Yeni Üyelik
6.
Bölüm

Beşinci Bölüm ✾en büyük acı✾

@guverce

Bölüm Şarkıları;

Burcu Yeşilbaş- Kalksun Dağlar

Apolas Lermi- Yaban Eller

Beşinci Bölüm: "en büyük acı"

6 HAZİRAN 2016

Yalın ayak alt kata inmek üzere odamdan çıktım ve merdivenlere doğru yürüdüm ama Kadir'in çalışma odasından gelen seslerin dikkatimi çekmesiyle durdum ve dinlemeye başladım.

"Abi, Orhan'lar Rize'ye iniş yapmış. Emrini bekliyorlar." Dedi, az bucak tanıdığım bir ses. Sanırım kapıdaki adamlardan biriydi.

"Güzel..." dedi Kadir, sesi oldukça keyifli çıkmıştı. "Orhan'a söyle Necati'yi bulsunlar sonra da benden telefon beklesin. Sakın, ben aramadan bir şey yapmasın!"

"Tamam abi." Dedi ve ardından kapının açılmasıyla Enes ile göz göze geldim. Enes, Kadir'in en sadık adamlarındandı. Şaşkınlıkla karışık endişeli kahverengi, iri gözlerini benden çekip arkasına döndü ve bize arkası dönük olan Kadir'e baktı. "Abi?" diyerek, sorar bir sesle seslendi.

"Ne var Enes!" diyerek yüzünü bize dönen Kadir, beni görünce yüzündeki iğrenç tebessümü mezarına geri koyarken, şaşkınlıkla açılan gözlerini gözlerimde bıraktı. Ardından Enes'e baktı. "Sen çık!" dedi ve Enes'in odadan çıkmasını izledi.

"Sen ne zamandır oradasın?" diyerek adımlarını yanıma doğru attı.

"Necati amcama zarar vereceğini duyacak kadar." Dedim ve öfkeli gözlerle gözlerine baktım.

"İyi," dedi ve önümde durdu, ellerini ardında bağlayıp omuzlarını dikleştirdi. "Duymuşsun işte! Daha neyi bekliyorsun?"

Yüzümü buruşturdum ve onu süzdüm, ardından bakışlarımı gözlerinde bırakırken, tiksinir bir sesle konuştum. "Sen nasıl bir pisliksin?"

Kaşlarını çattı ve eli kolumu kavrarken, kolumu var gücüyle sıktı. "Benimle böyle konuşamazsın güzel kızım! Haddini bil ve ben ne dersem onu yap!" derken kolumu geriye itti. Eli ile odamın olduğu tarafa gösterdi "Şimdi odana git!"

"Söz verdin!" diye olağan gücümle bağırdım. "Eğer gelirsen onlara bir şey yapmayacağım dedin! Buradayım işte Kadir!"

"Hiç gitmeyecektin!"

"Eğer onlara zarar vermeye kalkışırsan seni öldürürüm!"

Eli, kolumu yeniden esiri ederken beni geriye doğru ittirdi ve duvarla arasına aldı. Sol eli, sağ koluma dayanılmaz bir acı verirken, sağ elini kaldırdı ve çenemi kavrayıp, sıktı. "Hadi yarışalım, kim daha fazla kişi öldürecek?"

Zar, zor "Yapma..." diyebildim.

Onlara bir zarar gelmesini istemiyordum, Kadir'in hayatını mahvettiği kişilerden biri olmamalıydılar.

İşin kötüsü, onunla savaşacak kadar güçlü değildim. Ben sadece ona zarar verebilecek biriyken o tüm sevdiklerime verebilirdi. Onu yolumdan çekmek için hamle yaptım ama bana mısın demedi. Gözlerini dikmiş bana bakmaya devam ediyordu, çenesi sımsıkı kapalıydı, pembe dudakları kasılarak ip gibi olmuştu ve kızgınlığı gözlerinden okunuyordu.

Daha sert ittim, onunla duvar arasında sıkışıp kaldığım yerden fırlayarak merdivenlere doğru koşmaya başladım. Ayaklarım kalbimin atışına ayak uydurarak yeri dövüyordu.

Tam merdivenleri inmiştim ki nereye gideceğime dair hiçbir fikrim olmadığını fark ettim. Benim açımdan çok rezil bir durumdu çünkü merdivenlerin sonunda durup onun gelmesini beklemek zorunda kalmıştım, evden çıkamazdım çünkü kapı her daim kilitliydi. Evden çıkmam yasak olduğu için bu evde hapis hayatı yaşıyordum.

Kadir yavaş adımlarla merdivenlerden indi ve yanıma doğru kendinden çok emin bir ifadeyle yürüdü. Yutkundum, sadece ben ve o vardık. Annem alışverişteydi, hoş olsa da ardımda durmazdı.

Yanıma vardığında tek kaşını havaya kaldırdı ve üzerime doğru yürümeye devam etti ki telefonunun çalmasıyla durdu. Ceketinin cebinden telefonunu çıkartıp ekrana baktı ve ardından ekranını bana döndürüp, arayan kişiyi gösterdi.

Arayan Orhan'dı.

"Bu sana evden bir daha kaçmaman için bir uyarı olacak. Necati belki ölmeyecek ama aylarca acı çekecek." Dedi ve telefonunu yeniden kendine çevirdi. Sağ işaret parmağını telefonunun ekranına götürürken ani verdiğim bir kararla elimi beline atıp, silahını elime aldım ve emniyet mandalını indirip, namlusunu ona doğrulttum. Yaptığım şey karşısında kaşlarını çatarken, gözleri öfkeyle baktı. "Ne yapıyorsun sen? Bırak şu silahı!"

"Hayır!" diye bağırdım. "O telefonu açmayacaksın! Amcama ya da herhangi birine bir şey yapmayacaksın Kadir!"

O da benim gibi "Bırak dedim sana!" diye bağırdı. "Asıl bırakmazsan açarım ve amcanı öldürtürüm."

"Öyle mi?" dedim, silahı daha sıkı kavrarken göğsünü hedef aldım. "Bakalım kim daha hızlı davranacak. Önce sen mi amcama Rize'yi mezar edeceksin yoksa ben sana Fransa'yı mı?"

"Seni son kez uyarıyorum Asi! Bırak o silahı!"

"Telefonunu bana ver!" dedim ve öfkeli gözlerimi onun telaşlı gözlerinde bıraktım.

Başını hayır anlamında sağa sola salladı ve ardından telefonu açıp kulağına doğru götürürken, panikle tetiğe bastım. Saniyeler içerisinde göğsü kana bulanırken telefonu elinden kayıp yere düştü ve ardından da kendisi. Silah sesini duyan adamları eve girerken, Kadir'in başına toplandılar ve her birinin dudaklarından farklı cümleler firar etti.

"Ambulansı arayın çabuk!"

"Asi Hanım ne yaptınız?"

"Ambulans! Ambulans çağırın!"

"Olcay! Nilgün Hanım'ı arayıp haber ver, hemen!"

Gözlerimi zor da olsa Kadir'in kanlar içerisinde ki görüntüsünden ayırıp "Bırakın o silahı Asi Hanım!" diye seslenen Enes'e baktım. O seslenene kadar silahın hala elimde olduğunun farkında değildim. Gözlerimden yaş akarken, ellerimi gevşettim ve silahın yere düşme anı koca villa da yankılandı.

Nefessiz kaldığımı hissetmemle derin bir nefes alıp dizlerimin üzerine çöktüm. Yanaklarımdan süzülen yaşlar ellerime düşerken, bakışlarımı ellerime indirdim.

Ben yapmıştım.

Bu ellerle vurmuştum onu.

Ne hissedeceğimi, nasıl hissetmem gerektiğini bilmiyordum. Ruhumda dolanan iki his vardı; Biri ondan kurtulmuş olma ihtimalinin verdiği rahatlıktı. Diğeri ise onu benim vurmuş olmamın verdiği pişmanlıktı.

"Ambulansı beklemeyelim! Çok kan kaybediyor, biz götürelim." diyen adamlardan birinin sesiyle düşüncelerimden uyandım ve yeniden Kadir'e baktım. Diğerlerinin de onaylayan sözlerinin ardından Kadir'i kucaklayıp evden çıkardılar.

Enes evden çıkacakken vazgeçti ve diğer adamlara seslendi. "Mücahit! Rıfat! Siz burada kalın. Gözünüzü Asi Hanım'ın üzerinden ayırmayın." Dedi ve ardından bakışlarının hedefi ben oldum. "Caner Bey ya da Aytaç Bey gelirse bir şey yapmalarına izin vermeyin."

"Tamam abi." Diyerek onaylandıktan sonra o da evden çıktı.

2 GÜN SONRA

Kadir ameliyatının ardından yoğun bakıma alınmıştı ve polisler de onu kimin vurduğunu araştırıyorlardı. Annem, Kadir'in oğulları Caner ve Aytaç, kimin vurduğunu bilmediklerini söylemişlerdi. Beni korumak için mi yoksa cezamı kendileri verecek olduğundan mı bilmiyordum ama korkuyordum.

Herkes hastanedeydi. Ara sıra içeriye beni kontrol etmek için giren adamlardan alıyordum haberleri ve iki gündür aynı yerde oturuyordum. Kadir'i vurduğum yerde.

Aniden kapının açılmasıyla gözlerimi kapıya doğrulttum, gelen annemdi. Üzüntüyle anneme bakarak ayağa kalktım ve koşarak yanına gidip, sımsıkı sarıldım. Buna çok ihtiyacım vardı.

Ama... Annem bana sarılmadı.

Yavaş bir şekilde geriye çekildim ve annemin toprak rengi gözlerine baktım. "Anne?" dedim, kırgınlıkla. İçimde ki kız çocuğu annesinin kendisine sarılmamasına çok kırılmıştı. "Bana kızgın mısın?"

Başını hayır anlamında sağa sola salladı ve gözerini büyük altın renginde ki at heykelinde bıraktı. "Artık sana kızamıyorum ki? Her zaman beni hayal kırıklığına uğratıyorsu..."

"Hayır anne!" diyerek annemin sözünü kestim. Hoş zaten o cümlenin sonunu getirirse dağılırdım. "Beni bir dinle, hiçbir şeyi bilmiyorsun..."

Gözleri beni bulduğunda deminkinin aksine öfkeliydi. Ellerini iki yana açtı ve bağırarak konuştu. "Neyi dinleyeyim Asi! Bu adam bugüne kadar sana kötü bir şey yapmadı her zaman babalık yapmaya çalıştı ama sen her seferinde kötü davrandın. Seni kendi çocuklarından bile ayırmadı! Rize'ye kadar peşinden geldi, seni aldı."

"Gelmeseydi! Almasaydı! Yapmasaydı!" diye bende annem gibi bağırdım. "Benim bir babam var anne! Hani kocanın öldürdüğü, senin de bile bile sustuğun, seni çok seven adamdı benim babam ve sen şu an onun katiliyle evlisin, artık sen de benim babamın katilisin anne!"

"Kes sesini!" diye bağırarak elini sertçe sağ yanağımla kavuşturdu. Bana tokat atmıştı. İlk tokatıydı ve canımı çok yakmıştı en çok da kalbimi. Bugüne kadar ne yaparsa yapsın sustuğum, saygı duyduğum kadın, haklı olduğum halde bunu sindirememiş ve sonucunda bana tokat atmıştı. Gözlerim gözyaşlarımın istilasına uğrarken, göz pınarlarımdan o damlaların akmaması için büyük bir savaş verdim. Sonuçta ben Tarık Harman'ın kızıydım, her daim güçlü olmalıydım.

"Bu şımarıklığın yeter artık! O günler geride kaldı, kapatacaksın bu konuyu. O Harman ilesini de, babanı da unutacaksın. Artık orada değilsin Asi! Buradasın benim yanımda! Kadir'in evinde."

"Getirmeseydiniz geri..." dedim, güçsüz bir sesle. Artık ses tellerimin bile takati kalmamıştı. Kopmak istiyorlardı çünkü onlar da biliyordu anneme ne söylersem söyleyeyim, dinlemeyeceğini. "Ben orada mutluydum, evlenecektim. Halam, amcamlar, kuzenlerim yeni sevmeye başlamıştı beni. Dedem de sevecek gibiydi. Ama siz benim mutluluğumu bin bir parçaya ayırdınız anne." Birkaç adım atarak annemin yanına geldim ve ince uzun parmaklarımla bana tokat atan elini, ellerimin arasına aldım. "Anne? İki gün önce her ne olduysa Kadir hepsini hak etti. Sana yalvarıyorum gidelim buradan. Memleketimize, Rize'ye gidelim. Babamın mirasını devralırız, beraber yaşarız orada."

Yüzünde hiçbir mimik oynamadı aksine kaşları daha da çatıldı ve elini ellerimin arasından hız çekip yanına koydu. Kapının tıklatılmasıyla annem kapıya doğru baktı, içeriye Enes girdi. Başını önüne eğip, ellerini önünde birleştirdi. "Hanımım beklediğiniz kişiler geldi?" dediğinde annem başıyla onayladı ve ardından Enes kapıyı sonuna kadar açıp, kenarıya çekildi.

İçeriye beyaz önlüklü, dört kişi girdi. Yanımıza doğru gelirlerken annem gülümseyerek onlara baktı. "Bienvenue! Ma fille Asi Harman, vous pouvez l'obtenir." (Hoş geldiniz! Kızım Asi Harman, alabilirsiniz.) dedi ve bir iki adım geriye çekildi.

Şaşkınlıkla karışık telaşla anneme doğru baktım. "Anne! Bunlar kim? Ne oluyor?" diye bağırdım.

"Akli sorunların var Asi, bu yüzden tedavi göreceksin. Akıllı bir insan senin bu yaptıklarını yapmaz."

"Hayır anne! Hayır. Kızınım ben senin yapma!"

"Eğer bana gerçekten iyi bir evlat olmaya çalışsaydın mutluluğum için çabalardın ama sen hep benim yüzümü yere eğmekten başka hiçbir şey yapmadın."

Beyaz önlüklü adamlardan ikisi koluma girerken diğerleri de yanlarına geçip kaçmamam için onlara destek olmaya çalıştı. Çırpınıp kendimi kurtarmaya çalışırken bir yandan da anneme seslenmeye, onun vicdanına ulaşmaya çalıştım. Gözyaşlarım hiç durmaksızın yanaklarıma yağmaya başlamıştı. Korkuyordum. "Anne yapma! Anne ne olur! Asıl oraya gidersem deliririm, yapma!"

"Boşuna nefesini tüketme! Kararım net!" dedi ve arkasına dönüp salona doğru ilerledi. Hangi anne bunu yapabilirdi? Hangi anne akıl sağlığı yerinde olan kızını, akıl hastanesine yatırabilirdi? En önemlisi kızı burada feryat figan ağlayarak aman dilerken ardına dönebilirdi? Hiç mi yanmıyordu yüreği ya da hiç mi acımıyordu bana?

"Anne lütfen! Ardını dönme bana, götürmelerine izin verme! Söz veriyorum ne dersen yapacağım."

"Calmez-vous!" (Sakin ol!) dedi, doktorlardan biri.

Annemin vicdanına erişemeyeceğimi geç de olsa idrak ettiğimde başımı doktorlardan birine çevirdim ve bu sırada hala gitmemek için direniyordum ama nafileydi, evden dışarıya çıkmıştık ve yaklaşık yirmi adım ileride ambulans duruyordu. "S'il vous plaît! Laissez moi, s'il vous plait! Je vais bien, je n'ai rien." (Lütfen! Lütfen bırakın beni! İyiyim ben, bir şeyim yok.)

"Veuillez vous calmer, Asi! Nous ne vous ferons rien." (Sakin ol lütfen Asi! Sana bir şey yapmayacağız.)

"Hayır!" diye bağırdım ve son kez anneme seslendim. "Anne lütfen!"

Ambulansın yanına vardığımızda adamlardan biri kapıyı açtı ve beni içeriye sokmaları için yadım etmeye çalıştı, bütün uğraşların sonucunda içeriye girdiğimde boğazım yırtılırcasına bağırdım. "Artık annem değilsin! Sen bugün beni Kadir uğruna sattın ya, seni ömür boyu affetmeyeceğim! Beni yatırttığın o tımarhaneden kurtulduğumda da bir daha asla yüzümü göremeyeceksin! Bunu sen istedin Nilgün Karaman, sen istedin! Gün gelecek, cehennem ateşi olup üzerinize yağacağım!" dedim ve kapının yüzüme kapatılmasıyla tüm hayat durdu.

Bugün benim kaderimin değiştiği an olmuştu.

Bugün anlamıştım beni her ne kadar sevmediğini söylese de uzaktan, çaktırmadan koruyan dedemin değerini.

Bugün anlamıştım Betül'ün dinmek bilmeyen kıskançlıklarla başıma ördüğü belaların aslında en güzel anlarımdan biri olduğunu.

Bugün anlamıştım Asaf'ın yokluğunun ne demek olduğu!

Sevilmemenin, saygı duyulmamanın, ciddiye alınmamanın, ailemin olmamasının, babasızlığın ve artık annesizliğin ne demek olduğunu, bugün anlamıştım.

GÜNÜMÜZ

Eve geldiğimde kapıyı tıklattım ve Fatoş'un açmasıyla hemen içeriye girip koşar adımlarla yukarıya odama çıktım ama içeriye girememiştim. Kapıyı kitletmiştim ve anahtarda Fatoş'daydı. Fatoş ardımdan geldiğinde odamın anahtarını bana uzattı, hiçbir şey demeden kapıyı açıp içeriye girdim ve kapıyı hızlı bir şekilde ardımdan kapatırken, kendimi yatağa bıraktım ve içimdeki huzursuzluğun, üzüntünün dinmesini hayal ederek ağlamaya başladım.

Buraya gelirken Asaf'ın bana iyi geleceğini düşünerek gelmiştim ama ne yazık ki iyi gelmenin aksine yüreğime her geçen gün acının zehrini kademe kademe işliyordu.

Bu böyle nereye kadar gider bilmiyorum ama sabretmeye de gayret göstermeliydim. Elbet bir gün her şey yoluna girecek, düzelecekti ve ben o günün gelmesi için sabretmeliydim.

Babamın odasının anahtarının bende olduğu aklıma geldiğinde, gözlerimi çekmeceye diktim. Sanırım şu an bana en iyi gelecek olan şey bir zamanlar babamın varlığıyla her noktasına ayak bastığı, teninin değdiği odaydı.

İhtiyari bir şekilde yataktan kalktım ve çekmeceyi açıp, sakladığım yerden anahtarı alıp odadan çıktım ve babamın odasının önüne geldiğimde heyecanlan kalbim deli gibi çarpıyor, ellerim titriyordu. En son bu odaya yedi yaşımdayken girmiş, babamla uyumuştum, şu an tam on yedi yıl sonra yeniden girecektim.

Titreyen elimde tuttuğum anahtarı kapının deliğine götürdüm ve sakinleşmeye çalışarak, biraz uğraştıktan sonra kapının kilidini açtım. Anahtarı kilitten çıkarıp, cebime koydum ve sonrasında kapının kulpunu aşağı çekerek kapıyı açtığımda yaklaşık bir dakikadır tuttuğum nefesimi güçlü bir şekilde dışarıya verip, odaya bakındım.

Kahverengi, siyah ve beyaz renklerin hâkim olduğu odada ceviz, el oymalı eşyalar hakimdi. Başımı sağıma çevirdiğimde ceviz ağacından yapılma, üzerinde oymaların olduğu nostaljik bir yatak vardı. Küçükken birlikte uyuduğumuz yataktı bu, başlık tarafının kenarlarında ise takımı olan iki komodin duruyordu. Yatağın sağ tarafında camın önünde bir çalışma masası varken, solundaki boşlukta da üç kısım, her kısmında beş raf olan, camdan kapağı olan bir kitaplık vardı. Tam önümde, kapının biraz gerisinde ise gardırop duruyordu. Oldukça sade bir odaydı ve babamın yaşadığı zamana uygundu.

Üç adım atarak tamamen odanın içine girdiğimde kapıyı ardımdan kapattım ve elimi gardırobun üzerinde gezdirerek, babamın ayak bastığı el dokuma olan halıya ben de ayak bastım. Gardırop bitince, elimin yeni hedefi kitaplık oldu ve önünde durup içerisindeki kitaplara baktım, çoğunlukla tarih kitapları vardı. Biraz daha ilerledim ve yatağın yanına geldiğimde geçmişin gözümün önünde canlanması, bacaklarımdaki tüm gücü almıştı. Sanki bacaklarım tutmuyordu, kendimi ucu bucağı belli olmayan bir boşluğa bırakır gibi bıraktım ve yatağın üzerine oturduğumda kendimi yatakta serbest bıraktım ve yatağa uzanırken yorganı kokladım. Dakikalardır akmak için büyük savaş veren gözyaşlarımı, özgürlüğüne kavuştururken, hıçkırarak ağladım.

Özlemiştim.

Babamın kokusunu, gülüşünü, kızım deyişini, sarılışını, öpüşünü, kızmasını çok özlemiştim. Ben en son babamı daha sekiz yaşımdayken, buraya geldiğinde iki ay boyunca eve dönmediğinde özlemiştim. O gün de annem yüzünden gitmişti.

O günlerin de en büyük suçlusu annemdi.

Bir gün olsun babama rahat vermeyip, yaşadığına pişman ediyordu. Söylenmeleriyle, kavga için bahane aramalarıyla bıktırmıştı babamı ama babam bir kere olsun ona ters bir şey söylememiş, elini dahi kaldırmamıştı. Her sorun yaşadıklarında sakinleşmek için Rize'ye gelir ve günlerce, haftalarca hatta aylarca kalırdı. Beni de götürmek isterdi ama çok umurundaymışım gibi annem hiçbir zaman izin vermezdi.

Babam evlendiğinde sırf annem istemiyor diye doğup, büyüdüğü topraklardan ayrılmış ve İstanbul'da yaşamaya başlamış. Annem mutlu olsun diye ama evlenmeden önce babamla her şeye razı olduğunu söyleye annem, babamla evlendikten sonra çok değişmişti. Dedem, babamı başkasıyla evlendirmek istemiş ama babam tüm ailesini karşısına almış ve iki aydır tanıdığı annemle evlenmiş.

Ve sonucunda ben ailesiz kalmıştım.

Babasız kaldım, kimsesiz kaldım.

Annem var ama yok. Hiçbir zaman sevgi göstermeyip, benimle ilgilenmezdi. Hasta olduğumda bile babam sabahlardı baş ucumda o öldükten sonra ise ruhu.

Hissederdim.

Hasta olduğum zamanlar da babamın hayali gelirdi gözümün önüne. O an 'Tamam Asi! Sabaha hiçbir şeyin kalmaz. Baban yanında!' derdim ve öyle de olurdu. Sabah uyandığımda iyileşmiş olurdum.

Hayat her defasında bana en büyük eksikliğimi soruyor, ben ise hiç düşünmeden; babam diyordum.

Babam, en büyük eksikliğimdi. Yüreğimin kanayan yarası, vicdanımı ucu kor olmuş bir demir çubuğuyla dağlayan acımdı.

En büyük acımdı.

BÖLÜM SONU

✾✾✾

Sizi Seviyorum yeni bölümde görüşene kadar kendinize iyi bakın. Yorumlarınızı heyecanla bekliyor olacağım.

İnstagram: @guverce

İnstagram Hikaye: @busrademirkitaplari

Threads: @guverce

Loading...
0%