Yeni Üyelik
4.
Bölüm

Üçüncü Bölüm ✾inanması güç gerçekler✾

@guverce

 

Bölüm Şarkıları;

Koliva- Yüksek dağlara Doğru

Selçuk Balcı- Anlatamam Derdumi

 

Üçüncü Bölüm: "inanması güç gerçekler"

Salonda, ikili koltuğun solunda oturuyordum. Murat amcam ise yanımda sessizce oturuyor, dedem tam karşımda ki tekli koltukta oturmuş dikkatle bana bakıyordu. Evdekiler ise boş bulduğu koltuklara oturmuş bakışlarını bir bende bir de dedem arasında gezdiriyorlardı. Dedemin yüz kasları gergindi ve kaşları çatıktı. Yüzümü büyük bir dikkatle inceleyen deniz mavisi gözleri şaşkınlık, öfke ve belli belirsiz bir endişeyle parlıyordu.

"Sen neden döndün Asi?" diye sordu Necati Amcam ama cevap vermedim. Necati amcam babam ve Nazlı Halamın küçüğüydü. O Murat amcamın aksine daha kinci ve korumacıydı.

"Amcam..." dedi Murat amcam koltukta bana dönüp iyice yaklaşarak. İki parmağı çenemi tuttu ve yüzümü kendi yüzüne hizalayarak beni kendine bakmaya zorladı. "Hadi anlat neden geldiğini, ben senin yanındayım. Korkma! Sen buradakilerin düşmanı değil, yeğeni, torunu, kuzenisin." Bakışlarımı yere indirirken göz ucuyla dedemin gözlerine baktım. Aynıydı. Gözlerinde öfkeden başka hiçbir duygu yoktu. "Hadi güzelim susma. Sen Tarık Harman'ın kızısın, cesursun!"

Bir süre dedemin gözlerinin içine baktıktan sonra yüzümü amcamın elinden kurtardım. Nefesimi sıkıntıyla dışarı üfleyerek Nazlı Halama baktım. Geldiğimden beri herkes birkaç kelime etmişti ama o ağzını açıp da hiçbir şey dememişti. Ben onun bir tanesiydim, öyle severdi.

"Ne susuyorsun, söyleyebileceğin bir yalan mı düşüyorsun?" dedi Betül bana dik dik bakarak. O gözlerindeki kıskançlık ve öfkeyle harmanlanmış alev içimdeki kimsesiz kız çocuğunun canını yaktı, tutuşturdu; ruhumu ele geçiren acı kavrularak öfkeye dönüştü. Betül'ün bu kıskançlıkla harmanlanan öfkesini unutmak adına gözlerimi kapatıp derin bir nefes verdim. Gözlerimi yeniden aralarken Betül'e baktım.

"Ne yalanı?" diye sordum. "Ben sen değilim, yalan konuşmam. Neden yalan konuşmam biliyor musun? Çünkü senin gibi korkak biri değilim." Sesim titredi. "Öleceğimi de bilsem susmam ama size zarar verilecek olursa susarım."

"Tabi ki de!" dedi. Karşı gelip, söylediği sözleri ona geri sunduğum için sinirlenmişti. Kaşlarını çattı. "Asi Hanım her zaman ki gibi haklı çünkü her başı sıkıştığında Harman ailesini öne atar ve beğenilerini toplar."

"Bu kıskançlığın neden Betül?"

Betül hiç beklemediğim anda oturduğu sandalyeden kalktı ve yanıma geldi. Önümde durdu ve üzerime doğru eğilip öfke dolu bakışlarını gözlerime odakladı; sanırım beni korkutmaya çalışıyordu.

Korkutucu bir sakinlikle, "Beni çok iyi dinle Asi Hanım," dedi, dişlerini sıkıyordu. "Senin bu evde bir vasfın da kimliğin de yok! Senin bu evde kimsen yok! " Yüzünü yüzüme iyice yaklaştırdı. "Buraya gelip, Çamlıhemşin'in Hanım ağası gibi davranmayı bırak. Sen..."

"Yeter Betül!" diye bağırdı dedem. Herkesin bakışları dedeme kayarken Betül benden uzaklaştı ve tekli koltuğunda oturan dedeme döndü. "Sen kendini ne zannediyorsun? Onunla konuşacak büyüklerin varken sana mı düştü laf söylemek!"

"Doğruları konuşmak hata mı oldu?"

Dedem kaşlarını çattı ve "Edebini bil!" diyerek yeniden bağırdı. "Asi için edepten, saygıdan bahsediyordun Necati. Önce kendi kızına öğret, gerisini ben hallederim."

"Kusura bakma baba." Dedi Necati amcam ve bakışlarını Betül'e çevirip gözleriyle oturmasını işaret etti. Betül öfkeli gözlerini etrafta gezdirip en son bana baktı ve üzerimden çekmeden karşımdaki sandalyeye oturdu.

"Herkes susacak!" dedi dedem uyaran bir sesle. "Asi konuşacak."

Murat amcam yeniden bana döndü, dudakları umut dolu tebessüm ediyordu. "Hadi bana anlattıklarını anlat." Dedi ve sol eli ile sağ elimi sımsıkı tuttu.

Boğazım yanıyordu. Konuşacağımı anlayan tüm kelimeler oraya yerleşmiş ateş yakarak, büyük bir yangının sorumlusu olmuştular. Kuru bir öksürükle kendimi toparlamaya çalıştım.

Zor değildi.

Amcama ne anlattıysam buradaki herkese de bunu anlatacaktım.

Hadi Asi!

"Ben o gece isteyerek gitmedim dede," dedim ve dedemin Karadeniz'i anımsatan gözlerine baktım. "O gece annemin kocası Kadir geldi ve beni tehdit etti."

Ali Mert, ruhsuz bir şekilde güldü. "Tehdit etti öyle mi?"

"Evet öyle." Dedim kendimden emin bir sesle.

"Sen burada bize meydan okurken ona okuyamadın mı?"

"Okuyamadım."

Güldü.

"Kes şunu Ali!" dedi Murat amcam ve bakışlarını Ali Mert'e çevirip, kaşlarını çatarak baktı "Deden kimse konuşmayacak dedi değil mi?" diyerek susturdu.

"Devam et," dedi dedem ifadesiz bir sesle. "Seni dinliyorum."

Dedem benimle ilk defa bu denli sakin konuşuyordu. Bugüne kadar annemin günahını hep benim omuzlarıma yüklediler, şimdi ise beni dinlemek için hazır olduğunu söylüyordu. Kalbim umudun nur ışığıyla dolarken, tekrar dedeme baktım. "Eğer gelmezsem konağı ve Asaf'ın yaylada ki evini, kaldığım evi yakmakla tehdit etti. Direndim, gitmek istemedim ama meşaleyi yaktı."

Geçmişin verdiği acı ruhuma sızdı ve canımı yaktı. Kalbim umutla dolarken, ruhum geçmişin hatıralarıyla acı çekiyordu. O günü hatırlamak sinirlerimi altüst etmişti.

Başımı önüme eğerek devam ettim. "Sonra kabul etmek zorunda kaldım. Bana defter, kalem ve üzerinde size bıraktığım notta yazanların yazılı olduğu bir kâğıt verdi, notta yazılı olanları kendi yazımla geçirmemi söyledi. Yaptım." Derin bir nefes verdim. "Notu Asaf'ın görebileceği yere bırakıp, gittim."

Başımı hafif kaldırıp dedeme baktım oda kaşlarını kaldırdı ve gözlerime baktı, sanırım doğru söyleyip söylemediğimi anlamaya çalışıyordu. Dudakları düz bir çizgi halini aldı. "O zaman neden döndün? Nasıl döndün?" diye sordu.

"Beni Caner'le evlendirmek istediler, annem de ardımda durmadı. Ben de kaçtım."

"Bir ay sonraya da nikah tarihi almışlar." dedi Murat amcam gözlerindeki hüzünle. "Annesi olacak o kadın yani Nilgün'de onaylamış."

"O kadın anne manne değil! Anne demeyin şuna!" Diyerek bağırdı Dedem ve bakışlarını amcama çevirdi.

"Demiyorum baba," dedi amcam sessizce.

"Yukarıya, senin için hazırlanan odaya çık." Dedi dedem bana dönerken. "Burada kalacaksın. Doğruyu söyleyip söylemediğin belli olur, elbet gelirler. Bekleyip göreceğiz." Dedi.

Dedemin verdiği karar üzerine Murat amcam gülümserken, diğerleri şaşkınlıkla dedeme baktı sonra ise birbirlerine. Galiba onlar da benim gibi dedemin verdiği bu karara anlam verememişti. Onun beni kabullenmesi, bayat hamsi ile birlikte yoğurdun yenmesi gibiydi.

Başımı onaylar anlamda aşağı yukarı salladım. İçimdeki kız çocuğu mutluluktan dans ediyordu. Tamam! Belki bana tam inanmamıştı ama umudun olduğunu da görmüştüm ve eminim ki geleceklerdi. Ben haklı çıkacaktım. Gülümsedim. "Teşekkür ederim Dede." Dedim ve ayağa kalkıp salondan çıktım.

Merdivenlerin önüne geldiğimde, ağır adımlarla yukarıya çıktım. Taner'in odasının önüne geldiğimde, sağındaki kapıyı açtım ve odaya girdim, valizim kapının solunda duruyordu. Saate baktığımda, saatin dokuza geldiğini gördüm. Uçak yolculuğu, yayla da yaşanılanlar ve bu evde verdiğim savaş yüzünden yorulmuştum, üzerimi bile değiştirmeden yatağa girdim.

Beş yıl önce de bu odada dört gün kalmıştım sonra ise dedem kovmuştu. Bakalım şimdi kaç gün kalabilecektim?

7 TEMMUZ 2013

"Bunu neden yapıyorsun?"

Hiç korkmadan sormayı başarmıştım. Herkesin korktuğu, önünde titrediği dedemden hesap soruyordum. Sormakta da haklıydım, yaptıkları artık fazla oluyor beni delirtiyordu. Adamları ve köşkteki çalışanlar bana şaşkınlıkla karışık korku ile bakarken ben korkusuz gözlerle sadece dedeme bakıyordum.

"Ne yapıyormuşum?" diye sordu.

"Beni vazgeçirmeye, kendinden soğutmaya çalışıyorsun. Anlamadım mı sanıyorsun?" duraksadım ve etrafıma bakınıp ellerimi havaya kaldırarak konuştum "Beni buradan göndermek istiyorsun!" diyerek avazım çıktığı kadar bağırdım. Dedemin, yüzünde anlam veremediğim bir tebessümle gözlerime bakması daha da sinirlenmeme neden oldu. Bağırmaya devam ettim. "Neden öyle bakıyorsun! Hadi! Doğruyu söylesene İdris Ağa!"

Her zaman ki koltuğuna otururken konuştu "Sen buralara ait değilsin evlat! Annen olacak o kadının yanına dönmeni istiyorum." derken gerçekleri yüzüme vurdu ve saçma olan ise bu gerçekler canımı acıttı. Gözlerim dolarken ağlamamak için direndim. O da kendince haklıydı. Orada neler yaşadığımı bilmediği için beni istememesi çok normaldi, hoş bilse de istemezdi. "Evine geri dön. Karadeniz senin dişine göre bir yer değil." diyerek sonlandırdı kelimelerini.

"Neden?" diye sordum, sesim az çıkmıştı "Benim babam burada doğup büyümedi mi?"

"Ula! Ne alakası var!" diyerek hiddetle bağırdı.

Bir damla, hayır hayır iki damla gözyaşı, göz pınarlarımdan süzerken bir daha nefes alıp verdim. "Ben babamın kızıyım. Onun ayak bastığı her toprağa bende basabilirim." dedim.

Hışımla ayağa kalktı ve kaşlarını çatarken yüzü acımasız bir çehreye büründü "Gideceksin dedim o kadar! Seni buralarda görmek istemiyorum!" diye bağırdı. Bağırmasının konağın her noktasından duyulduğundan emindim.

Ve yine emindim ki birazdan tüm köşk halkı buraya toplanacaktı.

"Biliyorum." dedim, hayal kırıklığıyla.

İki adım atarak yanıma yaklaştı. Gözlerini gözlerime sabitlerken gözlerindeki öfkeyi ilk defa bu kadar yakından gördüm. Korkusuzca bende gözlerimi onun gözlerinden kaçırmadım. Gözlerindeki öfke gözlerimi yakarken yeni gözyaşlarımın akması için hazırlık yaptı.

"O zaman yüzsüzlük edip de istenmediğin yerde durma!"

Korkusuz sandığım benliğim, hayal kırıklığımın enkazında ölmek üzereydi. Üzerime bir yığın taş konmuş gibi hissediyordum. Karşımdaki adam, dedem yüzsüzlük ettiğimi söylerken diyecek bir sürü şeyim olduğunu düşündüm ama diyemezdim. Demek istediklerim hem ağır kelimelerdi hem de gerçekler.

Gözyaşlarımı silip omuzlarımı dikleştirdim. "Duracağım İdris Ağa! Hep gözünün önünde olacağım." dedim, bir nevi öz dedeme meydan okumuştum.

"Asi!" diye bağırarak yanıma gelen Necati amcama baktım. Amcam kolumdan tutarken beni dedemin karşısından almaya çalışıyordu. Kolumu çekerek elinden kurtarıp yeniden dedeme döndüm. "Ben o eve dönmeyeceğim. Babamın bana bıraktığı bu mirasta yaşayacağım. Buna alışsan iyi olur." dedim ve alt kata inip, çalışanların meraklı bakışları altında köşkten çıktım.

Yeşillerin yoğun olduğu ormanda sinirli bir şekilde ağlayarak yürüyordum. Toprak sanki ayaklarımın altından kayıyormuş gibi hissediyor, başıma saplanan acı da bu durumu destekliyordu. Nefesim kesiliyor, görüşüm bulanıklaşıyordu. Elimi ağaca koyup başımı da elimin üzerine yasladım. Derin nefesler alıp vermeye başladığımda akciğerlerim de bir yanma oldu. Diğer elimi karnıma koyup sıkıca bastırdım, bir umut hissettiğim acının dinmesini ummaktan başka bir şey yapmıyordum.

"İyi misin?"

Hızla arkamı dönüp seslenen kişiye baktım. Uzun boylu, esmer, buğday tenli, mavi gözlü bir adamdı. Meraklı gözlerle gözlerime bakarken başımın dönmesiyle sırtımı ağaca yaslayıp yere çömeldim. Adam da yere çömelirken gözlerime baktı "Bir sorun mu var?" diye sordu, sesi olağanca nazik ve masum çıkmıştı.

"Yok, iyiyim." derken elimi başıma götürüp bastırdım.

"Değilsin!"

Elimi başımdan çekip ona baktım "İyiyim dedim, beni rahat bırakır mısınız?" diyerek sitem ettim. Ama gitmeye niyeti yok gibiydi. Korkmuyordum çünkü adamın gözlerinde hüzün vardı, belli ki bu halime üzülüyordu. Ben bu bakışı çok iyi biliyordum, her Allah'ın günü annemin gözlerinde gördüğüm ifadeydi bu. Kadir ne zaman bana şiddet uygulasa annem hep böyle bakardı hem üzülürdü hem de öfke dolu gözlerle bakardı.

"Bey'im!" diyerek yanımıza gelen yirmili yaşlarındaki adama baktım. Mavi gözlü adamın yanında dururken bana baktı "Mehmet Bey'im sizi çağırıyor."

"Onu mu? Beni mi?"

Adam bakışlarını mavi gözlü adama çevirdi "Anlamadım Bey'im?"

"Bir şeyi de anla Temel!" diyerek sitemini dile getirirken yeniden bana döndü "Kalk! Seni de evine kadar götürelim."

Sert bir şekilde söylemesi üzerine "Gerek yok!" diyerek bende onun gibi sert bir şekilde konuştum.

"Bak kızım belli ki iyi değilsin, izin ver evine getirelim. Bizden zarar gelmez."

Ayağa kalkarken gözlerini bir an olsun benden ayırmadı. Belli ki kabul edip onlarla gelmemi bekliyordu. Gözlerimden akan yaşa aldırmadan konuştum "Bir evim yok." dedim, sesim titremişti.

Hissettiğim hayal kırıklığı, dedem için beslediğim tüm umutlarımı yıkmıştı. Buraya bir umut beni kabul etmesini dileyerek gelmiştim ama dört gündür istemediğini her Allah'ın günü hissettirmişti. Şimdi ne gidecek bir yerim vardı ne de umutlarım.

"O zaman yeni geldin Çamlıhemşin'e?"

"Hayır! Beş gündür buradayım."

Gülümsedi. "Ne yani orman da mı yatıyorsun?"

"Yaklaşık yarım saat öncesine kadar kalacak bir yerim vardı ama artık yok!"

"Sana bir şey söyleyeyim mi?" kaşlarını kaldırdı "Beş dakikadır hiçbir fışkı anlamadım."

"Sorun değil, bende anlamıyorum dedemi." başım dönünce elimi başına koydum ve sakince nefes alıp verdim.

Mavi gözlü adam yeniden yanıma çökerken elini elimin üzerine koydu "Kız başına buralarda duramazsın, izin ver yardım edeyim işte da!"

"İstemez!" diyerek elimi elinin hapsinden kurtardım.

Ayak sesi duymamla, sesin geldiği yöne doğru baktım. Gelen dedemin evinde çalışan Yavuz'du. Hemen ayağa kalkıp ona baktım. Yanıma vardığında mavi gözlü adama saygı duyduğunu belirtircesine başını eğdi "Asaf Bey'im?" dedi.

Asaf, demek adı Asaf'dı.

Asaf da Yavuz'a gülümseyerek karşılık verdi ve ikisi de bakışlarını bana çevirdi. Yavuz gözlerini bir bende bir Asaf da gezdirirken "Dedeniz sizi bulmamı söyledi. Konağa çağırıyor." dedi.

Ne? 

Dedem beni istemediği halde konağa mı çağırıyordu?

"Anlamadım?" diyerek cevapladım, şaşkınlık içerisinde.

"Benimle gelin lütfen, hemen gelsin dedi."

Bir şey dememeyi tercih edip Yavuz'un gösterdiği yöne doğru yöneldim ve başımın yeniden dönmesiyle tutunacak yer ararken Asaf'ın kolundan tuttum. Asaf da ellerini belime sararken "Hop!" diye bağırdı.

Bakışlarımı kaldırıp yüzüne baktım, o da benim gözlerime bakıyordu. Mavi gözleri, içimdeki sıkıntıyı uçururken derin bir nefes verdim. Yavuz'un kolumdan tutması ile ondan destek alarak doğruldum ve bakışlarımı yeniden Asaf'a çevirdim, elimi uzatırken "Ben Asi." dedim.

Asaf yumuşak bir tebessümle elimi sıktı "Asaf." dedi, düz bir ses tonuyla.

"Memnum oldum."

"Bende Asi."

Elimi elinden çekip Yavuz'un koluna girdim ve tek başıma yürüdüğüm yolu Yavuz'la geri yürümeye başladım.

ღ ღ ღ

Eve vardığımızda dedemin karşısına geçtim. Kısa bir süre etrafı izledi ve birini bekliyormuşçasına konuşmasına başlamadı. Tüm ev halkı yavaş yavaş büyük salonda toplanırken, dedem tek tek gelen kişilere baktı. Galiba beklediği herkesin gelmesiyle arkasını dönüp camdan dışarıya bakındı.

Murat amcam hafifçe öksürdü ve "Baba?" dedi, olduğu yerde huzursuzca kıpırdanırken ve bakışlarını dedeme dikti. "Belli ki Asi burada kalmayı çok istiyor. İzin ver kalsın."

"Bilmediğiniz çok şey var. Asi burada kalamaz!"

Kimseden ses çıkmayınca devam etti.

"Ben bu yaştan sonra başıma bela alamam. O itin de o kadının da, bunların dölünün de bu topraklara girmesine asla izin vermem."

Yüzünü bize dönerken birkaç adım yürüyüp yeniden durdu. Elleri arkasında kavuşmuş, omuzları dik son derece de sakindi. Çekik gözlerini kısabildiğince kısmıştı.

"Şimdi Asi Hanım," dedi ve masaya eğilip eline bir kâğıt alıp, bana doğru uzattı "Bu uçak biletin, dört saat sonra kalkacak ve geldiğin o ine geri döneceksin. Bir daha da buralara ayak basmayacaksın!" son cümlesini söylerken sesi tehditkâr ve yüksek çıkmıştı ama korkmamıştım. Korkmayacaktım.

Nazlı halam hafif bir öksürükle "Bari biraz kalsın baba." dedi.

Dedemin gözleri ani bir öfkeyle tutuşurken bağırdı. "Kes sesini! Kalmayacak."

"Sen ne diyorsan öyle olsun baba." diyerek dedeme karşı gelemeyeceğini gösterdi halam.

"Evet, evet," diyerek dedeme baktım, gülümserken konuşmaya devam ettim "Çok haklısın beni istememekte ki ben de sizlere bayılmıyorum zaten."

"Neden buradasın o zaman?" diye bağırarak sözümü kesti dedem.

"Rize senin mülkün değil İdris Ağa!" diye bağırdım. Birkaç adım atarak önünde dururken halen elinde tuttuğu uçak biletini elime alıp uzun uzun inceledim. Üzerinde yazan isim-soy isim kısmını önünde tutarak ona gösterdim "Bak burada ne yazıyor. Asi Harman."

Herkes başını aynı anda dedeme çevirdi.

"Ben bir Karaman değilim, o ikisinin dölü hiç değilim. Ben senin oğlun Tarık'ın kızıyım, senin kanın akıyor damarlarımda!" yine istemsizce gözlerimden akan yaşlara aldırmamaya çalıştım "Senin oğlunun, sana bıraktığı tek mirasım İdris Harman!"

Dedemin kapının olduğu tarafa doğru bakmasıyla ben de o tarafa döndüm. Gelenin ormanda tanıştığım Asaf olduğunu gördüm. Gözlerinde bir şeyleri anlamaya çalışıyormuş gibi bir ifade vardı. Yeniden önüme döndüm. Her ne kadar bana bakmasa da ben dedemin gözlerinin içine bakarken elimde tuttuğum uçak biletini yırttım.

"Beni anlasan iyi edersin dedeciğim."

Söylediğim söz ve gelen kâğıt yırtma sesi ile bakışlarını elime, sonra da yüzüme çevirdi. Gözleri daha da alev alırken bir şey demeden öylece baktı. Ben de gözlerimi ondan ayırmadan bakmaya devam ettim. Bu benim kaderime teslim olmayaşımın ilk aşamasıydı. Ben buraya umutlarımı yakmaya değil, koca bir çınar yapıp yeşertmeye gelmiştim.

Dedem belindeki silahı ürkütücü bir ışıltıyla eline alırken herkes birer adım geriye çekildi ve her biri dedemin adını kendilerince söylediler. Asaf ise birkaç adım da yanımıza gelirken, önümde durdu. "İdris Amca ne yapıyorsun?" diye sordu, sesinde endişenin kırıntıları dolanıyordu.

Asaf'ı önümden itip bir adım atarak önüne geçtim "Ne yapacaksın? Baktın gitmiyorum. Öldürecek misin?" dedim dişlerimin arasından. "Ben zaten ölmüşüm, ne yapacaksan ancak cesedime yaparsın."

Dedem gözlerime diktiği öfkeli gözleriyle silahının namlusunu aşağıya doğru indirdi. Dişlerini tüm gücüyle sıkıyordu.

"Gideceksin. Bu sana son sözüm." diyerek kendince noktaladı tartışmayı. Kısa bir sessizliğin ardından devam etti. "Bugüne kadar bu evde ben ne dediysem o oldu. Yine öyle olacak!"

"Hiçbir yere gitmiyorum. Bu da benim sana son sözüm."

Herkes hayretle birbirine döndü ve inanamıyormuşçasına da gözlerini kocaman açtı. Sessiz uğultu etrafı sardığında herkesin ağzından tek bir kelime döküldü; Asi.

"Evet, benim!" diyerek etrafımdaki Harman, aile üyelerine tek tek baktım.

Murat amcam yanıma gelip kolumdan tuttu, bu tutuş masum ve nazik bir tutuştu. Kulağıma eğildi "Asi, lütfen babama karşı gelme." dedi ve doğrulup gözlerime yalvarır gibi baktı. Bakışlarımı yere indirirken sakinleşmek adına gözlerimi kapattım.

Dedem silahını beline geri yerleştirirken "Öyle mi?" başını aşağı yukarı sallarken konuşmaya devam etti "Madem kalmakta kararlısın ne halin varsa gör. Sana bu evden bir lokma ekmek dahi verilmeyecek. Benim evimde de kalamazsın." dedi ve kapıya doğru yürümeye başladı.

Başımı dikleştirirken arkasından bağırdım "O zaman diğer evin anahtarını alayım." dedim.

Dedem duraksayıp bana yüzünü döndü "Diğer ev?" diye sordu.

"Babamın evi. Babam öldüğünde yaşım babamdan bana kalan mirasları almaya yetmiyor, anneme kalmasın diye kendi güvencene aldığın mülklerden sadece birinin evinin anahtarını istiyorum."

"O mirasların hiçbirinde senin ya da annen olacak o kadının hiçbir hakkı yok!"

Üç adım atarak yanına vardığımda gözlerinin içine baktım "Ya anahtarı bana verirsin ya da sana dava açar bu yaşında hapis yattırırım, karar senin İdris ağa." kollarımı göğsümde birbirine bağladım "Merak etme istediğin kadar düşünebilirsin, sen kararını verene kadar ben yukarıda odamda olacağım."

Dedem bakışlarını etrafta gezdirirken, Necati amcama baktı "Necati, yaylada ki küçük evin anahtarını verin şuna!" dedi ve gözlerime öfke dolu son bir bakış atıp gitti.

Gülümsedim. Zafer benimdi. Bu savaşı da ben kazanmıştım ama bundan sonra bir başıma nasıl yapacağımı bilmiyordum. Hiç kimseye bakmadan yukarıya, odama çıktım. Kapıyı ardımdan kapatırken yaslandım ve gözlerimi sımsıkı kapatıp, her şeyin güzel olması için dua ettim.

Valizimi elime alırken dört gün de içinden çıkarttığım eşyalarımı içerisine geri koydum. Sırt çantamı elime alırken fermuarlı bölgesini açtım ve evden kaçmadan önce annemden gizlice aldığım pahalı takılarına baktım. Bunları bozdurursam birkaç yıl beni bu köy içerisinde idare ederdi.

Kapının aniden açılmasıyla gözlerim refleksle kapıya bakarken elimdeki çanta yatağa düştü. Gelen Hülya yengem ve kızı Betül'dü. Hülya yengem, Necati amcamın eşiydi. Betül'de onların kızı.

"Toparlanıyor musun?" diye sordu yengem.

"Evet." diyerek kısa ve net bir şekilde yanıtladım.

"Asi sadece bu evden değil, Rize'den gideceksin. O annen gibi ardına bile bakmadan defolup gideceksin buralardan." Omuz silkti. "Bunu bir tehdit olarak algılama canım. Ben senin iyiliğin için söylüyorum. Biliyorsun babam sana etmediğini koymaz."

İçimden ettiğim küfürlere rağmen yüzümde sahte bir tebessüm var ettim "Ya çok düşünürsün beni Yenge." yanına yaklaşıp sol kulağına doğru eğildim ve tehditkâr bir sesle, fısıldayarak konuştum "Benim sizin düşüncesizliğinize ihtiyacım yok. Her biriniz kendi yarattığınız ateşiniz de yanın."

Yengem gözlerini gözlerime sabitlerken öfkeyle baktı.

"Anne şuna bak!" diyerek çantama doğru giden Betül'e baktım. Mücevherler görünür bir halde, orada olduklarını bağırarak haykırıyorlardı.

Betül çantanın içindekileri yatağa boşaltırken mücevherlerin çıkardığı o naif ses odamda yankılandı. Kaşlarımı çatmış, ne yapacağımı bilemez halde boş boş olanları izlerken, sanki felç olmuş gibiydim. Ne hareket edebiliyordum ne de sesim çıkıyordu.

Yengem deminki öfkeli bakışının aksine, şeytanı aratmayacak bir bakış atarken, aralık olan kapıyı sonuna kadar açtı ve sesinin yettiği kadar bağırmaya başladı.

"Baba! Necati! Koşun..."

Nihayet kendime geldiğimde yengemin yanına gittim ve kolunu tuttum "Ne yapıyorsun?" diye bağırdım.

Yüzünü bana dönerken gözlerini gözlerime odakladı. Sanki kötü duruma düşmemden memnunmuş gibi baktı "Ne mi yapıyorum?" eliyle yatağın üzerinde parıldayan mücevherleri gösterdi "Senin gerçek yüzünü dedene gösteriyorum."

"Yapma..." diye fısıldadım ama o bağırmaya devam etti.

Hemen yatağa yaklaşıp Betül'ün yatağın üzerine attığı çantamı elime aldım ve mücevherleri aceleyle içine doldurmaya başladım.

"Ne oluyor Hülya? Ne bağırıyorsun?"

Dedemin sesini duymamla verdiğim savaşa son verip durdum. Hani küçükken yaramazlık yaparsın da yakalanınca durursun ya aynen öyle oldu.

Mücevherler çanta ile beraber elimden kayıp yatak ile buluşurken bakışlarımı dedeme çevirdim. Yine herkes buradaydı; Nazlı halam, oğlu Taner, Murat amcam, Necati amcam ve oğlu Ali Mert.

Dedem kaşlarını çatarken yanıma gelip önümde durdu ve gözlerini bende değil yatakta bıraktı. Saniyeler geçtikçe yüzü daha da kasılıyor, kaşları daha da çatılıyordu. Nihayet bana baktığında tam ağzımı açtım, açıklama yapacaktım ki elini kaldırarak konuşmamı istemediğini belirtti.

O an nefesimi tuttum, sanki herkes tutmuştu. Dedemin ağzından çıkacak her kelimeyi dikkatle duyabilmek için sanki kimse nefes almıyordu.

Dedem yutkunurken ellerini arkasında bağladı, omuzlarını dikleştirdi. "Hani dün demiştin ya 'Ben anneme değil, babama benziyorum.' diye. Sen aynı annensin." başını yere eğerken yüzü asıldı "Baban toprak olduğu güne dek kimsenin bir parça eşyasını dahil izinsiz almamıştır ama annen benden her şeyimi çaldı. Önce oğlumu sonra servetimin yarısını. Sen aynı annensin. Bunu şimdi daha iyi anladım."

"Hayır..." dedim ama sesim çok güçsüz çıkmıştı. Artık dedesiyle savaşmak istemiyordu içimdeki kız çocuğu.

Dedem başını aşağı, yukarı sallarken öfkeli gözleriyle yeniden gözlerime baktı "Sana verilen anahtarı bana geri ver!" dedi öfkeyle.

Necati amcam, dedemin yanına geldi ve anahtarı dedeme uzattı "Baba, daha vermemiştim." derken gözleri hüzünle baktı bana.

Dedem anahtarı eline alırken avucunun içine hapsetti.

"Senin zaten çok paran var Asi Hanım. Git paranla başının çaresine bak." derken gözlerinde bir parça olsun merhamet yoktu. Arkasını dönüp kapıya doğru ilerledi.

Daha fazla dayanamadım. Tuttuğum nefesimi bırakıp söyledim. Sanki içimde, hemen dilimin ucunda bekliyordu.

"Dede, beni bir başıma bırakma!"

Dedem duraksarken, yüzünü bana dönmeden konuştu "Bir başına kalmak istemiyorsan evine geri dön!" yürümeye devam ederken kapıdan çıktı ve bağırdı "Bu evden çıkman için yarım saatin var. Aksi takdirde ben seni kapının önüne koyarım."

Yapardı.

Bu dört gün içinde dedemi çok iyi tanıdım.

Yapardı çünkü ben onun için oğlu Tarık'ın kızı değil, kansız Nilgün'ün kızıydım.

En çok da canımı yakan baba tarafından kimsenin elini omzuma koyup 'Geçecek.' dememesiydi.

"Dedeni duydun Asi. Toparlan da hava kararmadan kendine kalacak bir yer bul. Yoksa akşam karanlığında başına bir iş gelir." dedi Necati amcam.

"Ne güzel. Benden kurtulursunuz işte." derken sesim umursamaz çıkmıştı.

Murat amcam elini koluma koyarken okşadı "Biz böyle bir şey istemeyiz Asi. Sonuçta bize Tarık abimden kalan bir emanetsin."

"Evet öyleyim." dedemin duyabilmesi için bağırarak konuştum "Ama siz emanete hıyanet ediyorsunuz!" amcamı iterken kapının eşiğine geçtim ve bağırmaya devam ettim "Seni oğluna şikâyet edeceğim İdris Harman! Baban beni kabul etmedi diyeceğim. Diğer dünya da bunun hesabına babama nasıl vereceksin sen!"

Artık tuttuğum yaşlarım hızla intihar ederken dişlerimi sıktım. Gözlerimi kapatıp sakinleşebilmek için derin nefesler alıp verdim. Elimin tersi ile gözyaşlarımı sildim ve arkamı dönüp yatağa ilerledim. Ne kadar mücevher varsa hepsini çantaya geri koydum ve valizimi de elime alıp, kimsenin yüzüne dahi bakmadan odadan çıktım.

Alt kata indiğimde dedem beni görünce hemen arkasını döndü ve önündeki kapıdan içeriye girdi. Belki de daha önce hiç girmediği odaya, mutfağa girdi. Tabi ki de nedenini biliyordum, sırf beni görmemek için. Bakışlarım kaybetmişliğin verdiği üzüntüyle yere eğilirken, omuzlarımı düşürdüm ve köşkten çıktım.

GÜNÜMÜZ

Gözlerimi araladığımda odanın aydınlık olduğunu gördüm. Sabah olmuştu. Hiç oyalanmadan yataktan kalktım ve valizimin yanına gidip içerisinden mavi dar, kot pantolonumu, kahverengi kazağımı, iç çamaşırlarımı ve bornozumu alıp odadan çıkıp, çaprazımda kalan banyoya girdim. Kapıyı da kilitledikten sonra duşa kabine girdim ve yaklaşık on beş dakika süren duşun ardından üzerimi giyinip çıktım, odama geçtim. Valizimden fön makinamı çıkarttım ve fişe takıp, saçlarımı kuruttum. Dalgalı, açık kumral rengindeki saçlarımı tarayıp, açık bıraktım ve ardından odamı toparladım.

Aşağıya inmek üzere odadan çıktım, aşağıdan pek aşina olmadığım, pek duymadığım sesler geliyordu, sanırım misafir gelmişti. Holdeki saate baktığımda saat dokuz buçuktu, evdekiler sekiz de kalkardı, buna alışmam biraz zaman alacaktı ama alışacaktım.

Ağır adımlarla aşağıya indim ve merdivenin sonuna vardığımda, derin bir nefes alıp büyük salona doğru ilerledim. Kapının önüne geldiğimde gördüğüm kişiler beni bir kez daha yaralamıştı. Asaf ve ailesi yemek masasında oturmuş kahvaltı ediyorlardı. Asaf'ın annesi Nefise Hanım gülümseyerek kapıya doğru baktı, ardından beni görünce yüzü düştü, kaşlarını çattı.

"Bu kızın burada ne işi var?" dedi, sesi öfke kusuyordu.

Nefise Hanım'ın sorduğu soru üzerine herkes bana doğru baktı. Gözlerim Asaf'ı bulurken, onunda bana hüzün dolu gözlerle baktığını gördüm. Benden farksız değildi.

"Ne oluyor İdris?" diye sordu, Mehmet Bey. Asaf'ın babasıydı, dedemin ise kan kardeşi, can dostu.

"Bir şey olduğu yok, sonra konuşuruz." dedi dedem. Bakışlarımı dedeme çevirdiğimde o da bana bakıyordu. "Odana çık!" dedi, itiraz istemeyen bir sesle.

Başımı onaylar anlamda aşağı yukarı sallarken telaşla konuştum. "Özür dilerim dede," diyerek, mutluluklarını bozduğum için üzüntümü dile getirmeye çalıştım. Asaf'ın ailesine baktım ve bakışlarımı babasında noktaladım. "İnanın bana burada olduğunuzu bilseydim inmezdim, çok özür dilerim."

"Sen bizden hiçbir şey dileme!" dedi Asaf'ın abisi Aziz abi. "Senin adını duymak bile günümüzü zehir, zemberek ediyor. Bir de kalkmış geri dönmüşsün."

"Ben size neden döndüğümü anlatabilirim isterseniz?" diyerek sıcak bir yaklaşımda bulundum.

Dedem ayağa kalktı ve her zaman ki gibi öfke dolu gözlerle baktı "Sesini kes ve odana çık dedim sana!" diyerek bağırdı.

Asaf'ın ailesi amcamlara isyan ederken, Asaf kimse ile konuşmuyor sadece bana bakıyordu. Gözlerinde öfke vardı, dişlerini ise sıkıyordu. Sandalyeden kalktı, başını önüne eğerken, "İyi günler herkese!" diye bağırdı ve aniden adımlarını bana doğru attı. Önümde durdu, dudaklarını araladı, sonra vazgeçip geri kapattı ve omzunu omzuma çarpıp yanımdan geçip gitti.

Annesi Gülfem Hanım, arkasından seslendi ama duymadı ya da duymamazlıktan geldi. Bakışlarımı Gülfem Hanım'a çevirdiğimde Asaf'ın yüzündeki ifadenin daha büyüğü geziniyordu yüzünde.

Ben de Asaf'ın peşinden evden çıktım. Kapının önüne geldiğimde etrafıma bakındım ve Asaf'ın sol tarafa doğru gittiğini gördüm, hemen peşinden koştum. Yanına vardığımda iki elimle sol kolundan tutarak kendime çevirdim. Asaf'ın gözleri, gözlerime değerken kaşlarını çattı "Ne yapıyorsun sen?" diyerek bağırdı.

"Beni bir kere olsun dinlemen için elimden geleni yapmaya çalışıyorum."

"Dinleyecek bir şey yok! Neden gittiğin de neden döndüğün de çok açık değil mi?"

"Bilmediğin çok şey var Asaf!"

Omuz silkti. "Umurumda değil," dedi, kalbimi kırmaya çalışıyordu. "Sen gittiğin gün öldün. Benim için, babanın ailesi için, arkadaşların için. Hatta Karadeniz için bile öldün."

"Yapma. Asaf canımı acıtıyorsun, acıtma." diye mırıldandım sessizce.

Acımasızlığı gözlerinde bütün heybetiyle parıldadı. Kaşlarını çatarken, başını dimdik tuttu ve eli ile etrafı gösterdi. "Bak etrafına, sen gittiğin gün sadece ben değil, Karadeniz de kan ağladı."

Ağlamamak için gülümsedim. Ama gözlerimin ıslandığını biliyordum.

"Ben..." kelimeler boğazımda düğümleniyordu. Hem haklıydı hem de haksız. Ne düşüneceğimi ne diyeceğimi bilemiyordum. Onu böyle acı çekerken görmek, bana yapılan en büyük eziyetlerden biriydi, saçma olan ise bu eziyeti kendi kendime yapmamdı.

"Sen ne?" diye sordu.

Başımı önüme eğdim.

Elleri kollarımı kavradı ve beni kendine doğru çekti. "Sen ne? Cevap versene kızım!" diye bağırdı.

Karşımdaki adam çok farklıydı. Benim Asaf'ım değilmiş gibi, hiç onun olmamışım gibiydi. Tanıdığım mavi gözler, büyük bir öfkeyle bakmaktan başka hiçbir şey yapmıyordu. Ben ilk defa onu bu kadar öfkeli görüyordum, dün bile bu kadar çok öfkeli değildi. Asaf'a bakmamak için yeşillerin hâkim olduğu ormana göz gezdirdim.

"Bir de konuşmak istiyorum diye peşimden geliyorsun ama hiçbir şey demiyorsun!"

Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım ama bu nefes sakin kalabilmem içindi. Çünkü gerçekten onun bu öfkesi beni artık sinirlendirmeye başlamıştı. Karadeniz damarım kendini öne çıkartmak için çabalıyordu. Gözlerimi yeniden ona çevirdim ve aramızdaki mesafeyi bir adım atarak biraz kapattım. Gözlerine bakarken ağlamamak için güçlü durmaya çalıştım. Onun gözlerinde öfke sönerken, gülümsedi ve yanaklarındaki çukurla birlikte gülümsemeye devam etti.

"Gözlerin, suçlu olduğunu nasıl da bağırıyor bir görsen..." dedi, göz kırpmadan söylediği, kendince haklı olduğu sebebe bakarken.

"Yanlış görüyorsun Asaf," dedim, gerçek düşündüğü her şeyi inkâr ederek. "Ben hiçbir konuda suçluluk duymuyorum."

"Öyle mi?" dedi, hâlâ gülümsemeye devam ederken. "O zaman konuşacak bir şey de yok!" diyerek noktaladı cümlesini ve yeniden arkasını dönüp adım attı, gitmeye yeltendi. Bu sefer birkaç adım atarak önüne geçtim, ayağım, ayağına doladı ve tam düşecekken Asaf elini belime koyarak beni düşmekten kurtardı. Ben de düşme korkusunun verdiği panikle ellerimi onun beline sardım. Gözlerimiz birbiriyle buluşurken ilk defa gözlerinde öfkeyi göremedim. Değişik bakıyordu. Ruhsuz bir o kadar da içten. Gülüşü soldu ama bakışlarını bir saniyeliğine olsun gözlerimden ayırmadı. Mavi gözleri koyulaştı ve kahverengilerimi etkisi altına aldı.

"Eskiden gözlerini görmeden yaşayamayacağımı düşünürdüm, oysa ne garip..." dedi sert sayılabilecek bir ifadeyle. "Yaşanılıyormuş."

Ellerimi üzerinden çektim. Asaf'ın daha kötü şeyler söyleyeceğini bilerek ve buna hazırlıklı olarak gelmiştim buraya ama yine de böyle şeyler söylemesi üzülmeme neden oluyordu. Karşısında ağlamak istemediğim için ellerimi göğsüne koyup onu ittim, tam gidecektim ki elini yeniden belime sardı. Elleri belimi daha sıkı tuttu, sanki bunu gitmemem için yapıyordu.

"Ne o canın mı yandı? Kalbin mi acıdı?" dedi gözlerini kısarak ve dudaklarını yalayıp devam etti. "Benimde canım yanıyor Asi, seni görmek beni öldürüyor. Burada kalma!" dedi, yalvarırcasına.

İçimdeki üzüntü yüzüme yansıdı ve yüzümü asıp, onun yorgun yüzüne baktım. "Gidecek başka yerim yok Asaf," diyebildim sonunda.

"İyi düşün vardır."

"Yok,"

"Var Asi! O gün vardı, bugün de vardır."

"Allah o günün belasını versin!" diyerek isyan ettim sonunda. "O günü unut artık! İzin ver anlatayım."

"Anlatma, anlatırsan deliririm." Dedi.

Gece uyumadığı gözlerinden belliydi. Gözleri şişmiş, göz altları morarmıştı. Gözleri de yüzü de yorgundu.

"Anlatmazsam yine deliririm." Dedim.

Delirirdim.

Üç yıl önce olduğu gibi yine delirirdim.

Fransa'ya döndüğümüzde yaşadıklarım çok ağır gelmişti. Babamın öldürülmesi, Kadir'in dönmem için yaptığı tehditler, annemin her defasında beni yok sayışı, inanmayışı ve daha birçok nedenden dolayı delirmiştim.

Bunların sonucunda ise bir gece Kadir'i, kendi silahıyla öldürmeye çalışmış ve onu yaralamıştım. Bunun üzerine annem ve Kadir de beni zorla akıl hastanesine yatırmıştı. Çünkü annemin kıymetlisini öldürmeye teşebbüs etmiştim ve bu annem için, benim annem için affedilemez bir şeydi. Onun nazarında Kadir ve oğulları muhteşemdi ve onlara zarar vermek bu dünyanın en ağır suçuydu.

"Sana söylüyorum!" diyerek beni sarsan Asaf'a baktım. "Yine deliririm ne demek?"

"Hiçbir şey..." dedim kırık bir sesle. "Hiçbir şey değil."

"Asi!" dedi tehditkâr bir şekilde, gözleri yüzümü gezerken.

Başımı sağa sola salladım.

"Boş ver Asaf, inanmayacaksın zaten. Ne ben kendimi yorayım ne de sen yüreğimi öldür."

"Tamam ula! Tamam!" Diye bağırdı ve gözleri yüzümü gezmeyi bırakıp, gözlerimde durdu. "Dinleyeceğim seni! Her şeyi yalansız dolansız anlatacaksın!"

Gözlerine baktım. Mavi gözleri hüzünlüydü bu kez. Bana inanmak istiyordu, beni hala seviyordu. Gülümsedim. Titreyen parmaklarımı Asaf'ın yüzüne yönlendirdim ve yanağına dokundum. Parmak uçlarım tenine değdiği an gözlerini kapattı. Nefesini bırakıp tekrar açtığında yüzünü okşadım.

"Teşekkür ederim Asaf..."

Gözleri, bir an olsun gözlerimi terk etmiyordu. Eskisi gibi bakıyordu; Aşkla, hayranlıkla.

"Asaf?" diyen bir kız sesi duydum.

Ben bakışlarımı soluma çevirirken, Asaf hala bana bakıyordu. Yeşil gözlü, kıvırcık, kahverengi saçlı, buğday tenli bir kız kaşlarını çatmış bize bakıyordu. Bakışlarımı yeniden Asaf'a çevirdim ve elimi yanağından çekip, ondan ayrıldım, iki adım geriledim. Asaf gülümseyerek gözlerini kapattı ve güç bir soluk verip, kıza döndü.

"Asaf ne oluyor? Kim bu kız?" diye sordu yeşil gözlü kız.

Asaf yüzünde ki gülümsemeyi soldururken, yeniden bana döndü. Ben zaten ona bakıyordum, ağzından çıkacak herhangi bir kelimeyi pusuya yatmış bekliyordum. Gözlerinde anlam veremediğim bir telaş vardı, yeniden kıza döndü.

"Sonra konuşuruz Simge, evine git!" dedi.

Gözlerimi adının Simge olduğunu öğrendiğim kıza çevirdim. Kaşlarını daha da çattı, bir şey diyecekti ki Asaf gözleriyle susturdu ve hiçbir şey demeyip gitti. Çok sinirlenmişti.

"Bir akrabanız mı?" diye sordum bir umut. Yoksa aklımda daha kötü düşünceler vardı.

Evlenmiş miydi acaba?

Ya da sevgilisi falan mıydı?

Gözleri dolmuştu. Nihayetinde gözünden yanağına doğru bir yaş düştü ve eliyle yanağına süzülen ilk yaşı sildi.

"Sözlüm." dedi.

Ve dediği an kalbime bir bıçak saplandı.

Kalbim, kan revan içinde ölüme meydan okurken damarlarım ona hayat vermek için çabaladı. Nefesim kesildi, kalbim durdu sanki. Beynim öldü. Düşünemedim, o an ne diyeceğimi de ne düşüneceğimi de bilemedim. Ne olmuştu şimdi?

Asaf'ı geri kazanmak adına verdiğim bu savaş bitmiş miydi?

Buraya gelirken kurduğum hayaller ölmüş müydü?

Ya da ben mi ölmüştüm?

Oysa ben bir hiç uğruna değil, aşkım uğruna ölmeyi dilemiştim. Etrafım Asaf'ın aşkıyla çevrelensin, onun aşkının koynunda huzurlu bir uykuya dalmak istemiştim. Başaramamıştım, yine kurduğum hayaller tepetaklak olmuştu.

Ah be Asi! Neden gerçekleşmesi mümkün olan hayaller kurmazsın ki?

BÖLÜM SONU

 

✾✾✾

 

Sizi Seviyorum yeni bölümde görüşene kadar kendinize iyi bakın. Yorumlarınızı heyecanla bekliyor olacağım.

İnstagram: @guverce

İnstagram Hikaye: @busrademirkitaplari

Threads: @guverce

 

Loading...
0%