Yeni Üyelik
10.
Bölüm

Dokuzuncu Bölüm ✾sevginin sevgisizliği✾

@guverce

Dokuzuncu Bölüm: "sevginin sevgisizliği"

Göğüs kafesimin ardındaki parmaklıklara sığındım. Kalbimin buzlu raflarına kaldırdım, tüm kötü niyetleri.

Kendime verdiğim sözü tutamayışımla yandım. Sözde bir daha Asaf'ın adını anmayacaktım ama anmak değil, teslim olmuştum. Olmamalıydı. Böyle olmamalıydı. Bizin sevgimiz tek bir gecenin oyuncağı olmamalıydı ama oldu.

Dün gece Asaf'ın istediğini yapmıştım. Tüm gece onun kollarında uyumuştum ve saçma olan şey ise bu durum bana çok iyi gelmişti. Yüreğimin yangını kısa bir süreliğine de olsa sönmüştü ve yerini bahar çiçekleri doldurmuştu. Şimdi ise pişmandım. Bana inanmayan, güvenmeyen adama acımak yaptığım en büyük pişmanlığım olmuştu. Onun gözlerinde gördüğüm acı mantıklı düşünmemi engelleyip kalbime ağır baskılar yapmış ve aklımı baştan çıkararak Asaf'ın dediği her şeyi kabullenmişti.

Hata yapmıştım.

Tabi hatalarım ve doğrularımla Asi'ydim ben.

"Asi! Hadi gel artık kahvaltıya." Diye bağıran Kübra'nın sesiyle pencerenin önünden kalkıp mutfağa geçtim ve masada Poyraz'ın yanına oturdum. "Kusura bakma yardım edemedim ama masayı ben toplarım." Diyerek mahcup gözlerle mavi gözlerine baktım.

"Saçmalama! Sen misafirsin."

"Ne? Misafir miyim?" diye sordum, sesim biraz alaycı çıkmıştı.

"Yani hem ev sahibi hem de misafirsin." Dedi ve çayları doldurması sona erdiğinde çaydanlığı yeniden ocağa koydu ve masaya gelip, sandalyesine oturdu. "Kısacası sen oturup kahveni yudumlayacaksın canım."

"Ne de çok severim kahveyi..." dedim iğneleyici bir sesle.

"Kahve içmezsen, başka bir şey içersin canım sende."

Poyraz "Kızlar!" diyerek kapı tıklar gibi masaya vurdu ve gözlerini kahvaltı masasında gezdirip ardından sırasıyla bana ve Kübra'ya baktı sonrasında ise elleriyle masayı gösterdi. "Çok açım, sizce de bu güzel nimetleri yemenin zamanı gelmedi mi?" dediğinde Kübra ile birbirimize bakıp gülümsedik ve çatalımızı elimize alıp tabaklarımızı doldurmaya başladık. Gerçekten çok acıkmıştım ama bir yandan da midem hiçbir şey kabul etmeyecek gibiydi.

Çatalı dudaklarıma getirdiğimde Poyraz'la göz göze geldim, düşünceli görünüyordu. Ben de ona bakınca hemen önüne dönüp kahvaltısını etmeye devam etti, ben de zor da olsa birkaç şey atıştırdım.

Kahvaltı faslımız bittiğinde Poyraz salona geçti, Kübra da Türk Kahvesi yapıp abisine verdikten sonra mutfağa geri döndü ve beraber ortalığı toparlayıp Poyraz'ın yanına geldik ve oturduk. Poyraz geldiğimden beri oldukça düşünceli ve huzursuz görünüyordu, daha fazla dayanamayıp "Ben geldiğim için mi huzursuzsun Poyraz?" diye sordum.

"Saçmalama! Abim neden sen geldin diye huzursuz olsun Asi." Diyerek bana cevap veren Kübra olmuştu. "Değil mi abi?"

"Ne bileyim..." dedim ve başımı önüme eğdim.

"Sen geldin diye değil Asi!" dedi Poyraz ve koltukta biraz öne eğilip kol dirseklerini dizlerine yasladı. "Kahvaltıdan önce Asaf aradı burada olup olmadığını sordu ben de burada olduğunu söyledim. Sesi çok sinirli geliyordu, bir şey mi oldu?"

"Hayır."

"Emin misin?"

"Eminim." Dedim ve hızla ayağa kalkıp adımlarımı mutfağa doğru yönlendirdim ki Poyraz ardımdan seslendi.

"Asaf buraya geliyor Asi!" dedi, ses tonu bir değişikti. Sanki burada olduğumu söylediği için pişmanlık duyuyor gibiydi. Biliyordum. Poyraz beni çok seviyor ve kardeşi Kübra'dan ayırmıyordu, belki de Asaf'ın yine beni üzmesinden korkuyordu. Sesinde ki acınacak tonunun tek sebebi bu olmalıydı.

Bir şey demeyip lavaboya gittim ve yüzüme soğuk su çarptım. Acınacak durumdaydım ve bu durumu kendi kendime yaratmıştım, kendimi bu hale yine kendim sokmuştum. Gözlerimin içine bakarak başkasıyla sözlü olduğunu söyleyen adamı seviyordum hala...

Korkuyordum.

Korkumun birçok nedeni vardı ama en önemlisi Asaf'sız bir hayatı yaşamaktı, beş yıl boyunca yaşadığım hayat ölümden de beterdi. Sanki kalbim atmıyor, zihnim ise bir mezar taşının altına gömülmüş gibiydi. Babamın katiline boyun eğmek zorunda kalmak ve bunu sırf sevdiklerim yaşasın diye yapmak benim için dünyanın en büyük fedakarlığıydı, onlar için ise terketmekti, hataydı, yanlıştı.

Fransa'da damarlarım aracılığıyla kanıma verilen kimsesizlik zehri, Karadeniz'in eşsiz topraklarında bedenimi terk ediyordu. Kanım özgürlüğüne kavuşurken, kalbim can çekişiyor, zihnim ise yeni uyanıyordu.

"Asi annen arıyor!"

Kübra'nın sesiyle gözlerimi aynada ki benden çekip yeni uyanmış gibi boş boş kapalı olan kapıya baktım.

"Asi! Annenin üçüncü kez arayışı bu!"

Kapıya boş gözlerle bakmayı bırakıp havluyu elime aldım ve yüzümü silip hızla banyodan çıkıp Kübra'nın yanına gittim, telefonumu bana uzatmıştı. Hemen elime alıp aramayı cevapladım ve kulağıma götürüp hiddetle bağırdım. "Ne var!"

"Lütfen benimle düzgün konuş Asi! Annenim ben senin. Artık bunun bilincine var."

"Sen misin anne?" diyerek gülümsedim, bu gülümsemem sinirdendi. "Hangi anne evladının hayatını karartmak için büyük çabalar harcıyor Nilgün Hanım?" dediğimde camın önüne gelmiştim. Bakışlarım Kübra ve Poyraz'ı bulduğunda şaşkın gözlerle beni izlediklerini gördüm. Sanırım anneme duyduğum öfkenin sebebini anlamaya çalışıyorlardı.

"Sen mutlu ol diye uğraşıyorum!"

"Olmuyorum!" diye bağırdım. "Bunu göremeyecek kadar kör müsün?"

"Tamam kızım sakin olalım. Ben şu an Rize'deyim, konumu atıyorum. Hemen gel."

"Gelmeyeceğim."

"Geleceksin dedim Asi!" diye bağırdı.

"Sana dün de gelmeyeceğimi söyledim. Boşuna uğraşma, uçağa bin ve o sevgili kocanın yanına dön."

"Eğer gelmezsen nerede olduğunu bulur ve seni zorla aldırırım kızım. İki saat içerisinde attığım konumda ol." Dedi ve bir şey söylememe fırsat vermeden telefonu kapattı. Ben de telefonu kulağımdan indirirken bildirim sesiyle titredi. Nilgün Karaman, konumu göndermişti. Telefonu sinirle koltuğa atıp camın önündeki mermere oturdum ve bakışlarımı Poyraz ile Kübra'da gezdirdim. Kübra hüzünle bakarken, Poyraz kaşlarını çatmıştı.

"Bir sorun mu var?" diye sordu Poyraz.

"Ne zaman yok ki!" diye cevapladım gülümsemeye çalışarak. Ağlamak istiyordum ama burada onların yanında da ağlamak istemiyordum. Dolan gözlerimi soluma çevirip kocaman açtım amacım gözyaşlarımın akmasını engellemekti.

Kübra sahte bir gülümseme ile ellerini birbirine çarptı. "O zaman birer keyif kahvesi içeriz değil mi Asi'm?" dediğinde onun çabasını gülümseyerek karşıladım. Kübra'da gülümserken abisine döndü "Bir kahve daha içer misin?" diye sordu ve odadan çıktı.

"İçelim bakalım." Diye bağırdı ardından ve koltuğa oturdu. Eli ile yanında ki boşluğa vurdu. "Gel bu tarafa!" dedi.

Ayağa kalkıp ağır adımlarla yanına gittim ve işaret ettiği yere oturup Poyraz'ın gözlerine baktım. "Yanımda olduğun için teşekkür ederim." Dediğim anda beni kollarının arasına aldı ve sımsıkı sarıldı, başım göğsündeydi.

"Kübra benim için neyse sen de öylesin. Üzülmene, kırılmana asla izin vermem." Dedi ve saçlarıma bir öpücük kondurdu.

"Kıskanıyorum ama..."

Kübra'nın sesini duyduğumuzda ikimizin de bakışları Kübra'ya kaydı. Kübra elindeki tepsiyi masaya bırakıp Poyraz'ın diğer tarafında ki koltuğun başlığına oturdu ve Poyraz ile bana sarıldı. Gülümseyerek konuştu "Şimdi kıskanmıyorum."

"Deli kızlar." Derken kollarını gevşetti Poyraz, ben de bu fırsattan yararlanarak koltuktan kalkarak karşılarında ki koltuğa oturdum ve iki kardeşe baktım. Poyraz, Kübra'yı da saçlarından koklayarak öpmüştü. Kübra istediğini aldıktan sonra ayağa kalktı ve kahveleri ile suyu önümüze koyup abisinin yanına oturdu.

Kahvemi elime alıp dudaklarıma götürdüm ve bir yudum aldım. "Mükemmel olmuş." Dedim.

"Afiyet olsun."

"Asi!" dedi Poyraz, kahvesinden bir yudum alıp, fincanını elinde tutmaya devam ederken. "Ağrın var mı? Yani iyi misin?" diye sordu.

"Merak etme iyiyim. Bir sorun yok."

"Peki annenle neden görüşmek istemiyorsun?"

"Çünkü bir annem yok."

Yeniden hüzünlenmiştim. Hüzünlü gözlerimi bu sefer kaçırmayıp ona uzun uzun baktım, bunda saklayacak bir şeyim yoktu. Herkesin annesi olmak zorunda değildi sonuçta.

Kahve fincanını masaya bırakıp hüzünle harmanlanmış buruk bakışlarımı kahvenin pürüzlü yüzeyine indirdiğimde odanın kapısı gürültüyle açılmış, kalbim ağzımda atmaya başlamıştı. Ürkek bakışlarımı omzumun üzerinden arkama çevirdiğimde, gelenin Asaf olduğunu gördüm ve sertçe yutkundum. Odanın içinde gezinen öfke dolu bakışları odağına beni almış, kaşlarını çatmış gözlerini gözlerime sabitlemişti.

Yüzündeki sert ifadenin eşliğinde tekli koltuğa oturduğunda bile ona korkulu gözlerle bakmaya devam ettim. "Neden geldin Asaf?" dedim, alçak bir sesle. İçimdeki korkak kız çocuğunun sesi titremişti. "Neden?"

Sırtını mavi ve kahverengi renklerinden oluşan koltuğun yüzeyine yasladı ve ellerini koltuğun yanlarına koyarken Poyraz'a kısa bir bakış attı. "Dışarıya çıkın Poyraz," dedi sakince. "Biz biraz konuşalım."

Poyraz başını onaylar anlamda aşağı yukarı salladı ve Kübra ile birlikte odadan çıktılar. Asaf, onların çıkmasının ardından bana döndü ve bakışlarını gözlerimde bıraktı. Gözlerine her baktığım da küçük bir tekneyle okyanusun ortasında kalmış gibi hissediyordum. Bana uzaktı, bana öfkeliydi, en önemlisi ise artık sözlüydü.

Kuru bir öksürükle boğazını temizledi ve gözlerini gözlerimden kaçırırken konuştu "Beni o odada bir başıma bırakıp neden gittin? Yine neden gittin Asi?"

"Daha fazla hata yapmak istemedim. Belki de sana teslim olmak istemedim. Sonuçta sen başka birine söz verdin, Simge denen o kızla evleneceksin..."

"Bu mu?"

"Bu!" dedim net bir şekilde. "Yanlış yerdesin Asaf, sözlünün yanında olmalısın."

Kelimeler dudaklarımdan zar zor çıkmıştı. Sözlü kelimesini söylemek, ölüm gibi bir şeydi. Boğazımda takıldığı engellere rağmen çıkmayı başarabilmişti ve ardında ise kan kusan ses tellerimi bırakmıştı.

Yüzü ciddileşti. Gözleri doldu, sanki acı çekiyor gibiydi. Gözleri yeniden gözlerimi bulurken mavi gözleri sulanmıştı, engin bir denizi anımsatan gözlerinde berraklık hakimdi. "Yapma şunu!" dedi güçsüz bir sesle.

"Bir şey yapmıyorum."

"Yapıyorsun."

"Yapmıyorum Asaf."

"Yapıyorsun!" diye bağırdı en sonunda. "Beni paramparça ediyorsun! Ettiğini de toplamıyorsun be kızım!"

Gözünden süzülen bir damla yaş koltuğa düştü. Ardından daha fazla akmasın diye gözlerini sildi.

Kaşlarım çatılırken söylediklerine anlam vermeye çalıştım. "Ben mi paramparça ediyorum..." derken sesim biraz yüksek çıkmıştı. "Yoksa sen mi?"

Asaf'ın dudaklarında nedenini anlayamadığım bir tebessüm belirdi. Onun bu haline karşılık ellerimi kucağımdan, koltuğa indirdim ve doğruldum.

"Biraz olsun utanman yok değil mi?" dedi keyifli bir sesle. "Arsızlığı kendine kalkan edinmişsin."

Gözlerimi devirdim. "Neden utanmam gerekiyor?" diye sordum. Cevabını gerçekten de merak ediyordum.

Deniz mavisi gözleri koyulaşmıştı, öfkesi göz rengini perdelemişti. "Beni ikinci kez terk ettin! Bu sabah ben yine seni bulamadım Asi!" diye bağırdığında tüylerim ürpermişti. Dudaklarını yaladı ve gözlerini gözlerimde bırakırken çehresi daha sert bir ifadeye büründü. "Ben o an sana öyle çok güvenmek istedim ki ama yapamadım. Söylediğin yalanların olanlarla örtüşmemesi her şeyi zorlaştırıyor." Ellerini iki yana açıp gülümsedi. "Seni kimsenin istemediği bir yerde yaşamak istiyorsun! Kimse yüzüne bile bakmayacak ama sen inadın uğruna sadece kendi hayatını değil, bir zamanlar sana güvenen herkesin hayatını mahvetmek istiyorsun!" diye bağırdı, gözleri etrafta dolandı, kollarını indirdikten sonra yeniden bana baktı. "Ama sen, insanlara acı çektirmeyi seviyorsun değil mi?"

"Eskiden bana güvenenlerin çoğu artık benden nefret ediyor Asaf, senin gibi..." dedim, geçmişte bırakıp gitmemin verdiği acı ruhuma ağır bir tokat indirirken. "Sorun değil, kimse beni istemesin. Hatta herkes nefret etsin." Güç bir nefes verdim. "Karadeniz istesin, sevsin yeter."

Asaf'ın yüzünde anlam veremediğim bir ifade oluşurken, geldiğim günden beri ilk defa adam akıllı konuştuğumuzu idrak ettim. Asaf'ın öfkesini de acımasızlığını da anlayabiliyordum ama beni dinlemeden yargılaması canımı yakan en büyük etkendi. "Karadeniz seni hiçbir zaman sevmeyecek," dedi, sesinde öfkenin her tonu barınıyordu. "Benim kalbimdeki ateş gibi onun da her yanı yanacak, acı çekecek."

Sertçe yutkundum ve gözlerimi hüzünle kucağıma indirdim, daha fazlasını duymak istemediğim için kafamı sağa sola salladım. "Kalbini ateşe veren ben değilim ki, sensin." dedim kırık bir sesle. "Sana anlattım, yapmak zorundaydım Asaf."

"Gerçekleri değil, inanmamızı istediklerini anlatıyorsun!" dedi, sesi sertti. "Eğer dediklerin doğru olsaydı, koskoca beş yıl geçti aradan, bir yolunu bulur arardın. Hadi arayamadın diyelim, mesaj atardın. Numaram ezberindeydi. Döndüğün için yalanlarınla herkesi kandırmaya çalışıyorsun. Murat abi ile Taner inandı ama geriye kalan kimse inanmadı Asi Hanım. Bunu bugün ikinci kez yaptın, yine ardında bıraktın beni."

"Beni anlamaya çalışmıyorsun Asaf..." dedim, az çıkan sesimle. Bana inanmaması, güvenmemesi verdiğim bu savaşı değersiz kılmaktan başka hiçbir şey yapmıyordu.

"Söylediğin yalanlar, seni anlamama izin vermiyor." dedi sıkkın bir sesle. "Ve hiçbir zaman da anlamayacağım, boşuna uğraşma."

Tamam. Belki bana inanmıyordu ama bu saatten sonra yapacak bir şeyim de kalmamıştı zaten. Asaf evlenecekti ve ben bir kadının hayallerini yıkmak istemiyordum.

Asaf bakışlarını benden kaçırırken, dudaklarını araladı ve vazgeçip kapadı. Sağ elini saçlarına götürüp hışımla karıştırdı. Dudaklarını yeniden aralarken gözlerime bakmadan konuştu, "O zaman buralardan git! Uçak biletini ben alırım." Duraksadı ve yüzünü buruşturdu. "Yarın gidersin."

Gerçekten de dün gece söylediklerini unutmuş muydu ve benden kurtulmak için sabırsızlanıyor muydu?

Kalbime acının doğurduğu bir bıçak saplandı ve o an nefessiz kaldığımı hissettim. Asaf'ın sözleri bir anda tüm ruhumu sardı ve sözlerinin ağırlığı her yanımı sızım sızım sızlattı. Gözlerim dolmuştu, ne ara dolduğunu bilmediğim gözlerim, gözyaşlarını doğurdu ve akmak için birbirleriyle yarışırken derin bir nefes alıp verdim.

Asaf'ın yanında ağlamak istemediğim için kalktım ve hızla odadan çıktım. Kübra da hol de bekliyordu, gittiğimi görünce peşimden geldi.

Asaf'ın ardımdan söylediği kelimeler kulağımda silik izler bırakırken, buğulanan gözlerimle evden çıktım ve kapının önünde durdum. Kaskatı kesilen bedenim ve güçsüzlüğünü ilan eden bacaklarım zemine dermansızca basarken, kalbimden kopan çığlıklar, bıçak olmuş tüm damarlarımı kesiyordu. Rüzgârın şiddetiyle uçuşan saçlarım yüzüme kapandığında dudaklarımı birbirine bastırdım ve boğazımı paramparça etmeye çalışıp, dudaklarımdan çıkmaya çalışan çığlığı yuttum. Kübra'nın elini omzuma koyduğunu hissettim, destek olmaya çalışıyordu ama hangi destek beni düştüğüm uçurumdan kurtarabilirdi ki?

Her zaman olduğu gibi yine istenmediğimin farkındaydım ve bu gerçekliğin altında eziliyordum. Elimi duvara yasladım. Hıçkıra hıçkıra, çığlık atarak ağlamak istiyordum ama şu an imkansızdı. Güçlü görünmeye çalıştıkça ölüyordum, öldükçe yok oluyordum.

Kübra elini yanaklarıma götürdü ve buruk bir şekilde gülümseyerek benden izinsiz akan gözyaşlarımı nazikçe sildi, o an fark etmiştim verdiğim savaşın başarısız olduğunu, ağladığımı. O sırada Asaf'da evden çıktı ve yüzüme bile bakmadan bahçenin çıkış kapısına doğru ilerlemeye başladı. Yüzümü, Kübra'nın ellerinden çektim ve gözlerimde büyüyen öfkeyle onun arkasından ilerledim. Kendimi hiç hissetmediğim kadar ruhsuz ve boş hissediyordum.

Kalbimi darlayan kelimeler, birer çukur kazmıştı, asıl canımı yakan o çukurların derinliğiydi. Asaf peşinden geldiğimi hissetmiş olmalıydı ki duraksayıp bana döndü. Ben sustum, o da sustu ve boş bir ifadeyle gözlerime baktı. Ortamda ki sessizliği bozan tek şey almaya çalıştığım kesik ve hızlı soluklardı.

"Son kez söylüyorum Asaf!" diye bağırdım öfkeyle, ruhuma hapsolan küçük kız çocuğu bile öfke kusuyordu. "Ben hiçbir yere gitmeyeceğim, ben bu hikâyenin en masumuyum Asaf. Çaresizdim, kimsesizdim, üzgündüm, kızgındım. Sana anlattığım her şey doğru, inanmak da senin elinde ama sen bana inanmamak için, güvenmemek için direniyorsun."

Asaf'ın şaşkınlıkla aralanan dudakları ve kocaman olan gözleri, içimdeki kırgınlığı, öfkeyle harmanlıyordu. Şaşırmıştı çünkü beni ilk defa böyle görüyordu ben daha önce hiç böyle olmamıştım. Çünkü daha önce çaresiz kalmamıştım. Hep ikinci bir seçeneğim olmuştu ve şu an elimde hiçbir şey yoktu.

"Bağırma, sakinleş." dedi Asaf, yüzündeki şaşkınlığın yerini üzüntü almıştı. "Önce bir sakin ol sonra yine konuşuruz."

"Konuşmama izin vermiyorsun ki? Ben aman dilesem sen buradan gideceksin diyorsun," başımı hayır anlamında sağa sola salladım "Sen benim ne yaşadığımı bilmiyorsun Asaf..."

"Bilmiyorum öyle mi?" dedi, üzerimdeki bakışlarını hissedebiliyordum. "Beş yıl önce bana masallar anlattın, Kadir'in sana eziyet ettiğini, annenin ardında durmadığını, üvey kardeşlerinden nefret ettiğini anlattın. Sonra bir not! O nefret ettiğin insanlara döndüğünü anlattığın notu bıraktın ardında. Ben senin neler yaşadığını bildiğimi sanmıştım ama anlattıklarının yalanlardan ibaret olduğunu öğrendiğimde bilmediğimi anladım."

"Asaf abi, lütfen biraz sakin olun!" Kübra'nın ince ve tiz sesini hemen arkamda duydum ve sırtımı sıvazlayan elini hissettim. "Gel canım eve girelim, sonra yine konuşursunuz."

İki adım atarak Asaf'a yaklaşıp, Kübra'nın sırtımı sıvazlayan elinden kurtuldum. Korkusuz gözlerimi tereddütsüzce gözlerine sabitledim ve "Sana anlattığım her şey doğruydu, her şey gerçekti." dedim çaresizce. Gene karşı çıkacaktı ama kendimi anlatmaktan asla vazgeçmeyecektim.

Ben masumdum.

Söylemekten bıktığım bu kelimeler dilimde nöbet tutuyor, sırası geldikçe dile geliyordu. Asaf'ın gözlerinde ki üzüntü yerini boşluğa bıraktı, bu bilinmezlik kalbimi acıtırken titreyen dudaklarımı birbirine bastırdım. Sustu, suçlamadı, öfkesini kusmadı sadece gözlerime bakıyordu.

Sertçe yutkundum ve sızlayan gözlerim ellerime düşerken derin bir nefes aldım. Ağlamamdan nefret ettiği halde, şu an gözyaşlarım onun umurunda değilmiş gibiydi. Öylece bakıyordu, boş gözlerle.

"Asaf?" diye sorar bir sesle seslendi Poyraz. Asaf bakışlarını Poyraz'a çevirirken gözlerini birkaç kere yumup açtı, ölüm uykusundan uyanmış gibiydi. "Ben Asi'yi konağına götüreyim, müsait bir zamanda sakin sakin konuşursunuz." dedi. Her kelimenin altını çizerek söylemişti.

"Asi'nin yarın döneceğini söyledim onlara." dedi ve bana kısa bir bakış atıp, ardından yüzünü yeniden Poyraz'a döndü. "Şimdi gidemez."

"Dedeme gitmek istiyorum Poyraz."

"Olmaz dedim." Diyerek yeniden bana baktı. "Yaylada ki evde kal bu gece yarın gidersin."

"Git emirlerini sözlüne ver!" dedim ve yüzümü ondan çevirip Kübra'nın tedirgin yüzüne baktım. Sadece Asaf hariç herkese bakabilirdim şu an.

"Olur!" dedikten sonra sırtını döndü ve bahçe kapısından çıktı.

Poyraz bana döndü ve sağ elini, sol omuzuma koydu. "Hadi seni eve götüreyim Asi." dedi, samimi bir sesle. Bu ses öfkemi biraz olsun azaltmıştı.

Başımı onaylar anlamda salladım ve bende bahçe kapısından çıktım. Poyraz'ın arabasının yanına geldiğimde Asaf daha yeni arabasına biniyordu. Kapıyı açtı ve ardına dönüp bana baktı, onun bana baktığını gördüğüm de ben de ona baktım, gözlerim hüznümün ihanetine uğramıştı. Hala ağlıyordum. Poyraz elinde arabasının anahtarıyla yanıma geldi ve arabanın sürücü koltuğuna bindi, onu bekletmemek adına hemen ben de bindim ve beni evime bırakmak üzere yola koyuldu.

"Ne yaşadığınızı, neler olduğunu Asaf'dan dinlediğim kadar biliyorum." dedi Poyraz, göz ucuyla bana bakarken. "Asaf'ın söyledikleri ne kadar doğru bilemiyorum ama onu anla Asi. O çok yaralı, acı çekiyor."

"Anlıyorum." Dedim.

"Birbirinize biraz zaman verin," dedi, sesi sıkıntılıydı. "Sizin aşkınız çok büyüktü, ben eminim bu günleri atlatacaksınız ve eskisinden daha iyi olacaksınız."

"Hayır Poyraz," dedim soğuk bir sesle. "O sözlü, evlenecek."

"Asaf, Simge'yi sevmiyor ki!"

"Bu sözlü olduğu gerçeğini değiştirmiyor."

"Değiştiriyor. Şöyle düşün," dedi umut dolu bir sesle. "Anlattığına göre sen buradan zorla götürüldün ve Asaf'da ailesinin ısrarları sonucunda, yani zorla sözlendi."

"Asaf ve ona zorla bir şey yaptırmak?" diyerek Poyraz'a bir bakış attım, "Bu imkânsız."

"Sen ve sana zorla bir şey yaptırmak da imkansızdı o zamanlar."

"Aynı şey değil!"

Benim dile dahi dökmekte zorlandığım, onun için ise normal olan bu tarz şeyleri nasıl kabullenirdim? Ben onunla yan yanayken bile titrerken, başka bir kızın ona dair bunları hissetmesine tahammülüm yoktu. Bu yabancı his midemi bulandırıyor, bedenimi titretiyordu. Sadakatsizlik, ona olan güvenimi parçalıyordu. Bütün umuduna dair tohum veren hislerim ölmüştü oysa dün gece ne de güzeldi. Kokusuyla uyumak, nefesini hissetmek, kalbinin atışını ninni gibi dinlemek çok güzeldi. Hataydı ama tarifi mümkün olmayan bir şekilde de güzeldi.

Havanın kararmaya yüz tutmuş hali gözlerimin odağına düşerken ellerimi bacaklarımın üzerine koydum. Konağın önüne gelmiştik ve herkes konağın önünde toplanmıştı; dedem, amcamlar, yengem, kuzenlerim, köşk çalışanları ve Asaf'ın ailesine kadar herkes kapının önündeydi. Dedemin bakışları bir alev misali öfke kusarken diğerlerinin de bundan farksız olmadığını gördüm. Göremediğim kısımda biri vardı ve sanırım dedem o kişiye öfkeliydi.

Hemen kapıyı açıp arabadan çıkarken benimle beraber Poyraz'da çıkmıştı. Adımlarım merakla yanlarına giderken arkadan gelen araba sesiyle arkamı döndüğümde Asaf'ı görmüştüm, sanırım ailesi burada olduğu için gelmişti. Asaf da arabasından inerken bana baktı ve ardından önümüzde ki kalabalığa baktı, yeniden önümü dönerken yürümeye devam ettiğimde görüş alanıma Kadir'in adamları girdi. O mu gelmişti?

Aniden durdum ve adımlarımı sonlandırıp Kadir'in en yakın adamı Enes'e baktım. Korkudan deli gibi atan kalbimi susturmak istercesine elimi kaldırıp, kalbimin üzerine koydum. Şiddetli bir kasırgayla dolup taşan, büyük bir hasar vererek çıkmaya karar vermiş olan korkunun çığlığını susturmaya çalıştım. Bunu ne kadar başarabildiğimi bilmiyordum ta ki Asaf'ın sorduğu soruyla hiç başaramadığımı anladım.

"Neden bu kadar çok korkuyorsun?"

Meraklı sesi zorda olsa kulaklarıma ulaşırken başımı sağıma çevirdim ve hemen yanımda durmuş mavi gözlerine yerleşen merakla kahverengi gözlerime baktığını gördüm, ardından başımı önüme eğip derin bir nefes alıp verdim. Sorusunu cevapsız bırakmıştım.

"Kızımla görüşüp görüşmeyeceğimi size soracak değilim İdris Bey!"

Bu annemin sesiydi.

Yalnız mı gelmişti yoksa yanında Kadir'de var mıydı?

Daha fazla beklememeye karar verip ağır adımlarla yanlarına ilerledim.

"Tabi ki de bana soracasun da! Benum torunim o!"

"Benim de kızım İdris Bey! Haddinizi bilin benimle konuşurken sesinizi yükseltmeyin."

"Sen kimsun ki seninle konuşurken had bilecekmişum?"

"Baba tamam sakin ol!" diyen Murat amcam annemin üzerine yürüyen dedemin önüne geçip, kollarından tuttu. "Gözünü seveyim bak yine tansiyonun çıkacak."

"Bırak Uşağum. Had neymiş göstereyim ha bu karıya..."

"Dede!" diye seslendim, amacım aralarında ki anlamsız tartışmayı dindirmekti. Başarılı da olmuştum. Herkes bana dönerken dedem iki adım atarak öne çıktı. Gözlerimi etrafta gezdirdiğimde Kadir'i görmeyince içten içe mutlu olmuştum ve korkuyla atan kalbim rahata kavuşmuştu. Annemin öfkeyle dolup taşan gözlerini gördüğümde başımı kaldırıp omuzlarımı dikleştirdiğimde artık yanlarına varmıştım.

"Neredesin sen Asi?" diye bağırdı Necati amcam. "Bize annenle görüşmeye gittiğinin haberini yolladın ama gitmemişsin!"

"Evde anlatırım amca."

"Şimdi anlatacaksın Asi Hanım! Başçavuşun eşeği değiliz biz burada!"

"Kızıma bağırma Necati!" diyerek araya giren anneme tiksinir gibi baktım. Keşke Kadir bana bağırdığında da beni böyle kollasaydı ama annem her zaman hakkı olanın bağırmasına karşıydı.

"Ailemle arama girme!" diyerek korkusuz gözlerle annemin gözlerine baktım. "Burada ki insanların bana ne dediği de ne yaptığı da seni gram ilgilendirmez Nilgün Karaman."

"Ben senin annenim Asi! Kendine gel!"

"Hep aynı şeyi söylüyorsun!" diye bağırdım ve üç adım atarak yanına vardığımda tam önünde durdum. "Sen anneliği sadece cümle arasında biliyorsun. Annelik bu değil, senin yaptığın gibi değil."

Annem bakışlarını gözlerimden çekip etrafına bakındı ve yeniden bana döndü. "Yalnız konuşalım lütfen." Dedi ve arkasını dönüp biraz ileride çardağa doğru ilerledi, ardından da adamları yürüdü.

Her attığı adımda çıkan topuk seslerini dinledim ve nihayet bittiğinde yüzümü dedeme döndüm. "Müsaaden var mı?" diye sordum. Dedem konuşmayıp başı ile onayladı ve etrafındakilere baktı. "İçeriye geçin!" dediğinde herkes bana bakmayı bırakıp eve doğru ilerledi.

Asaf, kaşlarını çatarken merakın kol gezdiği gözlerini bende bıraktı. Gözlerimi Asaf'ın gözleriyle bütünleştirirken gülümsemeye çalıştım, o ise kaşlarını daha da çatarak gözlerini benden koparıp anneme baktı. Poyraz'ın omzuna dokunmasıyla, bakışlarının yeni hedefi o olurken beraber içeriye geçtiler. Kapının kapanmasıyla ardımı dönüp anneme baktım, yüzünde güçlü, kendini beğenmiş bir ifade vardı.

"Ne oldu?" diyerek adımlarımı yanına doğru attım. "Beni çok mu özledin anneciğim."

"Saçmalamanın zamanı değil Asi!" derken yüzünü tiksinircesine bir ifade kapladı.

"Kızını özlemen mi saçma?"

Başını sağa sola sallarken ellerini saçlarından geçirdi, ardından dudağını ısırıp kaşlarını çattı. İki adım atarak yanıma daha da yaklaşırken önümde durup omuzlarını dikleştirdi. İşte şimdi karşımda sadece Nilgün değil, Nilgün Karaman duruyordu.

"O video nerede?"

"Vay be!" diyerek alay dolu gülümsedim. "Sırf bir video için buralara kadar gelmene gerek yoktu, ben sana kopyasını yollardım."

"Oyun oynamayı kes Asi!" diye bağırdı. Eminim ki sesini içeridekiler bile duymuştu çünkü sesi yüksek ve gür çıkmıştı. "O videoyu bana ver. Ben de buralardan gideyim, bir daha ne beni ne de ailemi görmezsin."

"Ailen?" dedim, sesim öyle az çıkmıştı ruhumu ele geçiren kız çocuğu annesinin kurbanı olmuştu. Beni bir kez olsun ailesi saymamışken, Kadir ve oğullarını sayması yaralamıştı. Annemden ne kadar çok nefret etsem de bu söylediği tüm kolumu kanadımı kırmıştı.

Dolan gözlerimi görmemesi için başımı soluma çevirdim ve akan iki damla gözyaşını silip hemen kendimi toparladıktan sonra bende onun gibi baktım.

"Senin ailen benim, kızınım ben senin!"

"Öyle mi?" dedi ve içten bir gülümse dudaklarına hükmetti. "Hangi evlat annesini tehdit eder?"

"Ben seni değil, Kadir'i tehdit ediyorum."

"O ya da ben yok. Biziz biz. Ona yaptığını bana da yapmış oluyorsun."

"Biliyor musun?" dedim ve kollarımı birbirine bağladım ardından da gözlerimi kısarak gözlerine baktım. "Kendine göre bir adam bulmuşsun. İkinizin de içi kötü, kalpleriniz tarif edilemeyecek kadar kararmış. Üzüm üzüme baka baka kararırmış ya sen de o hesapsı..."

"Haddini aşma Asi!" diye bağırdığında arkasında ki adamları bir adım atarak yanımıza geldi. Enes telaşlı gözlerini annemde tutarken, Annem ise öfkeli gözlerle bana bakıyordu.

"Daha yeni başladım Nilgün Hanım!" diye bağırdım ve o anda açılan kapı sesini duydum ardından da bir sürü adım sesi, sanırım dedemler daha fazla dayanamayıp evden çıkmışlardı. Gözlerimi bir an olsun annemin gözlerinden ayırmadım.

"Sen Nilgün Karaman. Sen iflah olmaz bir zavallısın. Sen aslında çok şey bildiğini sanan ama aslında hiçbir bok bilmeyen bir kadınsın. Güçlü durmayı sadece kızına zarar vermek olduğunu sanan, Kadir'in ayaklarının altına yatan bir kadınsın." Dedim ve halen bağlı olan kollarımı çözüp sağ elimin işaret parmağımı annemin göğsüne, kalbinin üzerine koydum. "Sen babamı sevmek yerine o karaktersizi sevdin ve benim kalbi pamukla sarmalanmış babama benzemek yerine kalbini kötülüğe, acımasızlığa adamış adama benzedin. İnsan zamanla sevdiğine benzer, işte sende ona benzedin ve onun gibi karaktersiz oldun! Bunu sen seçtin Nilgün Kara..."

Ve yediğim tokat susmama neden olmuştu.

Başım soluma doğru yatarken elimi yanağıma koydum.

"Ne yapıyorsun sen!" diye bağıran Murat amcamın sesini duyduğumda bakışlarımı yerden çekip amcama yönelttim. Ardında Halam, Necati amcam, Taner ve dedem de vardı. Murat amcam yanımıza vardığında annemin bana vuran elini tuttu. "Benim yeğenime vuramazsın!" diye bağırdı.

Nazlı halam kolumu tutarak beni doğrulttu ve kollarıyla sarmalarken, dedem de omzuma dokundu. Necati amcam ve Taner ise Murat amcamı, annemden ayırmaya çalışıyordu. Yaklaşık on saniye sonra annemin arkasında ki adamlar silahlarını çıkararak Murat amcama doğrulttu.

"Bırak Nilgün Hanımı!" diyen Enes bir yandan da annemin önüne geçmeye çalışıyordu.

"Murat abi!"

Asaf'ın sesini duyduğumda bakışlarımı biraz daha sağa kaydırdım ve Asaf'ın da amcamı sakinleştirmeye çalıştığını gördüm.

"Çabuk bir şey yapın Asi Hanım! Yoksa vurmak zorunda kalacağız." Diyen adamlardan birine baktım. Uzun boylu, bıyıklı, iri, ela gözlüydü. Başımı onaylar anlamda aşağı yukarı salladım ve annemin yaraladığı ruhumu ayaklar altına alıp ezdikten sonra Murat amcamın yanına, Asaf'ın tam önüne gidip elimi amcamın koluna koydum.

"Lütfen..." dedim ve titreyen gözbebeklerimi gözlerine sabitledim. "Lütfen bırak, gitsin. Onu daha fazla görmek istemiyorum."

Amcamın gözlerine yerleşen hüznü gördüğümde başını önüne eğdi ve annemi geri doğru itti. Annem düşeceği sırada, arkasında ki adamlarının tutmasıyla düşmekten son anda kurtuldu. Bende amcama tebessüm ederek teşekkür ettiğimi ifade ettim ve son defa anneme baktım. "Eğer hemen buradan gitmezsen hiçbir şey umurumda olmaz ve sizin sonunuzu getiririm. Ben sadece Asi değilim, Tarık Harman'ın kızı Asi Harman'ım bunu hiçbir zaman unutma. Bildiklerimin hiçbir sınırı olmadığı gibi yapacaklarımın da bir sınırı yok." Dedim ve hızla arkamı dönüp koşar adımlarla eve girdim ve hızla odama çıkıp, yatağa gelişi güzel uzanarak ağladım.

Alışıktım ama bu sefer gururum incinmişti. Herkesin önünde attığı tokat gururumu ayaklar altına sermekle kalmamış, annesine birazcık olsun sevgisi olan küçük kız çocuğunun ruhunu da öldürmüştü.

Bir çocuk annesinin gölgesinde büyürdü. Annesi ona sevgisiyle sarılır, annesinin bakışında can bulurdu. Ben bunların hiçbirini yaşayamadım. Benim annem bana hep yükmüşüm baktı. Ben onun ayağına vurulan prangaydım. Yoluna taş, önüne uçurumdum.

Sahi senden mi doğdum anne...

Senin mi kızınım yoksa beni sana leylekler mi getirdi. Bu yüzden mi benimseyemedin beni yoksa seviyorsun da gösteremiyor musun?

Hayır.

Sen sevgisini gösterebilen bir annesin. Kendin doğurmadığın, üvey çocuklarına bile sevgiyle bakıyor, merhametle sarıyorsun. Yaptıkları hataları görmezden gelip, onları babalarından koruyorsun. Ya benim yaptığım doğrular? Doğrularım sana neden hataymış gibi görünüyor?

Bir anne doğurduğuna böyle davranır mı?

Bir anne evladına aşkla, sevgi dolu ninniler söylerken sen neden bana söylemedin? Neden benim babam bana hem anne hem de baba oldu, neden anne?

Biliyorum geç oldu belki ama yeni anladım; benim babamın öldüğü gün annemde ölmüş.

BÖLÜM SONU

✾✾✾

Sizi Seviyorum yeni bölümde görüşene kadar kendinize iyi bakın. Yorumlarınızı heyecanla bekliyor olacağım.

İnstagram: @guverce

İnstagram Hikaye: @busrademirkitaplari

Threads: @guverce

Loading...
0%