Yeni Üyelik
99.
Bölüm

98.BÖLÜM "YALNIZLIK HİSSİ"

@gizzemasllan

Selam suç ortaklarım :)

Bir önceki bölüme gelen yorumlarınız için çok teşekkür ederim. Bu bölüme gelecek olan yorumlarınız bekliyorum.♡

Bölüme başlamadan önce sol alt köşedeki yıldıza dokunarak bana destek olabilirsiniz.

Buraya ben de sizin için bir yıldız bırakıyorum.⭐ Sizinkileri de bekliyorum.❥

Keyifli okumalar.

gizzemasllan

Instagram: gizzemasslan

.

.

.

98. BÖLÜM "YALNIZLIK HİSSİ"

Koşar adımlarla eve girdim. Arabayla gelmiş olmama rağmen nefes nefese kalmış, göğsüm yaşadığım korku yüzünden hızla inip kalkıyordu. "Mira da geldi," dedi eve girdiğimi gören Cansu, salona ulaştığımda kendimi tekli koltuğa atıp arkama yaslandım ve uzunca bir nefes aldım.

"Koşarak mı geldin eve, ne bu hâlin?" diye sordu Doğan,, bakışlarım onu buldu.

"Eski evime gittim, ailemle yaşadığım eve,” dedim, o sırada bir yandan da nefesimi düzene sokmaya çalışıyordum. "Abimi oraya götürmem gerekiyordu. Her neyse evden çıktığımda Erdem'le konuşurken kadının birinin polisi aradığını fark ettim ve uzaklaştım oradan ama yine de düştüler peşime. Atlatana kadar canım çıktı,” dedim, hepsinin yüzünde endişeli bir ifade oluşurken ekledim. "Korkmayın, peşimde olmadıklarından emin olunca bu evin yoluna girdim, buraya geldim ama kullandığım arabayı halletmek lazım."

"O sorun değil, halledilir. Sen iyi misin, bir şey oldu mu?" diye sordu Erdem, başımı olumsuz anlamda salladım.

"Hiçbir şey olmadı, çok iyiyim,” dedim, Erdem bundan emin olduktan sonra bahçeden bir adam çağırdı ve kullandığım arabayı garaja kapatmasını, kimsenin de kullanmamasını söyledi. Adam onu onaylayıp giderken Cansu konuştu.

"Mobeseden takip edip burayı bulmasınlar?" diye sordu endişeyle.

"Korkma,” dedim ben de kendimden emin bir şekilde. "Dikkat ederek geldim, bulmaları mümkün değil." Anladım dercesine başını salladı.

"Ateş nerede?" diye sordu Savaş, gözlerimi ona çevirdim.

"Telefonda Erdem'e söylemiştim. Biz ayrı çıktık onunla. Ben abimle gittim, o da bir işi olduğunu söyleyip çıktı,” dedim, gözümün ucuyla saate baktım. Bu evden birlikte ayrılmamamızın üzerinden dört saate yakın bir zaman geçmişti. Bu süre normal mi diye düşündüm. Sonra gecenin bir yarısı çıktığı ve sabah geldiği aklıma geldi. Ya gittikleri yer uzaktı ya da işi uzundu bilmiyorum ama bu zaman normal gibiydi.

"Ne işi varmış, onu da söyledi mi?" Bunu soran Erdem oldu, refleksle Savaş'a bakmış oldum ama bunu yaptığımı fark ettiğim an gözlerimi ondan çekip yeniden Erdem'e baktım.

"Sordum ama bir şey demedi. Benim de acelem vardı, abim acele ediyordu. Bu yüzden üzerine gidip de soramadım, bilmiyorum yani." Hepsi birbirinin yüzüne baktı, Savaş araya girdi bu kez.

"Ateş bir yere gideceğini söyledi, nereye gideceğini senden gizledi ve sen hiçbir şey yapmadın öyle mi?" Bu soruyla ne diyeceğimi bilemedim, bir şey yapacağımı çok iyi biliyorlardı çünkü.

"Dediğim gibi; acelem vardı,” dedim, bu kez de Cansu atıldı.

"Bilmediğimiz bir şeyler mi oluyor?" diye sordu, ona baktım. Tam cevap verecekken Doğan gülerek araya girdi ve herkesin dikkatini kendi üzerine çekmiş oldu.

"Lan bir sakin olun,” dedi, beni gösterdi. "Kız geldiğinden beri sorguya çeker gibi soru soruyorsunuz. Bir yazılı ifadesini almadığınız kaldı. Kız söyledi işte; acelesi varmış, öğrenmeye vakti olmamış ve nerede olduğunu bilmiyor,” dedi, beni bu durumdan kurtarmış olduğu için içten içe ona minnet duyarken Cansu konuştu.

"Ne sorgusu ya?" diye sordu, arkasına yaslandı. "Merak ettiğimizden soruyoruz,” dedi ve bana baktı. "Kusura bakma, biz de üzerine geliyor gibi olduk ama..." Sözünü kestim.

"Önemli değil, her neyse ya kapatalım bu konuyu. Ateş de birazdan gelir muhtemelen, nerede olabilir ki zaten? Anlatın bakalım, ne oldu Taner konusunda?" diye ben sordum bu kez de.

"Taner'i buraya getirdiklerinde biz dönmüştük,” dedi Cansu, biz derken Erdem'den bahsettiğini anlarken devam etti. "Erdem ona annesinin elimizde olduğunu söyledi,” dedi, Erdem araya girdi.

"Biraz bağırıp çağırdı, olay çıkardı ama sorun çıkmadı. Annesinin yanımızda olduğundan emin olunca da hata yapmayacağını, ne istersek onu yapacağını söyledi. Üzerine bir tane dinleme cihazı taktık, asla çıkarmayacak. Çıkardığı an, yani onunla iletişim kesilirse neler olacağını çok iyi biliyor çünkü,” dedi, Cansu anlatmaya devam etti olanları.

"Sonra biraz olay çıkardık, birkaç el ateş edildi. Yalandan silah sesleri duyuldu, çatışma çıkmış gibi. Ardından da Taner bir araba alıp kaçıp gitti. Yani eğer izlenme gibi bir durum söz konusuysa kaçtı süsü verildi,” dedi, araya girdim.

"İzleniyor olmamızdan mı şüpheleniyorsunuz? Eğer öyleyse riskli bir durumdayız,” dedim, Savaş atıldı.

"Şüphelenmiyoruz ama ya öyleyse diye de düşünmek lazım,” dedi, anladım dercesine başımı salladım ama bana göre böyle bir şey mümkün değildi. Daha doğrusu mümkündü ama öyle bir şey olmuş olsaydı Taner burada değilken sırf yakalanalım, Taner'i daha rahat alsınlar diye çoktan yerimizi polise ihbar etmiş olurlardı ama onların da dediği gibi; ya başka planları varsa diye düşünüp her tedbiri almak çok daha doğruydu.

"Eee sonra?" diye sordum merakla, Erdem gözleriyle geldiğimden beri dizlerinin üzerinde olan ve arada sırada bakıyor olduğu laptobu gösterdi.

"Buradan da izliyoruz işte onu,” dedi, kaşlarımı çattım. İzlemek mi? Bunu beklemiyor olduğumdan ayağa kalktım, oturduğu koltuğun arkasına gidip tam onun arkasında durdum ve bilgisayara baktım. Gördüğüm tek şey bir arabanın içinde arabayı süren Taner oldu.

"Araç içi kamera,” diye mırıldandım, Erdem başını çevirip bana baktı.

"Sayılmaz, gizli kamera. Taner'in bile haberi yok, gizlice izlendiğinden bihaber neler yapacak onu izliyorum,” dedi, yerime dönerken konuştum.

"İyi fikir ama arabanın içinde en fazla ne yapabilir ki?" diye sordum.

Omuz silkti. "Hiçbir şey ama hiç değilse bir şey yapmadığından emin oluruz,” dedi, ona hak verdim.

"Haklısın,” dedim, o sırada aklıma başka bir şey geldi. "Peki ya Ceyhun? Ateş ondan Taner'in peşinde olmasını söylemişti."

"O da peşinde," dedi Doğan ve ekledi. "Kendini fark ettirmeden ne kadar takip edebilirse o zamana kadar takip edecek."

"Ya ettirirse?" diye sordum anında, bana cevap veren Savaş oldu.

"O zaman kendi ele vermiş olacak, bizimle iş birliği yaptığı ortaya çıkmış olacak ve eğer Taner yakalanırsa ifadesinde bunu anlatma ihtimali var." Endişelendim, Cansu bunu fark etmiş gibi konuştu.

"Biliyoruz bu çok riskli ve yanlış bir şey ve onu da aramıza çekmek zorunda kalacak gibiyiz ama Erdem Ceyhun'a bunu anlattı. Riskli olduğunu, kötü sonuçlarının olabileceğini ve yapmak zorunda olmadığından bahsetti ama Ceyhun kararlı davrandı, yakalanmam dedi ve yapmak istedi. Yani biz onu uyardık, bilmediği bir durumun içine atmadık,” dedi, başımı sallamakla yetindim. Uyarmış olmalarına rağmen onun için endişe duymadan edemedim ve başına kötü bir şey gelmesinden ciddi anlamda çok korktum ama artık bir şey olmamasını umut etmek dışında elimden hiçbir şey gelmezdi.

"İyi, madem kabul etti yapacak bir şey yok,” dedim, ellerimi göğsümün altında birleştirdim ve sabırla bir şeyler olmasını bekledim.

"Bu arada abin nerede senin?" diye sordu Doğan.

"Kasabaya, evine döndü."

"Neden, niye buraya getirmedin?" Bunu soran da Savaş oldu.

"Yalnız kalmaya ihtiyacı vardı, hem yanımızda olmaması daha doğru,” dedim, Erdem araya girdi.

"Mira haklı, burada olmaması en iyisi. Adamın da başını yakalım?" diye sordu, gözlerini laptobun ekranına çevirdi ve dikkatle bakmaya devam etti.

"Bir gelişme var mı?" diye sordum, dilini damağına çarpıtarak cıkladı. "Peki, ben bir elimi yüzümü yıkayayım o zaman gelirim birazdan,” dedim ve yanlarından ayrıldım. Yatak odasına girdiğimde yaptığım ilk şey Ateş'i aramak oldu ama telefonu kapalıydı. Ona işi biter bitmez beni aramasına dair bir mesaj attıktan sonra banyoya girdim ve elimi yüzümü yıkadım. Soğuk su kendimi daha iyi hissetmemi sağlarken abimi düşündüm. Umarım karar vermesi, geri dönüp bizimle olmayı arzulaması çok uzun sürmezdi.

Banyodan çıktığımda telefonumu kontrol ettim. Ateş mesajları görmemişti, zaten telefonu kapalıydı, ne bekliyorum ki? Sıkıntıyla oflarken onun için her şeyin yolunda olmasını umut edip salona döndüm ve hâlâ yaptıkları tek şeyin Taner'i izlemek olduğunu gördüm. "Nereye gidiyor bu Taner? Bu kadar uzun yol mu olur?" diye sordum, gidip yerime oturdum.

"Araba ilerlemiyor şu an, Taner arabadan indi,” dedi Erdem.

Meraklandım. "Nerede indi?"

"Konum bir evi gösteriyor ama ev kimin, niye oraya gitti bilmiyorum,” dedi, biraz düşündüm ve kimin evi olabileceğini anlamaya çalıştım ama aklıma mantıklı hiçbir şey gelmedi.

"Belki de bir arkadaşının evidir,” dedi Doğan, ayağa kalktı ve salonda volta atmaya başladı.

"Bir akrabası da olabilir,” dedi Savaş, o da ayaklandı. Taner'in durmuş olması hepsinin gerilmesine neden olmuş gibiydi.

"Bekleyip göreceğiz artık,” dedim, Cansu ve Erdem ekrana dikkatle bakıyorlardı. Gözlerini bile ayırmıyorlardı hatta. Onlar bunu yaparken yine Ateş aklıma geldi, yavaş yavaş merak etmeye başlamıştım.

"Sesi biraz daha aç,” diyen Cansu'nun sesiyle onlara odaklandım, Erdem onun dediğini yapmış olacak ki laptoptan ses gelmeye başladı.

"Erdem, Erdem beni duyuyor musunuz?" Bu ses Taner'e aitti. "Eğer duyuyorsanız bir eve geldim,” dedi, sanırım telefonla iletişime geçmesi riskli olduğu için dinleme cihazıyla iletişime geçmeye çalışıyordu. "Arkadaşımın evine, çok önceden yurt dışına çıkmış ve evini bana bırakmıştı. Şimdi oradayım,” dedi ve bir adres söyledi.

"Doğru adresi mi verdi?" diye sordum hemen.

"Evet,” dedi Erdem, o sırada Taner'in sesi gelmeye devam etti.

"Onlara nasıl ulaşacağımı bilmiyorum, onların beni bulmasını bekleyeceğim bu evde,” dedi, yaptığı şey mantıklıydı aslında. "Yarına kadar geleceklerdir buraya,” dediğinde şüphe duymadan edemedim. Bize bu denli sadık olması normal miydi? Ben, illa bir şeyler yapar diye bekliyordum.

"Annesini almayı iyi akıl etti Ateş, baksanıza kedi gibi olmuş herif,” dedi Doğan ve Erdem'in bakışları beni buldu.

"Ateş'ten haber aldın mı?"

Başımı olumsuz anlamda salladım. "Hayır, telefonu hâlâ kapalı. Mesaj yazdım ama telefon kapalı olunca görmedi işte." Gözlerindeki endişeyi fark ettim ama yorum yapmadan gözlerini yeniden ekrana çevirdi. O sırada parmaklarıyla ritmik hareketlerle dizine vuruyordu, bu da gergin olduğunun bir belirtisiydi. Bunun nedeninin Taner mi yoksa Ateş mi olduğunu merak ederken Taner bir telefon numarası söyledi, numaranın ardından da ekledi.

"Bu numara bu evin telefonuna ait, bir şey olduğu zaman ararsınız,” dedi, Erdem'in o numarayı telefonuna kaydettiğini gördüm. Sonra da laptobu orta sehpaya bırakıp ayağa kalktı.

"Eğer önemli bir şeyler söylerse bana haber edin, kulağınızı da sakın oradan ayırmayın. Ben geliyorum hemen, bahçede olacağım,” dedi, alelacele ayrıldı salondan ve evden çıktı. Laptobu dinleme işine Cansu devam ederken Erdem'in neden gittiğini tahmin ediyor olduğumdan ben de ayağa kalktım ve peşinden çıktım. Dışarıya çıktığımda Erdem'in bahçedeki adamlardan biriyle konuştuğunu gördüm. Sonra o adam yanına üç kişiyi daha aldı, bir arabaya bindi ve evden ayrıldı. Onlar giderken ben de Erdem'in yanına ulaştım.

"Bir sorun mu var?" diye sordum.

Ellerini cebine koydu. "Yoo, ne sorunu olsun?" dedi ve başka bir şey dememi beklemeden gitmek istedi ama önünde durdum, buna engel oldum.

"Emin misin?" diye sordum, oysa bir şey olmadığından emin olmak isteyen sadece bendim.

"Eminim,” dedi ama ses tonundan bile bir şey olduğu anlaşılıyordu.

"Bana doğruyu söyle lütfen Erdem, Ateş hakkında bir şey mi oldu?" Bir kez daha sordum, sıkıntıyla nefes aldı.

"Bir sorun yok Mira, bir sorun olmasın diye de uğraşıyorum. Ateş'e saatlerdir ulaşamıyoruz, daha önce de yaşadık böyle bir şey ama tedbir almamız gerekiyor. Ben de adamları gidip bakmaları için gönderdim, hepsi bu." Afalladım, o nerede olduğunu biliyor muydu ki? Ateş bana Erdem bile hiçbir şey bilmiyor demişti.

"Sen onun nerede olduğunu biliyor musun? Nasıl gönderdin adamları?"

"Bir şey bildiğim yok Mira, adamlar peşine düşecekler işte. Arabasına falan ulaşmaya çalışacaklar. Tabii GPS'i olan bir arabayı aldıysa, yoksa bulmamız mümkün değil." Doğru ya, böyle ulaşabilirdi Ateş'e.

"Peki o zaman,” dedim.

Tek kaşı kalktı. "Bak sakın bir şey oldu diye bir şeyler yapmaya kalkma, hiçbir şey olduğu yok. Sadece tedbir."

Başımı salladım. "Tamam Erdem, bir şey demedim. Ben de merak ettiğim için gelip sormak istedim sadece,” dedim ve bu kez ben ayrıldım yanından ama henüz daha birkaç adım atmışken konuşup engel oldu bana.

"Bir dakika,” deyince durmak ve ona dönmek zorunda kaldım. "Sen bir şey biliyor musun peki?"

"Hayır dedim ya içeride? Nerede olduğunu bilmiyorum,” dedim, önüme döndüm ve sormaya devam etmesin diye aceleyle ayrıldım yanından, salona döndüm. "Önemli bir şey söyledi mi?" diye seslendim salona doğru, Cansu omzunun üstünden baktı.

"Tek kelime bile etmedi,” dedi, önüne döndü. Başka bir şey sormadan mutfağa girdim ve dolaba yöneldim. Öğlenin kaçı olmuştu ama henüz bir şey yememiştim ve yememeye devam edersem açlıktan bayılacaktım. Bu yüzden kendime ekmek arası bir şeyler yaptım, atıştırdım ve karnımı doyurdum. Yeniden salona döndüğümde hâlâ bir gelişme olmadığını fark ettim. Gidip tekli koltuğa oturdum, telefonumu çıkardım ve bir kez daha mesajları kontrol ettim ama Ateş hâlâ görmemişti. Gözümün ucuyla ekranın üst köşesine saate baktım ve evden çıkmasının üzerinden beş saatten biraz fazla zaman geçtiğini gördüm. Her geçen dakika bu durum biraz daha endişe verici hâle geliyordu.

"Hey, orada mısınız? Duyuyor musunuz beni? Birileri geldi, kapıya bir araba durdu! Size diyorum, umarım duyuyorsunuzdur beni! Tekrar ediyorum, kapıya bir araba durdu ve şu an içinden iki kişi indi!" Taner'in söylediği şeyle telaşa kapıldım, hızla ayağa kalktım.

"Almaya geldiler,” dedim, Erdem de ayaklandı.

"Sakin olun, plana uygun hareket edeceğiz,” dedi, diğerleri de bir bir ayaklanmışken telefonum çaldı.

"Sonunda Ateş!" dedim ve telefonumu çıkardım, hayal kırıklığına uğradım.

"Ateş mi?" diye sordu Erdem, telefonu açarken yanıtladım.

"Ceyhun,” dedim ve sesi hoparlöre verdikten sonra konuştum. "Efendim?"

"Mira, Taner'in girdiği eve bir araba geldi. İçinden iki adam indi, eve girdiler,” dedi, Erdem yanıma geldi.

"Sakın bir şey yapma Ceyhun, sadece uzaktan izlemeye devam et,” dedi, o sırada Cansu laptoptan bir şeyler yapıyordu.

"Takip edebileceğimi sanmıyorum Erdem, kim bilir nereye götürecekler adamı. Yol uzun sürerse peşlerinde olduğumu fark ederler ve tüm plan suya düşer,” dedi ve ekledi. "Ama siz hiç merak etmeyin, birkaç dakikaya sorunu halledeceğim ben. Şimdi kapatmam lazım,” dedi ve ne yapacağını sormamıza bile fırsat vermeden telefonu yüzümüze kapattı.

"Bu neydi şimdi? Ne yapacak bu?" Erdem sordu, bilmiyorum anlamında dudaklarımı büzüp omuz silktim ve sıkıntıyla ofladım. Şu an Ateş'in de burada olması gerekiyordu.

"Sonunda ses aldım." Cansu'nun söylediği şeyle bilgisayarın etrafına toplandık ve anında bir adamın sesini duyduk.

"Nasıl kaçmayı başardın oradan?" diye sordu.

"Yemek yiyeyim diye ellerimi açtılar. Kendileri yoktu, bir adam açtı. Bir şekilde adamın silahını aldım, biraz olay çıktı ama bir araba alıp kaçabildim,” dedi Taner, olanları dışarıdan gösterdiğimiz gibi anlatmasından memnun olurken konuşma devam etti.

"Bir şey anlattın mı onlara?" Adam sordu, Erdem'e baktım.

"Gitmelerini bekleyip peşlerine düşmek yerine gidip oradan alsak olmuyor mu?" Gözünün ucuyla baktı bana.

"Çocuğun yerini bulana kadar takip etmeliyiz. Yakalandıklarında konuşacaklarından emin olamayız,” dedi, hemen ardından Doğan ekledi.

"Ne de olsa konuşmak için bir sebepleri olmayacak,” dedi, o sırada bilgisayardan Taner'in sesi geldi.

"Salak mı zannediyorsunuz siz beni? Tabii ki hiçbir şey anlatmadım,” dedi, şimdilik iyi gidiyor gibiydi.

"Güzel, şimdi bizimle geleceksin. Seni güvenli bir eve götüreceğiz. Birkaç gün orada kaldıktan sonra ve biz her şeyin yolunda olduğundan emin olduğumuzda yanımıza geleceksin." Göz devirdim, bir bu eksikti. Ne yani şimdi birkaç gün de bunların keyfini mi bekleyeceğiz?

"Tamam ama bir izin verin önce lavaboya falan gireyim, anladığım kadarıyla yolumuz uzun,” dedi Taner, adamlardan biri onu onayladı. Erdem'le göz göze geldik.

"Ceyhun'u ara, ne yaptığını öğren,” dedi, cebimden telefonumu çıkarıp Ceyhun'u aradım ama açmadı.

"Açmıyor,” deyip kulağımdan indirdim, o sırada yeniden Taner'in sesi duyuldu.

"Duyuyor musunuz bilmiyorum ama eğer duyuyorsanız iyi dinleyin beni; tuzak kurmuşlar, iki adam geldi ama bu iki adam size bahsettiğim adamlar değiller. Beni de kandırmaya çalışıyorlar. Anlamadığım şeyler oluyor burada, bir an önce bir şeyler yapın."

"N'oluyor lan?" diye sordu Erdem, Taner devam etti.

"Sakın yanlış bir şeyler yapmayın! Bu adamlar, o adamlar değil ve umarım beni duyuyorsunuzdur,” dedi, bu ondan duyduğum son şeyler olurken Erdem elini yüzüne bastırdı ve öfkeyle koltuğa vurdu.

"Sikeyim böyle işi!" Küfür etti, o sırada yeniden telefonum çaldı ve Ceyhun'un aradığını gördüm. Önce aramaya yanıt verdim sonra da hemen sesi hoparlöre verdim.

"İyi bir şeyler söyle Ceyhun,” dedim çaresizce.

"Arabaya GPS yerleştirdim, şimdi uzaklaştım yanından. O yüzden bakamadım telefona da ama hiç merak etmeyin, bir sorun çıkmayacak. Adım adım olmasa da takip edeceğim,” dedi, daha ona cevap verecekken Erdem telefonu elimden aldı.

"Ceyhun bak sakın bir hata yapma, sakın izlerini kaybetme. İşler karıştı, sonra anlatırız ama sen sakın kaybetme onların izini,” dedi, onlar konuşmaya devam ederken sıkıntıyla oflayıp elimi alnıma vurdum.

"Ateş neredesin ya?" diye mırıldanırken Erdem telefonu kapattı, Savaş ve Doğan'a baktı.

"Adamlara hazır olmalarını söyleyin kardeşim, yanlarından ayrılmayın ki bir aksilik çıkmasın,” dedi, elindeki telefonumu aldım ve Ateş'i bir kez daha aradım ama hâlâ kapalıydı telefonu. Kendime engel olamayıp sıkı bir küfür ederken Doğan ve Savaş evden çıkmak için kapıya yöneldiler ama daha ikisi de çıkamadan eve üç adam girdi. Gelişlerinden anladığım kadarıyla bir sorun vardı. Ben daha bunu içimden geçirirken bunların Ateş'in peşinden giden adamlar olduğunun farkına vardım, içimi büyük bir korku sardı.

"Sonunda, gelin bakalım,” dedi Erdem ve yanlarına gitti. "Bir şeyler bulabildiniz mi ya da öğrendiniz mi?" Sordu, ben de yanlarına gittim. Adamlar cevap vermeden birbirlerinin yüzlerine baktılar.

"Bir şeyler söyleyin, ne oldu?" dedim endişeyle, adamlardan birinin gözleri beni bulduktan hemen sonra Erdem'e döndü ve anlatmaya başladı.

"Ateş abinin arabasını bulduk, ormanın içinde." Kalbim sıkıştı, nefes alamadım sanki o an.

"Ateş?" diye sordum, gözleri beni buldu.

"Yoktu,” dedi, elindeki telefon ve cüzdanı gösterdi. "Telefonu ve cüzdanı arabadaydı. Arabanın ön iki kapısı açıktı, öyle park edilmiş gibi falan değildi ve..." dedi ve sustu.

"Devam et,” dedim, yutkunduğunu fark ettim.

"Sol kapıda iki delik var, kurşun izi olduğu çok belli. Saldırmışlar muhtemelen ve almışlar Ateş abiyi. Araba kamerasını arkadaşlar inceliyor, bir şeyler bulduğunda haber verecekler."

Bu sözlerle dünyam durdu sanki, kalbim göğüs kafesimin içine sığmadı ve onu oradan söküp atmak isteyeceğim kadar çok ağrıdı. Ayaklarımın üzerinde durmak zor gelirken düşecek gibi oldum ama Erdem tuttu beni. Onun sayesinde dengemi sağlayıp ayakta kalırken boğazım düğümlendi, ağlamak istedim. Adamın söyledikleri zihnimin içinde yankılanırken diğer kolumdan da Cansu tuttu ve ondan da destek aldım.

O an düşündüğüm tek bir şey vardı; artık evim gibi hissedebileceğim hiç kimsenin yanımda olmadığı bu savaşa yalnız hissederek devam etmek zorunda olduğumdu. En kötüsü de farkına vardığım bir şey olmuştu; ben, yalnızlık hissine mahkûmdum. Bana yalnız olmadığımı hissettiren herkes bir bir giderek ya da benden uzaklaşarak bunu daha iyi anlamamı sağlamışlardı.

Sesler kulaklarıma uğultu gibi geliyordu. Baygın ya da uyku hâlinde değildim ama kimin ne dediğini, ne konuştuklarını anlayamıyordum. Çünkü aklım burada değildi, olamıyordu. Aklım Ateş ve adamın söylediği şeylerdeydi. Yok demişti, Ateş abi yok. Arabasında iki kurşun izi var ama o yok, gitmiş. Bunları düşünmek bile gözümden bir damla yaşın akmasına neden olurken korku kalbimi çoktan sarmıştı. Çok korkuyorum, ona bir şey olmasından çok korkuyorum. Bu korku mideme vurdu, midemin bulandığını hissettim. Aynı zamanda karnımda şiddetli bir ağrı vardı ve nefes alamıyor gibi hissediyordum.

"Mira,” diyerek birinin koluma dokunmasıyla gözlerimi ağır ağır sağa doğru çevirdim ve bunun Cansu olduğunu gördüm. "Kendine gel lütfen,” dedi, öylece boş boş baktım yüzüne. Ne ona cevap verdim ne de istediğini yapıp da kendime gelmek için bir şeyler yaptım.

"Cansu haklı,” dedi Erdem, gözlerindeki endişe bariz bir şekilde belli oluyordu. "Kendimizi kaybetmenin bir anlamı yok. Akıllı ve mantıklı olup bir şeyler yapmalıyız."

"Bu zamana kadar akıllı ve mantıklı olduk da ne oldu ki?" diye sordum ve sinirle güldüm. "Hep kaybettik, yine kaybediyoruz işte." Kaşlarını çattı.

"Saçmalama! Bir şeyi kaybettiğimiz falan yok!" diye çıkıştı, konuşmak istedim ama buna engel oldu. "Şimdi bırakın saçma sapan şeyler düşünmeyi de işimize bakalım!" dedi, Doğan ve Savaş'a döndü.

"Her şey hazır mı?" diye sordu.

Kaşlarımı çatarken "Hazır olan ne?" diye sordum, bir bir beni buldu gözler.

"Adamlar, Taner için..,” diye konuya girdi Doğan ama sözünü kesmem bir oldu.

"Hâlâ Taner'le ilgilenmeye devam mı edeceksiniz? Ateş için hiçbir şey yapmayacak mısınız?" İnanmak istercesine sordum bunu.

"Bizim bu adamlardan başka düşmanımız da bunu yapacak başka hiç kimse de yok Mira,” dedi Erdem. "Eğer Ateş'in başına böyle bir şey geldiyse bunu o adamlardan başka hiç kimse yapmaz. Bu yüzden bu işe devam edeceğiz. Devam edelim, bir an önce de bitirelim ki Ateş'e bir an önce ulaşalım." Büyük birkaç adımda yanına ulaştım.

"Ya yanılıyorsan, ya onlar yapmadıysa? O zaman ne olacak? Ateş için hiçbir şey yapmamış, onu ölüme terk etmiş olacağız. Bu hiç aklına gelmiyor mu?" diye sordum öfkeyle. Hem akıllı ve mantıklı olalım diyordu hem de böyle bir ihtimali yok sayıyor, belki de hiç aklına bile gelmiyordu.

"Bunu ben de düşündüm Mira, bu yüzden az önceki adamlar..." Sözünü kestim.

"Birkaç adama mı güveniyorsun bu konuda?" Yine öfkeyle sordum. "Biz böyle hep beraber Taner şerefsizinin peşinde olacağız, ona bir şey olmasın diye uğraşacağız ama Ateş'in peşine birkaç adam düşecek öyle mi?" Sesimin yüksek çıkmasına engel olamadım ve fark ettiğim kadarıyla o da bundan hiç memnun olmadı.

"Erdem,” diye yanımıza geldi Doğan. "Mira haklı,” dediğinde ona minnet dolu bakışlar attım. Birinin beni anlaması, bana hak vermesi çok önemliydi benim için.

"Tamam,” dedi Erdem ama hâlâ az önceki ses tonum yüzünden öfkeli gibiydi. "Bahsettiğim adamlar hâlâ bahçede, gitmediler. Siz ikiniz onları da alıp gidin, araştırın neler olduğunu. Biz de Taner'in peşinde olacağız,” dedi, siz ikiniz derken ben ve Doğan'dan bahsediyordu. Bu yüzden Doğan'la birbirimize bakarken Erdem bize arkasını döndü, gidecek gibiyken bunu yapmadı ve yeniden bana döndü. Ardından da işaret parmağını kaldırdı, tehdit edercesine konuştu.

"Ve bir daha sakın bana bağırma! Senin karşında Ateş yok!" Dişlerini sıkarak bu cümleyi kurduktan sonra kapıya doğru yürürken ekledi. "Bir şey olursa haber et Doğan,” dedi ve evden çıktı. Onu kızdırmış olmak umurumda bile olmazken tekli koltuktaki montumu aldım.

"Gidelim,” dedim ve ben de evden çıktım. Diğerleri ne yaptı bilmiyorum ama Doğan peşimden geldi ve Erdem'in bahsettiği o adamlar ayrı arabada, biz başka bir arabada yola çıktık.

"Nereye gidiyoruz?" diye sordu Doğan önde giden adamların arabasını takip ederken.

"Arabanın bulunduğu yere,” dedim ve yola odaklandım. Yol boyunca göreceğim manzaraya kendimi hazırlamıştım ve Ateş'in şu an nerede, ne hâlde olduğunu, onu bulmamız dışında bir şeye ihtiyacı olup olmadığını düşünüp durmuştum. Ne yazık ki aklıma da hep kötü şeyler gelmiş, düşüncelerim canımı çok yakmıştı ve çaresizliği iliklerime kadar hissetmiştim. Ta ki o terk edilmiş gibi ormanın içinde duran arabanın yanına ulaşana dek.

"Sonunda,” dedi Doğan ve benden önce indi arabadan, hemen ardından da ben indim ve arabaya gittim. Gittiğim ilk yer sol taraf oldu ve bahsedilen o kurşun izlerine baktım. Tam şoför tarafının kapısına denk gelmişti izler. Kapıyı açtım, iç kısmına baktım ve aynı delikleri o kısımda da gördüm.

"Kurşun kapıyı delmiş,” dedim, Doğan da yanıma gelip kapıya bakarken arabanın içine girdim. "Kurşunların da burada bir yerde olması gerekiyor,” diye mırıldanıp etrafa bakındım ama yoktu, fakat olması gerekiyordu. Çünkü olmaması çok başka bir şey anlamına geliyordu.

"Yok mu?" diye sordu Doğan, arabadan indim ve başımı olumsuz anlamda salladım."İki kurşun izi var, kurşunların kapıyı delip arabaya girmiş oldukları belli ama yoklar öyle mi?" diye sordu, boğazım düğüm düğüm oldu. Bu histen kurtulmak için yutkunduktan sonra konuştum.

"Öyle, bu da demek oluyor ki; o kurşunlar Ateş'in vücudunda,” dediğim an Doğan'ın yüzünde korku dolu bir ifade oluştu. "Vurdular, araba durdu ve gelip onu aldılar,” dedim, bu sözler dudaklarımdan çok kolay çıktı gibi ama dudaklarımdan dökülen her kelime aslında kalbimi paramparça ediyor ve ben sadece güçlü durmaya çalışıyordum. Tabii buna ne zamana kadar devam edebilirsem.

"Hemen kötüsünü düşünmemek lazım,” dedi Doğan, o bunu derken kurşun izlerini incelemeye devam ettim ama o an yeni bir şey fark ettim.

"Şu izlere yakından bir kez daha baksana,” dedim, Doğan hemen yanıma geldi ve istediğimi yapıp inceledi izledi ama fark ettiğim kadarıyla bir şey fark etmemiş gibiydi.

"Tuhaf bir şey görmüyorum,” dedi, hemen açıkladım.

"Çok yakından ateş edilmiş gibi. Sanki biri kapıya namluyu dayamış ve öyle sıkmış gibi. Kurşunun girişinden çok belli oluyor." Doğan bu sözlerim üzerine yeniden inceledi izleri.

"Haklısın," dedi. "Fark edememiştim daha önce,” deyip gözlerini bana çevirdi. "Bu ne demek oluyor şimdi?" diye sorduğunda aklıma gelen ilk şeyleri söyledim.

"Eğer amaç Ateş'i vurmak olsaydı namluyu kapıya dayayıp da arabanın içindeki adamı vurmak çok saçma. Kapıyı açar ve istediğini yapardı,” dedim, bu sözleri söyledikçe bunların doğru olabilme ihtimali benim de zihnimde yer edindi ve içim umutla doldu. "Ayrıca o kadar yakından ve iki el ateş eden birinin amacı birini öldürmek olur, yaralamak değil ve eğer ateşi öldürmüş olsalardı cesedini buraya bırakırlardı. Alıp götürmek için bir nedenleri olmazdı." Doğan elini yüzüne bastırdı, gözlerini ovaladı. Ateş hakkında konuşurken cesetten, ölümden bahsetmem onu rahatsız ediyordu farkındayım ama kullanabileceğim başka kelimeler yoktu.

"Ateş'e hiçbir şey olmadı yani, hatta belki yaralanmadı bile." Bunları büyük bir umutla söyledikten sonra devam ettim. "Fakat böyle düşünmemizi istediler. Kapıdaki deliklerin amacı da tam olarak bu; Ateş'in vurulduğunu, hatta öldüğünü düşünmemizi istemeleri. Tıpkı ilk anın heyecanıyla düşündüğümüz gibi,” dedim, Doğan'ın yüzünde anlamsız bir ifade oluşurken ekledim.

"Muhtemelen Ateş arabadan indikten sonra arabaya ateş etti, kurşun izi bıraktılar. Kurşunları da aldı ve bize Ateş'in olduğunu düşündürecek ortamı hazırlayıp gittiler,” dedim, hâlâ izlere bakarak konuşuyor olduğumdan da diz çökmüş olduğum yerden kalktım. "Başka bir amaçları var Doğan,” dedim, bana hak vermiş gibiydi. Öyle olmasaydı çoktan söylediklerime itiraz edecek bir şeyler söylemiş olabilirdi ama yapmamıştı.

"Amaçları öldürmek değilse ve yara vermeden aldılarsa tek bir amaçları olabilir; onu bize karşı kullanmak,” dedi, başımı salladım ve bunu kimin yapabileceğini düşündüm. Zaten çok düşünmeme gerek kalmadan aklıma iki seçenek geldi.

"Ya Ekin ya da Taner'in bahsettiği o iki adam yaptı bunu."

Doğan afalladı. "Diğerlerini anladım ama Ekin ne alaka?"

"Bunu yapmaması için bir sebep yok Doğan,” dedim, ona biraz daha yaklaşıp devam ettim. "Taner elimizde, adamları da çocuğu da ilk bulan biz olacağız ona göre. Ateş onu bugün yanımızdan gönderdi, Taner seninle iş birliği yaptığımızı bilmiyor dedi. Belki de bunu yanlış anladı ya da bize verdiği sözü tutamayacak. Ne de olsa anlaşmaya göre biz onun oğlunu kurtaracaktık o da bizi firari olmaktan kurtaracaktı. Eğer bunu yapamayacağını anladı, bir şeyler bulamadıysa bulacağımız oğluna karşılık Ateş'i aldı,” dedim, Doğan konuşacak gibi oldu ama son düşüncemi de söyleyip engel oldum ona. "Ayrıca onun vurulduğunu düşünmemizi istedi, çünkü bu işine gelecekti. Ondan değil de diğerlerinden şüphe edecektik, kendini geri çekmiş olacaktı,” dedim kendimden emin bir şekilde.

"Bak tamam haklısın, söylediklerin mantıklı ve olabilecek şeyler ama emin olmadan hiç kimseyi suçlayamayız,” dedi, dudaklarımı araladım konuşmak için ama hemen engel oldu. "Eğer doğrular bunlar değilse ortalık daha çok karışır. Ekin'le dostken yeniden düşman oluruz, o zaman her şey daha da zora girer. Emin olmadan hiçbir şey yapmayacağız,” dedi kararlı bir ses tonuyla.

"Emin olmak için de karşısına çıkıp bunları söylemekten başka şansımız yok,” dedim ben de.

"Bulacağız bir yol." Devam edecek gibiydi ama izin vermedim.

"Başka bir yol bulmak için de vaktimiz yok Doğan. Farkında mısın bilmiyorum ama Ateş ortada yok. Nerede ve nasıl olduğunu da bilmiyoruz. Bir an önce bir şeyler yapmalıyız,” dedim, söyleyeceklerini ağzına tıkmış oldum.

"Ben bir Erdem'i arayayım, sen de biraz sakinleş,” dedi, telefonunu çıkardı, göz devirdim. Ben zaten şu an sakindim. Tamam endişeli ve gerginim ama sakin olmayı da başarıyorum aynı zamanda. Zaten sakin olmasam böyle mi olurdum? Çoktan soluğu Ekin'in yanında almış olurdum.

Bunu düşünürken aklıma Ateş'in Savaş'ı araştırdığı ve onun için bir yere gittiği geldi. Bu, az önce tamamen aklımdan çıkmış olsa da şimdi aklıma yeni bir soru yer edinmişti; ya onlarla ilgili bir durumun içindeysek? Bunu düşünmek daha çok gerilmeme neden olurken Ateş'in telefonunu çıkardım cebimden ve kapalı olan telefonu açtım. Şifreleri biliyor olduğumdan kolaylıkla açtım telefonu ve son aramalara girdim. En son Şebnem diye bir kadınla konuştuğunu görünce hiç tereddüt etmeden aradım kadını ve Doğan konuşmamı duymasın diye epey bir uzaklaştım yanından. Telefon birkaç çalıştan sonra açılmıştı.

"Umarım beni bu saçma yerde üç saattir bekletiyor olmanın doğru düzgün bir açıklaması vardır. Yoksa seni öldürürüm,” dedi, biraz fazla mı samimiydi bu kadın Ateş'e yoksa bana mı öyle gelmişti? Her neyse şu an konumuz bu değildi.

"Haklı bir sebebi var, kaçırıldı,” dedim bir saniye bile olsun tereddüt etmeden.

"Anlayamadım, siz kimsiniz?" diye sordu, ses tonu hemen değişmişti.

"Mira ben, Mira Aksoylu. Mutlaka duymuşsundur ismimi."

"Duydum, hatta tanıyor sayılırım da sen az önce kaçırıldı derken ciddi miydin?" Böyle bir şeyin şakası mı olur diye içimden geçirdikten hemen sonra cevap verdim ona.

"Evet, ciddiydim."

"Herhâlde bunu bana haber vermek için aramadın, neden aradın beni?" diye sordu, neyse ki uzatmamış ve doğrudan konuya girmişti.

"Aradım ,çünkü her şeyi araştırmam gerekiyor. Senin Ateş'le ne için görüştüğünü biliyorum, Ateş bahsetmişti. Bu yüzden aradım seni, belki de başına bu yüzden bir şey gelmiştir,” diye açıkladım.

"Mümkün değil, böyle bir şeye sebep olacak hiçbir şey yok ortada,” dedi, sesi kendinden emindi ve söylediği şeye inanıyor olduğu besbelliydi.

"Nasıl bu kadar eminsin? Belki de..." Sözümü kesti.

"Dediğim gibi Mira; bu konuda böyle bir şeye sebep olacak bir şey yaşanmaz,” dedi ve ekledi. "Her neyse sanırım kapatsam iyi olacak."

"Hayır, dur!" dedim telaşla. "Görüşelim, neler olduğunu bana yüz yüze anlat. Zaten Ateş'le görüşmeyecek miydin? Onun yerine ben yanına gelmiş olayım."

"Benim için sıkıntı yok ama üzgünüm bugün olmaz. Çok daha önemli işlerim var. Saatlerdir Ateş'i bekliyorum, aradım kaç defa ama açmadı."

"Kaybedecek vaktim yok benim, şimdi..." Yine sözümü kesti ve sinirimi bozdu.

"Ateş için benimle buluşarak zaten gerçekten vakit kaybetmiş olacaksın. Güven bana, bir sorun olacak olsaydı bunu saklamazdım,” dedi, Ateş'in ona güvendiğin düşününce içimde ona karşı sebepsiz bir güven oluşuyordu ama bunun doğru olmadığını da biliyordum. "Fakat yine de illa buluşalım diyorsan ancak akşam görüşebiliriz. Görüşme kararın değişmezse akşam ara beni, buluşalım. Şimdi üzgünüm kapatmam lazım,” dedi ve cevap vermemi bile beklemeden telefonu kapattı. Öfkeyle bağırıp duvara tekmemi geçirdim.

"Allah kahretsin!" dedim, bir kez daha haykırdım ve o sırada Doğan yanıma geldi.

"Mira, dur! Sakin ol biraz!" deyip beni vuruyor olduğum ağaçtan uzaklaştırdı. "Kendine hakim ol, böyle yaparak eline hiçbir şey geçmeyecek!" Kızdı. "Hem kiminle konuştun sen, kim kızdırdı seni bu kadar?" Sordu, cevap verecekken de elimdeki telefonu fark ettiğini anladım. "O Ateş'in telefonu değil mi? Kimi aradın onunla, bir şey mi öğrendin yoksa?"

"Hiçbir şey öğrenmedim, bir şey olduğu da yok. Şarjım yoktu, bu yüzden bunu kullandım,” dedim, gitmek istedim ama kolumdan tutup engel oldu bana.

"Kiminle konuştun?" diye sordu, Ateş'in herkesten sakladığı şeyi ona anlatmayı doğru bulmadım.

"Önemli biriyle değil, ayrıca şu an konumuz bu da değil,” dedim ve arabayı gösterdim. "Arabayla ilgilenelim,” dedim, arabanın yanına gitmek istedim ama onun Erdem'le konuştuğu aklıma gelince yeniden ona döndüm. "Erdem ne dedi?" Hâlâ yüzünde şüpheli bir ifade varken yanıma geldi.

"Ekin konusunda hiçbir şey yapmamamızı söyledi. Benim de söylediğim gibi; bir şeylerden emin olalım önce diyor." Başımı salladım, madem öyle diyorlar öyle olsun. Öfkeyle hareket etmenin bir anlamı yoktu zaten şu an için.

"Öyle olsun,” dedim ve sordum. "Ne yapacağız peki emin olmak için? Nasıl bir yol izleyeceğiz?"

Omuz silkti. "İşte o kadarını ben de bilmiyorum,” dedi, etrafa bakındı. "Sence buralarda bir kamera bulabilir miyiz?"

"Ormanda mı?" Bunun saçma olduğunu belli edecek bir şekilde sordum, gözlerini bana çevirdi.

"Ormanda olmasa da yolda olabilir. Adamlar buraya uçarak gelmedi herhâlde."

"Olsa olsa mobese olur yolda ve bizim ona ulaşmamız mümkün değil,” dudakları yana kıvrıldı, yüzünde muzip bir ifade oluştu. Bu ifadeye bir anlam vermeye çalışırken konuştu.

"O kadar emin olma,” dedi ve yine telefonunu çıkardı.

"Kimi arıyorsun?" Sordum, telefonu kulağına götürdü.

"Anlatacağım,” dedi sadece ve aradığı kişi telefonu açmış olacak ki konuşmaya devam etti. "Abi?" diye konuya girdiği an kimi aradığını anladım."

"Tabii ki Pars,” dedim ve o yanımdan giderken ben de arabaya doğru gittim. Bu arabayı böyle görmek bile canımı sıkarken az önce yapamadığım şeyi yapıp etrafa iyice bakındım. Eğer vurulmuş olsaydı bir damla da olsa kan lekesi olurdu illa ki ama yoktu ve bu yokluk beni biraz olsun rahatlıyordu. Fakat bir yandan da her şey benim düşündüğüm gibiyse, vurulduğunu düşünmemizi istedilerse neden yalandan da olsa bir kan lekesi bırakmadılar diye sorgulamadan edemiyordum. Bu kadar acemi ya da bunu düşünmeyecek kadar salak olamazlardı değil mi?

"Mira Hanım,” dedi adamlardan biri, bakışlarım onu buldu. "Bakar mısınız?" diye sorduğunda yanına gittim.

"Ne oldu?" Sorduğumda yeri gösterdi.

"Lastik izleri,” dedi, gözlerimi yere çevirdim. "Arabalar bu tarafa doğru hareket etmiş." Yere çöktüm, izleri iyice inceledim ama bu izlerden bir şey çıkmazdı. Olay yeri inceleme ekibi olsaydı belki bir şeyler çıkabilirdi ama maalesef ki şu an bizim yapabileceğimiz hiçbir şey yoktu.

"Bundan bir şey çıkmaz,” dedim, ayağa kalktım. "Lastik izleri bir süre sonra yok olur zaten, çıktıkları yolu bile bulamayız,” dedim, adamlar çaresizce bakarlarken onları bundan kurtaracak hiçbir şey yapamadım, benim durumum da onlardan farksızdı çünkü.

"Abim halletmeye çalışacağım dedi,” dedi Doğan, ona döndüm ve bana doğru geldiğini gördüm. "Eğer kameralar bir şeyler yakaladıysa mutlaka bulacaktır." Sessiz kaldım. "Hadi biz de gidelim artık,” dedi, arkamdaki adamlara baktı. "Arabayı, eve götürüp garaja koyun." Adamlar onun dediğini yaparken biz buraya geldiğimiz arabaya bindik.

"Nereye?" diye sordum, Doğan arabayı çalıştırırken cevapladı.

"Burada yapacak bir şey kalmadı, geri kalan her şeyi de abim halledecek. Bizimkilerin yanına gidiyoruz bu yüzden." Düşüncelerimi Erdem'e karşı söylemek istediğimden buna itiraz etmedim ve yeniden Ateş'in telefonunu çıkardım. "Ne yapıyorsun?" diye sordu Doğan.

"Onun için yolunda gitmeyen bir şeyler var mıymış onu anlamaya çalışıyorum,” deyip arama kayıtlarını bir bir kontrol ettim, fakat hep bizimle konuşmuştu ya da adamlarla. Mesajları kontrol etmek isteyip mesajlara girdim ama tam o an Doğan'ın aniden frene basmasıyla öne doğru savruldum, çığlık attım. Koltuktan tutunmak için telefonu bıraktığımda telefon ayaklarımın üzerine düştü.

"Siktir!" Doğan'ın ettiği bu küfürle başımı kaldırdım ve önümüzü kesen iki araba olduğunu gördüm.

"Sahiden de siktir,” dedim, anında elimi belime atıp silahımı çıkardım. Aynı şeyi Doğan da yaptı. İkimiz de elimizdeki silahlarla arabalara doğru bakarken içlerinden adamlar indi, karşımızda dikildiler. Hiçbir şey yapmıyor oluşları beni şüpheye düşürürken içlerinden bir tanesi inmemizi işaret etti.

"Ne yapacağız?" diye sordu Doğan, tereddüt etmeden cevap verdim.

"İneceğiz, başka şansımız yok. Her şeye hazır ol,” dedim ve bir saniye bile olsun şüphe duymadan indim arabadan.

"Kimsiniz?" diye sordum, arabanın önünde, tam onların karşısında durdum. Hâlâ elimde silahım vardı, tıpkı yanımda duran Doğan'ın elinde olduğu gibi ama bizim aksimize onların silahı yoktu.

"Mira Aksoylu,” dedi bir adım öne çıkan sarışın adam ve gözlerini Doğan'a çevirdi. "Ve Doğan Karahan,” diye ekledi, ellerini arkasında birleştirdi. Gözünün ucuyla elimizdeki silahlarla baktıktan sonra gayet rahat bir şekilde "Savaşmaya gelmedim, aksine sizinle anlaşmaya geldim,” dedi, ellerini öne çıkardı. "Silahsız oluşumu iyi niyetimin bir göstergesi olarak kabul edebilirsiniz,” dedi, ellerini havaya kaldırdı etrafında bir tur attı. Bunu yaparken ceketini kaldırıp silahsız olduğunu kanıtlamış oldu ve yanımıza gelmişti.

"Ne anlaşması?" diye sordu Doğan, adam yeniden ellerini arkasında birleştirdi.

"Ateş Demirkan'la ilgili bir anlaşma,” dediği an öfkeyle üzerine yürüdüm ama Doğan engel oldu bana.

"Sakin ol,” dedi, üzerine yürümüş olmam sarışının birkaç adım geri gitmesine ve dilini damağına çarpıtarak birkaç defa cıklamasına neden olmuştu.

"Bu yaptığın şu an için doğru değil Aksoylu. Sakin olmalı ve beni dinlemelisiniz. Yoksa anlaşma hakkınızı kaybedeceksiniz." Sesindeki sakinlik sinirimi bozuyordu.

"Ne anlaşmasından bahsediyorsun lan sen?" Bağırdım. "Ne yaptınız Ateş'e?"

"Hiçbir şey, yani şimdilik hiçbir şey ama vereceğiniz karar bu durumu değiştirebilir."

Kaşlarımı çattım. "Ne kararı?" Sabırsızca sordum.

"Patronumuzun size güzel bir teklifi var,” dedi, gözleri Doğan ve benim aramda gidip geldikten sonra devam etti. "Mira Aksoylu, Erdem Karahan, Doğan Karahan, Savaş Akbeyli ve Cansu Karadağ. Bu beş kişi kendi isteğiyle teslim olur, tüm suçları kabul ederlerse Ateş Demirkan yaşayacak ve tırnağına bile zarar gelmeden o da polise teslim edilecek sadece ama yok biz bunu yapmayız, teslim olmayız diyorsanız da Demirkan ölür." Söyledikleri kanımı dondururken devam etti.

"Pazarlık yok, hile yok, zamanınız da yok,” dedi, saatine baktı ve yeniden bize çevirdi bakışlarını. "Yarın tam bu saate, 16:50'de, hepinizin teslim olacaksınız. Aksi hâlde Demirkan ölür ve bir kişi eksik olarak girersiniz o cezavine. Bunu kendi isteğinizle yapın, arkadaşınız yaşasın,” dedi, adamlarına baktı. "Gidiyoruz!" Bağırdı, yanına gittim.

"Nereye gidiyorsun lan sen?" dedim, en ufak bir korku hissetmeden yakasına yapıştım. "Kimsin lan sen? Ne diyorsun?" Bağırdım, sarstım onu.

"İstersen silahını çıkar, sık kafama,” dedi rahatlıkla ve omuz silkti. "Ne bunu sana teklif eden benim ne de oyunu kuran. Ben giderim, bir başkasını gönderirler. Onu öldürürsün, bir başkası gelir. Onlar istediklerini almadan durmazlar Aksoylu, bu yüzden benimle uğraşacağına kararını ver,” dedi, üzerindeki tozu silkelercesine uzaklaştırdı beni kendinden ve dağılmış olan yakasını düzelttikten hemen sonra hayatım boyunca duymayı hiç istemediğim o cümle döküldü dudaklarından.

"Verin kararınızı; ya özgürlüğünüz ya da arkadaşlığınız!"

Bölüm Sonu!

Eveet bir bölüm daha bitti sonunda ve artık sona geldik. Geriye sadece 2 ve çok uzun bölümümüz kaldı. Arada bir tane de çok kısa, özel bir bölüm olacak geçmişe dayalı.

Şimdiden tüm bölümleri yazdım ve kitabı tamamladım ben :) yorum sınırı dolarsa yarın akşam bile bölüm gelebilir. Her şey tamamen size bağlı ♡

Sizce bizimkiler hangi yolu seçecekler? Teslim olup Ateş'i kurtaracaklar mı dersiniz? Ya da teslim oldukları hâlde Ateş'e bir şey olacak mıdır sizce?

Finalin nasıl olmasını bekliyorsunuz?

Final tahminlerinizi bekliyorum, bir sonraki bölümde görüşmek dileğiyle ♡

Alıntı ve duyurular için;

Instagram: gizzemasslan

Twitter: gizzemasslan

Sizi Çok Seviyorum!

Loading...
0%