@guverce
|
Yedinci Bölüm: "çaresizliğin hükmü" Sana geliyorum koşarak. Yok olan umutlarımı da beraberimde getiriyorum üzerine de hayallerimi gömdüm baba, her biri bir zamanlar gerçekleşmesi mümkün olan hayallerdi ama artık değil. Ne demişler: Bir öleni geri getiremezsin. Bir de kaybolan güvenini. Çok doğru demişler, ikisini de gerçekten geri getiremiyorum oysa yanımda olmanı ne de çok istiyorum bilemezsin. Beş yıl önce arşınladığım bu yolu yine aynı duygularla, aynı adam yüzünden yürüyorum baba. Tabi paramparça oluşumun sebebi olan birçok kişi daha var ama asıl kanatlarımı kıran kişi baban. Uçacak güç, savaşmak için azim, yaşamak için umut bırakmadılar. Her yanımı paramparça edip, yoldular. Peki ya şimdi ne yapacağım ben? Nasıl dayanacağım? 7 TEMMUZ 2013 Güvenmiştim. Bu acı kelimenin içerisinde binlerce hayal kırıklığı saklıydı. Hayal kırıklığım tuz-buz olurken, inatla bir araya gelip büyük bir darbe vurdu kaburgalarıma. Kırılan, binlerce parçalara ayrılan kaburgalarım, kaderine isyan ederken kalbime saplandı. Hayal kırıklığım ise etrafa saçılıp büyük bir toz bulutunu oluşturdu. Kaburgalarımın yaptığı darbe canımı öyle çok acıttı ki, tarifi imkânsız bir acıydı bu. Bir anda, hiç beklemediğim anda etrafımı sardı ve beni çektiğim acı ile iki kişilik bir masada baş başa bıraktı. Buraya dedemin beni kabulleneceğine güvenerek gelmiştim ve o benim yanımda değil, karşımdaydı. Ve sanırım hiçbir zaman yanımda olmayacaktı. Uzun bir arayıştan sonra nihayet mezarı bulduğum da tuttuğum nefesimi geri verdim. "Tarık Harman!" Mezar taşını sesli bir şekilde okuduktan sonra babamın yanına gittim. Dizlerimin üzerine çökerken sağ elimi toprağa değdirdim ve okşamaya başladım. Babamın sakalını okşuyormuş gibi sevdim, hafif nemli olan toprağı. Toprağa bulanan elimi burnuma doğru yaklaştırdım ve derin bir nefes alarak özlem duyduğum bu güzel kokuyu ciğerlerime hapsettim. Elimde olsa, içime çektiğim bu kokuyu asla geri solumazdım ama insan olmanın fıtratında vardı, nefes alıp vermek. Elim yeniden toprağı bulurken, sol elim de mezar taşında babamın adının yazdığı yeri okşuyordu. Ne zamandır aktığını bilmediğim gözyaşlarım, babamın toprağını ıslatırken engel olmamaya karar verdim ve yaşadığım zorlukları babama anlatmaya başladım. "Baban, beni istemiyor baba. Kovdu." dudaklarım titremeye başlayınca sustum ve dişlerimi dudağıma geçirip sakinleşmeye çalıştım. Babamın yanında ağlamak istemiyordum. Üzülürdü. Bu yüzden sakinleşmek adına derin bir nefes alıp verdikten sonra devam ettim "İdris ağa köprünün bir tarafında, ben diğer tarafında düşmek üzereyim. Çığlık atıyorum, bağırıyorum beni duysun, ellerimden tutup kurtarsın diye ama duyuyor, kurtarmıyor. Daha ne yapmam lazım baba?" Başımı mezar taşına yasladım ve ufak bir öpücük kondurdum, on bir yıldır hasret duyduğum babama. "Neden geldiğimi söylersem, Kadir onlara zarar verir. Eğer ben o şeytanın inine geri dönersem ben zarar görmeye devam ederim. Halimi görüyor musun? Şimdi sana sımsıkı sarılmak, öpücüklere boğmak varken mezar taşınla, bedenini örten bu cani toprakla avutuyorum kendimi." Başımı kaldırırken, omuzlarımı dikleştirdim "Kabul ediyorum hayırsız bir evladım. Yıllar sonra ilk defa mezarına geliyorum ama bu son olmayacak. Sık sık geleceğim baba. Ben hiçbir yere gitmeyeceğim. Bak! Göreceksin. Karadeniz'den gitmeyeceğim." "Asi?" Gelen sesle, arkamı dönüp adımı seslenen kişiye baktım. Asaf'dı. "Asaf?" dedim şaşkınlıkla. Asaf yanıma gelirken ellerini yana açarak konuştu. "Bu saatte ne işin var burada? Hava kararmak üzere." Başımı önüme eğip "Başka gidecek yerim yok." dedim. Daha bugün tanıştığım biriyle resmen dertleşiyordum. Bir ailem varken, kimsesizdim. Kimsesiz bırakılmıştım. Kocaman bir akvaryumun içinde bir başıma, yapayalnız kalmış, hayata meydan okuyordum. "Var." Başımı kaldırıp yüzüne baktım. "Anlamadım?" diye sordum. Mavi gözleri karanlığın yüz tuttuğu, bu orman karması mezarlıkta parıldarken, gülümsedi "Gidecek bir yerin var." yanıma çömelirken, benimle aynı hizaya geldi "Benim yayla da bir evim var. İçinde hiç kimse yaşamıyor, istersen..." "Hayır!" diyerek sözünü kestim "Ben bunu kabul edemem." "Edemeyeceğin bir şey yok Asi!" yüzü ciddi bir ifadeye büründü "Nerede kalacaksın? Benimle gelmeye mecbursun." "Hiçbir şeye mecbur değilim." diyerek direttim. Asaf ayağa kalkıp babamın mezarına baktı. "Tarık abi çok iyi biriydi, beni oğlu gibi severdi," sonra bana bakıp, konuşmaya devam etti "Aslında senin deden ve benim babam kan kardeşi. Yani kardeş gibiler. Bunları sana anlatıyorum ki bana güven diye." "Nereden bileyim doğruyu söylediğini?" "Haklısın." diyerek doğruladı. Kollarını iki yana açtı. "Tamam kanıtlayayım. Bana istediğini sor." "Tamam." dedim ve ne soracağımı düşünmeye başladım. Öyle bir şey sormalıydım ki soracağım soru, sadece aileden olanların bilebileceği bir şey olmalıydı. Nihayet soracağım soru aklıma geldiğinde onun gözlerine baktım ve bir solukta sordum "Babamın vücudunun neresinde iz var?" Bunu aile dışında kimse bilmezdi. Çünkü babam vurulduğunda yanında sadece Necati amcam varmış ve bu olayı sadece annem, dedem ve amcamlar biliyordu. Bilmesinin imkânsız olduğu bir soru sormuştum çünkü tanımadığım bu adamla gitmek istemiyordum. Bilemeyeceğinin verdiği güvenle gülümsedim. Gülümsedi. "Cevabın yok sanırım." dedim. Gülümsemeye devam ederken "Güzel soru bunu kimse bilemez." dedi ve yeniden yanıma çöktü. "Göğsünün sağ alt kısmında. Nereden baksan en fazla beş santimlik bir ameliyat iziydi." "Nereden biliyorsun?" diye sordum şaşkınlıkla. "Göstermişti." Ayağa kalkıp şaşkınlıkla bakmaya devam ettim. O da ayağa kalktı ve gözlerime baktı. Eminim ki şaşkınlığım düpedüz belli oluyordu çünkü yüzündeki masum tebessüm, alaycı bir tebessüme dönüşmüştü. "Babam sana ameliyat izini mi gösterdi." "Evet." diyerek cevapladı. "Sadece ameliyat izini değil. O kurşunu saklamış, kurşunu da gösterdi ve bana verdi." "Ama neden?" diye sordum şaşkınlığımı daha fazla gizleyemeden, zaten gizleyemiyordum da. Bir adım attı ve yanıma daha da yaklaşırken, mavi gözlerini gözlerimde sabitledi. "Baban beni oğlu gibi severdi. Yalan yok ben de onu babam gibi sever, sayardım." duraksadı. Dudaklarında buruk bir tebessüm var oldu ve önceki masum tebessümü tahtından etti. "O buraya geldiğinde yanından bir an olsun ayrılmazdım. Tarık abi nereye, ben oraya giderdim. Hatta kolların da uyumuşluğum bile var." Başımı sağa sola sallarken "Hala inanmıyorum..." dedim ve ellerimle yüzümü sıvazlayıp yeniden ona baktım. O ise babama bakıyordu. "Benim ona borcum var." dedi aniden ve devam etti "O beni zamanın da çok koruyup kolladı, yanından ayırmadı. Ve sen onun kızısın. Her şeyden önemlisi bir başına kalmış genç bir kızsın. İzin ver Tarık abime olan borcumu ödeyeyim." Başımı aşağı yukarı salladım. Bu onunla gelmeyi kabul etmemin göstergesiydi. Gülümsedi. Yanımızda duran valizimi eline aldı ve mezarlık yolunda bıraktığı lüks, büyük aracına doğru ilerledi. Ben de peşinden gittim ve arabaya bindim. ღ ღ ღ Bahsettiği eve vardığımızda arabayı durdurdu ve indi. Ben evi izlerken kapımın açıldığını hissettim. Sağıma dönüp baktığımda Asaf kapıyı sonuna kadar açmış, inmemi bekliyordu. "Pardon..." diye mırıldanarak arabadan indim ve küçük ama tatlı olan eve baktım. "Sen geç içeriye yerleş, bir güzel de dinlen." Gözlerimi evden ayırıp ona baktım "Bir süreliğine?" dedim. "Bir süreliğine." diyerek cevapladı "Kendine kalacak bir yer bulunca özgürsün." "Teşekkür ederim Asaf." diyerek içtenlikle gülümsedim. Gözlerini kapatıp geri açtı "Lafı bile olmaz." dedi ve arabasına bindi. GÜNÜMÜZ Nihayet babamın mezarını bulduğumda koşar adımlarla yanına gittim ve soğuk mermere, yanına oturdum. Ellerimi hasretle mezar taşına götürüp, okşadım. En çok da adının yazdığı yeri okşadım. Göğüs kafesimde öyle boktan bir his dolanıyordu ki, bu tarifi imkânsız bir şeydi. Tam on dört yıl önce babam, dört yıl önce de annem ölmüştü. Babam Kadir'in kurbanı olurken annem ise bana yaptıklarının ardından benim için ölmüştü. Hem yetim hem de öksüzdüm. Hem sevgisiz hem de kimsesizdim, en çok da sensizim baba. Elimi mezar taşından çekip ellerimi açtım ve en değerlim için dua ettim. Sonra ise elimi yeniden mezar taşında gezdirip, aşağıya doğru kaydırdım ve toprağın üzerindeki pislikleri, kuruyan çiçekleri kopartarak temizlemeye başladım, sanki babamın gömleğini ya da ceketini temizliyormuş gibi. "Yine ben geldim baba!" dedim ve susup dudağımı ısırdım. Sesim öyle çok titriyordu ki, babamın korktuğumu hissetmesini istemiyordum. Derin bir nefes alıp sakinleşmeye çalıştım ve dudağımı dişimin verdiği eziyetten kurtarıp devam ettim. "Beni özledin mi?" Ağlamaya başlamıştım. Oysa ki ağlamamak için ne de çok direnmiştim. Bu korkumun asıl sebebi kimsesiz kalmamdı, hüznümün asıl sebebi ise özlemdi. Babamın beyaz tenine renk katan mavi gözlerine aşkla bakmayı özlemiştim, en çok da ellerimin onun siyah sakalında gezinmesini özlemiştim. Öyle uyurdum. Göğsüne yatar, ellerim ezberlemek ister gibi tüm sakalını gezerdi sonrası ise huzur dolu bir uykuydu. Geçmişi düşünmek sanki yüreğimi bir taşla ezmişti ve bu durum canımı çok acıtmıştı. "Yine senden başka gidecek yerim yok, senden başka kimsem yok." Başımı soluma çevirip önce toprağa bulanan ellerimi birbirine çarparak temizledim ardından da sweatimin kollarıyla gözyaşlarımı temizleyip yeniden babama döndüm. "Kimse bana inanmıyor, güvenmiyor. Bir önce ki gelişimden daha da çaresizim baba. Bana kızmıyorsun değil mi? Onlara sana yapılanı anlatmadığım için. Beni anla baba, burada kalabilmek için, onlardan kurtulabilmek için tek şansım bu." Elim yeniden toprağına giderken, var gücümle sıktım. "Merak etme. Bana güven baba, bana güven. O görüntülerle sadece Kadir'i hapse attırabilirim ve oğulları peşimi bırakmaz, ben hepsini attırmak için elimden geleni yapacağım." Başımı gökyüzüne kaldırdığımda kasveti yüreğimi titretti. Sanki gökyüzü kasvetini içimden almış gibi, gözlerimin odağına düşerken ellerimi babamın toprağıyla doldurdum. Nereye gideceğimi, ne yapacağımı bilmiyordum, Kübra'ya gidip onu da dedemle kötü yapmak istemiyordum. Bir haftadır buradaydım ve bu zaman diliminde yaşadığım olaylar ve karşı karşıya kaldığım kötü durumlar kalbime artçı depremler düşürmüştü sanki. Kalbimin kustuğu acı boğazıma kadar yükseldi ve boğazımı huzursuz ederken sertçe yutkundum. O anda arkamda hissettiğim hareketlenmelerle kaşlarımı çattım. Bakışlarım refleks olarak gökyüzünden inip arkama baktığında sertçe yutkundum. Buradaydı. Peki ama umurunda değilken onun burada ne işi vardı? Açık olan elleri yüzünü sıvazlarken, babam için ettiği duayı bitirmişti ve bakışlarını babamın mezarının üzerinden çekip bana çevirdiğinde gözlerinde hüzün gördüm ama bunu hemen gölgeledi ve hüznün yerini öfke teslim aldı. Burada olduğumdan kimsenin haberi yoktu. Beni mi aramıştı? Yoksa bu bir tesadüf müydü? Yanıma gelmek için birkaç adım atıp durdu ve geçmişi geleceğe taşıyan gözlerini üzerimden ayırmamıştı. Arkasını dönüp biraz ileride olan arabasına doğru ilerledi ve elini arabanın sürücü koltuğunun olduğu taraftaki kapısına koyup açtı. Gideceğini anladığımda dudaklarımı araladım. "Bekle," dedim. "Beni mi merak ettin?" Saçmalıyordum ama beni burada bir başıma bırakıp gitmesini istemiyordum, önceden yaptığını yapıp yalnız bırakmamasını istiyordum. Biliyorum, bu bencillikti ama ne yapabilirdim ki istediğim buydu. Arabanın kapısını tüm gücüyle ittiğinde, çıkan ses mezarlıkta yankılandı. Adımlarını yanıma doğru attı ve ayakkabılarının toprak zeminde ezerek geçtiği yaprakların sesleri kalbimi hızlandırırken yanıma vardı. Beni merak etmiş miydi? Özlemiş miydi? Merak etmiş ol! Özlemiş ol! Lütfen. "Hayır! Tarık abime olan vefa borcumu yerine getirmek için geldim." dedi, sesi öylesine düzdü ki aramıza koyduğu duvarlara darbe dahi indiremiyordum. "Deden, amcaların, herkes seni çok merak etti. Seni arıyorlar." Hüzün dolu bir soluk verip onu izledim. Heybeti gözlerimi doldururken mesafemizi azaltarak duraksadı, sırtını mezarın solunda kalan ağaca yasladı ve kafasını hafif bir açıyla yukarı kaldırdı. "Beni kimse merak etmez," dedim, bana sunduğu hayal kırıklığının azabını çekerken. "Aksine herkes gittiğim için mutlu olmuştur." "Öyle mi?" dedi, sesi hala ifadesizdi. "Kadir ve annene mi döneceksin? Yoksa sevgiline mi?" "Sana her şeyi anlattım." dedim hırsla. "Neden bana inanmamak için çabalıyorsun?" Bakışlarım yüzüne tırmanırken gözlerinde hızla büyüyen öfkeye çarptım ama umursamadım. Çatık, biçimli kaşlarını daha fazlası mümkün değilmişçesine çattı ve dolgun dudakları birbirine bastırması, gamzelerinin varlığını gözler önüne sermişti. "Bana hesap sorma." dedi donuk bir sesle. "Bana hesap sormaya hakkın yok." Üzüldüğüm şey Asaf'ın dilinden dökülenler oldu. Onca yaşadığımız anıları silip, yok sayması ve bende hiçbir hakkı görmemesi ne de çok kırıcıydı. "Haklısın," dedim kabullenerek. "Benim sana hesap sormaya hakkım yok ama senin var değil mi! Hatta sen bana istediğini diyebilirsin ama ben sana diyemem, çünkü buna hakkım yok. Bağırıp, çağırabilirsin. Kalbimi parçalara ayırıp bana eziyet edebilirsin ama ben yine hiçbirini yapamam. Haklısın." Sırtını ağaçtan çekip, doğruldu. Gözleri gözlerimden sıyrılıp babamın toprağını avuçlayan ellerime kaydığında öyle bir yutkundu ki o ses kalbimi kafesleyen duvarlara çarptı. "Aynen öyle!" dedi, sıktığı dişlerinin arasından çıkan sesi sinirini haykırıyordu. "Çünkü bu hikâyede ki tek suçlu sensin." "Tamam," diyerek yine kabullendim. "Peki ya bugün yaşananların suçlusu kim Asaf?" "Bugün yaşananlar derken?" "Simge'nin. Pardon! Sözlünün konağa gelip ikimizin hakkında ileri geri konuşarak dedemle aramı bozmasından bahsediyorum." Çatık olan kaşları doğal halini alırken, dudakları şaşkınlıkla aralandı. "Simge konağa mı geldi?" diye sordu, yüzündeki ifade sesine de yansımıştı. "Haberin yok muydu?" "Yoktu." Ayağa kalkıp yanına gittim ve önünde durup olanları kısaca anlatmaya başladım. "Sözlün konağa geldi ve bana kevaşe dedi. Yaylada ki evde bizi görmüş, korkma seni baya savundu." Duraksadım, gözlerim dolmuştu. Derin bir nefes alarak göz yaşımın akmaması için direndim ama olmadı, gözyaşım özgürlüğe adımını atıp yanağıma süzüldü. "Tam dedemle aramı düzeltmiştim biliyor musun? Halam artık benimle konuşuyordu. Ben bugün çok mutluydum Asaf! Sırf dedem gazete okuduğu için o sesi çıkmayan aptal televizyonu izlerken bile mutluydum çünkü yanımda aile bildiğim insanlar vardı. Şimdi ise buradayım, babamın yanında." Onunda gözünden bir damla yaş düştü ve aniden başını sağına çevirip gözyaşını elinin tersiyle temizledi. Birbirine bastırdığı dişlerinin arasından "Simge... Simge..." dedi, sesi hırıltılı çıkmıştı. "Ne yapıyorsun sen?" "Ona kızma Asaf..." başımı önüme eğip parmaklarımla oynadım. "Sonuçta bu yaşanılanların tek sorumlusu benim. Aranızı bozmak istemem..." "Başlarım böyle araya!" diye bağırdı, yumruğunu ağacın gövdesiyle bütünleştirirken. Arkasını döndü ve demin ağaca yumruk attığı elini saçlarından geçirdi. Oldukça sinirli görünüyordu. "Ben Simge'yle konuşacağım" "Gerek yok," dedim kırık dökük bir sesle. "Sen haklıydın ben bunları sonuna kadar hak ediyorum." "Bayiliysun boş gonuşmaya! Riv riv etma!" diyerek yüzünü yeniden bana döndü ve kısa bir süreliğine gözlerime bakıp, başını sola yatırdı, gözlerini kapatarak derin bir nefes aldı. Onun söylediği şey üzerine omzumu silktim ve aramızdaki mesafeyi bozmamaya özen göstererek bir adım gerileyip ona bakmaya devam ettim. Gözlerini açıp babama baktı ve ardından aramızda açtığım mesafeyi iki adım atarak en aza indirdi, gözlerime baktı. "Dediğim gibi ben evleneceğim kızla, sözlümle konuşacağım." Yine acıtmıştı canımı. Yine paramparça etmişti ona hissettiğim tüm duyguları. Her seferinde canımın bu denli çok acımasına anlam veremiyordum, zaten bildiğim şeyleri söylüyordu ve her söylediğinde bir öncekinden daha çok kanıyordu yüreğim. Bitti Asi! Verdiğin savaşın artık hiçbir hükmü yok. Sustum. Ne diyebilirdim ki? Ne sevdiğim adama mutluluklar dileyebilirdim ne de onun adına mutlu olduğumu söyleyebilirdim çünkü değildim, değilim. Artık vazgeçiyorum. Şunu çok iyi biliyorum ki vazgeçmek sadece zayıflık değil, bazen bırakacak kadar güçlü olmak da gerekir. Belki çok güçlü bir kız değilim ama olabilirim. Ben Kadir'le, annemle baş etmiş biriyim Asaf'a duyduğum aşkla mı baş edemeyecektim... "Neden bana değil de buraya geldin?" diye sordu, sesi acı çekiyor gibiydi. Sorduğu soru karşısında şaşırırken anlam verememiştim. Ya ne dediğini bilmiyordu ya da benim duygularımla oynamaya çalışıyordu ama artık sıra bendeydi. "Sen benim neyimsin ki?" diyerek alay dolu bir sesle sordum. Kaşları çatıldı, alnında ki çizgiler derin bir yol halini aldı. "Hiçbir şeyin.," dedi, kalbimi acının eşiğinde bıraktığından habersiz bir şekilde. "Ve sen de buraya geleceğini tahmin edebileceğimi bildiğin için buraya geldin, seni bulayım diye." "Kendini ne de çok önemsiyorsun?" "Senin gözlerinden bakıyorum." "Hayır Asaf Alkan!" dedim ve geriye doğru bir adım daha attım. "Eğer gerçekten de kendine benim gözümden bakıyor olsaydın senden tiksindiğimi, nefret ettiğimi görürdün." Yalandı. Onu hala tarifi imkânsız bir şekilde seviyordum. Öyle çok seviyordum ki; o mutlu olsun diye mutsuz olmayı göze alabiliyordum. Bırakıyorum artık sevgilim. Senin güvenin için, aşkın için savaşmayı bırakıyorum. Artık bunu çok iyi anladım sevgilim, sen bana yar olmayacaksın ama ne yalan söyleyeyim yüreğimde bir kum tanesi kadar da olsa hala umut var. Önceden tüm yüreğimi kaplıyordu, artık kırıldıkça küçüldü, biliyorum bir zaman sonra bitecek ama umut güzel şey be sevgilim... sevdiğim... Gözlerim onun gözlerinin altında erirken yutkundum ve başımı önüme eğip gözlerimi kapattım. Gözlerime yükselen gözyaşlarımı akıtmamak için direndim, o an yüreğimde dayanılması güç bir acı oluştu, sanırım kalan umudum da intihar ediyordu. Sonra bu acı damarlarımda yol aldı ve vücudumun her zerresini acıttı. Babam hayaller, bir insanın geleceğidir. Asla hayal kurmaktan vazgeçme derdi. Benim hayallerim ise bir uçurumun tepesinden düştü ve geleceğim bir toz bulutu olup, yok oldu. "Asi'yi buldum Murat abi." Asaf'ın sesiyle bakışlarımı yüzüne kaldırdım, telefonla konuşuyordu. Gözlerinde anlamsız bir ifade vardı. Hem sinirli gibiydi hem de üzgün görünüyordu. "Tarık abinin mezarının başındaydı... Tamam. Konağa getiriyorum." Dedi ve telefonu kapatıp cebine geri koydu. Tam ağzını açmış bir şey söyleyecekti ki konuşmasına izin vermeden ben konuştum. "Seninle hiçbir yere gelmiyorum." Dedim, kendimden emin bir şekilde. "Hadi! Uzatma da bin arabaya." Dedi ve arabasına doğru yürüdü. Bende onu takip edip peşinden ilerledim ve arabanın yanına vardığımızda arabaya baktım, ardından da Asaf'a. Sonra sırtımı ona dönüp mezarlığın çıkışına doğru yürümeye başladım. Asaf ise peşimden bağırıyordu. "Asi! Asi! Bu saatte nasıl gideceksin konağa! Kız başına, başına bir şey gelir!" Ben onu duymamazlıktan gelerek yürümeye devam ettim. Birkaç saniye sonra ise kolumda bir ağırlık hissettim ve birden ardıma döndürüldüm. Karşımda Asaf'ı görünce kendimden emin bir şekilde ona baktım. "Sana diyorum kızım! Duymuyor musun?" "Duyuyorum," dedim ve gözlerimi belerterek onun sinirden kızarmış gözlerine baktım. "Ama duymamazlıktan geliyorum." "Güzel!" dedi öfkeyle. "Hadi geç arabaya!" "Asaf?" dedim sorar bir ses tonuyla. "Anlamıyor musun seninle hiçbir yere gelmeyeceğim. Dedemin beni istemediği o eve de dönmeyeceğim." "Deden mi istemiyor seni?" "Evet!" "Sen gittikten sonra adamın tansiyonu düşmüş. Necati abi aradı, abimlerle yanına gittik. Torunumu bulun, evine geri getirin deyip durdu. Yaşlı başlı adamı üzmekten de mi korkmuyorsun?" Şaşırmıştım. Dedem beni mi düşünmüştü? Gittiğim için üzülmüş müydü? Belki de ona haykırarak söylediğim gerçeklere güvenmişti ve beni bir başıma bırakmak istemiyordu. Elimi kalbime götürüp, başımı gökyüzüne kaldırdım ve yaradana şükrettim. Sanırım artık dedemle aramda duran buzdan duvarlar yok oluyordu. "Yeter bu kadar inat! Arabaya geç." Elimi göğsümden indirip Asaf'a öfke dolu gözlerle baktım. "Ben kendim giderim dedim!" diyerek bağırdım ve birkaç adım atarak dibine kadar girdim. Aramızda yaklaşık beş santim vardı, çok yakındık. "Dedem bana güvenmişken, yeniden güvenini kaybetmek istemiyorum. Hele ki evleneceğin kızın ağzına meze olmak hiç istemiyorum." "Dellendirme beni! Ne..." "Yeter!" diyerek konuşmasını, hatta beni azarlamasını böldüm. "Ben gerçekten çok yoruldum. Sözlün de, ailende, sende benden uzak durun. Beni daha fazla yaralamayım." Dedim ve ardımı dönüp yürüdüm. Dakikalardır tutmak için büyük çaba harcadığım gözyaşlarım toprakla buluşurken, ardımda en büyük gözyaşımı, Asaf'ı bırakarak patika yolda güçsüz adımlar attım. Her an oturup bağırarak ağlayabilecek bir haldeydim. Az önce sevdiğim adamın benden uzak durmasını istemiştim oysa bir anlık öfkeyle çıkmıştı dudaklarımdan. Onsuz yapamazdım ki! "Bezdum da bezdum! Atun beni ha bu uçurumdan aşağıya da kurtulayım." Ardımdan bağırmasıyla durmak istedim ama yapamazdım. Durursam beni daha fazla kıracaktı, daha çok yakacaktı canımı. Ellerimle gözyaşlarımı temizledim ve adımlarımı daha da hızlandırdım. Tek isteğim ondan bir an önce uzaklaşıp, dedemin güven veren gölgesine sığınmaktı. Başımın dönmesi ile durdum ve gözlerimi kapatıp başımı ovaladım ama geçmemişti. Dört adım atarak soluma doğru yürüdüm ve elimi ağacın gövdesine yaslayarak dedem yerine ağaca sığındım. "Asi!" Asaf'ın sesi kulaklarımda çınlarken gözlerim her yeri bulanık görüyordu. Daha fazla ayakta kalamayacağımı anladığımda her şeyi seyrine bıraktım ve bedenimi bir bilinmezliğe bıraktım. Bedenim toprakla buluşurken başım sert bir şeye çarptı ve dayanılması güç bir acı hissetim. "Asi!" Asaf'ın sesinde endişe naraları dolanıyordu. Korku köşeye pusmuş, hüzün dolanıyordu. Gözlerimi zar zor araladığımda bana doğru koşuyordu, sonrası ise ucu bucağı belli olmayan karanlık. BÖLÜM SONU ✾✾✾ Sizi Seviyorum yeni bölümde görüşene kadar kendinize iyi bakın. Yorumlarınızı heyecanla bekliyor olacağım. İnstagram: @guverce İnstagram Hikaye: @busrademirkitaplari Threads: @guverce |
0% |