Yeni Üyelik
6.
Bölüm

Kırmızı Toz

@grikelebek

O gece Melanie, yatağında düşünmekten uyuyamamıştı. Sürekli sağa-sola dönüyor ama bir türlü uyuyamıyordu. Sonunda yatağından kalkıp camın yanında duran sandalyenin üzerine oturdu. Sandalye çok rahat değildi ama üzerindeki minder sayesinde onu fazla rahatsız etmiyordu.

Eski odasındaki cam çok büyüktü Melanie'nin. Yatağında yattığı zaman gökyüzünü görebiliyordu. Ama bu odadaki cam o kadar büyük değildi. Yıldızları görmek için yakınına gelmek zorundaydı. Kendisini özgür hissettirmiyordu. Eski hayatını özledi Melanie, hem de çok özledi.

Camdan dışarıyı seyretmekte ona iyi hissettirmemişti. Üzerine kalın bir hırka giydi ve odasından çıktı. Sessiz adımlarla merdivenlerden aşağıya indi ve evin kapısını açıp evden çıktı.

O gece tek uyumayan Melanie değildi, John da uyuyamamıştı. Melanie, John'u bahçenin biraz kenarında bir taşın üzerinde otururken buldu. Yavaş adımlarla yürüyüp ona yaklaştı.

John, oturduğu taşın üzerinde gözlerini bir noktaya sabitlemiş düşünceler içerisindeydi. Anne ve babasının ölümü için çok üzgün aynı zamanda onların katillerine nefret duyuyordu. Bu durumun tek suçlusu Arthur'du. O ölmeden rahat bir hayat yaşayamayacağını biliyordu. Melanie'nin geldiğini fark ettiğinde "Uyku tutmadı mı?" diye sordu.

"Hayır, uyuyamadım."

"Hâlâ kendini suçlamıyorsun umarım."

"Hayır." Melanie, artık bu durumdan dolayı kendisini suçlamıyordu. Sonuçta bu olanlar onun istediği için olmamıştı. Diğer herkes gibi o da bu oyunun bir kurbanıydı, suçlu gibi görünen bir kurban. Şu an tek istediği şey Arthur'un ölmesiydi. Onu kendi elleriyle öldürmek istiyordu. Önünde diz çökmesini ve ona canını bağışlaması için yalvarmasını istiyordu. Bunun için iyi bir fikre ihtiyacı vardı ama aklına bir şey gelmiyordu.

Bu gibi durumlarda dolaşmayı çok severdi. Yeni fikirler, çözüm yolları bulmak için hep bunu yapardı. "Dolaşmaya çıkmak istiyorum."

"Bu saatte mi?"

"Evet."

"Sabah olmasına az kaldı, biraz bekle istersen."

"Hayır beklemek istemiyorum. Üzerimi değiştirip gideceği."

John, Melanie'yi ikna edemeyeceğini anlamıştı. Onun yalnız gitmesine izin veremezdi. "Bende seninle gelebilir miyim?"

"Tabi."

Bir süre sonra ikisi de günlük kıyafetlerini giymiş bir şekilde evden çıktı. Hava soğuktu bu yüzden üzerlerine hırkalarını almayı ihmal etmediler. İkisi birlikte ormanın içine giden yolda yürümeye başladılar. Gün yavaş yavaş ağarıyordu. Etraf o kadar karanlık değildi, çevresindeki her şeyi görebiliyorlardı.

Melanie, içine çektiği temiz hava ile rahatlamıştı. Artık sakin sakin düşünmek istiyordu. Tekrar olacak olan bir savaş vardı. Bunun için ne yapabilirdi? Nasıl bir savunma yapabilirlerdi?

Bu sorulara cevap bulamıyordu çünkü Nopuntis Krallığı hakkında hiçbir şey bilmiyordu. Ordusu hakkında bilgisi yoktu, sarayın konumu da çok önemliydi.

"John, ordunuz kaç kişilik?"

"Savaştan sonra ne kadar kaldı bilmiyorum."

"Peki savaş için iyi bir eğitim aldılar mı? Onlara bu konuda güveniyor musun?"

"Elbette, bende onlarla aynı eğitimi aldım."

"Peki sarayınızın konumunu yüksek bir yerden görmem mümkün mü?"

"Evet, ilerde bir tepe var. Oraya çıkabiliriz anca bu yorucu olur."

"At arabasıyla gidelim."

"Olur." Tekrar eve geri döndüklerinde at arabasıyla birlikte tepeye gitmek için yola çıktılar.

Onlar tepeye vardığında gün tamamen ağarmıştı. Melanie, sarayın konumunu ve etrafındaki her şeyi güzelce inceledi.

"Arthur'un ordusu nereden gelecek?"

John, eliyle işaret etti. "O taraftan, iki kayalığın arasından saraya doğru ilerler. Ve bu boş meydanda iki ordu çarpışır."

"O iki kayalık krallığın sınırları içerisinde mi?"

"Evet." Melanie, duyduğu cevaptan sonra gülümsedi. "Aklında ne var?"

"Bence o iki kayalığın arasına büyük bir duvar örmeliyiz."

"Nasıl bir duvar?"

"Çok yüksek ve geniş olmalı. Üzerine ordunun çıkabileceği bir büyüklükte olmalı. Duvarın arka tarafında duvara birleşik büyük mancınıklar olmalı, büyük bir kayayı fırlatabilecek kapasitede. Duvarın üzerine de okçular yerleştiririz."

"Peki ya duvara tırmanmaya kalkarlarsa?"

"Yakın dövüş yapabilecek adamları duvardan aşağıya biraz sarkıtabiliriz."

"Fikrin çok değişik ama güzel. Bize bu duvarı yapabilecek biri lazım."

"Bu işi gizliden gizliye yapmamız lazım. Arthur'un ordusu bunu öğrenirse buna engel olmaya çalışacaktır. Bu işi için güvenilir insanlar lazım."

"Generale bir mektup yazarım. Duvarın yapımı için birini bulabileceğine eminim. Peki ya casus haber uçurursa ne olacak?"

"Casus çalışanlardan biri mi acaba? Muhafız ya da şövalyelerden biri olabilir mi?"

"Sanmam, çalışanlardan biri olmalı."

"Saraydan dışarıya çıkmalarını yasaklayabiliriz. Bu sayede dışarısıyla irtibatı kesilir. Generalle yüz yüze konuşmamız mümkün mü?"

"Bu biraz zor olur. Takip ediliyor olabilir."

"Haklısın bu riskli olur. O zaman bu durumu ona mektupla anlatmamız gerekecek." Melanie, John'a dönüp sözlerine devam etti. "Orduyu güçlendirmen gerekiyor. Kategorilere ayırmalısın; okçular, piyadeler gibi. Herkes aynı görevi yapamayabilir. Bazıları kılıç kullanmada iyidir bazıları ok atmada bazıları ise balta sallamada." John'un Melanie'ye olan ciddi bakışları yumuşayıp gülümseme halini aldı. "Neden öyle bakıyorsun?"

"Bir prensesin böyle fikirler üretmesi beni çok şaşırttı. Etkilendiğimi dile getirmek isterim."

Melanie, bunu duyunca hem mutlu olmuş hem de biraz utanmıştı. "Teşekkür ederim."

Havada rüzgâr esmeye başladı. Esinti nedeniyle yerdeki sararmış yapraklar havalanıyordu. Rüzgâr gittikçe şiddetlenmiş bu seferde ağaçları sallamaya başlamıştı.

"Artık gitsek iyi olur," dedi John.

İkisi birlikte at arabasının önüne bindiklerinde kulübeye gitmek için yola çıktılar. Çok geçmeden yağmur damlaları yer yüzüne düşmeye başlamıştı ve gittikçe hızlanıyordu.

"Bu durumda devam edemeyiz. Yağmurun dinmesini bekleyelim. İleride bir mağara görünüyor, oraya girelim." John, Melanie'yi haklı bularak atın mağaraya doğru ilerlemesini sağladı. Mağaranın içine girdiklerinde at arabasından indiler. Melanie, merakla etrafı incelemeye başladı. İçeride tuhaf bir koku vardı, ne olduğunu anlayamadı. Mağaranın duvarları ve yerin belirli kısımları kırmızıydı. Duvardaki kırmızı kısma dokunup eliyle ne olduğuna baktı. Toz, kırmızı bir toz. Duvarın hemen dibinde aynı renkte olan küçük bir taş parçası fark etti. Eğilip yerden aldı. Dokunduğu eli kırmızıya boyanmıştı.

"Nedir o?" John'un sorusuyla Melanie yönünü ona döndü.

"Bunu buldum, ne olduğunu bilmiyorum. Yerlerde ve duvarda toz hali de var." Kırmızıya bulanmış elini gösterdi. "Renk veren bir madde sanırım."

John, Melanie'nin yanına yaklaştı ve elinde tuttuğu taş parçasına dokundu. Onun da eli kırmızı olmuştu. "Daha önce hiç böyle bir şey görmemiştim."

"Yanıma almak istiyorum."

Yağmurun şiddeti azaldığında tekrar yola çıktılar. Kulübeye vardıklarında Mia ve Lucas dışarıdaydı. Lucas, elinde balta ile odun parçalarken Mia parçalanılan odunları sepete topluyordu.

"Neredeydiniz? Sizi merak ettim," diye söylendi Mia.

"Biraz dolaştık. Merak edecek bir durum yok," diye cevap verdi Melanie.

Lucas, Melanie'nin elinde tuttuğu taş parçasına baktı. "Onu nereden buldunuz?"

"Mağaranın birinde buldum," dedi Melanie.

Lucas, Melanie'nin yanına yaklaşıp daha iyi baktı. "Bu elinde tuttuğun şey yanıcı bir madde. Alevden uzak tutmanı tavsiye ederim."

Bu cümle John'un aklında bir fikir oluşturmuştu. "Bundan daha fazla var mıdır?" diye sordu Lucas'a.

"Mağaranın iç kısımlarına doğru artıyor."

"Bu harika." Hiçbiri John'un aklından geçen şeyi tahmin edememişti. Melanie, ne düşündüğünü merak ediyordu. "Ben eve geçiyorum. Mektup yazmam gerekiyor." John, eve doğru yürürken Melanie de arkasından yürüdü. John, hızlı adımlarla üst kata çıkıp çalışma odasına girdi. Melanie hemen arkasından odaya giriş yaptı.

John, odanın biraz kenarında kalan çalışma masasına oturdu. Masanın çekmecelerini kurcaladıktan sonra bulduğu boş kâğıdı önüne koydu.

"Ne düşünüyorsun? Merak ediyorum." John, Melanie'nin söylediği şey karşısında bakışlarını ona çevirdi.

"Bu maddeyi savaşta kullanabiliriz. İnan bana çok işimize yarayacak." Melanie, ona hak vermişti. Buldukları bu yanıcı madde silah bile olurdu.

John, mektubunu yazmaya başladı. Melanie merakla yazdıklarını görmek için John'un yanına yaklaştı.

 

General Jimmy Klein,

Öncelikle saraydaki casus için geçici bir çözüm yolu buldum. Çalışanların sarayın dışına çıkmasını yasaklamanı istiyorum. Böylece dışarısı ile irtibatları olmayacak. Her bir çalışanın yakın takibe alınmasını ve casusun bir önce bulunmasını istiyorum.

Krallığımızın kuzeyinde kalan iki kayalığın arasına büyük bir duvar örülmesini istiyorum, yüksekliği altı genişliği en az beş metre olmalı. Öyle bir duvar inşa etmelisiniz ki üzerinde bir ordu taşısın, bizi gelecek her büyük düşmandan korusun. Duvarın arka tarafına büyük mancınıklar olmasını istiyorum. Kaldırabileceği yük fazla olmalı.

Krallığımızı gören Sirelt Tepesinin yolunun batısında bir mağara bulunmakta. Mağaranın içinde kırmızı yanıcı bir madde bulduk. Kimsenin haberi olmadan bu maddeyi çıkartmanızı istiyorum. Bu maddeyi savaş için kullanma düşüncesindeyim.

Senden istediğim bu duvarın palanını yapacak ve bulduğumuz bu maddeyi kullanarak silah yapabilecek güvenilir birilerini bulman. Bunların hepsini yaparken düşmanlarımızın öğrenmemesine dikkat et!

Kral John Lawrence

 

John, mektubu yazmayı bitirdikten sonra eline alıp bir kez okudu. Yazacak bir şey kalmadığını düşünerek mektubu katladı.

"Bunu adama kendim vermek istiyorum," dedi John.

"Bende seninle gelebilir miyim?"

"Tabi gelebilirsin. Kahvaltı ettikten sonra çıkarız."

Birlikte aşağıya indiklerinde kahvaltı masası çoktan hazırdı.

"Siz ikiniz ne işler çeviriyorsunuz?" diye sordu Mia.

"Hiçbir iş çevirmiyoruz. Kahvaltıdan sonra kasabaya gitmemiz gerekiyor," diyerek cevap verdi Melanie.

"Bende gelebilir miyim."

"Üzgünüm Mia, sadece ikimiz gideceğiz. Bu önemli bir durum."

"Peki tamam," diyerek şansını daha fazla zorlamak istemedi Mia.

Hepsi birlikte kahvaltısını ettikten sonra John ve Melanie kasabaya gitmek için hazırlandılar. Kapıdan çıkmak üzereyken Mia, yanlarına geldi. "Yoğurt, peynir ve birazda ekmek alır mısınız?"

"Olur gelirken alırız," dedi Melanie.

Evden çıkıp at arabasına bindiler ve kasabaya doğru yola çıktılar. Kasabaya vardıklarında yine aynı adama at arabasını emanet ettiler.

Kasabanın sokaklarına girdiklerinde beklemedikleri bir kalabalıkla karşılaştılar. Neler olduğunu anlayamamışlardı.

Viktor'un dükkanına girdiğinde iki şövalyenin onunla konuştuğunu gördü. Bu şövalyeler şu an bulundukları Grodeodal Krallığına ait olmalıydı. Aralarındaki konuşma bittiğinde şövalyeler çıkmak için kapıya yöneldi. "Merhaba bayım." John, şövalyelerin kendisine söylenildiğini fark ettiğinde biraz gerildi. Bunu belli etmemek için hemen kendini toparladı.

"Merhaba."

"Etrafta hiç yabancı birilerini gördünüz mü?"

"Aslında kasaba çok kalabalık olduğu için neredeyse her gün tanımadığım başka birini görüyorum," diyerek cevap verdi John.

"Doğru haklısınız. Biz bir prens, prenses ve yanlarında olan genç bir kadını arıyoruz."

"Üzgünüm, buralarda prens ve prensese benzeyen şık giyinimli birilerini görmedim."

"Pekâlâ, teşekkür ederim. İyi günler."

Şövalyeler kapıdan çıktıktan sonra hepsi rahat bir nefes verdi. Victor'un bulunduğu satış tezgahının yanına biraz yaklaştılar.

"Merhaba Victor. Nasılsın?" diye lafa girdi John.

"İyiyim teşekkürler." Arka kapıdan içeriye çalışanlardan biri girdi ve yeni gelen kıyafetleri yerleştirmeye başladı. "Lucas'tan sizin için bir kıyafet göndermiştim. Eliniz ulaştı mı?"

Viktor'un demek istediği John ve Melanie tarafından anlaşılmıştı. "Evet, geldi. Ben başkasına yeni bir kıyafet hediye etmek için geldim. Hediyeyi eline ulaştırabilir misiniz?" diye sordu John.

"Elbette."

John, biraz etrafa baktıktan sonra eline aldığı rastgele bir kıyafeti tezgâhın üzerine koydu. Tam o sırada işini bitiren çalışan tekrar arka kapıdan çıktı. John, cebindeki mektubu çıkartıp kıyafetin arasına koydu. "Sana mektubu veren kişinin alması gerekiyor," dedi John alçak sesle.

"Merak etme. Buraya tekrar geleceğini söylemişti." Victor, kıyafeti paketledikten sonra tezgâhın altına köşeye bıraktı. "Etrafta sizi arıyorlar."

"Sen yeter ki bu mektubu ulaştır. Gerisini biz hallederiz." John, Victor'a yaptığı yardımın karşılığı olarak biraz para verdi. Victor, parayı almayarak geri çevirdi.

"Ben alacağımı aldım." Victor'un bunu demesi üzerine John uzattığı parayı tekrar cebine koydu.

"İyi günler Victor."

"İyi günler."

Dükkandan ayrılıp tekrar sokağa çıktıklarında gerekli olan şeyleri almak için biraz dolaştılar.

 

Loading...
0%