Yeni Üyelik
5.
Bölüm

Dördüncü Bölüm ✾kalbi öldüren gerçek✾

@guverce

Bölüm Şarkıları;

Ali Baran- Yazuktur Günahtur

Marsis- Sevduğum

Dördüncü Bölüm: "kalbi öldüren gerçek"

Kalbi vardı. Sevdikçe daha da çok seven ama asla bıktırmayan. Mesela sonsuz bir aşkla bakardı Karadeniz'in en güzel tonunu barındıran gözleri, şimdi baktığı gibi değildi. Baktığında içi titrerdi, içim titrerdi. Titreyen ruhlarımız, ayrı kaldığımızda ölür, bir olduğumuzda ise yeniden dirilirdi. Ah o kalbi... Yanımda öyle bir atardı ki saymakta zorlanırdım.

Gözleri ışıldardı. Her yer zifiri karanlık olsa da onun o aşkla bakan gözleri aydınlatırdı her yanı. Baktığı yer can bulurdu, bana can verirdi. Şu an öldürüyordu, hep de öldürecekti. Artık gözleri bana can değil, kuru bir toprağı vadediyordu ve beni iki metre bir mezara koymak istiyordu. Ben ise bir an önce o mezara girmek istiyordum. On dakika önce sorsaydınız ölmeyi isteyip, istemediğimi; İstemiyorum derdim çünkü umudum vardı. Demin yıkıntıların altında kalan, umudum.

Göğüs kafesimin altında kalan organım can çekişiyordu.

Neydi onun adı?

Hatırladım! Kalbim! Artık yaşamaktan vazgeçmiş ama sevmekten vazgeçemeyen kalbim.

İkimiz de öylece birbirimizin gözlerine bakıyorduk. Konuşmuyorduk. Kelimeler de ölmüştü, artık söyleyecek hiçbir şey kalmamıştı. Asaf, özgürlüğü vadeden gözlerini gözlerimden çekti ve başını önüne eğdi. O an özgürlüğüm de yok oldu. İçimde barındırdığım her umut dolu duygu birer birer ölüyordu ve bu bana acıdan başka hiçbir şey vermiyordu.

Ne demeliydim?

Beynim durmuş gibiydi, düşünemiyordum.

"Yarın, saat beşte yaylada ki evde konuşuruz olur mu?" diyerek, etraftaki sessizliği bozan Asaf oldu.

Artık konuşmamızın bir önemi kalmadı ki sevdiğim. Ne değişecekti ki bu saatten sonra?

"Asi?" dedi.

"Tabi!" dedim ve aniden arkamı dönüp, hızlı adımlarla oradan uzaklaşmaya çalıştım. Ayaklarım bile zar zor ayrılıyordu onun yanından, ne zor bir şeymiş aşk.

"Asi!" diyerek seslendi ardımdan.

Durdum. Neden durduğumu bilmiyordum, ne demesini umut ediyordum ki?

"İyi misin?" diye sordu, sesinde onlarca duygu yüklüydü ve ben gerçek duygusu ne anlayamıyordum. Belki yüzüne baksam anlardım ama arkamı dönüp, yüzüne bakarsam ağlardım biliyorum. Birazdan ağlayacağımı da biliyorum.

"İyiyim, sorun yok," dedim. Sesim mutsuz olduğunu bas bas bağırıyordu ama elimden gelen de bu kadardı. "Yarın dediğin saatte orada olurum."

"Asi?" dedi sorar bir sesle. "Yüzüme bakar mısın?" derken elini, koluma değdirdi. Kolumu elinin temasından çektim ve hiçbir şey demeden gittim. O kadar hızlı adımlar atıyordum ki nefessiz kalmıştım, üşüyordum. Üzerimde kahverengi boğazlı kazağımdan başka hiçbir şey yoktu. Şubat ayında, Karadeniz'in eşsiz soğuğunda nereye gideceğimi bilmeden yürüyordum.

Asaf'ın olduğu yerden baya uzaklaşınca durdum ve onun kaldığı tarafa doğru baktım, bir umut görebileceğimi umdum ama yoktu. Sonra başımı önüme eğdim ve ellerimle yüzümü kapatıp ağladım.

Anlamlandıramadığım duygular ruhumu sarmıştı. Ne hissettiğimi anlayamıyordum. Hem kızgındım hem de üzgün, fazlasıyla da aşık. Bu üçünün karışımı çok farklı bir histi. Çok acıtıyordu.

"İyi misiniz?" diye seslendi ince, tiz bir ses.

Ellerimi yüzümden çekerken gözyaşlarımı da temizledim ve başımı kaldırıp karşımda duran kıza baktım. Bu kişi Kübra'dan başkası değildi. En yakın dostum, kardeş bildiğim kişiydi aynı zamanda dedemin de yeğeniydi, kız kardeşinin kızıydı.

"Kübra..." dedim artık zar zor çıkan sesimle ve sımsıkı sarıldım. Kübra'nın elleri de sırtıma kavuştu ve o da benim adımı söyleyerek sarıldı. Sanırım burada değişmeyen tek şey Kübra'nın benimle olan dostluğuydu.

"Asi, sen ne zaman geldin?" diye sordu, hala sarılmaya devam ederken.

"Dün."

"Dün mü?" dedi hayretler içerisinde. "Bana niye haber vermedin geleceğini, karşılardım seni." Dedi ve ellerini kollarıma koyup beni kendinden ayırdı, gözlerime baktı. "Asi neyin var senin?" dedi, halimi görünce.

"Ben hiç iyi değilim," diye mırıldandım. "İyiyim demekten yoruldum Kübra!"

"Ne oldu?" dedi elleri yanaklarımı kavrarken. "Anlat bana."

"Sanki hayat bana acımasız bir oyun oynuyor ve ben o oyunun merkezindeyim. Adımımı nereye doğru atsam acı çekiyorum, yanıyorum Küboş. Ruhum da, bedenim de öldü ama kalbim yaşamak için savaş veriyor ve ben bu savaşı anlayamıyorum."

"Asi ben hiçbir şey anlamadım."

"Ben de..."

Kübra anlamsızlığın gezdiği mavi gözleriyle, gözlerime baktı. Elleri daha nazik sevdi yanaklarımı, o sıcaklığı hissettim. Başımı önüme eğip sağ elime baktım, demin Asaf'ın yüzünü okşayan elim sıcacıkken şimdi ise buz tutmuştu.

Asaf benim hem kanayan yaramdı hem de ilacım.

Kübra elini omzuma indirdi. "Hadi eve geçelim evde konuşalım, çok üşümüşsün." dedi, sesinde merhametin doğurduğu tohumlar filizleniyordu.

Yanaklarımı dişlerken ona baktım. "Yok! Senin başını ağrıtmayayım, konağa geçeyim ben." Dedim.

"Saçmalama Asi'm."

Evet!

Saçmalama Asi!

Asaf'ın ailesinin olduğu eve mi döneceksin? Senden nefret eden Nefise Hanım ve Mehmet Bey'in karşısına geçip onlarla hiçbir şey olmamış gibi sohbet mi edeceksin?

Belki Asaf'dan konuşursunuz. Onun sözlüsü Simge ile nişan ayrıntılarını konuşur, yardımcı olursun?

Başımı sağa sola salladım, amacım aklımdaki kırıcı düşünceleri yok etmekti. Bir şey demeden başımı onaylar anlamda salladım ve Kübra elini sırtıma koyup, beni evlerine doğru yönlendirdi. Aradan beş yıl geçmesine rağmen unutmamıştım evinin yerini, yakındı dedemin evine. Kapının önüne geldiğimizde, Kübra anahtarını çıkarttı ve kapıyı açtı. Botlarımı çıkartırken ardıma baktım ve onu gördüm, Asaf'ı. Bana doğru bakıyordu, onu gördüğümü görünce başını önüne eğip geri döndü ve yürümeye devam etti. Bana bakmaya mı gelmişti ama neden?

Gözden kaybolmasının ardından bende içeriye girdim ve salona geçtim. Sobanın yanında ki üçlü koltuğa oturdum, biraz olsun ısınmıştım. Birkaç dakika sonra Kübra da salona elinde iki fincanla geldi ve masaya bıraktı. "Salep yaptım, içimiz ısınır." Dedi ve o da yanıma oturdu. "Anlat bakalım, neler oluyor Asi?" diye sordu.

Gözlerimi salepten çekip ona baktım, gözleri merakla ışıldıyordu.

"Asaf sözlenmiş." Dedim tek nefeste.

"Ömür boyu kendisini bırakıp giden bir kızı bekleyeceğinimi umuyordun?"

"O iş öyle değil Kübra!"

"Ne demek öyle değil! Asaf abi o gecenin sabahında İdris dayımın konağına geldi, ben de oradaydım. Notu dayıma gösterdi, onlara hak verdi sonra yıllarca acı çekti, şimdi ise mutlu olmaya çalışıyor."

"Hiçbir şey göründüğü gibi değil işte Kübra!" diye bağırdım ağlayarak. "O notun arkasında bilmediğiniz çok şey yatıyor. Yıllar önce geldiğimde konağa adım atmama izin vermeyen dedem, şimdi köşkte kalmama neden izin verdi sanıyorsun?"

"Neden?" diye sordu kaşlarını hafifçe çatarak.

"O gece Kadir geldi. Dedemlerin konağını ve Asaf'ın yaylada ki evini yakmakla tehdit etti beni, eğer gitmeseydim onları öldürecekti. Yapardı." Dedim ve ellerimi saçlarımın arasında geçirdim. "Onu tanımıyorsunuz o her şeyi yapar."

"Peki o not?"

"O notu yazmam için zorladı beni, ben de yazdım."

"Neden? Bağırsaydın!"

"Korktum!" diye bağırarak ayağa kalktım. "Asaf'ın ölmesinden korktum ya da katil olmasından. Düşündüm ki; ben gidersem herkesi rahat bırakır. Bıraktı da ama benim hayatımı mahvetti."

"Ne yaptı?" diye sordu o da benim gibi ayağa kalkarken, karşımda yerini aldı. Sesinde hüznün gemileri yelken açmış geziniyordu. "Yoksa sana tecav..."

"Hayır!" dedim anında itiraz edip sözünü kestim. "Yıllardır beni oğluyla evlendirmeyi planlıyormuş, öğrenir öğrenmez de buraya geldim."

"Tamam!" diyerek ellerini alnına koydu, bir şey düşünüyor gibiydi. Gözlerini kapattı ve açtı. "Yine peşinden gelemez mi?"

"Gelir."

"Eee Asi? Yeniden tehdit eder ve seni geri götürür."

"Bu sefer getiremez."

"Nasıl?"

"Elimde bir şey var. Onun için çok önemli ve ben buraya gelmeden önce onu çaldım, kısacası onun hayatı artık benim ellerimde. Artık o ne derse o olmayacak, ben ne dersem o olacak. Çark bana döndü Kübra!" dedim kendimden emin bir sesle.

Emindim. Elimdeki sürprizi görünce çark bana dönecekti ve beni artık rahat bırakacaklardı. Beklediğim tek bir şey vardı o da Kadir'in bir an önce Rize'ye gelmesiydi. Karşıma çıkıp beni tehdit etmesini heyecanla bekliyordum, o gün benim kurtuluşum olacaktı. O gün ben Karaman ailesinden kurtulacaktım.

"Ne var Asi?" diye sordu.

"Zamanı gelince anlatacağım ama şimdi değil."

"Sen nasıl istersen canım." Dedi ve elini omzuma koyup güven verir bir şekilde okşadı.

O sırada kapı açıldı ve içeriye Kübra'nın abisi Poyraz girdi. Kübra abisine gülümseyerek bakarken, ben başımı önüme eğdim. Kübra neşeyle "Hoş geldin abi." Dedi ve Poyraz'ın yanına gidip montunu aldı.

"Hoş bulduk." Diyerek yanıtladı Poyraz ve yanıma gelip elini koluma koyarak ovdu "Sen de hoş geldin Asi." Dedi.

Başımı yerden kaldırmadan "Hoş buldum." Dedim ve alelacele "Ben artık gideyim." Derken kapıya doğru yöneldim.

Poyraz "Asi!" diye bağırdı ardımdan. "Belki bilmek istersin Mehmet amcalar evlerine gittiler. Murat da eve gelmeni söyledi."

"Ben de eve gidiyorum zaten." Dedim ve yüzüne bile bakmadan evden çıktım, ayakkabılarımı alelacele ayağıma giyip hızlı adımlarla eve doğru yürüdüm. Başımı arkama çevirdiğimde Poyraz kapıda, yüzünde buruk bir tebessümle bana bakıyordu.

Benim ise onun yüzüne bakmaya cesaretim yoktu.

Poyraz, Asaf'ın en yakın arkadaşıydı. Bir zamanlar yedikleri içtikleri ayrı gitmezdi. Onun yüzüne bakamam da bu yüzdendi. Asaf ile ilişkimiz başlamadan önce karşıma geçip beni uyarmıştı. "Buralarda yapamayıp yakında gidersin boşuna Asaf'a umut verme!" demişti. Ben de onu sevdiğimi söyleyip, asla bırakmayacağıma yemin etmiştim ve gitmiştim. Belki isteyerek gitmedim ama gittim. Onu haklı çıkardım, verdiğim sözü tutamadım.

ღ ღ ღ

Biraz dolandım ve iki saat sonra konağa vardığımda kapıyı çaldım. Fatoş açtı ve sessizce içeriye girip odama çıkmak üzere merdivenlere doğru yöneldim ki "Buraya gel!" diye bağırdı katı bir ses. Bu dedemden başkası değildi.

Merdivenin ilk basamağına koymak için havalandırdığım ayağımı yere geri koydum ve geriye dönerek salona doğru yürüdüm, içeride dedemden başka hiç kimse yoktu. Her zaman ki koltuğunda oturan dedemin yanına gelip önünde durdum ve öfkesini kusmasını bekledim.

"İnadına mı yapıyorsun sen bunları?" dedi ayağa kalkıp bana doğru ilerlerken. "Sana denileni yapmak çok mu zor?"

"Dede, lütfen," dedim gözlerine beklentiyle bakarak. Yanıma geldiğinde yüzü kaskatıydı. Ona yalvaran gözlerle baktım, sanırım bana öfke kusmasına hazır değildim. Bugün yeterince kırılmıştım, parçalanıştım ve içimdeki kız çocuğu daha fazlasını kaldıramayacağını feryat figan bağırıyordu.

"Ne lütfeni?" dedi kesin bir sesle. "Her yaptığına susarsam, arsızlığı eline alacaksın."

Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım ve düşüncelerimi toparlamaya çalıştım. Gözkapaklarım tekrar açıldığında daha iyiydim. "Özür dilerim, seni kızdırmak istememiştim."

Bir an afalladı ve gözlerini şaşkınlıkla bir iki kez kırpıştırdı. "Anlamadım?"

"Özür dilerim dede," diye tekrar ettim. "Her şey için özür dilerim. Buraya geri geldiğim için, varlığımla kinine kin kattığım için, senin ve ailenin huzurunu bozduğum için özür dilerim. En çok da oğlunun kızı olduğum için, torunun olduğum için çok özür dilerim."

"Evet," diye onayladı. "Buraya gelmemeliydin. Buranın kapısı sana ve annene on dört yıl önce sonuna kadar kapandı ve sen o kapıyı zorlayarak girdin içeriye."

Yanımıza Fatoş geldi ve bana elindeki telefonu uzattı. Bu benim telefonumdu. "Asi Hanım telefonunuz ısrarla çalınca getireyim dedim. Anneniz arıyor." Dedi ve telefonumu ellerime bırakıp salondan çıktı.

Dedemin gözü elimdeki telefona takıldı.

"Aç telefonu! Hoparlöre ver." diye emir verdi tekrar yüzüme bakarak. Bir an kararsız kalarak öylece gözlerinin içine baksam da net bakışlarının üzerine dediğini yapıp aramayı açtım ve hoparlörü de açıp elimde tuttum.

Birkaç saniye sonra annemin sesi duyuldu. "Asi!" diyerek seslendi.

Dedem gözleriyle konuşmamı işaret etti. Dudaklarımı yaladım. "Ne var?" diyerek yanıtladım.

"Benimle nasıl konuşuyorsun kızım? Annenim ben senin."

"Ne istiyorsun söyle." Dedim soğuk bir sesle.

"Baban hesabına para gönderdi, uçak biletini alıp hemen buraya dönmeni söyledi onu haber vermek için aradım."

"Babam?" dedim sorar bir sesle.

"Kadir babandan bahsediyorum Asi!"

"O pislik benim babam değil, unuttun mu zaten sen de artık benim annem değilsin!" dedim. Dedeme baktığımda kaşlarını çatmış aramızda geçen konuşmayı anlamaya çalışıyor gibiydi.

"Beni delirtme Asi! Kadir'i oraya gönderirim gene seni alır gelir. Daha önce yaptırdım, gene yaptırırım."

"Elinden geleni ardına koyma ama şunu da bil; bu sefer bende boş değilim."

"O ne demek?"

"Kadir kasasına baksın. O zaman ne demek istediğimi anlar." Dedim ve telefonu yüzüne kapattım.

Ne demiştim ben öyle?

Tamam! Bu konu planıma dahildi ama dedemin yanında söylememeliydim.

Çekimser gözlerle dedeme baktım, gözlerini kısmış, kaşlarını da çatmıştı. Bir adım atarak yanıma yaklaştı ve gözlerini gözlerimden ayırmadan elimden telefonumu alıp sağımızda kalan masanın üzerine koydu. "Ne kasası?" diye sordu, sormasını istemediğim soruyu.

"Önemli bir şey değil," diyerek geçiştirmeye çalıştım ama dedem akıllı adamdı, tabi ki de bu oyunuma gelmezdi.

"Önemli, önemli..."

"Şimdi değil dede, sana söz veriyorum zamanı gelince anlatacağım." Dedim ve masanın üzerinden telefonumu alıp, kapıya doğru yöneldim ama dedemin kolumu tutmasıyla durdum. Yüzümü yeniden ona dönerken "Dede?" dedim.

"Son kez soruyorum elinde ne var Asi?" diye sordu, sesi katı ve sertti.

"İşle ilgili yaptığı usulsüzlüğü kanıtlayan bir belge." Dedim aniden. Aklıma gelen ilk yalanı söyledim ve gözlerimi halının püsküllü yüzeyinde gezdirdim. "O belge ile tehdit edeceğim, hapis yatmayı istemiyorsa benden uzak duracak."

"Madem elinde böyle bir şey var neden polise şimdi vermiyorsun?"

"Veremem." Dedim. Sesim kimsesiz çocuğun yardım çığlığında attığı feryat gibi çıkmıştı. Acınacak durumdaydım ama acıyanım yoktu. Korunacak haldeydim ama ardımda duranımda yoktu.

"Neden?" diye bağırdı. Gür sesi konağın duvarlarına çarpıp en son kulaklarıma uğradı ve tüm bedenimi titretti.

"Eğer verirsem sadece ondan kurtulurum ama oğulları bu sefer rahat bırakmaz. Tehdit ederek hepsini uzak tutabilirim dede."

"Saçma sapan konuşma! Git getir elinde ne varsa, polise vereceksin." Diyerek emir verdi bana.

"Veremem..." dedim güçsüz bir sesle. Veremezdim. Verirsem her şey birbirine karışırdı, verirsem ya Kadir ya da bu aileden biri ölürdü. İntikam almak uğruna canlar heba olurdu ve bu en son isteyeceğim bir şeydi. Gözlerim dolarken, gözlerine yalvarır bir ifadeyle baktım. "O pisliğe olan öfken yüzünden benim hayatımı tehlikeye atmak istiyorsun, kendimi düşünmek zorundayım."

"Eğer elindekini polise verirsen, hep ardında dururum."

"Bana güven ve benden bir şey beklemeden dursan olmaz mı dede?" diye sordum umutla. Dedem bana öyle bir baktı ki olduğum yere sinmemek için zor tuttum kendimi.

"Neye güveneyim?" diye tısladı. "Babası öldüğünde onu alabilmek için verdiğim tüm savaşı ezip geçen ve annesini seçen küçük kıza mı? Yoksa beş yıl önce yüzümü eğen genç kıza mı? Ya da geri dönen ve elindekini bana göstermeyip, ona güvenmemi bekleyen kıza mı?"

Bir an cevap veremedim, verdiğimdeyse sesim çatlamıştı. "Hepsine güven, hepsinin anlatamadığı bir açıklaması var."

"Anlatmana gerek yok, biliyorum."

Şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırdım. "Ne?"

"Şımarıklığından." Kaşlarımı çattım, yüzü kaskatıydı. Neyse ki gerçeği bilmemesi bir nebze olsun rahatlamama neden oldu. Bomboş bakıyordu, gözlerinde hiçbir duygu yansıması yoktu.

Gözlerim dolarken, gülümsedim ve hiçbir şey demeden odama çıkıp giysilerimle yatağa girdim. Ne diyebilirdim ki?

Dokuz yaşımdayken beni annemi öldürmekle tehdit ederek kendilerini seçmemi zorlayan Kadir'e teslim olmuştum. O kız çocuğu o gün bile kendini değil, annesini düşünmüştü. Bugün ise sadece babasının ailesini düşünüyordu, peki ne zaman kendimi düşünecektim ben? Ne zaman durulacaktı içimdeki durmak bilmeyen kasırga?

Küçükken hep diğer çocuklara özenirdim. Mesela en çok da Kadir'in oğullarına özenirdim. Aytaç ve Caner. Annem bana gösterdiği ilgiden ve sevgiden daha fazlasını hep Aytaç'a gösterirdi, çok severdi onu. Sonra Caner'i, bir sözünü ikiletmezdi. Ben bu sıranın hep en sonundaydım. Söylesenize bir kız çocuğu babasının mezarına gitmek istiyor diye cezalandırılır mıydı? Ben cezalandırıldım. Günlerce odamdan çıkarılmadım, babamın hediyesi olan Kırbeyaz'ı, atımı gönderdiler ve daha fazlasını sadece babamın yanına gitmek istediğim için yaptılar.

Zamanla susmayı, içime atmayı öğrendim ve bu sayede ceza almamaya başladım. Çünkü içime attıkça, dillendirmedikçe öfkelendirmedim onları.

Küçükken en büyük korkum Kadir'in anneme zarar vermesiydi sonra öğrendim ki anneme olan düşkünlüğümü kullanmışlar. Meğer ben dedemle gitsem de anneme asla zarar vermezmiş, plan kurmuşlar. Küçük bir kızın annesine olan sevgisini kullanmışlar, işte ben o gün bunları öğrendikten sonra annemi sildim. Beni her annemle tehdit ettiğinde inadına 'yap' dedim.

Yapmadı.

Sonra tehditlerinin hedefi babamın ailesi oldu. Yine sustum. Beş yıl önce susarak gittiğim gibi ve şu an ki gibi. Susuyordum çünkü konuşursam verdiğim savaşa değmezdi. Ben susarak büyüdüm, güçlendim ve şimdi her şey benim elimdeydi. Söyleyeceğim en önemsiz kelime bile tüm dengeleri değiştirebilecek bir güçteydi, işte bende bu yüzden buradayım. Yirmi üç yıllık hayatım boyunca kim bana ne yaptıysa hepsinin cevabını verme vaktiydi, artık tüm güç benim elimde. Kadir'de, Caner'de, Aytaç'da, annemde bana yaptıklarının bedelini ödeyecekti.

ღ ღ ღ

"Kalk! Hadi kalk uykucu!" diyerek bağıran bir sesin, yorganı çekiştirerek beni kaldırmaya çalışmasıyla yeni bir güne uyandım. Gözlerim zar zor açılırken, yorgan da üzerimden gitmişti. Başımda bekleyen kişiye baktığımda elinde yorganla, gülümseyerek bana bakıyordu. "Bir de üzerindekilerle mi uyudun sen?" diyerek sitem etti.

Şaşkınlıkla gözlerimi araladım ve şaşkınlığıma karışan mutlulukla "Taner!" diye bağırdım.

"Ooo..." dedi ve elindeki yorganı ayak ucuma bıraktı. "Unutulmuşuz." Derken sesi alaycı çıkmıştı.

Ani bir şekilde doğruldum ve yatakta ayağa kalkıp "Deli Taner!" diye bağırarak üzerine atladım, beni havada yakalarken sımsıkı sarıldı, ben de ona.

"Çok özledim lan seni!" dedi ve kollarını ayırıp yüzüme baktı. "Büyümüşsün, daha da güzelleşmişsin."

"Sen de yaşlanmışsın." Dedim gülümseyerek.

Eli ile saçlarımı karıştırdı ve "Daha genceciğim ben." Diyerek saçlarımı darmadağın etti.

"Tabiki de!" diyerek onu onayladım ve gülümseyerek bakmaya devam ettim. Aynıydı. Ela gözleri mutlu olduğunu haykırır gibi parıldıyordu. Kirli sakalının altında gizlenmeye çalışan ince dudakları tebessümle dans ediyordu, öyle sıcak gülümsüyordu ki bu hali bana dün yaşadıklarımı unutturmayı başarmıştı. Çektiğim acının üzerine yağmur gibi yağmış ve ferahlatmıştı.

"Taner!" diye seslenerek odama giren Nazlı halama baktım. Taner halama doğru dönerek soran gözlerle, gözlerine baktı. "Deden kahvaltıya bekliyor oğlum, hadi!" dedi ve yüzüme bile bakmadan odadan çıktı.

Halamın bu tavrına yüzüm asılırken, başımı önüme eğdim. Taner ise elini çeneme yerleştirirken yüzümü kaldırdı ve gülümseyerek baktı. "Annemi tanıyorsun Asi, kindardır ama merak etme çok yakında eskisi gibi sahiplenir seni." Diye fısıldadı.

"Sanmıyorum."

"San." Dedi çenemdeki eli yanağıma ulaşıp orayı okşadı. "Murat dayım bana her şeyi anlattı, merak etme biz senin yanındayız. Her şey çok güzel olacak kara gözlüm."

Gülümsedim.

"Deme şöyle," dedim.

"Öylesin ama," dedi ve elini indirip kapıya doğru yürüdü. "Kapıda bekliyorum, giyinip gel. Kahvaltıya beraber ineceğiz." dedi ve odadan çıkıp, kapıyı da ardından kapattı.

Hemen valizimi açıp altıma kırmızı-siyah kaşe pantolon, üzerine de siyah boğazlı kazağımı giydim ve ayağıma da çorap giydikten sonra saçlarımı taradım. Yeniden valizimin başına dönerken içerisinde siyah çantamı aldım ve elimi küçük bölmesine daldırıp flash belleği çıkarttım. Bu bellek benim kurtuluşumun kapısını açan anahtardı. Belleği pantolonumun yan cebine koydum ve ayağıma terliklerimi de giyip odadan çıktım.

"Sonunda! Ağaç oldum be kızım." Diyen Taner'e gülümsedim ve merdivenlere yöneldim o da peşimden geldi. Nihayet aşağı indiğimizde büyük salona girdim ve kapıda durdum. Kalbim heyecandan çok hızlı atıyordu. Yıllar sonra ailemle aynı masada kahvaltı yapacaktım. Dün de pek bir şey yiyememiştim gezerken bir simit almıştım ve dolanarak sadece onu yemiştim. Sırtımda bir el hissetmemle ürperdim ve Taner'e baktım "Hadi! Amcanın yanına otur ama yanlış amcanın yanına değil, Murat olanın yanına." Demesiyle başımla onayladım ve adımlarımı masaya doğru attım, herkes göz ucuyla bana bakıyordu sadece dedem belli ediyordu baktığını. Murat amcamın yanına vardığımda oturmak için sandalyeyi çektim.

"Sağıma otur." Dedi, dedem ama kime dediğini pek anlamamıştım. Boş verip sandalyeye oturma girişiminde bulundum ki "Sana dedim Asi!" dedi yeniden katı sesiyle.

Şaşkınlığıma milyonlarca şaşkınlık eklenirken bakışlarım istemsizce dedeme çevrildi, aslında sadece benimkiler değil herkes dedeme bakıyordu.

"Yanına oturmamı mı istiyorsun?" diye sordum.

"Uzatma da gel, otur." Dedi ve gözlerini üzerimden çekip tabağına baktı.

"Ama orası benim yerim dede!" diyerek, dedemin verdiği karara karşı çıktı Betül.

Dedem bakışlarının hedefine Betül'ü alırken, kaşlarını çattı. "Artık amcanın yanında otur Betül." Dedi ve yeniden bana baktı. "Hadi, acıktım da!"

Oturmak üzere olduğum yerden vazgeçip dedemin yanına ilerledim ve sağındaki sandalyeye oturdum. Sanırım artık beni seviyor ve güveniyordu. Konuşmamız işe yaramıştı, inşallah bugün Asaf ile konuştuktan sonra da aramız eskisi gibi olur. En büyük duam bu.

ღ ღ ღ

Sessiz geçen güzel bir kahvaltıdan sonra masadan kalktık. Dedem koltuğuna otururken, amcamlarla birlikte Türk kahvesini içti, ben de masanın kaldırılmasına yardım ettim ve sonra odama geri çıktım.

Yatağın yanındaki komodini biraz öne çektim ve cebime sıkıştırdığım flash belleği çıkarttım. Biraz uğraştıktan sonra parkenin bir köşesini kaldırıp belleği oraya gizledim ve üzerine parkeyi geri kapattım, komodini de eski yerine yerleştirdim.

Yanımda taşımamalıydım. Kadir ya da oğulları karşıma çıkarsa onları bu bellekle tehdit edecektim ve yanımda taşırsam ellerine geçerdi, böylelikle benim ellerimde bomboş kalırdı. Kapımın tıklanmasıyla ürktüm ve hemen yerden kalkıp yatağıma oturup "Girin!" diye seslendim. Kapı açılırken içeriye Hülya yengem ve Betül girdi. Betül ardından kapıyı kapatırken, ben de ayağa kalkıp neden geldiklerini anlamaya çalıştım. "Bir şey mi oldu yenge?" diye sordum.

"Oldu!" dedi acımasızlığın devriye gezdiği gözlerini gözlerime sabitlerken.

"Ne oldu?" dedim şaşkınlıkla. "Yoksa dedeme mi bir şey oldu?" derken, telaşlı gözlerle baktım.

Konuşmak yerine kafasını hayır anlamında sağa sola salladı. "Hayır ama sen burada kalmaya devam edersen, babam kalpten gidecek!" dedi ve kaşlarını çattı. "Sen bizden ne istiyorsun Asi?" diye sordu ve saçma olan bu soruyu sorarken gayet ciddi görünüyordu.

Sakin kalabilmek adına nefes alıp verdim ve zoraki tebessüm ederken "Yenge..." diyerek söze başladım ama sözümü kesti.

"Yenge deme bana!"

"Ne diyeyim?" diyerek sitem ettim ve bir adım atıp önünde durdum, başımı dikleştirdim. "Soru soruyorsun, cevap vermeye çalışıyorum ama konuşmama müsaade etmiyorsun." Ellerimi göğsümde bağlayıp, onun gibi kaşlarımı çattım. "Söylesene derdin ne senin?" diye sordum.

"Sen benim derdimi de , çocuklarımın derdini de çok iyi biliyorsun Asi Hanım?" dedi ve şeytanı aratmayan bir gülümseme dudaklarında ahenkle dans etmeye başladı.

Onun bu haline yüzümü buruşturdum.

Tabi ki de derdinin ne olduğunu biliyordum. Beni bu evden göndermeye çalışıyordu, asıl merak ettiğim şey şimdi bunu nasıl başaracaktı. Beş yıl önce altınları yakalamıştı ve beni öyle evden attırmıştı. Peki ya şimdi planı neydi?

"Biliyor musun sen bu aileye hiçbir zaman yakışan bir gelin olamadın!" dediğimi bir an düşündüm. Acaba biraz fazla mı ileriye gidiyordum yoksa az mı kalıyordu söylediklerim ama haklıydım. Bunlar doğrulardı.

"Sen nasıl konuşuyorsun benimle!" diyerek gür ve tiz bir sesle bağırdı. Betül yanımıza gelirken omzuma vurarak beni itti ve yatağa düşmemi sağladı. "Annemle böyle konuşamazsın!" derken üzerime doğru eğildi ve saçlarımı eline doladı.

O saçlarımı çekmek için girişimde bulunurken odamın kapısı açıldı ve içeriye Murat amcam, dedem ve Taner girdi. Dedem koşarak yanımıza gelirken Betül'ü kolundan tutup üzerimden çekti ve soluna doğru savurdu. Hülya yengemin ise gözlerinde şeytanın volta attığı kötü bakışları yok olmuş, masumiyetin yaydığı sis bulutları geziniyordu. Yengem hüzünlü gözlerle dedeme bakarken, telaşlı bir sesle "Baba!" dedi.

"Ne işiniz var sizin bu odada?" diyerek bağırdı dedem ve kolumdan tutarak beni kaldırıp arkasına aldı.

"Baba, Asi'nin bir ihtiyacı var mı diye sormak için geldik ama bana karşı saygısızca konuşunca Betül'de sald..."

"Kes sesini!" diye bağırdı dedem, daha fazla konuşmasına müsaade etmeden, eli ile kapıyı gösterdi. "Kızını da alıp dışarıya çık Hülya!" dedi ve bana döndü.

Hülya yengem ve Betül sesini bile çıkartmadan odadan çıktı. Taner gülümseyerek tek eli ile kapıyı iterek kapattı ve sırtını duvara yaslayıp bana ve dedeme baktı. Murat amcamda gülümseyerek bakıyordu. Bakışlarımı yeniden dedeme çevirdiğimde elini siyah ceketinin cebine attı ve eski bir anahtar çıkartıp bana uzattı. "Bu anahtar Tarık'ın odasının anahtarı, al." Dedi.

Gözlerim şaşkınlıkla açılırken bakışlarımın yeni hedefi anahtar oldu. "Odaya girmeme izin mi veriyorsun?" diye sordum.

"Evet."

Anahtarı elime alıp avucuma hapsettim. Kimse alamasın istiyordum.

"İşin bitince bana geri getir." Dedi, gözleri dolmuştu. Hep böyle olurdu, ne zaman konu babam olsa gözleri dolardı. Murat amcama döndü. "Murat, Taner! Hadi gidelim, işlerimiz yoğunlaştı da!" dedi ve hızlı adımlarla odamdan çıktı.

"Çok teşekkür ederim dede!" diye bağırdım ardından, ağlıyordum ve en güzeli akan gözyaşlarım mutluluktandı. Yıllardır görmek istediğim odaya girecektim, babamın kokusunun sindiği, teninin değdiği odaya.

"Önemli değil," dedi ve gitti.

Murat amcam önüme geldi ve ellerini omuzlarıma koyup, cesaret verircesine sıktı. "Seni yine rahatsız ederlerse bir alo demen yeterli." Dedi ve göz kırptı. Sonra ise ellerini omzumdan çekip sağ eli ile başına vurdu. "Ula benim akılsız kafam! Sanki numaramız var sende, değil mi?" dedi ve cebinden telefonunu çıkartıp elime verdi. "Yaz numaranı." Dedi. Elimin tersi ile gözyaşlarımı temizledim ve daha fazla beklemeden numaramı yazdım, telefonunu amcama geri verdim.

"Sağol amcam." Dedim ve sımsıkı sarıldım.

"Kıskanıyorum ama," diyerek yanımıza gelen Taner kollarını kocaman açıp ikimizi de kanatlarının altına aldı. "Sonuçta bu adam benim de dayım."

Gülümsedim.

"Hadi Taner hadi! Oyalanma gidiyoruz. Abim ve Ali Mert çoktan gitti, yetişelim." Derken ayrıldı ve saçlarımdan öptü.

Odadan çıktıklarında "Ne işiniz var amca?" diye sordum.

Taner, amcamı konuşturmak yerine kendisi cevapladı. "İş güç işte!" dedi ve gülümsedi. "Bu arada evde durma, biz yokken gene sana sararlar. Arkadaşlarına git ya da gez dolaş."

"Zaten biraz dolanacağım, çıkarım birazdan." Dedim. Asaf'la buluşacağımı söylemeye utandığım için yalan söyledim ama pek de yalan sayılmazdı sonuçta erken olduğu için biraz dolandıktan sonra gidecektim.

"Tamam." Dedi ve arkasını dönüp merdivenleri indiler.

Onların ardından babamın odasının anahtarını, yatağımın solunda kalan beyaz komodinin çekmecesindeki defterin altına gizledim. Hülya yengem ve Betül'ün sağı solu belli olmazdı, sırf beni dedemle kötü yapıp, evden gönderebilmek için anahtarı alıp, yok edebilirlerdi.

Valizimi açtım ve siyah pelüş kürkümü çıkartıp üzerime giyindikten sonra, siyah hafif topuklu botlarımı giyinip odamdan çıktım. Alt kata indiğimde kapının önüne geldim ve bir eksiklik hissetmemle üzerimi yokladım; telefonum yoktu. Sanırım yukarıda unutmuştum. "Hay Allah!" diyerek sitem ettim ve yeniden merdivenlere doğru yöneldim ki Fatoş'da merdivenlerin başına gelmişti. Hevesle "Benim odamın olduğu kata mı çıkıyorsun?" diye sordum.

"Evet."

"Telefonumu odamda unutmuşum, inerken getirebilir misin?"

"Tabi ki de!" diyerek yanıtladı ve merdivenleri çıktı. Yaklaşık iki dakika sonra elinde telefonumla geri geldi ve yanıma gelip bana uzattı. "Buyur."

"Çok teşekkürler." Diyerek elime alıp kürkümün cebine koydum. Aklıma gelen fikirle iri, yeşil gözlerine baktım. "Benim odamın anahtarı varsa kilitleyebilir misin? Ben gelince anahtarı alırım senden."

"Var, hallederim ben şimdi." Dedi, ince sesinde samimiyet yankılanıyordu.

"Çok teşekkürler." Dedim ve evden çıktım.

Bugün hava önceki günlere nazaran daha güzeldi. Çok soğuk değildi, bulutluydu ve havanın güzelliğini fırsat bilen Çamlıhemşin halkı dışarıya çıkmış, temiz havanın tadını çıkartıyordu. Adımlarımı her attıkça yeni yüzler tanıyordum. Biraz daha ilerledim ve kahvehanenin önünden geçtiğimde çoğu insan bana bakarak yanındakine bir şeyler söylüyordu.

Başımı eğmek yerine daha da dikleştirdim ve yürümeye devam ettim sokağın sonuna geldiğimde sola dönerek yürümeye devam ettim, karşımda Kübra'yı görünce gülümsedim ve koşar adımlarla yanına gidip sımsıkı sarıldım.

"Ben de konağa geliyordum, seni ve dayımı görmeye." Derken kollarını ayırdı.

"Köşkte Hülya ve Betül'den başka kimse yok."

"Hülya?" dedi sorar bir sesle. "Bir şey mi oldu?"

"Her defasında olan şeyler işte." Diyerek kestirip atmayı denedim ama içimde taşan volkan anlatıp rahatlamamı istiyordu. "Yine dedemle aramı bozup beni buradan göndermeye çalışıyorlar. Amcamlar da evde durma dedi, ben de attım kendimi sokağa."

"Geçecek." Diyerek iki elini omuzlarıma koyup, destek olurcasına ovdu. "Her şey çok güzel olacak."

"Biliyorum."

Ellerini omuzlarımdan çekerken, eli ile geldiği yönü gösterdi. "Hadi bize gidelim. Otururuz, bir şeyler yapar, yeriz."

"Yok Kübra..." diyerek burun kıvırdım. Yakınımızda bizi duyacak biri var mı diye etrafıma bakındım ve yakınımızda biri olmadığından emin olduktan sonra başımı önüme eğip tırnaklarımla oynarken, çekingen bir sesle "Asaf'la görüşeceğiz. Saatin dolmasını bekliyorum." Dedim.

"Ne!" diye bağırarak şaşkınlığını dile getirdi. "Asaf abiyle mi görüşeceksiniz?"

Elimi hemen ağzına götürüp kapatarak daha fazla bağırmasını engelledim. "Eline mikrofon vereyim de tüm Rize'ye anons ederek gez." Diyerek sitem ettim ve kızgın bakışlarımı gözlerinde bıraktım.

Boğuk bir sesle zar zor "Özür dilerim." Dedi. Elimi ağzından çektiğimde dudaklarını birbirine bastırıp gülümsedi. Elleri ellerime kavuşurken, parıldayan gözleriyle öfkeli gözlerime baktı. "Umarım her şeyi halledebilirsiniz." Dedi ve manalı bir şekilde gülümsemeye devam etti.

Gülümsedim ve Kübra'nın omzunun üzerinden, birkaç kızın dönüp bana baktığını fark ettim. Onların uzaklaşmalarını bekledim. Ardından Kübra'ya "Neden herkes bana böyle bakıyor?" diye sordum.

Gözlerini devirdi. "Neden acaba Asi'm?" diye konuştu sorar bir ses tonuyla. Ben etrafıma göz gezdirirken sadece o kızların değil abartısız artık herkesin bana baktığını fark ettim. "Rize'nin en yakışıklı adamını, Asaf'ı terk eden kız geri dönmüş, neye bakacaklar?"

"Anlamadım?"

"Doğrudur, anlamazsın canım." Dedi

"Benim ne yaptığım kimseyi ilgilendirmez! Onlara mı dert olmuş Asaf'la benim aramda olanlar." Diye bağırdım ve sanırım söylediklerimi duymuşlardı ki başlarını hemen başka yere çevirerek bana bakmayı kestiler.

"Evet." Dedi net bir tavırla. "Büyük dedikodu malzemesisiniz siz. Asi Harman, Simge ve Asaf, iflah olmaz bir aşk üçgenisiniz."

"Vay canına. Ne büyük bir dedikodu." Diyerek Kübra'yı onaylıyormuş gibi davrandım. Aslında bu söylediğim alaydan ibaret olduğunu Kübra'da anlamış olacak ki gülümsedi.

Koluma girerken yürümeye devam ettik. "Nerede görüşeceksiniz?" diye sordu.

"Asaf'ın yaylada ki evinde." Diyerek yanıtladım sabırsızca.

"Of! Çok heyecanlı." Derken aptal gibi gülümsemeye devam etti. "Telefon numaranı ver, akşama ararım."

"Meraklı Melahat." Dedim ve montumun cebinden telefonumu çıkartıp eline verdim. Kısa bir süre sonra kendi telefonunu çaldırdıktan sonra telefonumu yeniden bana verdi.

ღ ღ ღ

Nihayet saat dördü bulduğunda yaylaya gitmek üzere taksiye binmiştim. Yarım saat sonra yaylaya vardığımda, taksinin ücretini ödeyip hemen indim ve Asaf'ın evinin olduğu yere doğru yürümeye başladım.

Kalbim benden izinsiz şaha kalkıyor, sonra ise sakince yerine geri siniyordu. Heyecanlı olduğumun her halimden belli olduğunu biliyordum ve yine biliyordum ki ne kadar çabalarsam çabalayayım heyecanımı bastıramayacaktım.

Asaf, sevgilim. Sen gözlerine denizi taht kurarken ben orada sadece ben olayım istiyorum. Bugün kalbinden kalbime bir ilmek bağla, adı sevda olsun. Korkma! Sen de bana karşı bir his kalmamış olsa bile ben de ki sevda bana çok geliyor, ben birazını sana veririm. İnan bana en ufak sevgin bile bana yeter çünkü ben sevgisizliğe alıştım, o küçücük kırıntı bile beni mutluluktan havalara uçurtmaya yeter.

Asaf'ım. Bugün varacağımız sonuç yaşadığım onca eziyete, üzüntüye, göz yaşlarıma değsin istiyorum. Biliyorum, sözlüsün ama bildiğim bir şey daha var ki o kızı sevmiyorsun. Hissediyorum.

Adımlarımı bastığım bu toprak bile yeşerirken, bizim de yeşermemiz, yeniden doğmamız gerekmez mi?

Eve vardığımda, elim sabırsızca kapıyı açmayı denedi ama açılmamıştı. Bu Asaf'ın henüz gelmediğinin kanıtıydı. Elimi geri çekip evin solunda kalan sedire doğru ilerledim, biraz tozluydu ama pek takmadım ve oturdum.

Telefonumdan gelen bildirim sesiyle kürkümün cebinden çıkartıp elime aldım. Ekranda yazan ismi gördüğümde şaşkınlıkla ağzımı araladım ve gelen bildirime tıklayıp annemin attığı mesajı açtım.

Gönderen: Nilgün Karaman

Sana bir hafta süre veriyorum Asi! Ya sen buraya gelirsin ya da Kadir oraya gelir seni alıp, döner. Karar senin kızım. Babanın ailesidir diyorum, onlara zarar gelmemesi için elimden geleni yapıyorum ama sen her şeyi zorlaştırıyorsun! Bundan sonra olacaklar senin sorumluluğunda. (16:49)

Mesajı okumayı bitirdiğimde kilit düğmesine basıp ekranı kapattım ve göğüs kafesimde gezinen huzursuzluk varlığını bağırmaya başladı. Acaba yanlış mı yapıyordum? Kadir'in buraya gelmesini sağlamam mantıklı bir plan mıydı?

Ama Kadir gelmezse dedem de bana inanmayacak, sahip çıkmayacak. Ama gelirse de çok can yakabilir...

İstediğin ne Asi?

Burada kalmak mı? Yoksa kaderine boyun eğip, Kadir'in dediklerini yapmak mı?

Tabi ki de burada kalmak istiyorum.

Artık güzel ve huzurlu bir hayat yaşamak istiyorum. Yüzümde gözyaşları değil de gülücükler açsın istiyorum. Bildiğim bir şey de var ki o da her şeyin başının istemek olduğu. Bir insanın isteyip de başaramayacağı hiçbir şey yoktur, biliyorum.

Asaf'ın, Range Rover markalı siyah otomobili görüş alanıma girdiğinde ayağa kalktım ve kapının önüne doğru yürüdüm. Şu an Kadir'den daha önemli bir meselem vardı, bugün Asaf'la aramdaki sorunu halletmem gerekiyordu sonrasın da ise Kadir'i ve oğullarını.

Asaf, otomobilini evin önüne park ederken karizmatik bir tavırla arabadan inip kapıyı itti ve bana doğru yürümeye başladı. Yanıma geldiğinde cebinden anahtarını çıkartıp kapıyı açtı ve buraya geldiğimden beri hep yaptığı gibi yine yüzüme bakmayıp eve girdi, ben de peşinden ilerledim. Eve girdiğimde arkasında durdum, o da durmuştu ve kuzineye doğru bakıyordu. Bana bakmasını umut ederek ona bakmaya devam ettim. Sonunda yüzünü bana dönerken adımlarını yanıma doğru attı, ben yanıma geldiğini düşünürken, o kapıya doğru ilerledi ve kapıyı kapattı. Sonra berjerlerin olduğu köşeye doğru yöneldi ve sessiz bir şekilde oturduğunda ona bakmaya devam ettim.

Kalbim çok hızlı çarpıyordu. Heyecanla "Merhaba Asaf..." dedim ama Asaf bakışlarını birleştirdiği ellerinde bıraktı ve ağzını açıp hiçbir şey demedi. Bu tavrı umudumu kırsa da vazgeçmemeyi kendime kalkan edindim ve boş konuşmayı bırakıp asıl konuya girdim. "Anlatmaya başlayayım mı?" diye sordum ama herhangi bir cevap vermedi. Yüzündeki ifadenin karardığını görünce solundaki tekli koltuğa oturup dikkatle ona baktım. Asaf'ı ilk defa böyle görüyordum, kararsız ve suskun görünüyordu. "Asaf?" diye sordum temkinli bir sesle. "Konuşmaktan vaz mı geçtin?"

Asaf ellerini birbirinden ayırıp koltuğun köşelerine koydu ve yeniden kaldırıp ellerini saçlarından geçirdi. Ben ürkerek geri çekilirken o endişeli ve üzgün görünüyordu. "Başlayabilirsin, dinliyorum."

"Emin misin?" diye sordum. Tavırları ve gözlerindeki karanlık ifade hazır olmadığını haykırıyor gibiydi. "Sonra da konuşabiliriz."

"Konuş diyorum işte, neyi zorluyorsun Asi?" dedi dişlerinin arasından. "Benimle konuşabilmek için bir ayaklarıma kapanmadığın kaldı ve benim sana konuş dememe rağmen konuşmamak için bahane üretiyorsun. Ne o yoksa söyleyeceğin yalanın basitliğini yeni mi idrak ediyorsun?"

"Ne?" Bu beklediğim bir şey değildi.

"Duydun işte," diye tısladı.

"Kalbin bana karşı bu kadar da çok körelmiş olamaz değil mi?" diye sordum şaşkınlıkla.

"Boş ver artık nefreti mi de öfkemi de!" dedi öfkeyle ayağa kalkarak. Ben de onun ardından ayağa kalkıp gözlerinin içine baktım. Yüzünü ifadesiz tutmaya çalışsa da gözleri öfkeyle bakıyordu. "Ben sözlü bir adamım burada seninle baş başa olmam yanlış. Anlatacaksan anlat yoksa gidiyorum Asi!"

Canımı acıtmaya çalışıyordu, biliyorum. Üzülmemek için kendimi ne kadar çok telkin etmeye çalışsam da elimde değildi, üzülüyordum. Adını, başka birinin adının yanına koyması canımı çok yakıyordu. En çok da ona sadık olması, bana sadık olamamıştı. Benden vazgeçip başkasıyla sözlenmiş olması bunun en basit kanıtıydı.

Biliyorum...

Fırsat buldukça sözlü olduğunu haykıracağını da, canımı yakmak için her yolu deneyeceğini de biliyorum. Belki bu da onun, ona yaşattıklarım için intikam alma yöntemiydi.

"Tamam." Dedim sesimi ifadesiz tutmaya çalışarak, üzüldüğümü, kırıldığımı belli etmemeye çalıştım. Ta bi ne kadar başarabildim bilmiyorum.

"Başla!" dedi keskin bir sesle. Sesinden ve tavırlarından anladığım kadarıyla daha fazla uzatmamı istemiyordu, gerçekten bu kadar çok mu istemiyordu benimle aynı havayı solumayı?

Gözyaşlarımı içime akıttım ve onu daha fazla kızdırmak istemediğim için olanları anlatmaya başladım. "Ben o gün isteyerek gitmedim." dedim aniden, bir an önce söyleyip kurtulmak istemiştim. "Kadir beni zorla götürdü, tehdit etti."

"Tehdit etti?"

"Evet!"

Gülümsedi, sağ elini alnına götürüp kaşıdı ve yeniden bana baktı, gözlerinde ki alaycı ifade beni umutsuzluğa sevk etmeyi başarmıştı. Umuduma diktiğim kalkanı bile yerle bir etmişti. "Yapma Asi!" dedi ve dudaklarında tebessümü soldurup, eli ile yatak odasının olduğu odayı gösterdi. "Ben tam şu odada uyuyordum! Bağırsaydın, yardım isteseydin gelirdim. Lan ben senin için ailemi karşıma almadım mı? 27 yıldır amca dediğim adamı, dedeni karşıma almadım mı? Kadir'den mi korkacaktım?"

"Sana bir şey yapmasından korktum. Ben..."

"Ne yapabilir lan?" diye bağırarak sözümü kesti ve birkaç adımda yanıma gelip önümde dururken, öfkeyle yanan gözlerini gözlerimde bıraktı. "Burası benim topraklarım Asi Harman, burası Karadeniz."

"Anlamıyorsun Asaf?"

"Neyi anlamamı bekliyorsun ki?"

"Beni!" diye bağırdım ve ona daha çok yaklaştım. Önünde durduğumuz kuzineye baktım. "Tam burada söylemiştin beni sevdiğini, tam burada. Ben o an güvenmiştim, teslim olmuştum sana. Şimdi sende bana güvensen, teslim olsan olmaz mı?" diye sordum tek kaşımı kaldırmaya çalışarak ama başaramadım. Asaf bana şaşkınlıkla baktı.

"Sana inanayım öyle mi?"

Bir an gözlerine bakakaldım. Zar zor "Evet." Diyebildim ve merhamet dileyen gözlerle gözlerine baktım.

"O zaman her şeyi anlat. O notu anlat, ne ile tehdit edilip, götürüldüğünü anlat. En çok da beni nasıl terk edip gidebildiğini anlat!" dedi bağırarak. Gözleri dolmuştu, mavi gözleri taşmaya yüz tutmuş bir deniz gibiydi.

"Seni ve dedemleri öldürmekle tehdit etti." Dedim, başımı önüme eğerken. Geçmiş bir bataklıktı ve ben o bataklığa batmış çıkmak için çırpınıyordum. Bu yüzden her şeyi daha iyi anlaması için daha detaylı bir şekilde anlatmaya karar verdim. "O gece Kadir buraya yalnız gelmedi, yanında bir sürü adamı vardı. Sadece burada değil dedemin konağının önüne de yollamış adamlarını. Eğer gitmeseydim konağı da bu evi de içinde siz varken yakacaktı. Ben kabul etmek zorunda kaldım ben sizin için kendi mutluluğumdan vazgeçtim Asaf."

Asaf bana dikkatle baktı, sanki inanıyor gibiydi ama bir yandan da tereddütlü görünüyordu. "O notu da senden nefret edip, peşine düşmeyeyim diye mi yazdın?"

"Hayır!"

Kaşlarını çattı. ''Demek yazan her şey gerçekmiş," diye mırıldandı. "Bir de kendini kanıtlamak için savaş veriyorsun?"

"Bir dinle Asaf!" diye bağırarak isyan ettim. Ah, neden her şeyi kendi istediği gibi yorumluyordu ki?

"Dinleyecek bir şey yok artık!" diye bağırdı ve kapıya doğru ilerledi.

Sustum.

O an konuşamadım. Sadece göz yaşlarımı akıtırken, ardından baktım. Şu lanet olası dudaklarımı aralayıp da gitme diyemedim. Her kelime dudaklarıma ettiği hücum karşısında büyük bir depremle dört bir yana savruldu ve o iki hece dudaklarımdan çıkmadı, çıkamadı.

Gitme!

İçimden sarf ettiğim kelimeleri dışarıya vuramadım. Gururum bir yalvarışa daha izin vermeyeceğini haykırırken ben son bir izin için gururuma direndim.

Asaf kapıyı açtı ve kaşlarını çatarken, dişlerini de sıkıyordu. Çok öfkeli görünüyordu ama ben de pes edecek bir kız değildim.

"Gitme!" diye bağırdım zar zor. "Beni dinleyeceğine söz vermiştin..."

Durdu.

Elini kapının kolundan çekerken aldığı derin nefesi hissettim. O verdiği sözden dönmeyecek birisiydi, sonucunda yüzünü yeniden bana döndü. Tek bir hamleyle kapıyı hızla çarparak kapattı ve sırtını kapıya yaslayıp kollarını birbirine bağladı.

"O notta yazan hiçbir şey gerçek değil!" diyerek kendimi ifade etmeye çalıştım. "Elime bir kâğıt ve boş bir defter verdi, o kâğıtta ne yazılıysa onu yazmamı söyledi, ben de yazdım. Onlar benim gerçeklerim değil, Kadir'in yalanlarıydı."

"Sen de böyle bir adamla gittin öyle mi?" dedi. O an ne diyeceğimi bilemedim. Neyi anlamıyordu ki? Ben onlara zarar gelmesini istemediğim için kendimden vazgeçmişken, onlar bana zarar vermeye çalışıyordu.

Asaf birkaç adım atarak yanmayan kuzinenin önüne geldi ve başını önüne eğdi. Dudaklarını araladı sonra ise vazgeçip geri kapatırken sessizliğe büründü. Onunla sonsuza kadar konuşabilirdim ama nedense şu an içimde zerre istek yoktu hem kendim için hem de onun için. İkimiz de her şeyin bitip tükendiği noktadaydık. Onun bana olan aşkı, sevgisi, güveni bitmişti, benim de ona olan umudum, mutlu günlere olan inancım tükenmişti.

Uzun bir süre öylece durduk, Asaf hiçbir şey demeden, gözlerini karanlığa yummuş duruyordu. Sahi daha ne demesini bekliyordum ki? Bana inanmadığını apaçık söylemişti zaten, daha neyin savaşını verebilirdim ki?

Kabullenmesi belki zordu ama artık ufacık da olsa emindim ki; Asaf, Simge'yi seviyordu.

İşte o an ruhumda yeşeren bir umut daha intihar etti.

"Yüreğimde garip bir his var ve ben ne olduğunu anlayamıyorum." diye açıkladı, ben ona doğru ilerlerken "O his sana güvenmem için beni zorluyor ama zihnim de söylendiklerinin bir yalandan ibaret şeyler olduğunu haykırıyor." dedi. Bakışları, küçük bir çocuğun yaramazlık yaptıktan sonra duyduğu üzüntüyü ifade eden bakışlardı. "Sana inanmak çok zor Asi!"

"Zor ama imkânsız değil, değil mi?" dedim bir umutla.

"Bilmiyorum." derken bakışları gözlerimi bir an olsun terk etmedi. "İnan şu an hiçbir şey bilmiyorum." dedi. Son cümleyi kendisine söyler gibi söylemişti.

Bir şey demedim ve sadece gözlerine bakıp, onun denizinde kayboldum. Meğerse kaybolduğum o gözleri cennetten farksız değilmiş. Zorluklarla doluydu ama cennetti.

Zorluklarla yüzleşmek ne de çok zormuş. Bataklığa batacağımı bile bile o bataklığa girmek en büyük hatammış meğer, derinliğinde kaybolmak ise ölümden de beter.

Ben kurbandım o ise bataklık. İçine girmeye çalıştıkça battım, battıkça kayboldum ama pes etmedim. Çünkü ben Karadeniz'in hırçın kızıyım. Onun hırçın dalgalarıyla bezenmiş, sert esen rüzgarıyla örselenmiş kızıyım. Karaya her vurduğunda inatla defalarca deneyen ve olmayanı oldurmak için inatla çabalayan bir kızım.

"Asi?" dedi Asaf sorar bir sesle.

"Efendim?" diyerek yanıtladım onu.

"Bana öyle bakma! Bakarsan hata yaparım." dedi. Sesi acı çeker gibiydi.

"Bakmazsam kaybolurum." dedim, kendimden emin bir tavırla.

Başını önüne eğdi ve arkasını bana dönüp, yüzünü kuzineye döndü. Bunu neden yaptığını anlayamamıştım. Gözlerine baktığımda bazen beni görmek istediğini düşünüyordum bazen ise öyle tavırlar takınıyordu ki beni görmek istemediğini anlıyordum. Bu da beni görmek istemediğini anlatan bir hareket miydi? Yoksa biraz zamana mı ihtiyacı vardı?

Evet! Yalnız kalmaya ihtiyacı vardı.

"Hava kararmadan gideyim artık, beni dinlediğin için teşekkür ederim Asaf." dedim samimi bir şekilde kapıya doğru ilerleyip gayri ihtiyari bir hareketle kapıyı açtım ve evden çıktım. Aslında gitmek istemiyordum, günün her saati onun yanında kalmak istiyordum. Tabi o beni görmeyi ne kadar çok istiyordu bilmiyorum.

Taksiye binmeyi es geçip biraz yürümenin iyi geleceğini düşündüm ve yaylanın çıkışına doğru yürüdüm.

"Anlatmazsam yine deliririm demiştin! Bu ne demekti?"

Asaf'ın ardımdan bağırmasıyla durdum ve şaşkınlıkla yüzümü ona döndüğümde, gözlerinde ki merak ışıldıyordu. Ne diyeceğimi bilemez bir halde ona baktım.

Neyi düşünüyordum ki?

Zaten buraya gerçekleri anlatmaya gelmemiş miydim?

"Dört yıl önce Fransa'da akıl hastanesine yatırıldım." diyerek bağırdım, sesimi duyması için.

Gözlerinde ki merak beraberin de şaşkınlığı getirirken, kaşlarını çattı ve hızlı adımlarla yanıma gelip, önümde durdu. "Anlamadım?" diyerek şaşkınlığı dile getirirken başımı söylediğimi onaylar bir şekilde aşağı yukarı salladım.

"Evet! Buradan götürüldükten sonra, bana çok ağır gelen şeyler yaşadım. Hem fiziksel hem de ruh..."

Sustum. Devam edemedim. Bir insanın yaşadığı ağır şeyleri anlatması çok zordu. Anlatmak değil, düşündüğümde bile boğazıma bir yumru oturuyordu ve konuşmamı engellemekle kalmıyor nefesimi bile kesiyordu. Geçmiş keskin bir bıçaktı ben ise hala o bıçağın üzerinde adım atmaya çalışan bir zavallı.

Yutkundum. Omuzlarımı dikleştirerek güçlü görünmeye çalıştım. Cesaretimi ve gücümü topladığımda konuşmaya devam ettim. "Hem fiziksel hem de ruhsal olarak bitmiş bir durumdaydım." derin bir nefes aldım ve gücümü kaybetmeden devam ettim. "Sonucunda her şeyin sorumlusu olan Kadir'i öldürmeye çalıştım. Sonra ben akıl hastanesine kapatıldım o ise ameliyat masasına yatırıldı."

Şaşkınlığına milyarlarca şaşkınlık eklenmişti. Gözleri inanamıyormuşçasına açılırken, dudakları da aralandı.

"Kısacası beni öldürdüler, onu yaşattılar." dedim, buruk bir sesle ve ardından gözpınarlarımdan yaşlar ardı ardına süzüldü.

Geçmişi hatırlamak iyi gelmemişti, aksine daha da paramparça etmişti umutsuz kalan yüreğimi.

"Beni oraya yatıran da annemdi. Kendi, öz annem. Sekiz ay boyunca bir kere bile gelmedi yanıma." diye mırıldandım. Konuşmak artık zorluyordu ses tellerimi, zordu hem de çok zor. Yaşadığım o günler büyük bir buhrandı, ben de buhranda buharlaşan çaresiz bir kızdım.

Gözlerine hüzün yerleşti, ardından yüzü de duyduğu üzüntüyü haykırdı. Gözlerini kaçırırken bir damla yaşın toprakla buluştuğunu gördüm, sonra başını sağ tarafına çevirip elleriyle yüzünü sıvazladı.

"Gel." dedi yanıma gelip bileğimden tuttu ve başımı göğsüne yaslayıp, saçlarımı okşadı. O an dünya dursun istedim, uzun zaman sonra kokusunda huzur bulmuştum. Geldiğimden beri ilk defa merhametiyle sarmıştı beni. Gitsin istemiyorum. Kokusu ciğerlerime kadar işlesin diye tüm var gücümle kokusunu içime çektim o da benim saçımı kokluyordu. Hem odunsu hem de çiçeksi kokuyordu, kısacası kokusu da kendisi gibi muhteşemdi.

"Asaf?"

Solumuzdan gelen ses yüzünden kollarını bedenimden ayırdı ve bakışları gözlerime kısa bir an uğrayıp solumuza döndü. Gelen Poyraz ve Cemil'di. Cemil'i sadece geldiğim ilk gün Asaf'ın yanında görmüştüm, Poyraz'ı ise daha geçtiğimiz gün.

Cemil başını önüne eğerken, elini ensesine götürüp ovaladı. "Ben yalnızsın sanmıştım o yüzden seslendim. Kusura bakma kardeşim."

"Önemli değil, zaten konuşmamız bitmişti." Bana döndü ve gözlerime merhametle baktı. "Anlatmak istediğin başka bir şey var mıydı Asi?" diye sordu, tereddütle.

Vardı.

Vardı sevgilim ama bilmemen gereken şeylerdi.

Başımı hayır anlamında sağa sola sallamakla yetindim. Anlatmak istediğim ama anlatamadığım o kadar çok şey vardı ki!

Asaf'da başını onaylar anlamda salladı ve arabasını eliyle gösterdi. "Seni taksi bulabileceğin bir yere kadar bırakayım." Dedi ve arkadaşlarına döndü "Siz bekleyin, geliyorum birazdan."

"Tamam Asaf'ım." Dedi poyraz ve eve doğru ilerlediler.

"Gerek yok. Sen arkadaşlarını yalnız bırakma hem ben biraz yürümüş olurum." Dedim.

"Olmaz." Diyerek kestirip attı ve arabasına doğru ilerledi. "Arabaya bin!" dedi ve kendisi bindi.

Ardından ilerleyip ben de ön tarafa, sürücü koltuğunun yanına bindim ve kemerimi bağlayıp arabayı sürmesini bekledim. Kısa bir bekleyişin ardından arabayı sürmeye başladı ve yaklaşık beş dakika sonra kornaya basarak önümüzde ki taksiyi durdurdu. Taksici arabasını sağa çekerken Asaf'da çekti ve taksicinin arkasında durdu.

Emniyet kemerini çıkartıp mırıldanarak "Teşekkür ederim." Dedim ve arabanın kapını açmaya yeltendim ama bir el, kapının kolunda olan elimi sardı. Meraklı bakışlarımı Asaf'a çevirdiğimde çok yakınımda olduğunu gördüm. Bakışlarını elimizden çekip gözlerime baktı ve ardından elini de elimin üzerinden çekti. "Bugün için özür dilerim, yani demin Poyraz ve Cemil'in bizi gördüğü o durum için." Dedi, sesi yaralıydı.

"O durum için neden özür diliyorsun ki?" diye sordum şaşırarak.

Ah be Asi! Bir tutamazsın ki o dilini. Arsız arsız konuşuyorsun!

Başını önüne eğdi ve biraz geri çekilirken ellerini parmağına götürüp, yüzüğüyle oynadı. "Sözlü bir adam olarak yapmamam gereken bir şeydi." Dedi bir solukta.

Yutkundum.

Sözlü olduğunu milyonlarca kez söylese de acım hep ilk söylediği gün ki gibi olacaktı. Hem üzülecektim, acı çekecektim hem de o kızı deli gibi kıskanacaktım.

Yapmacık bir şekilde gülümsedim, hiç beceremem ama yine de denedim. "Ahh!" diyerek başımı sağa sola salladım ve yapmacıklığıma devam ettim. "Haklısın ama sorun yok." Diyerek sonlandırdım kelimelerimi.

"Güzel." Dedi ve önüne döndü, yüzü asıldı. Üzgündü ama nedenini anlamakta artık çok zorlanıyordum. Onu mu seviyordu yoksa beni mi? Bazen beni sevdiğinden adım gibi emin oluyorum, sonra ise onu sevdiğine inanıyorum.

"Güzel." Diyerek onu taklit ettim ve arabadan inip taksiye bindim. "Çamlıhemşin, merkez." Dedim ve daha fazla tutamadığım gözyaşlarımı akıttım.

BÖLÜM SONU

✾✾✾

Sizi Seviyorum yeni bölümde görüşene kadar kendinize iyi bakın. Yorumlarınızı heyecanla bekliyor olacağım.

İnstagram: @guverce

İnstagram Hikaye: @busrademirkitaplari

Threads: @guverc

Loading...
0%