Yeni Üyelik
2.
Bölüm

『Savaşın Eşiğinde』

@guverce

『Savaşın Eşiğinde』

Güne yine her zamanki gibi salondan gelen yoğun sesler nedeniyle uyanarak başlamıştım. Yine hararetle bir şeyler konuşuluyordu ve annemin sesi oldukça endişeli geliyordu. Gözlerimi sıkıca kapatıp soluma döndüm ve duvarda duran saate baktığımda daha sabahın yedisi olduğunu görünce ağlamamak için kendimi tuttum. Bu saatte bu kadar önemli ne olabilirdi ki?

Gayri ihtiyari bir şekilde yataktan kalktım ve gecelik elbisemle odamdan çıkıp salon tarafına geçtim.

“Daha ne kadar bekleyeceğiz?” diye soran babamdı. Sesindeki öfke tınısı, hüznüne de ayak uyduruyordu. “Daha kaç Shadows ölecek Aurelia?”

“Bundan mutlu olduğumu falan mı sanıyorsun?” diyen annem olmuştu. Annemin sesi titriyordu.

“O zaman engel olma!” diye bağırdı babam. Hızla içeriye girdim ve kapının önünde durarak onları izledim. Elysia Teyzem ve Ishtar amcam ayakta, şöminenin önünde duruyordu. Annem tekli koltukta oturmuş babamı izlerken, babam ayakta annemin karşısında duruyordu. “Okulun açılmasına bir hafta kaldı ve her gün yeni bir Shadows ölüyor.”

Annem, bıkkınlıkla babama baktı. “Kaldar?” dedi sakin bir şekilde. “Yüzyıllardır olan bir şey bu ve ne kadar çok bitirmeye çalışsan da bitmeyecek.”

Ishtar amcam bir adım atarak babama yaklaştı ve elini omzuna koyup dostane bir şekilde sıktı. “Shadowslar, Luminarsları yüzyıllar önce katletti ve bu kaçınılmaz bir şeydi Kaldar. Bizim amacımız Shadowsları korumak olmalı, ölümcül karanlık büyüleri kullanmak değil.”

Elysia Teyzem başını onaylar anlamda aşağı yukarı salladı. “Ishtar haklı Kaldar,” dedi ve durgun bir şekilde devam etti. “Zamanında engel olmaya çalıştığında Büyükoruyucu Büro Başkanlığından atıldın, biz üzerimize düşeni yapalım yeter.”

“Bu sefer öleceğimi de bilsem durmayacağım.” diye bağırdı babam ve Ishtar amcamı önünden iterek kapıya doğru yöneldiği sırada beni görünce durdu ve çatık olan kaşları düştü. "Sen ne zamandır oradasın hayatım?"

"Shadowsları mı katlediyorlar?" diye sordum kendime engel olamayarak. Herkes bana dönerken, annem başını önüne eğip ellerinin arasına aldı ve susmayı tercih ederken babam dolu gözlerle, yeşil gözlerime baktı. Dudaklarımı büktüm. “O geri mi döndü baba?”

Babam bir kaç adım daha atarak yanıma geldi ve sol elimi ellerinin arasına alıp elimin üzerini okşadı. “Merak etme Lena, halledeceğim.”

“Ya ölürsen?”

“Bu her girilen savaşta bir ihtimal Lena,” dedi ve dolu olan gözleri bir anda parıldarken, umut verircesine baktı gözlerime. “Ve kim olursak olalım Shadowsların ölümüne sessiz kalamayız. Burada hep birlikte yaşıyoruz ve sırf onlar asil bir kan taşımıyor diye ölmek zorunda değiller.”

“Biliyorum,” dedim gözlerimden istemsizce akan gözyaşına engel olamadım ve başımı önüme eğerek babamın ellerinin arasındaki elime, bileğimdeki damla şeklindeki yara izine baktım. Babamda benim gibi bileğimdeki ize baktı ve omuzlarını düşürdü.

“Ne düşünüyorsun?” diye sordu.

“Bu iz…” dedim ve bakışlarımı yeniden babamın gölgelenmiş, ruhsuz bakan kahverengi gözlerine çevirdim. “Bunun yüzünden bana zarar verebili…”

“Hayır!” diyerek sözümü kesti babam ve parmaklarını yara izime götürüp nazik bir şekilde okşadı. “Darkthorn asil kanlara, Luminarslara asla zarar vermez.”

“Ama onun gücünü taşıyorum baba.” dedim ve başımı hayır anlamında sağa sola salladım. “Gücünü geri almak isteyecek.”

“İstese de alamaz Lena.” diyerek yanımıza gelen Ishtar amcama baktım. Gözlerinde karanlık bir ifade vardı ama en önemlisi ise hepsinin gözlerinde çaresizlik vardı. “O gün babana uyguladığı karanlık büyü, amacı ondaki karanlık büyüleri alarak gücüne güç katmaktı ama asanın sana isabet etmesi sonucu küçük bir çocuk ve daha henüz güçsüz olduğun için büyü ters tepti ve sana gücü geldi. Şu an hala ondan güçsüzsün ve onunla eşit bir güce sahip değilsin, o daha da güçlendi.”

“Shadowsları bu yüzden öldürüyor,” diyen annem olmuştu. Hızla bakışlarımı anneme çevirdim, annem de başını ellerinin arasından kaldırıp parlak yeşil gözleriyle baktı. “Onları öldürüp güçlerini emiyor ve kendi gücünün üzerine ekliyor.”

Ishtar amcam elini koluma koyup sıvazladı. “Luminars olan biri luminars olan birinin güçlerini ememez. Ancak öldürebilir ama seni öldürmesi de ona hiçbir şey katmaz Lena.”

“Ya öldürürse?”

“Öldürmez.” dedi babam katı bir ses tonuyla. “Beni de öldürmez.”

“Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun baba?”

Gözlerindeki ifade kararlılığının üzerinde durdu. “Yüce Merlin üzerine yemin etti. Asla asil kanlara zarar vermeyeceğine dair.”

Geçmişi anımsadım ve başımı daha da dikleştirirken, elimi ellerinin arasından çektim. “O gün o zaman seni de öldürmek zorunda kalırım dedi baba. Madem öyle bir şey yapmaz neden öyle dedi?”

“O gün öldürebilirdi ama yapmadı Lena. Öldürme büyüsü değil, güç büyüsü uyguladı. Beni güçsüz bırakmak istedi.”

Anneme baktım ve gözlerindeki korku beni etkisiz bıraktı. Başını dikleştirdi ve ayağa kalkıp yanıma geldİ. Ellerini saçlarıma koyup nazik bir şekilde okşadı. “Baban haklı hayatım, sen merak etme.”

“Babam haklıysa neden korkuyorsun anne?”

“Benim korkum Lord Darkthorn için değil, diğer ruhhücümkarlar için.”

“Onlar babamı öldürebilir mi?” diye sordum, sesim oldukça az çıkmıştı.

Başını olumsuz anlamda sağa sola salladı. “Güçleri yetmez ama ne olacağı da belli olmaz hayatım.”

Başımı anladığımı belli eder şekilde aşağı yukarı salladım ve başımı yere eğerek akmak için büyük çaba harcayan gözyaşlarımı sakladım. “Aria’nın yanına gidebilir miyim?”

“Tabiki de!” dedi annem ve elini geri çekti. Kimsenin yüzüne bile bakmadan hızla salondan çıktım ve odama girip, kapıyı ardımdan kapattıktan sonra gözyaşlarımı akıttım.

Dokuz yıl önce Darkthorn evimizi basmış ve babam shadowsları yani annesi ve babası büyü olmayan, asil kan olmayan büyücüleri koruduğu için düşman olmuştu. Hatırladığım kadarıyla annesi ve babası shadows büyücüler tarafından öldürülmüştü ve intikamını almasına rağmen durmak istememişti.

O gün büyü yaptığı esnada babamın asası yanında olmadığı için, korumak için babamın önüne geçmiştim ve babamı klonlayarak Darkthorn’la savaşmasını sağlamıştım ama o sırada Darkthorn’un yaptığı karanlık büyü bana denk gelmişti. Babama gücünü kendine geçirebilceği bir büyü yapmıştı ama büyü bana denk geldiği için ve ben daha yedi yaşında ve küçük, güçsüz bir çocuk olduğum için büyü ters tepmiş Darkthorn’un gücünden bana geçmişti. O büyüyü yaptıktan sonra Darkthorn güçsüzleşmiş ve bitkin düşmüş. Sonrasında karanlık ruhlar tarafından evden çıkarılmıştı. Tam dokuz yıldır adı hiç duyulmuyordu ve ortalıkta yoktu. Babamlar güçsüzleştiği için ortalıkta olamayacağını söylemişti ama anlaşılan shadowsları öldürdükçe güçleniyordu ve artık ortaya çıkmıştı.

Ve yine emindim ki ailem tehlikedeydi.

Hızla üzerime siyah deri, yırtmaçlı bir büyücü elbisesi giydim, yanıma da asamı alıp hala içeride konuşan annem, babam, teyzem ve babamın en yakın dostu Ishtar amcaya görünmeden hızlı bir şekilde evden çıktım.

Koşar adımlarla Celestia sokaklarında yürürken, sabahın daha erken saatleri olduğu için pek kimsenin olmamasına karşın dikkatli bir şekilde etrafıma bakınarak ilerledim. Etrafta Büro görevlileri ve seherbazlar vardı.

“Bayan Lena!” diye seslenen birinin sesini duydum. Hızla arkamı döndüğümde Bay Sylas’ı gördüm ve gülümsemeye çalıştım. “Bay Sylas merhaba.”

“Merhaba.” dedi ve gülümseyerek karşılık verdi. “Daha çok erken, bu saatte nereye gidiyorsun? Ben de size geliyordum.”

“Babamlar evde ben de arkadaşıma gidiyorum.”

“Bay Darkraven’ın haberi olduğunu düşünüyorum?”

Başımı olumlu anlamda aşağı yukarı salladım. O da aynı şekilde karşılık verdikten sonra bizim eve doğru ilerlerledi. Ben de yoluma ilerlerken beni tanıyıp selam veren herkese karşılık verdim ve nihayet kimsenin pek uğramadığı tepede kalan ormanlık bir alana geldiğimde durdum ve çimenlerin üzerine oturarak denizi izledim.

Her ne kadar meraklı olsam, her şeyi bilmek istesem de Lord Darkthorn’dan korkuyordum ve onunla ilgili bir şeyleri öğrenmek beni ürkütüyordu. Derin bir nefes verdim ve dizlerimi kırıp, karnıma doğru çektikten sonra kollarımla bacaklarımı sardım ve başımı da dizlerime yaslayıp öylece denizi izledim.

Denizi izlemek huzur veriyor, biraz olsun gerçekliklerden uzaklaşmamı sağlıyordu.

Babamın söylediklerini düşündüm.

Düşüncelerime engel olamıyordum.

Darkthorn’un asla luminarslara zarar vermeyeceğini söylemişti ama Ruhhücümkarlar için aynısını söyleyemiyordu ve sanırım onları korkutan da buydu. Drakthorn’u yedi yaşlarımdayken görmüştüm, gördüğümde de başını kapatan şapkalı bir pelerin, ağzını kapatan da bir maske vardı. Beyaz tenliydi ve karanlığın gölgelediği kahverengi gözlere sahipti. Sanırım babamların korkusu da benim peşime düşebilme ihtimalleriydi, sonuçta onun gücünü emmiştim ve şuan sahip olduğum güç ondan da bir parça taşıyordu. Benim ise korkum annem ve babamın zarar görmesi, ölmeleriydi. Annem ve babam ne kadar çok bunun zıttını söylese de korkuyordum.

Emin olmanın tek yolu Orakon’du.

Orakon geçmişi ve geleceği görebilen, olacaklara hakim olan yarı insani bir cindi. Aynı zamanda tehlikeliydi. Büyü bakanlığına çalışır ve çok lazım olmadıkça ona bilgi sorulmazdı.Eğer öfkelenirse kara büyü uygular ve uyguladığı kişiye birkaç dakika içerisinde müdahale edilmezse o kişi olürdü. Bu yüzden annem Orakon’un yanına asla yalnız girmezdi.

Benim başka çarem yoktu…

Kime dersem diyeyim kimse Orakon’un yanına girmeme izin vermezdi ama iiçimin rahatlaması için buna ihtiyacım vardı.

Aniden etrafı siyah bir toz bulutu kapladı, hızla başımı bacaklarımdan kaldırdım ve toz bulutuna baktığımda hafifçe yok olmaya başladı ve içerisinden omuzlarına kadar uzanan siyah saçları olan, koyu yeşil gözlere sahip, siyahların hükmettiği bir büyücü kıyafeti giyen bir adam var oldu. Adamı görünce kaşlarımı çattım ve sorar gözlerle baktım.

Adam karşlarını yukarıya kaldırdı ve dudaklarında bir tebessüm var olurken yanıma gelip önümde durdu. “Umarım rahatsız etmiyorumdur?” dedi. Sesi kalın ve sertti.

Hızla ayağa kalktım ve adamın karşısında yerimi alırken “Hayır,” yola doğru bakındım. “Ben gidecektim zaten.” dedim ve geldiğim yöne doğru yöneldim.

“Shadowssunuz galiba?” diye bağırdı ardımdan.

Arkamı döndüm ve meraklı gözlerle bana bakan adama baktım. “Luminarsım.”

Eli ile yolu gösterdi. “Yürüyorsunuz.”

Kıyafetimin içinden asamı çıkarttım ve nazik bir şekilde salladım. “Yürümeyi tercih ediyorum.”

“Anladım,” dedi ve gülümseyerek elimdeki asaya baktı. “O zaman büyücülük okulunda öğrencisiniz ve daha surmon zephyrı öğrenmediniz.” beni baştan aşağı süzdü ve dudağını büzerek konuşmaya devam etti. “Ama büyük görünüyorsunuz zephyr üçüncü sınıfta öğretilen bir hızlanma büyüsüdür.”

“Dördüncü sınıfım ve dediğiniz büyüyü biliyorum.”

“O zaman bu yaptığınız tam shadowsluk bir hareket.”

“Olabilir,” diyerek umursamaz bir şekilde konuştum. “Çok fazla o ırktan arkadaşım var. Alışkanlık olmuş olabilir.”

Çarpık bir şekilde gülümsedi ve sağ elini uzattı. “İsminiz nedir?”

Ben de sol elimi uzatarak karşılık verdim ve elini tuttuğumda, elinin soğukluğu tüylerimi ürpertti. Adamın gözlerinin içine baktım. “Adım Lena, Lena Darkr-”

Soy adımı söyleyerken yarısını söylediğim anda bugün konuşulanlar aklıma gelince sustum ve dudağımı ısırarak adama baktım. Kaşları çatılırken, gözleri derin bir düşünceye düştü ve boğuk bir sesle konuştu. “Evet,” dedi sesindeki tını meraklıydı. “Lena Dark…?”

“Adım Lena. Sadece Lena.”

Kaşları normal bir hal alırken gülümsedi. “Anladım, soylu bir aileniz var ve söylemek istemiyorsunuz.” dedi, elimi sıkmaya devam ederken kendini tanıttı. “Lysander. Sadece Lysander.”

“Sen de mi söylemeyeceksin?”

Elini nazik bir şekilde geri çekti ve muzip bir ifadeyle baktı. ”Ben senin hakkında ne kadarını bilebiliyorsam, sen de benim hakkımda o kadarını bileceksin Lena.”

Gülümsedim. “Anladım.”

“Tanıştığımıza memnun oldum.”

“Ben de Lysander.” dedim ve asamı nazik bir şekilde Lysander’ın gözlerinin içine bakarak salladım. “Surmon zephyr!” dedim ve yaptığım hızlanma büyüsüyle Kayıp Tapınak’a doğru ardımda parlak yeşil bir toz bulutu bırakarak gittim.

Kayıp Tapınak’ın önüne geldiğimde büyük bir toz bulutu oluştu, ardından yavaşça kaybolduğunda derin bir nefes alıp vererek içeriye girdim. İçerideki sadece üst yetkili, görevlilerin girebilmesinin izin verildiği kapının önüne geldim ve kapının önüne bekleyen cine baktım.

“Merhaba Zirak beni hatırladın mı?” diyerek heyecanla Zirak’a baktım. Orakon’un içerisinde olduğu odanın kapısını koruyan cinin adı Zirak’tı.

“Bayan Darkraven, buyurun?” dedi ince, tiz ve ürkütücü sesiyle.

Başımı önüme eğdim, “Beni annem, Bakan Aurelia gönderdi. Shadowsların ölümüyle ilgili sormam gereken bir kaç şey var. Annem, Orakon’a sormamı söyledi.”

Parmağını şıklattı ve hızla yere düşen kağıtlara göz gezdirdikten sonra kendi kendine bir şeyle rmırıldandı ve hızla bana dönüp elini şıklatarak kağıtları yok etti. “Sayın Büyü Bakanımız Bayan Aurelia bize böyle bir şeyi bildirmemiş efendim.”

“Evet,” dedim hızla. “Annem daha henüz bakanlığa gidemedi. Evde babam ve diğer büyücülerle konuşuyor.”

“Anlıyorum ama bize bildirilmeyen kimseyi içeri alamayız, biliyorsunuz. Bekleyin lütfen hemen sorup geleceğim.”

Tam parmağını şıklatacağı esnada “Bekle!” diye bağırarak gitmesine engel oldum. “Bak Zirak, annem evde ve öldürülen Shadowslarla ilgili toplantı yapıyorlar. Ben de o konuyla ilgili bir şeyi sormam lazım. Annem hemen gidip, dönmemi söyledi. Bana inanmıyorsan toplantısı bittikten sonra sorabilirsin?”

Başını önüne eğdi ve kenarıya çekilirken kapıya yaptığı büyüyle benim dört katı büyüklüğümde olan zümrüt ve elmaslarla süslenmiş tahta kapı hızla açıldı. Bunu annem öğrendiğinde bana çok kızacaktı ama içim başka türlü rahatlamayacaktı. Korkarak içeriye girdim ve herşeyi bilen, tüm sırları çözen dumanın içerisinde yaşayan yarı cin, yarı insan olan bilgeye doğru ilerledim. Yanına geldiğimde yerde belirlenen çizginin üzerinde durdum, daha fazla yaklaşmak yasaktı. O izin vermedikçe bir adım bile yaklaşılmazdı. Korkarak ona baktım, arkası dönüktü ve gözlerinden kırmızı bir ışık yayılıyordu.

“Orakon?”

“Hım!” dedi garip bir ses tonuyla ve gözlerindeki ışık söndü. “Ben de seni bekliyordum Lena.”

“Beni mi bekliyordun?” diye sordum şaşkınlıkla.

“Evet,” dedi sesi çok fazla boğuktu ne dediği çok zor anlaşılıyordu. “Annen ve baban senin için endişeleniyor. Sen de onlar için endişeleniyorsun.”

Başımı onaylar anlamda aşağı yukarı salladım. Gözüm bileğimdeki damla şeklindeki yara izine takıldığında derin bir nefes verdim. “Bunun kehanetini sen anlatmıştın bize. Tüm büyücüler bu izin neden bedenimde kaldığını araştırırken babam beni sana getirmişti ve anlatmıştın.”

Güldü. “Evet.” dedi ve hızla arkasını dönüp parlak büyük kırmızı gözleriyle bana baktı. “Lord Darkthorn’un gücünü aldın ve daha da güçlü bir büyücü oldun. Bu iz de onun gücü.”

Başımı yine aşağı yukarı salladım.

“Ne istediğini söyle Lena?”

“Neyi duymak istediğimi biliyorsun Orakon?”

Güçlü ve keskin bir ses tonuyla konuştu. “Söylemen gerekiyor.”

Yutkundum ve tüm cesaretimi toplayıp, onun kırmızı gözlerine korkulu bir ifadeyle baktım. “Annem ve babamı Darkthorn mu öldürecek?”

“Hayır, hayır Lena.” dedi ve düşüncelere daldı. Yeniden gözlerinden süzülen kırmızı ışık süzmesini izledim ve onu dinlemeye devam ettim. “Lord Darkthorn, babanı da anneni de öldürmeyecek ama bu zarar vermeyeceği anlamına gelmiyor. Baban çok güçlü bir karanlık büyücü ve Darkthorn’da öyle. İkisinin de ortak noktasınının neden bu olduğunu biliyor musun?”

“Hayır.” dedim hiç beklemeden.

“Babanı Darkthorn’un büyük dedesi yetiştirdi. Evrenin en güçlü büyücüsüydü ve o da Lord’du. Karanlık büyüleri kullanabilen tek büyücüydü.”

Kaşlarımı çattım. “Babam zamanında bu yüzden mi ailesini katleden shadowsları öldürmesine göz yumdu?”

“Minnet Lena,” dedi ve gözlerinin parlaklığı söndü, daldığı düşüncelerden çıktı ve yine bana baktı. “Minnet zehirdir Lena.”

“Peki diğer ruhhücümkarlar öldürebilir mi?”

“Tek bir soru sorabilirdin ve sordun!” dedi sert bir ses tonuyla.

Başımı önüme eğdim ve dudaklarımı birbirine kenetledim. Orakon’u sinirlendirmemem gerekiyordu, sonuçta buraya bir başıma girmiştim ve yanımda karanlık büyü bilen başka biri yoktu.

Arkamı döndüm ve kapıya doğru ilerlediğim sırada ardımdan bir şeyler söyledi.

“Görüyorum, evet görüyorum Lena.” dedi. Duraksadım ve arkamı dönmeden onu dinledim, o sırada görüş alanıma giren Ishtar amcama baktım, o da kaşları çatık, oldukça öfkeli bir yüz ifadesiyle bana bakıyordu. “Tehlike ardında, çok yakınında. Çok yakında sana gelecek.”

Orakon’un söyledikleriyle sol bileğimdeki yara izim yandı ve sağ elimi bileğime götürüp ovaladım. Bedenimi esir alan korkuya teslim olacağım sırada, “Dışarıya çık Lena!” diye bağıran Ishtar amcamın sesiyle donuk bir şekilde ona baktım. “Çık dışarı!” dedi yeniden dişlerini sıkarak.

Başımı önüme eğdim ve gözpınarlarımdan istemsizce süzülen gözyaşımı ardımda bırakarak kapıya tıklattım. Kapı açıldığında ardımdan öfkeyle bir şeyler söyleyen Zirak’ı dinlemeden Kayıp Tapınak’tan çıktım ve dışarıya çıktığımda derin bir nefes alıp ardınsıra gözyaşlarımı akıttım.

Korkuyordum.

Darkthorn babam ya da annem için değil, benim için dönmüştü.

Gücü için dönmüştü.

Ruhuma ve bedenime hapsettiği kehanet için dönmüştü.

SON

Sizce Lord Darkthorn ne için döndü ve hala neden Shadowsları öldürüyor?

Sizce Lena'ya zarar verecek mi?

Lena, Darkthorn'la savaşabilecek mi?

Loading...
0%