Yeni Üyelik
13.
Bölüm

On ikinci Bölüm ✾suçlunun suçu✾

@guverce

On ikinci Bölüm: "suçlunun suçu"

"Murat! Taner! Ben sizden bıktım siz buraya gelmekten bıkmadınız mı?"

"Yo komutanım biz sizi çok seviyoruz özledik de geldik." Diyen Taner odada ki jandarma eri ve komutanın hedefi olmuştu. Taner'in dudaklarında çarpık bir gülümseme belirirken, Murat amcam sağ elini başına vurdu. Belli ki aklı başına yeni yeni geliyordu.

Komutan koltuğundan kalkıp hiddetle bağırdı. "Gelin oğlum gelin ama bir suça karışmadan gelin be!" dedi ve gözlerini amcama çevirdi. "Ne zaman çayımı içmeye geldiniz de güzel bir şekilde ağırlamadım lan sizi!"

"Yalan yok hep güzel ağırladınız komutanım." Diyen Taner'e amcam öfkeli bakışlarını gönderirken eli ile susmasını işaret etti.

Komutan ise sabır dilercesine yukarıya bakıp birkaç şey mırıldandı ve ardından bakışlarını Kübra ile benim aramda gezdirdi. Tam dudaklarını aralamıştı ki geri kapattı ve eli ile yüzünü sıvazladıktan sonra dudakları yeniden aralandı. "Hadi ben bunlara alıştım sizin bunlarla ne işiniz var kızım!" dedi, bir yandan da eli ile Taner ve Murat amcamı gösteriyordu. "Ben seni böyle tanımazdım Kübra..."

"Haklısınız." Dedi Kübra başını önüne eğerken.

"Sen Tarık Harman'ın mı kızısın?"

Komutanın naif ve tok sesi kulaklarıma vardığında bakışlarımı Kübra'dan çekip ona baktım ve başımı aşağı yukarı sallamakla yetindim. Komutan da aynı şekilde başını aşağı yukarı sallarken gözlerime baktı. "Senin babanın adı hala övgüyle anılır bu topraklarda, senin ne işin var kızım böyle işlerin ortasında?"

"Murat amcam yüzünden oldu her şey!" dedim ve küçük bir çocuğun şikâyet etmesi gibi parmağımla amcamı göstererek komutana söylendim. "Israr etti ben de kıyamadım komutanım!"

"Yeğene bak be! Bakıyorum da hemen satışlardasınız Asi Hanım."

"Kusura bakma amca ama boktan bir mesele yüzünden hapis yatamam."

"Boktan bir mesele mi?" diyerek aramıza girdi Taner ve amcamın önüne geçip onu korudu. "Eğer dedem o kâğıdı kaybettiğimizi duysaydı öldürürdü bizi."

"Aman şimdi hiç duymayacak sanki!"

"Duymayacak tabi!"

"O zaman nasıl çıkacağız buradan Taner'ciğim?"

"Biz de çare tükenmez. Umudumuz bittiğinde inadımız başlar Asi Harman."

"Aman bırak! Bu saatten sonra sizin bastığınız toprağa basmam ben." Diyerek kollarımı birbirine bağladım ve gözlerimi Taner'den çekip Kübra'ya baktım. Başını önüne eğmiş bıyık altından gülüyordu.

"Aa! Ne olur bas Asi! Bak hatırım kal..."

"Bir susun!" diye bağırdı komutan ve bakışlarını Taner'e çevirdi. "İki dakika susun Taner! Sadece iki dakika istiyorum sizden!"

"Tabi Komutanım." Dedi Murat amcam ve bakışlarını üçümüzün arasında gezdirirken işaret parmağını dudaklarına götürüp susmamızı işaret etti, ardından da sağ eli ile ikiyi gösterip hemen arkasında bulunan, komutanın masasının önündeki sandalyeye oturdu, Taner'de karşısındaki sandalyeye otururken Harman ailesinin centilmenliğini hayranlıkla izledim.

ღ ღ ღ

Yüz on yedi, yüz on sekiz, yüz on dokuz, yüz yirmi... Ve iki dakika doldu.

Hızla geçen saniyeler dakikalarla yarışmaya başlayınca başımı duvara yaslamış, insanın kendisini kötü hissetmesine neden olan rahatsız edici bakışlarıyla beni izleyen komutana bakıyordum. Komutan bakışlarını hepimiz de tek tek gezdirirken Ast Subay'ın önüne koyduğu dosyayı imzaladı ve kalemi masaya geri bırakıp koltuğunda geri yaslanırken ellerini birbirine kavuşturdu.

"Hadi artık Taner'e alıştık! Yavaş yavaş Murat'a da alışıyoruz ama size de alışmaya çalışmayayım be kızım?" diyerek sandalyesini öne doğru çekti. Gözlerini kırpmadan bir bana bir de Kübra'ya bakmaya devam ediyordu. Başımı, yasladığım duvardan kaldırıp yanaklarımı şişirerek önümüzde oturan amcam ve Taner'e baktım.

"Aslında yapmazdık ama amcamlar çok ısrar edince yapmak zorunda kaldık." Dedim, bakışlarımın hedefi komutan olurken ona masum olduğumu inandıracak bir bakış attım. Ardından komutanın yüzünü süsleyen tebessümüyle kendimi biraz rahatlamış hissederek, "Ama ben onlara söylemiştim," diye devam ettim. "İzin alıp girelim diye ama beni dinlemediler işte."

Sandalyesinden ağır hareketlerle kalktı ve camın önüne gelip birkaç saniye dışarıya bakındıktan sonra başını yavaşça yukarıya kaldırdı. Tavanı izlemeye başladığında gözlerinde sabır dilediğini gösteren bir ifade vardı. Ardından başını indirip tekrar bana baktı.

"Sorun izinsiz girmeniz değil ki!" diye homurdandı. "Sorun Ahmet'in başına taşla vurman. Taner'in de, Hüseyin'in burnunu kırması!"

"Biz onları yabancı biri sandık." dedim yüzümü buruşturarak. "Onlar da hırsız gibi gelmeselermiş."

"Oldu! Evlerine girip çıkarken de sizden izin alsınlar istersen." dedi soğuk bir sesle ve yüzünü yeniden bizlere döndü. "Murat, Kübra'yı alıp gidebilirsin ama bu ikisi burada kalacak. Ahmet ve Hüseyin şikayetçi."

"Ben yeğenimi ardımda bırakıp gidemem ki komutanım."

"Ya bırak dayı!" dedi Taner. "Daha önce beni kaç defa ardında bırakıp da gittin."

"Ula sığır!" dedi amcam ve sinirli bakışlarını Taner'de bıraktı. "Benum bir yeğenum sen misun?"

Taner, amcamın öfkesi altında ezilirken gözlerini bana çevirerek onun ürkütücü bakışlarından kurtuldu. Hiçbir şey dememişti.

"Tabi ki de bırakıp gidemezsin amca! Senin yüzünden buradayız." Diyerek Taner'in yerine konuştum. İkisine de çok öfkeliydim ama amcama olan öfkem daha ağır basıyordu çünkü beni bu işe o karıştırmıştı.

Amcam kaşlarını çatıp, gözlerini kıstı ve uzun uzun gözlerime baktı ardından da hemen Taner'e bakıp yine bana döndü. "Bak bakayrum nasıl da gideyrum!" eli ile odanın kapısını gösterdi. "Ha bu kapıdan elimi kolimu sallaya sallaya çıkıp, konağa gidip uyuyacağum." Dedi gülümseyerek ve sağ eli ile Kübra'nın sol elini tuttu. "Yürü yeğenum." Dedi ve ardına bile bakmadan odadan çıktı.

Biz amcamın arkasından şaşkınlıkla bakarken o çoktan odadan çıkmış, kapıyı da ardından kapatmıştı. Kaşlarımı çatarak Taner'e döndüm ve sağ elim ile demin çıktığı kapıyı gösterdim. "Gitti." Dediğimde Taner dudaklarını birbirine mühürleyip komutana döndü. Bende komutana baktığımda ellerini beline koymuş, gülümseyerek gözlerini ikimizin arasında gezdiriyordu.

"Furkan!" diye gür bir sesle seslendi Komutan. Adının Furkan olduğunu düşündüğüm kişi içeriye girdiğinde Komutan gelen kişiye baktı. "Ahmet ve Hüseyin'in ifadelerini alındı mı?"

"Alındı Komutanım."

"Asi Harman ve Taner Birkan'ın ifadelerini de alın." Derken bize baktı. "İdris Harman'a da haber verin."

"Olmaz!" dedi Taner telaşla. "Dedeme haber vermeyin Komutanım."

"Hadi Taner gidin ifadelerinizi verin oğlum," dedi bıkkınlıkla ve kahverengi iri gözlerini Taner'in gözlerine dikti. "Daha fazla benim sabrımı sınama yoksa atarım seni nezarethaneye!"

Başını önüne eğdi. "Tamam Komutanım." Dedi ve ayağa kalkıp Furkan ile beraber gitti, ben de peşlerinden çıktım.

Yanıma biri gelip sağ çaprazımızda bulunan masayı gösterdi. "Şöyle geçelim, ifadenizi ben alacağım." Dedi.

"Tabi!" diyerek gösterdiği yöne doğru ilerleyip masanın önündeki sandalyeye oturdum ve ifade alacak olan Jandarma'da yerine oturduktan sonra bilgisayarda birkaç şeye basıp açtı.

Bende o sırada biraz etrafı inceledim. Duvarlar krem rengindeydi ve bulunduğumuz alanda oturduğum masa ile birlikte dört tane masa vardı, sanırım ifadeler burada alınıyordu ki beni de buraya oturtmuşlardı ama Taner'i başka bir odaya getirmiş olmalarını anlayamıyordum. Başımı biraz daha arkama doğru çevirdiğimde kapıların yanlarında rütbelerin ve isimlerin yazılı olduğunu gördüm.

"Başlayabiliriz Asi Hanım." Dediğinde hızla yüzümü ona döndüm ve ela gözlerine baktım. Uzun boylu, sarışın biriydi. Gözleri ince ve ela olması dışında göz altı şişikti, sanırım gece uyuyamamıştı. Gözlerini benden ayırıp başını önündeki dosyaya çevirdi ve yeniden gözlerime baktı. "Neden Ahmet Akkuş'un kafasına taşla vurarak yaraladınız?" diye sordu, sesi sakindi.

"İsteyerek yapmadım." Dedim, sesim titriyordu. "Öyle bir anda kolumu tutup bana hesap sorunca korktum o anda elimde de taş vardı. Korkunca bir anda başına vurdum."

"Yani biri beni yakalarsa diye elinize taşı mı almıştınız?" diye sordu kaşlarını kaldırarak. Bir yandan da anlattıklarımı bilgisayarda yazıyordu.

"Hayır!" diyerek söylediği şeyi reddettim. Ağaca çıkıp amcamın bahsettiği kâğıdı alınca yere atladım ve dizimi taşa çaptım," diyerek dizime baktığımda pantolonumun kan olduğunu ve diz kısmında yırtılmalar olduğunu gördüm. "İşte bakın," diyerek elimle dizimi gösterdim. "Yırtılmış ve kan olmuş. Taşa çarpınca canım çok acıdı ve taşı dizimin altından çekmek için elime aldığım sırada geldi Ahmet Bey. Kolumu tutup hesap sorunca korkup elimdeki taşla başına vurdum."

"Olay nasıl başladı?"

"Ben aslında Çayeli'deydim. Amcam Murat Harman arayıp hemen gelmemi söyledi ben de söylediği yere, derenin kenarına geldim. Sonra ise amcam dedem için çok önemli bir evrağın uçup ağaca takılı kaldığını, ben ile Taner'in gidip almasını söyledi." Biraz duraksayıp derin bir nefes alıp verdim ve hemen anlatmaya devam ettim. "İzin alıp alalım dedim ama amcam kavgalı olduklarını, sorun çıkartacaklarını söyledi ben de mecburen kabul etmek zorunda kaldım ve bahçeye girip kâğıdı alınca devamı anlattığım gibi oldu."

"Tamam." Dedi ve yazması bittiğinde başını kaldırıp yeniden bana baktı. "Peki! Tarık Birkan, Hüseyin Akkuş'a neden kafa attı?"

"Ahmet Akkuş yaralanınca bağırdı, ben de onu itip yere düşmesini sağladıktan sonra kaçmaya çalıştım o sırada Hüseyin Akkuş önümü kesince Taner'de beni korumak için ona kafa attı."

Söylediklerimi bilgisayara yazma işi bittiğinde birkaç şeye daha bastı ve yazıcıdan çıkan kâğıdı alıp önüme koyduktan sonra elime siyah bir tükenmez kalem verdi. "Okuyup imzalayın."

"Tabi." Dedim ve hızlı bir şekilde okuyup ismimin yazdığı yerin altına imzamı atıp Jandarma personeline geri uzattım. "Şimdi ne olacak?" diye sordum büyük bir üzgünlükle.

"İdris amca gelsin, komutanımla hallederler yine." Dedi ve imzaladığım kâğıdı eline alıp ayağa kalktı. "Siz burada bekleyin." Dedi ve komutanın olduğu odaya doğru gitti.

Arkamdan birden çok gelen ayak seslerini duymamla arkamı dönüp baktığımda dedemi, Necati amcamı, Aziz abiyi ve Asaf'ı gördüm. Şaşkınlıkla ayağa kalkıp dedemin mavi renginin en güzel tonunu barındıran gözlerine baktım. Gözleri hayal kırıklığıyla süslenmişti. Ben de onun gözlerindeki ifadeye karşılık pişmanlıkla baktım. "Dede?" diyerek sorar bir sesle seslendim.

Dedem adımlarını yanıma doğru atıp önümde durdu ve deminki ifadesinin üzerine öfke de eklenmişti.

"Sen havayı karakollarda mı alıyorsun kızım?" diye sordu. Evden hava almam lazım diyerek çıktığım için böyle söylemişti.

"Ben dolaşıyordum ama sonra amcam arayıp yardım etmemi isteyince yanına gittim." Dedim, sesim fısıldar gibi çıkıyordu. Duyduğum utanç yüzünden her an yerin dibine girebilirdim.

"Taner'i buralardan toplamaya alışığım, hatta Murat'a bile alıştım ama sana da alışamam!" dedi gür bir sesle. "Anladın mı Asi?"

"Anladım dedem."

"İyi!" dedi ve yüzünü Aziz abiye döndü. "Girelim bakalım komutanın yanına Aziz oğlum. Bir bakalım neler yapabileceğimize."

"Tabi İdris amca." Dedi Aziz abi ve Necati amcamı da yanlarına alarak komutanın odasına doğru ilerlediler. Aziz abi, Asaf'ın büyük abisiydi hem de avukattı, belli ki dedem bu işi hallettirmek için onu yanında getirmişti ama Asaf neden gelmişti ki?

Yüzümü Asaf'a döndüğümde gülümseyerek beni izlediğini gördüm.

"Neden öyle bakıyorsun?" diye sordum, içimdeki meraklı ve aşık kızı susturamayıp.

"Baban sana tam da karakterine yakışan bir isim koymuş."

"Neden ki?"

Alaycı bir gülümseme dudaklarını esir aldı. "Neden mi?" dedi, kaşlarını çatarak. Bir yandan da gülümsemeye devam ediyordu. "Ahmet'in kafasını yarmışsın. Annene demediğini bırakmadın, zamanında dedene çok karşı geldin. Herkes sana doğruları, olması gerekenleri anlatıyor ama sen asla kabullenmiyorsun, kendi doğrularını herkese kabullendirmek için savaşıyorsun..."

"Çünkü doğrular sizin verdiğiniz hayat dersleri ya da yaptıklarınız değil," dedim ve elimi kalbimin üzerine koydum. "Burasının yani kalbimin fısıldadığı şeyleri yapıyorum ben Asaf. Evet! Çok pişmanlığım oldu ama ben her hatamdan ders çıkarmayı öğrendim."

Gülümsemesi içten bir gülümsemeye dönerken kalbimin üzerine koyduğum elimi tutup avuçlarının içine aldı ve gök rengi gözlerini, gözlerime sabitledi. Masum ve anlatamayacağım kadar güzel bakıyordu. "Bak Asi!" dedi ve avuçlarının arasındaki elimi okşadı. "İçinde olduğun durum ne kadar kötü olursa olsun, ne kadar kırılmış, üzülmüş, öfkelenmiş yada haksızlığa uğramış olursan ol, kendine yakışanı yaptığın zaman en kötü yenilgi bile seni deviremez."

"Asaf ben..."

"Beni dinle lütfen," demesiyle sustum ve onu dinlemeye devam ettim. "Bugün sen gittikten sonra o birlikte oturduğumuz taşa bir başıma oturdum ve baya uzun bir süre düşündüm. Tanıştığımız günü, sana aşık olduğum ve evlenme teklifi ettiğim günün sabahında gittiğin günü düşündüm. Sonra yokluğunda yaşadıklarımı, hissettiklerimi, acılarımı kısacası her şeyi düşündüm Asi. Anlattıklarını da kabullendim ve..."

Sustu.

Gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı ve yeniden aralarken, anlamlandıramadığım bir ifadeyle gözlerime bakmaya devam etti.

"Ve bir karara vardım." Dedi, naif bir ses tonuyla. "Birbirimizi daha fazla kırıp, yaralamayalım. Yolunda taş da olsa su akar yolunu bulur, biz de akışına bırakalım. Hayat bize nasıl bir senaryo yazdıysa, yazılanı yaşayalım, olur mu?"

"Haklısın," diyerek devam ettim. Yüreğime yayılan acının canımı acıtmasını umursamayarak. "Hayat seni Simge'yle bir yazdı, beni ise Karaman ailesiyle. Senin de dediğin gibi sen yakında sözlünle evleneceksin ben ise babamın hatıralarıyla huzurlu bir hayat sürdürebilmek uğruna bir ömür Kadir, oğulları ve annemle savaşacağım."

Yüzü asıldı ve elimi tutan elleri boşladı, bu boşluktan faydalanıp elimi ellerinden ayırdım ve onun yüzüne bakmaya devam ettim. Üzülmüştü, kırılmıştı, belki de sözlerimle yine canını acıtmıştım ama söylediklerim yalan değil, onun bana söyledikleriydi.

Canım yanıyordu.

Kalbim acının eşiğinde sürünüyor, ölmemek için direniyordu. Aşk bu! Nankör, acımasız ve bir o kadar da can yakan bir his.

"Asi!" diyerek yanımıza gelen Taner'e baktım, "dedem gelmiş." dediğinde sesindeki tını titriyordu, dedemin öfkesinden korktuğu her halinden belli oluyordu.

"Evet." diyerek cevapladım ve elimle dedemin gittiği tarafı göstererek "demin bizimle konuşan komutanın yanına gitti." dedim.

"Umarım çok kızmaz." derken belli belirsiz gülümsedi.

"Sana kızar mı, kızmaz mı bilmem, sonuçta senin buralara düşmen anladığım kadarıyla dedemin alışık olduğu şeyler ama dedemin komutanın yanına girmeden önceki söylediği şeyler yerin dibine girmeme neden oldu Taner."

"Ne dedi?"

"Bana kalsın canım kuzenim." dedim ve başımı sağıma çevirip Asaf'a baktığımda halen hüzünlü gözlerle bana baktığını gördüm.

Taner de bakışlarını Asaf'a çevirdi ve gözlerini kısarak ve onun gözlerine baktı. "Hayırdır kardeşim seni hangi rüzgâr attı buralara?" diye sordu.

Asaf mekanik bir hareketle başını soluna çevirip, Taner'e baktı ve "Necati abi arayıp haber verdi. Aziz abimi alıp buraya gelmemizi istedi. Ben de abimi alıp sizleri kurtarmaya geldim kardeşim." dedi.

"O zaman burada ne işin var, neden içeride değilsin? "

"Kalabalık etmeyeyim dedim Taner."

"Öyle mi?"

"Öyle!"

"Taner yeter!" Diyerek bakışlarımı Taner'e çevirdim. "Bize ne neden geldiğinden ve ne yaptığından..."

Taner'de gözlerini bana çevirip bir iki adım atarak yanıma yaklaştı ve başını kulağıma yakınlaştırıp fısıldayarak konuştu. "Seni daha fazla üzmesini istemiyorum Asi." dedi ve sanırım bu dediğini sadece ben değil Asaf da duymuştu.

Ben de onun gibi fısıldadım.

"Ben çocuk değilim Taner. Beni düşünmek zorunda değilsin."

"Zorundayım çünkü sen benim en sevdiğim kuzenimsin."

"O zaman git Betül'ü sev. Bu yaptığınla asıl sen beni üzüyorsun, küçük duruma düşürüyorsun."

"Asi Harman, Taner Birkan. Komutanım sizi bekliyor." diyen Jandarmaya bakıp başımı onaylar bir şekilde salladım ve Taner'e irdeleyici bir bakış atıp komutanın odasına doğru yürüdüm. Diğerleri de peşimden geliyordu.

Odanın önüne geldiğimde derin bir nefes alıp verdim ve cesaretimi toplayıp kapıyı iki kez tıkladıktan sonra kapıyı açıp içeriye girdim ve komutanın masasının karşısında durup ellerimi önümde birleştirdim. Dedem masanın önündeki sandalyenin sağında otururken amcam ise arkasında ayakta duruyordu. Aziz abi de sol taraftaki sandalyede otururken Asaf'da onun arkasına geçmişti. Taner ise yanımda yerini almıştı.

"Gençler!" diyerek konuşmaya başladı komutan. "Dedenizle konuştuk ve ortak bir karara vardık."

Başımı dikleştirip meraklı gözlerle komutanın gözlerine baktım, vardıkları sonucu deli gibi merak ediyordum.

"İkinizde Hüseyin ve Ahmet'ten özür dileyeceksiniz bu konuda burada kapanacak."

"İyi de özrümüzü kabul etmezler ki!" diyerek fikrimi dile getirdim ki ben olsam kabul etmezdim.

"Edecekler kızım," dedi komutan ayağa kalkarken. "Dedeniz, Ahmet'i arayıp ikna etti. Yarın gidip özrünüzü dilersiniz olur, biter."

"Hayatta dilemem." diyen Taner bir anda herkesin odağı olmuştu.

Herkes Taner'e şaşkınlıkla bakarken dedem gür ve biçimli kaşlarını çatarak sinirli bir ifade ile baktı. "Hele bir dileme, hele bir daha buraya düş..."

"Baba..." diyerek amcam araya girip dedemin söyleyeceği şeyi engellemeye çalıştı ama dedem durmayıp elini havaya kaldırarak amcama karışmamasını işaret etti.

"Seni yaşadığına pişman ederim Taner! Burnundan getiririm. Seni öldürmekten beter ederim oğlum!"

"İdris Bey!" diyerek bu sefer araya komutan girdi. "Bari git şu kapı dışımda tehdit et. Yanımda olmuyor ama..."

"Kusura bakma Komutan." dedi dedem ve ihtiyarı bir hareketle ayağa kalktı. "Biz müsaadeni isteyelim. Gözün arkada kalmasın yarın erkenden hallettireceğim."

"Hiç kuşkum yok."

Dedem, komutanla el sıkışıp bakışlarını Taner ve bana çevirdi, ardından da başıyla dışarıya çıkmamızı işaret etti. Dedemin direktifine uyup ikimiz de en önden dışarı çıkarken, diğerleri de arkamızdan geliyordu.

Nihayet dışarıya çıktığımızda arabanın önünde durup diğerlerini bekledik, dedem en önde yavaş adımlarla yanımıza gelip önümüzde durdu, diğerleri de ardında durup başlarını önlerine eğmişti. Dedem her zamanki gibi kaşlarını çatarak bakışlarını Taner ve benim aramda gezdirdi.

"Yazık!" dedi dedem, yüzünü buruşturarak ve eli ile Taner'i gösterdi. "Yirmi senedir hiçbir şey öğretemedim mi ben sana?"

"Estağfurullah dede." Derken bakışlarını yerden kaldırıp dedeme baktı Taner. "Ben senin öğrettiğini yaptım."

"Ne yaptın ulan!" diye bağırdı dedem, yüzü kaskatı kesilmişti ve sinirden kızarmıştı. "Ben sana yüz yüze baktığımız insanları darp etmeyi mi öğrettim?"

"Hayır dede..." dedi. "Sen bana ailemize sahip çıkmayı, korumayı öğrettin. Ben de Asi'yi korudum."

"Ula! Neyden korudun?"

"Asi'yi tutmuş bırakmıyordu, ben de bıraktırdım."

Dedem ellerini kırlaşmış saçlarından geçirip birkaç şey mırıldandı, sanırım sabır dileniyordu. Ardından da Taner'e ürkütücü bir bakış atıp Asaf'ın arabasına bindi ve neden Asaf'ın arabasına bindiğine anlam verememiştim. Oysa ki Necati amcamın arabası, Asaf'ın arabasının arkasındaydı.

Taner'de, Asaf'ın arabasına binerken ben de kaşlarımı çatarak hangi arabaya binmem gerektiğini düşünmeye başladım. Eğer Asaf'ın arabasına binersem dedem kızabilirdi bu yüzden adımlarımı amcamın arabasına doğru attım. Aziz abi de peşimden geliyordu, sanırım o da amcanın arabasına binecekti. Nihayet arabanın yanına vardığımda arka koltuğun kapısını açmak için kulpunu tuttuğum sırada dedem seslendi.

"Asi!"

Dedemin gür sesini duyduğumda elimi kalpının kulpundan çekip dedeme doğru baktım. Eli dışarıdaydı.

"Bu arabaya gel kizum!"

"Tamam dede." Dedim ve Aziz abiye baktım. Aziz abi gülümseyerek omzuma dokundu ve sürücü koltuğunun yanındaki kapıyı açıp, amcamın yanına bindi. Bende diğerlerini daha fazla bekletmemek için hızlı adımlarla Asaf'ın arabasının yanına gelip arka koltuğun kapısını açtım ve hızlı bir şekilde arabaya yerleştim. Binmemle hemen arabayı sürmeye başlayan Asaf, aynı zamanda dikiz aynasından ara ara bana bakıyordu, ben de ona.

"Bir daha size dışarıya çıkmak mıkmak yok da!" diyen dedeme hızla bakışlarımı çevirdim. "Ben oğlumla torunumu çalışıyor sanayım ama onlar çalışmak şöyle dursun, karakola düşsünler. Diğer torunumu da hava almaya çıktığını sanayım o da gitsin birinin kafasını yarsın!"

"Dede, benim gerçekten bir suçum günahım yok!" diyerek kendimi son bir defa ifade etmeye çalıştım.

"Ula! Madem suçun yok seni neden buraya getirdiler?"

"Bak dedeciğim..." diyerek konuşmaya başladım. "Ben bu planın içinde başından beri yoktum, sonradan amcam arayıp çağırdı öyle dahil oldum. Yani her şey amcamın suçu, o beni zorunda bıraktı."

"Senin aklın yok mu?" diye bağırdı dedem, başını bana çevirirken. "Yapmasaydın!"

"Zorladı!" diyerek ben de bağırdım.

"Evet dede! Eve gidince amcamı azarla bizi neden azarlıyorsun, en büyüğümüz amcamdı ve bizi o zorladı." diyerek Taner de bana destek çıktı.

"Ula ben şimdi otuz iki yaşındaki adama ne diyeyim?"

"Bize ne diyorsan onu de dede..."

"Sus sen!" diyerek dedem, Taner'i susturdu ve önüne döndü.

"Boş ver sen İdris Amca boşa kalp kırma! Neyse ki bu sorunu da kolaylıkla halledebildik." Dedi Asaf, bir yandan da dikiz aynasından gülümseyerek bana bakıyordu.

"Bakalum, daha yarın halledip halledemeyeceğimiz kesinleşecek."

"Hallolur." Diyen Asaf, frene basarak arabayı durdurdu. Arabanın camından dışarıya baktığımda konağının önüne geldiğimizi gördüm. Yolculuğun nasıl geçtiğini anlayamadan varmıştık. Yol boyunca dedemin öfkesinin altında ezilirken zamanın nasıl geçtiğini anlayamamıştım. Hızlı bir şekilde arabadan indim, ardımdan Taner'de inmişti.

Taner, arabanın yanında durup dedemi beklerken, ben ardıma bile bakmadan hızlı adımlarla eve doğru ilerledim. Kapının önüne geldiğimde zile bastım, yaklaşık on saniye sonra Nazlı halam kapıyı açtı. Telaşlı görünüyordu, bir o kadar da tedirgin.

Halam, "Kızım iyi misin?" diyerek elini koluma koydu ve okşadı. Onun bu anaç haline gülümsedim ve iyi olduğumu belirtmek için başımı aşağı yukarı salladım. Halam etrafına bakınırken ince dudaklarını diledi ve ela gözlerini gözlerimde bıraktı. "Taner'i salmadılar mı?"

"Salmazlar tabi! Bu kaçıncı vukuat abla..." diyen Hülya yengemin sesi yine her zamanki gibi kulağımı tırmalamayı başarmıştı.

Halam bakışlarının arkasında duran Hülya yengeme çevirip "Oğlumun yapıp, ettikleri seni neden bu kadar çok ilgilendiriyor Hülya? Sen gidip kendi çocuklarınla ilgilen." dedi ve yeniden bakışlarını bana çeviren, halam sorar gözlerle gözlerime baktı.

"Sorun yok hala. Taner de geldi, dedemle Asaf ve Aziz abiyi yolcu ediyorlar."

"Sizi çıkarmaya Asaf ve Aziz mi geldi?" diyerek şaşkınlıkla açılan gözleriyle konuştu, Hülya yenge.

"Evet," dedim kendimden emin bir sesle ve başımı dikleştirip yengeme baktım. "Gelemez mi?"

"Gelemez." Dedi yengem şeytani bir gülümsemeyle.

"Neden?" diye sordum.

"Çünkü sen Asaf'ın kalp ağrısısın," diyen yengem kollarını göğsünde bağladı. "Babam, yan yana değil aynı ortamda bulunmanıza bile müsaade etmez."

"Sana göre öyle yenge." dedim ve üç adım atarak yengemin önüne gelip, kahverengi gözlerimi korkusuzca yeşil gözlerine sabitledim. "Asaf sözlü ve o kıza aşık yani ortada bir kalp ağrısı ya da acısı yok!"

"Asaf, Aziz! Hoş geldiniz..." diyen halama baktığımda telaşlı görünüyor ve arkama doğru bakıyordu ben de hızla arkamı dönüp, halamın baktığı yere baktım ve dibimde olduklarını gördüm.

Beni duymuş olabilirler mi ki?

Korkuyla Asaf'a baktığımda yüzünde buruk bir tebessüm vardı, gözleri ise hüzünlü bakıyordu. Onun bu hali kalbime acımasız bir darbe indirince duyduğunu varsaymaktan başka yapabileceğim bir şeyin olmadığını anladım. Hızla başımı önüme eğdim ve arkamı dönüp omzumu yengemin omzuna vurarak eve girdim.

"Hadi oğlum! Kapıda ne dikiliyorsunuz girsenize eve!" diyen dedemin sesini duydum en son.

Tam merdivenlere yönelmiştim ki arkamdan amcam seslendi.

"Asi!" gür sesi kulaklarıma ulaştığımda durdum. "Arabamda bir sandık buldum, bugün sen kullanmışsın arabamı. Sandık senin mi?"

Telaşla arkamı dönüp, amcamın gözlerine baktım. O sırada içeriye giren dedem, Asaf abi, Aziz Abi ve Necati amcamda bakışlarını ben ile Murat amcam arasında gezdiriyordu. Gözlerimi Murat amcamdan ayırıp Asaf'a çevirdiğimde onun da gözlerinde telaşı gördüm.

Temkinli ve bir o kadar da kendimden emin adımlarla Murat amcamın yanına gittim ve elinde tuttuğu sandığı hızlı bir şekilde elime aldım.

"Benim!" derken sesim biraz yüksek çıkmıştı ama umursamadım ve hızla arkamı dönüp koşar adımlarla yukarıya, odama çıktım. Ve kapının arkasına yaslanıp yere oturdum, elimdeki sandığı da sağ tarafıma koydum ve içimdeki volkanı susturamayıp ağlamaya başladım.

Bugün defalarca kez Asaf'ın yüreğine bir bomba bırakmıştım ve onun canını acıtmaya çalışırken asıl kendi yüreğimi paramparça etmiştim. Bunları yaparken ki amacım Asaf'ın bana söylediklerini hatırlatmaktı. Her defasında Simge'yle sözlü olduğunu, evleneceğini söylüyordu ama bugün bu söylediklerini unutmuş gibiydi. Bana karşı yakın ve samimiydi, hatta aşık gibiydi.

Başımı sağ tarafıma yatırırken gözlerim sandığa kaydı.

Hem açmak istiyordum, hem de korkuyordum. İçerisinde neyin olduğunu bilmemek çok kötüydü, neyle karşılaşacağını bilmemek daha da kötü.

Kararsızlığıma daha fazla izin vermeyerek, sandığı alıp önüme koydum ve kilidini yukarı kaldırıp sandığı açtığımda içerisinde siyah bir defter ve bana ait olan eşyalar gördüm. Elim merakla kutunun içerisine girerken bir tane kalemi elime aldım, bu kalem o gece Kadir'in elime verdiği kalemdi. Siyah rengindeki kalemin yanlarında beyaz çizgiler vardı.

Ağlamam daha da içtenleşirken, dudaklarımı ısırdım ve kalemi sandığın kenarına koyup karıştırmaya devam ettim. Elime kırmızı bandanayı alırken, ağlamam daha da hiddetlendi ve başımı bacaklarıma gömüp o günü anımsadım.

7 NİSAN 2014

"Nereye gidiyoruz Asaf?" diyerek elimi tutan elini daha sıkı tuttum. "Burada başımıza bir şey gelse kimse izimizi bulamaz."

"Korkma!" derken durdu ve yanına gelmemi bekledi. Yanına vardığımda elimi tutan elini boşlatarak elimi bırakıp kollarını belime sardı ve alnını alnıma yasladı. Burnuma masum bir öpücük kondururken gülümsedim ve ben de onu yanağından koklayarak öptüm. Asaf, bu yaptığıma gülümserken gözleri aşkla parıldadı. "Ben yanındayken hiçbir şeyden korkma sevgilim, ben seni korurum."

"Öyle mi?" dedim içten bir gülümsemeyle. "Peki ya ikimiz birlikte düşersek bu dağdan?"

"O zaman kaderimiz bir yazılmış demektir."

Onun bu cevabına gülümserken, o ise alnımdan öptü ve ellerini belimden çekip başımdaki kırmızı bandanamı tek bir hareketle başımdan çekti. Açık kumral rengindeki saçlarım özgürlüğe savrulurken, şaşkınlık dolu bakışlarımı gözlerine çevirdim ve ne yaptığını anlamaya çalıştım. Asaf bandanamda ki düğümü kolaylıkla çözdü ve güzel bir şekilde ince, uzun bir hal alana kadar katlayıp, yüzümün hizasına getirdi.

"Ne yapıyorsun Asaf?" diye sordum merakla.

"Çok konuşuyorsun Asi Harman..."

"Keşke sen de biraz konuşsan Asaf Alkan!"

"Tamam," dedi ve yüzündeki masum tebessüm yüreğimi ısıttı. "Bu bandana ile gözlerini bağlayıp seni bu dağın en tepesinden aşağı atacağım ve böylelikle senden kurtulacağım." Dedi.

"Güzel planmış." Dedim ve hemen ardından arkamı dönüp Asaf'ın gözlerimi bağlamasını bekledim. Nihayet Asaf'ın gözlerimi bağlaması bittiğinde başı

nı sağ tarafıma, boynuma gömdü ve koklayarak öptü ben de başımı sağ tarafıma yatırarak, onun başını boynuma hapsettim.

"Sen de benden beni boğarak mı kurtulacaksın?"

"Ne güzel ölüm işte!" diyerek zevkle gülümsedim. "Kokumla ölürsün."

"Mis!" dedi ve üst üste öpücükler kondurdu boynuma. Huylanınca başımı kaldırdım ve Asaf'ın kollarımdan tutarak beni kendisine çevirdiğini anladım. "Şimdi benim yönlendirmemle ilerleyeceksin tamam mı?"

"Tamam."

Onu onaylamamın ardından ellerini omuzlarıma koydu ve beni kendince yönlendirmeye başladı. O, beni ne tarafa yönlendiriyorsa o tarafa doğru yürüyordum.

Yaklaşık iki dakika sonra durdum ve Asaf'ın arkamdan önüme geçtiğini hissettim ardından ise beni hafif sağa döndürdü ve ellerini saçlarımda hissettim, sanırım bandanayı çözüyordu.

Saniyeler sonra bandanayı çözdüğünde hızla çekti ve karanlıktan uyuşan gözlerimi kırpıştırdım. Gözlerimi açmakta zorlanıyordum sanki vampir gibiydim. Nihayet karanlığa olan alışkanlığım gün ışığına alışınca gözlerimi açtım ve karşımda gördüğüm manzarayla dudaklarım istemsizce aralandı, ellerim ise dudaklarımı bulurken, şaşkınlığımı vücut diliyle gösterdim.

Asaf kırmızı, siyah ve beyaz taşlarla adımı yazmıştı ve bu bayağı büyüktü. Şaşkınlığımı hala üzerimden atamamıştım. Tüm bedenimle Asaf'a dönüp baktığımda o ise yüzündeki memnuniyetle adımın yazdığı yere bakıyordu.

"Bak Mecnun aşkından dağları delmiş, ben de bunu yazdım." Dedi ve o da bana dönüp, aşkla baktı.

Gülümsedim.

"Yalnız o dağları delen Mecnun değil, Ferhat." Dedim. Amacm yanlış bildiği efsaneyi öğretmekti.

"Sanane kimse kim da! Ne romantizmi bozuyorsun?"

Siniri gözlerindeki ifadeyi öldürdü.

"Tamam... Tamam..." dedim ve elimi omzuna koyup ovaladım, gülümseyerek gözlerine baktım. Siniri biraz olsun geçmişti.

"Eee nasıl buldun?" diyerek yeniden gülümsedi ve eli ile Asi yazan yeri gösterdi.

Elimi omzundan indirip, kollarımı göğsümde bağladım ve dudağımı büzerek konuştum. "Güzel hoşuma gitti ama delmek yerine yazdığına göre senin aşkın o kadar da büyük değil galiba Asaf?" dedim.

"Yo! Ben doğayı severim hele ki Karadeniz'i daha çok seveyrum. Zarar vermek benim gibi adama yakışmaz."

"Bu zarar vermek olmuyor mu?"

"Bir delmek var bir de kirletmek. Hangisi daha kötü?"

"İkisi de."

"Hayır delmek daha kötü çünkü..."

"Tamam! Haklısın Asaf. Her zaman ki gibi sen haklısın."

Asaf'la laf yarışına girmek ölmekten beterdi çünkü ne olursa olsun hep haklı çıkan o olurdu. Saatlerce savaşsan da o bir yolunu bulur kendini haklı çıkarırdı işte bu yüzden pes ettim.

Yüzü asıldı. Önce yaptığı sürprize sonra da bana baktı. "Aslında öyle bir düşündüm de haklı falan değilim. Bir sürpriz edeyim derken gene fuşki yedim."

"Olsun..." derken boynuna atladım ve sımsıkı sarıldım. "Bu yediğin fuşki hayatın boyunca yiyip yiyebileceğinin en iyisi..."

GÜNÜMÜZ

Geçmişteki mutlu olduğum anları hatırlamak kalbimi acıtmıştı. Sanki kaburgalarıma biri balyozla vurmuştu ve kırılan kaburgalarım koruduğu kalbimi artık koruyamamış, batıyordu. Canım acıyordu, yüreğim sızlıyor, kalbim kanıyordu.

Bandanayı da kenarıya koyup siyah defteri elime aldım ve kapağını açıp ilk sayfasını açarak okumaya başladım.

Bugün uyandığımda seni bulamamak çok acıttı canımı, bu ölümden de beterdi. Belki ölseydim bu kadar acımazdı canım toprak gözlüm. Bıraktığın not ise mezarım oldu. Ben bugün sadece sana olan sevgimi, aşkımı değil,, kendimi de kaybettim...

Derin bir nefes aldım ve gözlerimi sımsıkı kapatıp, göz pınarlarımda biriken yaşları akıttım. Gözlerimi geri açtığımda sayfayı çevirerek okumaya devam ettim.

ღ ღ ღ

Son zamanlarda beni hayatta tutan tek şey; sana olan öfkem.

Bir sonraki sayfayı açmak yerine birkaç sayfa ilerisini açtım.

ღ ღ ღ

Bugün de yüz sürdüm hayatın acımasızlığına sevdiğim. Kokunu, tenini bıraktığın o eve girmek zorunda kaldım ve bu ölüm gibi bir şeydi.

Artık dudaklarım titriyordu, sevdiğim adamın yokluğumda hissettiği acıyı okumak acımasızlıktı.

Bundan sonrasını karışık açarak okumaya devam ettim.

ღ ღ ღ

Bir yandan senden deli gibi nefret ediyorum, diğer yandan ise sana hala ölesiye aşığım.

ღ ღ ღ

Gittiğin günden beri kalbimi sarmalayan bir diken oldun, her nefes alışımda batıyor, kanatıyorsun. Öldürmekten beter ediyorsun...

ღ ღ ღ

Bugünde canım acıya acıya çok sevdim seni. Merak etme sevgilim.

ღ ღ ღ

Şimdi gelsen, girsen bu kapıdan... Hayali bile çok güzel. Öyle bir gel ki gelmediğin her güne değsin.

Geldim...

Geldim ama sen benden gitmişsin sevgilim. Başkasının olmuş, başkasına söz vermişsin.

ღ ღ ღ

Bugün abimlerle merkezdeki meyhaneye gittik. İçtik, demlendik. Sonra konu ne olduysa yine sana geldi, ben her zamanki gibi sana olan özlemimi anlattım ve Aziz abi tek bir kelime söyleyerek acıttı yüreğimi.

"Unut" dedi.

Belki öl deseydi, daha da az acırdı yüreğim. Seni unutmak, kendimi unutmak gibi bir şey Asi'm.

Benim içinde öyle Asaf'ım.

ღ ღ ღ

Seni bana sevdiren rabbime emanet ol sevdiğim.

ღ ღ ღ

Sesini duysam, sesine sarılacağım. Öyle özledim.

ღ ღ ღ

Seni sevmekten değil, bunu artık herkesin bilmesine izin vermekten vazgeçtim.

Artık beni sevmekten de vazgeçtin, nefretle soluyan yüreğinde aşk yok.

ღ ღ ღ

Yüreğimde tütüyorsun.

Ben senin yüreğinde tütmüşüm, sen ise benim aklımda, zihnimde kalbimde, ciğerlerimde tüttün. Baktığım her yerde hayalin yaşadı.

ღ ღ ღ

Seni öyle çok güzel sevdim ki ama görmedin ve gittin..

ღ ღ ღ

Sen, beni bırakıp gitmeyi seçtin. Bu saatten sonra sana ne kal diyebilirim ne de seninleyim diyebilirim.

ღ ღ ღ

Bu gece öyle çok özledim ki seni, her şeyi unutup her neredeysen oraya gelmek istedim.

ღ ღ ღ

Sen olduğun için seninle geçirdiğim zamanları hatırlamak istiyorum.

ღ ღ ღ

Sensizlik çok acı.

ღ ღ ღ

Yayladaki evimizde kapıda oturup saatlerce ağladım. Belki gelirsin diye ama gelmedin...

ღ ღ ღ

Bugün döndün. Karşıma geçtin...

Sana dokunmayı, sarılmayı hatta öpmeyi o kadar çok istedim ki ama yapamadım. Sana olan nefretim, aşkımı gölgeliyor toprak gözlüm. Nasıl bir histi biliyor musun? Karşımdaydın ama sarılamadım, dokunamadım. Açık havadaydık, üstümüz gökyüzüydü ama nefes alamadım.

ღ ღ ღ

Biliyor musun? Seni severek yaşamak çok zor. Sana benimsin deyip sarılamamak, kendimi sana yakın hissedip, uzak durmak zorunda olmak. Çok zor.

ღ ღ ღ

Sözlüyüm ama kalbim sen de be Karadeniz'in hırçın kızı...

Ne!

Asaf, Simge'yi değil de beni mi seviyor?

Kalbi bir başkası için değil de benim için mi atıyor? Benim için mi yaşıyor?

Her şeye rağmen hala beni mi seviyor...

BÖLÜM SONU

Loading...
0%