anlattım ama buna rağmen biz bir aileyiz abi. Kötü şeyler yaşamış olsak da dağılmış olsak da aileyiz. Lütfen sana da bunu kanıtlamama izin ver, lütfen,” deyip ona doğru bir adım daha attım ama ondan herhangi bir yakınlık göremedim.

 

"Anlattıkların benim için çok büyük şeyler,” dedi, eli gözlerine gitti ve gözlerini ovaladı. "Her şeyin böyle bir anda olması aklımı karıştırıyor." O, bunu derken Ateş yanıma geldi, kulağıma fısıldadı.

 

"Ona biraz zaman ver Mira, buna ihtiyacı var." Gözümün ucuyla baktım ona ve başımı salladım, üzerine gitmemeye karar verdim.

 

"Özür dilerim, her şey bir an önce olsun istedim. Senin için kolay değil, farkındayım. Sen istediğin zaman olsun her şey,” deyip geri adım attım, o sırada Ateş'in telefonu çaldı. Bakışlarım yeniden onu bulurken cebinden çıkardığı telefonun ekranında Erdem yazdığını gördüm.

 

"Efendim,” diyerek açtı telefonu ve devam etti konuşmasına. "Tamamdır kardeşim." Bunu dediğinde bizimkilerin geldiğini anladım. Telefonu kulağından indirdiğinde de "Gelmişler,” dedi, abime döndüm.

 

"Bizim gitmemiz lazım." Gözleri ikimizin arasında gezindi ama hiçbir şey demedi.

 

"Hadi Mira,” dedi Ateş, başımı salladım ve etrafa bakındım. İleride gördüğüm bir kağıtla kalemi alıp numaramı yazdım ve abimin yanına gidip uzattım. "Bu, benim numaram. Artık gitmemiz lazım ama n'olur kendini daha iyi hissedince ara beni. Eğer bana inanırsan, güvenirsen de lütfen gel İstanbul'a. Yemin ederim pişman olmayacaksın." Kağıdı aldı elimden ve sessiz kalmaya devam etti. O an içimden gelen şeyi yaptım, boynuna atıldım ve sımsıkı sarıldım ona.

 

"Seni çok seviyorum abi,” diye fısıldadım kulağına. "Lütfen güven bana,” diye de ekledim, geri çekildim. "Aramanı bekliyorum,” dediğimde hiç gitmek istemedim ama başka şansım yoktu artık. "Gidelim,” dedim yine de Ateş'e, kapıya yöneldi. Ben de peşinden giderken abimin söylediği şeyi duydum.

 

"Dikkatli olun, her yerde polisle jandarma var,” duraksadım, yeniden ona baktım.

 

"Peki,” dedim sadece ve başka bir şey söylemeyeceğinden emin olup Ateş'e döndüm. "Neredeler?"

 

"Kasabanın kuzey çıkışında bir petrol varmış, o civarlardayız dedi. Polis falan da yokmuş." O bunu dedikten sonra evden çıktım, son bir kez abime baktım ve kapıyı kapattım. Etrafa bakınıp kimse olmadığından emin olduktan sonra bahçeden de çıktık. Ardından da koşarak uzaklaştık evin önünden. Aklım abimde olduğu için nereye gittiğimizi bile bilmezken yaptığım tek şey Ateş'i takip etmek oldu. Biraz geride kalınca da elimden tuttu ve kendisiyle aynı anda yürümemi sağladı.

 

"Sence gelecek mi?" diye sordum.

 

Telaşla yürürken cevapladı. "Gelecek, merakına yenik düşecektir." Fazla net bir cevap vermiş oldu.

 

"Ne zaman gelir?" diye sordum.

 

Gözünün ucuyla baktı bana. "Çok uzun sürmeyecek gibi,” dedi, daha hızlı yürümeye başladı. Ben de ona ayak uydurdum. Dakikalar sonra ağaçlık alandan çıktık, ilerideki petrolü gördüm. "Buralarda olmaları lazım,” dedi, etrafa bakındım ama bizden hiç kimseyi göremedim.

 

"Arasana,” dedim, telefonunu çıkardı ve aradı. Erdem'e olduğumuz yeri söyledi, o telefonu kapattıktan beş dakika kadar sonra yanımıza arka arkaya iki araba durdu. Bizimkilerin arabası olduklarını bildiğimizden endişe etmezken arabadan indi ve yanımıza geldiler.

 

"İyi misiniz?" diye soran Erdem oldu.

 

"İyiyiz kardeşim iyiyiz, nasıl oldu bilmiyorum ama biri burada olduğumuzu ihbar etmiş. Kasabanın her yeri polis, jandarma dolu. Buraya gelene kadar bile kaç defa gördük,” dedi, Erdem arabayı gösterdi.

 

"Hadi binin arabaya da gidelim buradan, sonra konuşuruz,” dedi, Cansu araya girdi.

 

"Abini görebildin mi?" Merakla sordu, dudaklarımı araladım ve derin bir nefes aldım, başımı sallamakla yetindim.

 

"O olduğundan emin oldun mu?" Bunu da Savaş sordu, gözlerim onu buldu ve onun sorusuna da başımı salladım.

 

"Konuştunuz mu?" Bu soru da Doğan'dan geldi, bu soruya da başımı salladım.

 

"Neden böyle bir şey yapmış peki? Niye saklanmış?" Cansu sordu, cevap verecekken Erdem araya girdi.

 

"Sonra konuşursunuz dedim, kimse gelmeden uzaklaşalım şuradan. Hadi arabalara,” deyip kendisi gidip bindi, Cansu, Doğan ve Savaş arkadaki arabaya gittiler. Ateş ve ben kaldık. Ateş Erdem'in arabasına yöneldiğinde onunla gitmek isteyip ben de aynı arabaya yöneldim. Kapıyı açmış tam binecekken hiç beklemediğim bir ses duydum.

 

"Mira." Olduğum yerde kalakalırken başımı çevirdim ve ileride duran abime baktım.

 

"Abi,” dedim şaşkınca, bir bir arabadan indiler yeniden. Birkaç adımda abimin yanına gittim.

 

"Düşündüm de altı yıl çok uzun bir zaman,” dedi, konunun nereye gideceğine dair içimi bir merak sararken devam etti. "Bir gün daha eklemeye gerek yok o zamana." Ne söylemek istediğini anladığında gözümden bir damla daha yaş aktı.

 

"Gözlerimi kapattığımda gördüğüm o sarışın, mavi gözlü kız sensin. Hatırlamadığım ailemden bir parçasın." Gözyaşlarım hızlanırken o son cümle de döküldü dudaklarından.

 

"Beni, aileme götürür müsün Mira?" Bu soruyla hızla birkaç adımda yanına gittim, boynuna atıldım ve sımsıkı sarıldım ona. Eşzamanlı olarak kendisi de bana sarılırken gözyaşlarına boğuldum. Başım her sıkıştığında bana yardım edemeyeceğini bildiğim hâlde yanına gittiğim abim, şimdi kollarımın arasındaydı. Yıllar sonra ona sarılmak, günler sonra da ailemin varlığını hissetmek kendimi çok daha güçlü hissetmeme neden olmuştu. Artık, bazı şeylerin düzelmesi için benim de bir umudum vardı.

***

 

Bu hayatta kesin olan tek şey yaşadığımız hiçbir şeyin kesin olmamasıydı bence. Kesinlikle bu yaşandı dediğim her şeyin altından bir şeyler çıkmış ve yaşadığımın koca bir yalan olduğunu acı bir şekilde öğrenmiştim. Bunlardan biri de abimin hayatta olmasıydı. Onun öldüğüne o kadar emindim ki, hatta o kadar emindik ki bir yerlerde, bir şekilde yaşıyor olması aklımın ucundan dahi geçmezdi. Fakat meğerse benim aklımın ucundan geçmeyen şey, hayatımın gerçeklerinden biriymiş. Bu gerçek, şimdilik sadece benim için ortaya çıkmış olsa da kısa zamanda annem, babam ve ailemden geriye kalan diğer herkes için de ortaya çıkması gerekiyordu. Abimin de dediği gibi; altı yıl çok uzun bir süreydi ve ona bir gün daha eklemeye gerek yoktu.

 

"Nereye gidiyoruz?" diye sordu abim, bir saattir yolda olan gözlerimi ona çevirdim.

 

"Şimdilik sadece eve, saat çok geç oldu,” dedim, gözümün ucuyla önde oturan Ateş ve Erdem'e baktım. Erdem tamamen yola odaklanmışken Ateş arkasını dönmüş bize bakıyordu.

 

"Onlarla sen görüşüyor musun?" Bu soruyla bakışlarım yeniden abimi buldu.

 

"Aramızda bir sorun yok, ne annemle ne de babamla ama uzun süredir görüşmüyoruz. Özellikle de babamla, çok uzun zaman oldu."

 

"Firari olduğun için mi?" Bu soru beni rahatsız ederken tamamen ona döndüm.

 

"Evet, onun için. Çünkü polisler hep peşlerindeler ve görüşmemiz mümkün değil,” diyerek doğruyu söyledim, abim bir tepki vermezken de devam ettim. "Ne düşünürsün ya da inanır mısın bilmiyorum ama biz suçlu değiliz. Ne ben ne de arkadaşlarım yanlış hiçbir şey yapmadık. Biz sadece kendimizi korumak istedik."

 

"Duyduğuma göre birçok insan ölmüş, kendinizi korumak için mi öldürdünüz?" Bu sorunun Ateş ve Erdem'i de rahatsız ettiğini fark ederken cevapladım.

 

"Biz kimseyi öldürmedik, tek amacımız onları yaralamak ve yaptıkları kötülükleri kanıtlayacak şeyler bulduktan sonra hepsini bir bir adalete teslim etmek olacaktı ama olmadı, o gün tuzağa düştük. Aniden polisler bastı orayı, kaçmak zorunda kaldık ve biz kaçtıktan sonra bir başkası tarafından herkes öldürürdü, suç bizim üstümüze kaldı." Söylediklerim onu şaşırttı.

 

"Ne yani siz başkasının işlediği suç yüzünden mi bu hâldesiniz?" diye sordu, bu kez ona cevap veren Ateş oldu.

 

"Biz de tam suçsuz sayılmayız, o gün onları yaralayan biz olduk ama Mira'nın da dediği gibi kendimizi korumaya çalışıyorduk ve hiçbirini öldürmek gibi bir niyetimiz yoktu. Bu yüzden evet, başkasının işlediği suç yüzünden bu hâldeyiz." Abim onu dikkatle dinledikten sonra bakışlarını yeniden bana çevirdi.

 

"O başkası kim peki?" Neden bu kadar merak etti, niye bu kadar bu durumla ilgilendi bilmiyorum ama yine de cevap verdim ona.

 

"Bizim gibi polis olan, hatta zamanında beraber çalıştığımız bir adam. Eski başkomiserimizdi ama suçlularla iş birliği yaptı ve para karşılığında hepimizi bu hâle getirdi."

 

Abim dudaklarını araladı, uzunca bir nefes bıraktı dudaklarının arasından ve bıraktığı o nefesi ağır ağır yeniden aldıktan sonra konuştu.

 

"Karışık ve zor,” dedi.

 

İç geçirip başımı salladım. "Öyle, biz de işin içinden çıkmaya çalışıyoruz işte."

 

Abim bir şey demezken Ateş yeniden arkasını dönüp ona baktı. "Sen bir şeyler biliyor musun peki?" diye sordu, kaşlarımı çattım. Bu soru da nereden çıkmıştı şimdi?

 

"Nasıl bir şeyler?" Abim de afallamış gibiydi.

 

"Yani yanlış anlamanı istemem beni ama bir şeyler biliyor olabilirsin. Bahadır'la uzun zaman geçirmişsin, hiç bu konulardan bahsetti mi?" diye sordu, aslında haklı diye içimden geçirirken abimin düşüncelere daldığını gördüm. Ses çıkarmayıp sabırla konuşmasını beklerken birkaç dakika sonra yere çevirmiş olduğu gözlerini abime çevirdi.

 

"Çok fazla samimi değildi aramız, nadiren gelir giderdi kasabaya. Bir ihtiyacım, bir sorun olup olmadığını sormak için gelirdi." Dayanamayarak araya girdim.

 

"Muhtemelen bizim sana ulaşmamızdan korkuyordu ve kontrol için geliyordu,” dedim.

 

Başını salladı. "Olabilir tabii, bana da hep öyle gelirdi zaten. Sanki sürekli bir şeyleri kontrol etmek ister gibiydi. Her neyse dediğim gibi çok samimi değildik ve nadiren gelirdi. Geldiği zaman da illa ki bir gece kalırdı, o gecelerde de konuşmak için fırsatımız olurdu. Fakat hiç sizden bahsetmedi, belki hatırlamamdan korktuğu içindir bilmiyorum ama isminizi Bahadır'dan bir kez bile olsun duymadım. Sürekli bir kadından bahsederdi, mavi gözlü bir kadından,” dedi, yine araya girdim.

 

"Beril,” dedim, abimin bakışları beni bulurken de devam ettim. "Her şeyi yapan kadın o. Mavi gözlü, yüzü yaralı bir kadın,” dedim, hatırlamış gibi davrandı.

 

"Evet, yüzü yaralı bir kadın. Hiç görmedim onu ama Bahadır kadının yüzündeki yaradan birkaç kez bahsetmişti,” dedi, bu kez de Ateş araya girdi.

 

"Başka ne anlattı o kadınla ilgili?" Bu soruyla ben de merakla abime baktım, belki de işimize yarar bir şeyler biliyordu.

 

"Bahadır âşıktı o kadına." Gözlerim büyüdü, aşk mı? "Çok âşıktı hem de ama kadına hiç anlatmamış bunu. Kadın kendisinden biraz büyükmüş, bunun umurunda olmadığını söylüyordu ama kendisi de kadının umurunda değilmiş. Böyle anlatırdı hep, kadın çok hırslı biriymiş. Şimdi bir iş üzerinde, kendini kaptırmış falan derdi. Korkardı hatta bir şey olmasından. Bir keresinde bana 'Çok yanlış yolda, bu işin sonu hiç iyi bitmeyecek.' demişti." Onun sözleriyle Ateş'le birbirimize baktık. Anlattıkları için de ilgi çeken tek şey Bahadır'ın kendi elleriyle yakalatmış olduğu Beril'e âşık olmasıydı ama bu bile işimize yarayacak bir şey değildi.

 

"Başka bir şey biliyor musun?" Umutla sordum, abim yine uzun uzun düşündü ama bu kez bir şeyler anlatmak yerine başını olumsuz anlamda sallamakla yetindi. "Neyse, boş verelim şimdilik bunları,” deyip konuyu kapattım, bu şekilde üzerine gidip de onu sıkmak istemedim ve sustum.

 

Dakikalar sonra sonunda eve ulaşmıştık, onu doğrudan götürmek istediğim yere gitmek istemiştim ama Ateş bunun doğru bir zaman olmadığını söyleyince yarına bırakmıştım. Bu yüzden de eve dönmüştük. Hep beraber arabadan indik, abim bahçesinde durduğumuz evi inceleyip bize döndü.

 

"Burada mı yaşıyorsunuz?" diye sordu, hemen cevapladım.

 

"Şimdilik,” dedim, kimse başka bir şey demezken eve doğru yürüdük. O sırada arkamızdan gelen Doğan'ın Savaş'a söylediği şeyi duydum.

 

"Lan oğlum her seferinde diyorum ki bu gruptaki kadın sayısının artması lazım ama her seferinde aramıza yeni bir erkek geliyor! Aman ne güzel!" Söylediği şey alttan alttan beni güldürürken eve girmiştik.

 

"Oturup sizinle konuşmayı isterdim ama çok yorgunum, dün gece de uyumadım zaten. Bu yüzden hepinize iyi geceler, sabah konuşuruz,” dedi Erdem ve doğrudan odasına yöneldi. Gerçekten de yorgun olduğu belliydi, aksi hâlde böyle davranacak biri değildi o.

 

"Kusura bakmayın ama ben de çok yorgunum, tüm gün koşturup durduk. Vakit de çok geç oldu, siz de dinlenin. Sabaha konuşuruz,” dedi Doğan da ve o da gitti.

 

"Bana da müsade,” deyip Savaş da onların peşine takıldığında Ateş konuştu.

 

"Taner'in annesine ne oldu?"

 

Savaş durdu, bize döndü. "Güvende, endişen olmasın,” deyip önüne döndü ve odasına gitti, Cansu da onlara katılırken salonda sadece üçümüz kaldık.

 

"Siz de yoruldunuz, siz de gidin odalarınıza. Ben burada uyurum,” deyip salondaki koltuğu gösterdi. "Benim de biraz uykum geldi zaten, her nereye gideceksek de sabah gideriz,” dediğinde merakla sordum.

 

"Peki sonra ne olacak?" Anlamsız bakışlar attı. "Sonra yeniden evine mi döneceksin?"

 

Derin bir nefes aldı. "Muhtemelen,” dedi, alışmış olduğu hayatını bir gecede silip de yeniden buraya adapte olmasını beklemiyordum zaten ama yine de bu duyduğumdan memnun olmadım.

 

"Anladım,” dedim bir tek, Ateş yanıma geldi.

 

"Bunları konuşmak için çok erken,” dedi, elini belime koydu. O sırada abimin gözlerinin o elde olduğunu fark ettim. Bunu fark eden bir tek ben olmazken Ateş de fark etti ve birkaç saniyeliğine afalladı, sonra da elini belimden çekti. Neden böyle bir an yaşadık anlayamazken abim sordu.

 

"Sizin odalarınız hangisi?" Bu soru gerilmeme neden olurken gözümün ucuyla Ateş'e baktım. Bu tuhaf an, karmaşık hissetmemi sağlarken Ateş konuştu.

 

"Şu ilerideki oda. Sağdan ikinci olan,” dedi Ateş, abim o tarafa doğru bakarken de devam etti. "Mira'nın odası orası, ben de burada uyuyorum." Şaşkın bakışlarım onu buldu, bu da nereden çıktı şimdi?

 

"Herkesin odası var, sen niye burada uyuyorsun?" Abim haklı olarak sordu, Ateş omuz silkti.

 

"Başka oda yoktu, idare ediyoruz işte bir şekilde,” dedi, abimden çekindiğini fark edince gülesim geldi. Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım ve konuşmalarını dinlemeye devam ettim.

 

"Anladım, neyse iki koltuk var. İkimize de yer var yani,” dedi abim.

 

Ateş başını salladı. "Aynen öyle,” dedi, bana baktı Ateş. Yüz ifademi görünce kaşlarını çattı, dalga geçeceğimi anlarken uyarıcı bakışlar attı.

 

"Ben en iyisi size yastık, çarşaf falan getireyim,” dedim, ikisi de bir şey demezken odaya doğru yürüdüm. Odaya girdiğim an kendime daha fazla engel olamadım ve gülmeye başladım. "Manyak,” diye de mırıldandım kendi kendime ve dolaba gittim. En altta duran yastık, çarşaf ve battaniyeyi aldım. Fakat başka yoktu, bu yüzden Cansu'nun odasına gittim ve onun odasındakileri de aldım. Ben bunu yaparken o duştaydı, rahatsız etmeden çıktım yeniden odasından ve salona gittim. İki koltuğun da üzerine elimdekileri bıraktıktan sonra abime bakarak konuştum.

 

"Umarım rahat edebilirsin,” deyip gözlerimi Ateş'e çevirdim. "Sen alışıksın zaten." Alay edercesine söyledim bunu, uyarıcı bakışlarının hedefi yüzüm olurken de gülmemek için kendimi çok zor tuttum.

 

"Neyse, ben sizi rahat bırakayım, siz de uyuyun bir an önce. Yarın uzun bir gün olacak,” dedim, yanlarından ayrıldım ve odama gittim. Odaya girmeden önce durup salona baktığımda Ateş'in arkamdan baktığını gördüm. Bu bakışlar kahkaha atmak istememe neden olurken bunu odaya girdikten sonra sessizce yaptım ve üzerindeki kirli kıyafetlerden kurtulup pijamalarımı giydim. Yatağa girip sırt üstü uzandığımda ve odanın tavanını izlemeye başladığımda düşündüğüm tek şey abimdi. Onun şu an bu evin salonunda olduğuna, yaşıyor olduğuna inanamıyorum. İnanmak çok zor geliyor ama gerçek bu ve bu gerçek beni mutlu ediyor. Bu kadar kötülüğün içinde beni mutlu eden tek şey bu zaten.

 

"Yaşıyor,” diye mırıldandım kendi kendime ve güldüm. Annemin, babamın bunu öğrendiği, abimi gördüğü an neler olacağını çok merak ediyorum. Muhtemelen onlar da benim gibi ilk başta şaşıracak, sonra kızacaklardır. Tabii onun hiçbir şey hatırlamadığını, buna mecbur olduğunu anladıklarında da benim gibi onu anlayacak ve tüm kızgınlıkları yok olacaktı. İçimden bir ses hayatımız yeni bir döneme girdiğini, bazı şeylerin yoluna gireceğini söylüyordu. Umarım iç sesim bu kez beni yanıltmazdı.

 

O gece, bu heyecanla sabahı ettiğimde uyudum mu uyumadım mı bilmiyordum. Sürekli bir uyku hâlindeydim ama bir türlü uykuya dalamadım. Bu yüzden de henüz daha vakit çok erkenken yataktan çıktım, banyoya girdim ve güzel bir duş aldım. Bornozumu giyip duştan çıktığımda saat daha yeni yedi olmuştu. Dolabımın karşısına geçtim, kıyafetlerimi çıkardım. Tam o sırada odanın kapısı açıldı, eğilip kapıya doğru baktığımda Ateş'i gördüm. Elimdeki kıyafetleri yatağın üzerine bırakırken yanıma geldi. Bir şeye sinirli olduğunu fark ederken de karşımda durup konuştu.

 

"Sabaha kadar uyuyamadım!" dedi sert bir tavırla.

 

"Neden, ben yanında değil diye mi?" diye sordum muzip bir tavırla ama yüz ifadesine bakılırsa nedeni bu değildi. "Koltuk mu rahat değildi?" diye sordum bu kez de ama sanırım sorun bu da değildi. "Tahmin etmeye devam etmeyeceğim Ateş, söyle hadi ne oldu?"

 

"Abin sabaha kadar çok güzel uyudu,” dedi.

 

Omuz silktim. "Ne güzel işte, rahat etmiş demek ki."

 

Kaşlarını çattı. "Ya, öyle çok rahat etti ki horluyordu artık ve ben, bu yüzden uyuyamadım." Bu cümleyle kendime engel olamadım ve gülmeye başladım. "Gülme Mira,” dedi, omuz silktim.

 

"Komik ama,” dediğimde işaret parmağını kaldırıp yüzümün önünde salladı.

 

"Bu akşam burada kalacak olsa bile ben bu yatakta uyuyacağım,” dedi ama ben adımın Mira olduğu kadar emindim ki öyle bir şey olduğu an dünden farksız davranacaktı.

 

"Peki, uyursun,” dedim, yatağa yöneldim yeniden ve gözlerimle kapıyı gösterdim. "Hadi şimdi çık, üzerimi değiştireceğim."

 

Kaşlarını çattı, birkaç adımda yanıma geldi. "Ne demek şimdi bu?"

 

Güldüm. "Bu kadar büyük bir tepki beklemiyordum,” dedim ve kıyafetlerimi aldım. "Üzerimi değiştireceğim."

 

"Onu anladım da neden çıkmamı istiyorsun onu anlamadım. Bu noktayı çoktan geçmiştik,” dedi, konuşmak için dudaklarımı araladım ama devam edip engel oldu buna. "Bunu hatırlaman gerekiyordu,” deyip bana doğru eğildi, yüzünü yüzüme yaklaştırdı. Tam dudakları dudaklarıma temas edecekken odanın kapısına birkaç defa vuruldu.

 

"Mira!" Abimin sesiydi bu, Ateş hemen kendini geri çekti ve birkaç adım geri gitti.

 

"Efendim,” diye seslendim, kapıya doğru yürüdüm.

 

"Konuşmamız gerekiyor,” dediğinde kapının yanındaydım.

 

"Giyinip hemen geliyorum,” dedim ve yatağa döndüm, Ateş'in varlığını yok sayıp bornozumu çıkardım, giyindim. Ardından da onun yanına gittim. "Sen resmen abimden korkuyorsun,” dedim, kaşlarını çattı. Kendini savunmak için bir hamle yaptı ama güldüm, cevap vermesini beklemeyerek odadan çıktım. Arkamdan söyleniyor olduğunu duysam da çok umurumda olmadı ve salondaki abimin yanına gittim.

 

"Bir sorun mu var?" diye sorarken karşısında durdum.

 

"Dün gece beni götürmek istediğin yerler olduğunu söylemiştin." Gözümün ucuyla saate baktım, daha yedi buçuk bile değildi.

 

"Daha çok erken değil mi?" diye sordum, kaşlarını kaldırdı.

 

"Değil, sabahı zor ettim. Daha fazla bu boşlukta yaşamak istemiyorum. Her ne olacaksa bir an önce olsun."

 

"Peki, sen nasıl istersen öyle olsun." Bu cevaptan memnun olurken uzanıp montunu aldı, giydi. "Montumu alıp geliyorum,” dedim, yeniden odaya doğru gidecekken odadan çıkıp buraya gelen Ateş'i gördüm. Ona gideceğimizi söyleyecekken de eve giren Ekin'i gördüm. Onun burada ne işi var diye içimden geçirirken diğerleri de bir bir salona geldiler.

 

"Ne işin var burada sabah sabah?" diye sordu Ateş Ekin'in yanına giderken.

 

"Bir gelişme olup olmadığını öğrenmek için geldim,” dedi, sabahın köründe mi diye sorgularken ikisi de yanımıza geldiler. Ekin gözünün ucuyla abime baktı ama hiçbir şey söylemedi, hareketli bir sabah geçiriyoruz diye düşünürken kapıda Ceyhun belirdi bu kez de.

 

"Herkese günaydın!" dedi, salona geldi o da.

 

"Çok karmaşık bir sabah mı yoksa ben hâlâ uyuyor ve rüya mı görüyorum anlamadım,” dedi Cansu ve güldü, ona hak verirken kapıda hiç görmemem birini gördüm, Tufan amcayı.

 

"Tufan amca?" dedim, herkes bakışlarını kapıya çevirdiğinde Tufan amca gayet rahat bir tavırla yanımıza geldi.

 

"Günaydın çocuklar,” dedi, Ceyhun araya girdi.

 

"Aranızda geçenleri öğrendim, Tufan Müdür'üm de buraya gelmeyi çok isteyince getirmek zorunda kaldım,” diye açıkladı, o sırada Tufan Müdür bozguna uğramış bir ifadeyle abime bakıyordu.

 

"Tabii sen bilmiyordun,” dedim, yanına gittim. "Tufan amca,” dedim bana bakması için ama gözlerini abimden çekemedi. "Tufan amca,” dedim bir kez daha ama yine bakmadı bana.

 

"Beyefendi neden bana öyle bakıyor?" diye sordu abim, başımı ona çevirdim.

 

"Seni tanıyor, babamın yakın bir arkadaşı ama yaşadığını bilmiyordu. Doğal olarak şaşırdı biraz,” dedim, abim anladım dercesine başını sallarken Tufan Müdür hâlâ şok içerisindeydi.

 

"Vurayım mı?" diye sordu Doğan ve elini kaldırdı. "Şöyle bir tane vursam kendine gelir gibi,” deyip vuracak gibi oldu, hemen engel oldum ona.

 

"Doğan bir rahat dur, geç şuraya,” deyip onu kenara ittim ve Tufan Müdür'e olanı biteni kısaca anlattım. Yaklaşık on beş dakika sonra ancak kendine gelebildi ve on beş dakikanın sonunda hep beraber salonda oturuyorduk.

 

"Hâlâ inanamıyorum,” dedi Tufan amca ve dikkatle abime bakmaya devam etti. Abim karmaşıklık yüzünden çoktan gitmek istemekten vazgeçmişti.

 

"Taner konusunu ne yaptınız?" diye sorarak araya girdi Ekin, herkesin derdi farklıydı.

 

"Yapmadık ama yapacağız,” dedim, ayağa kalktım.

 

"Bugün şu işi bitirelim artık,” dedim, derin bir nefes aldım. Herkes bana bakarken devam ettim. "Taner'i buraya getireceğiz, annesinin elimizde olduğunu söyleyeceğiz ve istediğimizi yapmazsa annesine zarar vereceğimizi söyleyeceğiz." Abimin ve Tufan Müdür'ün yüzünde tuhaf bir ifade oluştu. "Bakmayın bana öyle, gerçekten yapmayacağız bunu. Sadece tehdit edeceğiz ve buna mecburuz artık,” dedim, Ateş de ayağa kalktı.

 

"Mira haklı, sadece tehdit edeceğiz ve mecburuz. Bu yüzden boşuna hiç kimse itiraz etmesin,” dedi, telefonunu çıkarıp birini aradı ve Taner'i getirmesini istedi.

 

"Ekin, sen buradan gidiyorsun,” dedim.

 

Bakışları beni buldu. "Sebep?"

 

"Taner'e oyun oynadık, senin hâlâ Eva'yı kaçırmış olduğunu düşünüyor ve bizim her şeyi sana karşı yaptığımıza inanıyor. Şimdi seni burada görmesi hiç iyi olmaz."

 

Ayağa kalktı. "Peki, siz nasıl isterseniz öyle olsun,” dedi, Erdem konuştu.

 

"Senin de yapman gereken bir şey vardı, bizim için bir şey yapacaktın,” dedi, Ekin ellerini cebine koyarken konuştu.

 

"Üzerinde çalışıyorum, bir şeyler çıkacak gibi,” dedi, bu cümle umutlandırdı beni. "Siz Taner işini halledin, söz veriyorum ben de size işe yarar bir şeyler vereceğim,” dedi ve gitti, o evden çıkarken Erdem konuştu.

 

"Bu sanki bizi kullanıyor gibi hissediyorum,” dediğinde Ateş hemen cevapladı.

 

"Öyle bir şey yapamaz, oğlu elimizde olacak,” dedi kendinden emin bir şekilde ve Tufan Müdür'e bakarak devam etti. "Siz neden geldiniz buraya?"

 

"Neler olduğunu öğrenmek için,” dedi Tufan Müdür ve ayağa kalktı. "Bazı şeyleri biraz idare etmeye çalışıyorum ama yapabileceklerim sınırlı. Bu yüzden kusura bakmayın çocuklar ama sadece onbgününüz var. On gün içinde bu işi halledin." Gözlerim büyüdü, 1on gün mü? Nasıl olur da bize böyle bir süre verebilirdi? "Hepimiz için en iyisi bu olacak,” dedi, cevap vermemizi beklemeden evden çıktı.

 

"Çok güzel artık on günümüz var sadece,” dedim, sıkıntıyla ofladım.

 

"Boş ver, çok da önemli değil. On gün bile sürmeyecek bu sefer,” dedi Ateş, Ceyhun'a baktı. "İşin var mı senin?" diye sordu, Ceyhun dilini damağına çarpıtarak cıkladı.

 

"Yok, beş gün izinliyim."

 

"Güzel, sen Taner'i takip edeceksin,” dedi, Ceyhun buna şaşırırken de devam etti. "Şimdi sen de odalardan birine girip beklesen çok iyi olacak. Çünkü Taner seninle de iş birliği yaptığımızı bilmiyor."

 

Ceyhun ayağa kalktı. "Tamamdır, odalardan birindeyim o zaman ben. Taner'i bıraktıktan sonra haber edin, takibe alırım,” dedi, arkasını döndü. Tam gidecekken durdu ve yeniden bize döndü. "Bahçede arabam var, Taner tanır o arabayı."

 

"Evin arkasında garaj var, oraya çekebilirsin,” dedi Savaş, Ceyhun onu onaylayıp bahçeye çıktığında da yine biz bize kalmış olduk.

 

"Cansu hadi kalk,” dedi Erdem ve ayağa kalktı.

 

"Nereye?" diye sordu Cansu, merakla onlara bakarken Erdem yanına gitti.

 

"Kalk işte, bir yere gitmemiz gerekiyor."

 

"Tamam da nereye?" diye sordu yine Cansu, Erdem bize döndü. "Bir saate kadar döneriz, telefonum açık olacak. Bir şey olursa arayın,” deyip yeniden Cansu'ya döndü ve bu kez bir şey söylemek yerine elinden tuttuğu gibi kaldırdı. "Hadi hadi,” dedi, birlikte evden çıktılar.

 

"Bunları da anlamak matematiği anlamaktan zor yemin ederim. Biri sürekli birinin peşinde koşuyor,” diye söylendi Doğan ve ayağa kalktı. "Ben de bahçeye çıkıp adamları kontrol edeyim,” dediğinde Ateş'in bakışları beni buldu.

 

"Biz de biraz konuşalım mı?" Ne konuşacağını hemen merak ederken başımı salladım ve abime döndüm.

 

"On dakikaya geliyorum, gideceğiz,” dedim, gözleriyle beni onaylamakla yetinirken Ateş'le birlikte yatak odasına gittik. Odaya girdiğimizde karşımda durdu, gözlerimin içine baktı.

 

"O kadın, bizi gördüğün kadın,” diye girdi konuya. "Bir şeyi araştırıyor, bu yüzden görüşüyoruz. Çok eskiden tanırım onu, görünüşüne bakma sen, çok iyi biri."

 

"Neyi araştırıyor?" diye söze girdim, arkasına baktı ve sanırım kapının kapalı olduğundan emin olduktan sonra bana dönüp konuştu.

 

"Savaş'ı." Afalladım, Savaş mı? "O flash bellekle nasıl abinin yaşadığını öğrendiysem Savaş'ın ailesinin yaşıyor olduğunu da öğrendim." Ağzım açık kalırken kaşlarım havalandı ve öylece kaldım karşısında.

 

"Sen ne dediğinin farkında mısın?"

 

"Farkındayım Mira ama bir türlü ulaşamadık ailesine. Abine ulaşmak kolay oldu ama onun ailesine ulaşamıyorum bir türlü. O kadın da bunu araştırıyor, arada bir görüşüyoruz ve neler olduğunu anlatıyor. Hepsi bu, yemin ederim. Başka da hiçbir şey yok ve senden bunun gizli kalmasını istiyorum. Abini bulana kadar sen hiçbir şey öğrenme elimden geleni yaptım. Bizim için her şey bu kadar zorken böyle önemli konularda sizi boş yere umutlandırmak istemedim. Savaş'a da bunu yapmak istemiyorum. Bu yüzden bazı şeyler kesin olana kadar saklayacağım, senden başka kimse bilmiyor zaten bunu. Erdem de dahil olmak üzere,” dedi ve sustu.

 

Derin bir nefes aldım. "Ben ne diyeceğimi bilemiyorum,” dedim, o kadınla zaten iş için görüştüğünü çok iyi biliyordum ama o işin böyle bir şey olduğunu tahmin edememiştim.

 

"Hiçbir şey deme, sadece bil yeter. Hatta sabah aradı beni, bir gelişme olduğunu söyledi ve görüşelim dedi. Bir saate kadar yanına geçeceğim, istersen sen de benimle gelebilirsin." Bu teklifi yapmış olması beni mutlu etse ve gitmeyi çok istesem de abimle ilgilenmem gerekiyordu.

 

"Bu seferlik yine sen git sadece, benim abimle ilgilenmem lazım,” dedim, bana doğru bir adım attı ve yüzümü avuçlarının arasına aldı.

 

"İyiyiz değil mi?" Bu soruyla tebessüm ettim.

 

"İyiyiz, ben seni hiç suçlamadım ki zaten. O kadınla iş için görüştüğünü biliyordum ve nedenini merak ediyordum. Öğrendim ve sana güveniyorum,” dedim.

 

Tebessüm etti. "Mira."

 

"Efendim."

 

"Seni çok seviyorum." Gülümsemem daha da büyürken içim sıcacık oldu.

 

"Ben de seni çok seviyorum,” dedim, dudaklarını dudaklarıma bastırdı ve öptü beni. Ellerim boynuna dolanırken öpüşüne karşılık verdim. Yanaklarıma batan sakalları ve sıcacık dudakları yüzümdeki tebessümün varlığını korumama neden olurken usulca geri çekildi ve gözlerimin içine baktı.

 

"Taner işi bittikten sonra her şey düzelecek ve istediğimiz gibi yalnız kalacağız, biliyorsun değil mi?"

 

"Hı hı,” dedim, dudaklarını bu kez de yanağıma bastırdı ve geri çekilirken kulağıma fısıldadı. "O gün geldiğinde her şey çok daha güzel olacak, güven bana."

 

"Güveniyorum." Hiç tereddüt etmeden verdim bu cevabı, dudaklarının adresi bu kez de boynum olurken minik bir buse bırakıp geri çekildi.

 

"Akşam görüşürüz."

 

"Görüşürüz,” dedim, istemeye istemeye geri çekildi ve geri geri yürüdü. Onun bu hâli beni güldürürken de odadan çıktı ve gitti.

 

Bir yanım mutluluk içinde coşarken diğer yanıma gereksiz bir hüzün çökmüştü. Bu hüznün nedeninin onu bir daha göremeyecek olduğum olduğunu anladığımda artık her şey için çok geç olacaktı.

***

 

Önünde durduğumuz eve bakarken düşündüğüm tek şey bu evde geçirmiş olduğum güzel zamanlardı. En güzel anılarım, hayatımın en güzel zamanları bu evde geçmişti. Annemle, babamla, abimle birlikte yaptığımız kahvaltılar, yediğimiz akşam yemekleri... Sanki hepsi dün gibiydi, sanki hiçbir şey yaşanmamış ve ben hâlâ o zamanlarda gibiydim. Bu evi gördüğüm ilk andan beri böyle hissediyorum.

 

"İyi misin?" Abimin sesiyle gözlerimi evden çektim ve ona baktım. Cevap vermek yerine başımı sallayıp yeniden eve çevirdim gözlerimi. Burası tüm bu olanlardan önce evim dediğim yerdi ve ben, şimdi evim neresi onu bile bilmiyorum. Bir evim yok gibi. Bir zamanlar polistim ama şimdi polis olmayan her yere evim diyecek durumdaydım.

 

"Neresi burası?" diye sordu abim, derin bir iç geçirdim. Hatırlamıyor olması canımı yakıyordu ama elimden hiçbir şey gelmiyordu. Sanırım hiçbir zaman da gelmeyecekti. Fakat merak ettiğim bir şey vardı. Bir gün hatırlayacak mı? Yeniden eskisi gibi olacak mı her şey? Şu an merak ettiğim tek şey buydu, başka hiçbir şey değil.

 

"Burası bizim evimiz,” dedim, aslında hâlâ öyleydi. Bu ev hâlâ babama aitti ve içeride bizim eşyalarımız vardı. Anılarımız her yerdeydi ama ben artık biliyorum ki ev ne dört duvar ne eşyalardı. Ev, aile idi. Ailen neredeyse, nerede bir aradaysa ev oradaydı. Sanırım ev benim için fiziksel olarak var olan bir şey değil, hislerden ibaretti.

 

"Bizim evimiz mi?" diye sordu abim, başımı salladım.

 

"Evet, her şey bu hâle gelmeden önce yaşadığımız ev burası,” dedim, onu beklemeden ilerledim ve kapının önünde durdum. Anahtarım yoktu, bu yüzden kimliğimi çıkardım ve onunla açmaya çalıştım. Zaten çok uzun sürmeden başarılı oldum, açtım. Burası güvenliydi, polisler ilk zamanlarda gelmiş ve araştırıp gitmişlerdi. Bir daha da buraya gelmemişlerdi, gelmezlerdi de. Bunu en iyi ben biliyordum. Muhtemelen takip ettikleri tek yer dedemin eviydi. Şu an o evin etrafında onlarca polis olabiirdi. Çünkü ailem oradaydı, eğer döneceksem boş bir eve değil de oraya döneceğimi çok iyi biliyorlardı.

 

"Bizim evimizse neden bu şekilde giriyorsun?" Hâliyle sordu bunu, salona geçtim. Peşimden kapıyı kapatıp gelirken cevapladım.

 

"Gördüğün gibi artık burada yaşamıyoruz,” dedim ve tozlu olan eşyalara baktım. Fakat keşke tek sorun bu olsaydı. Her yer darmadağındı. Yerinde olan tek bir eşya bile yoktu. Polisler arama yapmış, bırakıp çıkmışlardı ve geri toplamak için kimse gelmemişti. Tıpkı hayatımız gibi. Ne olduğunu bile bilmediğim bir şekilde hayatım bu ev gibi darmadağın olmuştu. Ne ben ne de bir başkası toplayamıyordu. Kişisel konuşuyor olsam da bunu yaşayanın bir tek ben olmadığımın farkındayım aslında. Diğerlerinin de hayatı benimkinden farksızdı, onlar da bir bir mahvolmuşlardı.

 

"Neden kimse yaşamıyor bu evde?" Abim sormaya devam etti, dağınık evdeki hüzünlü gözlerimi ona çevirdim.

 

"Babam cezavine girdi, anlattım zaten. Bu yüzden bir daha gelemedi buraya. Annem de o gidince ve ondan boşanınca bu evden ayrıldı, dedemle birlikte yaşıyor. Sen zaten yoktun, ben de gelemezdim." Hepsini bir bir açıkladım, anladım dercesine başını salladı. Benim aksime üzülmüş, kırılmış gibi bir hâli yoktu. Aksine neden burada olduğumuzu sorguluyordu. Hissedemedikleri yüzünden ona kızamam ki. Hiçbir şey hatırlamıyorken dört duvarın onun için bir anlam ifade etmesini beklemiyordum zaten.

 

"Her neyse, buraya eve bakmak için gelmedik zaten. Sana göstermem gereken başka bir şey var,” dedim, asıl konuya gelmiş olmamdan dolayı memnun olmuş gibiydi. "Sen bir yer bul, otur. Geliyorum ben hemen,” dedim ve yanından uzaklaştım. O dediğimi yapıp tekli koltuğa otururken ben eskiden annemle babamın yatak odası olan odaya girdim.

 

Gözlerim odanın içinde gezindi. Buranın da diğer yerlerden bir farkı yoktu. Burası da kirli ve darmadağındı. Bu kez buna takılmak yerine boşalmış olan çekmecelerin önlerine baktım. Aradığım şey burada bir yerde olmalı diye içimden geçirirken odanın içinde yürüdüm, bakınmaya devam ettim. Ta ki yatağın yanındaki komodinin önünde duran albümü görene kadar. "Buldum,” diye mırıldandım kendi kendime ve hemen aldım yerden. Açıp baktım, istediğim şey olduğundan emin olup odadan çıktım ve abimin yanına gittim.

 

"Aradığımı buldum,” dedim, yanından geçtiğim bir sandalyeyi kavrayıp karşısına oturdum ve elimdeki albümü gösterdim. "Tüm sorularının cevabı burada abi. Emirhan Duru değil, Cihan Aksoylu olduğundan emin olacaksın. Söylediklerimin doğru olduğunu anlayacaksın,” dedim, albümü elimden aldı. Tozlu albümün kapağına elini sürdü, birkaç saniye baktıktan sonra gözlerini kaldırıp bana baktı.

 

"Bir albüm sayesinde mi?" diye sordu.

 

"Evet, bir albüm sayesinde. İnsanlar yalan söyler ama hatıralar söylemez abi ve elinde bizim hatıralarımız duruyor,” dedim, uzunca bir nefes aldı. "Hadi bak artık, söylediklerim o zaman anlamlı gelecek." Hiçbir şey demedi, hâlâ kapalı olan albüme bakmaya devam etti. İzin verdim ona, sessiz kaldım ve sabırla bekledim. Onun için kolay bir şey değildi, farkındayım. Cesaretini toplaması, kendini hazırlaması gerekiyordu. Çünkü geçmişiyle yüzleşecekti birazdan. Önce buna hazır olması gerekiyordu.

 

"Tuhaf,” dedi bir anda, hâlâ açmamıştı albümü.

 

"Tuhaf olan ne?" Bu sorumla başını kaldırdı, gözleri gözlerimi buldu.

 

"Bu işte, insanın bir albümü açmaya korkacak kadar kendini aciz hissetmesi."

 

Bu cümleyle gözlerim doldu. "Kolay bir şey değil, hatta istersen daha sonra..." Sözümü kesti.

 

"Şimdi açacağım,” dedi kendinden emin bir şekilde. "Açayım ki geçen zamana bir gün daha eklenmesin. Geçmişimden bir gün daha uzak kalmayayım." Yüzümde buruk bir tebessüm oluştu, henüz daha istediğimi yapıp da o albümü açmadan anlattıklarıma inanmış gibiydi.

 

"Sen bilirsin,” dedim, yeniden arkama yaslandım ve beklemeye devam ettim. O da gözlerini yeniden albüme çevirdi ve kapağına uzun uzun bakmaya devam etti. Yüzünde tek bir mimik dahi oynamıyordu. Fakat içinde kopan fırtınayı gözlerinde görebiliyordum. Kendimi onun yerine koyuyorum da sanırım aklımı kaçırırdım. Geçmişim benimleyken, her anımızı hatırlıyorken bile onlardan uzak olduğum için aklımı kaçırmak üzereydim zaten. Şimdi o, benden daha beter bir hâldeydi.

 

Gözlerini kapattığını fark ettim, dudaklarını da araladı. Bir şeyler söyledi kendi kendine ama ne dedi anlamadım, müdahale de etmedim. Zaten çok geçmeden gözlerini yeniden açtı ve bu kez eşzamanlı olarak elindeki albümün kapağına da açtı. Buna cesaret edebilmiş olmasından dolayı tebessüm ederken gözlerimi albüme çevirdim. İlk sayfada annemle babamın gençlik fotoğrafı vardı.

 

"Annemle babam,” dedim, abim uzun uzun inceledi o fotoğrafı.

 

"Çok güzel bir kadınmış,” dedi anneme bakarken ve parmakları fotoğrafın üzerinde gezindi. Dikkatle izledim onu, parmakları babamın fotoğrafının üzerinde durdu. "O sanki...” deyip sustu, uzun uzun baktı babamın fotoğrafına. "Sanki...” dedi bir kez daha. Ne söylemek istediğini ama söyleyemediğini anladığımda hiç tereddüt etmeden konuştum.

 

"Sana benziyor,” dedim, başını kaldırıp bana baktı. "Değil mi?" diye sordum, bunu yaparken bunun onun düşüncesi olduğunu fark ettiğimi hiç belli etmedim.

 

"Bilmem,” dedi, oysa şu an bile bunu düşünüyordu.

 

"Seni zaten hep babama benzetirlerdi,” dedim ve güldüm. "Ne zaman öyle söyleseler çok hoşuna giderdi. Babama çok bağlıydın, bu yüzden polis oldun zaten. Onun gibi olmak istediğin için. Hep öyle derdin; babam gibi olmak istiyorum derdin,” dedim, onun da yüzünde buruk bir tebessüm oluştu ve yeniden albüme odaklandı, sayfayı çevirdi. O sayfada da dedemin, teyzemin ve annemin fotoğrafı çıktı. Onları da bir bir bir tanıttım, onlarla olan anılarını anlattım. Bir sonraki fotoğrafta da Serkan ben ve kendisi vardık. Küçüklük fotoğrafımızdı, kendisini tanımadı bu yüzden ama tanıttım. O sayfa yeniden değişti, birkaç aile fotoğrafı daha geçtikten sonra sonunda istediğim yerlere gelmeye başladık. Onun baktığında kendisini tanıyacağı fotoğraflara...

 

"Bu,” dedi şaşkınca, büyük bir şaşkınlıkla albüme bakmaya devam etti. "Benim."

 

Gülümsedim. "Sensin,” dedim. Annem, babam, ben ve kendisinin olduğu bir fotoğrafa bakıyordu şu an. O, polis akademisine kabul almadan birkaç ay önce çekilmişti bu fotoğraf. Bunu, ona da söylediğimde daha dikkatli baktı fotoğrafa. Sonrasına hiç karışmadım, hiçbir şey anlatmadım. Sadece sorduğu sorulara cevap verdim. Akademiye kabul aldığında, üniformasını ilk giydiğinde, polisliğe ilk başladığında çekilmiş olan tüm fotoğraflarına baktı. Uzun uzun, tek tek, hiç acele etmeden inceledi. Bazen bir fotoğrafa beş dakikaya yakın bir süre baktı, bazen sadece göz gezdirdi ve o albümü en başından sonuna kadar toplam beş defa bakındı. Beşincide o kapaklar kapandığında tıpkı bu eve ilk geldiğim an gibi onun da üzerine hüzün çöktü, gözleri doldu ve sanırım canı yandı. Buna sevindim, canı yandığı için değildi bu sevincim. Bu hisleri ona yaşatan bir kabulleniş yaşadığı içindi.

 

"İyi misin?" diye sordum nasıl hissettiğini bildiğim hâlde.

 

"Karışık hissediyorum,” dedi ve ekledi. "Bu iyi bir şey mi değil mi bilmiyorum, sence?"

 

"Bilmem,” dedim ben de, gerçekten de bilmiyordum bunun iyi mi yoksa kötü bir şey mi olduğunu. "Artık anlattıklarıma inanıyor musun?"

 

"Dün gece karşıma geçip anlattığın şeylerin çoğunun yalan olduğunu düşünmüştüm,” dedi, hâlâ elinde tuttuğu albümü bir kenara bıraktı ve arkasına yaslandı. "Fakat şimdi, gördüğüm bu şeylerden sonra anlattıklarına inanmamam çok saçma olmaz mı?" Bu soru benim için gayet açık olmuştu.

 

"Bilmem, ona sen karar vereceksin. Saçma mı değil mi senin kararın,” dedim, ben de arkama yaslandım. O andan sonra bir sessizlik çöktü eve. Kocaman bir sessizlik. ikimiz de sustuk. Çünkü artık ikimizin de söyleyeceği bir şey kalmamıştı. Bu sessizlikte abim o albümü bir kez daha inceledi. Annemden, babamdan çok kendi fotoğrafına baktı. Her şeyi bir kenara bıraktı ve sadece kendine baktı.

 

Bir insanı, insan yapan şey aklıdır bana göre. Düşünebilmesi, hatırlayabilmesi, var olan anılarını anımsaması insanı insan yapardı. İnsan bana göre hatırlardan ibaretti. Hatıraları olmayan birinden geriye ne kalır ki zaten?

 

"Gidelim mi?" diye sordu dakikalar sonra ve sessizliği bozdu. "Daha fazla durmayalım burada, senin için de riskli,” dedi. Haklıydı, fazlasıyla riskli bir durumdaydım şu an ama o, bu riski almaya değecek biriydi.

 

"Gidelim,” dedim yine de, ayağa kalktı.

 

"Bunu alabilir miyim?" diye sordu elindeki albümü göstererek, başımı salladım.

 

"Tabii,” dediğimde dudaklarında küçük bir tebessüm belirdi ve kapıya doğru yürüdü. Fakat dayanamadım ve evden çıkmadan önce bir kez daha sordum.

 

"Bir şey söylemeyecek misin?" Duraksadı, bana döndü.

 

"Ne gibi bir şey?" diye sordu, yanına gittim.

 

"Herhangi bir şey, bu durum hakkında. Annemle, babamla görüşmek istemiyor musun mesela?" Sormaya devam ettim, kuruyan dudaklarını küçük bir dil hareketiyle yaladı, ıslattı. Merakla ona bakarken hareket eden âdemelmasından yutkunduğunu fark ettim.

 

"Benim bazı şeyleri hazmetmem lazım Mira,” dedi, bu duymayı beklediğim bir şey değildi. "Bana biraz zaman ver, kendime geleyim,” dediğinde birkaç adım daha atıp iyice yaklaştım ona.

 

"İstediğin kadar zamanın var,” dedim, konuşmak için bir hamle yaptı ama devam edip engel oldum ona. "Ama sen de lütfen bana küçük de olsa bir cevap ver,” dedim, meraklandığını hissettim. "Yalan söylediğime inanmıyorsun değil mi?" Yine aynı soruyu sordum, çünkü bir tek bundan korkuyordum. Yalan söylediğimi düşünmesini kaldıramam, bu bana çok ağır gelir.

 

"Bana yalan söylemen için bir sebep göremiyorum,” dedi, bu benim için net bir cevap olmazken de devam etti. "Ve ayrıca senin de dediğin gibi; herkes yalan söyler ama hatıralar yalan söylemez Mira,” dedi, elindeki albümü gösterdi. "Benim elimde yalan olduğunu düşünmemin mümkün olmayacağı o hatıralar var,” dedi, işte bu net bir cevap olurken kocaman gülümsedim. Abim, elindeki albümü yanında durduğumuz vestiyere bıraktı ve bana doğru bir adım atıp yanıma geldi, yüzümü avuçlarının arasına aldı. O an kendimi çok tuhaf hissettim. Midem ağrımaya başladı ama bu ağrı bile güzel gibiydi.

 

"Ben, artık tüm kalbimle inanıyorum ki sürekli aklım gelen o sarışın, mavi gözlü kız sensin ve ben artık eminim ki bu kız benim kardeşim,” dolan gözlerimden birkaç damla yaş aktı. "Şşt ağlama,” dedi ama bu, şu an için pek de mümkün değil gibiydi. "İnanıyorum Mira. Sana ve senin söylediklerine inanıyorum ama biraz zamana ihtiyacım var. İstediğin gibi annemin, babamın karşısına çıkmak için önce kendime gelmem lazım. Anla lütfen bunu,” dedi, ellerini yüzümden indirirken kendime engel olamadım ve sarıldım ona.

 

"Anlıyorum abi, sen nasıl istersen öyle olsun. Ne zaman istersen o zaman çıkarsın karşılarına. Ben seni buldum, sen de bana inandın ya o yeter artık bana,” dedim, geri çekildim. "Gitme, kaçma, yeniden yok olma yeter,” dedim, gözlerimden akan yaşları sildim.

 

"Bu artık mümkün bile değil Mira. Artık bir ailem olduğunu, beni seven birileri olduğunu biliyorum. İstesem de arkamı dönüp gidemem,” dedi, bunu duymak içimi rahatlatırken devam etti. "Ama seninle de gelemem, başınızda bir sürü dert var. Her şeyin içinde bir de benimle uğraşma."

 

"Ama..." Sözümü kesti.

 

"Ben aynı yerde olacağım Mira. Yıllardır yaşadığım o küçük kasabada, o evde olacağım. İstediğin zaman yanıma gelebilirsin, ben de geleceğim yanına hep. Bir gün de beni anneme, babama götür diye de geleceğim. Bundan emin olabilirsin ama o gün, bu gün değil,” dedi, anladım dercesine başımı salladım.

 

"Peki, sen nasıl istersen,” dedim, koskoca adamı benimle gel diye zorlayacak hâlim yoktu. Hem belli ki yalnız kalmaya ihtiyacı vardı. Haklıydı da aslında, yalnız kalmalı ve kendisine gelmeliydi.

 

"Bir dakika,” dedi, yeniden salona yürüdü ve bir kağıtla kalem buldu. Ne yaptığına dair merakla ona bakarken yeniden yanıma döndü, kâğıdı uzattı bana.

 

"Burada cep telefonumun ve ev telefonumun numaraları var. Ne zaman bir şeye ihtiyacın olursa ya da ne zaman aramak istersen ara beni Mira, sakın çekinme. Eğer yanıma gelmek istersen de geliyorum diye haber vermene bile gerek yok, gelebilirsin,” dedi, buruk bir tebessümün ardından başımı salladım.

 

"Peki,” dedim sadece, gidiyor olmasından dolayı hüzünlü olsam da genel olarak mutluydum. Çünkü o benden kaçmak, uzaklaşmak yerine yeniden abim gibi davranmaya başlamıştı.

 

"Üzgünüm ama şimdi gitmem lazım. Sen de daha fazla durma burada, benim yüzümden yakalanmanı istemem."

 

"Çıkarım birazdan, sen tek başına nasıl gideceksin? İstersen bendeki arabayı al."

 

"Yok, giderim ben. Buradan kasabaya giden arabalar var, binerim birine,” dedi, gözlerimle onayladım onu. O, başka bir şey demeden evden çıktığında ben de başımı çevirip son bir kez salona baktım ve sıkıntıyla ofladım. Sonra da oyalanmadan ben de hemen ardından evden çıktım. Kapıdayken abimin sokağın başına doğru yürüdüğünü gördüm. Arkasından bakarken bunu hissetmiş gibi durdu ve bana döndü. Tebessüm etti, elini alnına götürüp selam verircesine bir hareket yaptı. Ben de onun gibi tebessüm ettim, ben de aynı hareketi yaptım ve yeniden önüne döndü, yoluna devam etti. Yüzümdeki tebessüm anında söndü, hüzünle baktım arkasından.

 

Hani demiştim ya ev, dört duvar ya da eşyalar değildir hislerdir diye? Şimdi o hisler benden uzaklaşıyor, arkasına bakmadan gidiyor ve ben yine kendimi evsiz hissediyordum. Evim neresi bilmiyorum. Bu histen korkuyorum. Bu hissin devam etmesinden de korkuyorum. Gözümden akan bir damla yaşa engel olamazken telefonum çaldı. Cebimden çıkardığım telefona bakıp Erdem'in aradığını gördüm. Onun beni araması pek de normal bir şey değildi. Bu yüzden hiç oyalanmadan açtım telefonu.

 

"Efendim Erdem?"

 

"Mira Ateş'e ulaşamadım, yanında mı?" diye girdi hemen konuya.

 

"Hayır, evdeyken ayrıldık. Bir işi vardı, onun için gitti. Ben de abimle bir yere kadar geldim,” dedim, o sırada abim çoktan gözden kaybolmuştu.

 

"Aradım, kapalıydı telefonu,” dedi, endişe duymadım. Çünkü daha önce de Savaş için o kadının yanına gittiğinde ona ulaşamamıştık. Muhtemelen ya telefonu kapatıyordu ya da çekmeyen bir yere gidiyordu.

 

"Şarjı bitmiştir belki de,” dedim, endişe hissetmediğim gibi gayet de rahattım.

 

"Olabilir, her neyse eğer ulaşırsan hemen gelmesini söyle. Taner işini halettim, kaçtı süsü vererek bıraktım. Annesinin elimizde olduğundan da bahsettim, yanlış hiçbir şey yapamaz. Evden çıktıktan sonra da Ceyhun onu takip etmeye başladı. Şimdilik her şey yolunda ama yine de bir an önce gelseniz iyi olacak. Müdahale etmek gerekirse bir arada olmamız gerekiyor.

 

"Tamam, geliyorum ben. Yolda da Ateş'e ulaşmaya çalışırım,” dedim, bunu dediğim hâlde evin önünde durmaya devam ettim.

 

"Bekliyorum, bir sıkıntı olursa ara beni,” dedi, onu onayladığımda telefonu kapattı. Operasyon başlamıştı ve planımızın işlememesi için bir neden yoktu. İçimden bir ses her şeyin bitmesine, bu saçma durumdan kurtulmaya çok az kaldı diyordu. O ses mutlu olurken gözlerim karşı evin penceresindeki yaşlı teyzeye takıldı. Ben daha bu evde yaşarken, ailemle birlikteyken oğluyla evlenmemi isteyen o teyzeye. Bunu hatırlamak abimin gidişine rağmen gülümsememe neden olurken kadının bana bakıp telefonla konuştuğunu fark ettiğim an bu gülümseme soldu. Neler olacağını anlayıp hızla arabama yöneldim. Arabaya bindim.

 

Polisler burayı basmadan önce evimden de hatıralarımdan da uzaklaşıp bana evim gibi hissettiren tek yere, sevdiğim adamla yaşadığım eve doğru yola çıktım.

 

Bölüm Sonu!

 

Selammm :) nasılsınız?

 

Bu bölümde en çok Mira ve abisine yer vermek istedim.

 

Sizce Cihan anne ve babasıyla görüşmek isteyecek mi?

 

Sizce Savaş'ın ailesi de yaşıyor olabilir mi?

 

Bu arada, finale son 3 bölüm kaldı 🥹 Tam 100. Bölümde final oluyoruz ❤️

 

Bölümde en sevdiğiniz sahne hangisi oldu?

 

Buraya bölümü en iyi anlatan emojiyi bırakabilirsiniz.

 

Bölüm hakkındaki yorumlarınızı buraya yazabilirsiniz.✨

 

Yeni bölüm alıntısını okumak ve duyurulardan haberdar olmak için beni sosyal medyadan da takip edebilirsiniz.💫

 

Bir sonraki bölümde görüşmek dileğiyle... Kendinize çok iyi bakın, sevgiyle ve sağlıkla kalın.♡

 

Instagram: gizzemasllan

 

Twitter: gizzemasllan

 

SİZİ ÇOK SEVİYORUM.♡

Loading...
0%