Yeni Üyelik
3.
Bölüm

♯1. BÖLÜM♯

@guverce

BİRİNCİ BÖLÜM: Dostluktan ötesi kardeşliktir.

Aşkın hüküm sürdüğü diyarlarda ben yalnızlığa oynuyordum.

Yalnızlığın çaresizlikle savaştığı evrende ben kalabalığa koşuyordum.

Aylar önce gitmek zorunda kaldığım İstanbul’a bugün dönüş yapmıştım ve tam dört ay önce herkes yanımdayken bugün yanımda kimse yoktu. Haklılardı, hak veriyordum. Kimseye haber vermeden gitmiştim ve sadece Alya’ya kısa bir mesajla gittiğimi haber vermiştim.

Ve yine kimseye haber vermeden dönmüştüm.

Bir uçurumun tepesinde arabama yaslanmış bir vaziyette mavi ve huzur veren denizi izliyordum. Ne yapacağımı, nereden, kimden başlayacağımı bilmiyordum. Hoş zaten kimden başlasam, ne yaparsam yapayım ağzıma her türlü sıçılacaktı. İhtiyari bir hareketle telefonumu arka cebimden çıkarttım ve kilidini açtıktan sonra rehbere girip kısa bir süre rehberde gezindim, tek istediğim daha az kızabilecek birini aramaktı. Rehberde sona geldim ve yine en yukarıya çıkıp rehberimde “Ayaz (Mal Herif)” olarak kayıtlı olan kişiyi aradım. Ayaz yaklaşık beş yıldır en yakın dostlarımdan biriydi. Gerektiğinde ben onun için ölümlerden dönmüştüm, bazen de o.

“Efendim?”

Uzun bir zaman sonra Ayaz’ın sesini duyduğumda buruk bir şekilde gülümsedim, gözlerim dolmuştu. “Ayaz’ım?”

Kısa bir süre sessizlik oluştu ve ardından titreyen sesiyle konuştu. “Ezra’m, sen misin lan?”

“Benim kardeşim.”

“Neredesin lan sen orospu çocuğu!” diye bağırdı.

Gözpınarlarımdan birkaç damla gözyaşı tam süzülecekken, hızlı bir atakla sildim ve sakin kalmaya çalışarak konuştum. “Kanka bizimkiler yanındaysa çaktırma benimle konuştuğunu.” Dedim ve bakışlarımı yere eğdim. “Şimdilik bilmesinler.”

“Yalnızım,” dedi ve sesindeki heyecanın tınısı tüylerimi ürpertti. “Yanlarında değildim.”

“Çok mu kalabalıksınız yine?”

“Yok yalnızım kanka.”

“Alya ve Hande ablam nasıl?”

Aramızda kısa bir süre sessizlik oluştu ve buruk bir ses tonuyla devam etti. “Bunları telefonda konuşmayalım, neredesin sen yanına geleyim?”

O görmese de başımı onaylar anlamda aşağı yukarı salladım. “Konum yolluyorum.” dedim ve telefonu kapattım. Mesaj bölümüne girip Ayaz’a konum gönderdim ve beklemeye başladım.

***

Kısa bir süre sonra kulaklarımı dolduran araba sesiyle başımı omzumun üzerinden soluma çevirdim ve Ayaz’ın gelişini izledim. Beni görünce gülümsedi ve arabayı, benim arabamın yanına geldiğinde durdurdu. Hızla arabadan inip, büyük adımlar atarak yanıma geldi. “Neredesin be oğlum sen?” diyerek sımsıkı sarıldı ve kolları öyle sıkı sardı ki aylardır çektiğim, hissettiğim yalnızlık toz bulutu haline gelip yok oldu. “Seni çok merak ettik.”

Ben de ona sarıldım. “Gitmem gerekiyordu be kanka!”

Geri çekildi ve iki eliyle kollarımdan tutup gülümseyerek gözlerime baktı. “İyisin, iyi.”

“İyiyim.”

Ellerini üzerimden çekti ve yüzündeki mutlu ifade solarken, ciddi bir ifadeyle baktı. “Neden gittin Ezra?” diye sordu. Bakışlarındaki ciddi ifadeyi, meraklı gözleri yalnız bırakmıyordu. “Hadi bizi düşünmedin, Alya’yı da siktir et. Hande ablayı nasıl bıraktın lan!”

“Öyle olması gerekti kanka...”

“Oğlum!” dedi sitemkâr bir ses tonuyla. “Bana öyle olması gerekti, böyle olması gerekti diyerek laf kalabalıklığı yapma. Anlat adam akıllı.”

Başımı önüme eğdim. “Birkaç hata yaptım, sevdiklerim zarar görmesin diye gitmekte buldum çareyi işte.”

“Ne hatası yaptın?” kaşlarını çattı. “Nasıl bir hata da gitmek zorunda kaldın?”

“Boş ver oğlum işte!” diyerek sitem ettim. “Bitti geride kaldı, kurtuldum.”

Bir adım daha atarak bana daha fazla yaklaştı ve sakin bir ses tonuyla konuştu. “Ezra her ne yaşadıysan veya yaşıyorsan bileyim. Kimseye söylemem. Birlikte hallederiz, ya da birlikte can veririz.”

Ellerimi omuzlarına koyup sıktım. “Artık bir sorun yok kardeşim. Bundan sonra da olursa söylerim.”

Gözleri düşünceli bir ifadeyle karardı. “Geldin ya hani?” diyerek başladı söze. “O mesele yine seni rahatsız etmeye başlama ihtimali var mı?”

“Yok biraderim.”

“Sen öyle diyorsan öyledir.” dedi ve arabamın ön kaputuna oturdu. Ben de yanına geçtim ve arabama yaslanarak denizi izlemeye devam ettim. “Neden diğerlerinin bilmesini istemedin?” diye sordu yeniden. Belli ki soracağı çok soru vardı ve bunlar asla bitmeyecekti.

Başımı önüme eğdim. “Şu an herkesle yüzleşmeye hazır değilim.”

“Hande abla çok merak etti seni,” yüzünü bana çevirdi. “O senin ablan, hiç değilse onunla da görüş.”

“Görüşeceğim,” dedim düşünceli bir ses tonuyla. “Ama şimdi değil.”

Hande benim üvey ablamdı. Annelerimiz bir, babalarımız ayrıydı ama asla aramızda üveylik durumu yoktu. O her zaman bana ablalık yapmış, hep yanımda olmuştu. Asla kıyamazdı bana, diretirdi ama en son yine ben ne dersem o olurdu. Ablalık değil, annelik ederdi ve yine yapacak mıydı merak ediyordum. Sonuçta onu terk edip gitmiştim ve eminim ki bana çok öfkelidir.

“Bu arada haberin olsun tek tabanca devam ediyorum, Demir’lerle kavgalıyım.”

“Neden?” diyerek şaşkınlıkla baktım.

Dudağını büzdü. “Bana yanlış yapanın tarafında durdular.”

Kaşlarımı çattım. “Kim yanlış yaptı sana?”

“Cansu.”

Tüm vücudumu Ayaz’a döndüm ve çatık kaşlarımın altından sorgular gözlerle baktım. “Cansu ne gibi yanlış yapabilir oğlum sana?”

Biz on yılı aşkın süredir hep birlikteydik, birlikte büyümüştük ve birbirimizin her şeyinden öte ailesi olmuştuk. Bu zamana kadar öyle zor şeyler yaşayıp, öyle kötü kavgalar etmiştik ki ama ne olursa olsun yollarımızı ayırmamıştık.

“Ölmüş anama, babama küfretti kanka.” yüzünü bana döndü ve dolan gözlerle baktı. Belli her ne yaşandıysa, bu yaşanılan şey onu çok kırmıştı. “Sadece özür istedim ve dilemedi. Demir, Ferah, Onur ve Mahir’de uzatmamamı söyledi. Hadi biz birbirimize şakasına ediyoruz ama o kim oğlum. Üstelik şakasına da demedi.”

“Belki şakasına demiştir lan!” dedim ve kolunu dostça sıvazladım, ağlamak üzereydi. “Yoksa Demir’ler izin vermez.”

“Yanlışlıkla çarptım buna bu da bir anda ne ana bıraktı ne baba.” başını yere eğdi ve hızlı bir hamleyle gözünden akan yaşı sildi. “Orada öfkelendim üzerine yürüdüm, hemen Demir manitasını korudu. Benim oğlum, kardeşinim lan senin. Sevgilin benden daha mı değerli amınakoyim.”

“Demir’i tanımıyor musun?” dedim ve onu sakinleştirmeye çalıştım. “Olay büyüsün istememiştir, Cansu’yu senden üstün gördüğü için değil grup içinde huzur bozulmasın diye yapmıştır.”

“Bozuldu ama.”

“Biz kardeşiz oğlum. Bugün ayrı kalırız yarın birbirimize koşarız, bugün benim yaptığım gibi.”

Başını kaldırdı ve gözlerime bakıp gülümsedi. “İyi ki döndün, iyi ki.”

Bende gülümsedim. “Bunu demek için çok erken lan!”

“Ben seni şehrin ağzına sıçarken seviyorum.”

Histerik bir kahkaha attım. “Hadi bakalım kolay gelsin bize.”

Gülümsemesi duraksadı ve arabanın kaputundan kalkıp bana içten bir tebessümle baktı. “Barut abilerin yanına gidelim mi birader?”

Kaşlarımı kaldırdım. “Bizimkilerde oradadır falan gitmeyelim şimdi…”

“Yok onlar Hande ablanın kafedelerdi.” elini cebine atıp telefonunu çıkarttı. “Hatta sorayım Barut abiye.” dedi ve telefonda bir kaç yere tıkladıktan sonra telefonu cebine geri koydu ve yeniden bana baktı. “Mesaj attım.”

Başımı olumlu anlamda aşağı yukarı salladım ve yeniden denizi izlemeye başladım. “Benim Alya’yla konuşmam lazım birader ama ne konuşacağımı da, nasıl konuşacağımı da bilmiyorum?”

“İstersen çağırayım buraya?”

“Çağırmasına çağırırız da buna ben hazır değilim.”

“Hazır olduğunda söyle, hallederiz.”

“Hiç hazır olabileceğimi de sanmıyorum lan.”

Gözlerini devirdi. “Sanma sen sanma.” dedi ve elini yeniden cebine atıp telefonunu çıkartıp ekrana baktı. “Barut abi yalnızım yazmış. Gidelim mi yanına?”

“Gidelim.” diyerek etrafıma bakındım ve kollarımı iki yana açtım. “Ne yapacağız burada bütün gün?”

“Bilmem.” diyerek dudağını büzdü. “Burada olduğunu görünce Tarzan olmaya karar verdiğini düşündüm.”

“Ha siktir lan oradan!” dedim ve arabama bindim. Ayaz’da kendi arabasına bindiğinde önden onun ilerlemesi için kornaya iki defa bastım ve sağ elim ile yolu gösterdim, kornaya bir kere basarak karşılık verdi ve sürmeye başladı.

Aylardır yalnızlığa öyle çok alışmıştım ki şimdi insanlarla ne konuşacağım hakkında hiçbir fikrim yoktu ve bu insanlar benim en yakınlarım, ailem dediğim insanlardı. Eminim ki hepsi Ayaz gibi neden gittiğimi soracaktı ve ben hiç kimseye gerçekleri anlatmak istemiyordum. Gerçeklerin ağırlığı benim omuzlarımda koca bir yükken onların omuzlarına da bu yükü vermek istemiyordum.

Şu an tam olarak sonbaharda ağaca tutunmaya çalışan bir başına kalmış bir yaprak gibiydim. Rüzgar savuruyor ve düşmemek için çırpınıyordum. Elbet eninde sonunda düşeceğimi biliyordum ama yine de kendi kaderimi çizebilmek için çırpınıyordum.

Barut abinin depodan bozma mekanının önüne geldiğimizde arabaları durdurduk ve derin bir nefes alıp vererek birazdan Barut abinin soracağı hesapları nasıl cevaplayabileceğimi düşündüm. Ne yazık ki Barut abi, Ayaz kadar anlayışlı biri değildi. Birazdan ağzıma sıçacaktı ve sonrası kıyamet, tabi iyi günündeyse anlayışlı olabilirdi.

Ayaz kapının önüne çoktan varmış benim arabadan inmemi bekliyordu. Gayet ihtiyari hareketlerle arabadan indim ve aracı kilitleyip Ayaz'ın yanına doğru ilerledim. Adımlarınızı birlikte içeriye doğru yönlendirdik ve kısa bir ilerleyişten sonra görüş alanıma giren Barut abiye buruk bir gülümsemeyle baktım. Barut abi ayak seslerimizi duymuş olacak ki hızla arkasını döndü, önce bana sonra Ayaz’a ardından kocaman açtığı gözleriyle yeniden bana baktı ve “Ezra!” diye bağırdı. Koşar adımlarla yanıma gelip iki elini de omuzlarına koydu ve dostane bir tavırla sıkıca sıktı. “Neredesin lan sen?” dedi ve ardından sımsıkı sarılarak sırtımı sıvazladı.

Ben de ona sarılarak karşılık verdim. “Biraz uzaklaşmam gerekiyordu abi…”

“İnsan bir haber verir!”

“Dediğin gibi abi,” diyerek araya girdi Ayaz. “İnsan haber verir, Ezra insan mı?”

Ayaz'ın dediği söz karşılığında “Hadi lan oradan yavşak!” dedim ve yeniden Barut abiye baktım “Neden gittiğimi, ne olduğunu falan sorma abi çünkü anlatmayacağım. Ben anlatmayınca da sen bana gönül koyacaksın, kızacaksın. O yüzden baştan söyleyeyim; sorma, ben de anlatmayayım.”

“Neden anlatmıyorsun?”

“Boktan durumlar yaşandı. Bunu bil yeter.”

“Bu boktan durumlar Alya ile alakalı mı?”

“Hayır,” duraksadım ve başımı önüme eğdim. “Benimle alakalı.”

“Tamam. Şu an üzerine gitmeyeceğim ama eğer bir şey olursa direkt haber ver.”

“Tamam abi.” dedim ve etrafıma bakındım. Hiçbir şey değişmemiş, aylar geçmesine rağmen her şey aynıydı. “Sen neler yapıyorsun?”

“Bıraktığın gibiyiz.” dedi ve elini sırtıma koyarak koltukların olduğu bölgeye doğru birlikte yürüdük. Koltukların yanına vardığımızda tekli deri koltuğa oturdu. Ben ve Ayaz ise ikili deri koltuğa oturduk. “Kalıcı mısın?”

“Gitmemi mi istersin?”

“Hep yanımda kal isterim.”

“Yanındayım abi.” dedim ve dudaklarımda sıcak bir tebessüm var oldu. Önemsenmek, değer görmek güzel bir duyguydu ve ben bu duyguya aylardır hasrettim. “Merak etme.”

“Eyvallah!” diyerek karşılık verdi. “Sizinkilerle ne yaptınız? Ne konuştunuz?”

“Daha görüşmedim.”

Barut abi Ayaz'a baktı ve kaşlarını çatarken sorar bir ses tonuyla “Ayaz?” dedi.

Bakışlarım ciddileşti. “Abi vallahi telefonu çıkarttım, rehberde bayağı gezindim. Kimi arasam daha az kızar diye düşündüm sonra Ayaz'ım da karar verdim, Ayaz'ı aradım. Daha dün gece geldim, akşam olmak üzere anca Ayaz'la görüştüm.”

“Ablan seni çok özledi.” dedi ve biraz duraksadıktan sonra dudaklarında buruk bir tebessüm var oldu “Çok da merak etti.”

Başımı olaylar anlamda aşağı yukarı salladım “Biliyorum ama affeder o beni. Bana kıyamaz.”

“Affeder tabi ama bil yani çok kırgın.”

“İki konuşmama bakar abi. Ben affettiririm kendimi.”

Gülümsedi. “Bilmez miyim?”

Birden depoda hareketli bir zil sesi yankılanmaya başladı Ayaz e

elini cebine atıp telefonunu çıkarttı ve kaşlarını çatıp bir süre ekrana baktıktan sonra bakışlarını bize geri yöneltti. “Demir arıyor…” dedi.

“Açsana kanka.” dedim ben de bakışlarımı onun yüzüne çevirirken.

Elini telefonun ekranına götürüp aramayı cevaplandırdı ve sesi hoparlöre verdi. “Efendim Demir?”

“Ayaz müsait misin?” dedi Demir sakin bir ses tonuyla. “Bir görüşelim.”

“Değilim.” dedi Ayaz soğuk bir ses tonuyla. Sesindeki tını tüyleri ürpertecek kadar soğuktu. “Misafirim var.”

“Fazla zamanını almayacağım.”

“Sonra konuşuruz Demir, müsait değilim.”

Elimi telefonun ekranına götürdüm ve ona giden sesi kapattım, ardından Ayaz'ın gözlerine baktım. “Nereye kadar yüzleşmekten kaçabilirim ki kanka. Barut abi de izin veriyorsa çağır, buraya gelsinler hep birlikte oturalım konuşalım. Acısı olan acısını, sorunu olan da sorunu söylesin. Kavgamızı edelim de dağılalım.”

“Oğlum…” dedi sitemkar bir ses tonuyla. “Demir ve Onur'la konuşulmuyor ki bir şekilde bağıra çağıra üste çıkmaya çalışıyorlar.”

“Yapamazlar öyle şey!” diyerek araya girdi Barut abi. “Ezra haklı, çağır gelsinler. Baktım her şey çığrından çıkıyor, ben girerim araya.”

“Tamam abi.” dedi ve ekrana basarak kapattığım sesi geri açtı. “Demir, Barut abinin mekandayız. Çocukları toplayıp buraya gel.”

“Tamam, geliyoruz birader.” dedi ve telefonu kapattı

***

Aradan geçen yarım saatin ardından hala gelen giden yoktu. Sakin bir şekilde ayağa kalktım. “Birazdan büyük kavgalar edilecek, ben bir tuvalet mesaisi yapayım da geleyim.”

“Acele et şamatayı kaçırma.”

“Geliyorum hemen.” dedim ve hızlı adımlarla lavaboya gittim. Elimi yüzümü yıkayıp saçımı düzelttim ve birazdan buranın ne kadar çok karışacağını hayal etmeye çalıştım. Muhtemelen Demir bir iki tane yumruk atacaktı, Onur günlerce trip atacaktı, Ferah ve Mahir ise sürekli laf sokup sözleriyle dövecekti.

Aynada kendimi izledim ve kaşlarımı çattım. “Sen bunu hakettin be oğlum!” dedim kendi kendime. “Belki birazdan ailem dediğin insanlar tarafından yok sayılacaksın ama pes etmek yok. Sen Ezra’sın! Ezra Alkor.” kendimden emin bir şekilde aynadaki Ezra’nın gözlerine baktım. “Bu zamana kadar birçok şeyi tek başına başardın, elbet yine başarırsın.”

Ya başaramazsam.

“Saçma sapan konuşup benim canımı sıkma Ezra!” diyerek iç sesime kızdım. “Başarırsın iki deliliğine bakar her şey.”

Burada herkes beni tanırdı ve beni Ezra Alkor olarak değil, Deli Ezra olarak tanırlardı. Kafam attığında delirdiğimde gözüm hiçbirşey görmez, aklımdan o an ne geçiriyorsam onu direkt yapardım. Karakola benim kadar çok giren bir kişi daha yoktu bu şehirde.

Dışarıdan gelen bağırma sesleriyle bakışlarımı aynadan çektim ve kapıya doğru yönelttim. “Gazamız mübarek olsun Deli Ezra.”

Yavaş bir hareketle kapının kolunu tuttum ve gözlerimi kapatıp derin bir nefes alıp verdikten sonra kapının kolunu indirerek açtım. Küçük adımlarla dışarıya çıktığımda görüş alanıma Onur ve Ferah girdi, ben onlara bakarken onlar da şaşkınlıktan irileşen gözleriyle bana bakıyordu. Adımlarımı yanlarına doğru ilerlettim ve onlara biraz daha yaklaştığım sırada Onur eliyle Demir’i dürttü. “Abi gelene bak!” dedi.

Demir arkasını döndü ve beni gördüğü anda çatık olan kaşları normal halini alırken şaşkınlıkla, “Ezra.” dedi.

“Selamünaleyküm, Aleykümselam birader. Ne konuşuyordunuz?” dedim ve adımlarımı yanlarına vardığımda sonlandırdım, Ayaz ve Demir'in ortasında durdum.

Demir’in kaşları yeniden çatıldı. “Sen ne zaman geldin lan!” dedi sitemkar bir ses tonuyla.

“Şu sizin meseleyi halledelim, sonra onuda konuşuruz kanka.” dedim ve bakışlarımı Ayaz'a çevirdim. “Ee, ne yaptınız?”

“Konuşuyorduk, doğrusu ben konuşuyordum Demir her zamanki gibi haksız olduğu halde bağırıyordu.”

Ayaz'ın söylediği şey üzerine Demir bakışlarını benden çekip Ayaz'a çevirdi. “Haksız falan değilim, sen gereksiz uzatıyorsun.”

“Küfür etti Demir, neyi uzatmayacağım?”

“Oğlum biz de ediyoruz. Sürekli birbirimizin annesine, babasına sövüyoruz. Ne oldu? O öyle dedi diye öyle mi oldu?”

“Biz kardeşiz, o kim?” dedi.

“Şam şeytanı.” diyerek araya girdim

Demir'in gözleri yeniden beni buldu. “Sen kapa çeneni!”

“Kardeşim,” dedim ve masum bir ifadeyle Demir'in gözlerine baktım. ”Eğer bir meselenin içerisinde Cansu varsa bil ki o Şam şeytanı suçludur.”

“Kapat çeneni!” dedi.

“Neden?” dedi Ayaz tiksinircesine. “Ezra benim kardeşim ve benimle ilgili her konuya dahil olabilir.”

“Benim konuma dahil olamaz. Giderken kimseye haber vermedi, hiç kimseye bir şey söylemedi. Birden dönüp de hayatına kaldığı yerden devam edemez, ona öfkeliyim.”

Yüreğimin ağırlaştığını hissettim, göğüs kafesime ağır geliyordu. Birlikte büyüdüğüm, acıyı da, tatlıyı da birlikte yaşadığım adamdan bunları duymak garip bir acıya mahkum etmişti yüreğimi.

Demir'in dediğini yaptım ve sustum.

Bana ne kadar düşkün olduğunu biliyordum ve gittiğimden beri neler hissettiğini anlayabiliyordum, o yüzden bu öfkesine hak veriyordum ama ne olursa olsun bu durum canımı acıtıyordu. Evet döndüğümde hiçbir şeyin bıraktığım gibi olmayacağını biliyordum ama bir iki yumruk atar sakinleştirdi diye düşünüyordum ve hiçbir şey düşündüğüm gibi olmadı.

“Bak birader!” diyerek Ayaz’a baktı Demir. “Konuyu kapatalım. İstiyorsan bir daha Cansu'nun yüzüne bakma, konuşma ama ben bir kardeşimi kaybettim diğerini de kaybetmek istemiyorum.”

Depodaki herkesin bakışları benim üzerimde sabitlendi. Demir’in bahsettiği, kaybettiği o kardeşi bendim.

“Uzatan ben değilim Demir, sensin. Ne beklediğimi biliyorsun. Cansu benden özür dilesin konu kapansın.”

“Söyledim dilemiyor. O yüzden senden uzatmamanı istiyorum.”

“Kendi bilir,” kollarını iki yana açtı ve dudağını büzdü. “Siz bilirsiniz.”

“Çocuk muyuz amına koyayım, neyin tribi bu!”

“Trip değil, kırgınlık. Ve kardeş bildiğim adamın sevdiği kadını kardeşinden üstün tutması.”

“Oğlum kimseyi senden üstün tutmuyorum ben.”

“Belli.” dedi ve sol eliyle Demir’i önünden itti. “Konuşacak başka bir şey yok.” diyerek çıkışa doğru yürüdü. Kapıya vardığında arkasına bile bakmadan kapıyı açıp dışarıya çıktı. Bakışlarımı sağ tarafıma çevirdiğimde hala tekli koltukta oturan Barut abiye üzgün bir şekilde baktım, oldukça umursamaz bir bakışla bana bakıyordu. Başımı aşağı yukarı sağlayarak bakışlarımı yeniden Demir’e çevirdim.

“Ne bakıyorsun?”

“Konuşalım mı?”

“Benim seninle konuşacak bir şeyim yok!” dedi. Ferah, Mahir ve Onur’a tek tek baktı. “Sizin Ezra ile ilgili merak ettiğiniz bir şey varsa bulmuşken sorun birader, sonra yine gider mider içinizde kalır, soramadık diye.”

“Tamamen döndüm, gitmiyorum bir yere.”

Hissizce gülümsedi. “Herkes gitmem deyip gitti. Başı da sen çektin Ezra.”

Tam dudaklarımı aralamış bir şey diyecektim ki Mahir'in sorusuyla ona baktım. “Neden haber bile vermeden gittin?”

“Başım biraz beladaydı zorunda kaldım.”

“Ben bildim bileli senin başın belada Ezra.” dedi Ferah soğuk bir ses tonuyla.

“Bu sefer farklıydı.”

“Farklı olan neydi?”

“Her şey Ferah’ım.”

“Bitti mi bari başındaki Bela?” diye sordu Demir.

“Bitti.”

“İyi,” dedi Demir de ferah gibi soğuk bir ses tonuyla konuşuyordu. “Hayatında başarılar.”

Gözlerim dolmuştu, başımı önüme eğdim ve dolan gözlerimden, gözyaşımın akmaması için büyük bir savaş verdim. “Sildiniz mi beni?”

“Silmek zorunda kaldık,” dedi Demir ve Barut abinin yanına gidip demin benim oturduğum koltuğa oturdu. “Ne yapıyorsun abi?” diyerek beni umursamadığını göstermeye çalıştı.

Başımı anladığımı belli edercesine aşağı yukarı salladım ve istemsizce gözümden akan gözyaşını hiç kimse görmeden hızlı bir şekilde elimin tersiyle sildim. Bunu beklemiyordum çünkü biz ne olursa olsun, ne yaşarsak yaşayalım hiçbir zaman birbirimize küsmemiştik ama geldiğimde gördüm ki Ayaz hepsine küsmüş ve beni çoktan silmişler. Bakışlarımı yerden kaldırdığımda Onur ile göz göze geldim oldukça üzgün görünüyordu. Buruk bir şekilde Onur'a gülümsedikten sonra ben de arkamı döndüm ve hızlı bir şekilde depodan çıktım. “Her şey ne kadar da istediğin gibi oldu değil mi Ezra? Silmişler oğlum seni, kaldın bir başına.”

10 AY ÖNCE

Arabadan indik ve bagajın önüne geçtik. Bagajda kaldırdığımız adam vardı. Ferah tam bagajı açacakken elini tuttum ve açmasına engel oldum. Kaşlarını çatarak sorar gözlerle bana baktığında gülümseyerek ona baktım ve elini bırakıp bagaja üç defa tıklattım.

“Tık tık tık!” dedim ve gayet sakin bir sesle konuştum. “Kim o desene?”

Bagajdan ses gelmedi.

Yine bagaja tıklattım. “Kim o desene!” diyerek bagajdaki adama seslendim. Ben bunu yaparken diğerleri ise gülüyordu. “Oğlum kim o desene!” diye bağırdım.

“Ne olur çıkarın artık beni buradan!” diye bağırdı bagajdaki kişi, sesi oldukça boğuk geliyordu.

Bagaja yeniden vurdum. “Kim o desene!” dedim yeniden.

Demir kolumdan tutup beni arkasına çekti, “Bir dur be oğlum!” diyerek bagajı açtı. Ferah ve Mahir adamın kollarından tutup dışarıya çıkardıkları an adamın yakasına yapıştım. “Neden kim o demiyorsun lan?” diye bağırdım.

Adam nefes nefese konuştu. “Abi içeride can vermek üzereyim ne kimosu? Oyun mu oynuyoruz?”

“Doğru, haklısın birader oyun oynamıyoruz.” dedim ve hızlı bir hamleyle belimden silahımı çıkarttım. “Kanka oyun oynamıyormuşuz ben bunu vuruyorum.” dedim.

Demir silahı tutan elimi tuttu ve silahımı elimden alıp kendi beline taktı. “Allah'ın delisi bir dur be!” dedi.

Adam bakışlarını bizim üzerimizde gezdirdi ve gözlerindeki korkulu ifadenin eşliğinde “Siz kimsiniz?” diye sordu.

Tam Demir dudaklarını aralamış cevap verecekti ki ondan önce davrandım. “Gece avcılarıyız.” dedim ve dudaklarımda piç bir gülümseme var ettim. “Ananı avlamaya geldik.”

Bizimkiler kahkaha atmaya başladı. Demir kahkahasının arasından “Bir dur be artık şu işimizi halledelim.” dedi ve yeniden adama döndü. “Sana birkaç soru soracağız, sen de doğruları anlattıktan buradan gidebileceksin.” dedi.

Adam gözlerini benden ayırmadan konuştu. “Tabi, neyi merak ediyorsunuz cevaplarım.” dedi.

“Mecbursun cevaplamaya.” dedim ve adama arkamı dönüp bizim mekana girdim.

GÜNÜMÜZ

Dem kafenin önünde durmuş içerisini izliyordum. Ablam gülümseyerek Doruk, Elif ve Olcay’la sohbet ediyordu. Gözlerim biraz daha etrafı taradı ve içeride Alya’yı göremedim. Başımı direksiyona yaslayıp daha detaylı taradım ama hala ortalıkta yoktu.

Ben içerisini gözetlerken, arabanın camına vurulmasıyla irkildim ve başımı soluma çevirip cama kimin vurduğuna baktım.

Alya…

Alya kaşları çatık, gözleri dolmuş bir şekilde bana bakıyordu. Dudakları titriyor, ağlamamak için kendini tutuyor gibiydi. Başımı direksiyondan kaldırdım ve arabanın camını açtım, gözlerine masum bir ifadeyle baktım.

Konuşamıyordum, dilimin ucuna firar eden kelimeler çıkmak için fırsat kovalıyordu ama ne yaparsam yapayım çıkmıyordu.

Oysaki ne çok söyleyeceğim, anlatacağım şey vardı.

Loading...
0%