@gizzemasllan
|
Selammm yıldızlarım :) Sol alt köşedeki yıldıza dokunarak bana destek olabilirsiniz, satır arası yorumlarınızı da bekliyorum. Bol bol yorum yapmayı ihmal etmeyin lütfen♡ Ben de size birer yıldız veriyorum.⭐ Sizinkileri de bekliyorum. Keyifli okumalar.♡ . . . 4. BÖLÜM "MELİH - DEFNE" *DOĞU VE NEFERLERİ* Grubundan bir yeni mesajınız var. Ekrana düşen bildirimi okuduğumda grubun ismi beni bir kez daha güldürdü. Daha önce sanal olarak da gerçek hayatta da herhangi bir grubun içinde yer almamıştım ama yine de en komik isim bu diyebilirdim. Göz ucuyla merdivenlere doğru baktım, kimse olmadığından emin oldum, önüme döndüm ve hâlâ üst üste gelmeye devam eden mesajların üzerine dokundum, yazdıklarını okudum. Doğu: Abi bir saat sonra diye anlaştık ama gelen giden yok! Doğu: Bu grubun enayisi ben miyim? Geldim burada iki saattir sizi bekliyorum! Doğu: Biraz özen kardeşim ya, biraz özen! Tuana: Ben geliyorum, yoldayım. Tuana: Bizimkileri ancak atlattım. Aras: Ksjsjajjajsja Aras: Biraz daha bekle, mal. Kaşlarımı çattım, Aras ilk mesajında ne demek istemişti öyle? Neden öyle saçma bir şey yazmıştı ki? Hem niye arkadaşına hakaret ediyordu? Gerçekten tuhaf bir arkadaş grubunun içine düşmüştüm. Doğu: Abi sen gelme boşuna, yırtıyorum biletini. Doğu: Yapamam zannediyorsun değil mi? Doğu: Aha yırttım. Doğu: Artık gelsen de kapıda kalacaksın, gelme. Mal. Hakaret tek taraflı kalmadı Doğu da aynı şekilde karşılık verdi. Ne biletinden bahsettiklerini merak etmiştim. Aras: Foto at lan! Doğu: Atmıyorum lan! Kalk gel buraya kendin bak! Aras: Çıkar göster! Ahlaksız adam! Doğu: Alçak, puşt! Aras: Terbiyesiz! Doğu: Şuradan bir vuracağım şimdi! Aras: bsjsjjsjsj Doğu: bsjsjjsjsj Aras: Aynısını atma lan! Doğu: Tamam lan! Hadi çabuk gelin dondum burada! Doğu: Yanımda bir kardan adam var onun gibi oldum. Doğu: Az önce birisi burnuma havuç takmaya çalıştı abi. Doğu: Çocuğu kardan adam olmadığıma zar zor ikna ettim. Doğu: Mal herif konuşuyor olmamdan da anlamadı. Aras: hajsjanjajan Aras: Abartma lan, geliyoruz. 10 dakikaya oradayız, Melih de benimle. Şaşkın şaşkın ekrana baktım, neler oluyordu? Okuduklarımdan hiçbir şey anlamadım. Neden bir anda kavga etmeye etmeye başladılar? Hem ayrıca o attıkları harfler de ne? "Defne." Annemin sesiyle hızla telefonu kapattım, ceketimin cebine koydum. Eş zamanlı olarak da arkamı döndüm, anneme baktım. "Ne zaman geldin?" Önüme dönerken yanıtladım. "10 dakika oluyor, müsait olmadığını söylediler, gelmedim yanına." Karşıma oturdu, ayak ayak üstüne attı, gülümseyerek gözlerime baktı. "Nasıl geçti günün?" "Sıradan, dersler işte." Diye yanıtladım. "Sıradan olduğundan emin misin peki?" Gerildim, bir şeyler mi öğrenmişti? "Evet." Dedim, bir kere yalan söylemiştim, geri adım atamazdım. "Bugün bir arkadaşıma mesaj atacakken bir şey fark ettim." Dedi, mesaj demiş olmasından bile konunun nereye geleceğini anladım. "Ne söylemek istediğimi anladın sanırım." "Anladım anne." Dedim, kendimden emin durdum. "Biliyorum sosyal medyayla alakam olmasını istemiyorsun, ben de istemiyorum zaten. Fakat tüm ödevler, notlar, hatta bazen sınav günleri bile sınıf grubundan bildiriliyormuş. Geri kalmak istemediğim için ben de uygulamayı indirip gruba girmek zorunda kaldım." "Anlıyorum, fakat bunun derslerinin ihmal etmene neden olmasını istemiyorum. Bu lisedeki son senen ve üniversite sınavına gireceksin. Derslerine en çok bu sene odaklanman gerekiyor." Gözlerimi yere çevirdim, hiçbir şey demedim. "Ben konuşurken gözlerime bak Defne." Bu cümlesiyle yeniden gözlerinin içine baktım. O sırada cebimdeki telefon üst üste titremeye devam ediyordu. "Peki." Dedim, gözleri üzerimde gezindi. "Yine yanlış oturuyorsun, dik oturur musun?" O bunu söyleyince omuzlarımın çökük olduğunu fark ettim, kendimi düzelttim. "Her zaman dik durmalısın, evde bu şekilde alıştırıyorsun kendini sonra sahnede de aynı şekilde oturuyorsun." O bunu söylerken rahatsız olduğum oturuşum gibi oturduğunu fark ettim. Trajikomik. "Haklısın anne." Dedim fark ettiğim şeyi tabii ki de dile getirmedim. "Şimdi müsaadenle ders çalışmam lazım." "Gidebilirsin." Dediğinde ayağa kalktım, odama çıktım. Odaya benimle birlikte Valerie de girdi. "Hafta sonu piyano resitalin var." Masama doğru yürürken duraksadım, ona döndüm. "Yine mi?" "Bu ay içindeki son resital olacak bu." Bu iyi haberdi hiç değilse. "Resitalde Beethoven 3. Senfonisi Eroica'yı çalacaksın." Şaşkınca kaldım. "Ama onu tam olarak çalamıyorum ki Valerie!" Diye çıkıştım. "Rezil olmamı mı istiyorsun?" Kaşlarını çattı. "Sakin ol Defne, sana böyle olmak yakışmıyor." Sıkıntıyla ofladım, bana hiçbir şey yakışmıyor zaten, yakışmıyor diye her şeyi yapmaktan vazgeçiyorum ve artık yavaş yavaş bundan sıkılmaya başladım. Fakat o kabuktan çıkmak çok kolay değil işte. "Sakinim, üzgünüm bir anda çıkıştım." Deyip yatağın kenarına oturdum. Valerie çalışma masamın sandalyesini çekti, karşıma oturdu. "Sorun değil." Dedi, tatlı bir tebessüm etti. "Ayrıca senfoniyi çok güzel çalıyorsun Defne, sen de çok iyi biliyorsun. Karıştığın birkaç nota var sadece ve hafta sonuna kadar günde bir saatini çalışmaya ayırırsan bunu da halledeceksin eminim. Bu akşam çalışmaya başlayabiliriz." "Peki." Demekle yetindim. Valerie bir şeyler daha söyleyip her zamanki gibi uyarılarda bulunduktan sonra ders çalışmam için odadan çıktı. O çıkar çıkmaz da telefonumu çıkardım, bir saattir dur durak demeden gelen mesajları okudum. Tuana: Bulamıyorum sizi, neredesiniz? Doğu: Tuana gelme sen ya gelme! Bitti zaten! Daha gelmedin! Aras: Abartma lan, daha başlamadı bile. Aras: Girişten sonra sağa yönel, ben seni görür, gelir alırım. Nereye gittiler acaba? Merak etmiştim. Biletle sinemaya, konsere filan gidilirdi. Eğlenceli bir şeyler yaptıkları belliydi. Tuana: Kes lan, geldik işte. Şaşkınca kaldım, bunu yazan Tuana mıydı? Oysa sessizken çok farklı bir kız imajı çizmişti. Aras: Melih neredesin oğlum sen? Aras: Lavaboya gidiyorum dedin yarım saat önce, dönmedin hâlâ. Aras: Kaç gündür tutuyorsun oğlum? Doğu: Jsjsjjsjsjsjsj Doğu: Kızlar kesmiştir onun önünü. Doğu: Gelmez daha. Melih: Salak salak konuşmayın lan! Melih: Dışarıdaydım, bunaldım, hava almaya çıktım. Doğu: Kızın yanında değilse ben de Doğu değilim. Doğu: Batıyım. Doğu: Tamam kabul ediyorum, igrençti. Doğu: Bunu bir başkası yapmış olsaydı, gruptan atardım he jdjsjjsjsjsj Şu karışık harflerin ne anlama geldiğini ciddi anlamda merak etmeye başlamıştım. Neden sürekli bunu kullanıyorlardı? WhatsApp'tan çıktım, internete girdim ve merak ettiğim bu soruyu yazdım. Anında bir açıklama çıktı, o harflerin gülme anlamına geldiğini öğrenmiş oldum ve yeniden WhatsApp'a girdim, diğer mesajları okudum. Tuana: Doğu şu çiçekli gömlek giyen sen misin? Tuana: Hani şu yanıp sönüyormuş gibi görünen? Bsjsjjsjsj Doğu: Ne çiçeği kız? Doğu: Giymedim ben öyle şey, efendi efendi giyindim geldim. Doğu: Gitme başkalarının yanına. Doğu: Aras oğlum kız gidiyor, git yakala getir şunu. Doğu: Melih sen de gel artık, ülkedeki tüm havayı sen aldın. Başlayacak şimdi. Doğu: Aha başladı bile. Tüm mesajlar bunlardan ibaretti, bir yere gitmişlerdi ve her nereye gittilerse orada birbirlerini bulmaya çalışıyorlardı. Telefonu kapattım, yatağımın içine bıraktım, ayağa kalktım ve her zamanki gibi okul üniformamdan kurtulduktan hemen sonra ders çalışmaya oturdum. Saatlerce çalıştım, akşam yemeği vaktinde kalktım masamdan. Akşam yemeğinden sonra telefonuma yine onlarca mesaj geldi ama bu kez okumadım. Okuyunca kendimi kötü hissediyordum. Onlarla çok farklı bir hayatım vardı ve itiraf etmem gerekirse ben onların özgür hayatını kıskanıyordum. Hem de onları tanıyalı sadece birkaç gün olmuşken. Bu da beni kötü etkiliyordu. İlk defa böyle bir şey hissetmem de cabasıydı. Onlar bana iyi gelmiyordu yani kısacası. Bundan sonra bu zamana kadar diğerlerine nasıl davrandıysam onlara da o şekilde yaklaşsam çok daha iyi olacaktı. Yoksa kendimi daha da kötü hissedeceğim zamanlar gelecekti. Aldığım bu kararla tüm gece telefona hiç bakmadım. Yemekten sonra Valerie ile birlikte bir saat kadar piyano çalıştım. Piyanodan sonra her zamanki gibi biraz dil bilgisi çalışıp paragraf sorusu çözdüm. Sonra da pijamalarımı giydim, yatağa girdim. Yanımdan hiç ayırmadığım ve henüz bitiremediğim romanı aldım, kaldığım sayfayı açtım. O an beklemediğim bir şey oldu, arasından bir kağıt kucağıma düştü, ne olduğunu anladım, gülümsedim. "Aramızda dağlar yollar yıllar var iken "Seni yerlerde göklerde bulamazlarken bende gizli olduğunu sezenler olmuş." Kaşlarımı çattım, bu kez aynı kağıda iki farklı söz yazmıştı. Bu cümlelerin anlamını düşünmek yerine hangi şiirde geçtiğini düşündüm. Fakat bildiğim hiçbir şiirde böyle dizeler yoktu. Şarkı sözü olabileceğini düşündüm. Telefonumu aldım, onlarca mesajı göz ardı ettim, internete ilk cümleyi yazdım, anında bir şarkı çıktı, gülümsedim. Kulaklığımı taktım, müziği açtım, kitap okumak yerine yatağa uzandım, ellerimi karnımın üzerinde birleştirdim ve şarkıyı dinlemeye başladım. O kadar nahif, huzur verici bir şarkıydı ki uykum gelmişti. Şarkının her sözünü dikkatli dinledim ama en dikkat ettiğim dize onun bana yazdıkları oldu. "Aramızda dağlar yollar yıllar var iken "Seni yerlerde göklerde bulamazlarken bende gizli olduğunu sezenler olmuş." Bu iki dize çok anlamlı gelmişti, en çok da ilk dize. İkinciyi ise farklı bir şekilde yorumladım. Sanki birisi bana bu notları verdiğini öğrenmişti. Bunu anlatmaya çalışmış gibiydi. Acaba doğru mu anlamıştım, gerçekten bana bir şey anlatmaya mı çalışmıştı yoksa sadece hoşuna gittiği için mi yazmıştı bunları? Bunu düşünürken elimdeki kağıtları yine ahşap kutumun içine attım ve o gece kitap okuyarak uykuya dalmak yerine bu şarkıyla uykuya daldım. Ertesi sabah okula gittiğimde ve bahçede sıraya girdiğimizde Müdür Bey konuşma yaparken ilk defa konuşan birini dinlemek yerine etrafa bakındım. Birinin bana olan bakışını, ilgisini fark ederim belki dedim ama birisi yanlışlıkla bile olsun bana bakmıyordu ki. Müdürün konuşması boyunca etrafa bakındım ama dikkatimi çeken tek bir kişi bile olmadı, ben de pes ettim. Zaten bu kadar kişinin arasından hiç tanımadığım, sesini duymadığım birini nasıl bulacaksam! Bendeki de iş! Sınıfa çıktığımda ders için hazırlık yaptım. İlk dersimiz yine edebiyattı. Pazartesi günü yarım kalmış olan konuya devam edecektik. Kitaplarımı çıkarırken gözlerim arkadaki dörtlüye takıldı. Doğu heyecanla bir şeyler anlatıyor, diğerleri dikkatle onu dinliyorlardı ve sürekli gülüyorlardı. Hatta bir ara kahkaha bile atmışlardı. Onları izlemek yerine önüme döndüm, o sırada zaten edebiyatçı Sevgi Hoca sınıfa girdi, herkes ayağa kalktı. Ben de onlara eşlik ettim. Sevgi Hoca "Oturabilirsiniz." dediğinde de oturduk, ben hemen ders moduna girerken sınıfta bunu benden başka yapan hiç kimse yoktu. "En son nerede kaldığımızı hatırlayan var mı?" Sevgi Hoca sordu, sorunun cevabını bildiğim hâlde sustum, başkası cevap verecekti zaten. Öyle, her şeye atılmayı seven birisi değildim. Sınıftan bir kız cevap verdi, Sevgi Hoca aldığı cevaptan sonra yoklamayı aldıktan hemen sonra ders başladı. İlk dersin nasıl bittiğini anlamadım, sanki normalden çok daha kısa sürmüş gibiydi. Belki de edebiyatı sevdiğimden bana öyle gelmiştir diye düşünüp herkes tenefüs için sınıfı terk ederken test çözmeye başladım. O sırada birisi "Kar yeniden başladı." dedi, başımı kaldırdım, öğretmen masanın yanındaki pencereden baktım, gerçekten de yeniden başladığını fark ettim. Bununla çok ilgilenmeyip kitabıma döndüm, test çözmeye odaklandım. O gün hiç kimseyle konuşmamıştım. Ne yanımdaki kızla ne sınıfta herhangi biriyle ne de o dörtlüyle. Bu kez onlar da benim yanıma gelmediler. Yalnız geçirdiğim bir günün ardından eve döndüğümde de keyfim yerinde değildi. Ta ki babamla konuşana dek. Annemle babam ben çok küçükken ayrılmışlar. O kadar küçükmüşüm ki bunu hatırlamıyorum bile. Öyle medeni bir boşanma da olmamış. Bayağı kavga ederek ayrılmışlar. Bunu bana anlatmadılar ama öğrenmek zor olmamıştı, bir şekilde öğrenmiştim. Bu yüzden de 18 yaşında olmama rağmen tek bir kez bile ikisiyle aynı anda vakit geçirmişliğim yoktur. İkisi de gerçekten birbirlerinden nefret ediyorlar. Buna alışmıştım, yadırgamıyorum artık. Tüm bunlar bir yana babamla çok iyi anlaşırdım. Çok fazla görüşmezdik, çünkü işi yurt dışındaydı ve Türkiye'ye çok nadir gelirdi. Her geldiğinde de beraber olurduk. Fakat uzak olmamıza rağmen aramızda kuvvetli bir bağ vardı. İtiraf etmem gerekirse onu annemden daha çok seviyorum. Belki de sadece onun yanındaki özgürlüğümü seviyorumdur, bilmiyorum. Babamla konuşmamın ardından keyfim yerine geldi, bozuk olan moralim düzeldi. Bu sayede derslerime daha iyi odaklanmıştım. Piyano dersim de tahmin ettiğimden daha güzel geçmişti. Piyona dersinden sonra da grup ödevimiz için araştırma yapmıştım. Öğrendiğim ve diğerlerinin bilmesi gereken her şeyi not etmiş, ödev için hazırlık yapmıştım. Kısacası çok verimli bir gün geçirmiştim. Ertesi sabah okula gideceğim dördüncü güne uyandığımda üzerimde bir kırgınlık vardı. Soğuk havalar her zaman olduğu gibi yine beni olumsuz etkilemişti. Annem evhamlanacağı için evde bundan hiç bahsetmeyip okula geçtim. Müdürün konuşmasının ardından sınıfa gidip ilk derse girdim. Coğrafya olan ilk dersi atlattıktan sonra çantamdan dün gece araştırıp yazdığım notları çıkardım, başımı çevirip arka dörtlüye baktım. Sanki beni de bu ödevi de unutmuş gibiydiler, umurlarında değildi. Buna rağmen bu kez dersin ilgilerini çekmelerini umut edip yanlarına gittim. "Abi şununla süt kardeşi olduğuma inanamıyorum gerçekten! Yemin ederim en büyük intihar sebebim bu adam benim!" Aras bunu Doğu'ya bakarak söylediğinde şoke oldum, onlar süt kardeşler miydi? Yok artık. Melih Doğu'nun söylediği şeye gülerken "Emin ol biz de henüz inanamıyoruz." dedi, Tuana her zamanki gibi sessizdi ve sadece gülüyordu. "Günaydın." Dememle hepsinin bakışları beni buldu ve onlar çağırmadan yanlarına gelmiş olmam hepsini şaşırttı. "Günaydın." Dedi Doğu gülümseyerek ve önüne döndü. Melih ve Aras da "Günaydın." dediler, Tuana gülümsemekle yetindi. Ben de elimdeki kağıtları gösterdim. "Biraz araştırma yaptım, güzel şeyler buldum." Diye geliş nedenimi açıkladım ve devam ettim. "Beraber yapmamız gerekiyor ya hani? Bakmak ister misiniz?" Hemen yanında durduğum Doğu ayağa kalktı. "Otursana." Dedi. "Teşekkür ederim." Diyerek kalktığı yere oturdum, o da Aras'ın yanına gitti. Sırasında oturan Aras'ın omzuna kalçasıyla hafifçe vurdu. "Kay kenara." Aras onun istediğini yaptı, Melih'e yaklaştı, Doğu hemen oturdu. O sırada Tuana elleriyle bir şeyler söyledi, onu bana aktaran Melih oldu. "Herkesin susmasını ve derse odaklanmamızı istiyor." Dedi, bana döndü. "Seni dinliyoruz." Deyip arkasına yaslandı. Kağıtları Melih ve Aras'ın sırasına koydum, her şeyi bir bir ve anlayacakları kadar açık bir şekilde anlattım. Hepsi ilk defa beni dikkatle dinlediler. Konuşmam bittikten sonra "Sorusu olan var mı?" diye sordum, hepsi birbirinin yüzüne baktı, hiç kimse hiçbir şey demedi. "Anlattıklarımı anladınız değil mi?" Diye sordum, Doğu umutsuz bir vaka gibi başını olumsuz anlamda salladı, sıkıntıyla iç geçirdim. Onunla aramızda böyle bir bakışma geçerken diğerleri güldü, onlarla birlikte Doğu da güldü. "Şaka şaka derslerden o kadar da uzak değilim, anladım." Dedi, diğerlerine baktım, diğerleri de beni anladıklarını söylediler, rahatladım. "Peki madem anlaştık ödevi bu şekilde yapmanın daha doğru olduğunu düşünüyorum. İtirazı olan var mı?" Başlarını olumsuz anlamda salladılar, ne dersem evet diyorlardı. Bir şeye itiraz etmiyorlardı. Hiçbir şeyi üstlenmiyorlardı. Bunu yapmak benim için sorun değildi ama hiçbir şekilde müdahil olmuyor olmaları da biraz sinir bozucuydu. "Tuana haklı." Diyen Aras'a baktım, muhtemelen Tuana işaret diliyle bir şeyler söylemişti, ben görmemiştim. "Ne dedi?" Diye sordum, Aras açıkladı. "Böyle tenefüste olmayacağını söyledi. Hafta sonu bir araya gelip halledelim diyor ve haklı da. Böyle on dakikalık tenefüslerde ödev filan yapılmaz." Bakışlarımı önüme çevirdim, hafta sonu bir araya gelmek mi? Bu benim için mümkün bile değildi. "Bence de abi dersten çıkıp ders konuşuyoruz, beni afaganlar basıyor." Doğu, Tuana ve Aras'ı onayladı, bakışlarım onları buldu. "Üzgünüm, hafta sonu olmaz." Dedim ve devam ettim. "Resitalim var, tüm hafta sonumu buna ayırmak zorundayım." Aslında bu bahaneydi sadece, asıl sebep annemdi. "Resital mi?" Diye sordu Melih, gözlerim onu buldu. "Evet, piyona çalıyorum." "Resital verdiğine göre profesyonel olmalısın." Diyen Doğu'ya döndüm. "Öyle." Demekle yetindim, kendim hakkında konuşmayı sevmediğim için konuyu hemen değiştirdim. "Hafta sonu olmaz yani." "Peki, bu akşam bir yerlerde buluşalım o zaman." Dedi Aras, bu da olmazdı. Onlarla okul dışında buluşmam mümkün değildi. Fakat bunu onlara da açıklayamazdım. "Olur mu?" Diye sordu Doğu, ona döndüm, tam bunun için de bir bahane uyduracakken Melih araya girdi. "Bu akşam olmaz abi, benim evde olmam gerekiyor." Rahat bir nefes aldım, beni kurtaran o olmuştu. "Yarın akşam?" Diye sordu bu kez de Doğu, dudaklarımı ısırdım, buna ne diyeceğim diye düşünürken Aras girdi araya. "Abi yarın akşam halı saha var." Dediğinde Doğu, hatırladığına dair bir ses çıkardı. "Doğru, unutmuşum." Bu kez de beni kurtaran Aras olmuştu. "Bu hafta bir araya gelmek mümkün değil." Dedi Melih, başımı sallayarak onayladım onu. O sırada ders zili çaldı ama coğrafyacının gelmesine daha vardı, zil çalar çalmaz gelmiyordu öğretmenler. Tuana ellerini kaldırdığında bir an için keşke onu anlasaydım diye düşündüm. "Yarın öğleden sonraki derslerin önemsiz olduğunu söylüyor. Ekelim, bir yerlerde buluşalım dedi." İşte yine kabul edemeyeceğim bir teklif geldi. "Ders için ders eken muhteşem öğrencileriz." Dedi Doğu, herkes onun söylediğine güldü. Ben ise bunu kullandım. "Doğru söylüyor Doğu, olmaz böyle bir şey." Gülmeleri durdu, dikkatleri beni buldu. "Yani ben ders ekemem, üzgünüm." Dedim, ders başlamak üzere olduğu için de ayağa kalktım. "Daha sonra konuşuruz bunun üzerine." Dedim, o sırada coğrafyacı derse girdi. "İyi dersler." deyip sırama döndüm. Bu biraz zaman kazanmama neden olmuştu, okul dışında görüşme konusunda daha sonra güçlü bir bahane uydurabilirdim. Öğlene kadar tek tek derslere girip çıktık. Beşinci dersin sonunda öğle arasına girdiğimizde herkes sınıfı bir bir terk etti. Çıkarken de konuştukları tek şey öğlen ne yiyecekleriydi. Onlar çıkıp giderken bir anlığına bir şeyler yesem mi diye düşündüm. Sonra kurallar aklıma geldi ve bunu hemen aklımdan silip attım. Aslında yiyeceğim sağlıklı şeyler de bulabilirdim ama uğraşmak istemedim. Birkaç saat daha dayanıp evde yerdim. Sıradaki fazla eşyalarımı toparladıktan sonra kitabımı çıkardım. Normalde öğle aralarım da soru çözmekle geçerdi ama bu kez başım ağrıyordu ve bunu yapmak istemedim. Kitap okuyup biraz dinlenmek istedim. Fakat okuduğum birkaç sayfadan hiçbir şey anlamadım. Çünkü aklımda bugün çocuklara anlattığım ödevin bir kısmı takılmıştı ve ondan emin olmadan başka bir şeye odaklanmam mümkün değildi. Çantama döndüm, fakat o an notları onların yanında bıraktığımı hatırladım, sıkıntıyla ofladım. Belki çantalarında değil buradadır diye düşünüp başımı kaldırdım, arkaya doğru baktım ve gördüğüm şeyle şoke oldum. Melih buradaydı, yerinde oturuyordu. Kollarını sıranın üzerinde birleştirmiş, başını kollarının üzerine koymuş uyuyordu. En başında nasıl fark etmedim ki onun burada olduğunu? Herkes çıkınca o da çıktı zannetmiştim. Hiç sesi de çıkmamıştı. Onun burada olması işime geldi, ayağa kalktım ve yanına gittim. Uyuduğu için beni fark edemezken Aras'ın oturduğu yerde durdum, dikkatle yüzüne baktım. Beyaz tenliydi ama öyle soğuk bir beyaz değildi, kırmızı beyaz ten rengi olur ya hani? Öyle bir şeydi işte. Yeni yeni çıkan sakalları kendini belli etmeye başlamıştı, hâlâ öğrenci olduğumuz için uzamasına izin vermemesi normaldi. Onu incelemeyi bıraktım, gözlerim sıraların üzerinde gezindi. Belki notları görürüm ve onu uyandırmama gerek kalmaz diye düşündüm ama yoklardı. Daha fazla da oyalanmak istemedim, gözlerimi yeniden ona çevirdim ve utana sıkıla "Melih." dedim. Fakat bunu duymadı, insan hiç okulda bu kadar derin bir uykuya dalar mıydı? "Melih." Dedim bir kez daha ve bu kez beni duymasını umut ettim. Kirpiklerinin hareket ettiğini fark edince de istediğim şey olmuş oldu, bir daha ismini söylemedim, kendine gelmesini bekledim. Tek gözünü açtı, eş zamanlı olarak da tek kaşı kalktı. Merakla ona bakıp beni fark etmesini beklerken derin bir nefes aldı, uyandığı için biraz kızmış gibiydi. Bu yüzden dudaklarımı ısırdım. "Rahatsız ettim, özür dilerim." Dememle eş zamanlı olarak gözleri gözlerimi buldu. Sanki bir suç işlemiş gibi telaşlandı, başını sıradan kaldırdı, saçlarının dağıldığını fark ettim. "Af buyur?" Dedi, sesi uykulu çıkıyordu. Yüzünü koluna koyduğu için üzerindeki ceketin izi yüzüne çıkmıştı, komik görünüyordu. "Rahatız ettim sanırım." Dedim bir kez daha, başını olumsuz anlamda salladı. "Sıkıntı yok." Deyip boş sınıfa baktı, bakışları beni buldu. "Diğerleri nerede?" Şaşırdım, öğle arasında olduğumuzu bilmiyor muydu ki? "Yemek yemeye gittiler, öğle arası oldu ya?" Dedim, şaşkınca kaldı karşımda. "Öğle arası oldu mu ya?" Diye sordu, gözlerimi kırpıp onu onayladım. "Amma uyumuşum." Dedi, o an kaçıncı dersten beri uyuduğunu merak ettim ama tabii ki sormadım. "Bizimkiler de kaçmışlar uyandırmadan." Dedi, yine sessiz kaldım, hiçbir şey demedim. Melih biraz kendini toparladı, uyku sersemliğini üzerinden attı. Bakışları yeniden beni bulduğunda ise konuştum. "Şey hani notlar getirmiştim ya? Oradan bir şeye bakmam lazım da onu almak için gelmiştim." Diye açıkladım, başını salladı, etrafa bakındı. Önce Tuana ve Doğu'nun oturduğu sıraya doğru eğilip baktı, daha sonra Aras'ın sırasının altına baktı ama bulamadı. Oralara zaten ben de bakmıştım. Kendi sırasının altında olmadığından emin olmuş olacak ki bakmadı, hemen önünde olan Tuana'nın çantasını aldı, açtı, şaşkınca kaldım. "Kızın çantasını mı açacaksın?" Fermuar yarıdayken duraksadı, gözleri beni buldu. "Bu doğru değil." Diye ekledim, gözleri çantayla benim aramda gidip geldikten sonra konuştu. "Notları istemiyor musun?" "İstiyorum ama birinin çantasını izinsiz açarak değil, Tuana geldiğinde isterim ondan." Dedim, tek kaşını kaldırdı, bunu dediğim hâlde çantayı açtı. Kaşlarımı çattım, Melih hiç umursamadan çantadan notları çıkardı, bana uzattı. "Bu kadar işte." Dedi, uzattığı kağıtları alırken konuştum. "Tuana kızabilir." "Sıkıntı yok, biz sorun etmeyiz böyle şeyleri." Deyince omuz silktim. "Peki, teşekkür ederim." Deyip ona arkamı döndüm, sırama doğru gidecekken konuşarak buna engel oldu. "Bir şey sorabilir miyim?" Diye sorduğunda yeniden ona döndüm. O çoktan kalkmış, Aras'ın sırasındaydı. Bu yüzden tuhaf bir yakınlık olurken iki adım geri gittim, mesafemi korudum. Aras'ın sırasına kalçasını yasladı, ellerini göğsünün altında birleştirdi. Ben de orta sıradaki tam karşısına denk gelen sıraya yaslandım. Elimdeki notları göğsüme bastırdım, onları o şekilde tutarken baktım ona. "Tabii ki." Dedim. Dudaklarını küçük bir dil hareketiyle yaladı, gözlerini kıstı, alt dudağınının sağ kısmını ısırdı. Her hareketine dikkatle bakarken derin bir iç çekti. "Ailen izin vermiyor değil mi?" Diye sordu bir anda, böyle bir soru beklemediğim için afalladım. "Bu yüzden tüm buluşma tekliflerini reddettin, biz reddedince de rahatladın." Bakışlarımı kaçırdım, bu kadar mı belli etmiştim bunu? "Neden merak ediyorsun bunu?" Ona bakarken sordum, omuz silkti. "Emin olmak istedim." "Neyden?" "Kaçtığın şeyin biz olup olmadığımızdan." Tek kaşımı kaldırdım. "Değilmişiz." Diye ekledi. "Emin oldun yani bundan?" "Oldum." "Cevap vermedim ki daha." "Verdin." Deyip iç geçirdi. "Ben aldım cevabımı yani." "Nasıl oldu o?" "Oldu işte bir şekilde." "Yanlış almışsın cevabını o zaman." "Sana yalan söylemek hiç yakışmıyor Defne." "Yalan söylemiyorum Melih." "Yalan söylüyorsun Defne." "Gidiyorum ben." Dedim, sırama doğru yürüdüm. "Gitmiyorsun Defne, kaçıyorsun." Durdum, ona döndüm, istifini bozmamıştı hiç. "Kaçmıyorum." Dedim, fakat yaptığım şey tam olarak buydu. "Ne yapıyorsun peki o zaman?" "Gidiyorum sadece, ders çalışacağım." Cevap vermek yerine tek kaşını kaldırdı. "Yalan söylemiyorum." Dedim, dudağının bir kenarı yana kıvrıldı. "Yalan söylüyorsun demedim." Öylece kaldım, doğru ya dememişti. "İma ettin." Dediğimde teslim olurcasına ellerini kaldırdı. "Ağzımı bile açmadım." Bu hareketi komik geldi ama gülmedim, kendimi tuttum. "Bakışlarınla ima ettin." "Ha bak onu yapmış olabilirim işte." Bu kez laf kavgasının kazananı ben oldum. "Yapma." Deyip yine ona arkamı döndüm, bu kez sırama ulaşabildim, yerime oturdum. "Ne yapmayayım?" Diye sordu, sıkıntıyla ofladım, başımı ona çevirdim. "Dalga mı geçiyorsun?" "Anlamaya çalışıyorum." "Neyi?" "Seni?" "Anlayacak bir şey yok." "Anlayacak çok şey var." "Ne gibi?" "Sen gibi." Afalladım, önüme döndüm. "Ders çalışacağım." "Kaçıyorsun." Kalemi elime aldım, ona bakmadan konuştum. "Baştan mı yapacağız aynı konuşmayı şimdi de?" "Hiç niyetim yok." Göz ucuyla ona baktım. "Benim de." Dedim, elimden geldiği kadar sinirli görünmeye çalışıyordum. "Dağılalım o zaman." Bu söylediğiyle yine gülesim geldi ama ciddi kalmaya devam ettim. "En iyisi." Dediğimde kapıya yöneldi. "Yemek yiyeceğim, sen yemeyecek misin?" "Hayır, sana afiyet olsun." Kapıyı açtı, çıkmadan önce bana döndü. "Sana da." Deyince kaşlarımı çattım. "Yemek yemeyeceğim demiştim." Bir kez daha dudağının sağ kısmı kıvrıldı. "Sana da iyi çalışmalar diyecektim." Cümlenin devamını dinlemezsem böyle olur işte. "Teşekkür ederim." Önüne döndü, bir adım atıp sınıftan çıktı, bakışları yeniden beni buldu. "Ya da iyi kaçmalar mı demeliydim?" Dedi, cevap vermek için dudaklarımı araladım, cevabımı beklemedi, sağ gözünü kırptı ve sınıftan çıktı. Cevap verememiş olmanın siniriyle elimdeki kalemi fırlattım, kalem sınıfın kapısına çarpıp çöp kutusunun yanına düşerken önüme döndüm. "Sakin ol Defne, sakin ol." Kendi kendime konuştum, gözlerimi kapattım ve içimden ondan geriye saymaya başladım, beni en çok sakinleştiren şey buydu. Bunu yapıp biraz kendime geldikten sonra ayağa kalktım, yerime döndüm. Tüm odağım dağıldığı için bir şeyleri incelemek yerine okumaya devam etmek istedim. Kitabımı nereye bıraktım diye bakındım, sıranın altında olduğunu gördüm, çıkardım. O an bir kağıt düştü yere. Yerdeki beyaz, kare kağıda baktım, ne olduğunu anında anladım, hemen aldım yerden o kağıdı ve yazdığı şeyi okudum. "Seni kendime sakladım." Gülümsedim, üç kelimeden oluşan bu cümleyi birkaç saniye içinde defalarca okudum içimden. Arkama yaslandım, kocaman gülümsedim. Seni kendime sakladım. Şarkıydı bu, daha önce duymuştum. Şarkılara, şiirlere, kitaplara aşık birisiydi. Hakkında bir tek bunu ve bıraktığı notlardan el yazısının neye benzediğini biliyordum sadece ve bu iki bilgi onu tanımam, fark etmem için yeterli değildi. Elimdeki kağıdı kitabımın arasına koyarken cebimdeki telefonum titredi. Telefonumu çıkardım, ekranı açtığımda gelen bildirimi okudum. "DOĞU VE NEFERLERİ" grubundan bir yeni mesajınız var. Mesajlara bakmamaya karar verdiğim hâlde, gelen bu tek mesaj merakımı cezbetti. Okumadan geçmek istemedim ve bana tebessüm ettirecek olan o mesajları okudum. Melih: Ödev için okul dışında görüşmeye gerek yok, yarın boş derslerde hallederiz. Melih: Böylesi çok daha iyi olacak. Melih: Hepimiz için... Selammmm, nasılsınız? Nasıl gidiyor? Anlatın bakayım biraz bana :) Evet son karakterimizin fotoğrafı da bu bölümde gelmiş oldu, kendisi tam da tahmin ettiğiniz kişi, evet evet o. Aras. Zaten başta yazmışım jdjdjjsjs Melih ve Defne atışması yazmak kadar zevkli bir şey yokmuş meğerse hdhshhshshsh aşırı zevk aldım yazarken ya çok komik ve tatlıydılar bence :) Sizce şu gizemli bey kim olabilir? Herkesin Melih diyeceğine neredeyse eminim hdjsjjsjshs Melih midir gerçekten de? Ve değinmek istediğim son bir şey var; mesajlaşma kısımlarının yazmayı çok sevdim. Aniden gelişen bir şey oldu ve çok hoşuma gitti. Bundan sonra bol bol okumaya hazır olun :) Bölüm hakkındaki yorumlarınızı buraya yazabilirsiniz. Bölümde en sevdiğiniz sahne hangisi oldu? Bölümü en iyi anlatan emojiyi de buraya alalım. Biraz sonra yorumlarınızı okumak için yeniden burada olacağım, en kısa zamanda yeniden görüşmek dileğiyle, sağlıkla ve sevgiyle kalın. Duyuru ve alıntılar için aşağıya bırakacağım sosyal medya hesaplarıma bekliyorum sizi :) Instagram: gizzemasllan Twitter: gizzemasllan |
0% |