"Ulan!" diye bağırarak bana arkasını döndü, ağlıyordu. "Bazen yanına gelmek, hiçbir şey demeden sana saatlerce sarılmak istiyorum. Kokun içime işlesin, her özlediğimde anımsayayım istiyorum. Üstüm başım sen koksun istiyorum lan!"
"Levent," dedim ağlayarak, titreyen sesimle. Duyduklarım benim için çok ağırdı. "Ben gitsem iyi olacak."
Yüzünü hızla bana dönerken gözlerinden akan yaşın beraberinde, hayal kırıklığıyla baktı gözlerime. "Ama sen hep böyle yapıyorsun..."
"Bir şey yapmıyorum."
"Yapıyorsun Umay!" dedi bağırarak. Delirmiş gibiydi. "Ne zaman sana gerçekleri haykırsam, kaçmak için yol arıyorsun."
"Hata yapmanı istemiyorum."
"Hayatım boyunca hata yapmadım, yapmam."
"O zaman benden uzak dur Levent," dedim, kısık bir sesle. "Çünkü en büyük hatan olurum."
"Beni artık sevmiyor musun?"
"Seviyorum..." dedim acı tebessümümün eşliğinde, o da gülümsemişti. "Kutay`ı da seviyorum, Anıl`ı da. Hatta Ziya`yı da çok seviyordum."
Tebessümü solarken başını onaylar anlamda sallayıp eli ile odanın kapısını gösterdi.
"Git Umay!" dedi. "Kutay`a git. Anıl`a git."
Bende onun gibi yapıp bir şey söylemek yerine başımı onaylar anlamda sallayıp odadan çıktım.
"Sen zaten bana aitsin Lena," diyerek sol bileğimdeki damla şeklindeki yara izimden öptü ve öptüğü anda yaramın sızlaması geçerken, korkulu gözlerle ona bakmaya devam ettim. "Sadece bana aitsin."
"Eğer beni öldürürsen duracak mısın Lord Darkthorn?"
"Seni öldürmeyeceğim." dedi ve yüzünü yüzüme yaklaştırarak karanlığın gölgelediği kahverengi gözlerinde, zümrüt yeşili bir rengin parladığını gördüm.
Gözlerine bakmak yerine başımı önüme eğdim, elimi ellerinden geri çektim ve korkuyla nefes verdim, verdiğim nefesle gözlerini kapattı ve derin bir nefes aldıktan sonra gözlerini yeniden açıp bana bakmaya devam etti. Bir adım geriye gittim ve sırtımı duvara yapıştırdım. "Gücünü geri istemiyor musun?"
Gülümsedi. "Sadece Shadowsların gücünü emebiliyorum ve onların gücüyle gücüme güç katabiliyorum Lena. Sen bir Luminarssın, asilkansın. Seni öldürmem, öldüremem."
Başımı kaldırdığım anda yine göz göze geldik ve bu sefer gözlerimi gözlerinden kaçırmadan baktım. Değişik bakıyordu, bakışlarından ne düşündüğünü anlamam imkansızdı. Yüzünü, yüzüme daha da yaklaştırdı ve dudakları dudak hizamda dururken tebessüm etti. Gözleri de dudaklarıma kayarken, burnunu burnuma değdirdi ve "Benim ruhumu taşıyorsun." dedi. Ardından dudaklarını dudaklarıma değdirdiği esnada etrafımızı kırmızı bir toz bulutu kaplarken, zindanın içinde kıvılcımlar çaktı. Dudağımdan öpmeye başladı ve tam gözlerini kapatacağı esnada gözlerinin parlak bir yeşil renge bürünürken, çok fazla parladığını gördüm.
"Kendim için öldüm, senin için öldüm sevgilim."
Bu hikâye, Karadeniz`e sığınışın hikayesi.
Bu hikâye, yaşadığı her zorluğu sabırla soluyan, umudu bittiğinde inadı başlayan Asi`nin hikayesi.
Bu hikâye, kendisini bir gece ansızın terk eden sevdiğine karşı öfke besleyen, Karadeniz`in hırçın adamı Asaf`ın hikayesi.
Karadeniz`de sahile vuran dalga kadar yalnızdı Asi. Bir tarafta sevdiği adamın nefreti, diğer tarafta ise dedesi ve ailesinin öfkesi vardı. Bir de üzerine üzerine gelen ve kimseye söylemediği gerçekler.
Gerçeklerin, acımasız varlığını omzuna yük ederken, yüreğindeki koru söndürme savaşı veriyordu.
Onlar, gönüllü yanıyordu.
Onlar, aşklarını öfkeyle besliyordu.
Onlar, aşkı yaşatmak için savaşıyordu.
"Bu kız kim?" diye sorduklarında diğerleri yine eskisi gibi, "Asaf`ın, Asi`si desinler.