@grikelebek
|
Krofaiforis Kıtasında yer alan Büyülü Ormanda birçok canlı bir arada yaşamaktadır; periler, denizkızları, cadılar ve daha nicesi. Buna ek olarak bu kıtada bulunan krallıklarda büyülü güçlere sahip insanlar bulunmaktadır. Bu krallıklardan biri de Henontis Krallığıdır. Kral William bu insanları halkının içine katmakta bir sakınca görmemiş ve onları normal insanlardan ayrı tutmamıştır. Bu durum tahta oğlu Andrew’e geçince de devam etmiştir. Krofaiforis Kıtasında varlığını sürdüren Henontis Krallığının Lordu Andrew babasının ölümü üzerine tek varis olarak tahta geçer. Halkın soylu sınıfına mensup Lucero ailesinin tek kızı olan Jane ile hayatlarını birleştirir. Bu evliliğin sonunda dünyaya kızları Melanie gelir. Dünyaya gözlerini açan prensesin şerefine sarayda kutlama hazırlıkları başlar. Kutlamaya krallıkta yaşan herkes davet edilir hatta Büyülü Ormanda yaşayan bazı canlılar bile. Kutlamalar başladığında, salonda bulunan herkes beşiğinde yatan prensesin yanına gelip ona hediye verir ya da geleceği için iyi dilekte bulunurdu. Herkes iyi dileklerini ve hediyesini verdiğinde geriye kalan üç peri, prensese dilekte bulunmak için beşiğin yanına yaklaşır. Pür dikkat onları izleyen halk, gözlerini bir saniye olsun onlardan ayırmaz. İlk peri beşiğin içinde yatan prensese bakarak dileğini diler. “Güzel ve bilge bir kadın olmanı diliyorum.” Dudaklarından dökülen bu güzel dilek kral ve kraliçe gibi salondaki herkesi de mutlu etmişti. İkinci peri beşiğe biraz daha yaklaşarak dileğini diledi. “Ellerin şifalı olsun. Birçok hasta senin sayende derman bulsun.” Edilen bu güzel dilekten sonra da sıra üçüncü periye geldi. Üçüncü peri dileğini dilemek için beşiğe doğru birkaç adım attı. “Dünyadaki bütün canlılar varlığından güç alsın. Bu dileğim soyunla birlikte devam etsin.” Hediye edilen bu tuhaf dilek salondaki birçok kişinin aklında soru işareti bırakmıştı. Eğer dünya üzerindeki tüm canlılar gücünü prensesin varlığından alacaksa prenses öldüğünde ne olacaktı? Prenses öldüğünde dünyadaki tüm canlılarda onunla birlikte mi ölecekti? Salonda birçok kişi tarafından bu artık bir dilek değil lanetti. Tüm dünyayı yok edecek bir lanet. Prenses Melanie büyüyüp on sekiz yaşına geldiğinde ilk dilekte denildiği gibi çok güzel ve bilge bir kadın oldu. Prenses Melanie, etraftan topladığı otlarla çeşitli merhemler yapıyor, bu merhemleri birçok hastalığı tedavi etmek için kullanıyorlardı. Merhemleri sadece Prenses Melanie yapıyordu çünkü ikici perinin dileği üzerine eli şifalı olan o idi. Başkasının yaptığı merhemler tedavi edici olmuyordu. *** Sarayın balkonundan bahçedeki kızını izleyen Kral çok düşünceliydi. Eşinin geldiğini bile duymadı. Omzunda hissettiği el ile bakışlarını kızından ayırıp ona dokunan eşine baktı. “Burada ne yapıyorsun?” diye sordu Kraliçe. “Melanie’yi izliyorum.” Derin bir iç çekti Kral. Onu korkutan şeyler vardı. “İki dilekte gerçekleşti. Üçüncü dilekte gerçekse ne olacak? O perileri davet etmemeliydim.” Bundan pişmanlık duyuyordu. Tüm dünya korkunç bir durumun içindeydi. Bunu nasıl düzeltebilirdi? “Büyücüler ile konuşalım. Belki bu dileği geri alabilirler.” Kralın bu düşüncesini kraliçe de onayladı.
Saraya gelen birçok büyücü bu dileği geri almanın yolunu bilmiyordu. Kimse bir şey yapamadı. Kral edilen dileği düşündü bu dilek prensesin soyuyla birlikte devam edecekti. Prensesi evlendirmenin doğru olduğunu düşündü.
Kral Andrew bunu düşünürken Casupan Kralı Arthur, Andrew’ün krallığını ele geçirmek için ne yapması gerektiğini düşünüyordu. Arthur, Andrew’den nefret ediyordu çünkü Arthur, Andrew’ün eşi Kraliçe Jane’e aşıktı. Jane ile evlenmeyi istemişti ama o bunu kabul etmemiş ve Arthur’un teklifini geri çevirmişti. Arthur, Andrew’ü öldürmek istiyordu. Daha doğrusu karlığındaki herkesi öldürmek istiyordu. Ama bunu tek başına yapamazdı. Andrew’ün ordusu çok güçlüydü. Eğer sadece kendi ordusuyla giderse kaybetmesi çok yüksekti. Yanında savaşacak başka bir krallığa ihtiyacı vardı. Fakat Andrew’ün ordusuna karşı hiçbir krallık onunla savaşmak istemiyordu. Arthur, yeni bir şey bulmuştu. Prenses Melanie’ye hediye edilen o dileği duymuştu. Bu dilleği biraz değiştirmeye karar verdi. Sarayına birçok kralı önemli bir konu hakkında konuşmak istediğini söyleyerek davet etti. Davete icap eden krallar Arthur’un onunla ne konuşacağını merak ediyordu. “Yine savaş ile ilgilimi konuşacağız Arthur?” “Evet savaş ile ilgili konuşacağız,” diyerek ona soru soran karşısındaki krala cevap verdi. “Savaş için iyi bir nedenin yoksa bu iş olmaz.” Bu sefer başka bir kral, Arthur’a net olan cevabını dile getirdi. “Andrew’ün kızı Melanie lanetli.” Arthur’un dedikleri masadaki herkesin dikkatini ona çekmesini sağladı. “Ne demek lanetli?” Arthur, gelen soru üzerine yanıt verdi. “Prenses Melanie periler tarafından lanetlenmiş. O yaşamaya devam ettikçe dünya yok oluyor.” “Bunun doğruluğundan nasıl eminsin?” “Hiç duymadınız mı? O prensese herkes Lanetli Prenses diyor. Periler o doğduktan sonra ona dilek dilemişler ama bir tanesi onu lanetlemiş.” “Arthur’un bu söylediği laneti masadaki birkaç kişi duymuştu ama doğru olarak değil. Arthur bu yanlış bilgiyi onlara söyleyerek daha çok kafalarını karıştırmıştı. “Lanetli Prensesin yaşaması doğru değil. O bizi öldürmeden biz onu öldürelim.” “Bu söylediğiniz tam olarak doğru değil. Eğer Prenses ölürse hepimiz asıl o zaman ölürüz.” Bunu söyleyen Kral bu dileğin gerçek halini biliyordu ve Arthur’a inanmıyordu. “Bunu size Andrew mü söyledi? Ne diyecekti ki, benim kızım lanetli mi? Elbette yanlış anlatacak. Ben size doğruyu söylüyorum,” dedi Arthur. Masada bir süre sessizlik oldu. Ve sonunda birkaç krallık bu savaşa girmeyi kabul etti. Savaşa girmeyen krallardan biri sarayına geri döndüğünde Kral Andrew’e bir mektup yazdı. Arthur’un konuşmasını ve yapacakları savaşı anlattı. *** Kral Andrew elindeki mektubu okumayı bitirdiğinde çok zamanının olmadığını biliyordu. Kızını buradan göndermeliydi. Ama nereye? Aklına sadece Nopuntis Krallığı geldi. Karl James onun eski arkadaşıydı. Kızını ona emanet edebilirdi. Eline aldığı kâğıda Kral James için bir mektup yazdı. Olanları anlattı ve kızını korumasını istedi. Eline aldığı mektup ile odasından çıkıp eşinin ve kızının yanına gitti. Kraliçe, yatağında oturan kızının özenle taradığı saçlarını örerek uç kısmından bağladı. Melanie artık uyumak için hazırdı. Kapının sakince çalmasından sonra kraliçe “Gelebilirsin,” dedi. Prenses, içeriye giren babasının ona iyi geceler öpücüğü vermek için geldiğini düşündü. Babasının yüz ifadesi endişe doluydu. Kızı bir sorun olduğunu hemen anladı. “Neyin var baba?” Kral, yatağın üzerindeki eşi ve kızının yanına oturdu. “Gitmen lazım Melanie.” “Nereye?” “Savaş için geliyorlar. Buradan gitmen lazım.” “Beni öldürmek için mi geliyorlar?” diye sordu Prenses. Herkesin, kendisinin arkasından Lanetli Prenses dediğinden haberdardı. Perilerin ona hediye ettiği dilekleri biliyordu. Babası ondan gitmesini istiyordu çünkü savaşı kazanamayacağını düşünüyordu. Yaşamalıydı, ne olursa olsun diğer canlılar için yaşamalıydı, bunu biliyordu. Babası elindeki mektubu kızına verdi. “Nopuntis Krallığına gideceksin. Şövalyeler sana eşlik edecek. Mia da seninle gelecek. Ama onun özel güçleri olduğunu kimse bilmemeli. Gideceğin krallıkta böyle insanları sevmezler.” Mia, Melanie özel yardımcısıydı. Mia, Melanie iki yaş büyüktü ve küçüklüğünden beri onunla oyun oynardı. Melanie başka çaresi olmadığını biliyordu. Bu yüzden gitmeyi kabul etti. Sarayın bahçesinde en iyi altı şövalye at arabasının yanında Kralın emri üzerine Prenses ile gitmek için hazır bekliyordu. Arabaya Melanie için birkaç sandık yüklendi. Sandıkların içinde değerli hazineler dışında manevi değeri olan aile yadigarı birkaç parça vardı. Eğer savaş sonrasında elde hiçbir şey kalmazsa kızının bunlara ihtiyacı olabilirdi. Melanie, Annesi ve babasına sıkı sıkı sarıldı. Belki de bu onları son görüşü olacaktı. “Sizi seviyorum.” “Bizde seni seviyoruz birtanem.” Sonsuza kadar vedalaştıktan sonra şövalyeler ve Mia ile Nopuntis Krallığının yolunu tuttular. Sorunsuz geçen yolculuğun sonunda krallığa vardılar. Sarayın kapısındaki şövalyeler onları durdurdu. “Buraya neden geldiniz?” “Henontis Krallığından geliyorum. Ben prenses Melanie. Kral James’i görmem gerekiyor.” Şövalye, hızla koşarak krala gelen misafirlerinin haberini verdi. At arabası açılan kapıdan içeriye girdiğinde sarayın bahçesinde durdu. Arabadan inen şövalye, Melanie’nin kapısını açarak inmesine yardım etti. Sarayın içine giren şövalye geç saatte gelen bu misafirler için kralı uyandırmak zorundaydı. Ona kızacağını düşünse de bunu yapması gerekiyordu. Kral ve kraliçenin kapısını tıklattı ve içeriden bir ses gelmesini bekledi. Birkaç dakikanın ardından kapı aralanarak açıldı. “Bu saatte ne oldu?” Kral James, uyandırılmasının nedenini merak ediyordu. “Kralım, Henontis Krallığından Prenses Melanie geldi. Siz görmek istediğini söyledi.” Kral, prenses bu saatte geldiğine göre önemli bir durum olmalı diye düşündü. “Tamam geliyorum.” Kral James, odasına tekrar girdiğinde eşinin ona merakla baktığını gördü. “Bir şey mi oldu? Neden bu saatte ayaktasın?” “Henontis Krallığının Prensesi gelmiş. Benimle konuşmak istiyormuş.” “Bu saatte mi?” “Evet.” Kral derin bir nefes verdi. “Sanırım tuhaf bir durum var Mary.” “Seninle geleceğim.” İkisi de sabahlığını üzerine giydiğinde odalarından çıkıp sarayın bahçesine indiler. Melanie, kral ve kraliçeyi geç saatte uyandırdığı için biraz utanç duydu. Ama içinde bulunduğu durum vahimdi. “Hoş geldiniz Prenses. Bu gelişinizi neye borçluyuz?” diye sordu Kral James. Melanie, Kral ve kraliçenin önünde saygıyla eğildi. “Geç saatte rahatsızlık verdiğim için beni bağışlayın. Babam bu mektubu size vermemi istedi. Burada her şey yazıyor.” Kral James, Melanie’nin uzattığı mektubu eline aldı. Sabırsızlıkla açıp okumaya başladı.
Eski dostum James, Casupan Kralı Arthur, kızımın lanetli olduğunu ileri sürerek yanına aldığı birkaç krallık ile savaşmak için geliyor. Asıl amacı beni öldürmek olsa da kızım da bu kurbanlardan biri. Doğduğu gün hediye edilen dilekler gerçekleşti. Kızım Melanie, eğer ölürse tüm dünya da onunla birlikte yok olacak. Karşımdaki insanların aklı karışmış ve bunun doğruluğuna inanmıyor. Onu öldürmek istiyorlar. Bu savaştan çıkabileceğimi sanmıyorum. Biricik kızımı sana emanet ediyorum. Kral Andrew.
Kral James, bu dileği duymuştu ama doğru olup olmadığından hiç emin olamamıştı. Şimdiyse artık emindi. Andrew, uzun zaman önce onu ölümün pençesinden almıştı. Ona bir can borcu vardı. Artık bu can borcunu ödeyecekti. Andrew’ün kızına iyi bakacak ve onu koruyacaktı. Kral, okuduğu mektubu katladıktan sonra bakışlarını Melanie’ye çevirdi. “Tekrar hoş geldin Prenses. Olanlar için çok üzüldüm. Umarım her şey sorunsuz bir şekilde son bulur. Lütfen içeriye buyurun.” “Teşekkür ederim.” Kısa sürede misafirlerin kalması için bir oda hazırlandı. Melanie, yattığı yatakta tavanı izliyordu. Daha şimdiden özlem duymaya başlamıştı. Anne ve babamı bir daha görebilir miyim diye düşünüyordu. Bilmediği bir yerde, bilmediği insanların arasındaydı. Kendini fazlalık gibi hissediyordu. Buradaki insanlar onu ne kadar ağırlayacaktı? Sonsuza kadar burada kalamazdı elbet. Sonuçta o bu krallığa ait değildi. Peki ya kendi krallığından geriye bir şey kalır mıydı? Belki de yakın bir zamanda artık bir prenses bile olmayacaktı. Sadece sıradan biri olarak kalacaktı. Oysa ne güzel hayaller kurmuştu. Henontis Krallığını kendi yönetmek istiyordu. Bir Kralın eşi olmadan kraliçe olmak istiyordu. Savunma ve ordu için düşündüğü fikirlerini daha babasına anlatmamıştı bile. Eminin duysaydı onunla gurur duyardı. Belki bir ümit savaş onlar için iyi geçerdi ve bu hayallerini gerçekleştirebilirdi. Ama Melanie’nin içinde bu ümit yok aksine kötü bir his vardı. Yüreğini sıkan, nefes almasına engel olan bir histi. |
0% |