Yeni Üyelik
1.
Bölüm

Giriş

@grilt998



 

Herkese merhaba sevgili okurlarım. Biliyorsunuzki uzun zamandır yayınlamak istediğim ancak bir türlü yayınlayamadığım bir adet kurgum vardı. Artık vakti geldi diye düşünüyorum ve hepinize keyifli okumalar diliyorum.

Bu bölüm tanıtım veya da ilk bölüm değil kısa bir giriş bölümü.

Dünya normal gürültüsünün dışına çıkarak bir kaosa ev sahipliği yapıyordu. Pecust askerleri dünya yüzeyine inmiş her insanın yerleşmesine yardım ediyordu. Alemin verdiği karar doğrultusunda dünya üzerindeki her insan aynı anda bir teste tabii tutulacaktı. Yaklaşık bir aydan fazladır dünya üzerindeki ölümlerin sayısı katlarca artmış dünyanın düzenini koruyan koruyucular yeryüzünde gücü açığa çıkmış melezler olduğunu rapor etmişti. Kurul ilk toplandığı zaman bunu bir saçmalık olarak görmüştü ancak her gün dünya yüzeyindeki ölümlerin artması sonucunda Pecust kraliçesi daha fazla sessiz kalamamış ve dünya insanlarına test yapmaları gerektiğini kurula sunmuştu.

 

Kurul büyük bir tepkiyle bunu reddetmiş, dünya fanilerinin ne olursa olsun onlardan haberleri olmaması gerektiğini söylemişti. Kraliçe Agatha şimdiye kadar normal bir kurul üyesi gibi davranırken işlerin ciddiyetine varamayan kurulu, alemin yöneticisi olarak uyarmış ve nihayet kurul araştırmalara başlamıştı. Sonuç ise doğruydu, dünya yüzeyinde sekiz krallığın hepsinden yaratıklar ortaya çıkıyordu. Dünya melezlerle doluydu. Kurul tekrar toplandığında hepsi dünya üzerindeki melezleri onaylamıştı ancak önce neden birdenbire ortaya çıktıklarını bulmaları gerekiyordu.

 

Pecust kraliçesinin yasak olan kahinlere danışması tekrar büyük bir tepki almasına sebep olmuştu ancak yine kulak asmamıştı kraliçe. Pecust hanedanlığının en dip hücrelerinden getirilen kahin kurulun önüne çıktığında sekiz kafa aynı anda ona döndü. Sadece yöneticelerden oluşan kurulda eşlerinin olması bile yasaktı. Her toplantıdan sonra onları koruyan askerler öldürülüyorlardı. O saray odasında konuşulan hiç bir konu onlar dışında bir yere çıkamazdı ve kahin bunu biliyordu. Odaya girdiği andan beri onda olan bakışları es geçip Pecust kraliçesine çevirdi başını. Yüzyıllar geçmesine rağmen asla yaşlanmayan büyüleyici güzellikteki o kadına. Onu hapseden kadına.

 

Onun gücünü ve onu anında öldürebileceğini biliyordu ancak onda olmayan tek şeyin kahinlik olduğunu da biliyordu. Aslında o güce erişimi olmasına rağmen kahinliği lanet olarak gören kraliçe o güce ulaşmayı reddediyordu. İki kıtanın en güçlüsüydü. Kahin içindeki korku selini bilerek büyük bir özgüvenle yaşlılıktan bükülen belini doğrulttu. O da hala genç olarak görünüyordu pürüzsüz bir güzelliğe sahipti ancak kasları buna itiraz ederek yaşıyordu. Büyüsü yarımdı sadece dış güzelliğini sağlayabilmiş bir kahindi o. “Benden isteğiniz nedir kraliçem?” Diye sordu kahin.

 

Pecust kraliçesi yüz yıl önce Pecust’un en derin zindanlarına gömdüğü kadına baktı. Güzelliğinden hiç bir şey kaybetmemişti ancak gücünün onu artık terk ettiğinin farkındaydı. Diyarın en güçlü kahininin gücü tükenmeden önce o gücü iyi bir amaca hizmet etmesi için kullanacaktı. Yaşlı kahinin gücünü sonuna kadar emecek ve dünyada neler döndüğünü öğrenecekti. Son bir kez masadaki sekiz diyarın yöneticilerine baktı. Hepsi bunu yapmasını reddediyordu ancak kimse yapmamasını emredemezdi.. O bu iki kıtanın hükümdarıydı. “Dünya yüzeyinde sekiz ayrı diyardan melezler görülmeye başladı hepsi insanlara saldırıyor ve ruhlarını emiyor. Dünyada melezlerin olduğunu her zaman biliyorduk ama hepsi uyuyorken şimdi neden hepsi aynı anda uyanışa geçti? Neyi arıyorlar? Bunu öğrenmek istiyorum kahin bana bunları göstermeni emrediyorum .”

 

Kahin emredilme sözünü duyduktan sonra zaten gergin olan kaslarını iyice sıktı. Bu kadından başka kimse ona bişey emredemezdi, herkes onun önünde eğilirdi ama şimdi o onun önünde eğilmek zorundaydı. Yaşlılıktan fazla çalışmayan eklemlerini sıktı. Başını zorunlulukla eğdi. “Emredersiniz kraliçem.” Dedikten sonra gözlerindeki parıltıyla kraliçeye baktı. Yüz yıldır güçleri yoktu ona enerji kaynağı sağlamadan kahinliğini yapamayacağını bilen kraliçeye umutla baktı. Nihayet yüzyıldır muhtaç olduğu gücün bir kırıntısına dahi olsa erişebilecekti. Kraliçe onu anladığı anda tahtının iki yanında duran ellerinin birinden gücü kahine doğru ilerlemeye başladı. Mavi parıltılı gücün dalgasını her zerresinde hisseden kahin içindeki açlıkla güce baktı. Gözlerindeki parıltı kuvvetlendi. Masadaki her yönetici gerginlikle ellerini tahtlarına sapladılar. Alemlerin en güçlüleri karşı karşıya duruyorlardı ve eğer bir saldırı olursa kimse birşey yapamayacaktı. Odadaki askerler büyü ilerledikçe ellerini kılıçlarının kabzalarına daha sıkı sardılar. Büyü sonunda kahine ulaştığında kahin bir adım öne çıkarak büyük bir açlıkla gücü içine çekti. Kraliçe kısık gözleriyle kahine bakarken kahin gözlerini açtı. İkisi birbiri ile bakışırken kahin o küçük güç kırıntısını içinde işlemeye başladı, kraliçe tehlikeyi sezerek bütün yöneticileri büyüsüyle geriye çekerken asker kılıçlarını kabzalarından tuttukları gibi çektiler ve savunma pozisyonuna geçtiler. Kılıçların keskin sesi kahinin kulağına dolduğunda o tarafa döndü ancak unuttuğu bişey vardı. Kraliçe artık eskisinden daha kudretliydi. Tek kalp atımı hızında kraliçe kahine atıldı ve kolunu kahinin boynundan geçirdi. Kılıcının keskin yüzü kolunun yerini aldığında çırpınan kahin haraketlerini kesti

 

Kraliçe ellerini kahinin kafasının üzerine getirerek dönüştürdüğü büyüyü aldı. Kahin tekrar bükülürken kraliçe onu serbest bıraktığı anda yere dizlerinin üzerine çöktü. Kafasını kaldırarak saçlarının arasından kraliçeye bakarken yenilmezliğini tekrar hatırladı. Kılıcı hayati damarının hemen yanında hali hazırda beklerken kraliçe kahinin zihnine girdi. “Hemen kahinliğini yap ve bu hareketini tekrarlamaya çalışma. Bunu yaptığın an kılıcım pis kanını akıtır Banny..”

 

Kahin gözlerindeki kin ve nefretle kraliçeye bir bakış attı. Kraliçe kılıcını geri çekti. Kahin bunu yapmanın sonu olacağını bile bile ellerini kaldırdı. Zihninin kapılarını açtı ve kara büyünün zihnine dolmasına izin verdi. “Ti amaro kaynen tiansa birnuya leyns eykra.” Diye fısıldadı.

Kara büyü bulutlarda toplanarak yavaşça, sezdirmeden krallığın içine girdi. Toplantı salonunun havası bir anda değişirken yöneticiler ve askerler kilitlenmiş bir şekilde diyarın iki güçlü kadınına bakıyordu. Kraliçe kılıcını bir adım daha geriye çekti. Şimdi ne olacağını biliyordu ve çok geçmeden karşısındaki kadın zihninde beliren o hareketi yaptı. Gözleri geriye kayarken kafasını geri çekti.

 

Kahin acılar içinde büyünün sözlerini fısıldamaya devam etti. Vücudundaki her kas sızım sızım sızlıyordu. Ölüme yaklaşıyordu ancak zihninde beliren görüntüler bir anlığına acısını unutturdu. Gücünün sınırlarını zorladı. Geleceği görmek onun için önceden emirken şimdi saf meraktı. Görebiliyordu dünyadaki melezlerin neyi aradığını biliyordu.. Kaburga kemiklerinden birinin kırılmasıyla acıyla inledi ama canı acıdıkça büyü kuvvetlendi. Kraliçe kahinin etrafını saran karanlık bulutları gördükçe geri çekildi. Kahinin onu ayakta tutan bacaklarının kırılmasıyla birlikte yere tek dizinin önüne çöktü. Karanlık bulutlar ona son geleceği gösterdikten sonra anında yok oldular.

 

Kahinin tırnaklarının arasıda dahil olmak üzere vücudunun her boşluğundan kan sızmaya başladı. Yere devrildi. Kraliçe o ölmeden önce öğrenmesi gereken şeyleri öğrenmek üzere onun kollarından tutup kaldırdı. “Ne gördün Banny?” Kahin acıyla sızladı. Dayanamayacaktı. Kraliçeye dönüp gözlerinin içine baktı, hala gözlerindeki merhamet yerli yerinde duruyordu. O onu en karanlık zindanlara hapsetsede hala bir zamanlarki en iyi dostuydu.

 

“Reankarne oldu.” Diyerek fısıldadı acı içinde. “Kim?” Dedi krailçe baskın bir sesle. “O… “ dedi ancak daha fazlasını diline almaya cesaret edemedi. “Onu arıyorlar ve bulduklarında onu öldürecekler.” Dediğinde kraliçe bunda bir sorun görmemişti. Onu uyanmadan öldürmek en iyi fikirdi. “Agatha eğer onu bir kez daha öldürürsen veya öldürürlerse bütün diyarlar yok olacak. Bütün canlılar. Nefes alan tek bir canlı bile kalmayacak.” Dediğinde kraliçe gerildi. Kahin ağzından kan gelerek öksürdüğünde ölümün onu bir adım ötede beklediğini hissedebiliyordu. “Üstelik o Lilithin kızı.”

 

Son sözleri bunlar oldu kahinin. Başı öne doğru düştü. Kraliçe büyük bir şaşkınlıka kollarındaki cansız bedene baktı. Ne demişti o? Lilithin kızı.Lilithin kızı yoktu. Olsaydı bilirdi. Kollarındaki cansız bedeni yere bırakarak ayaklandı. Beynine inanmak istemediği gerçeklerin görüntüsü bir bir düştü. Akademide birdenbire mide bulantılarının başlamasına. En sevdiği yemeği yememeye başlamasını hatırladı. Brendon düştü zihnine birden.’O bu aralar biraz fazla hassas.’. Demişti. Onu alaya aldığını hatırladı kraliçe. Kafasını iki yana salladı. Derste bir anda karnını tutmasını hatırladı. Sadece hastayım demişti. O hasta değildi. Yemekhanenin ortasında bayıldığında çekip gittiğini hatırladı. Kanaması var demişlerdi. Ancak dinlememişti kraliçe onları. Bir gün önce kavga etmişlerdi başına ne geldiğini umursamıyordu. Okula bir hafta sonra tekrar geldiğinde özür dilemek için peşinde koştuğunu hatırladı. Onu ittirip koridorda ilerlerken arkasından bağırmıştı. “Seninle tanıştırmak istediğim biri var. Eminim onu çok seveceksin!”

 

 

Ona söylediği sadece defolup gitmesiydi. Kraliçe titrek adımlarıya terli ellerini masaya dayadı. Öne doğru büküldü. Lilithi hamileydi. Ve o bunu bile fark etmemişti. “Bulun.” Dedi kraliçe saçlarının arasından sessiz bir fısıltıya. Yöneticiler ayaklanmıştı ancak kimse ona dokunmaya cesaret edemiyordu. Kraliçe kafasını kaldırarak yumruğunu masaya indirdi. “Lilithin kızını derhal bulun!” Dedi öfkeli sesiyle.

 

Desibeli bütün sarayı titretmeye yeterliydi. Yöneticiler aceleyle odadan çıktıklarında askerler onların peşinden ilerlediler. Kraliçe kimsenin olmayışıyla yere devrildi. Nefesleri kesikti.. Kalbinin ritmi düzensizdi. Fark etmemişti. Onun hamile olduğunu fark etmemişti. O ölürken gözünü bile kırpmamıştı ama şimdi içi vicdan azabıyla doluydu. Onun ölümünü izlerken şimdi kızınıda öldürmek zorundaydı. Kalbi vicdan azabına bulandıysada beyni çalışmaya devam ediyordu.’ İyide Lilithin kızının dünyada ne işi vardı?’Kalbi acıyla sızladı. Bunu düşünmenin sırası mıydı?

 

Issız koridorda bir çift ayak sesi duyduğunda irkildi kraliçe ancak sadece doğrulmakla yetindi yerinden kalkmadı. Kocası kapıdan içeriye endişeyle girdiğinde gözleri eşini aradı. Yerdeki eşini gördüğünde kalbindeki panik ve endişe binlerce kat katlandı. Hiç bir şey söylemedi sadece onu kucakladı ve toplantı salonundan çıkardı. Yüreğindeki acıyı seziniliyordu. Odalarına geldiklerinde eşini yatağına bıraktı kral. Ardından desteğe ihtiyaç duyduğunu bilerek yanına yattı ve şefkatle kollarının arasına aldı eşini. Başının tepesini öptüğünde ilk defa eşiniı bu kadar savunmasız görmesiyle içi acıdı.

 

Kraliçe yaşadığı vicdan azabıyla baş etmeye çalışırken zihninden herkese emir verdi. “Derhal dünyalılara o testi yapın. Bana Lilithin kızını bulun. Bu bir emirdir.” Kimseden cevap gelmedi ancak kraliçe emri uygulayacaklarını biliyordu zihnindeki düşünceler bir kraliçe gibi işlediği için onu susturmanın tek çaresinin uyumak olduğunu biliyordu. Uyumak zorundaydı çünkü kalbi şuan bir kraliçe gibi değil en yakın arkadaşının yasını tutan bir öğrenci gibi atıyordu. Gözlerini kapattı ve o kız gelene kadar dinlenmeye karar verdi.

 

Dünyada ise işler karışıktı bütün aileleri bir araya toplamaya çalışıyorlardı Pecust askerleri. Diğer krallıklar testi hazırlıyordu. Diğerleri güvenliği sağlıyordu. Kaosun ortasında birde ailelerin kavgalarını dinlemek zorunda kalıyorlardı askerler. Televizyonlarda bir anda yanan ışık ailelerin dikkatini çektiğinde hepsi ses çıkarmayı unutup meraklı bir bebek gibi televizyonlara döndüler. Ve hepsinin beyinlerindeki düşünce son buldu. Başkanlarının televizyona yansıtılan görüntüsünde şöyle diyordu ,”Şu anda dünya yüzeyindeki bütün insanlar bir araya toplanıyor. Sizden ricam sevgili halkım sorun çıkarmadan askerleri takip etmeniz. Sizleri ve bizleri bir araya toplamalarının nedeni bir test. Dünyada son zamanlarda artan ölüm yüzdesinin her birey farkında ve vatandaşların kameralarına yansıyan canavarları da hatırlıyorsunuz. Şimdiye kadar canavarların varlığını reddetsekte onlar gerçek. Ve şimdi o canavarları dünyadan silmeye çalışıyoruz o yüzden lütfen sorun çıkarmadan yerlerinize geçin. Unutmayın her şey geçicek ve refah dolu günlerimiz tekrar gelecek.” Dedikten sonra başkanın görüntüsünü başka görüntüler aldı. Dünyadaki diğer başkanların açıklamalarını gösterdi hızla televizyon ve sonunda sustu. Beyaz ekranın düşük sesli çatırtısı duyuldu evlerde.

 

Ve kaos devam etti.

 

🌙

 

Vesperine

 

 

Dışardaki büyük gürültüyle itiraz ederek açtım gözlerimi. Dünyaya bombamı düşmüştü? Neydi bu ses böyle? Kafamı iki yana sallayarak bunu boşverdim. Şehrin genel gürültüsü bundan sadece biraz daha azdı zaten. Muhtemelen bir kaza olmuştu. Yataktan ayaklarımı sarkıtıp kendime gelmeye çalışarak onları biraz salladım. Komidinin üzerinde dijital saate gözlerimi çevirdiğimde homurdandım. Saat daha 08:30’tu! Lanet olsun bunların derdi neydi böyle? Homurdanmalarıma devam ederek odamdan çıktım. Elimi yüzümü yıkarken homurdanmalarım biraz olsun azaldığında zorla bu durumu kendime kabul ettirmeye çalışıyordum ama bugün pazardı! Lanet olsun kalabalık şehre. Mutfağa doğru ilerlediğimde babamı yerden tavana kadar uzanan camların dibinde gördüm.

 

Kardeşim koltukta oyun oynuyordu. Eh annemse her zamanki gibi babamın gerginliğini almaya çalışıyordu. Kim bilir yine neye gerilmişti. “Günaydın sevgili ailem.” Diye seslendim alayla. Günlük rutinimiz buydu. Annem babamın gerginliğini unutup bana döndü. Gülümsemesini bana gösterdiğinde bende ona gösterdim, yanına gidip arkasından beline sarıldığımda kıkırdadı.

 

”Ne yapıyorsun bakalım?” Dedikten sonra ağzıma kızarttığı patateslerden birini attım. Bana kaşlarını çattıktan sonra elime bir fiske çaktı. “Yeme kız!” Dedi sinirli sinirli. Yanaklarını sıkıp,”Oy benim annem kızmış mı?” Annem patates tabağına bakmayı bırakıp tekrar bana döndüğünde pekte kızmış gibi durmuyordu. Ellerimi belinden çekip tezgaha yaslandım. Babamı işaret ederek,”Yine neye gerildi böyle?” Diye sordum. Annemde dertli bir şekilde iç geçirince kaşlarımı çattım.

 

“Sokaklarda askerler var ve bunlar hiçte dünya askeri gibi durmuyorlar.” Dedi annem. Bunu dediği anda kahkaha atmak istedim. “Yine uzaylı saçmalıklarımı başladı?” Diye sordum başımı iki yana sallayarak. Annem yüzündeki hüzün ve ne olduğunu bilmediğim bir ifadeyle bana baktığında ciddileştim. Onda bişey vardı. Kollarımı uzatıp omzunu tuttuğumda tam konuşacakken kapalı televizyon açıldı ve dördümüzünde bakışları oraya döndü. Az önce kapalı televizyon mu açılmıştı? Başkan açıklama yaparken gittikçe daha da dehşete düşüyordum. Bu ciddi miydi? Annem omuzlarındaki ellerimi sıktığında ona döndüm. Ben anneme annem babama baktı. Ne oluyordu burda? Babam bize doğu yaklaşırken bir anda odanın en köşesinden ses gelince oraya döndüm. Ellerindeki mızrağa benzeyen şeylerle salonumuzun ortasında dikilen askerlere şaşkınlıkla bakarken kardeşim gerilerek ayağa kalktı ve yanımıza geldi.

 

Askerler yanımıza yaklaşırken babam bir adım öne geçti ve bizi korumaya aldı. Askerin gözlerini devirdiğine yemin edebilirdim. “Başkanın açıklamasını duydunuz. Şimdi bizimle gelin.” Babam nereye demeye kalmadan askerlerden biri elindeki mızrağı yere vurdu ve bir kalp atımı süresinde başka bir evin salonundaydık. Bakışlarımı etrafta gezdirirken büyün akrabalarımı burada görmenin şaşkınlığıyla dona kaldım. Bizi getiren askerler diğer tarafta duran bir düzine askerin yanına geçtiğinde bize doğru baktılar. “Şimdi teste geçiyoruz size verdiğimiz iksiri yuttuktan sonra eğer gözleriniz mavi bir ışıkla parıldarsa evlerinize geri döneceksiniz ancak başka bir renkle parıldarsa bizle geleceksiniz. Anlaşıldı mı?” Dediğinde kimseden ses çıkmadı ama herkesin anladığını biliyordum. Bize en uzak taraftan başladıklarında başka bir asker kimseyle konuşmamamız gerektiğini söylediği için puflayarak yere çöktüm.

 

Yarım saatin sonunda bize oldukça yaklaşmışlardı. Şimdiye kadar herkesin gözü mavi ışıkla parıldamıştı. Kuzenim Aisha ile bakışırken sıra ona geldi ve askerler ona iksiri verdiler ayaklanarak ona baktım. İksiri yudum yudum içerken bir iki saniye bekledik ve sonra lanet okuduğum o olay oldu. Gözleri kırmızı bir ışıkla parıldığında annesi feryâd ederek kızına sarılmaya çalıştı ama izin verilmedi, askerler Aisha’yı aldıkları gibi götürdüler. Korkuyla yutkunarak ona ne yapacaklarını düşündüm. Onu öldürecekler miydi? Ya bende öyle parıldarsam diye düşündüm ama anında vazgeçtim bu düşünceden. Sıra teyzemlere geldi ama onlar kızları gibi parıldamadılar. Diğer bütün akrabalarımızdan sonra sıra nihayet en dipte duran bize gelmişti.

 

Önce annemi tuttular kollarından. Annem babama gergin bir bakış attığında babam yumruklarını sıktı. Kardeşim hemen yanımda durmuş çıt dahi çıkarmadan annemi izliyordu. Annem yavaşça iksiri ellerine aldı. Yudum yudum içtikten sonra gözleri mavi bir ışıkla parıldadı, hepimiz rahat bir nefes aldıktan sonra sıra babama geldi babam tereddüt etmeden iksiri içtikten sonra gözleri mavi bir ışıkla ışıldadı. Annem gülümseyerek babamı yanına çekti. Sıra bana geldiğinde terli ellerimi pijamama sildim. Üstümü değiştirmek için zamanım bile olmamıştı. Asker bana bir bakış attıktan sonra iksiri uzattı. Gerginlikten terleyen avuç içlerimle iksiri sıkıca kavradım.

 

İksirden bir yudum aldıktan sonra acı tadı boğazımı yaktı. Mideme gelen sıvıdan sonra gözlerim bir anlığına kamaştı ama bu kamaşmanın parıldama olduğunu biliyordum. Bir şey olmadığını düşünerek anneme dönecekken askerler kolumu tuttu. Gözlerim panikle irileşti. Anneme döndüğünde gözlerinin yaşlı olduğunu gördüm. Ona gitmek için askerin kolunu itmeye çalıştım ama bir etkisi olmadı, beni sürükleyerek bir kapıdan dışarı çıkardıklarında kalbimdeki acıyla başa çıkmaya çalışıyordum. Beni öldürecekler miydi?

 

Askere nereye gittiğimizi sorduğumda cevap vermemesi gerginliğimi daha da çoğalttı. Yeniden bir kapının önüne geldikten sonra asker yüzünü ekrana okuttu ve benimle birlikte içeri girdi. İçeri girdiğimiz gibi bize dönen bakışlarda kuzenimi aradım. Korkulu gözleri benimle buluştuğunda rahat bir nefes aldım. Ona doğru gidecekken kenarda duran bir takım insana bir bakış attım ancak fazla oyalanmadan onun yanına gittim.

 

Elleri beni tuttuğu gibi kendine çekti ve sarıldı. Bende ona sarıldığımda omzuma akan gözyaşlarının ıslaklığını hissedebiliyordum. Biraz geri çekilerek,”İyimisin?” Diye sordum. Gözlerim onu tararken bir yandan cevap bekliyordum. Başını sallayarak beni onayladı. Kollarından ayrıldıktan sonra etrafa bir bakış attım. Normal olduğunu düşündüm insanlar bizim gibi bir köşede duruyorlardı. Askerler hemen karşımızda sıraya girmiş, olası bir durumda müdahale etmek için bekliyorlardı. Çaprazımızda duran siyah giyinimli altı kişi vardı. Hepsi elinde bir listeyle bizlere bakıyordu. Hepsini tararken biriyle göz göze geldim. Kızıl saçları ve beyaz teni vardı. Üzerindeki siyah pantolon ve boğazlı kazak vücudunu sarmıştı. Kim bu havada boğazlı kazak giyerdi? Bana kaşlarını kaldırarak baktıktan sonra gözlerimi geri çekmeyi düşündüm ama bunu yapmadım.

 

Çocuk yanındaki kadına döndükten sonra bir şeyler söyledi ve beni işaret etti. Kadında bana baktıktan sonra neler olduğunu çözemeye çalıştım ancak başaramadım. Siyah saçlı kadın bana doğru yürümeye başladığında gerildim ama hareket etmedim. O sırada kuzenim arkamdan fısıldadı,”Senin ne olduğunu bulmak için test yapacaklar hepimize yaptılar burası Lertalılar’ın sırası.” Dediğinde kafamı geriye atarak ne dediğini anlamaya çalıştım. Lertada neyin nesiydi?

Siyah saçlı kadın yanıma geldiğinde gülümseyerek bana baktı ancak karşılığını alabildiği konusunda şüpheliydim. Gergin bakışlarım onun yüzündeydi. “Merhaba ben Pecust komutanı Daina, şimdi sana hangi krallığa ait olduğunu bulabilmek için bir test yapacağım. Bana bileğini uzatır mısın?” Bileğimi ağır hareketlerle ona uzattığımda nazikçe tuttu.

 

Burada neler olduğunu anlamıyordum ama ölmeye niyetli değildim. İstediklerini yapmak akıllıca bir fikirdi. Kadın elindeki iğneyi bileğime sapladığında normalde oluşması gerekenden çok daha büyük bir delik oluştu. Bir kelime fısıldadıktan sonra bileğimden bembeyaz bir ışık yükseldi tavana doğru. Elimi korkuyla geri çekmeye çalıştım ama kadın izin vermedi. Yükselen ışığa doğru bakıyordu. Sakin olmaya çalışarak beklemeye karar verdim. Birkaç saniye sonra bileğimden çıkan beyaz ışık açık yeşil bir renk aldı. Kadın yarı şok yarı mutlu bir ifadeyle baktı. Arkasına döndüğünde geldiği yerdeki çocuk dibinde duruyordu.

 

“Onu bulduk. Bu Lilithin kızı."

 

Loading...
0%