Yeni Üyelik
12.
Bölüm

On birinci Bölüm ✾aşka gebe yürek✾

@guverce

On birinci Bölüm: "aşka gebe yürek"

Asaf'la buluşacağım yere geldiğimde arabadan inip köprünün nerede olduğuna bakındım. Birkaç dakika süren bu bakınmamın ardından köprüyü gördüm. Asaf, köprünün ortasında yere oturmuş, sırtını da köprünün korumalığına yaslamıştı ve soluna bakıyordu oysa ki ben sağındaydım.

Başımı önüme eğip aptal bir aşık gibi gülümsedim ve hemen ardından ciddiyetimi takınıp ona doğru ilerledim. Adım seslerimi duymuş olacak ki mekanik bir hareketle başını sağına çevirdi ve beni görünce hızla ayağa kalktı ben ise çoktan onun yanına varmıştım. Aşıklar köprüsünün ortasında, âşık olduğum adamın yanındaydım.

"Hoş geldin..." diyerek sağ elini uzattı.

Ben de sağ elimi uzattım ve elini sıktım. "Hoş buldum." Dedim kısık bir sesle. Anlam veremediğim bir şey vardı o da: daha iki gün önce hastanede aynı yatakta yatmıştık şimdi ise aramıza duvar örmüş gibiydi. Bunun sebebini deli gibi merak ediyordum.

Eli ile sol tarafı, köprünün bitişinde sağda duran büyük taşı gösterdi ve "Oturalım mı?" dedi. Başımı aşağı yukarı sallayarak onayladım ve ardından o tarafa doğru yürüdüm, Asaf'da peşimden geliyordu.

Taşın yanına geldiğimde dibinde siyah ahşap bir sandığın olduğunu gördüm. İçinde ne olduğunu ne kadar çok merak etsem de sandığın yanına oturdum, Asaf'da diğer yanına oturdu. Gözlerim sandıkta takılı kalmıştı, içerisinde ne olduğunu deli gibi merak ediyordum. Bakışlarımı sandıktan kaldırmadan sordum.

"Bu ne?"

"Yokluğun," dedi en sakin ses tonuyla.

Bakışlarımı zor da olsa sandıktan ayırıp onun o eşsiz güzelliklerle bezenmiş gözlerine baktım, "Anlamadım?" diye sordum. Bakışları gözlerimi yakıyordu, gözleri bir şeyler anlatmak için çabalıyordu ama galiba ben bunu anlayamıyordum. "Senin yokluğunu bu sandığın içindeki doldurdu." dedi aynı sakinlikle.

Omuz silkip, "Yerimi Simge'yle de doldurdun. Bu sandığa hiç gerek yokmuş." dedim.

"Öyle mi?" dedi ve kararlı gözlerle baktı gözlerime. "Sandığı aç!"

"Açmak istemiyorum."

Bu yaşıma kadar herkes bana istemediğim her şeyi yaptırmaya çalışmıştı. Tam kendim için bir şeyler yapayım dediğim anda bile aslında kendim uğruna hiçbir şey yapamamıştım. Kendim için yaptığım en büyük şey sevdiklerimin yaşaması için buradan gitmek olmuştu. Çünkü onlara bir şey olsaydı ölürdüm. Gene bir zorlamayla yapmıştım ama mutluluğum için yapmıştım.

Ona baktım, sessizce beni izliyordu. O an gözlerindeki hüzün kendini ele verdi. Gözleri gözlerime tırmanırken, ifadesini bozmadan konuştu. "Sana inanmayı o kadar çok istiyorum ki! İnanmak için bir sebep arıyorum ama bulamıyorum."

"Boşuna arama Asaf..."

"Neden?"

"Eğer bir sebep arıyorsan, bana hiçbir zaman inanmayacaksın." Dedim, hayal kırıklıklarımın hücum ettiği kalbim acırken. Aptal kalbim! Her gelene kapıyı açıyor. Hayallerimin mahvolmasına sebep olan her duyguyu alıyor içeriye. Bakışlarımı onun gözlerinden ayırıp kucağıma indirdim. "Kendimden biliyorum, ben de annemi sevebilmek için çok sebep aradım. Buldum. Sonra o sebep için de bir sebep aradım. Aradıkça aradım, peki sonuç ne biliyor musun?"

"Anneni sevemedin mi?"

"Evet!" diyerek ellerimi birbirine çaktım ve gözlerimi yeniden ona çevirdim. "Ben o sebeplerin içinde boğuldum, boğuldukça acımasızlaştım ve sonucunda ise ne kötülük yaptıysam kendime yaptım."

"Yanılıyorsun," dedi kendinden emin bir sesle. "Bana da yaptın."

"Sen de ne yaptıysan kendine yaptın,"

"Öyle mi?"

"Öyle!" diyerek cevapladım.

Bakışları köprüde gezinmeye başladı, bir yandan da söyleniyordu. "Tabi canım Asi Hanım bir şey yapar mı? Meleksin sen melek, adeta kanatsız bir melek." Dedi, sesi alay doluydu.

"Öyleyim." Diyerek kesin bir şekilde onu onayladım.

"Öylesin tabi," dedi ve aniden bana dönüp yüzünü yüzüme yakınlaştırdı. "Ama unutma şeytan da bir melek."

"Sanane ya sanane!" diye bağırarak ayağa kalktım ve karşısında dikildim. "Neysem neyim, seni ne ilgilendiriyor?"

"Ne demek ne ilgilendiriyor?"

"Evet, seni neden ilgilendiriyor?"

"Adam gibi konuşmaya çalışıyorum senle!" dedi ve o da ayağa kalkıp karşımda durdu. Öfkeden tutuşmuş gözlerini kısarak, gözlerime baktı. "Kızım senin kafanda tahta mı eksik?" diye sordu ve saçma olan bu soruyu sorarken gayet ciddi görünüyordu.

"Kızımlı mızımlı konuşma benimle! Kızın değilim ben senin!" diye bağırdım ve ben de onun gibi öfkeden yanan gözlerle gözlerine baktım.

Gözlerindeki öfke sönerken alaycı bir kahkaha attı ve arkasını dönüp, iki eli ile saçlarını karıştırdı, sessiz bir şekilde "Ya sabır!" dedi.

Bana da Allah'ım banada! Asaf'ın dileğinden bana da nasip eyle.

Aniden yeniden bana döndü ve eli ile taşı gösterdi. "Bak kızım! Beni delirtme otur şuraya da adam akıllı konuşalım." Dedi, sesini sakin tutmaya çalışıyordu ama halen öfke doluydu.

"Konuşmuyorum!" dedim, gözlerimi belerterek.

"Ne demek konuşmuyorum!" diye bağırdı.

"Konuşmuyorum işte! Keyfimin kahyası mısın be!" dedim ve gitmek için köprüye doğru yöneldim. Önüme geçip gitmemi engelledi ve şaşırdığını basbas bağıran gözleriyle gözlerime baktı. "Günlerdir peşimde dolanıyorsun, konuşacağız diye. Şimdi konuşalım diyorum, konuşmak istemiyorsun." Diyerek şaşkınlığını dile getirdi.

"Çünkü gerçeği anladım. Seninle konuşulmuyor."

"Konuşmayı denemedin ki daha..."

"Nasıl denemedim?" dedim hayretler içerisinde. O ise kaşlarını çatarak bana baktı. "Ben a desem, sen suçlusu sensin diyorsun. Senin, beni suçlamaların yüzünden konuşamıyoruz ki?"

"Tamam, daha sakin olmaya çalışacağım."

"Çalışacak mısın? Asaf ben ne yaptım da sen neye sakin olmaya çalışacaksın Allah aşkına?"

Sağ elini havaya kaldırıp işaret parmağını göğsüme vura vura konuştu. "İşte senin sorunun da bu! Yaptığın, yıkıp döktüğün hiçbir şeyi kabullenmiyorsun?" dedi.

"Yanlışın var." Dedim ve göğsüme vuran parmağını var gücümle ittim. "Ben hatalarımı hep kabullendim ama üzerimde o kadar suç var ki, hangi birini kabulleneyim bilemiyorum artık!"

"Senden fazlasını isteyen yok! Yaptıklarını kabullenip özrünü dile yeter."

"Mesela?" diye sordum merakla.

"Mesela beni ardında bırakıp gittiğin için, arayıp sormadığın için, rezil ettiğin, kalbimi paramparça ettiğin için!"

"Tamam." Dedim ve Asaf'ın sol elini ellerimin arasına alıp, okşadım. Aynı zamanda da gözlerine içtenlikle baktım. "Buradan gittiğim için özür dilemeyeceğim çünkü gitmeseydim sizleri kaybedecektim. Ben de sizleri kaybetmek yerine kendimi kaybettim ama seni arayamadığım için, rezil edip kalbini paramparça ettiğim için özür dilerim Asaf."

Sustu.

Gözleri dolmuştu.

"Arayamadım çünkü telefonumu almışlardı, zaten sana ulaşmak için de çabalamamıştım." Dudağımı büzdüm. "Sana zarar vermelerinden korktum."

Gözlerinden birkaç damla yaş kuru toprağa düştü. Onu bu halde görmek yüreğime bıçak saplamıştı, canımı çok acıtmıştı. Ellerimi elinden çekip arkamı döndüm ve gözlerimden akmak için çabalayan yaşları engellemeye çalıştım. Derin bir nefes alıp yeniden ona döndüğümde o da gözyaşını temizliyordu.

"Şimdi özür dileme sırası sende Asaf Alkan!" diyerek gülümsedim.

"Ne için?" diye sordu, kaşları merakla çatılırken.

"Söyleyeyim," diyerek bir adım attım ve aramızda beş santimlik bir mesafe bıraktım. "Beni unuttuğun için ve bununla kalmayıp sözlendiğin için. Kalbimi acıttığın, ruhumu öldürdüğün için ve en önemlisi de bana güvenmediğin, inanmadığın için."

Başını önüne eğdi ve gözlerini kapatıp derin bir nefes alıp verdikten sonra başını kaldırıp gözlerime baktı. Acı çekiyor gibiydi, sanırım benim gibi onun da canı yanıyordu.

"Özür dilerim Asi." Dedi aniden ve sağ elini yanağıma koyup okşadı. "Çok özür dilerim."

O an ona karşı örmeye çalıştığım tüm duvarlarım yine yıkıldı. Gözlerindeki hüzün kalbime değerken hastanedeki gecemizi hatırladım. O gün de böyle bakmıştı.

Gözlerinden birkaç damla yaş aktı ve bende elimi yanağına koyup gözyaşlarını temizledim.

Aniden yükselen zil sesiyle elimi yanağından çekmemle, Asaf'da çekti ve arka cebimden telefonumu çıkartıp elime aldım. Arayan Murat amcamdı.

Asaf'a kısa bir bakışa atıp hemen ardından telefonu açtım.

"Efendim amca?"

"Asi?" dedi seslenir gibi. "Sana ihtiyacımız var güzelim hemen diyeceğim yere gel."

"Ne ihtiyacı amca?"

"Önemli bir işimiz var da!"

"Ne işi?" diye yeniden sordum bıkkınlıkla.

"Kizum baban seni çok soru sorasun diye mi yapti!" diye bağırması kulağımı acıttı. "Gel diyorsam gel da!"

"Tamam amca!" diye bağırdım ben de. "Nereye geleceğim?"

"Ayder yaylasındaki derenin oraya gel, ben seni bulurum."

"Tamam." Dedim ve telefonu kapatıp arka cebime geri koydum ve yeniden Asaf'a baktım. Kaşlarını çatmış meraklı gözlerle gözlerime bakıyordu. Gülümseyerek "Murat amcam çağırıyor, önemliymiş."

Kaşlarını daha da çattı. "Bir sorun yok değil mi?"

"Bilmem," diyerek dudağımı büzdüm. "Herhalde olsaydı yeğenini ortaya atmazdı. Basit bir şeydir."

"Doğru." Dedi ve eli ile geldiğim yönü gösterdi. "İstersen seni gideceğin yere kadar bırakabilirim?"

"Gerek yok, amcamın arabası bende."

Yüzü asıldı. "Güzel." Dedi.

"Sonra görüşürüz Asaf, amcamı daha fazla bekletmeyeyim." Diyerek gülümsedikten sonra arkamı döndüm ve geldiğim yolu geri yürüdüm.

Arabanın yanına vardığımda sürücü koltuğunun olduğu kapıyı açıp bindim. Anahtarı takıp arabayı çalıştırdığım anda yandaki koltuğun kapısı açıldı ve taşın dibinde gördüğüm sandığın koltuğun üzerine bırakılmasını izledim. Olanları idrak ettiğimde gözlerimi sandıktan ayırıp biraz daha yukarıya baktım ve masum bir ifadeyle gülümseyen Asaf'ı gördüm.

"Bunu unutmuşsun," diyerek ellerini sandığın üzerinden çekti. "Belki bakmak istersin..."

"Teşekkürler." Dedim şaşkınlıkla.

Birkaç adım geriye çekilip tek eli ile kapıyı iterek kapattı ve ardından elini havaya kaldırarak "Hoşça kal." Dedi. Ben de gülümsedim ve "Hoşça kal Asaf." Diyerek arabayı sürmeye başladım.

ღ ღ ღ

Yaklaşık yarım saat sonra amcamın dediği yere vardığımda arabayı dereye giden yolda bıraktım ve hemen arabadan inip derenin kıyısına doğru yürüdüm. Geldiğimde etrafıma bakındım ve kimseyi göremeyince seslendim.

"Amca! Neredesin?"

"Afkurma!" diye sessiz bir şekilde bağıran amcamın sesi kulağıma ulaştığında hızla arkamı döndüm. Amcam etrafını kontrol ederek yanıma doğru geliyordu. "Yakalatacasun bizu!"

"Ne yakalatması?" diye sordum şaşkınlıkla. İçimi ufaktan bir korku sardığında kaşlarımı çattım. "Amca ne yapıyorsun sen?"

"Bir şey yapmıyorum güzelim," dedi tereddütlü bir şekilde. "Hiç değilse kötü bir şey yapmıyorum."

"Sana güvenmek istiyorum?" dedim sorar bir sesle.

"Yerinde olsam hiç güvenmem Asi..." diyerek yanımıza gelen Kübra'ya baktım. Kübra ise gözlerini benden çekip amcama baktı. "Murat abi bizi hırsızlıktan kodese attırmaya hevesli de."

"Ula! Kendimizin olan bir şeyi geri alacağız ne hırsızlığı!"

"Kendimizin olan şey başkasının bahçesinde ve oraya insan gibi girmek yerine hırsız gibi girmekten bahsediyorsun abi!" dedi Kübra tatlı bir öfkeyle.

"Kizum, izin alsak da bir fışkıya yaramaz da! Bizum aramuz kötü ha bunlarla bilmiymusun?"

"Nasıl biliyorsan öyle yap Murat abiciğim ama ben yokum!" diye bağırarak ellerini birbirine çarptı Kübra.

"Onu daha önce de dedin gülüm o yüzden Asi'yi, biricik yeğenimi çağırdım ya..."

"Ya ne oluyor?" diye bağırdım en sonunda. Yaklaşık beş dakikadır konuşulanlardan hiçbir şey anlamamıştım.

Anladığım tek şey vardı o da kendimize ait olan bir şeyi hırsız gibi geri alacağımızdı.

"Dayı hadi da!"

Taner'in sitemkâr sesi kulaklarıma ulaştığında sıkkınlıkla nefesimi geri verdim ve gözlerimi kapatıp sorgulamaya devam ettim.

"Taner neden burada?" dedim ve gözlerimi geri açıp amcamın mavi gözlerine baktım.

"Anlatayım," diyen amcam gözlerini gözlerime sabitledi. "Şimdi deden bana bir belge verdi ama çok önemli bir belge. Bizum ha bu salak uşak, Taner'de belgeyi arabanın üzerine koyup telefonla konuşmuş sonra bir baktık ki belge Hüseyin ile Ahmet'in evinin, bahçesine gitmiş. Sonuç olarak onu oradan geri almalıyız."

Gülümsedim.

"Amca," diyerek elini ellerimin arasına aldım. "Belki henüz daha sana uğramadı ama medeni olmak diye bir şey var ve bu şey saygı çerçevesi içerisinde halledilebilir."

"Yeğenim ha bu dediğin daha buralara uğramadı," diyerek elini ellerimin arasından çekti. "Uğrasa da bu kaypaklara uğramaz. Daha geçen ay sudan sebeple kavga ettuk. Ne anlar bunlar medeniyetten?"

"Tamam amca," diyerek ellerimi susması için havaya kaldırdım. "Ne yapmamı istiyorsun?"

"Taner'le gidip kâğıdı alıp geri geleceksiniz?"

"Pardon da sen neden gitmiyorsun Taner'le?"

"Ben amcayım, dayıyım. Planı buradan takip edeceğim sizin arkanızı kollayacağım."

"Bunu bende yaparım..."

"Yapamazsun kizum!" dedi, dişlerinin ardından. "Hadi da akşam oluyor."

"Ay!" diye sessizce bağırdım. "Tamam." Dedim ve demin Taner'in sesinin geldiği yöne doğru ilerledim.

Taner'in yanına vardığımda gözlerini üzerimde gezdirdi. "Oo!" dedi alay dolu bir gülümseme ile. "Yeni kurbanın pek güzelmiş dayı!"

"Sus be!" diyerek karnına vurdum ve demin baktığı yere baktım. "Nerede kâğıt?"

"Orada!" diyerek eli ile taşlardan örülen duvarın ardındaki ağacı gösterdi. Ağacın dallarının arasında sıkışmış bir kâğıt vardı.

"Hadi gidelim de alalım." Dedim ve hızlı adımlarla eve doğru yaklaştım. Taner'de arkamdan geliyordu, başımı döndürüp ardıma baktığımda amcam ve Kübra ağacın arkasına gizlenmiş etrafı kontrol ediyorlardı. Yeniden Taner'e baktım. "Evde biri var mı?" diye sordum.

"Arabaları burada ama evde yok gibiler," diyerek yanıma geldi. "Biz yine de dikkati olalım. Ben arkanda gizlenip evin kapısını kontrol ederim sen de gizli bir şekilde kâğıdı hemen alıp yanıma gelirsin."

"Öyle mi?" derken durdum ve Taner'in gözlerine baktım. "Ben senin ardını kollayayım sen gidip al canım?"

"Canım," dedi sinirle gülümseyerek. "Beni tanıyorlar ama seni tanımıyorlar, yakalansan da sorun etmezler ve sen küçüksün sen yapacaksın."

"İşe bak ya biri ben amcayım, ben dayıyım der gitmez biri yaş olarak büyük olduğu için yediği boku bana temizlettirmeye çalışır." Diyerek söylendim ve önüme dönüp eve doğru yürümeye devam ettim. "Keşke akıl yaşıyla da benden büyük olsaydınız..."

"Afkurma da yürü."

"Sanane!" dediğimde çoktan taştan yapılan bahçe duvarının önüne gelmiştik. Duvar omuzlarımın hizasına kadar geliyordu. Yüzümü yeniden Taner'e döndüm. "Ellerini birleştirip açta şu duvardan atlayayım."

"Tamam," dedi ve biraz çömelip ellerini birbiriyle birleştirdi, bende elimden geldiğince tüm gücümle eline basıp duvardan atlamaya çalıştım. Neyse ki çok yüksek değildi eline çıktığımda duvarın boyu belime kadar geliyordu. Nihayet duvarın üzerine çıktığımda gözlerimi kapatarak yere atladım ve ayağımda hissettiğim acıyla sessiz bir şekilde inledim.

"Galiba ayağımı kırdım," diyerek sağ ayak bileğimi ovaladım.

"Saçmalama be kızım, şuncacık yerden ayak mı kırılır!" diyerek sitem eden Taner'in sesini duydum ve başımı biraz kaldırdığımda bana baktığını gördüm. "Hadi şu kâğıdı hemen alıp gel de ayağını kremlerle ben ovacağım."

"Vicdansız!" diye söylenerek ayağa kalktım ve topallayarak yavaş, bir o kadar da temkinli adımlarla ağaca doğru ilerledim. Eski, doğan marka arabanın yanından geçip dört adım daha atarak ağacın yanına vardığımda aşağıdan yukarıya doğru bakındım ve yaklaşık benden on beş santim yüksekte kâğıdı gördüm. Hiç zaman kaybetmeden hızlı bir şekilde ağaca çıktım ve kâğıdın olduğu yere geldiğimde biraz uzanarak gayet rahat bir şekilde aldım, hemen ardından amcama gösterip salladım, amcam eli ile tamam işareti yaparken ardından da gelmem için bir işaret yaptı.

Bende kâğıdı güzel bir şekilde katlayıp arka cebime koydum ve çıktığım yeri ağacın gövdesine gelene kadar indim. Daha fazla inmeye çalışmakla zaman kaybedebileceğimi düşünerek aşağıya doğru atladım ve sonucunda da yere çakılıp dizimi taşa vurdu.

"Ah!"

Hissettiğim acıyla attığım çığlığın ardından dudaklarımı ısırarak etrafıma bakındım ve kimsenin gelmediğini görünce yaklaşık on santim büyüklüğündeki taşı dizimin altından aldım.

"Sen kimsun da?" diyerek koluma dokunan birini hissettiğimde ne yapacağımı bilemez bir halde arkamı döndüm ve tanımadığım birini gördüm. Yakalanmanın verdiği telaşla aklıma ilk gelen şeyi yaparak elimdeki taşı başına vurdum ve adamın elini başına götürüp tutmasıyla onu tüm gücümle iterek yere düşürdüm. Ardından da ayağa kalkıp geldiğim yöne doğru sekerek koştum.

"Ula Ahmet ne oliy!" diye bağırarak gelen kişi karşımda durduğunda kaşlarını çatarak gözlerime baktı. "Sen kimsun?"

"Ben.." dedim korkuyla ve devamını getiremedim.

Adam kaşlarını daha da çatarken eliyle sağ kolumu sıkı bir şekilde kavradı. "Kimsun dedum da!" diye bağırdı, diğer yandan da adını yeni öğrendiğim Ahmet'e bakıyordu. Bende bakışımı onun baktığı tarafa çevirdiğimde Ahmet'in başının kanadığını gördüm.

O sırada vicdanımla iki kişilik bir masada baş başa oturmuş kozlarımızı paylaşırken kolumu tutan adamın acı bir çığlık attığını duymamla yeniden ona baktım ve burnunun kanadığını gördüm. Hemen başımı biraz soluma çevirdiğimde Taner'in öfkeli gözlerle yerde yatan adama bakarken gördüm.

"Kimse benim dayı kızıma dokunamaz!" diye bağırıp sol eliyle sağ elimi tuttu ve koşmaya başladı, ben de peşinden.

Nefes nefese amcamların yanına vardığımızda Kübra hayretler içerisinde bize baktı. Ellerini iki yana açıp bize doğru yürüyerek "Ne yaptınız siz?" diye bağırdı ve ardından ellerini saçlarına götürüp karıştırdı.

"Yakalandım," dedim nefes nefese ve elimi dizime götürüp ovaladım. "Başka ne yapabilirdim?"

"Daha ne konuşuyorsunuz kızım hadi yürüyün!" diyerek amcam en önden koşar adımlarla yürüdü. Kübra'nın koluma girmesiyle ben de topallayarak amcama yetişmeye çalıştım. Sonucunda Taner'in arabasının olduğu yere vardığımızda amcam hemen sürücü koltuğunun yanındaki koltuğa oturdu. Taner, sürücü koltuğuna geçerken ben ve Kübra'da arka koltuğa geçtik.

Taner hemen arabayı çalıştırdı ve hızla sürmeye başladı. Sanki peşimizden gelecek halleri kalmıştı da kaçıyorduk.

"Asi ver kâğıdı bana yeğenim."

"Tamam amca," dedim ve arka cebimden kâğıdı çıkarıp amcama uzattım. Amcam kâğıdı eline alıp, açtı inceledikten sonra gülümseyerek cebine koydu. Tedirgin gözlerle amcama baktım. "Ölmezler değil mi amca?"

"Yok ne ölmesi be kızım?" diyerek arkasını dönüp bana baktı amcam. "Bir kafa ve taşla insan mı ölür."

"Ölür."

"Tamam ama o taş kafalılar ölmez."

"Umarım iyidirler?"

"Uzaktan gördüğüm kadarıyla iyiydiler Asi'm."

"Ya ne iyiydiler ama Murat abi!" diyerek araya Kübra girdi ve öfkeli gözlerle amcama baktı. "Bizi neye bulaştırdığının farkında mısın?"

"Sen ne konuşuyorsun kızım," diyerek amcam bu sefer gözlerini Kübra'ya çevirdi. "Sanki yardım ettin."

"Ama görgü tanığıyım ve Asi ile Taner'in yaptığı şeye susuyorum."

"İstersen git jandarmaya anlat Kübra!" diyerek sitem etti Taner ve dikiz aynasından Kübra'ya imalı bir bakış attı.

O an da önümüzü bir jandarma aracı kesti ve içerisinden üç Uzman Çavuş ve bir Astsubay gayri ihtiyari bir şekilde inip arabaya doğru yürüdü.

"Sanırım gerek kalmadı," diyerek bize doğru gelen jandarmaları izledim. "Kendileri geldiler."

Jandarmalar nihayet yanımıza vardığında Astsubay, amcamın olduğu koltuğun oradaki camın oraya geçti, ardında da bir tane Uzman Çavuş vardı. Amcam camı açıp Astsubaya baktı. "Buyurun komutanım bir sorun mu var?" diye sordu, safa yatıyordu.

"Var Murat. Ahmet ve Hüseyin Akkuş arayıp, sizlerden şikayetçi oldu. Evlerine gizli bir şekilde girmiş ve ikisini de darp etmişsiniz." Dedi, yüzündeki ciddi ifade biraz olsun ürkmeme neden olmuştu. "Komutanım sizleri karakola bekliyor, beni takip edin."

"Tabi!" dedi amcam gülümseyerek. "Ne zaman adaletten kaçtık."

Astsubay başı ile onaylayıp kendi aracına geri bindi, diğerleri de bindikten sonra araçlarını sürdüler amcam eli ile önümüzdeki arabayı işaret ederek Taner'e takip etmesini işaret etti ve kolunu halen açıkta olan cama koyup boş gözlerle yola baktı.

"İşte şimdi sıçtık be Taner!" dedi.

"Dedem duyarsa tabi ki de sıçtık dayı!"

BÖLÜM SONU

On birinci Bölüm: "aşka gebe yürek"

Asaf'la buluşacağım yere geldiğimde arabadan inip köprünün nerede olduğuna bakındım. Birkaç dakika süren bu bakınmamın ardından köprüyü gördüm. Asaf, köprünün ortasında yere oturmuş, sırtını da köprünün korumalığına yaslamıştı ve soluna bakıyordu oysa ki ben sağındaydım.

Başımı önüme eğip aptal bir aşık gibi gülümsedim ve hemen ardından ciddiyetimi takınıp ona doğru ilerledim. Adım seslerimi duymuş olacak ki mekanik bir hareketle başını sağına çevirdi ve beni görünce hızla ayağa kalktı ben ise çoktan onun yanına varmıştım. Aşıklar köprüsünün ortasında, âşık olduğum adamın yanındaydım.

"Hoş geldin..." diyerek sağ elini uzattı.

Ben de sağ elimi uzattım ve elini sıktım. "Hoş buldum." Dedim kısık bir sesle. Anlam veremediğim bir şey vardı o da: daha iki gün önce hastanede aynı yatakta yatmıştık şimdi ise aramıza duvar örmüş gibiydi. Bunun sebebini deli gibi merak ediyordum.

Eli ile sol tarafı, köprünün bitişinde sağda duran büyük taşı gösterdi ve "Oturalım mı?" dedi. Başımı aşağı yukarı sallayarak onayladım ve ardından o tarafa doğru yürüdüm, Asaf'da peşimden geliyordu.

Taşın yanına geldiğimde dibinde siyah ahşap bir sandığın olduğunu gördüm. İçinde ne olduğunu ne kadar çok merak etsem de sandığın yanına oturdum, Asaf'da diğer yanına oturdu. Gözlerim sandıkta takılı kalmıştı, içerisinde ne olduğunu deli gibi merak ediyordum. Bakışlarımı sandıktan kaldırmadan sordum.

"Bu ne?"

"Yokluğun," dedi en sakin ses tonuyla.

Bakışlarımı zor da olsa sandıktan ayırıp onun o eşsiz güzelliklerle bezenmiş gözlerine baktım, "Anlamadım?" diye sordum. Bakışları gözlerimi yakıyordu, gözleri bir şeyler anlatmak için çabalıyordu ama galiba ben bunu anlayamıyordum. "Senin yokluğunu bu sandığın içindeki doldurdu." dedi aynı sakinlikle.

Omuz silkip, "Yerimi Simge'yle de doldurdun. Bu sandığa hiç gerek yokmuş." dedim.

"Öyle mi?" dedi ve kararlı gözlerle baktı gözlerime. "Sandığı aç!"

"Açmak istemiyorum."

Bu yaşıma kadar herkes bana istemediğim her şeyi yaptırmaya çalışmıştı. Tam kendim için bir şeyler yapayım dediğim anda bile aslında kendim uğruna hiçbir şey yapamamıştım. Kendim için yaptığım en büyük şey sevdiklerimin yaşaması için buradan gitmek olmuştu. Çünkü onlara bir şey olsaydı ölürdüm. Gene bir zorlamayla yapmıştım ama mutluluğum için yapmıştım.

Ona baktım, sessizce beni izliyordu. O an gözlerindeki hüzün kendini ele verdi. Gözleri gözlerime tırmanırken, ifadesini bozmadan konuştu. "Sana inanmayı o kadar çok istiyorum ki! İnanmak için bir sebep arıyorum ama bulamıyorum."

"Boşuna arama Asaf..."

"Neden?"

"Eğer bir sebep arıyorsan, bana hiçbir zaman inanmayacaksın." Dedim, hayal kırıklıklarımın hücum ettiği kalbim acırken. Aptal kalbim! Her gelene kapıyı açıyor. Hayallerimin mahvolmasına sebep olan her duyguyu alıyor içeriye. Bakışlarımı onun gözlerinden ayırıp kucağıma indirdim. "Kendimden biliyorum, ben de annemi sevebilmek için çok sebep aradım. Buldum. Sonra o sebep için de bir sebep aradım. Aradıkça aradım, peki sonuç ne biliyor musun?"

"Anneni sevemedin mi?"

"Evet!" diyerek ellerimi birbirine çaktım ve gözlerimi yeniden ona çevirdim. "Ben o sebeplerin içinde boğuldum, boğuldukça acımasızlaştım ve sonucunda ise ne kötülük yaptıysam kendime yaptım."

"Yanılıyorsun," dedi kendinden emin bir sesle. "Bana da yaptın."

"Sen de ne yaptıysan kendine yaptın,"

"Öyle mi?"

"Öyle!" diyerek cevapladım.

Bakışları köprüde gezinmeye başladı, bir yandan da söyleniyordu. "Tabi canım Asi Hanım bir şey yapar mı? Meleksin sen melek, adeta kanatsız bir melek." Dedi, sesi alay doluydu.

"Öyleyim." Diyerek kesin bir şekilde onu onayladım.

"Öylesin tabi," dedi ve aniden bana dönüp yüzünü yüzüme yakınlaştırdı. "Ama unutma şeytan da bir melek."

"Sanane ya sanane!" diye bağırarak ayağa kalktım ve karşısında dikildim. "Neysem neyim, seni ne ilgilendiriyor?"

"Ne demek ne ilgilendiriyor?"

"Evet, seni neden ilgilendiriyor?"

"Adam gibi konuşmaya çalışıyorum senle!" dedi ve o da ayağa kalkıp karşımda durdu. Öfkeden tutuşmuş gözlerini kısarak, gözlerime baktı. "Kızım senin kafanda tahta mı eksik?" diye sordu ve saçma olan bu soruyu sorarken gayet ciddi görünüyordu.

"Kızımlı mızımlı konuşma benimle! Kızın değilim ben senin!" diye bağırdım ve ben de onun gibi öfkeden yanan gözlerle gözlerine baktım.

Gözlerindeki öfke sönerken alaycı bir kahkaha attı ve arkasını dönüp, iki eli ile saçlarını karıştırdı, sessiz bir şekilde "Ya sabır!" dedi.

Bana da Allah'ım banada! Asaf'ın dileğinden bana da nasip eyle.

Aniden yeniden bana döndü ve eli ile taşı gösterdi. "Bak kızım! Beni delirtme otur şuraya da adam akıllı konuşalım." Dedi, sesini sakin tutmaya çalışıyordu ama halen öfke doluydu.

"Konuşmuyorum!" dedim, gözlerimi belerterek.

"Ne demek konuşmuyorum!" diye bağırdı.

"Konuşmuyorum işte! Keyfimin kahyası mısın be!" dedim ve gitmek için köprüye doğru yöneldim. Önüme geçip gitmemi engelledi ve şaşırdığını basbas bağıran gözleriyle gözlerime baktı. "Günlerdir peşimde dolanıyorsun, konuşacağız diye. Şimdi konuşalım diyorum, konuşmak istemiyorsun." Diyerek şaşkınlığını dile getirdi.

"Çünkü gerçeği anladım. Seninle konuşulmuyor."

"Konuşmayı denemedin ki daha..."

"Nasıl denemedim?" dedim hayretler içerisinde. O ise kaşlarını çatarak bana baktı. "Ben a desem, sen suçlusu sensin diyorsun. Senin, beni suçlamaların yüzünden konuşamıyoruz ki?"

"Tamam, daha sakin olmaya çalışacağım."

"Çalışacak mısın? Asaf ben ne yaptım da sen neye sakin olmaya çalışacaksın Allah aşkına?"

Sağ elini havaya kaldırıp işaret parmağını göğsüme vura vura konuştu. "İşte senin sorunun da bu! Yaptığın, yıkıp döktüğün hiçbir şeyi kabullenmiyorsun?" dedi.

"Yanlışın var." Dedim ve göğsüme vuran parmağını var gücümle ittim. "Ben hatalarımı hep kabullendim ama üzerimde o kadar suç var ki, hangi birini kabulleneyim bilemiyorum artık!"

"Senden fazlasını isteyen yok! Yaptıklarını kabullenip özrünü dile yeter."

"Mesela?" diye sordum merakla.

"Mesela beni ardında bırakıp gittiğin için, arayıp sormadığın için, rezil ettiğin, kalbimi paramparça ettiğin için!"

"Tamam." Dedim ve Asaf'ın sol elini ellerimin arasına alıp, okşadım. Aynı zamanda da gözlerine içtenlikle baktım. "Buradan gittiğim için özür dilemeyeceğim çünkü gitmeseydim sizleri kaybedecektim. Ben de sizleri kaybetmek yerine kendimi kaybettim ama seni arayamadığım için, rezil edip kalbini paramparça ettiğim için özür dilerim Asaf."

Sustu.

Gözleri dolmuştu.

"Arayamadım çünkü telefonumu almışlardı, zaten sana ulaşmak için de çabalamamıştım." Dudağımı büzdüm. "Sana zarar vermelerinden korktum."

Gözlerinden birkaç damla yaş kuru toprağa düştü. Onu bu halde görmek yüreğime bıçak saplamıştı, canımı çok acıtmıştı. Ellerimi elinden çekip arkamı döndüm ve gözlerimden akmak için çabalayan yaşları engellemeye çalıştım. Derin bir nefes alıp yeniden ona döndüğümde o da gözyaşını temizliyordu.

"Şimdi özür dileme sırası sende Asaf Alkan!" diyerek gülümsedim.

"Ne için?" diye sordu, kaşları merakla çatılırken.

"Söyleyeyim," diyerek bir adım attım ve aramızda beş santimlik bir mesafe bıraktım. "Beni unuttuğun için ve bununla kalmayıp sözlendiğin için. Kalbimi acıttığın, ruhumu öldürdüğün için ve en önemlisi de bana güvenmediğin, inanmadığın için."

Başını önüne eğdi ve gözlerini kapatıp derin bir nefes alıp verdikten sonra başını kaldırıp gözlerime baktı. Acı çekiyor gibiydi, sanırım benim gibi onun da canı yanıyordu.

"Özür dilerim Asi." Dedi aniden ve sağ elini yanağıma koyup okşadı. "Çok özür dilerim."

O an ona karşı örmeye çalıştığım tüm duvarlarım yine yıkıldı. Gözlerindeki hüzün kalbime değerken hastanedeki gecemizi hatırladım. O gün de böyle bakmıştı.

Gözlerinden birkaç damla yaş aktı ve bende elimi yanağına koyup gözyaşlarını temizledim.

Aniden yükselen zil sesiyle elimi yanağından çekmemle, Asaf'da çekti ve arka cebimden telefonumu çıkartıp elime aldım. Arayan Murat amcamdı.

Asaf'a kısa bir bakışa atıp hemen ardından telefonu açtım.

"Efendim amca?"

"Asi?" dedi seslenir gibi. "Sana ihtiyacımız var güzelim hemen diyeceğim yere gel."

"Ne ihtiyacı amca?"

"Önemli bir işimiz var da!"

"Ne işi?" diye yeniden sordum bıkkınlıkla.

"Kizum baban seni çok soru sorasun diye mi yapti!" diye bağırması kulağımı acıttı. "Gel diyorsam gel da!"

"Tamam amca!" diye bağırdım ben de. "Nereye geleceğim?"

"Ayder yaylasındaki derenin oraya gel, ben seni bulurum."

"Tamam." Dedim ve telefonu kapatıp arka cebime geri koydum ve yeniden Asaf'a baktım. Kaşlarını çatmış meraklı gözlerle gözlerime bakıyordu. Gülümseyerek "Murat amcam çağırıyor, önemliymiş."

Kaşlarını daha da çattı. "Bir sorun yok değil mi?"

"Bilmem," diyerek dudağımı büzdüm. "Herhalde olsaydı yeğenini ortaya atmazdı. Basit bir şeydir."

"Doğru." Dedi ve eli ile geldiğim yönü gösterdi. "İstersen seni gideceğin yere kadar bırakabilirim?"

"Gerek yok, amcamın arabası bende."

Yüzü asıldı. "Güzel." Dedi.

"Sonra görüşürüz Asaf, amcamı daha fazla bekletmeyeyim." Diyerek gülümsedikten sonra arkamı döndüm ve geldiğim yolu geri yürüdüm.

Arabanın yanına vardığımda sürücü koltuğunun olduğu kapıyı açıp bindim. Anahtarı takıp arabayı çalıştırdığım anda yandaki koltuğun kapısı açıldı ve taşın dibinde gördüğüm sandığın koltuğun üzerine bırakılmasını izledim. Olanları idrak ettiğimde gözlerimi sandıktan ayırıp biraz daha yukarıya baktım ve masum bir ifadeyle gülümseyen Asaf'ı gördüm.

"Bunu unutmuşsun," diyerek ellerini sandığın üzerinden çekti. "Belki bakmak istersin..."

"Teşekkürler." Dedim şaşkınlıkla.

Birkaç adım geriye çekilip tek eli ile kapıyı iterek kapattı ve ardından elini havaya kaldırarak "Hoşça kal." Dedi. Ben de gülümsedim ve "Hoşça kal Asaf." Diyerek arabayı sürmeye başladım.

ღ ღ ღ

Yaklaşık yarım saat sonra amcamın dediği yere vardığımda arabayı dereye giden yolda bıraktım ve hemen arabadan inip derenin kıyısına doğru yürüdüm. Geldiğimde etrafıma bakındım ve kimseyi göremeyince seslendim.

"Amca! Neredesin?"

"Afkurma!" diye sessiz bir şekilde bağıran amcamın sesi kulağıma ulaştığında hızla arkamı döndüm. Amcam etrafını kontrol ederek yanıma doğru geliyordu. "Yakalatacasun bizu!"

"Ne yakalatması?" diye sordum şaşkınlıkla. İçimi ufaktan bir korku sardığında kaşlarımı çattım. "Amca ne yapıyorsun sen?"

"Bir şey yapmıyorum güzelim," dedi tereddütlü bir şekilde. "Hiç değilse kötü bir şey yapmıyorum."

"Sana güvenmek istiyorum?" dedim sorar bir sesle.

"Yerinde olsam hiç güvenmem Asi..." diyerek yanımıza gelen Kübra'ya baktım. Kübra ise gözlerini benden çekip amcama baktı. "Murat abi bizi hırsızlıktan kodese attırmaya hevesli de."

"Ula! Kendimizin olan bir şeyi geri alacağız ne hırsızlığı!"

"Kendimizin olan şey başkasının bahçesinde ve oraya insan gibi girmek yerine hırsız gibi girmekten bahsediyorsun abi!" dedi Kübra tatlı bir öfkeyle.

"Kizum, izin alsak da bir fışkıya yaramaz da! Bizum aramuz kötü ha bunlarla bilmiymusun?"

"Nasıl biliyorsan öyle yap Murat abiciğim ama ben yokum!" diye bağırarak ellerini birbirine çarptı Kübra.

"Onu daha önce de dedin gülüm o yüzden Asi'yi, biricik yeğenimi çağırdım ya..."

"Ya ne oluyor?" diye bağırdım en sonunda. Yaklaşık beş dakikadır konuşulanlardan hiçbir şey anlamamıştım.

Anladığım tek şey vardı o da kendimize ait olan bir şeyi hırsız gibi geri alacağımızdı.

"Dayı hadi da!"

Taner'in sitemkâr sesi kulaklarıma ulaştığında sıkkınlıkla nefesimi geri verdim ve gözlerimi kapatıp sorgulamaya devam ettim.

"Taner neden burada?" dedim ve gözlerimi geri açıp amcamın mavi gözlerine baktım.

"Anlatayım," diyen amcam gözlerini gözlerime sabitledi. "Şimdi deden bana bir belge verdi ama çok önemli bir belge. Bizum ha bu salak uşak, Taner'de belgeyi arabanın üzerine koyup telefonla konuşmuş sonra bir baktık ki belge Hüseyin ile Ahmet'in evinin, bahçesine gitmiş. Sonuç olarak onu oradan geri almalıyız."

Gülümsedim.

"Amca," diyerek elini ellerimin arasına aldım. "Belki henüz daha sana uğramadı ama medeni olmak diye bir şey var ve bu şey saygı çerçevesi içerisinde halledilebilir."

"Yeğenim ha bu dediğin daha buralara uğramadı," diyerek elini ellerimin arasından çekti. "Uğrasa da bu kaypaklara uğramaz. Daha geçen ay sudan sebeple kavga ettuk. Ne anlar bunlar medeniyetten?"

"Tamam amca," diyerek ellerimi susması için havaya kaldırdım. "Ne yapmamı istiyorsun?"

"Taner'le gidip kâğıdı alıp geri geleceksiniz?"

"Pardon da sen neden gitmiyorsun Taner'le?"

"Ben amcayım, dayıyım. Planı buradan takip edeceğim sizin arkanızı kollayacağım."

"Bunu bende yaparım..."

"Yapamazsun kizum!" dedi, dişlerinin ardından. "Hadi da akşam oluyor."

"Ay!" diye sessizce bağırdım. "Tamam." Dedim ve demin Taner'in sesinin geldiği yöne doğru ilerledim.

Taner'in yanına vardığımda gözlerini üzerimde gezdirdi. "Oo!" dedi alay dolu bir gülümseme ile. "Yeni kurbanın pek güzelmiş dayı!"

"Sus be!" diyerek karnına vurdum ve demin baktığı yere baktım. "Nerede kâğıt?"

"Orada!" diyerek eli ile taşlardan örülen duvarın ardındaki ağacı gösterdi. Ağacın dallarının arasında sıkışmış bir kâğıt vardı.

"Hadi gidelim de alalım." Dedim ve hızlı adımlarla eve doğru yaklaştım. Taner'de arkamdan geliyordu, başımı döndürüp ardıma baktığımda amcam ve Kübra ağacın arkasına gizlenmiş etrafı kontrol ediyorlardı. Yeniden Taner'e baktım. "Evde biri var mı?" diye sordum.

"Arabaları burada ama evde yok gibiler," diyerek yanıma geldi. "Biz yine de dikkati olalım. Ben arkanda gizlenip evin kapısını kontrol ederim sen de gizli bir şekilde kâğıdı hemen alıp yanıma gelirsin."

"Öyle mi?" derken durdum ve Taner'in gözlerine baktım. "Ben senin ardını kollayayım sen gidip al canım?"

"Canım," dedi sinirle gülümseyerek. "Beni tanıyorlar ama seni tanımıyorlar, yakalansan da sorun etmezler ve sen küçüksün sen yapacaksın."

"İşe bak ya biri ben amcayım, ben dayıyım der gitmez biri yaş olarak büyük olduğu için yediği boku bana temizlettirmeye çalışır." Diyerek söylendim ve önüme dönüp eve doğru yürümeye devam ettim. "Keşke akıl yaşıyla da benden büyük olsaydınız..."

"Afkurma da yürü."

"Sanane!" dediğimde çoktan taştan yapılan bahçe duvarının önüne gelmiştik. Duvar omuzlarımın hizasına kadar geliyordu. Yüzümü yeniden Taner'e döndüm. "Ellerini birleştirip açta şu duvardan atlayayım."

"Tamam," dedi ve biraz çömelip ellerini birbiriyle birleştirdi, bende elimden geldiğince tüm gücümle eline basıp duvardan atlamaya çalıştım. Neyse ki çok yüksek değildi eline çıktığımda duvarın boyu belime kadar geliyordu. Nihayet duvarın üzerine çıktığımda gözlerimi kapatarak yere atladım ve ayağımda hissettiğim acıyla sessiz bir şekilde inledim.

"Galiba ayağımı kırdım," diyerek sağ ayak bileğimi ovaladım.

"Saçmalama be kızım, şuncacık yerden ayak mı kırılır!" diyerek sitem eden Taner'in sesini duydum ve başımı biraz kaldırdığımda bana baktığını gördüm. "Hadi şu kâğıdı hemen alıp gel de ayağını kremlerle ben ovacağım."

"Vicdansız!" diye söylenerek ayağa kalktım ve topallayarak yavaş, bir o kadar da temkinli adımlarla ağaca doğru ilerledim. Eski, doğan marka arabanın yanından geçip dört adım daha atarak ağacın yanına vardığımda aşağıdan yukarıya doğru bakındım ve yaklaşık benden on beş santim yüksekte kâğıdı gördüm. Hiç zaman kaybetmeden hızlı bir şekilde ağaca çıktım ve kâğıdın olduğu yere geldiğimde biraz uzanarak gayet rahat bir şekilde aldım, hemen ardından amcama gösterip salladım, amcam eli ile tamam işareti yaparken ardından da gelmem için bir işaret yaptı.

Bende kâğıdı güzel bir şekilde katlayıp arka cebime koydum ve çıktığım yeri ağacın gövdesine gelene kadar indim. Daha fazla inmeye çalışmakla zaman kaybedebileceğimi düşünerek aşağıya doğru atladım ve sonucunda da yere çakılıp dizimi taşa vurdu.

"Ah!"

Hissettiğim acıyla attığım çığlığın ardından dudaklarımı ısırarak etrafıma bakındım ve kimsenin gelmediğini görünce yaklaşık on santim büyüklüğündeki taşı dizimin altından aldım.

"Sen kimsun da?" diyerek koluma dokunan birini hissettiğimde ne yapacağımı bilemez bir halde arkamı döndüm ve tanımadığım birini gördüm. Yakalanmanın verdiği telaşla aklıma ilk gelen şeyi yaparak elimdeki taşı başına vurdum ve adamın elini başına götürüp tutmasıyla onu tüm gücümle iterek yere düşürdüm. Ardından da ayağa kalkıp geldiğim yöne doğru sekerek koştum.

"Ula Ahmet ne oliy!" diye bağırarak gelen kişi karşımda durduğunda kaşlarını çatarak gözlerime baktı. "Sen kimsun?"

"Ben.." dedim korkuyla ve devamını getiremedim.

Adam kaşlarını daha da çatarken eliyle sağ kolumu sıkı bir şekilde kavradı. "Kimsun dedum da!" diye bağırdı, diğer yandan da adını yeni öğrendiğim Ahmet'e bakıyordu. Bende bakışımı onun baktığı tarafa çevirdiğimde Ahmet'in başının kanadığını gördüm.

O sırada vicdanımla iki kişilik bir masada baş başa oturmuş kozlarımızı paylaşırken kolumu tutan adamın acı bir çığlık attığını duymamla yeniden ona baktım ve burnunun kanadığını gördüm. Hemen başımı biraz soluma çevirdiğimde Taner'in öfkeli gözlerle yerde yatan adama bakarken gördüm.

"Kimse benim dayı kızıma dokunamaz!" diye bağırıp sol eliyle sağ elimi tuttu ve koşmaya başladı, ben de peşinden.

Nefes nefese amcamların yanına vardığımızda Kübra hayretler içerisinde bize baktı. Ellerini iki yana açıp bize doğru yürüyerek "Ne yaptınız siz?" diye bağırdı ve ardından ellerini saçlarına götürüp karıştırdı.

"Yakalandım," dedim nefes nefese ve elimi dizime götürüp ovaladım. "Başka ne yapabilirdim?"

"Daha ne konuşuyorsunuz kızım hadi yürüyün!" diyerek amcam en önden koşar adımlarla yürüdü. Kübra'nın koluma girmesiyle ben de topallayarak amcama yetişmeye çalıştım. Sonucunda Taner'in arabasının olduğu yere vardığımızda amcam hemen sürücü koltuğunun yanındaki koltuğa oturdu. Taner, sürücü koltuğuna geçerken ben ve Kübra'da arka koltuğa geçtik.

Taner hemen arabayı çalıştırdı ve hızla sürmeye başladı. Sanki peşimizden gelecek halleri kalmıştı da kaçıyorduk.

"Asi ver kâğıdı bana yeğenim."

"Tamam amca," dedim ve arka cebimden kâğıdı çıkarıp amcama uzattım. Amcam kâğıdı eline alıp, açtı inceledikten sonra gülümseyerek cebine koydu. Tedirgin gözlerle amcama baktım. "Ölmezler değil mi amca?"

"Yok ne ölmesi be kızım?" diyerek arkasını dönüp bana baktı amcam. "Bir kafa ve taşla insan mı ölür."

"Ölür."

"Tamam ama o taş kafalılar ölmez."

"Umarım iyidirler?"

"Uzaktan gördüğüm kadarıyla iyiydiler Asi'm."

"Ya ne iyiydiler ama Murat abi!" diyerek araya Kübra girdi ve öfkeli gözlerle amcama baktı. "Bizi neye bulaştırdığının farkında mısın?"

"Sen ne konuşuyorsun kızım," diyerek amcam bu sefer gözlerini Kübra'ya çevirdi. "Sanki yardım ettin."

"Ama görgü tanığıyım ve Asi ile Taner'in yaptığı şeye susuyorum."

"İstersen git jandarmaya anlat Kübra!" diyerek sitem etti Taner ve dikiz aynasından Kübra'ya imalı bir bakış attı.

O an da önümüzü bir jandarma aracı kesti ve içerisinden üç Uzman Çavuş ve bir Astsubay gayri ihtiyari bir şekilde inip arabaya doğru yürüdü.

"Sanırım gerek kalmadı," diyerek bize doğru gelen jandarmaları izledim. "Kendileri geldiler."

Jandarmalar nihayet yanımıza vardığında Astsubay, amcamın olduğu koltuğun oradaki camın oraya geçti, ardında da bir tane Uzman Çavuş vardı. Amcam camı açıp Astsubaya baktı. "Buyurun komutanım bir sorun mu var?" diye sordu, safa yatıyordu.

"Var Murat. Ahmet ve Hüseyin Akkuş arayıp, sizlerden şikayetçi oldu. Evlerine gizli bir şekilde girmiş ve ikisini de darp etmişsiniz." Dedi, yüzündeki ciddi ifade biraz olsun ürkmeme neden olmuştu. "Komutanım sizleri karakola bekliyor, beni takip edin."

"Tabi!" dedi amcam gülümseyerek. "Ne zaman adaletten kaçtık."

Astsubay başı ile onaylayıp kendi aracına geri bindi, diğerleri de bindikten sonra araçlarını sürdüler amcam eli ile önümüzdeki arabayı işaret ederek Taner'e takip etmesini işaret etti ve kolunu halen açıkta olan cama koyup boş gözlerle yola baktı.

"İşte şimdi sıçtık be Taner!" dedi.

"Dedem duyarsa tabi ki de sıçtık dayı!"

BÖLÜM SONU

Loading...
0%