Yeni Üyelik
100.
Bölüm

ÖZEL BÖLÜM “İLK TANIŞMA”

@gizzemasllan

ÖZEL BÖLÜM “İLK TANIŞMA”

Yazarın anlatımıyla

Dört yıl önce...

“Mira!” Annesinin sesiyle kendine geldi, homurdanarak yastığına biraz daha sarıldı ve uykusuna devam etti. “Mira!” Annesi bir kez daha seslendiğinde sinirle yastığa vurdu. Biri kendine seslenirken bunu duymamazlıktan gelip de uyumaya devam edemiyordu.

“Efendim anne,” diye seslendi sinirli hâlinin aksine gayet sakin çıkan sesiyle ve tam o an annesi telaşla odaya girdi. Mira’nın yaptığı tek şey göz devirmek olurken buraya kadar gelebiliyorsun neden yarım saattir sesleniyorsun diye içinden geçirmeyi ihmal etmedi.

“İki saattir sana sesleniyorum ve hâlâ yatakta mısın sen?” Özlem Hanım kızdı, kızının bugünün önemini unuttuğunu fark etmişti hemen ve böyle bir şeyi Mira gibi bir kız nasıl unuttu diye düşünmeden edemedi.

“Anne lütfen biraz izin ver uyuyayım, yarın zaten yeniden işe başlayacağım. Bırak da...” Özlem Hanım Mira’nın devam etmesine izin vermedi.

“Kızım bugün 7 Mayıs!” dedi ona bir şeyleri hatırlatmak için, Mira birkaç saniye boş boş annesinin yüzüne baktıktan sonra zihninde bir ışık yanmışçasına gözleri iri iri oldu.

“Ne dedin sen? 7 Mayıs mı, bugün pazartesi mi?” diye sordu annesinin kendisiyle alay ettiğine inanmak isterken.

“Evet Mira, 7 Mayıs. İşe yarın değil, bugün başlıyorsun ve sanırım ilk günden geç kalacaksın.” Annesinin bu sözleriyle kendisiyle dalga geçtiğini düşündü ve uzanıp telefonunu aldı, tarihe baktı.

7 Mayıs Pazartesi 07.42

Masmavi gözleri bir kez daha iri iri olurken annesinin yanında olduğunu unutup “Siktir!” dedi ve eşzamanlı olarak Özlem Hanım’ın ayağındaki terliğin son noktası kafası oldu. “Ah!” diye bağırdı terliğin başına değdiği yeri tutarken. “Ne yapıyorsun anne ya?” diye de kızdı.

“Bir daha küfür ettiğini duymayayım! Şimdi kalk hadi, hazırlan. Cadı kazanın başından daha yeni ayrılmış cadı gibi gitmek istemezsin karakola.” Mira’nın eli hemen saçlarına giderken o kadar mı kötü görünüyorum diye içinden geçirmeden edemedi ve hemen ayağa kalkıp aynanın karşısına geçti.

Gördüğü manzaradan sonra “O kadar kötü görünüyormuşum,” diye mırıldandı kendi kendine ve hemen kendini banyoya attı. Yeterince geç kalmıştı yola çıkmak için, daha fazla geç kalmak istemiyordu.

Kısa bir duşun ardından kendine geldi. Duştan hemen sonra saçlarını kuruladı. Banyoda işini bitirip çıktıktan sonra Özlem Hanım’ın daha fazla geç kalmasın diye o duştayken çıkarıp ütülediği açık mavi gömleğiyle siyah kot pantolonunu giydi. Kabaran saçlarını son bir kez tarayıp koşarak kapıya gitti, tam odadan çıkacakken aklına gelen şeyle durdu ve yeniden odaya döndü. Acele etmeyi bir kenara bıraktı, ağır adımlarla yatağına doğru yürüdü. Yatağının yanındaki komodinin üzerinde duran çerçeveyi aldı ve sadece bir buçuk yıl önce kaybettiği abisine uzun uzun baktı.

“Keşke sen de olsaydın,” dedi, dolan gözlerinden bir damla yaş aktı abisinin fotoğrafının üstüne. Bu fotoğrafı çektirdikleri gün, daha dün gibi aklındaydı. Zaten abisiyle olan her anısı aklındaydı. Onu aklından da kalbinden de bir an bile olsun çıkarmıyordu.

“Seni çok seviyorum,” dedi, fotoğrafı yerine bıraktı ve gözyaşlarını sildi. Annesinin bu yaşları görmesi isteyeceği son şey bile değildi. Çünkü annesi abisinin ölümünden sonra yavaş yavaş kendisine geliyordu ve onu birkaç damla gözyaşıyla yeniden karanlığa çekmek istemiyordu. Bu yüzden odadan kendini toparladıktan sonra çıktı.

“Çıkıyorum anne ben,” diye seslendi mutfakta olduğunu bildiği annesine doğru, koşarak kapıya gitti ve ayakkabılarını giydi. O sırada Özlem Hanım mutfaktan çıkıp yanına gitti.

“Kahvaltı?” diye sordu kızının heyecanı yüzünden tebessüm ederken.

Mira ayakkabılarını giydikten sonra doğruldu ve annesinin yanına gitti. “Yapmayı çok isterdim ama geç kalmak istemiyorum,” dedi, annesinin iki yanağından da öptü. “Akşam görüşürüz, kaçtım ben,” dedi, yanından uzaklaşıp kapıyı açtı.

“Dikkat et, beni de ara bir ara,” diye seslendi Özlem Hanım Mira’nın arkasından.

“Tamam,” dedi Mira, telaşla evden çıktı ve koşarak arabasına gitti. Yaklaşık bir saat sonra ilçe merkezdeydi. Fakat bir türlü arabadan inip de içeriye giremedi, arabanın içinde oturmaya devam etti. Derin derin nefes aldı, gerginliğinden kurtulamaya çalıştı ama çok da başarılı olamadı.

“Kendinden emin dur Mira, sakın omuzların çökmesin,” dedi kendi kendine, hep dimdik duran biri olmuştu ama şimdi çekiniyordu. Çünkü herkesin arkasından nasıl konuşacağını, ne diyeceğini çok iyi biliyordu. Buraya kendi emekleriyle gelmiş olsa da kimse buna inanmayacak ve herkes babasının torpiliyle geldi diyeceklerdi. Bunu düşündükçe kendini kötü hissediyordu. Hem de daha önce hissetmediği kadar kötü.

“Sakin ol Mira, sakin,” demeye devam etti kendi kendine ve en sonunda tüm söylenecekleri boş verip indi arabadan. “Ne derlerse desinler, umurumda bile değil,” diye mırıldandı karakola doğru yürürken ve girdi karakola. O an tüm gözlerin kendisini bulduğunu hissetti, öyle de olmuştu zaten.

Karakolun içinde herkes günlerdir onun gelecek olmasını, nasıl biri olduğunu konuşuyorlardı. Herkes Emniyet Müdürü'nün kızını merak ediyordu. Mira, bu hisle gerilmiş olsa da çok umursamadan yürümeye devam etti. Babasının odasını bulduğunda kapıya birkaç defa vurdu, oyalanmadan içeriye girdi.

“Herkes beni öldürecekmiş gibi bakıyor baba!” diye isyan etti odaya girer girmez ve kapıyı kapattı. Zaten ancak o an babasının odada yalnız olmadığını fark etti ve henüz en yakın arkadaşı olacağını bilmediği kızın gözlerinin içine bakıpkaldı.

“Sen çıkabilirsin Cansu,” dedi Sedat Müdür ve olaya müdahale etti. Cansu, müdürünü onayladıktan sonra muzip bir tavırla Mira’ya döndü. İkisi de göz göze geldiğinde Mira istemsizce dudaklarını ısırdı ama bunun kendisini utangaç göstereceğini düşünüp hemen son verdi. O sırada Cansu yanına gelmişti.

“Kimseye bakma sen, buradakiler cinayetlerden başını kaldırdıkları her an birinin dedikodusunu yaparlar. Birkaç güne unuturlar seni de,” dedi sessizce Cansu ve göz kırptı Mira’ya.

Mira onun samimiyetinden dolayı tebessüm ederken Cansu odadan çıktı.

“Kimmiş o seni öldürecekmiş gibi bakanlar?” Babasının bu sorusuyla dikkatini yeniden ona verdi ve yanına gitti.

“Boş ver ya, söyleniyordum öyle,” dedi, sımsıkı sarıldı babasına. Sedat Müdür de ona sarılırken geri çekildi.

“Hadi o zaman seni ekip arkadaşlarınla tanıştırayım,” dedi, Mira bu cümleyle biraz daha gerilmiş olsa da başını salladı ve babasıyla birlikte odadan çıktı, hemen ilerideki geniş alana doğru yürüdüler. O alandaki büyük masaya ulaştıklarında ve henüz kendilerini kimse fark etmediğinde Mira, masada oturan herkese bir bir baktı ve o an her şeye rağmen mutlu olduğunu hissetti. Çocukluğundan beri istediği tek şey burada olmaktı. Babasının izinden gitmek, babası gibi olmak istiyordu ve artık bu kendisi için imkansız bir şey değildi. Zor olmuştu ama başarmıştı, cinayet büroya sonunda girmişti.

“Gençler.” Sedat Müdür'ün sesini duyan herkes başını önündeki işlerden kaldırdı, onlara doğru baktılar. Fakat hiç kimsenin gözü müdürlerini görmedi, herkesin gördüğü sadece Mira oldu ve Mira da bunun farkındaydı. “İşler nasıl gidiyor?” Sedat Amir bunu sorarken herkes çoktan o geldiği için ayağa kalkmıştı bile.

“Yol kenarında bulunan kadın cesedini araştırıyorduk Müdür'üm. Otopsi sonuçları çıktı, mobese kayıtları da ulaştı sonunda elimize. Onları inceleyecektik.” Bu açıklamayı yapan Savaş’tı, Mira’nın gelmiş olmasını da nasıl gelmiş olduğunu da umursamayan sayılı kişilerdendi ve sadece işiyle ilgileniyordu.

Mira bunun farkına varınca dikkatle izledi onu. Onun gibi olmalıyım diye geçirdi içinden. Kimsenin ne durumda, nasıl, ne yaptığıyla hiçbir zaman ilgilenmemeli ve sadece işime odaklanmalıyım dedi kendi kendine. Çünkü kendisi de çok iyi biliyordu ki ancak o zaman başarılı olabilirdi. Zaten en büyük amacı bu değil miydi; başarılı olmak. Hayatı boyunca hırs yaptığı, uğruna her şeyi yapabileceği tek konuydu bu.

“Güzel, detayları en kısa zamanda bana bildirin.” Sedat Müdür konuşurken Mira masanın etrafındakileri incelemeye devam etti. Savaş’tan sonra dikkatini Cansu’ya vermişti. Odadaki kısa karşılaşmalarının ardından ona karşı sevgi beslemeye başlamıştı bile. Zaten hep böyle biri olmuştu hayatı boyunca. Birini çok çabuk severdi, çok çabuk hayatına alırdı ama en ufak bir yanlışta da hayatından hemen çıkarırdı. Bir daha da asla şans vermezdi o kişiye. Gözlerini Cansu’dan çekti, dikkatle babasına bakan kumral kadına baktı. Soğuk biri gibi görünüyor diye geçirdi içinden ama bunun üzerinde durmadan hemen yanındaki esmer adama baktı ve tam da o an o adamla bakışları kesişti.

“Taner.” Babasının sesiyle adamın gözlerini kendisinden çekmesi ve babasına bakması, adamın adının Taner olduğunu anlamasına neden olurken konuşulan cinayetin detaylarını dinledi. Fakat konuya hâkim olmadığından pek bir şey anlayamadı ve çok bilmiş gibi görünmemek için bir şey sormak istemedi.

“Barış nerede bu arada?” Babasının sorusuyla masadakilere bir kez daha bakındı. Barış diye sorguladı kendi kendine, babasının evdeyken de birkaç defa ondan bahsettiğini, iyi bir polis dediğini anımsadı ve onu görmek istedi.

“Buralardaydı ama Tufan Başkomiser çağırınca onun odasına geçti.” Cansu bunu açıkladığında Mira duyduğu isimle Barış’ı unutup Tufan Başkomiser'i düşündü. Tufan, Mira için babasından farksızdı, çok severdi ve onunla çalışacağı için çok heyecanlıydı.

“Tamam, siz eğer raporlardan bir şeyler çıkarsa bana bildirirsiniz,” dedi ve kızına bakıp tebessüm ettikten sonra devam etti Sedat Müdür. “Bu arada, kızım Mira,” diye tanıttı Mira’yı. “Artık o da bizimle birlikte burada çalışacak.” Babasının kendisini tanıtıyor olmasından dolayı hem sevindi hem de ufaktan rahatsız olduğunu hissetti. Şu an kendini babasının arkasına saklanmış bir kız çocuğu gibi hissediyordu. Bugün ne oluyor bana diye geçirdi içinden. Normalde böyle biri değildi, her zaman kendine güveni fazla olan biri olmuştu ama bugün tam aksi gibi davranıyordu.

“Merhaba Mira,” diye yanına gelen Cansu’yu fark etti, Cansu Mira’nın gözlerinden bir sorun olduğunu anlayınca onu içine düştüğü durumdan kurtarmak için aceleci davranmıştı. “Cansu ben,” diye kendini tanıttı ve elini uzattı,

Mira uzatılan bu eli havada bırakmadı. “Mira,” diye kendini tanıttı ve aralarında kısa bir bakışma yaşandı.

O an ikisi de hayatlarının bir gün birleşeceğini, omuz omuza savaşmak zorunda kalacaklarını bilmiyorlardı.

Bu bakışmayı bozan ise Taner oldu.

“Taner,” diyerek araya girdi, o da elini uzattı Mira’ya. Mira Taner’in eline baktı, bu adamdan iyi bir enerji alamadığını hissediyordu ama buna rağmen elini sıktı.

“Memnun oldum,” dedi isteksizce ve gözünün ucuyla Savaş’a baktı. Az önceki kumral kadın çoktan yanlarından ayrıldığından geriye bir o kalmıştı, bu yüzden tereddüt etmeden gitti yanına. İçinden bir ses bir onunla bir de Cansu’yla iyi anlaşacağını söylüyordu.

“Merhaba,” dedi.

Savaş afallamış bir tavırla baktı Mira’ya. Böyle bir hamle beklemiyordu çünkü. Hatta birkaç gün önce Barış’la tesadüfen bu konuyu konuştuklarında ikisinin de ortak fikri gelecek olan kişinin burnu havada, kibirli, kendini beğenmiş bir tip olduğu yönündeydi. Bir an için bu düşüncelerinden utandığını hissetti.

“Merhaba,” diye karşılık verdi yine de ve Mira’nın uzattığı elini tuttu. İkisi de birbirine bakarlarken Mira iyi bir şeyler hissetmeye başlamıştı. Cansu ve Savaş’tan bu zamana kadar kimseden alamadığı iyi ve güzel bir enerji almıştı. Bu enerji ileride güçlü bir dostluğa dönüşecekti. Zamanla ayrı düşecek, uzak kalacak, birbirlerinden nefret ettiklerini hissedeceklerdi belki ama yine de hep birbirlerinin son durağı olacaklardı.

“Mira.” Bu sesle kendine geldi Mira ve babasına döndü. “Cansu, Savaş ve Barış’la siz bir ekip olacaksınız,” dedi Sedat Müdür, Mira duyduğu bu şeye içten içte fazlasıyla sevinirken bunu dışarıya hiçbir şekilde yansıtmadı ve Barış’ı düşündü. Umarım o da sevebileceğim biridir diye geçirdi içinden. “Çözmeniz gereken ilk cinayette önünüzdeki dosyada. Barış’ı da bulun ve hemen işe koyulun,” dedi Sedat Müdür ve yanlarından uzaklaştı. Bunu yaparken kızının mutluluğunu hissediyor ve bununla mutlu oluyordu.

“Barış kim?” diye sordu Mira ve yeniden Cansu’yla Savaş’a döndü. İkisinin de gözlerinin etrafta olduğunu fark etti.

“Gelir şimdi ya, buralarda olması gerekiyor.” Bu cevabı veren Cansu olurken Mira da sanki görse tanıyacakmış gibi bakındı etrafa. Sonra da bu yaptığı yüzünden kendine kızdı. Benim işim arkadaş edinmek değil, cinayet çözmek diye düşündü ve merak ettiği Barış’ı yine boş verdi.

“Madem öyle onunla sonra tanışırız, dosyaya bakalım.” Bunu derken çok heyecanlıydı. Bu aldığı ilk cinayet davasıydı, çözeceği ilk dosya olacaktı. Yalnız olmayacaktı belki ama yine de özel olacaktı kendisi için.

“Ben kendime bir kahve alacağım,” deyip giden Cansu’nun arkasından baktı, gittiği yeri gördü ve kahve alabileceği yerin nerede olduğunu da öğrenmiş olup önüne döndü, dosyayı incelemeye başladı.

Bir an için duraksadı, etrafına bakındı. Bir insanı en çok ne mutlu ederdi? Mira için bu soru hep cevapsız kalmıştı hayatı boyunca ama şu an o cevabı biliyordu. Bir insanı en çok hayalindeki yerde olmak mutlu ederdi ve şu an en mutlu anında hissediyordu kendini. Çünkü çocukluğundan beri hayalini kurduğu yerdeydi. Üzerinde olan gözlerden bihaber tebessüm etti, derin bir nefes aldı. Fakat için de küçük de olsa bir burukluk vardı. Hayatı boyunca hep bu an için çalışmıştı, sıra gelebildiği bu noktada başarılı olmaktaydı ama yeni bir hayal kurması gerektiğine inanıyordu. Çünkü başını yastığa koyduğunda, gözlerini kapattığında ya da bir yerlere dalıp gittiğinde zihni onu bir yere götürmeliydi. Ona göre bir insan hayal etmeden yaşayamazdı. Öyleydi de aslında. İnsan hayal etmeliydi. Gözlerini kapattığında zihni onu bir yere götürmeli, bir şeyle yaptırmalıydı. Yoksa yaşamanın ne anlamı kalır ki? Hayal kurmak, yaşamak demekti. İnsan, hayalleriyle var olurdu.

“Dikkatini çeken bir şey oldu mu?” Bu soruyla başını kaldırıp Savaş’ın kehribar rengi gözlerine baktı.

“Hayır, etrafa bakınmaktan inceleyemedim bile hatta doğru dürüst,” deyip dürüst oldu. Zaten hep yalan söylemekten, doğru olanı yapmamaktan nefret eden biri olmuştu.

“Kendini çok çabuk işe verme bence, önce bir alış,” dedi Savaş ve Mira’nın karşısına oturup arkasına yaslandı. “İnsanları tanı.” Mira ona hak verdi ama elindeki dosyanın da detaylarını merak ediyordu.

“Haklısın,” dedi yine de. “O zaman ben de kendime bir kahve alayım,” diye ayağa kalktı, Cansu’nun gittiği tarafa gitti. Cansu’yu girerken gördüğü odaya girdiğinde kahve makinesi, çaycı gibi şeylerin ve küçük bir masanın olduğu bir oda gördü. Kahveyi buradan alabileceğinden emin olup içeriye doğru bir adım attığı an gördüğü adamla duraksadı. Şu an kendisine arkası dönük olduğu için yüzünü göremiyordu ama bu Barış’tan -yani onun ileride seveceği, aşık olacağı Ateş’ten- başka biri değildi.

Ateş, hiçbir şey yemeden alelacele evinden çıktığı için bir yandan çayını içiyor, bir yandan tostunu yiyor, bir yandan da en yakın dostu olan Erdem’e mesaj yazıyordu.

Onun bu karakolda olmasının sebebi çok farklıydı. Zamanında ailesinin dosyası bu karakolda kapatılmış, bu karakolun arşivlerinde bir yerdeydi ve onun amacı o dosyaya ulaşıp oradaki isimleri almaktı. O isimlerin kendisinin varlığından bihaber olmasını istediği için de bu yolu seçmişti. Yasal yollarla değil, yasa dışı yolla ulaşacaktı o dosyaya. Düşmanı olarak gördüğü o adamların arasına gizlice girecekti, kendini göstererek değil.

Mira hâlâ kapının önünde durmuş arkası dönük olan adama bakarken bunu yapmaktan sıkıldı, içeriye girdi. Ateş, birinin odaya girdiğini seslerden anladı ama dönüp bakma ihtiyacı hissetmeyip tostunu yemeye devam etti. Mira da onun kendisini fark etmediğini düşünürken kahve makinesine yaklaştı, kendisine kahve aldı. Odadaki sessizlik sürerken bunu aniden odaya giren bir polis memuru bozdu.

“Barış,” diye seslendi polis. Ateş kullandığı sahte ismi duyup kapıya döndüğünde Mira büyük bir dikkatle ona bakıyordu. Sonunda onu da görebildim diye geçiriyordu içinden. “Şu dünkü adamın sorgusuna sen de girmişsin, Tufan Müdür bunları imzalamanı söyledi.” Polis memuru açıklarken Ateş’in yanına gitti. Ateş, tostunu tabağın içine bırakırken kalemi aldı, imzasını attı.

“Ne oldu o adama, tutuklanmış mı?” diye de sordu, o hâlâ Mira’nın varlığını fark etmemişti ve Mira da hâlâ dikkatle ona bakıyordu.

“Tutuklu yargılanma çıkmış, mahkemesi de iki ay sonraya atıldı.” İkisi bu dava hakkında konuşurlarken Mira kahvesinden bir yudum içti. İşini hallettiği hâlde odadan çıkmadı, onları izlemeye devam etti.

İşleri bittiğinde polis memuru dosyayı toparladı, geri çekildi. Sessizce çıkacakken Mira’yı gördü. “Aaa sen Sedat Müdür'ün kızıydın değil mi?”

Bu soruyla dikkatini çekti Mira Ateş’in ve sonunda gözlerini Mira’ya çevirdi. Günlerdir karakolda konuşulan, gelişi beklenen kadın buymuş diye düşündü. Fakat düşündüğü tek şey bu da olmadı. Karşısındaki kadının çok güzel olduğunu da düşünüyordu. Sarı saçlarına, mavi gözlerine uzun uzun ve hayran gözlerle baktı. Fakat sonra bu bakışlardan rahatsız olabileceğini düşünüp kendine geldi, gözlerini çekti ve ilgilenmiyormuş gibi davrandı ama buna rağmen aklı hâlâ Mira’nın mavi gözlerindeydi.

“Mira demeni tercih ederim.” Mira bunu dedikten sonra kendini tanıyan polisle tanıştı, o polis odadan çıkarken Ateş, Mira’ya bakmamak için kendisiyle büyük bir savaş veriyor, normal görünmek için de tostunu yemeye devam ediyordu. Fakat Mira bunu yapamadı, onunla konuştu.

“Sen Barış olmalısın,” diye girdi konuya.

Ateş Mira’nın kendisiyle konuşma çabası içine girmiş olmasından dolayı memnun olurken gözlerini ona çevirdi. İçinden geçirdiği ve hissettiği şeylere rağmen düz bir ifadeyle baktı. “Öyle,” dedi sadece ve ellerini yıkadı. Bunu yaparken gözünün ucuyla Mira’ya baktı. “Sen de şu meşhur kızsın."

Mira’nın kaşları çatıldı. "Meşhur mu, o da nereden çıktı?” diye sordu, Ateş ellerini kâğıt havluyla kurularken ona döndü.

“Günlerdir herkes senin hakkında konuşuyor, geleceğini anlatıyorlar.” Bunu derken ıslanmış olan kağıt havluyu çöpe attı ve arkasındaki tezgahta yaslanıp ellerini göğsünün altında birleştirdi. Aynı şekilde Mira da diğer taraftaki tezgâhın orada duruyordu.

“Abartmışlar,” dedi Mira ve omuz silkti. “Siz ve diğerleri nasıl geldiyse buraya ben de geldim. Babamın Emniyet Müdürü olmasının beni özel kıldığını düşünmüyorum. Konuşmaya değer bir şey yok yani ortada,” dedi.

Ateş onun söyledikleri karşısında tepkisiz kalırken Savaş gibi onun da aklına birkaç gün önce onun hakkında konuştukları ve kibirli biri olduğunu düşündükleri geldi. O da Savaş gibi düşündüklerinden utandı.

“Tanışmışsınız,” diyen Cansu büyük bir keyifle girdi yanlarına ve hemen ardından da Savaş girdi. Mira hepsine bir bir bakarken tebessüm etmeden duramadı.

“Öyle oldu,” dedi, bir kez daha Barış’la göz göze geldi ve ilk an fark edemediği bir şey fark etti. Onun da gözleri kehribardı, tıpkı Savaş’ın olduğu gibi. Acaba aralarında bir bağ var mı diye düşünmeden edemedi.

“Barış, duydun mu? Sedat Amir Mira’yı da aramıza verdi, dördümüzü ekip yaptı.” Cansu bunu heyecanla söylerken Ateş, gözlerini Mira’ya çevirdi.

Yanlış olduğunu bildiği hâlde onu gördüğü ilk andan beri düşündüğü tek şey biraz daha görmekti ve şimdi bunun imkânsız olmadığını fark ediyordu. Bu, onu mutlu etti.

“Aramıza hoş geldin o zaman,” dedi, Mira gülümsemekle yetindi. Cansu ve Savaş’a karşı iyi bir enerji hissetmişti. Aynı enerjiyi Barış olarak bildiği Ateş’ten de almıştı ama farklı bir his de yer edinmişti kalbinde.

Küçük, tuhaf, yabancı olduğu bir histi bu.

Bu yüzden anlayamadı ne olduğunu, çok da önemsemedi ama o hissin ne olduğunu anlaması çok da uzun sürmeyecekti. Aşkı tanıması yakındı.

Sadece aşkı da değil, gerçek arkadaşlığı da çok yakında öğrenecekti, acı bir şekilde. Şu an dördünü de bir araya getiren bu karakol onları mutlu ediyordu, hepsine farklı bir amaç veriyordu ama gün gelecek bu karakoldan kaçmak zorunda kalacaklardı ve bu yüzden mutsuzluğun en zirvesini yaşayacaklardı.

Aynı zamanda o farklı amaçlar yok olacak, hepsinin ortak bir amacı olacak ve onun için savaşacaklardı.

Fakat öyle bir zaman gelecek ki bir bir yalnız kalacaklardı.

İşte o gün savaş, kendi içlerinde başlayacaktı ve ancak o zaman gerçek duygular ortaya çıkacaktı.

Aşk, arkadaşlık, dostluk, kardeşlik, sevgi...

Tüm bu duygularla birlikte özgürlüğe karşı savaşacaklardı. Çünkü karar gününde ya özgürlüğü seçip özgürlüğü hissedecekler ya da şimdiden bile yavaş yavaş hissetmeye başladıkları aşkı, arkadaşlığı...

O gün elbet bir gelecekti ve o gün anlayacaklar ki; düşmana karşı savaşmak kolaydı, zor olan birbirleriyle ve kendi duygularıyla olan savaştı.

İşin kötü yanı bunun bir kurtuluşu yoktu.

Nasıl ki onlar suç ortağı olmaya mahkûm olanlarsa o savaşı yaşamaya da mahkûmlardı.

Bölüm Sonu!

Bölüm hakkındaki yorumlarınızı bekliyorum ♡

Instagram'da bahsettiğim özel bölümdü bu ve sinir dolmuşken hemen atmak istedim :) Hâlâ finale iki bölümümüz var ve 99. Bölümüz yine sınır dolar dolmaz hemen gelecek ♡ Bölüm, özel bölüm olduğundan kısaydı. Bu yüzden de sınırı da ona göre belirledim ♡

O zaman bir sonraki bölümde en kısa zamanda görüşmek dileğiyle, hoşça kalın ♡

Duyuru ve alıntılar için;

Instagram: gizzemasslan

Twitter: gizzemasslan

Sizi Çok Seviyorum!

Loading...
0%