@gizzemasllan
|
Merhaba, suç ortaklarım✨ Ekranın alt kısmında bulunan yıldızı aydınlatarak okumaya geçerseniz çok sevineceğim.❥ Buraya ben de sizin için bir yıldız bırakıyorum.⭐ Siz de yıldız ve kalplerinizi bırakabilirsiniz.♡ Keyifli okumalar... **** 9. BÖLÜM "OYUN BİTTİ, PERDE KAPANDI" "Ne demek buldum, nasıl buldum?" Cansu'ya baktım cevap vermeden üçüne de gözlerimle elimdeki kitabı gösterdim. "Kitap ne alaka Mira? Ne oluyor burada? Düzgünce anlat şu işi!" Savaş merakla sorarken ve diğerleri pür dikkat bana bakarken kitabın ismini göstererek konuştum. "Bir cinayet romanının içindeyiz." Hepsi karşımda donup kaldılar. Merakla bir tepki vermelerini bekledim ama hiçbiri bir tepki vermedi ve öylece durup yüzüme baktılar. "Bir şey söylemeyecek misiniz?" Diye sordum bir tepki vermemiş olmalarından dolayı şaşkın bir ifadeyle. İlk konuşan Cansu oldu. "Cinayet romanının içindeyiz derken? Ben hiçbir şey anlamadım." Savaş'a ve Barış'a bakıp onların da Cansu'dan bir farkları olmadıklarını gördüm. "Çok saçma geliyor farkındayım ama durum bu." Deyip elimdeki kitabı bir kez daha gösterdim ve devam ettim. "Azra dosyası için kitabevine gitmiştik Cansu'yla, oranın sahibiyle tanışmıştık." Cansu gözlerini kıstı. "Şeydi adı onun." Deyip düşündüğüne dair sesler çıkartırken konuştum. "İbrahim." Başını salladı. "İbrahim Toker." Diye ekledim ve elimdeki kitabın yazarının isminin üzerine dokunarak konuştum. "Aynı zamanda bu romanın yazarı oluyor kendisi." Hepsi dikkatle beni dinlerken anlatmaya devam ettim. "Kitap bir tiyatro yazarını anlatıyor. Yazar bir cinayet tiyatrosu yazıyor. Yazdığı tiyatro çok beğeniliyor ve oynanmaya karar veriliyor ama yazar oyuna tek bir şart koşuyor. Bu oyunda benim seçtiğim kişiler oynayacak diyor ve bu da kabul ediliyor." Hiçbiri bir şey anlamış gibi durmuyorlardı buna rağmen devam ettim. "Kabul edildikten sonra yazar amatör oyuncuları seçiyor. Provalar yapılıyor, oyun seyirciye hazır hâle getiriliyor ve biletler satışa sunuluyor. Oyunun ismi Cinayet Tiyatrosu oluyor, biletlerin üzerinde yazan isim bu. Daha sonra oyun gösterime çıkıyor, çok beğeniliyor ve başka şehirlerde devam edilmesi isteneliyor ama yazar kabul etmiyor. Her neyse, bir şekilde oyun unutuluyor, sonuçta bir daha oynanmadı kim hatırlayacak değil mi?" Deyip sustum. Hepsinin yüzünde tuhaf bir ifade vardı. Bunları kendilerine neden anlattığımı sorgular gibiydiler. "Fakat bir gün yazarın seçtiği oyuncular tek tek kayboluyor. Hiçbir şekilde, hiçbir yerde, hiç kimse tarafında bulunamıyorlar. Tam 12 ay boyunca hiçbirine ulaşılamıyor fakat 12. Ayın sonunda hepsi ölü olarak bulunuyor. En ilginç yanı ise aylar önce oynadıkları cinayet tiyatrosunda rol amaçları öldürüldükleri gibi öldürülmüş oluyorlar. Tabii bunu fark eden o tiyatroyu izleyen ve haberlerde oyuncuların öldüğünü gören bir seyirci oluyor. Polise gidiyor, saçma olduğunu bilse de izlediği tiyatro oyunun gerçekleştiğini söylüyor. Sonra işte bir şekilde olay çözüme kavuşuyor ve roman bitiyor." "Yani?" Diyen Cansu'ya baktım. Ne yani hâlâ bir şey anlamamışlar mıydı? "Yanisi şu; elimdeki kitapta bir Cinayet tiyatrosu yazılıyor ve sonra yazılan o tiyatro gerçekleşiyor bu roman ortaya çıkıyor. Gerçek hayata dönecek olursak elimde şu anda bir itiraf duruyor. Çünkü o adam, İbrahim Toker, bize göre o cinayet tiyatrosunun yazarı, bu kitabı bizzat ondan alıp okuyanlar da o cinayet tiyatrosunu oynayanlar, yani Azra ve Azra gibi bu kitabı okuduktan sonra ortadan kaybolanlar. Anlayacağınız adam yazdığı romanı gerçekleştiriyor." Dedim ve derin bir nefes alıp devam ettim. "Yani onların Cinayet Tiyatrosu bizim Cinayet romanımız. Bu roman Azra'nın nasıl kaybolduğu ve başına neler geleceğini anlatıyor." Hepsinin yüzünde şaşkın bir ifade varken ekledim. "Elimdeki kitabın, yani bir cinayet romanının içindeyiz." Diye yineledim en başta söylediğim şeyi hepsi karşımda yine tepkisiz kaldı. "O kadar anlattım artık bir şey mi söyleseniz diyorum. Tamam ben de farkındayım çok saçma geliyor ama doğrusu bu. Adam resmen işleyeceği cinayetleri kitapta önceden anlatıyor. Kitabı okumak için ondan alanlar da doğrudan kitabın karakterleri oluyorlar. O adam zaten bir tuhaftı. Ona başka bir işiniz var mı dediğimde cevap vermedi. Yazar olduğunu söylemedi." "Tek bir sorum var." Dedi Barış ve derin bir nefes almama neden oldu. Çünkü sonunda birisi söylediğim şeylere bir tepki vermişti. "Tabii." Dedim sorması için. Bir elimdeki kitaba bir de bana bakarak konuştu. "Şu an bu olayla alakasız bir yerdeyken ve alakasız bir davaya bakarken bunları nasıl öğrendin?" Hayretler içinde sorduğu soruya gülmek istedim ama yine de kendimi tutup cevap verdim. "Odaya bakmak için geldim, sonra bu kitabı buldum. Merak edip bakayım dedim içindeki yazıları gördüm. Şüphelenip internetten araştırdım ve bunlarla karşılaştım." Hiçbiri cevap vermedi. "Ya ama hadi biriniz bir şey söyleyin artık! Mantıklı gelmiyor mu size de?" Savaş bir anda kitabı elimden çekip aldı ve yazıları okumaya başladılar. Merakla yüzlerine bakarken hepsi okumuş olacak ki kitaptan başlarını kaldırıp bana baktılar. "Mira." Diyen Barış'a baktım. Ne söyleyecek diye beklerken elini uzattı. "Gerçekten tebrik ederim seni." Deyince gülmek istedim ama kendimi tutup uzattığı elini tuttum. "Ne demek efendim teveccühünüz." Güldü. Savaş'a baktım ve hâlâ şaşkın olduğunu gördüm. "Yemin ederim aklımın ucundan bile geçmezdi böyle bir şey. Değil o kitabı tesadüfen bulmak alıp okusam böyle bir şey aklıma gelmezdi." Dayanamayarak gülmeye başladım. "Hadi gülmeyi falan bırakın, buradaki işleri bitirip şu manyağın yanına gidelim bir. Bakalım başka romanlarda yazıyor mu?" Barış yine son noktayı koyup kapıya doğru yürürken konuştum. "Yalnız küçük bir şey daha var." Durdu ve bana baktı. "Neymiş o?" Onunla beraber diğerleri de merakla bana bakarken ilerideki küçük kitaplığı gösterdim. "En alt raftaki defterlere bir bakmak isterseniz diye düşünüyorum." Bir bana bir kitaplığa baktılar ve o hepsi bir anda oraya üşüştüler. Bu, beni güldürürken konuştum. "Yani ben olsam ne yapacaksınız hiç bilemiyorum." Dedim alayla. Barış göz ucuyla bana bakıp hiçbir şey söylemeden yeniden önüne dönerken güldüm ve beklemeye başladım. Beş dakika içinde tüm gözler yeniden beni bulunca konuştum. "Her ayın 3-4-5-6 ve 7'sinde aynı şeyler yazıyor. Yani bu da demek oluyor ki 1999'un Ocak ayında bakmamız gereken 5 gün var ve katil bize bunu bu günlüklerle açıkladı." Barış ayağa kalktı. "Merkeze geçince bakarsanız, bir şey çıkacağını pek zannetmiyorum." Deyip odadan çıkıp giderken göz devirdim. Bu şekilde görmezden gelmeleri beni deli ediyordu. "Bir şey olduğu belliydi zaten, Barış'ın da dediği gibi merkeze geçince araştırırız. Hadi bir an önce gelin de gidelim." Savaş da fikrini söyleyip odadan çıkarken Cansu defterleri yerine bıraktı. "Hadi biz de gidelim." Deyip o da peşlerinden gitti. "Böyle şeyler neden bir tek beni heyecanlandırıyor ya?" Söylenerek odadan çıktım. Olay yeri inceleme ekibi araştırmaya devam ederken evden de çıktım. Savaş arabaya binmişti. Cansu ileride telefonla konuşuyordu. Barış'da Taner'le konuşuyordu. Barış'la Taner'i daha önce hiç yan yana görmediğim için kaşlarımı çattım ve dikkatle izledim onları. Sanki konuşuyor değil de tartışıyor gibiydiler. Onları izlemeye devam ederken Taner Barış'ın yanından uzaklaştı. Barış arabaya doğru yürürken fazlasıyla sinirli olduğunu gördüm. Bunun sebebini merak edip ben de arabaya doğru yürüdüm ve onunla eş zamanlı olarak bindim. Arabaya büyük bir sessizlik hâkimken gözlerimi Barış'ın üzerinden çekmeden konuştum. "Onunla ne konuşuyordun?" Diye sordum tek bir nefeste. Barış ağır hareketlerle bana döndü. "Bana mı dedin?" Başımı salladım. "Evet, sana dedim. Taner'le ne konuşuyordun? Sizi daha önce hiç konuşurken görmemiştim. Hem tartışıyor gibiydiniz sanki." Rahat bir ifadeyle önüne döndü. "Tartışıyor gibi değildik, tartışıyorduk." Dürüst davranmıştı, konuyu kapatmak için sana öyle gelmiş falan da diyebilirdi. "Neden tartışıyordunuz? Ne oldu ki?" Diye sorarken Cansu da arabaya bindi. "Bana emir veremeyeceğini anlattım ona, onun da işine gelmedi, tartışma çıkardı. Önemli bir şey yok yani." Diyerek kısa bir açıklama yapınca konuyu uzatmak istemedim. Savaş arabayı çalıştırırken telaşla konuştum. "Dur bir dakika, benim inmem lazım." Hepsinin gözleri beni buldu. "Kendi arabamla geldim, burada bırakamam. Bir an aklımdan çıkmış, hadi görüşürüz sonra." Deyip arabadan indim ve hızlı adımlarla hemen arkada duran arabama bindim. Arabayı falan unuttuğum yoktu. Sadece Barış'a soru sorabilmek için binmiştim o arabaya. Bizimkilerin olduğu araba ilerleyip uzaklaşırken cebimden telefonu çıkardım ve Esra'yı aradım. Telefon ilk çalışta hemen açıldı. "Dinliyorum Mira." Bu kız her aradığımda aynı cevabı veriyordu. Telefonların başında otura otura makine gibi çalışmaya başlamıştı. "Azra Kevser dosyayı vardı, 6 aydır kayıp olan kız hani." "Evet, biliyorum. Bir gelişme mi var?" Arabayı çalıştırırken ona cevap verdim. "Var gibi diyelim, bana kızın adresini atar mısın?" "Hangisini? Ailesiyle yaşadığı evin mi yoksa arkadaşıyla kaldığı evin mi?" Hiç düşünmeden konuştum. "Sen ikisini de at, bulmam gereken bir şey var ve nerede olduğunu bilmiyorum." "Peki, hemen atıyorum." Deyip telefonu kapatınca telefonumu yan koltuğa atıp arabayı sürdüm. Birkaç dakika içinde mesaj gelmişti. Uzanıp yeniden telefonu aldım ve kızın arkadaşıyla kaldığı adresin buraya daha yakın olduğunu görüp ilk oraya gitmeye kanaat getirdim. Telefonu yeniden bırakıp arabayı o tarafa doğru sürdüm. Azra'nın arkadaşıyla yaşadığı eve ulaştığımda oyalanmadan arabadan indim. Açık olan apartman kapısından eve girdim. Esra'nın attığı adrese bir daha bakıp 3. katta olduğunu hatırlayıp koşar adımlarla 3. kata çıktım. Kapıya birkaç defa vurup geri çekildim ve bekledim. Çok geçmeden genç, sarışın bir kız kapıyı açtı. Üzerinde pijamaları vardı ve uykulu görünüyordu. "Buyurun." Polis kimliğimi çıkarıp kıza gösterdim ve kendimi tanıttım. "Cinayet bürodan komiser yardımcısı Mira Aksoylu." Kız gözlerini ovalayıp kendini toparladı. "Bir sorun mu var?" Kızın sesi endişeli çıkmıştı. "Hayır sadece Azra'nın odasına bir kez daha bakmak istiyorum. Bulmam gereken bir şey var." "Yoksa bir gelişme mi var?" Başımı sağa sola salladım. "Hayır büyük bir gelişme yok ama olabilmesi için odasına göz atmam lazım." Başını salladı ve geri çekildi. "Tabii buyurun, istediğiniz her yere bakabilirsiniz." Kıza gülümseyip eve girdim. Ayakkabımı çıkarmak için eğildiğimde engel oldu. "Hiç gerek yok, lütfen geçin." Kıza cevap vermeden yeniden doğruldum ve etrafa baktım. "Oda ne taraftaydı?" Diye sordum. Kız karşıdaki odayı gösterdi. "Orası, hâlâ hiçbir şeyine dokunmadım. Her şey onun bıraktığı gibi duruyor." Dedi kız ağlamaklı çıkan sesiyle. "Bu iyi oldu." Diyerek gösterdiği odaya doğru yürüdüm. Odadan içeriye girip odaya baktım. Köşede tek kişilik bir yatak, yatağın karşısında bir çalışma masası, masanın hemen yanında da küçük bir gardırop vardı. Odanın bir diger köşesinde de kitaplık vardı. "Tam olarak ne arıyorsunuz? Belki size yardımcı olabilirim." Göz ucuyla kıza baktım. Odaya girmek yerine kapıda durmuş bana bakıyordu. "Kitap." Deyip önüme döndüm ve kitaplığa doğru yürüdüm. Kitaplığı karıştırıp katilin odasında bulduğum romanın aynısını aramaya başladım. Fakat hiçbir şey bulamadım. Çalışma masasına gidip çekmeceleri karıştırdım ama burada da hiçbir şey yoktu. Odanın diğer yerlerine de bakıp elim boş bir şekilde odadan çıktım. "Aradığını bulamadın galiba." Diyen kıza baktım. "Maalesef bulamadım, senin adın neydi?" "Merve." "Merve sana birkaç soru sormam lazım ama lütfen çok iyi düşün ve bana doğru bir cevap ver olur mu?" Başını salladı. "Tabii ki, dinliyorum." "Azra kitap okur muydu? Sever miydi yani?" Omuz silkti. "Azra edebiyat öğrencisiydi, hayatı kitap okumakla geçiyordu. Kütüphanelerden, kitapevlerinden çıkmazdı." Ona cevap vermeden telefonumu çıkardım ve katilin evinde bulduğum kitabın fotoğrafını açıp kıza gösterdim. "Bu kitabı hiç elinde gördün mü? Okurken ya da elinde tutarken falan gördün mü?" Kız fotoğrafa bakarken devam ettim. "Lütfen iyi düşün, farkındayım uzun zaman oldu ama çok önemli. Bana doğru bir cevap vermen gerekiyor." Kız gözlerini telefondan çekip bana baktı. "Hatırlıyorum, elinde görmüştüm. Polisiye kitaplarını okumayı çok severdi. Sürekli gittiği bir kitapevi vardı ve bu kitabın yazarı da oranın sahibi oluyor. Çok iyi hatırlıyorum ona kitabın nasıl olduğunu, konusunu falan sormuştum. Önerir misin demiştim. Kitabın kendisini çok fazla sarmadığını söyledi ama kitapevinin sahibini çok seviyordu. Onun için aldım ve okuyorum dedi." Telefonumu cebime koyarken sordum. "Bu söylediklerinden eminsin değil mi?" Başını salladı "Eminim, dediğim gibi çok iyi hatırlıyorum. Hatta kaybolduğu gün evden çıkmadan önce yaptık biz bu konuşmayı onunla. Unutmam mümkün değil çünkü onu son kez o gün gördüm." Kızın omzuna dokundum. "Teşekkür ederim, aradığımı bulamadım belki ama sen bana yeterince yardımcı oldun." Yüzünde buruk bir gülümseme oluştu. "Ne zaman isterseniz, ne sormak isterseniz ben buradayım. Bir an önce bulunmasını istiyorum arkadaşımın. Çok zaman geçti biliyorum belki de kötü bir sonuçla karşılaşacağız ama yine de bulunmasını istiyorum. Böyle belirsizlikle yaşamak çok zor. Ailesi perişan bir hâlde." Dedi ve akan göz yaşlarını sildi. "Elimden bildiğim şeyleri anlatmak dışında hiçbir şey gelmiyor. Bunu da ne zaman isterseniz yapabilirim, yeterki onu bulun." Derin bir nefes aldım. "Elimizden geleni yapıyoruz." Başını salladı. "Biliyorum." "Benim şimdi gitmem lazım, sen iyisin değil mi?" Göz yaşlarını bir kez daha sildi. "İyiyim ben, gidebilirsiniz. Siz gidinki bir an önce Azra bulunsun değil mi?" Deyip gülümseyince ben de gülümsedim. "Öyle." Dedim ve son bir kez açık olan kapıdan kızın odasına bakıp konuştum. "Bir an önce onu bulacağız hiç merak etme, neyse iyi günler." "Size de." Diyen kıza başka hiçbir şey söylemeden evden çıktım. Çıkar çıkmaz da telefonumu çıkarıp Cansu'yu aradım. Merdivenlerden inerken Cansu telefonu açtı. "Efendim Mira." "Söylediğim her şey doğru. Azra'nın arkadaşının evine geldim. Kitabı okuduğunu doğruladım. Bir an önce her şeyi babama anlatıp bir şeyler yapmamız lazım." Dediğimde apartmandan çıkmıştım bile. "Biz merkezdeyiz zaten, buraya gel Sedat amirle konuşalım." Arabaya bindim. "Tamam, yarım saate kadar oradayım." "Bekliyorum." "Görüşürüz." Deyip telefonu kapattım ve yan koltuğa atıp arabayı çalıştırdım. Umarım her şey tahmin ettiğim gibidir. Çünkü eğer öyleyse ve biz gerçekten bir cinayet romanının içindeysek Azra hâlâ yaşıyordur ve kendisi gini kaçırılan insanların yanındadır. Çünkü kitaba göre planlanan cinayetin işlenmesine hâlâ birkaç ay vardı. Arabayı çalıştırıp merkeze doğru sürerken Azra dosyası yüzünden unuttuğum şeyler aklıma geldi. O evde bulunan günlükler, katilin söyledikleri, yaptıkları bir tek benim aklıma takılıyordu. Herkes katil öldü dosya kapandı havasındaydı şu an. Sanırım gerçekten de cinayetlerin sebebini bir tek ben merak ediyorum ve bu merakımın başıma iş açmasından deli gibi korkuyorum. Merkeze ulaşınca arabadan indim ve bizimkilerin yanına, her zaman olduğumuz yere, gittim. Darmadağın bir hâlde olan masamı es geçerek babamın odasının önündeki büyük masada oturan Cansu'nun yanına oturdum. "Ne yapıyorsunuz?" Başını önündeki dosyadan kaldırarak konuştu. "Kağıt işleriyle uğraşıyorum, bana kaldı yine." Dedi bıkmış bir ifadeyle kağıtlara imza atarken. "Dosya kapanıyor yani öyle mi?" Göz ucuyla bana baktı. "8 kişiyi öldürdü ve intihar etti. Ortada ceza çekecek hiç kimse yok. Bu yüzden mahkeme falan da yok. Bir tek ormanda yakaladıklarımız var onlardan da bir şey çıktığı yok. Kapanmayıp da ne yapacak dosya?" "Geri kalan hiçbir şeyi merak etmiyor musunuz? Adamın söylediği şeyleri, bıraktığı notları, o evde bulduğumuz günlüklerde olan tuhaf şeyler hiç mi merak uyandırmıyor siz de?" Geriye yaslandı ve derin bir nefes aldı. "Doğrusunu söylemem gerekirse deli gibi merak ediyorum. Fakat dosya kapanacak dediler, kapanıyor işte." Bıkkınca ofladım. "Çok saçma bu sanki..." Deyip sustum, söylemeye cesaret edemedim. Benim yerime Cansu cesaret edip konuştu. "Sanki bir şeyin üstünü kapatıyorlarmış gibi değil mi? Bugün yaşanan şey çözüldü bitti geçmişin de araştırılması istenmiyor. Sanki gerçekten katil bir şeyler anlattı ve o şeylerin ucu birine çıkıyor, o da bunu bildiği için dosyayı alelacele arşive kaldırıyor." Cansu sanki zihnimi okumuş gibi hissettim. "Sence o birisi kim?" Omuz silkti. "Hiçbir fikrim yok, en ufak bir fikrim yine yok." Gözlerimi ondan çektim. "Benim var." Dedim büyük cesaretle. Cansu'nun gözleri üzerimdeyken devam ettim. "Ateş diye bahsettiği kişi her kimse o olabilir." "Mira dün gece katil ölmeden önce sürekli Ateş dedi bize. Ateş burada, beni görüyor, duyuyor, o da bizim gibiydi, kendini kurtardı dedi. O bunu söylerken de o çatı katında ikimiz, Savaş, Barış ve Tufan başkomiser vardı. Ateş senle ben olamayacağımıza göre geriye üç seçenek kalıyor." Sessiz kaldım, Cansu devam etti. "Onlar da hiçbir şey yapamaz. Yani demek istediğim üçünün de herkesin peşinde olduğu dosyayı bu şekilde kapatmaya gücü yetmez. Ayrıca uyarı direkt müdürden geldi. Dosyayı kapatın artık dedi. Yani bu iş başka birine dokunuyor daha büyük birine. Bu yüzden bence sen de sakın bu işin peşine düşme." Cevap veremedim. Cansu önündeki dosyaları alıp ayağa kalktı. "Hadi kalk babanın yanına gidelim. Barış'la Savaş orada, seni bekliyorlardı zaten." Deyip odaya doğru yürürken dediğini yapmak yerine oturmaya devam ettim. Dudaklarımı büzmüş oturmaya devam ederken Cansu'nun sesini duydum. "Hadi Mira." Ona doğru dönüp ayağa kalktım ve yanına gittim. Cansu odanın kapısını çalıp içeriye girerken peşinden girdim. "Gelin kızlar, gelin." Diyen babama baktım. O bile bu iş bittiği için mutlu görünüyordu. Cansu dosyaları babamın önüne bırakıp Savaş'ın yanına otururken kapıyı kapatıp ben de Barış'ın yanına oturdum. "Bunlar bana bir şeyler anlattılar Mira. Kitap, yazar falan dediler. Sen de kızın evine gitmişsin." Herkesin gözleri beni bulurken babama bakıp başımı salladım. "Gittim amirim ve fark ettiğim şeylerin doğru olduğundan emin oldum." Geriye yaslanıp merakla yüzüme baktı. "Bir de sen anlat bakayım şu işi." Deyince telefonumdan yeniden kitabın fotoğrafını açıp ayağa kalktım ve babamın önüne bırakıp yeniden yerime oturdum. Daha sonra ise önce benim fark ettiğim sonra da bizimkilere anlattığım her şeyi tek tek en ince ayrıntısına kadar babama da anlattım. Her kelimemde biraz daha şaşırırken Azra'nın arkadaşıyla konuştuklarımı da anlattım. Konuşmam bittikten sonra hiç kimse hiçbir tepki vermedi. Babam şaşkın ve düşünceli bir ifadeyle dakikalarca yüzüme baktıktan sonra şaşkınlığını üzerinden atmış olacak ki konuştu. "Aslında anlattığın şeyler çok saçma ve anormal." Babamın söylediği şeyler kaşlarımı çatmama neden olurken ayağa kalktı. "Ama hangi cinayet normal olabilir ki zaten?" Rahat bir nefes aldım. Bir an için saçmaladığımı söyleyeceğini düşününce çok korkmuştum. "O zaman bir an önce bir şeyler yapmalıyız amirim." Dedim. Babama amirim demek zor geliyordu, biraz da tuhaf ama herkesin içinde ona baba dememem konusunda da beni net bir dille uyarmıştı. "Aynen öyle bir şeyler yapmalıyız." Deyip karşımızda durdu. "O zaman ilk iş gidip adamı göz altına alıp sorgulamak olacak." Diyen Cansu'ya baktım. Babam onun hemen ardından konuştu. "Adamı sorguya alırsak ne olur?" Diye sordu. Hiçbirimiz cevap veremezken devam etti. "Muhtemelen inkâr eder hem de sonuna kadar inkâr eder. Çünkü elimizde büyük bir delil olmadığını çok iyi biliyordur. Yok da zaten." Hemen atıldım. "Yani?" Babamın gözleri beni buldu. "Yani anlayacağınız bu şekilde varsayımlarla biz hiçbir şey yapamayız ve göz altı süresi dolduğunda adamı serbest bırakmak zorunda kalırız." Deyip ellerini cebine koydu. "Peki o zaman neler olur sizce?" Bizimkilere baktım. Yine hiçbiri cevap veremezken ben de sessiz kalmayı tercih ettim. "Ben size söyleyeyim neler olacağını; adam onu alıp buraya getirdiğimiz için kendisinden şüphelendiğimizi anlayacak, bir şeyleri çözmeye başladığımızı tahmin edecek ve buradan çıkar çıkmaz hiçbir yere uğramadan doğrudan evine gidecek. Çünkü eminim peşine polis takıp onu takıp ettireceğimizi de anlayacak. Bu yüzden de sıradan görünmeye çalışacak. İşten eve evden işe mooduna geçecek." Babamın söylediği şeylere hak verdim. "O zaman da neler olacak biliyor musunuz? Azra'yı da kitaptan dolayı tahmin ettiğimiz ve henüz isimlerini bile bilmediğimiz ama kayıp olan diğer insanları da tuttuğu o yere gitmeyecek, gidemeyecek. Çünkü peşinde biz olacağız ve korkacak. O kadar kişiyi bir arada tek başına ancak elleri ayakları bağlı bir şekilde tutabilir. Yoksa hepsine gücü yetmez, bir şekilde kaçarlardı." Deyip sustu babam. Sanırım tecrübe denilen şey tam olarak buydu ve bizde de tam olarak bu eksikti. Olayı çözüyor sonra da hemen bitsin istiyorduk. Fakat bazen detaylı düşünmek gerekiyormuş. Tıpkı şimdi babamın yaptığı gibi. "Bu da demek oluyor ki kaçırdığı kişilerin yemeğini, suyunu kendi eliyle veriyor. Eğer bizim yüzümüzden onların yanına günlerce gitmezse şu an kayıp olanlar bizim hatamız yüzünden ceset olacaklar. Çünkü günlerce aç ve susuz kalıp sonunda da ölecekler." Dedi ve yerine oturdu. "Yani adamı göz altına alamayız. Göz altına alırsak kaçırdığı kişilerin ölümüne sebep oluruz. Zaten öldürmek için bir araya getirdiği kişilerin aç sussuz ya da havasız kalmaları adamın umurunda bile olmaz. Kendini kurtarmak için onları ölüme terk eder. Biz de yerlerini bilmediğimiz için hiçbir şey yapamayız." Cansu yine araya girdi. "Ne yapacağız o zaman? Adamı gizliden mi takibe alacağız?" Babam kaşlarını hayır anlamında kaldırarak konuştu. "Hayır, daha fazla zaman kaybedemeyiz. Bu yüzden küçük bir oyun oynayacağız." Babamın söylediği şey meraklanmama neden oldu. "Nasıl bir oyun?" Diye atıldım yine. Babamın gözleri yeniden beni buldu. "Birisi kitapevine gidecek. Tıpkı bir önceki olayların geliştiği gibi adamdan adamın yazdığı kitabı satın alacak. Polis gibi değil sivil birisi gibi davranacak tabii ki. Bakalım sonrasında adam neler yapacak?" "Ama." Diyerek Savaş araya girdi ve devam etti. "En fazla kaçırmaya çalıştığını falan öğreniriz. Sonra yine onu alıp buraya getirmek ve sorguya almak zorunda kalacağız. O zaman da az önce sizin anlattığınız o şeyler yine tek tek gerçekleşecek." Savaş'ın söylediği şey mantıklı gelirken bir anda gözlerim Barış'ı buldu. Ne konuşmaya dahil oluyordu ne de bizi dinliyormuş gibi bir hâli vardı. Sürekli saatine ve telefonuna bakıp duruyordu. "Kitabı satın alacak kişi adam kendisine bir şey yapmaya geldiğinde yani kaçırmaya falan geldiğinde buna izin verecek. Bilerek kaçırılacak. Farkındayım biraz riskli ama başka çaremiz yok. Zaten adım adım takip edeceğiz onu. Başına bir şey gelmesine asla izin vermeyiz." Babamın söylediği şeylerle gözlerimi Barış'tan çekip konuştum. "Peki kim olacak bu kişi?" Diye sordum. "Erkek polis olmaz, adam korkabilir. Bu yüzden kızlarımızdan birini göndereceğiz maalesef." Başımı sağa sola salladım. "Biz de olmayız çünkü adam ikimizi de gördü, tanıyor. Polis olduğumuzu çok iyi biliyor." Babamın gözleri Cansu'yla aramızda gidip gelirken Barış'ın birine hararetle mesaj yazdığını gördüm. Bu durum fazlasıyla şüphelenmeme neden olurken babamın sesini duydum. "Ben yardımcı olabilecek birini tanıyorum." Deyip telefonunu cebinden çıkarttı. Merakla ona bakarken birisini aradı. Babam aradığı kişiyle konuşurken yeniden Barış'a döndüm ve babamın meşgul olmasını fırsat bilerek sadece onun duyabileceği bir ses tonuyla sordum. "Bir sorun mu var?" Telefonun ekranını kapattı ve gözleri beni buldu. "Hayır, neden?" Gayet rahat görünüyordu. "Bilmem konunun çok dışındasın ve sürekli telefonunla meşgulsün. O yüzden sordum." Önüne döndü. "Dinliyordum sadece." Dedi ve geriye yaslanıp telefonunu cebine koydu. Daha sonra ise ellerini göğsünün altında birleştirerek babama döndü. Hareketleri bana fazlasıyla şüpheli gelmeye başlamıştı. Dikkat çekmemek için önüme döndüm. Dünden beri çok tuhaf davranıyordu. Ya da bana mı öyle geliyordu? Bilmiyorum. Her şeyden herkesten şüphelenmeye başladım ve bu çok sinir bozucu bir durum. Sırf bu yüzden kendime çok kızıyorum ama elimde olmadan oluyor bu. İnsanların hareketlerini incelemek, sorgulamak, her şeyin altında başka bir şey aramak, tek başıma da olsa bir şeyler yapmaya çalışmak benim yapımda var. Bunu yapmak istemiyorum, en yakınımdakilerden, her şeye rağmen benden şüphelenmeyen insanlardan şüphe duymak istemiyorum ama kendime de engel olamıyorum. "Geliyor." Babamın sesini duydum ama ona bakmadım. İçimde çok kötü bir his vardı ve bu beni fazlasıyla huzursuz ediyor. Odanın kapısına birkaç defa vuruldu. Başımı kaldırıp kapıya doğru baktım. Babamın gel demesiyle kapı açıldı ve bir üst ekipten Nazlı içeriye girdi. Esmer, renkli gözlü bir kızdı. Boyu uzundu ama çok zayıf olduğu için cılız bir görünümü vardı. "Beni çağırmışsınız amirim." Babam Cansu'nun yanındaki boş koltuğu gösterdi. "Konuşmamız gereken şeyler var, önce otur." Nazlı başını sallayıp babamın gösterdiği yere otururken göz ucuyla Barış'a baktım. Hâlâ aynıydı, konudan uzak. Babam Nazlı'ya olayı anlatırken sessiz kalmayı tercih ettim. "Bana öyle bakmaya devam mı edeceksin?" Deyip aniden Barış bana döndü. Odada ses çok fazla olduğu için onun söylediği şeyi bir tek ben duyarken devam etti. "Sorun ne?" Omuz silktim. "Hiç... Dalmışım sadece öyle. Bir sorun yok." Emin misin der gibi yüzüme bakarken gözlerimi ondan çektim. Çocuğu yiyecekmiş gibi yüzüne bakarsam o da döner niye bakıyorsun diye sorardı işte böyle. "Anlıyorum, siz de sanırım benden numaradan kaçırılan kız olmamı istiyorsunuz." Nazlı'ya baktım. Geriye doğru yaslanıp gülerek konuştu. "Hiç merak etmeyin, ben size yardımcı olurum. Sonuçta daha önce 3 kere kaçırıldım." Deyip bize baktı ve gülerek ekledi. "Tabii hepsi numaradan." Deyince ben de ona güldüm. Nazlı yeniden babama döndü. "Bizimkiler de dağ evinde cesedini bulduğumuz adamı araştırıyorlar." Deyip geldiğinden beri elinde tuttuğu dosyayı babamın önüne bıraktı. "Size de bunu vermemi rica ettiler." Babam dosyayı alıp incelemeden çekmecesine koyarken konuştu. "Hadi bakalım başlayın şu işe bir an önce. Attığınız her adımdan da beni haberdar edin." Cevap vermeden ayağa kalktım. Herkes de benimle birlikte kalktı. Tek tek odadan çıkarlarken ben de kapıya doğru yürüdüm ama daha sonra babamın sesiyle durdum. "Mira sen bekle." Gözlerim babamı buldu. Diğerleri bir şey söylemeden odadan çıktılar. Odanın kapısı kapanıp babamla yalnız kaldığımızda yanıma geldi. "Ben dün gece sana izin yap annenle biraz vakit geçir demedim mi? Senin burada ne işin var?" Omuz silktim. "Aslında sabah tam da senin dediğini yapıyordum ama annem beni ekti." Babamın kaşları çatıldı. "Ne demek annem beni ekti? Neden?" "Dün gece otelde birisi öldürürdü. Daha sonra birisi intihar etti ve bu durum sanırım dedemi biraz huzursuz etmiş. Hatta baya bir huzursuz etmiş. Sabah teyzem aradı annem de alelacele dedemin yanına gitti. Yoksa beraber alışverişe gidecektik. Ben de iznimi annemin müsait olduğu bir gün kullanmaya karar vererek buraya geldim." Başını salladı. "Anladım." Deyip iç çekti. "Peki o zaman hadi yetiş diğerlerine." Ona gülümseyip kapıya doğru yürürken yine konuşarak beni durdurdu. "Mira." Yeniden ona döndüm. Endişeli bir ifadeyle devam etti. "Çok dikkat et kızım." Gülümsedim ve başımı salladım. "Ederim." Deyip odadan çıktım. Bizimkileri büyük masanın etrafında toplanıp konuştuğunu görünce yanlarına gittim. "Hep beraber gidelim, Nazlı adamın yanına girdiğinde biz de kapıda arabayla bekleriz. Bir hareketlilik olduğu zamanda hemen destek çağrırız. Sonuçta adam tek başına olmayabilir." Savaş'ın söylediği şeyi duyunca plan yaptıklarını anladım. "Bence olur, hadi gidelim de bitsin bir an önce şu işte." Deyip Barış yanımızdan uzaklaşırken Cansu konuştu. "Hadi o zaman gidelim." Diyerek Cansu Nazlı'yla beraber Barış'ın arkasından giderken Savaş bana baktı. "Hadi Mira." Savaş'da giderken ben de peşlerinden gittim. Merkezden çıktıktan sonra hepimiz bir arabaya bindik. 5 kişi tek arabaya biraz zor sığmış olsak da bindik. Arabadayken gözlerimi bir an olsun Barış'tan çekmedim ve tüm yol boyunca onu izledim. Son günlerde şüphelerim bir tek onun üzerineydi. Hareketleri, konuşması, duruşu bile şüpheli gelmeye başlamıştı. Dün gece o çatıda yaptıkları, dünden sonraki rahat tavırları hep dikkatimi çekmişti. Ya da acaba sadece abartıyor muyum? Savaş arabayı kitapevinin biraz ilerisinde durdurdu. Cansu'nun her zaman oturduğu yerde oturan Nazlı polis olduğunu belli edecek tüm eşyalarını bırakarak arabadan indi ve sivil birisi gibi kitabevine doğru yöneldi. "Umarım tüm olay içeride gerçekleşmez." Cansu'nun söylediği şeyi duydum ama cevap vermeden dikkatle kitapevine giren Nazlı'ya baktım. "Ciddi ciddi bir romanın içinde yazan şeylerin gerçekleştiğine ve bizim şu an o olayı çözmeye çalıştığımıza inanamıyorum." Cansu'ya göz ucuyla bakıp seri katilden sonra böyle bir şeye şaşırmış olmasından dolayı gülüp yeniden önüme döndüm. "Umarım her şey sadece bir varsayım değildir." Diyen Savaş'a baktım. İç çekip dikiz aynasından bana baktı. devam etti. "Her şey bir tesadüfte olabilir. Adamın kızla hiçbir ilgisi olmayabilir." Kaşlarımı çattım. "Hâlâ anlattığım şeylerin saçma olduğunu mu düşünüyorsun?" Başını sağa sola salladı. "Saçma olduğunu düşünüyor olsaydım şu an burada olmazdım ama her şeyin hâlâ bir varsayım olduğunu da atlamamamız gerekiyor. Buradan elimiz boş bir şekilde de dönebiliriz." Ona cevap vermeden ellerini göğsünün altında birleştirmiş kitapevine doğru bakan Barış'a baktım. "Sen ne düşünüyorsun? Sence de elimiz boş bir şekilde mi döneceğiz buradan?" Gözlerini baktığı yerden hiç çekmeden konuştu. "Düşünmüyorum, birazdan olup biteni anlayacağız zaten. Elimizde kıza dair başka bir şey yokken bunu yapmaktan başka çaremiz yoktu. Biraz daha bekleyelim." Cevap vermedim. Tam kendisine göre bir cevap vermişti. Geriye yaslanıp ellerimi göğsümün altında birleştirdim ve ben de izlemeye başladım. O sırada zihnimin içinde dönen binbir şeyden birisi de Cansu ve Barış'ın hâlâ konuşmuyor olmasıydı. Birbirleriyle tek bir kelime bir etmiyorlardı. Sanırım aralarındaki sorun henüz çözülmemişti ve bu fazlasıyla can sıkıcı bir durum. Nazlı'nın kitapevine girmesinin üzerinden bir saat kadar zaman geçti fakat hâlâ dışarıya çıkmamıştı. Bu durum arabadaki gerginliği artırırken Savaş konuştu. "Yeterince bekledik, bu kadar uzun sürmesi normal değil." Deyince hemen atıldım. "Katılıyorum, bir kitap alıp adamla biraz sohbet edip yakınlık kurduktan sonra çıkacaktı. Diğerlerinin bizi onaylamasını beklerken Barış oturduğu tarafın kapısını açtı. "Giriyoruz." Deyip arabadan indiğinde ben de hızla indim. Diğerleri de inerken konuştum. "İçeride ne olduğunu bilmiyoruz. Belki de kız duruma göre kendince plan yaptı, bize haber veremedi." Barış'ın gözleri beni buldu. "Baskın yapar gibi girmeyeceğiz. Soruşturma yapıyoruz diye girer etrafı kolaçan ederiz. Baktık kız kendince bir şeyler yapmış numaradan bir iki soru sorar onu bırakır çıkarız ama yok baktık kız yok bir şeyler olmuş o zaman olay patlar." Başımı sallayarak konuştum. "Olur." Barış başka bir şey söylemeden kitapevine doğru yürürken peşinden ilerledim. Kitapevinden içeriye girince adamı masalardan birinde yalnız başına oturduğunu gördüm ve kaşlarımı çattım. Etrafa göz atıp Nazlı'ya bakındım ama göremedim. "İyi günler." Cansu'nun sesiyle adam önündeki kitaptan başını kaldırıp bize baktı. Önce şaşırdı sonra telaşla ayağa kalktı. "Buyurun çocuklar." Deyip yanımıza geldi. Gözleri Cansu'yla benim aramda gidip geldikten sonra konuştu. "Siz dün sabah gelen polislersiniz." Başımı salladım ve yanına gittim. "Evet onlarız, eksik birkaç soru sormuşuz onun için geldik." Gülümsedi ve az önce yalnız başına oturduğu masayı gösterdi. "Buyurun oturun, öyle konuşalım." Ona cevap verecekken Barış araya girdi. "Oturmaya falan gerek yok." Dedi ve etrafa, kitaplıkların arkasına doğru, bakarak konuştu. "Sizden başka birisi var mı şu anda burada?" Adam Barış'a döndü. "Neden soruyorsunuz?" Savaş araya girdi. "Neden sorduğumuzu falan boş verin. Sizden başka birisi var mı?" Adam başını sağa sola salladı. "Hayır, hiç kimse yok. Gördüğünüz gibi yalnızım. Sabahtan beri çok fazla kişi gelmedi zaten. Siz ne sormak için geldiniz bana?" Dediği an Barış adama yaklaştı. "Kimse yok öyle mi?" Adam şüpheleyle bize bakarken Barış belinden kelepçeyi çıkardı ve adamın arkasına geçti. "Durun çocuklar! Ne yapıyorsunuz ne yaptım ben? Burada oturmak dışında..." Savaş devam etmesine izin vermedi. "Sus!" Savaş'ın öfkeli sesi adamı sustururken Barış kelepçeyi taktı ve adamı Savaş'ın getirdiği sandalyeye oturttu. "NE YAPIYORSUNUZ SİZ? BUNA HAKKINIZ YOK!" Adam öfkeyke bağırmaya başlarken Savaş adamın önünde yere diz çöktü. "Bana bak lan yaşından dolayı insan gibi davranıyoruz sana ama benim sabrımı sınama! Ne yaptın lan az önce buraya giren kıza?" Adamın yalancı şaşkın bakışları hepimizin arasında gezindi. "Ne kızı? Ne diyorsunuz siz? Ben kız..." Savaş devam etmesine izin vermedi. "Boşu boşuna kendini yorma! Yaşlı başlı adamsın ölür gidersin! Cezanı çekmemiş olman benim sinirimi çok fazla bozar. Şimdi söyle lan nerede kız?" "Kız falan yok ortada! Ne soruyorsunuz anlamıyorum! Sabahtan beri burada yalnız başıma oturuyorum. İsterseniz kamera kayıtlarına..." Barış araya girdi. "Lan siktirtme kameranı falan!" Deyip adamın arkasından önüne geçti. "Bu sefer sert kayaya çarptın. Az önceki kız polisti. Geri dönüşü yok yani artık." Onlar komşumaya devam ederken Cansu'ya baktım. "Gel benimle." Deyip kitapevinin içine doğru yürüdüm ve etrafa bakınmaya başladım. Cansu benim yürüdüğüm tarafın tam tersi yönüne yürüyüp etrafa bakınırken bir umut seslendim. "Nazlı." Sesim kütüphanenin içinde yankılanırken cevap gelmedi. Herhangi bir kapı, bir oda falan aradım ama bulamadım. Burası çok büyük bir yerdi fakat öyle hiç kimseyi şüphelendirmeden birilerini zorla tutacak kadar da büyük değil. "Mira." Duyduğum sesle arkamı döndüm ve Cansu'ya baktım. "Hiçbir şey yok." Deyince derin bir nefes aldım. "Bu tarafta da yok." Yanıma geldi. "Ne oldu o zaman? Kız gözümüzün önünde buraya girdi ama yok oldu." "Bilmiyorum." Dedim fakat bir anda aklıma gelen şeyle telaşla konuştum. "Kitabı bulalım." Cansu anlamadığını belli edecek bir ifadeyle yüzüme bakarken konuştum. "Adamın yazdığı kitabı bulalım, belki bir şeyler çıkar." Başını salladı. "Peki." Deyip etrafa baktı. "Burada bulmak zor olacak ama bulalım." Gidecekken konuştum. "Cansu ortadaki raflara bakma. Sadece duvar kenarında olanlara bak." Kaşlarını çattı. "Sebep?" "Ortadaki raflar hiçbir yere açılamaz çünkü." Cansu ne söylemek istediğimi anlamış olacak ki yüzünde tuhaf bir ifade oluştu. Şu an o ifadenin benim yüzümde de olduğuna yemin edebilirim. Cansu bir şey söylemeden kitabı bulmak için diğer tarafa giderken ben de alelacele kitabı aramaya başladım. Aynı zamanda her rafı zorlayıp arkasında bir şeyler var mı diye bakıyordum. Savaş ve Barış adamdan bir şey öğrenemeden yanımıza geldiklerinde adamı da sabit bir yere kelepçelemişlerdi. Neyi neden aradığımızı onlara da anlattıktan sonra hep beraber kütüphanenin içini didik didik ettik. O sırada destek ekipte gelmiş ve bize katılmıştı. "Buraya bakın!" Cansu'nun sesiyle hemen ona döndüm. Yanında durduğu kitaplığı gösterdi. "Burada bir tuhaflık var." Deyince hızlı adımlarla yanına gittim. Diğerleri de gelmişti. "Hareket ediyor gibi sanki." Savaş iki kitaplık arasındaki boş alana girdi. Barış'ın yardımıyla kitaplığı duvardan uzaklaştırdılar ve bir anda gördüğüm şeyle öylece kaldım. Çünkü kitaplığın arkasında bir insanın rahatlıkla geçebileceği yuvarlak bir delik vardı. "Ve aradığımızı bulduk." Dedi Savaş hiç sorgulamadan delikten geçerken. Biraz iri olduğu için delikten geçmekte zorlansa da başardı. Barış onun peşinden Cansu Barış'ın peşinden geçtikten sonra ben de geçtim. Çok dar bir alandı ve aşağıya doğru demir merdiven uzanıyordu. "Burası ne ya böyle?" Kelimeler ağzımdan istemsizce dökülürken bizimkileri takip edip dikkatli bir şekilde merdivenleri indim. Merdivenlerin sonunda bizi uzun ince bir koridor karşıladı. Koridorun başında durup gördüklerime hayretler içinde baktım çünkü koridorda duvar yerine demir parmaklıklar vardı. Küçük oda tarzında hazırlanmış kafes gibiydi. "Siktir lan ne yapmış bu adam böyle?" Savaş ağzına geleni söylemeye devam ederken koridorda ilerledim. Birkaç boş kafesten sonra birinin içinde eski bir yatakta yatan birini gördüm ve arkamı dönüp hâlâ şaşkın olan bizimkilere baktım. "Burada insanlar var." Hepsinin gözü beni bulurken bir ses yankılandı. "Hey geldiniz mi sonunda? Hadi açın şurayı Allah aşkına delireceğim burada!" Nazlı'nın sesi kulaklarıma gelirken koridorun sonuna doğru gittim ve onu da bir kafesin içinde yatağın üzerinde otururken gördüm. "Nazlı?" Ayaga kalktı, iyi görünüyordu. Parmaklıklara doğru yaklaşırken konuştu. "İleride bir yerde duvara anahtar astı, tek bir anahtar vardı ve sanırım tüm kapıları açacak anahtar o. Onunla açabilirsin kapıyı ve bir an önce açıp beni buradan çıkarsan iyi olacak. Çünkü çok fazla sinir bozucu burada olmak. Şu insanları da bir an önce çıkaralım. Hayvan herif neler yapmış." Sanki dilimi yutmuş gibi ona cevap vermeden dediğini yapıp anahtarı söylediği yerde buldum ve oyalanmadan onu çıkardım. "Anons geçin, ambulans göndersinler hemen." Cansu Savaş'ın söylediği şeyi yaparken elimdeki anahtarla diğer kapıları açtım fakat çok tuhaf bir şekilde herkes uyuyordu. Muhtemelen bir ilacın etkisindeydiler. Önce genç bir kızın, sonra orta yaşlı bir adamın, daha sonra sırasıyla farklı yaş gruplarından 3'ü erkek ve 5'i kız olmak üzere toplam 10 kişinin kaldığı yerin kapılarını açtım. En sonda da arkası dönük uyuyan birinin kapısını açtım. Diğerlerinin yanına diğer polisler ve bizimkiler girip durumlarını kontrol ederken ben de son açtığım yere girdim. İçeriye doğru ilerleyip yatan kişiye yaklaştım ve bir kız olduğunu gördüm. ilaç etkisinden dolayı uyanmayacağını bildiğim için kolundan tutup kendime doğru çevirdim ve yüzüne baktım. Bu aylardır aradığımız Azra'ydı, Azra kevser. Onu gördüğüm için güldüm. Gözleri açıktı, kirpiklerini kırpıyordu ama başka hiçbir tepki vermiyordu. Yaşıyor olmasından dolayı mutluluktan gözlerim dolarken polisler uyandırabildiklerini buradan çıkarmaya başladılar bile. Mutluluktan dolayı akan gözyaşlarımı kimseye göstermeden sildim. Artık annesine verebilecek bir cevabım var. Hem de iyi ve mutlu bir cevap. O kadının karşısına bir daha çıktığımda kızın yaşıyor diyebileceğim. "Azra beni duyuyor musun?" Dedim yüzüne dokunarak. Gözleri ağır ağır beni buldu. Birkaç saniye yüzüme baktıktan sonra gözlerini kıstı. Gülümseyerek ona bakmaya devam ederken yeniden konuşmak istedim ama bir anda hızla beni itip ayağa kalktı. Sırtım arkamdaki duvara değerken Azra odanın bir diğer ucuna gitti. "SEN KİMSİN?" Konuşurken dili dolanıyordu. Ayakta durmakta bile zorlanıyordu. "Sakin ol, sana zarar vermeyeceğim. Polisim ben, seni kurtarmaya geldim. Buradan çıkacağız." Başını sağa sola salladı. "Yalan söyleme! Kimse bize yardım edemez yalan söyleme! Ne yapacaksın bana, kimsin sen?" Ona doğru bir adım attım. "Hiçbir şey yapmayacağım. Seni buradan çıkartacağım ve annene götüreceğim. Dışarıda da arkadaşlarım var onlarda diğerlerine yardım ediyor. Hadi korkma gel, çıkalım artık buradan. Bu iğrenç yerde daha fazla kalma." Azra korku dolu gözleriyle yüzüme bakarken gözleri üzerimde gezindi ve daha sonra bir yere odaklanıp konuştu. "Silahın var." Silahıma doğru baktım ve montumun içinden göründüğünü fark edip ona döndüm. "Evet çünkü ben polisim, söylemiştim az önce." Başını sağa sola salladı. "Yalan... Yalan... Yalan..." Sürekli aynı şeyi tekrar edip dururken ne yapacağımı bilemedim. Kızın delirmiş gibi bir hâli vardı. "Azra..." Devam edemedim çünkü Azra bir anda her odada olan küçük masanın üzerinde duran bir kitabı aldı bana doğru fırlatıp bağırdı. "YALAN SÖYLÜYORSUN YALAN!" Kitap yüzüme çarpınca acıyla bağırıp yüzümü tuttum. Kitabın tam kenarı sol gözümün altına denk geldiği için canım yanmıştı. Gözümü tutup acı çektiğimi belli edecek sesler çıkartırken Azra yere diz çöküp ellerini başının arasına aldı ve ağlamaya başladı. O sırada küçücük alana herkes doluştu. "Mira iyi misin?" Deyip Cansu yanıma gelirken herkes bir yerde ağlayan kıza bir de bana baktı. "İyiyim." Dedim hâlâ gözümü tutmaya devam ederken. Polislerden birisi kızın yanına gidecekken kolundan tutarak durdurdum. "Hayır, çok korkuyor." Adam bana ne yapacağız der gibi bakarken kıza ben yaklaştım. Bana zarar verdiği hâlde ona bir şey yapmadığımı fark ederse belki biraz da olsa sakinleşirdi. Gözüm acısa da bunu umursamadan kızın yanına gittim ve onun gibi ben de diz çöküp ellerini tuttum. "Azra, biz sana zarar vermeyeceğiz. Hiçbirimiz buraya bunun için gelmedik. Hadi kalk gidelim buradan. Bak diğer herkesi çıkarttılar sen de kalk." Başını yerden kaldırdı. Gözlerime değil de kitabın değdiği yere doğru baktı. Birkaç saniye oraya odaklandıktan sonra gözlerini arkamdakilere çevirdi. Ayağa kalkıp ona elimi uzattım. "Hadi." Diye yineledim. Gözleri herkesin üzerinde tek tek gezindikten sonra uzattığım elime baktı ve birkaç saniye sonra tutup ayağa kalktı. Hâlâ ağlamaya devam ederken onu odadan daha doğrusu kafesten çıkarttım. Polislerden birisi onu alıp çıkışa doğru götürürken gözlerim dolu dolu arkasından bakıp gözümün altına, acıyan noktaya dokundum ve yüzümü buruşturdum. "İyi misin?" Diyerek Barış yanımda geldi ve dikkatle yüzüme baktı. Gözlerime değil de morardığına emin olduğum noktaya doğru bakıyordu. "İyiyim." Elini kaldırıp göz altıma dokundu ve iç çekti. "Şişecek gibi duruyor." Deyip elini yeniden çekerken konuştum. "Bir şey olmaz, birkaç güne kadar geçer." Başını salladı. "Hadi çıkalım şuradan buz falan bir şeyler koy." Onu başımla onayladım. Gözüme bir anda Azra'nın attığı kitap çarpınca eğilip yerden aldım ve ismini okudum. "Cinayet Romanı." Deyip güldüm ve aklıma gelen şeyle kitabı da alıp kafes gibi olan yerden çıktım. Her yerde polis vardı. Hızlı adımlarla merdivenlere doğru yürüdüm ve yeniden bulduğumuz deliğin yanına çıktım. Deliğin yanına ulaştığımızda kütüphane tarafına geçtim. Etrafa bakıp ilerde duran adamı gördüm. Kelepçeleri çözülmüştü ve sandalyede oturuyordu. Yanında da bir polis vardı. Hızlı adımlarla yanına gittim ve karşısında durdum. Beni görünce ayağa kalktı. Bir şey söylemek yerine sessiz kalmayı tercih etti. "Romanın sonu böyle bitmiyordu değil mi? Romana göre cinayetler işlendikten sonra suçlu bulunuyordu. Fakat biz seni sadece kaçırılma kısmında bulabildik ve bunun için çok mutluyum." Yine sessiz kaldı. Elimdeki kitabı göstererek konuştum. "İtirafın elimde duruyor zaten ama yine de önce sorguya alınacak ve yaptığın tüm pisliği anlatacaksın sonra da doğrudan cezaevine gideceksin. Senin yerin bu kitapların arası değil o cezaevi çünkü." En başından beri olduğu gibi yine sessiz kaldı. Alayla konuşmaya devam ettim. "Bir dakika kitapta havalı bir polis vardı hatırladığım kadarıyla suçluyu yakaladığı zaman şey diyordu." Deyip düşünüyormuş gibi yaptım ve konuştum. "Hatırladım, özellikle bu kısma bakmıştım zaten. Seni yakaladığımda söyleyebilmek için." Dedim ve gözlerinin içine bakarak konuştum. "Oyun bitti, perde kapandı." Dedim ve belimdeki kelepçeyi çıkardım. "Şimdi cezanı çekme vakti." Deyip gülerek bileklerine kelepçeyi taktım ve yanımdaki polise baktım. "Götürün bunu merkeze." Polis dediğimi yapıp adamı götürürken rahat bir nefes aldım. Çok tuhaf bir şekilde bu kadar kişinin hayatını seri katilin, Aren'in, kitaba yazdığı notlar sayesinde kurtarmıştık. Ölü bir katil, başka bir katili ortaya çıkarmıştı. Giden adamın arkasından bakarken çıkardığımız insanları tek tek ambulansa bindirip sağlık kontrolü için hastaneye götürdüklerini gördüm ve ellerimi cebime koyarak konuştum. "Hadi bakalım şimdi su olup ateşi söndürme vakti." **** Herkese tekrardan merhabalar, nasılsınız, neler yapıyorsunuz?💫 Kitapta bu zamana kadar okudunuz iki olay vardı ve ikisi de çözüme kavuşmuş durumda. Sanırım herkesin aklında şu an Ateş kim sorusu ve katilin bunlar neden yaptığı dönüp duruyor. Bunu öğrenmenize çok çok az bir zaman kaldı. Çok yakın bir zamanda Ateş ortaya çıkıyor ve asıl kitap Ateş çıktıktan sonra başlıyor.(◔‿◔) Sizce Ateş'i Mira mı bulacak yoksa kendisi mi ortaya çıkacaktır? Ateş ortaya çıktıktan sonra neler olacaktır dersiniz? Her bölümde olduğu gibi yine ipuçları bıraktım. Fakat bu sefer çok minik bir ipucuydu. Bulabilen oldu mu? Bölüm hakkındaki yorumlarınızı bekliyorum.❥ Buraya bölümü en iyi anlatan emojiyi bırakabilirsiniz. ✨ Bir sonraki bölümün alıntısını okumak duyurulardan haberdar olmak için beni sosyal medya hesaplarımdan da takip edebilirsiniz.💫 Yeni bölümde görüşmek dileğiyle... Kendinize çok iyi bakın, sevgiyle ve sağlıkla kalın.♡ Instagram: gizzemasllan Twitter: gizzemasllan |
0% |