@gunigna
|
Koku alamıyordum. Fakat kesik kesik gördüğüm bütün kareleri birleştirdiğimde meydana çıkan büyük resmin bir hastane odasına ait olduğunu tespit etmiştim. Hastanedeydim ve kalp atışlarımın dış dünyaya bip sesleri ile tercüme edilişini çaresizce dinliyordum. Çaresizdim çünkü... Hareket... Hayır, hareket edememek değil, hikayemin bu şekilde başlaması tüketiyordu beni. Hastane odasının kokusunu alamayan burnumun canımı sıkması bir yana nasıl olurdu da bu şekilde başlayabilirdi benim hikayem? Aklım almıyordu. Yüzünü nasıl hatırladığımı bile bilmediğim öğretmenimin hayali, Ömür dediğin iki ezan arasındadır, diye fısıldıyordu kulağıma. Doğduğun zaman kulağına okunan ezan ve cenazen için okunan sala. Anlaşılan ikinci ezan hakkımı kullanmamıştım henüz. Çünkü sevinç naraları atarak odadan çıkan bir kadın adımı haykırıyordu hemşirelere. Yine de gözlerimi son defa açmış olmak gibi korkunç bir düşünce kaplamıştı dört bir yanımı. Birazdan tekrar kapanacak ve o sala senin için okunacak diyordu içimden bir ses. Onu def edemiyordum. "Hasta uyandı! Necdet hocaya haber verin hemen, hasta uyandı!" "Nara... Nara kızım... Uyandın mı? Beni duyabiliyor musun?" Evet, evet, uyandım... Sizi duyuyorum. Hayattayım ama tam olarak emin olamadım. Ne kadar hayattayım acaba? Yani gözlerimi açıp olan biteni idrak edebilmek dışında neler yapabiliyorum? Ya da neler yapamıyorum? Mesela seni tanıyamıyorum. Bana adımla seslenen kadın, sen kimsin? Hatırladığım kadarıyla annem sen değildin. Bedenim buzdan bir küvet içinde yıllarca kalmış gibi uyuşuk ve takatsizdi. Zihnim ise bedenimin aksine bir o kadar dinç ve sağlıklı görünüyordu. Düşünebiliyor olmak sağlıklı olduğunu göstermez miydi? Bizi hayvanlardan ayıran bir özellikti ne de olsa, öyle değil mi? Necdet hocayı çağırmak için odadan çıkan hemşirenin sesi uzaklaştıktan birkaç saniye sonra tekrar duyuldu ve bana kızım diye hitap eden kadına üniteyi terk etmesi hakkında ricada bulundu. Kadın odadan çıkmayı kabul ettiğinde ise elimde hissettiğim soğukluk tüylerimi diken diken etti. Vücudum tehlikeye karşı uyarılmış gibi içten içe titredi çünkü o kadının gidişi kötülüklere karşı ördüğüm bütün duvarları bir anda yerle bir etmiş gibiydi. "Nara hanım," dedi aynı hemşire. “Çok geçmiş olsun. Doktor beyin muayenesi sonucunda sizi yoğun bakım ünitesinden normal odaya alacağız. Nasıl hissettiğinizi söyleyebilir misiniz? Benimle konuşabilir misiniz?" Yumuşacık bir sesi vardı ve ilgiyle dolup taşıyordu. Tavandan çarpan spot ışığı retinası erimek üzere olan gözlerime temas ettikçe çığlık atmak istemiştim ta ki hemşire benimle konuşmak için yüzüme doğru eğilip ışığı kesene kadar. O anda gelen rahatlama hissiyle göğüs kafesim kendi irademle çektiğim uzun nefes ile şişti ve ciğerlerimin oksijenle kutsandığını hissetmek beni gülümsetti. Konuşmaya ihtiyaç duyuyordum. Çünkü içimde atıp tutan o ses, buna muhtaç kaldığımı ve saatlerce konuşmayı hasretle beklediğimi söylüyordu. "Ev-" Fakat ilk denememde boğazımın kupkuru olması gibi bir problemle karşılaşmıştım. Dilim dönmeye çalışırken kurumuş damağıma takılıp oraya yapışmıştı. Hemşire halimden anlayan bir tavırla gülümseyerek geri çekildi ve açılan kapının sesini duydum. Doktor olduğunu anladığım adam içeri girerken benimle konuşsa da zavallı kafam çoktan şişmişti. Daha fazlasına tahammül edemeyecektim. Hemşirenin söylediği gibi üzerimde birkaç tetkik yapıldıktan sonra yeni gelen hemşirelerin yardımı ile yoğun bakım ünitesinden çıkarıldım derken… Gözlerimi tekrar açmaya başladım. Ne ara gittiğimi anlayamamıştım ve tekrardan uyanmaya çalışmak aldığım ilaçlar yüzünden olsa gerek çok zordu. Neden hala ilaç kullanıyordum? Bilinci yerine gelen bir hastaya ilaç vermek... Bu tabi ki de doktorların bileceği işti ama ne bileyim yani... Sanki uyanmamdan memnun kalmayıp beni tekrardan bayıltmışlar gibi hissediyordum. Şayet ben beni bayıltan o doktor olsaydım suratıma kevgirle vururdum çünkü bir türlü baygın kalmayı başaramıyordum. "Nara? Nara! Uyanmışsın! Ah, şükürler olsuuun, şükürler olsun seni bağışlayan rabbime! Kuzum benim!" Aynı ses, aynı şakıyış... Boynumu çevirebilme yeteneği yeni eklenen bir özellikmiş gibi güncellemeyi anında kabul eden bedenim sayesinde başımı sesin geldiği yöne doğru çevirdim. Başörtüsünü muazzam bir şekilde bağlamış olan kadın, yüzünde allık gibi beliren ince kılcal damarlarının sevimliliği ile bana doğru yaklaşırken göz yaşları döküyordu. Hem gülüyor hem ağlıyor hem de kollarını açarak beni korkutuyordu. "Teyze. Teyze dur. Dur yapma..." Kollarını iki yanıma uzatıp yattığım yerde omuzlarımı tutarak bana sarıldığında nefesimi tuttum. Nefesimi tuttum. Nefesimi tuttum. Saniyelerce. Yoğun bakımdan yeni çıkan bir hasta olarak tekrardan bayılma ve bilincimi kaybetme riskine rağmen nefesimi tuttum. Bu kadın her kimdiyse benden uzaklaşmasını bekledim. Bekledim ama bir türlü uzaklaşmadı. İttiremedim de, kollarımın üzerine çullandığı için. Beklemeye devam ettim. Aramızdaki mesafe sıfıra indiğinden gözyaşları omuzlarımdaki önlüğü aşarak tenimi nemlendirmişti. Zapt edemeyecek kadar çok gözyaşı biriktirmişti belli ki. Artık iyi olduğumu gördüğü için muhtemelen onu diken üstünde tutan kötü düşüncelerin hepsi yok olmuş ve zavallı kadın yokluğun getirdiği his ile rahatça ağlamak istemişti. Ne diyebilirdim ki, insandı ne de olsa... İstediği kadar ağlayabilirdi ama... Benim üstümde değil. "Nefes alamıyorum," diye bir yalan attım ortaya. Yalandı çünkü istesem nefes alabilirdim. Alacağım kokudan emin olamadığım için almamayı tercih ediyordum. "Nefes alamıyorum dedim, çekilir misiniz?" Kadın beni duyduğu anda benden uzaklaştı ve kendini suçlu hissetmeye başladı. Gözlerindeki ifadeden bunu anlayabiliyordum. Gözyaşlarını sildi. Peçeteyle burnunu temizledi ve sessizce başımda dikilmeye başladı. Ben ona bakıyordum, o da bana. Bu durumu yadırgadım. Normal karşılayamadım çünkü onu tanımıyordum. "Doktorlar hafıza kaybıyla alakalı bir şeyden bahsettiler mi acaba?" diye sordum. Sesim düzelmişti artık. En son uyandığımı rapor eden hemşireyle konuşmaya çalıştığımı hatırlıyordum. Kuruyan boğazıma bir çözüm bulmuşlardı demek ki. "Hayır," dedi kadın başını iki yana sallayarak. “Söylemediler. Neden ki? Kim olduğunu hatırlamıyor musun yoksa? Başına gelenleri unuttun mu? Ya beni de mi?” Unuttun? demeye kalmaya kendi kendini susturdu. “Gerçi sen beni nereden bileceksin ki?” "Hayır, hayır… Henüz unuttuğumu düşündüğüm bir şeyle karşılaşmadım." "Öyleyse neden..." "Sizi tanımıyorum," dedim dürüstçe. Bir yandan doğrulmak için harekete geçmiştim ki kadın leb demeden leblebiyi anlayan bir insandı. Anında elimden tutarak doğrulmama yardımcı oldu ve yastıkları rahat edeceğim şekilde arkamda konumlandırdı. Rahatça oturdum. "Başıma neler geldiğini de hatırlıyorum, kim olduğumu da... Her ihtimale karşı sormak istedim." "Güzel, çok güzel... Şükürler olsun ki iyisin. Sana bir şey olacak diye ödüm koptu. Çok dua ettim. İnan, çok dua ettim iyileşmen için. Aksi takdirde bir anne olarak bu mesuliyeti nasıl taşırdım omuzlarımda bilemiyorum." Gözlerimi kısarak kadını izlerken boğazım düğümlendi. Gelen haykırma isteğini bastırmak için o düğümü boğazıma ben atmıştım. Her şeyi hatırladığımı iddia ederken aptal gibi kendi annemin yüzüne bakıyor olamazdım değil mi? Gözlerinin içine baka baka her şeyi hatırlıyorum ama sizi hatırlamıyorum dediğim kadın, annem olamazdı değil mi? "Kimin annesi..?" diye sordum, kanım damarlarımda ısınmaya başlarken. Kadın sustu. Gözlerini kaçırdı ve titremeye başlayan dizleri iflas etmeden önce yatağımın kenarına oturdu. Birbirine sardığı ellerini öyle bir sıkmıştı ki boğumlarının beyazladığını görmüştüm. O gerçekten... Benim annem miydi? "Kızım... Zavallı kızım benim... Ben seni çok sevdim ama bilmem sen beni bundan sonra sevebilir misin? Hatta inanır mısın ki hayatımda ilk defa kimin annesi olduğum sorulduğunda kalbim titredi. Hayatımda ilk defa oğlumun annesi olduğum için ürperdim." "Hangi oğlunuz?" Oğlu kimdi? Bir erkek kardeşim olmadığına göre artık benim annem olmadığına emin olabilirdim ama... Taşıyamayacağı bir yükü benim sayemde annesinin sırtına yükleyen o oğul kimdi? "Polis ifadeni almaya geldiğinde her şeyi detayıyla anlatacaktır sana. Kısa bir süre önce dosyanın temyiz edildiğini duydum bu yüzden..." "Teyzeciğim," dedim kibar bir şekilde ama istemsizce yüzüm gerilmişti. "Ben çoktan anladım sanırım sizin kimin annesi olduğunuzu bu yüzden... Bana bir şeyleri alıştıra alıştıra söylemekten vazgeçin lütfen." Kadının yüzündeki ifade donduğunda gözlerimi yumdum. Ellerimi sıkmak, tırnaklarımı avuç içlerime saplamak işten bile değildi hatırladığım son kareler karşısında. Ama elimden gelen buydu. Hissettiğim acıyı dışa vurmanın tek yolu, şu an sadece buydu. "Oğlunuz şu an nerede? Tutuklandı mı?" diye sordum. Sakin kalmaya çalışıyor ve gözyaşlarının serinliğini omzumda hissettiğim kadının kalbini kırmamaya özen gösteriyordum. "Evet," dedi derin bir nefes alırken. Nefesleri uzun bir süredir kesik kesikti. "Tutuklu yargılandı. Davayı kazanmaya niyeti yoktu. Zaten hiç olmadı, suçunu kabullendi." "Anlayamadım?" Araya girerken gelen gülme isteğini bastırmaya çalışıyordum. "Kazanmaya niyeti olsaydı eğer serbest mi bırakılırdı?" "Bırakılırdı," dedi perişan bir halde. "Elbette bırakılırdı. Bu ülkede iyi halden serbest bırakılmayan kaç kişi gördük ki? Ama merak etme. Cinayete teşebbüsten hüküm giydi benim oğlum.” "Cinayete teşebbüs..." "Suçlu olduğunu kabul etti. En azından sen uyanıncaya kadar kendini bir katil olarak göreceğini söyledi." "Güzel söylemiş," diye mırıldandım kadının duyamayacağı bir sesle. "Demek siz Rehdan'ın annesisiniz?" "Evet. Öyleyim. Nara kızım, ben..." "Özür dilemeyin." dedim ona doğru uzanıp elini tutarken. "Özür dilemeyin," diye tekrar ettim. "Uyandığım için mutlu olmanız benim için yeterli. Fakat sormam gereken daha önemli sorular olduğunu hissediyorum?" Rehdan'ın annesi herhangi bir duygu barındırmamış ses tonuma ve akıcı cümlelerime kafa karışıklığı ile baktıktan sonra duruşunu dikleştirdi. Önce boğazını temizledi. "Ne gibi?" "Ben kaç yıldır komadayım?" "Efendim?" "Uyanalı yarım saat bile olmadı... Yani tamamen uyanalı ve uyumadan önce sahip olduğum bütün anıları bir anda hatırlamaya başlayalı... Dakikalardır ne kadar düşünsem de sizin kim olduğunuzu bulamamak beni rahatsız ediyor sanıyordum ama öyle değilmiş. Rehdan'ın annesi olduğunuzu bilmek beni nedense rahatlattı." Şu an mahkum olduğunu öğrensem bile endişe duymuyordum çünkü Rehdan'ın her zaman bir planı olurdu. "Merak ettiğim şey bu, ne zamandır komadayım? Şu an kaç yaşındayım?" Elim yavaş bir şekilde burnuma gitti. Neden hala daha burnumda bir kemer vardı ki? Neden gözlüklerim yokken görmemeye devam ediyordum? Neden kaslarımın eridiğini, saçlarımın iğrenç bir şekilde kesildiğini hissediyordum? Neden altı farklı dil konuşamıyordum ya da? Listeme ne oldu? Listemdeki maddeler nereye uçtu? Beyza şu an nerede? Beyza şu an nerede ki Rehdan hapiste? Annesi neden benimle? "Kazayı geçirdiğiniz günden bu yana yedi yıl geçti." dedi kadın pes etmiş gibi bir tavırla. Gözlerini saçlarımda ve yüzümün her bir noktasında dikkatlice dolaştırdı. Kazayı geçirdiğimiz günden bu yana yedi yıl geçmişti. Yedi yıl... Dile kolay... Sanki haberlerde iki saniyeliğine okuyup geçtiğim bir olay... Yedi seneden sonra komadan uyanmak. "Pekâlâ... O zaman ben şu an... Yirmi beşimde miyim?" "Evet." dedi Rehdan'ın annesi. Endişeliydi. Sakin ama endişeli. Ben de sakindim. Sakin ve oldukça sakin. On sekizimde uyuyup yirmi beşimde uyanmış olmama rağmen çok sakindim. "Pekiii... Bir şey daha sorabilir miyim?" diye sorarken ellerimi enseme götürmüş ve durmadan gelen üşüklenme hissinin sebebini kontrol etmiştim. "Tabi ki de." dedi kadın, gözleri yavaş hareketlerle saçlarımı okşayan parmaklarıma kaydı. Gözlerim, yokluğundan en çok şikayetçi olacağım saçlarımın artık enseme kadar bile zor ulaşıyor olmasının gerçekliği ile dolarken dudaklarımın titremesine engel olamadım. "Saçlarımı siz mi kestiniz?"
Merhaba, hoşgeldin! Bana Günni diyebilirsin. Fark ettiğin değil mi? Okuduğun bu bölüm oldukça alışageldiğimiz bir senaryodan fırlamış gibi hissettirdi sanki. Endişelenmeni isyemiyorum, zira ileriki bölümlerde daha iyi odaklanman için kendini konfor alanında hissetmeni istedim yalnızca. Bir çoğumuz gibi bende bu platformda yeniyim ve VARDONİSİ isimli bu serinin İKİNCİ kitabıyla başlangıç yapmak istedim. Merak etme, (ya da et) bu kitap bağımsız bir kitap. Ve hızlı ilerleyecek gibi duruyor. Yorumuna ihtiyacım var. Malum, bilirsin, motivasyon olayları falan :)) Bir sonraki bölümde görüşeceğimizi umuyorum. Ve değerli okur, asla unutma. Seni seviyor ve saygı duyuyorum.
|
0% |