@grikelebek
|
Prens John, bakışlarını üst kattaki pencereden ayırdığında arkasında bulunan Melanie ve Mia’ya çevirdi. “Ben içeri girip bakayım. Siz burada bekleyin.” “Tek başına girmen tehlikeli. Bizde gelelim.” Melanie, lafını bitirdiğinde at arabasına doğru yürüdü. Sandıklarından birini açıp içinden iki tane kılıç çıkardı. Birini Mia’ya uzattıktan sonra kapıya doğru yürümeye başladı. Melanie’nin bu hali John’un daha çok hoşuna gitmişti. Kapıya geldiklerinde John, ses çıkartmamaya dikkat ederek kapıyı açtı. Ardına kadar ittirdiğinde içeriye bir adım atıp etrafa bakındı, kimse yoktu. İçeriye girdiğinde Melanie ve Mia onu takip ediyordu. Merdivenin başına varıp sessizce yukarıya çıkmaya başladılar. Merdivenleri çıktıklarında ışık gelen odaya doğru ilerlediler. John, elindeki kılıcını daha sıkı tuttu. Aralık olan kapıdan içeriye doğru bir bakış attı. Adamın biri, koltuğun üzerinde uzanıyordu. Aralık olan kapıyı açmak için ittirdiğinde kapıdan çıkan gıcırtı adamın dikkatini çekmiş ve o yöne bakmasını sağlamıştı. Adam, onları fark ettiğinde yerde duran bıçağına hamle yapmış ama John daha hızlı davranarak kılıcını adama doğrultmuştu. Adam, geç kaldığını anlayarak kendini geri çekti. “Kalk ayağa.” Adam, John’un emri üzerine ayağa kalkmıştı.
Melanie ayağa kalkan genç adamı gördüğünde gözlerine inanamadı. Karşısında duran bu adamı tanıyordu. “Lucas!” Mia’nın sinirli çıkan sesi üzerine ismi söylenen genç adam Mia’ya baktı. “Mia, canım sevgilim.” Mia, elindeki kılıcı yere bırakıp hızlıca adama doğru yürüdü. Adamın suratına sert bir tokat attığında genç adam tokadın etkisiyle biraz sarsıldı. “Ben bu tokadı hak ettim,” diye mırıldandı. Mia, öfkeli bakışlarını Lucas’ın üzerinden çektiğinde sinirle odadan çıktı. John, neler olduğunu anlayamamıştı. “Onu tanıyor musun?” “Evet tanıyorum. Ondan zarar gelmez,” diyerek cevap verdi Melanie. John kılıcını kılıfına geri soktu. “Burada ne yapıyorsun Lucas?” Lucas, tuttuğu yanağını bırakıp Prenses Melanie’nin önünde saygıyla eğildi. Ve sorusuna cevap verdi. “Bulduğum bu ev boştu. Bende burada yaşamaya başladım.” “Peki ev sahibinin bundan haberi var mı?” “Hayır. Ev sahibinin kim olduğunu bilmiyorum.” Melanie, Lucas’a gözleriyle John’u işaret etti. “Ev sahibi o mu?” Melanie evet anlamında başını salladı. Lucas, karşısında duran siyah saçlı, yeşil gözlü, şık giyinimli adamı inceledi. Kim olduğunu bilmiyordu, daha önce onu hiç görmemişti. “Evin sahibi, Nopuntis Krallığının Prensi John.” Melanie’nin tanıtması üzerine Lucas, John’un önünde eğildi. “Beni bağışlayın prensim. Kalacak bir yerim olmadığı için buraya girdim.” “Seni bu seferlik affediyorum.” Lucas, mutlulukla eğildiği yerden doğruldu. “Teşekkür ederim.” Gözleri birden dışarıya kaydı. Mia’yı görmek istiyordu. “Git ve konuş,” dedi Melanie, Lucas’a. Bunun üzerine Lucas, Mia’nın yanına gitmek için odadan çıktı. John, koltuğa oturduğunda Melanie’nin de oturması için işaret yaptı. Melanie, koltuğun diğer tarafına oturdu. “Ona güvenebilir miyiz?” diye sordu John. “Onu sekiz yaşımdan beri tanıyorum. Krallığımıza gelir bir şeyler satardı. O zaman kazandığı para ile tek ailesi olan annesine bakardı. Annesi beş ay önce öldü. Ondan sonra krallığımıza bir daha gelmedi. Daha doğrusu gelemedi, birkaç kişiye borçlanmıştı çünkü. Mia ile sevgili olmuşlardı. Hiç haber vermeden gidince Mia ona çok kızdı tabi. Zarar getirecek biri değil. Bize sorun çıkartmaz,” diyen Melanie durumu ona özet geçti. “Bana kızıyor musun?” “Ne için?” “Olanlar için. Benim yüzümden…” “Melanie hiçbir şey senin yüzünden değil. Kendini suçlama.” Melanie, bu insanlara minnettardı. Onu, ölümüne de olsa koruyorlardı. Lucas, Mia’yı dışarıda at arabasının yanında buldu. Arabadaki sandıkları aşağıya indiriyordu. Yanına doğru yürüdü. Onunla konuşmak istiyordu ama bunu nasıl yapacağını bilmiyordu. Onu dinleyip dinlemeyeceğinden bile emin değildi. “Bana çok mu kızgınsın?” Mia, Lucas’ın sorusuna cevap vermedi. “Birçok kişiye borçlandım bu yüzden krallığa bir daha gelemedim.” Mia hızlıca yönünü Lucas’a döndü. “Haber gönderseydin o zaman.” “Kimden gönderebilirdim? Krallığa giremiyordum ki.” “Eğer isteseydin bir yolunu bulurdun.” Mia’nın bu hali Lucas’ı üzüyordu. Onu hemen affetmesini beklemiyordu ama biraz anlayışlı olmasını istiyordu. “Borçlarım yüzünden dışarıda doğru düzgün gezemiyorum. Beni bulsalar öldürecekler.” “Umarım öldürürler.” Lucas, konuşmanın faydalı olacağını düşünmüyordu artık. Mia’nın çok sinirli olduğunun farkındaydı. Bir şey söylemedi. Geri çekildi, Mia’nın yanında uzaklaşıp tekrar eve girdi.
Mia, son söylediği şeyden pişmanlık duymuştu. Lucas’ı çok seviyordu ama ona çok kızgındı. Ondan haber alamadığı için çok endişe duymuştu. Onu kolay affetmeyecekti. Lucas, eve girdiğinde Melanie merdivenlerden aşağıya iniyordu. “Nasıldı?” “Bana çok kızgın.” “Haklı.” “Bende haklıyım Prenses Melanie. Sahi sormayı unuttum. Buraya neden geldiniz?” Melanie, küçük salonda bulunana koltuklardan birine oturdu ve Lucas’a karşısına oturması için işaret yaptı. Ona olanları bir bir anlattı. “Çok üzüldüm Prenses Melanie. Umarım bundan sonra her şey güzel olur.” “Umarım Lucas.” John, yukarıdaki odaları gezdikten sonra alt kata indi ve oradaki odaları da gezdi. Babasının bahsettiği odayı bulduğunda tek kişinin oturabileceği koltuğu kaldırıp kenara koydu. Yerde yazılı olan halıyı kaldırdı. Yerdeki tahtalardan birinde bulunan demir kolu tutup çektiğinde yer altına giden kapı açıldı. Aşağıya inen bir merdiven vardı. İçeriye göz gezdirdi ama çok karanlıktı.
John, her şeyi eski haline getirdiğinde tekrar salona çıktı. “Sandıkları içeriye taşıyalım.” Lucas, yerinden kalkıp John ile sandıkları dışarıdan getirdiler. Değerli eşyaların bulunduğu sandıkları o odaya bıraktılar. Odada Melanie ve John kalmıştı. Yer altına açılan kapıyı sadece ona söylemek istiyordu. John, tekrar yer altına giden kapıyı açtı. “Burada ne var?” diye sordu Melanie. “Babam sandıkları buraya saklayabileceğimizi söyledi. Henüz girip bakmadım.” John, sandıklardan birini aldı. “Oradaki mumu alıp önden iner misin lütfen. Bu sayede önümü görebilirim.” “Tabi.” Melanie, eline aldığı mum ile merdivenlerden indi. John’un inmesi için mumu kullanarak önünü aydınlattı. John sandıkların birini aşağıya indirdiğinde etrafı inceledi. Oda tozlu ve boştu. John, kalan sandıkları da indirdiğinde sandıklarından birini açıp boş bir keseye biraz para aldı. Bunu fark eden Melanie aynı şekilde sandığını açıp yanına para aldı. Her şeyi prensin ödemesine izin veremezdi. İşleri bittiğinde merdivenlerden yukarıya çıktılar ve her şeyi eski haline getirdiler.
Odadan çıktıklarında Lucas ve Mia salondaki koltukta oturuyordu. “Üst katta iki tane, alt katta iki tane yatak odası var. Siz üst kattakilere yerleşin.” “Olur,” diyerek onayladı Melanie. “Üzerimizdeki kıyafetler ne olacak? Etrafta bunlarla dolaşamayız.” “Benim kıyafetlerimden kullanabilirsin,” dedi Mia, Melanie’ye. Mia’nın kıyafetleri Melanie’ninki kadar gösterişli değildi. Sıradan ve kasabada giymek için uygundu. “Teşekkür ederim Mia.” “Kasabadan kıyafet alabilirsiniz. Burada kumaş fiyatları çok uygun,” dedi Lucas. “Evet, kasabaya gitmemiz iyi olacak. Ev içinde bir şeyler almamız lazım,” dedi Melanie. “Biraz dinlenelim. Gün ağardığında gideriz.” John’un sözlerinden sonra Melanie ve Mia üst kat çıktı. “Ben bu oda da kalacağım. Sen diğerine yerleşmişsin zaten,” dedi John, Lucas’a bakarak. “Ben sizinle kalacak mıyım? Kovarsınız diye düşünmüştüm.” “Elbette kalacaksın. Buraları en iyi bilen sensin. Bizi kasabaya götürmen lazım.” “Üzgünüm Prens John, bunu yapamam. Borçlu olduğum adamlar beni buldukları yerde öldürürler.” “Borçlarını ödeyeceğim.” “Gerçekten mi, teşekkür ederim.” “Rica ederim. Oraya vardığımızda bizi yakınların gibi tanıt, dikkat çekmemiz lazım.” “Kasaba çok büyük ve kalabalık. Her gün yabancı insanlar olur. Dikkat çekmezsiniz.” “Bu güzel. Ben yatıyorum.” “İyi geceler Prens John.” “İyi geceler.”
John, kenarda duran giysilerinin bulunduğu sandığını alarak odasına girdi. Kapısını kapattığında anahtarı çevirip kilitledi. Üzerini değiştirdiğinde sandığı yatağının altına koydu. Yeni bir hayat başlamıştı onun için. Bir süre gösterişli hayatına veda etmişti. Bu durumun kısa sürmesini diledi.
Kapısının çalmasıyla oturduğu yatağından kalkıp kapıyı açtı. Lucas, elinde tuttuğu kıyafetleri John’a uzattı. “Bu kıyafetler temiz, yarın kasabaya giderken giyersiniz.” “Teşekkür ederim.” “Rica ederim.” Melanie ve Mia üst kata çıktıklarında “Hangi odada kalmak istersin Prenses Melanie,” diye sordu Mia. Melanie, odaların ikisine baktığında sağ tarafta kalmak istedi. Melanie, elindeki küçük sandığı ile odasına girdi. Odası karanlıktı, yanına mum almayı düşünememişti. Sandığını yere bıraktığında camın perdelerini ardına kadar açtı. Birkaç saat önce gökyüzünü kapatan bulutlar şimdi yoktu. Ay ışığı içeriyi aydınlatıyordu. Camın başından ayrıldığında odasının içinde gezindi. Oda biraz küçüktü. Ortasında bir yatak, kenarda kıyafetlerini koyması için küçük bir dolap, diğer kenarda ahşap bir sandalye ve alçak bir masa vardı. Melanie yatağın üzerinde örtülü olan çarşafı kaldırdı. Üzerinde katlanmış bir yorgan ve yastık vardı. Yastık ve yorgan için çarşaf kılıfları yoktu. Dolapta var mı diye bakacağı sırada kapı çaldı. “Gelebilirsin.”
Kapının açılmasıyla içeriye Mia girdi. “Senin için kıyafet getirdim.” “Teşekkür ederim.” Mia, yatağı fark etti. “Yatağı senin için hazırlamamı ister misin?” “Ben halledecektim aslında.” Mia, Melanie’nin bunu halledemeyeceğini biliyordu çünkü daha önce hiç yapmamıştı. “Bunu ben halledeyim. Bundan sonra siz yaparsınız.” “Peki, teşekkür ederim.” Mia, elindeki kıyafetleri Melanie’nin sandığının üzerine bıraktıktan sonra dolapta bulunan nevresim takımından birini aldı. “Bunlar temiz ama dolabın içerisinde durmaktan biraz toz kokuyor. Yarın kasabadan yeni alır, bunları da yıkarız.” “Benim için sorun olmaz.” Mia yatağı hazırlarken, Melanie onu dikkatle izliyordu. Bundan sonra kendisi yapması gerekecekti, sürekli Mia’dan bunu isteyemezdi. “Teşekkür ederim.” “Rica ederim Prenses Melanie. İyi geceler.” “İyi geceler.” Mia, odadan çıktığında Melanie üzerini değiştirdi ve yatağına uzandı. Şimdiden eski hayatına özlem duymaya başlamıştı. Beğenerek aldığı o kıyafetleri giyemiyordu, rahat yatağında uyuyamıyordu, anne ve babası artık yoktu. Tüm bunların bir kâbus olmasını diledi ama değildi. Günün ağarmasına az kalmıştı. Enerjisini toplamak için biraz uyumayı düşündü. Sabah olduğunda evde ilk kalkan Lucas olmuştu. Her sabah yaptığı gibi o civarda ineklerini otlatan çiftçiden süt almaya gitti. “Günaydın Fred.” Fred, kasabanın dışında, bozkır bir alanda kalan çiftliğinde karısı ve iki oğlu ile yaşıyordu. Ondan fazla olan ineklerini her gün tek başına otlatmaya çıkardı. Geçimini bu ineklerin sütünü satarak karşılardı. “Günaydın Lucas. Tam vaktinde geldin, sütü yeni sağmıştım.” “Harika. Bugün iki şişe fazla alacağım.” Lucas, ona elindeki boş şişeyi verdi. “Neden, yiyecek başka bir şeyin kalmadı mı yoksa?” Fred, Lucas’ın durumunu bildiği için onunla şakalaşmıştı. Ama Lucas buna alınmıyordu. “Hayır, yiyecek başka şeylerim var. Hatta bugün kasabaya gidip borçlarımı ödeyeceğim.” “Parayı nereden buldun?” “Kıtanın diğer tarafında yaşayan abim beni ziyarete geldi. Yanında eşini ve onun kız kardeşini de getirdi. Bir süre benimle kalacaklar. Borçlarımı da o ödeyecek.” “Abinin işleri iyi sanrım.” “Yankın bir arkadaşıyla şarap dükkânı var. İyi para kazanıyor.” “Senin adına sevindim. O iki adam seni her yerde arıyor.” “Bundan sonra aramayacaklar.” Fred, üç şişe sütü Lucas’a uzattı. Lucas, sütleri alığında cebinden çıkardığı on veni Fred’e uzattı. Ven, kıtada kullanılan para birimiydi. “Cebimde sadece bu kadar vardı, kalan beş veni yarın veririm.” “Tamam.” Fred, bu konuda Lucas’a anlayış sağlardı çünkü onun daimî müşterisiydi.
Lucas, eve geldiğinde sütleri bir tencereye boşalttı. Evin içindeki şömineyi yaktıktan sonra süt tenceresini şöminenin üzerinde bulunan demir zincirin ucundaki çengele astı. Bu sayede tencere ateşin üzerinde kalarak sütün pişmesini sağlıyordu. Tabure alarak ateşin karşısına oturdu. Odanın ısısı artmıştı. Ateş şömineden yukarıya doğru çıkarken taştan yapılmış bu evin duvarlarındaki bölmelerden geçerek ısının tüm odalara ulaşmasını sağlıyordu. Lucas, evin en çok bu yönünü seviyordu. Alt katta yakılan bu ateş tüm odaları ısıtabiliyordu. Ekim ayı yeni girmişti ve soğuklar kendini erken göstermeye başlamıştı. Kış bu yıl çetin geçecek gibi duruyordu. Kışlık odun hazırlamaları iyi olacaktı.
Merdivenlerden gelen ayak sesini duydu. Bakışlarını o tarafa çevirdiğinde Mia’yı gördü. “Günaydın.” Mia, ona cevap vermedi. Kenarda duran başka bir tabureyi alıp oda ateşin karşısına oturdu. “Süt taze mi?” “Evet, az önce ineğin birinden çıktı.” Lucas, bu lafından sonra muzip bir gülümseme takındı. “Çok komiksin,” dedi Mia iğneleyici bir tavırla. Aralarında bir süre sessizlik oldu. “Ne kadar küs kalacağız?” “Seni birden affetmemi bekleyemezsin.” “Yani beni bir gün affedeceksin, öyle mi?” Mia yine cevap vermedi. Onu affetmeyi istiyordun ama yaptığı için ona kızıyordu. “Günaydın.” Melanie, merdivenlerden indikten sonra ikilinin yanına doğru yürüdü. “Günaydın,” diyerek karşılık verdi ikisi de. “Ne pişiriyorsunuz?” “Süt,” diye cevap verdi Lucas. Melanie, yanlarından geçerek camın kenarında duran koltuğa oturup dışarıyı izlemeye başladı. Bir süre sonra odasından çıkan John onlara katıldı. “Herkes günaydın.” “Günaydın,” diye karşılığını aldı. Lucas, pişen sütü alarak herkes için bir bardak hazırladı. Bir tepsinin içinde ikram etti. “Yiyecek biraz bir şey var. İster misiniz?” Kimse yiyecek bir şey istemedi. Herkes elindeki bir bardak sütünü oturduğu koltukta yudumluyordu. Bardaklar boşaldığında hep birlikte kasabaya gitmek için evden ayrıldılar. |
0% |