Yeni Üyelik
41.
Bölüm

ÖZEL BÖLÜM "İHANET"

@gizzemasllan

Selamla suç ortaklarım :)

Başlamadan önce yıldıza dokunarak bana destek olabilirsiniz :)

Buraya ben de sizin için bir yıldız bırakıyorum.⭐ Sizinkileri de bekliyorum.❥

Keyifli okumalar.♡

ÖZEL BÖLÜM "İHANET"

YAZARDAN

"Barış Erendil!" Dedi bir saatir küçük ve karanlık odanın ortasında duran masanın etrafında dönen komiser. O masada oturan Ateş Demirkan'dı ve komiser ona üsten üsten bakıyordu. Ateş ise başını kaldırıp hiç ona bakmadı.

Aklı karışıktı, bulunduğu duruma anlam veremiyordu. Mira neden yaptı bunu diye düşünüyordu ama kendine doğru düzgün bir cevap veremiyordu. Ne bileğine takılmış olan kelepçeler umurundaydı ne de herhangi başka bir şey. Bir tek Mira umurundaydı.

"Kimdi o adamlar? Neden öldürdün?" Diye sordu komiser, ilk defa bu kadar büyük bir olayın içinde bulunmanın mutluluğunu yaşıyordu. Bu işlerde yeniydi ve bu olaylar onu heyacanlandırıyordu.

Ateş gelen bu soruyu da duymadı. Gözlerini masaya odaklamış ve sadece Mira'yı düşünüyordu. O depodan çıkarken görmüştü onu. Başta böyle bir şeye ihtimal vermemişti ama Mira'nın bakışlarıyla anlamıştı doğrunun ne olduğunu. Fakat hâlâ buna inanmak istemiyordu. Tamam kızar, engel olurdu ama bana bunu yapmazdı diyordu kendi kendine. Çünkü benim kadar o da seviyordu, bunu yapamaz diye içinden geçiriyordu.

"O adamlarla derdin neydi?" Bu kez duydu gelen bu soruyu ve sonunda başını kaldırıp Polis'e baktı ama cevapsız bıraktı sorusunu. Şu an herhangi bir şeye cevap verecek durumda değildi. Tek istediği saatlerdir oturduğu bu karanlık sorgu odasından bir an önce çıkmak ve neler olduğunu tam anlamıyla anlayabilmekti.

"Konuşmamakta ısrarcısın demek." Dedi komiser, Ateş'in korktuğu için sustuğunu düşünüyordu. Oysa Ateş'in umurunda bile değildi şu an o.

Ateş Demirkan'ın bu suskunluğunun sebebi henüz ihanet değildi. Şimdilik sadece şaşkınlık yaşıyor ve neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. Henüz ihanetle tanışmamıştı. Hâlâ Mira'nın orada başka bir şey için bulunduğunu, bunu yapanın başka biri olduğunu düşünüyordu. Tam da bu yüzden ihanetin acısını yaşamıyordu henüz. İçinden sürekli 'Lütfen Mira, lütfen yapmamış ol.' diyordu kendi kendine.

Gözlerini kapattı, başını önüne eğdi ve Mira'yı düşündü. Birkaç saat önce onu son gördüğünde gözlerinde gördüğü o hayal kırıklığını bir kez daha hisetti. Ne için bakmıştı bana öyle diye düşünüyordu? Niye baktı? Mira'nın gördüğü fotoğraflardan bihaberdi, hatta bu aklına bile gelmiyor ve o bakışa anlam veremiyordu. Acaba engel olacağını bildiğim hâlde kendini atlatıp bunu yaptığım için miydi o bakışlar diye soruyor kendine daha sonra da hayır, bu mantıklı değil cevabını veriyordu.

Artık kendi kendine konuşmaya başlamıştı zihninin içinde. Onun için her şeyin sonu da bu olacaktı zaten. Kendi zihnini dinlemesi. Bundan sonra onu yönetecek tek şey zihnindeki ses olacaktı ve o ses ona zamanla hiç memnun olmayacağı şeyler söylemeye başlayacaktı.

"Demek konuşmayacaksın." Polis bu kez de bu cümleyle girdi araya. Ateş'in zihnindeki ses o kadar yoğundu ki bu adamın sesini hiçbir şekilde duymuyordu.

Polis de bu sorguya daha fazla devam etmek istemedi. İki saatir sorduğu hiçbir soruya cevap alamıyordu çünkü. Bu yüzden pes etti ve Ateş'in kolundan tuttu. "Kalk hadi." Dedi, Ateş bunu da duymadı ama polisin kendisini yönlendirmesine izin verdi.

Sadece birkaç dakika sonra demir parmaklıkların ardındaydı. Bulduğu ilk yere oturdu. Öne doğru eğildi, başını da eğdi. Başını ellerinin arasına aldı. Sadece birkaç saniye sonra ellerini saçlarına daldırdı. Saçlarını öyle bir çekti ki tek amacı zihninin içinde dönüp duran cümleleri öldürmekti. Bunun için kendi canını yakması gerekiyorsa yakmaya razıydı. Zira bu düşüncelerle yaşamak canını daha da çok yakıyordu.

Mira'nın ihanetini kabullenmek zor geliyordu.

Bir ara başını kaldırdı. Bulunduğu nezarethanede bir sağına bir soluna baktı. Hâlâ bir yerlerden Mira'nın çıkıp gelmesini bekliyordu. Gelmesini ve ben sana bunu yapmadım demesini bekliyordu. Çünkü ona göre olması gereken tam olarak buydu. Mira bana ihanet etmiş olamaz diyordu. Oysa o ihanet çoktan gerçekleşmişti bile. Kabul etmek istemediği tek şey de buydu. Kendine milyon tane bahane sunuyor, kendini bunu Mira'nın yapmadığına ikna etmeye çalışıyordu.

Mira ise giden polis arabalarının arkasından dakikalarca baktıktan sonra arabasının yanına diz çökmüş dakikalarca ağlamıştı. O da Ateş'in ihanetine ağlıyordu. Sevdiği adamın kendisini kandırmış olması yakıyordu canını. Ateş Amerika'ya kadar gidip de Gamze'yle arasında hiçbir şey olmadığını söylediğinde, Gamze elimi bile tutmadı bu zamana kadar dediğinde inanmıştı onlara. En çok da bu inanmışlık onu bitiriyordu. Çünkü gördüğü fotoğraflar duyduğu her şeyi yalanlıyordu. O fotoğraflarda el ele tutuşmakla kalmamış öpüşmüşlerdi bile. Hatta beraber tatile gittiklerini bile görmüştü Mira.

Arabanın yanından kalkıp da evine zorlukla gittiğinde gözyaşları dinmedi. Hatta gözyaşları o günden sonra uzun bir süre daha dinmedi. Çok ağladı, kendini çok üzdü ama hiçbir zaman yaptığı şeyden pişmanlık duymadı ve bunun için kendisine söz bile verdi.

"Yemin ederim ki yaptığım bir şeyden hiçbir zaman pişman olmayacağım. Çünkü ben her şeyin aksine onlarca insanın hayatını kurtardım. Ben polisim ve polis kaldım, suç ortağı olmadım."

Günlerce hep aynı şeyi söylemişti kendine. Günlerce kendini sadece bu cümleyle teselli etmişti. Ben polistim ve polis kaldım. Suç ortağı olmadım. Onun için tek önemli şey buydu hayatta artık. Hiçbir zaman babası gibi olmayacaktı.

Fakat bilmiyordu ki buna karar veren kendisi olamazdı. Zaman olurdu. Zaman her şeyi düzelteceği gibi yok da ederdi ve bu kez bir yerlerde yok etmeye hazırlanıyordu.

Ateş saatlerce yalnız kaldığı nezarethanede artık delirmek üzereydi. Geçirdiği en uzun gece oluyordu bu gece. Bu öyle bir geceydi ki bir dakika bir saate eşitti onun için.

Duyduğu ayak sesleriyle başını kaldırdı. İleriden gelen Erdem'i gördü. Onun da kolundan tutmuş, buraya doğru çekiştiriyorlardı. Ateş başını önüne eğdi. Eğer bunu gerçekten Mira yaptıysa kimsenin yüzüne bakamayacaktı. Herkes haklı çıkacaktı. İlk günden beri kendisine söylenen her şey doğru çıkacaktı. Herkesin karşısına geçip Mira'yı savunmuştu ama Mira şimdi onları haklı çıkarıyordu.

"O kız polis, o yanındayken böyle bir şey yapabileceğini mi düşünüyorsun?"

"Bu kız zaaf Ateş, yapma bunu, uzak dur ondan."

"Kızın babası emniyet müdürü, annesi savcı. Yapacaklarına göz yumar mı Ateş?"

"Kardeşim bu kız olmaz, bundan uzak durman lazım."

Herkesin sesi bir bir yankılandı zihninde. Ellerini yumruk yaptı. Mira'ya ilk o an öfkelendi. Fakat bu öfkesi yaptığı şeye değildi. Çünkü hâlâ inanmıyordu onun yaptığına. Öfkesi şimdilik gelmiyor olmasınaydı. Ben bekliyorum ama o gelmiyor, ben buradayım ama o yok. Bunu ben yapmazdım. Zihninde dönüp duran cümleler bunlardı.

"Ateş." Erdem'in sesini duydu, Erdem kardeşi gibi gördüğü arkadaşının ne hâlde olduğunu görebiliyordu. Fakat tüm bunların altındaki ismin Mira olduğunu ve Ateş'in bunu fark ettiğini bilmediği için böyle olmasını bu gece başarısız olmalarına bağlıyordu.

"Kardeşim kendini toparlaman lazım." Bu cümleyle Ateş başını kaldırdı, Erdem'e baktı. O an anladı onun Mira'yı görmediğini.

"Elbet kurtulacağız buradan, bu iş de burada kalmayacak biliyorsun." Erdem bunu Ateş'in derdinin bu olduğunu düşündüğü için söylüyordu. Fakat bu durum Ateş'in umurunda bile değildi.

"Ateş, kardeşim yapma böyle." Ateş derin bir nefes aldı, bir kez daha etrafa bakındı ama hiç kimse yoktu. Mira gelmiyordu. Fakat gelmesi lazımdı Ateş için.

Oturduğu yerden kalktı. İlk defa kendini bu denli güçsüz hissediyordu. Omuzları çökmüştü. Erdem onun bu hâlini görünce afallamadan edemedi. Bu kadarı da pek normal değildi. Ateş Erdem'e doğru yürüdü. Erdem'i hemen yandaki diğer bölüme koymuşlardı ve iki kısmı ayıran demir parmaklıklar vardı. Ateş de o parmaklıklara yaklaştı.

"Erdem." Dedi, kalbinin acıdığını hisetti. Bunu söylemek, dile getirmek bile canını yakıyordu. Canı yandıkça da Mira'ya olan öfkesi artıyordu.

"Söyle kardeşim." Erdem bunu söylerken endişeliydi. Endişesi hem buradan çıkamayacak olma ihtimallerine hem de Ateş'in berbat görünüyor olmasına karşıydı.

"Mira oradaydı." Ateş bu cümleyi öyle bir söyledi ki yıkılmışlığının izleri sesine yansımıştı.

"Anlamadım?" Dedi Erdem, gerçekten de anlamamıştı.

Erdem, Mira'yı başta hiç istememişti. Onun Ateş'e zarar vereceğini düşünmüş, buna inanmıştı. Bu yüzden Ateş'i hep kalbindeki sevgiden kurtarmaya çalışmıştı ama başarılı olamamıştı. Daha sonra Mira'yı tanımıştı. Onun da Ateş'e olan sevgisine şahit olmuş ve bir gün kendine "Bu kızdan bizim oğlana zarar gelmez." demişti. Fakat, yanılmıştı. O zarar gelmişti ve kendisi de o zararın sonuçlarının içinde, demir parmaklıkların ardındaydı. Fakat bunu Mira'nın yaptığından da bihaberdi. O bile böyle bir şeye ihtimal vermiyordu.

"Baskın yediğimiz yerdeydi, uzakta bize bakıyordu." Erdem başta buna bir anlam veremedi ama ne olduğunu anlaması da çok uzun sürmedi. Bu yüzden gözlerini kapattı, başını öne eğdi, sıkıntılı bir nefes verdi.

"O yapmamıştır değil mi?" Diye sordu Ateş, sesi çok kötü çıkıyordu ve hem kendisi hem de Erdem bunun farkındaydı. Erdem başını kaldırıp yeniden arkadaşına baktığında ne diyeceğini bilemedi. Kötü bir şey söylemesi onu bir kez daha yıkmak demekti. İyi bir şey söylemesi ise onu kandırmak demekti. Kandırmak ise daha büyük bir yıkıma neden olurdu. Kardeşini herkesten iyi tanıyordu.

"Bilmiyorum." Dedi bu yüzden, bu durumdan kendisi başka bir kelime kurtaramazdı çünkü.

"Bilmiyorsun." Ateş yinelerken Erdem başını salladı.

Ateş bu cevaptan hiç tatmin olmayıp Erdem'den uzaklaştı. Volta atmaya başladı. Zihnindeki düşüncelerden kurtulması ve güvenmesi gerekiyordu. Siktiğimin düşünceleri doğru değil! Dedi içinden kendi kendine. Bu bir reddetme süreciydi. Kabulleniş ise onun için çok yakındı.

Bu cümleyi kendisine defalarca kez söyledi. Siktiğimin düşünceleri doğru değil! Mira yapmaz! Beni sırtımdan vurmaz! Ona cesaret veren, ayakta tutan tek cümle buydu. Başka hiçbir şey onu ayakta tutamazdı artık ve hâlâ bekliyor, beklemeye devam ediyordu. Büyük bir aşka sahip olan kalbi heyacanla sevdiği kadının gelmesini bekliyordu. Hatta kendini buna o kadar inandırmıştı ki Mira'nın gelmemesini kendisi için bir şeyler yapıyor olmasına bağlamıştı.

Çaresizlik işte tam olarak buydu.

Bu çaresizliğin hayal kırıklığına dönüşmesi çok da uzun sürmedi. Ateş'in, Erdem'in, Doğan'ın ve Pars'ın hayatını değiştiren Agâh Karadağ'ın gelmesi değiştirdi her şeyi. Savcı Karadağ'ın Ateş'le bir görüşme ayarlaması çok da zor olmadı. Bir odada bir araya geldiklerinde Ateş'in gözlerinin içine bakıyordu.

Yakın arkadaşının oğluydu Ateş. Ailesini kaybettikten sonra yetimhaneye gitmiş, yetimhaneden kaçtıktan sonra onu sokakta arabalarının camlarını silerken bulmuştu. O gün, bu çocuk kendi oğlu olmuştu. Öz oğlu gibiydi Ateş onun için. Tıpkı diğer üç çocuk gibi. O üç çocuğun hayatını değiştiren de Agâh Karadağ olmuştu. Aslan gibi dört tane oğlum var diye düşünüyordu. Fakat tüm bunlar bir yana canından çok sevdiği bir de kızı vardı. Öz kızı. Ayliz Karadağ.

"Agâh abi." Dedi Ateş, abi dese de onu babası gibi görüyordu. Agâh Karadağ, Ateş Demirkan'ın bu hayatta en değer verdikleri arasındaydı. Küçücük bir çocukken kendisine bir ev vermiş, karnını doyurmuş, yetmemiş bir de üç kardeş vermişti. Eğer şimdi Ateş, Ateş Demirkan olduysa bunun en büyük yardımcısı Agâh Karadağ olmuştu.

"Oğlum." Dedi Agâh, aklında ve fikrinde tek bir şey vardı. Ateş ve Erdem'i buradan kurtarmak. Başka hiçbir şey istemiyordu artık. Bunun için ne yapması gerekiyorsa yapacaktı. Zaten koskoca bir savcıydı, sıradan bir insanın elinden gelecek olandan daha fazla şey gelirdi elinden. Onları burada bırakmaya hiç niyeti yoktu. İnsan hiç evladını arkasında bırakır mıydı ki zaten?

"İyi misiniz aslanım?" Diye sordu Agâh, Ateş'ten hemen sonra da Erdem'le bir görüşmesi vardı. İkisiyle de görüştükten ve ikisinin de iyi olduğundan emin olduktan sonra onları buradan çıkarmak için elinden geleni yapmaya başlayacaktı. Belki biraz uzun sürecekti ama yine de başaracağını düşünüyordu.

"İyiyiz." Ateş'in dudaklarından dökülen tek cümle bu oldu.

"Ateş." Ateş Agâh'ın devam etmesine izin vermedi, sözünü kesti. Çünkü şu an sizi buradan çıkaracağım cümlesinden çok daha önemli bir cevap almaya ihtiyacı vardı.

"Agâh abi Mira nerede?" Diye sordu bu yüzden, alacağı bu cevap onun için her şeyi değiştirecekti. Agâh duyduğu bu soruyla öfkelendi. Buraya gelmeden önce her şeyi öğrenmişti ve bu öfkesi bir tek Mira'ya karşıydı. Mira oğlunun hayatını mahvetmişti ve bundan sonra en büyük düşmanı olmuştu. Çünkü Mira onun evladının canını yakmıştı.

"Bilmiyor musun?" Diye sordu Agâh, oysa Ateş'in bu hâli her şeyi açıklıyordu. Bir şekilde bunu Mira'nın yaptığını öğrendiğini anlaması zor olmamıştı Agâh'ın.

"Neyi?"

"Bunu Mira'nın yaptığını." İşte tam bu cümleyle yıkıldı Ateş Demirkan. Bu cümleyle yok oldu. Saatlerdir kendini inandırdığı şeyin doğru olmadığını anladığında yok olmaya başlamıştı. Kendisi değil, aşkı yok oluyordu.

Yok olan aşk, canını çok yakıyordu.

"Seni şikayet eden o olmuş Ateş, Mira aksoylu." Ateş başını önüne eğdi, dudaklarının arasından bıraktığı titrek nefes içine sığmayan acısının bir parçasıydı sadece. Gözlerini kapattı, sevdiği kadını düşündü. Onun neden gelmediğini anladı. Oysa ne de çok inanmıştı kendisini kurtarmak için bir şeyler yapmaya başladığına.

Sırtında bir sızı hissetti. Bu sızı Mira'nın sırtına sapladığı bıçaktan başka bir şey değildi. Sırtındaki o sızının kalbine geçmesi çok uzun sürmedi. Ondan sonra olan biten hiçbir şeyin farkına varmadı. Öyle duvarlar ördü ki etrafına ne birini görüyor ne de birinin sesini duyuyordu. Sadece kendi sesini duyuyordu. Kendi zihninin sesini. Maalesef ki zihni ona hep gerçeği söylüyordu.

Kabul et Ateş Demirkan, sevdiğin kadın ihanet etti sana.

Bu cümleden başka hiçbir şey duymuyordu. Zihni bunu kabul etmesi için her an her saniye bunu ona söylüyordu. Hâlâ Ateş kabullenme evresine gelememişti. Artık bunu Mira'nın yaptığından emindi ama kendi kendine de belki geçerli bir sebebi vardır demeden edemiyordu. Şimdiden onu affetmek için bahaneler aramaya başlamıştı bile. Fakat zihnindeki o ses bu bahaneleri zamanla bir bir çürütecekti.

O karakoldan ne zaman çıktı, adliyeye ne zaman gitti, ilk duruşması ne zaman görüldü hatırlamıyordu bile. Zihni o kadar doluydu ki yeni olan hiçbir şeyi algılamıyordu. Geçmişte takılıp kalmıştı. Çok yakın olan geçmişte. Mira'yla geçmişinde.

O kendine duvarlar örüp herkese kendini kapatıp da kendi içinde kaybolmaya başlarken ilk mahkemeden çıkan karar tutuklu yargılanma olmuştu. Mahkeme ise birkaç ay sonraya ertelenmişti. O zamana kadar da şahitlerin ifadeleri alınacak, deliller toplanacaktı. Mahkemenin kararı bu yöndeydi.

Cezaevine girdiği ilk gün geçti yatağına, uzandı. Erdem'i aynı cezaevinde başka bir koğuşa almışlardı. O Ateş'in aksine kendindeydi. Neler olduğunu fark ediyordu ama Ateş kaybolmuştu. Günlerce ağzından tek kelime çıkmamış, kendini her şeye kapatmış ve sadece bekliyordu.

Mira'nın gelmesini.

Evet, hâlâ Mira'nın gelmesini istiyordu. Çünkü tüm kalbiyle onu affetmeye hazırdı. Gelsin ve bana anlatsın diyordu. Ateş, ben bunu yaptım ama bu yüzden yaptım desin istiyordu. Fakat gelmiyordu. En çok öfkelendiği şey de tam olarak buydu zaten. Mira'nın gelmemesi.

Günler geçti o cezaevinde. Ne yemek yiyor ne biriyle konuşuyordu. Hava alma saatlerinde avluya bile çıkmıyordu. Erdem onun nasıl olduğunu koğuştaki diğerlerinden öğrenebiliyordu ancak ve bu onu çok endişelendiriyordu.

Tüm bunlar olurken Mira her şeyden habersizdi. Hiçbir şey öğrenmek istememişti. Nelere sebep olduğunu bilmek, bilmek isteyeceği son şey bile değildi. Her şeyden kaçmak çok daha doğru geliyordu ve o da bunu yapıyordu, her şeyden kaçıyordu. İzin almış, karakola bile gitmiyordu. Hatta İstanbul'da bile değildi. Annesini de almış, şehir dışına çıkmış, herkesten kaçmıştı. Cansu'dan, Savaş'tan, Doğan'dan kaçmıştı. Çünkü onların kendisine hesap sormak için geleceğini çok iyi biliyordu ve ulaşmasınlar diye elinden gelen her şeyi yapmıştı. Başarılı da olmuştu. Kimse ona uzun süre ulaşamamıştı.

Ateş hep beklemişti ama. Beklemekten hiç vazgeçmemişti. Kabullenmişti Mira'nın kendisine ihanet ettiğini ama yine de beklemişti. Gelip bir açıklama yapmasını beklemişti. Kendini onun yerine koydu sürekli. Onun gibi biri olsaydım ben de engel olurdum ama böyle değil diyordu kendine. Sonra da böyle engel olduysam bile yine de giderdim diyordu. Gider ve ona her şeyi anlatırdım ama Mira bunu yapmıyordu. Mira sırtına bıçağı saplamıştı. Yetmemiş bir de onu uçurumdan yitiyordu.

Zamanla bu bekleyiş büyük bir öfkeye düşündü. O kadar büyük bir öfke duymaya başladı ki zihni artık kendisine çok başka bir şeyler söylüyordu.

İhanete uğradın çünkü onu sevdin.

İhanete uğradın çünkü seni hiç sevmedi.

İhanete uğradın çünkü ona güvendin.

Bu sesler delirtmeye başlamıştı artık onu ve buna bir son vermesi gerekiyordu. Çünkü düşünceleri onu öldürmeye başlamıştı. Artık onun kendisini hiç sevmediğini, hayatına bir oyun için girdiğini bile düşünmeye başlamıştı ve buna gerçekten de bir son vermesi gerekiyordu. Bu yüzden de yapması gereken tek bir şey vardı.

Günlerdir oturduğu yataktan kalktı. Bu öyle bir kalkıştı ki sona gittiğini biliyordu. Koğuştaki herkes ona baktı. Günlerdir heykel misali bir köşede oturan adamın kalkmış olması herkesi büyük bir şaşkınlığa sürüklemişti.

Ateş tüm bakışları görmezden geldi, kapıya yürüdü. Kapının önünde durdu ve tüm gücüyle demir kapıya vurup "Gardiyan!" diye bağırdı. Günler sonra ağzından çıkan ilk kelime bu olmuştu.

"Gardiyan!" Bir kez daha bağırdı, sesinin öfkeli çıkması elinde olmayan bir şeydi. Dakikalar sona baş hizasındaki küçük pencere misali kısım açıldı, gardiyan göründü. O bile şaşkındı, başka bir mahkûm zannetmişti bağıranı.

"Ne var? Ne istiyorsun?" Diye sordu yine de sinirli çıkardığı sesiyle.

"Müdüre söyle Savcı Agâh Karadağ'a haber yollasın, konuşacağım." Gardiyan kaşlarını çattı.

"Sen..." Ateş bir şey duymaya tahammül edemeyeceği için devam etmesine izin vermedi.

"Müdüre söyle Savcı Agâh Karadağ'a haber yollasın! Git ve dediğimi yap sadece!" Diye emir verdi ve gardiyanı sinirlendirdi. Fakat adam biliyordu bunu yapmak dışında şansı olmadığını.

Ateş yeniden yerine döndükten dakikalar sonra gardiyan döndü. Ateş'i koğuştan çıkardı, müdürün yanına götürdü. Müdür savcının doğrudan bu konuyla ilgilendiğini ve bu adamın önemli biri olduğunu bildiği için bu konularda hassas davranıyordu.

Müdür Savcı gelmeden önce Ateş'le konuşmaya çalıştı ama Ateş sustu, Agâh'ın gelmesini bekledi. Bir saat kadar sonra Agâh geldi. Ateş'ten sonunda bir haber almış olması onu mutlu etmişti. Sonunda kendileriyle iletişime geçmişti çünkü.

Müdür odadan çıktı. Ateş müdürün odasında Agâh'la yalnız kaldı. "İyi misin?" Sordu, Ateş başını salladı.

"İyiyim."

"Her şey şimdilik yolunda gidiyor aslanım. Duruşma gününe kadar..." Ateş yine devam etmesine izin vermedi.

"Mira'yla görüşmek istiyorum." Dedi, Agâh'ın hızla kaşları çatıldı.

"Ne?"

"Mira'yı görmek istiyorum, onunla konuşmam lazım." Agâh, Ateş'in bunu neden söylediğini çok iyi biliyordu. Bu yüzden kızamıyordu ona.

"Sadece bir defa Agâh abi, buna ihtiyacım var. Benim, onunla konuşmam lazım. Bana vereceği cevaplar var. Sorularıma kendim cevap vermekten sıkıldım, artık bunu onun yapması lazım." Ateş bunları söylerken sesi berbat çıkıyordu. Günlerdir bir enkaz yıkılıyordu üzerinde. Sanki deprem olmuş da enkazın altında kalmıştı. 'Kimse yok mu?' diye bağırıyordu ama onu duyan yoktu.

"Bu mümkün değil Ateş." Dedi Agâh, bu isteği reddetmekten başka şansı yoktu.

"Agâh abi yapma, istesen on dakika içinde yaparsın bunu."

"Haklısın yaparım, elimden gelse yine yaparım ama elimden gelmez oğlum. Mira yok." Bu cümleyle afalladı Ateş.

"Ne demek Mira yok? Bir şey mi oldu ona?" Öfkesine rağmen büyük bir endişeyle sordu bunu Ateş. Kalbine bir anda korku hâkim olmuştu.

"Hiçbir şey olmadı, iyi. Hatta o kadar iyi ki annesini de almış, Ege'ye tatile gitmiş." İşte o an anladı Ateş, bu depremden çıkış yoktu. Sesini hiç kimse duymayacaktı. O enkazın altında yok olmaya mahkûmdu.

"Tatilde." Diye yineledi Ateş. "Kutlama yapmaya gitmiş." Dedi histerik bir şekilde ve elini yüzüne bastırdı.

"Ateş kutlama falan değildir tabii ki ama..." Ateş elini kaldırdı, bu hareketiyle susturdu Agâh'ı.

"Kâfi." Dedi, onun hakkında artık gerçekten de hiçbir şey duymaya tahammülü kalmamıştı ve o an tüm soruları yanıt bulmuştu. Kendini daha fazla kaybetmesine gerek yoktu. Ortada bunun için değecek kimse yoktu. Artık düşündüğü tek bir şey vardı;

Mira beni hiç sevmedi diyordu. Benim sevgimi de hiç hak etmedi. O, öyle bir kadın ki kendisinden başka hiç kimseyi sevemez.

Artık bundan emindi, buna göre yaşayacaktı. "Bizi buradan çıkar abi." Dedi Ateş Agâh'a bakarak. "Senden başka kimsemiz yok." İşte sonunda Agâh Karadağ için Ateş Demirkan geri dönmüştü.

"Çıkaracağım aslanım, hiç şüphen olmasın." Bu cevaptan sonra başka hiçbir şey konuşmak istemedi Ateş ve ayrıldı o odadan.

Koğuşa yeniden döndüğünde arka taraftaki tuvalete gitti. Elini yüzünü yıkadı, kendini toparladı. Başını kaldırıp aynaya baktığında derin bir nefes aldı, kendi gözlerinin içine baktı.

Sırtındaki bıçağın izleri kalbindeydi. Her aynaya baktığında kalbindeki o izlerin yansımasını gözlerinde görecekti. Tıpkı şimdi gördüğü gibi. Bu hayatta en büyük darbeyi sevdiğinden almıştı ve sevdiği, sevdiği olmaktan çıkıyordu artık. Ateş Demirkan'ın kalbindeki sevgi artık yok olmaya başlamıştı. Zamanla zerresi bile kalmayacaktı, bitecekti. Bitmesi için elinden geleni yapacaktı.

Gözlerini kendinden çekti. Elini gömleğinin sol kısmındaki cebine attı. Mira evine gizlice girip de yakalandığında ona bir bileklik vermişti. Çünkü doğum günü yalanı söylemişti ve bunu yapmak zorunda kalmıştı. O gün bugündür Ateş Mira'dan aldığı bu bilekliği hep yanında taşımıştı. Genelde de taşıdığı yer gömleğinin sol cebi, kalbinin tam üstü olmuştu. Fakat artık o bilekliğin yeri orası değildi.

Ateş elindeki bilekliği uzun uzun baktıktan sonra içinde dolan öfkeyle tuvaletteki çöp kutusunun içine attı onu. Yakın bir zaman diliminde bunu kalbindeki aşk için de yapacaktı. Çünkü o aşkın da artık ait olduğu tek yer çöptü onun için. Mira'nın aşkına artık kalbinde yer yoktu ve hiçbir zaman olmayacaktı. Ateş bunun için elinden geleni yapacaktı.

O gün o çöp kutusunun yanından büyük bir yükten kurtulmuş bir şekilde ayrıldı. Bir aşkın sonuna gelmişti. Canı yanacaktı ama kurtulacaktı yine de bu ağır gelen aşktan. Düşündükleri tam olarak bunlardı. Hayat ona yeni bir oyun oynar mı, hâlâ bir yerlerde yaşanılanlar için ağlayan Mira'yla bir gün yeniden karşılaşırlar mı bilinmiyordu ama bilinen tek bir şey vardı;

Artık hiçbir şey eskisi gibi değildi, eskisi gibi olamazdı ve olmayacaktı.

Bir aşk bittiyse bitmiştir. Yeniden başlaması bir mucize olurdu ve bu hikâyede mucizeye inanan hiç kimse yoktu.

****

Selamlarrr :) nasılsınız?

Burada olmayı çok özlemişim :( çok fazla özel bölüm isteği aldım. Bu yüzden de bu bölümü yazmayı kendime görev edindim. Yeni kitaba dair bir şey okumamış olsanız da Ateş Demirkan'ın ihanetten sonraki hâlini okudunuz. Bence bunu bilmeye hepimizin hakkı vardı :) siz bölümü sevdiniz mi?

Ateş'in bu hâlini yazmak beni çok etkiledi ya :( son bölümde hepimiz Ateş'e Mira'ya da kızmıştık ama sanırım ben Ateş'e karşı yumuşadım hdjsjjsjsjsj siz?

Sizce neler olur ikinci kitapta?

Bölümde en sevdiğiniz ve şaşırdığınız sahne hangisi oldu?

Buraya bölümü en iyi anlatan emojiyi bırakabilirsiniz.

Final bölümü hakkındaki yorumlarınızı buraya yazabilirsiniz.✨

Yeni bölüm alıntısını okumak ve duyurulardan haberdar olmak için beni sosyal medyadan da takip edebilirsiniz.💫

İkinci perdede görüşmek dileğiyle... Kendinize çok iyi bakın, sevgiyle ve sağlıkla kalın.♡

Instagram: gizzemasllan

Twitter: gizzemasllan

SİZİ ÇOK SEVİYORUM.♡

Loading...
0%